Kod Adı: Bela •chanbaek•

By meliicornie

68.4K 7.3K 29.6K

"Bir şey olur diye korktum, askerliğim yanar diye korktum komutanım." Ağzımdan bir hıçkırık çıktığında beni k... More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11🐣
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29🐥
30
31 🐥
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
45 🐤
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55 (FİNAL)
56 (İNCE SATIRLAR...)

44

1K 107 667
By meliicornie

• Lütfen bölümde geçen animelerle ilgili yorumlara spoiler yazmayın. Henüz izlememiş arkadaşlarımız olabilir. (Spoiler içeren yorumları sileceğim)

"... Ailesini henüz aramayanlar hemen işe koyulsun. Arka taraftaki umumi telefonları, koridordaki askeri telefonları veya kafeteryadaki telefonları kullanabilirsiniz." Sadece kendi askerlerime değil, önümde dikilen tüm askerlere hitaben söyledim. "Hemen ardından kıyafetlerinizi, silahlarınızı falan ayarlayın. Dediğim gibi, yaklaşık iki ay kalacağız. Ona göre hazırlanın."

Verilen karara göre iki aylığına sınıra yakın bir yerde göreve gidecektik ve lojman tarzı yerlerde kalacaktık. Fakat sınıra yakın olduğu için bu iki ayın çok sakin veya rahat geçeceğini düşünmüyordum. Kaldı ki, biz daha askeriyede kendimize hakim olamayan adamlardık, birkaç asker aynı evde kaldığımızda kesinlikle birileri birbirini döverdi.

Son uyarılarımı yapıp ana binaya ilerlemiş ve odama girmiştim. Dolaptaki valizimin içine kıyafetlerimi ve önemli eşyalarımı doldurup odamdan çıktım. Jongdae'nin kendine hazırladığı çantanın yanına koydum. Bir eksiği olup olmadığını sormuş, sonra da bahçeye inmiştim. Tam sigaramı çıkartmış içecektim ki duyduğum sesle duraksadım.

"Chanyeol amca!" Çok da düzgün konuşamadığı belli olan çocuk sesiyle arkamı döndüm ve gülerek Ji Eun'a baktım.

"Prensesim?"

Kollarını açarak bana doğru koştuğunda sigaramı arka cebime saklayıp yere eğildim ve bana sarıldığında ayağa kalkıp onu döndürdüm. Yanağıma bir sürü öpücük kondururken güldüm. Bu sırada Jongdae'nin eşi kahkaha atarak bize doğru geliyordu. Yanıma vardığında Ji Eun'u tek kolumla sıkıca tutarken diğer kolumla Suryeon'a sarıldım. O da bir eliyle sırtımı sıvazlarken gözüm arka taraftan şaşkınca bize bakan Baekhyun'a takıldı. Ona göz kırptıktan sonra Ji Eun'un boynuma sarılmasıyla gözlerimi ona çevirdim.

"Görmeyeli bana daha çok aşık olmuşsun prensesim." Ji Eun'u yere indirdim, mavi tüllü elbisesini düzelterek tekrar kucağıma aldım. "Süslenip gelmişsin hem de. Evlenecek miyiz yoksa?"

"Evet!" Tatlı şekilde bağırdığında Suryeon gülüp omzuma vurdu.

"Umut verme kızıma. Çok yaşlısın sen."

"Ne yaşlısı be? Senin kocana bile bin basarım."

Gülüşerek binaya girdik, odamın olduğu koridora girince Ji Eun'u yere bıraktım. Bununla beraber "Baba!" diye sevimli bir şekilde bağırarak Jongdae'ye doğru koştu.

Jongdae gözlerinde belli olan koca bir mutlulukla önce kızını birçok kez öpmüş, sonra da Suryeon'a sıkıca sarılmıştı.

Askerlerin ailesi nadiren gelebiliyordu askeriyeye. Bugünkü durum da o nadir anlardandı. Çünkü iki ay boyunca sınırda olacaktık, Jongdae ailesini göremeyecekti. Dolayısıyla Suryeon da eşi için bir şeyler getirmişti.

Odamı gösterdim. "E hadi odama girin madem, özlem giderirsiniz."

Suryeon getirdiği poşetlerin birini açtığında güzel bir koku sardı etrafı. Yaptığı böreklerden bir tane alıp zorla ağzıma tıktı. "Oh, afiyet olsun paşama." dedikten sonra daha yutamadan bir tane daha soktu. Aynı şekilde Jongdae'yi de beslemeye başlarken ev yapımı börek kokusunu duyan askerler burayı çoktan basmıştı. Neyse ki Suryeon bunu tahmin edip üç kutu börek getirmişti. Hepsini açıp masaya koydu ve erlere döndü.

"Arkadaşlarınızı da çağırın, yesin herkes."

Jongdae tam mızmızlanacaktı ki Suryeon'un onun valizine bir poşet koyduğunu gördü. "Senin için ayrı bir kap getirdim zaten hayatım. Kapa çeneni."

"Ah, işte doğru eş seçimi." dedikten sonra Suryeon'a yaklaştı.

"Hey!" Jongdae'yi kulağından tutup geriye çektim. "Benim önümde mi öpüşeceksiniz? Yok ya."

"Ya! Zaten aylardır..." Önüne bakıp bana döndüğünde kafasına vurdum.

"Hoşt ulan." deyip Suryeon'u bir kolumun altına aldım ve geriye çektim. "Kocana dikkat et, azmış görünüyor."

Suryeon hafif bir utançla karnıma vurdu ve masadaki böreklerden bir tane alıp ağzıma sokuşturdu. "Ne güzel yiyordun, sussana sen tekrar."

"Azmış ne demek?" Ji Eun'un sorusuyla hepimiz kahkaha atarken Jongdae bana göz devirip kızını kucağına aldı.

"Chanyeol amcan boş boş konuşuyor işte kızım. Bir önemi yok."

Ji Eun birden Jongdae'nin kulağına bir şeyler fısıldadığında çok sevdiğim o tepkiyi görmek bana harika hissettirmişti.

"Ya Ji Eun! Neden?!" Uzatarak söylediği "aweee" eşine bile komik geliyordu.

"Ne dedi?"

"Seninle evlenecekmiş." Jongdae kucağındaki kızını bana verdi. "Al, ilgilen prensesinle. Ben de kendi prensesimle ilgileneyim." Elini Suryeon'un beline atıp odamın kapısını açtı. "Oda için sağ olun komutanım."

Ona göz devirdikten sonra kucağımdaki Ji Eun'la bahçeye çıktım. "Prensesim ne yapmak ister? Çikolata alayım mı sana?"

"Oluur..."

"Tamam." Yanağından öptükten sonra kafeteryaya gitmiş, kasanın arkasında duran görevliden iki çikolata istemiştim. Adamdan çikolataları aldıktan sonra boş olan masalardan birine geçtik.

Çikolata paketini açıp Ji Eun'a uzattığımda Sehun, Jongin ve Baekhyun gülüşerek kafeteryaya girdi. Arka masalara doğru gidiyorlardı ki beni görünce hemen durup selam verdiler.

"E buraya oturalım o zaman," Sehun bana bir şey ima etmek ister gibi gözlerime baktı.

"Oturun." dediğim gibi karşıma oturup Jongin'i yanına çekmişti. Yani tek amacı Baekhyun'u yanıma oturtmaktı.

Yanımda oturup çikolatasını bitirmek üzere olan Ji Eun'u sandalyeden kaldırıp kucağıma aldım. "Gel güzelim, abi otursun oraya."

Baekhyun yanıma oturduktan sonra Ji Eun ona döndü. "Yerimi çaldın. Kötü adam."

Hepimiz hafiften güldüğümüzde Baek konuştu. "Binbaşı Chanyeol öyle istedi ama."

"Hıh!" Kollarını göğsünde bağladı ve bana döndü. "O zaman seninle evlenmem!"

"İstesen de evlenemezsin zaten." Baekhyun çok kısık bir sesle onu kıskandırmak istercesine konuştuğunda inanamaz gibi ona baktım. Küçücük çocuğu da kıskanmazdı herhalde!

Ji Eun duymamıştı, ben de herhangi bir cevap vermeden gülerek "Aaa!" dedim ve Ji Eun'u kendime çevirip güldüm. "Aramızı bozmalarına izin veriyorsun hemen."

İkinci çikolatasının son lokmasını ağzına attı ve komik bir şekilde çiğneyip yuttu. "Bozmasınlar o zaman."

Hepimizden ufak kıkırtılar çıktıktan sonra kendisi de güldü. Hemen ardından da "Ji Eun tekrar çikolata istiyor!" dedi. Sesli bir şekilde söylediğinde masaya baktım.

"Ama hızlı hızlı yemişsin hepsini, bitmiş. Yok başka."

"Yaa Chanyeol amca!" Kollarını omuzlarıma koyup kucağımda zıplamaya başladığında güldüm. Bu sırada bir elini cebine götüren Baekhyun küçük bir çikolata çıkardı ve uzattı.

"Bunu ister misin?"

"Evet!" Sevinçle çikolatayı aldı, paketini açıp küçücük ağzına tıkıştırdı. Sonra da ellerini Baek'in omuzlarına doğru götürdü. "Seninle de evleneceğim!"

Baekhyun sevimli bir şekilde kahkaha atarken Ji Eun'u kendi kucağına çekti. Yüzündeki sevimli gülümsemeyle küçük kızın saçlarını düzeltti. Ellerinden tutup gülerek ona bakmayı sürdürdü. Ji Eun da gözleri kısılana kadar güldükten sonra bana döndü.

"Bununla da evleneceğim ama babama söyleme, tamam mı?"

Jongde'nin kızının Baekhyun'la evlenme fikrine karşılık kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. "Söylersem kalp krizi geçirebilir zaten."

İşaret parmağını dudaklarına götürdü. "Şşş. Bu bir sır."

"Evet, bizim sırrımız." diye fısıldadım küçük kıza.

Ji Eun güldü ve minnacık parmağıyla Baekhyun'u gösterdi. "Öpebilir miyim?"

"Öp fıstığım." dediğimde Baekhyun'un yanağından öptü. Hemen sonra da benim kucağıma gelip beni öptü. Bu tatlı anı daha güzel yapan şey ise karşımızda oturan Jongin'in sevimli bakışlarını önce bize, sonra Sehun'a çevirmesiydi.

Baekhyun'a, bana, Ji Eun'a baktı. Hemen ardından, parlayan gözleri ve sevimli gülümsemesiyle Sehun'a döndü. Herhangi bir ses çıkarmadı ama Sehun, onun ne düşündüğünü çok iyi anlamış gibi derin bakışlarını sevgilisine gönderdi. Birkaç saniye masum ve aşırı sempatik gözlerle birbirlerine baktılar. Bu bakışmayı bozan Sehun'du. Hafiften kızaran yanaklarıyla önüne döndü, hâlâ aptal gibi gülümserken başını eğdi.

+++

"Jinyoung! Diğerlerini de çağırsana oğlum." Birkaç metre uzağımdaki askere seslendikten sonra köşeye geçip onların gelmesini bekledim. Sınıra yakın yerleşme alanına varmıştık. Beklediğim gibi yan yana bir sürü apartman görünümünde binalar vardı ama emindim ki içleri küçücüktü. Her evde iki kişi kalacak bilgisi de düşüncelerimi doğruluyordu.

Takımım karşıma geçtiğinde yaslandığım duvardan bir adım uzaklaştım. "Evler küçük. Muhtemelen ufacık bir banyo ve mutfak dışında sadece yatak ve koltuk sığacak boyuttalar. Her dairede iki asker kalacak, bu yüzden anlaşabileceğiniz ve kavga etmeyeceğiniz kişileri seçin. Koltuk ve yatak kavgası da istemiyorum, aranızda halledin." dedim. "İkişerli gruplar olun, tek kalan kişi de benimle-" Durumu açıkladıktan sonra tekrar biraz konuşmuştum ki Sehun'un lafa atlamasıyla sözlerim yarım kalmıştı.

"Ben Jongin'le kalıyorum. Taehyung ve Jisung da çok iyi anlaşıyor." dedikten sonra Jinyoung'u Dongyoung'un yanına itip otoriter bir sesle devam etti. "Bu ikisi de asla kavga etmez, harika bir ilişkileri var." Gözlerini takım arkadaşlarında gezdirirken sahte bir ifadeyle tek elini ağzına götürdü. "Tüh ya, Baekhyun tek mi kaldın sen? Neyse komutanla kalırsın." deyip Baek'i bana doğru ittirdi.

Derin bir nefes alıp öldürücü bakışlarımı ona gönderdiğimde "Çok sıkıştım komutanım! İzninizle!" deyip kısa bir asker selamı vermiş ve lojmanlara doğru koşmuştu.

"İkinci binanın önündeki askeri görevliye isimleriniz yazdırıp ev numaranızı alın."

"Emredersiniz!"

"Dağılın."

"Emredersiniz komutanım!"

Askerler birkaç saniye içinde yok olduğunda Baekhyun hâlâ yanımdaydı. Gülümsemeye çalışarak yüzünü yavaşça kaldırdı ve gözlerime baktı. "Benimle kalmak istemezsen, ben... diğerleriyle konuşabilirim."

"Seninle kalmak istemesem senin lafına ihtiyaç duymam. Sadece bir cümleyle kalacağım kişiyi seçme yetkim var. Komutanım ben."

"Haklısınız komutanım."

Çenemle binaların olduğu yeri gösterdim. "Sen de gidip bizim ev numaramızı al. Binbaşı Park'la kalıyorum demeyi unutma, belki şansımıza biraz daha büyük bir ev gelir."

"Emredersiniz."

+++

Akşam on birden sonra işlerim anca bitmişti ve yatmak için can atıyordum. Hâlâ binaların dibinde olup eve girmeyenleri bekleyen görevlinin yanına gittim.

"16 numaranın anahtarını verir misin?" Baekhyun'un söylediğine göre numaramız buydu.

Askeri görevli anahtarı uzatırken teyit etmek amacıyla elindeki kağıtları karıştırdıktan sonra sordu. "Byun Baekhyun ile, değil mi?"

"Evet." derken anahtarı aldım.

"Her katta altı daire bulunuyor. Üçüncü kattasınız."

"Teşekkürler." deyip ikinci binanın üçüncü katına çıktım. Kapıların üstünde yazan numaraları takip ederek kendi kalacağım yeri bulduğumda anahtarla kapıyı açtım.

Kapının hemen yanında sadece bir klozetin ve lavabonun olduğu ufak bir yer vardı. Sol çaprazda iki kişinin bile zor sığacağı bir mutfak bulunuyordu. Yavaşça ilerlediğimde ise salonla karışık olan yatak odasına girdim, zaten başka da yer yoktu. Oda çok büyük değildi; bir yatak, bir koltuk ve karşısına bir televizyon sığacak büyüklükteydi.

Devletin bize layık gördüğü yere karşı gözlerimi devirdim. Bu dairenin toplam büyüklüğü benim kendi evimdeki salonum kadardı.

Elimi duvardaki ışık düğmesine götürdüm ama koltukta uyuyan Baekhyun'u fark edince hemen kapadım ve sessiz adımlarla ona yaklaştım. Yere çömelip bir süre masumca uyuyan Baekhyun'u izledim. Hafiften uzayan saçlarını yavaşça okşadım, gülerken. Yarın tıraş konusunda ona bir fırça atsam iyi olurdu.

Baekhyun rahatsızca kıpırdadığında sağ tarafımda kalan yatağa baktım. Büyük ihtimalle -sadece bir yatak olduğu için- benden habersiz oraya yatmak istememişti. Ayağa kalkıp yatağın üzerindeki pikeyi açtım ve koltuğun yanına ilerleyip Baekhyun'u fazla rahatsız etmemeye çalışarak -sırtından ve bacaklarının altından geçen kollarımla bu ne kadar mümkündü, tartışılır- kucağıma aldım, kenardaki yatağın üzerine bıraktım bedenini. Üstünü güzelce örtüp koltuğa ilerledim, tüm yorgunluğumu yok etmek adına bedenimi attım ve uyumak üzere kapadım gözlerimi.

Byun Baekhyun

Gözlerim kendiliğinden aralanırken kollarımı havaya kaldırıp esnedim. Etrafta gezen bakışlarım bir anda koltukta yatan Chanyeol'ü bulunca duraksadım ve kendime baktım. Beni buraya yatırıp kendisi koltukta mı uyumuştu?

"Aşıksın işte bana. Ne diye naz yapıyorsun?" Kendi kendime söylenirken üzerimdeki pikeyi kenara çektim.

Yataktan kalkıp lavabo demeye bin şahit gerektiren küçük yere gittim ve elimi yüzümü yıkayıp tekrar salona girdim. Hâlâ uyuyan Chanyeol'ün baş ucunda yere eğildim. Parmaklarımı yavaşça yanağına doğru götürüyordum ki bir anda parmaklarımı sıkıca tutup yataktan fırlamış ve beni boğarcasına kaslı kolunu boynuma dolamıştı, bir ayağıyla da bacağıma basıyordu ーbunu saniyeler içinde nasıl becerdiğini asla anlamamıştım.

Sıkıca tutuğu elim, arkaya doğru eğdiği başım ve ayaklarıyla hareket etmemi engellediği bacaklarımla o kadar garip bir pozisyondaydık ki canımın acımasından çok buna tepki gösteresim gelmişti.

"Bıraksana!"

"Ne yapıyorsun?" Uykulu bir tonda sorarken vücudumu yavaşça serbest bıraktı, omzumu tuttum acıyla.

"Bir şey yapmıyordum. Neden saldırıyorsun hemen?"

"Ne demek neden saldırıyorsun? Uyuyan bir askere yaklaşmaya nasıl cesaret edebiliyorsun sen? Hem de rütbesi binbaşı olan bir askere?" Anlamazca sorduğunda bir anlık ona hak verdim.

Adam senelerdir askerdi. Tabii ki uyuyor olsa bile yüzüne yakın bir tehdidi hissederdi! Ben galiba gerçekten aptaldım!

"Unuttum!" Birden aptalca bağırdım, neden yaptığımı kendim bile anlamamıştım.

Chanyeol önce şaşkınca durmuş, sonra gülmüştü. "Asker olduğumu mu unuttun?"

"Hayır. Yani evet, hayır aslında. Bu kadar çabuk fark edip tepki vermeni beklemiyordum. Sadece yanağını sevecektim."

"En azından dürüstsün." derken koltuktan kalkıp banyoya gitti. Kısa süre içinde döndüğünde koltuğa oturdu ve başını arkaya atıp gözlerini kapattı.

"Çok mu yorgunsun?"

"Evet. Tükenmiş hissediyorum." Ondan ilk defa duyduğum bıkkın cümleler ve bitik ruh hali değişik hissetmeme sebep olmuştu. Dudaklarımı üzgünce birbirine bastırdım ve yanına oturup bir anda beline sarıldım. Başımı göğsüne yaslayıp gözlerimi kapadım. Bir süre böyle kalsak eminim ikimize de iyi gelirdi.

Chanyeol bir kolunu boynumdan geçirip saçlarıma uzun bir öpücük bıraktı. Kafamı kaldırıp adem elmasından öptüm. Gülerek geri çekildiğimde omzumdaki kolunu aşağı indirip kalçamı patpatladı.

"Kalk hadi. Eğitime gideceğiz."

Yanından kalkıp mutfağa ilerledim, minik buzdolabını açıp rafta duranlara baktım ve içeri seslendim. "Pek bir şey yok. Ne yiyeceğiz?"

"Bakayım." Chanyeol gelip arkama dikildi ve dolaba doğru eğildi. "Sandviç yapalım," derken yüzünü bana çevirdi. Ben de yavaşça ona döndüğümde dudaklarımı birbirine bastırdım. Çünkü onu öpmemek şu durumda çok zordu. "Yemek tedariki bu akşama kadar gelecek."

"Sandviçi boş ver de..." Ne diyeceğimi merak eder gibi gözlerini bana çevirdi. "Öpsene sen beni."

"Nedenmiş?" Küstah bir tavırla sordu ama samimiyetle gülüyordu, hoşuna gitmediği söylenemezdi.

"Canım istiyor. Aramızdaki kırgınlık ne kadar sürecek? Sürekli asker olduğumuzu aklında tutsan iyi edersin." Gözlerimi gözlerinin tam içine diktim. "Birkaç saat sonra ölürsem öpmediğin için pişman olursun."

Chanyeol sinirle buzdolabının kapağına tekme atıp büyük bir ses çıkarttıktan sonra bir elini belime atıp beni kendine çekti. "Saçma sapan konuşup canımı sıkma benim, Asteğmen Byun Baekhyun."

"Yalansa yalan de." Ciddiyetle konuştum. "Sen de her şeyin farkındasın." Ellerimi omuzlarına uzatıp sırıttım. "Öp beni, ölümcül silahlar bize çevrilmeden. Hâlâ bir şeyler hissedebiliyorken öp. Hâlâ buradayken sıkıca sarıl bana, Binbaşı Park Chanyeol."

"Emredersiniz Asteğmen'im."

Başını sağa yatırıp dudaklarımızı yavaşça birleştirdi. Yumuşak dudakları, dudaklarımın arasında nazikçe gezerken hızlanan kalbim de onu çok özlediğimi fazlasıyla kanıtlıyordu. Utanmasam ağlayacaktım şu güzel dudakları için.

Saniyeler sonra geri çekilen Chanyeol'e bakıp gülümsedim. Omzundaki ellerimi indirdim, bir elini tutup sessizce söyledim:

"Senin dudaklarınla, dudaklarım günahtan arındı."

"Öyleyse şimdi günah dudaklarımda kaldı, Baekhyun."

+++

"Baekhyun Komutan'ım! Ön tarafta birileri şarkı falan söylüyor. Siz de gelmek ister misiniz?"

İsmini bilmediğim ama siması tanıdık olan bir astsubay söylediğinde gülümsedim. Elimdeki boş pet şişeyi çöpe attım. "Gelirim birazdan. Teşekkür ederim haber verdiğin için."

Kısa bir baş selamı verip görüş açımdan çıktı. Ben de biraz sonra binaların ön tarafına geçip yerde oturan askerlerin yanına gitmiştim. Dongyoung'un aşık olunası sesiyle şarkı söylediğini görmek beni gülümsetmişti. Bazı askerler sadece dinlerken, bazıları eşlik edip gülüyordu. Yaklaşık iki dakika sonra söylemeyi bırakmıştı ve şarkısını bitirdiğinde onu alkışlamayı elbette unutmamıştık.

"Ah! Chanyeol Binbaşı'm!" Yanımdaki askerlerden biri bağırınca karşıya baktım. "Gitar var, siz de bir şeyler söyleyin lütfen!"

"Yok aslanım, sonra."

"Hadi komutanım ya! Çok güzel söylüyorsunuz." Başka bir asker de ısrar edince diğerleri de yüz buldu ve Chanyeol ortamıza girip çalmayı kabul edene kadar ısrar ettiler. Herkes sevinçle ona bakarken Chanyeol gitarı çalmaya başladı.

Parmakları tellerin üzerinde daha hızlı gezerken dudaklarını araladı ve yumuşak bir tonda mırıldanmaya başladı.

"Kendime, senin bir anlam ifade etmediğini söylerdim.
Şimdiyse kendime hakim olamıyorum.
Sen yanımda değilken paramparça oluyorum."

Bakışlarını bana çevirdi ve yarım bir sırıtışla söylemeye devam etti.

"Kendime o kadar da umursamadığımı söylüyorum.
Ama dokunuşunu hissedene kadar ölüyormuş gibi hissediyorum."

Gitarın tellerinde olan parmaklarını biraz yavaşlattı, sonra tekrar hızlandı. Gözlerini benden çekti ama hâlâ şapşal gibi gülüyordu. "Sadece aşk..." dedi. "Sadece aşk böyle acıtabilir." Gözlerime bakarak bir kez daha söyledi. "Sadece aşk böyle acıtabilir."

Askerler heyecanla onu izlerken çaldığı ritmi hızlandırdı ve gözlerini tekrar benimkilere dikti. Ama bu sefer yüzünde ne bir sırıtış ne de bir sevimlilik vardı. Yorgun ve hayal kırıklığı dolu bakışlarını etrafa gönderdi.

"Ölümcül bir öpücük olmalı."

Evet, büyük ihtimalle ölümcül bir öpücüktü. Belki biz hâlâ yaşıyorduk ama bir öpücük yüzünden ruhumuzu kaybetmiştik. Mutluluğumuzu, yaşama sevincimizi ve en önemlisi aşkımızdan koca bir parça kaybetmiştik.

"Sadece aşk böyle acıtabilir," dedi gözlerime bakarak. "Sadece aşk böyle acıtabilir..." Hemen ardından da gözlerini kaçırdı. "Öpücüklerin tenimi yakıyor." Başını yukarı kaldırdı, gözlerini kapatıp sessizce son kez söyledi. "Sadece aşk böyle acıtabilir..."

Chanyeol, alkışlar eşliğinde kucağındaki gitarı yanındaki askere verip ayağa kalktı.

"Çok içten söylediniz komutanım."

"Aynen öyle. Binbaşı Park'a aşk acısı çektiren hayat bize neler yapmaz?"

"Böyle yakışıklı bir komutanı üzen de ne bileyim?.. Canına susamış herhalde."

"Oğlum." dedi Chanyeol uyarıcı bir tonda. "Cıvıtmayın." Ardından kısa bir sessizlik oldu ve o da buradan uzaklaştı.

İçimde baş gösteren karamsar his benim de sessizce oradan ayrılmama ve binalara doğru yürümeme sebep olmuştu. Şu anlık katılmamız gereken herhangi bir eğitim yoktu, bu yüzden Jisungların yanına gidip kendim çalışmaya karar verdim. Binaların arka tarafında askerlerin pratik yaptığı bir alan vardı. Oraya doğru ilerledim.

+++

"Oturalım biraz." Gece karanlığından önümü bile zor görürken Chanyeol'ün sesiyle duraksadım. Bugün onun nöbet günüydü ve bir astıyla beraber ormanda gezmesi gerekiyordu. Bu yüzden beraber çıkmıştık. Yaklaşık yirmi dakikanın sonunda Chanyeol'den gelen teklifle biraz ileride, yere oturmuştuk.

Silahını sıkıca tutarken ciddi bakışlarını etrafta gezdiriyordu. Güvende olmak için silahının dürbünüyle son kez etrafı taradı ve yanıma oturdu rahatça. Sırtımı çimenlerle birleştirip gülümsedim. Karanlık gökyüzündeki yıldızlar beni mutlu ediyordu.

"Bir daha kavga etmeyelim." Birden söyleyip aramızdaki sessizliği bozmuştum. Chanyeol de derin bir nefes verip benim gibi yere uzandı.

"Bana güven," dedi sessizce. "Bana güven, ben seni asla üzmem ve her zaman korurum. Tek ihtiyacım olan bana güvenmen, tamam mı?"

"Tamam." dedim hâlâ küçük beyaz parıltıları izlerken. Bu açıdan yıldızlar çok güzel görünüyordu, elimi uzatsam onları yakalayacaktım sanki.

Bir elimi yavaşça yukarı kaldırıp parmaklarımı hareket ettirdim. "Bak," dedim Chanyeol'e. "Yıldızlara dokunuyorum."

O da bir elini göğe doğru uzatırken kıkırdadığını duydum. Tıpkı benim gibi parmaklarını hareket ettireceğini zannetmiştim fakat o, elimi tuttu. "Ben de."

Beklenmedik romantizm yüzümde güzel olduğunu düşündüğüm koca bir gülümseme oluşmasını sağladı. İstemsizce gözlerimi kısacak ve dişlerimi açığa çıkaracak şekilde gülmüştüm. Sevinç dolu bir utangaçlıkla ona döndüğümde her zerremi ezberlemeye yemin etmiş gibi bana bakan gözler daha fazla utanmama sebep oldu.

Bir eliyle hâlâ silahını sımsıkı tutarken boştaki eliyle yanağımı kavradı. "Söylediğim iki kelime bu kadar mı hoşuna gitti? Utanıp gülmen çok sevimli ve seni ısıra ısıra sevmek istiyorum."

"İstediğin gibi sev, komutanım."

Chanyeol biraz doğrulup etrafa baktı ve hemen sonra eğilip dudaklarıma minik bir öpücük bıraktı. Geri çekilirken öyle gülümsedi ki, gecenin karanlığı olmasa güneşin tam karşımda açtığını söylerdim. Öyle aydınlatmıştı hayatımı, öyle ısıtmıştı beni.

"Chanyeol," dedim sessizce. "Birbirini seven iki kişiden daha öte olduğumuzu düşünmüyor musun? Ben sık sık bunu geçiriyorum aklımdan. Sadece sevgili olmak değil mesele." Gökyüzündeki bakışlarımı ona çevirdim ve dudaklarımı yaladıktan sonra tane tane konuşmaya devam ettim. "Erwin ve Levi gibiyiz seninle. Ash ve Eiji gibi, Odasaku ve Dazai gibi belki de."

"Odasaku? Chuuya ve Dazai de olabilir. Hem Chuuya senin gibi, cazgır. Gıcık ama tatlı bir karakter." Hafifçe kıkırdadı, ona bakıp ben de güldüm ama biraz şaşkındım.

"Animelere ilgin olduğunu bilmiyordum. Ben çok severim, hatta Japonca bile biliyorum biraz!" Heyecanla söylediğimde gözlerime bakıp gülümsedi, ondan beklemediğim bir hareket yapıp silahını bıraktı ve iki eliyle yüzümü avuçlayıp burnumun ucundan öptü.

"Biliyorum sevgilim. Manga okumayı da çok seviyorsun, anime izlemeyi de. Japonca biliyor olman da çok güzel." Gülerek konuştu ve gözlerini gökyüzünde gezdirmeye başladı. "Bak, ay!"

Kafamı ona yaklaştırıp parmağıyla gösterdiği yere baktım. "Evet, çok gü-"

"Bu gece seninleyken ay çok güzel görünüyor, öyle değil mi?" Lafımı kesip söylediği şeye karşılık güldüm.

Japonya'da seni seviyorum demek yerine kullanılabilen bu söze karşılık içtenlikle gülmedim. Chanyeol'e dönüp ona sokuldum, boynuna yaklaşıp derin bir nefes aldım ve bunu yaparken kendi kendine kapanan gözlerime karşı gülmek istedim. Onlar bile dayanamıyordu ki bu adama, kalbim nasıl dayansındı?

"Senin için ölmeyi göze alırım."

Bir elini belimin altından geçirip sıkıca sardı bedenimi. Diğer eliyle saçlarımı yavaşça okşuyordu. Çenesinin altından öptüm, bir daha öptüm, güldüm ve sonra yine öptüm. Bu sefer o güldü ve kafasını uzaklaştırıp bana bakmaya çalıştı. "Şapşal. Çok mu özledin beni?"

"Evet," dedim. "Seni özlerken sana soracak değilim." Yanağına hızlı bir buse bıraktım.

Bir hafta sonra

Karton bardakta aldığım iki soğuk limonatayla askeriye işlerinin yönetilmesi için kurulan binaya girdim. Koridorda gülümseyerek yürüyordum, Chanyeol'ü gördüğümde daha çok sırıttım istemeden. Birkaç kağıt imzalıyordu, saniyeler sonra bitirmiş olacak ki kağıtları eliyle düzeltip yanındaki askere verdi. Asker, kısa bir selam verip kağıtları aldı ve çıkışa doğru yöneldi.

Beni gören Chanyeol gülümsedi, yanıma doğru adımladı. Elimdeki limonata bardaklarından birini uzattım.

"Teşekkür ederim, şu an çok ihtiyacım vardı." dedi. Zaten söylemese bile yüzündeki terler, havanın sıcaklığına lanet okuyordu.

"Rica ederim." Gülerek söyledikten sonra sırtımı duvara yaslayıp limonatayı içmeye başladım. O da benim gibiydi. Sessizce duruyordu.

Birden sağ taraftan gelen seslerle oraya döndük. Üsteğmen Jongdae boğazını tutarak acıyla öksürdü, sonra da titreyerek yere yığıldı. Olanları gören Chanyeol elindeki bardağı korkuyla yere düşürdü ve adeta haykırdı. "Jongdae!"

Koşarak birkaç metre uzağımızdaki masanın yanına ulaştık. Jongdae kıpırdamadan yerde yatıyordu. Chanyeol, onda ilk defa gördüğüm büyük bir panikle yere çöktü ve Jongdae'nin suratına yavaşça vurdu. "Jongdae! Jongdae!" Hemen sonra öfkeyle etrafa baktı. "Ne oldu?!" Askerlerin hepsinden ayrı bir ses çıkarken Chan masaya baktı ve ısırılmış kurabiyeyi gördü. Gözleri kocaman olurken eline aldı ve bağırdı. "Kim verdi bunu?! Fıstık!"

Korkuyla bana döndü. "Jongdae'nin fıstığa alerjisi var!"

"Ordu doktoruna telsizden ulaştık. Hemen gelecek." Ayaktaki askerlerden biri söyledi.

"Sikeyim hepinizi!" Chanyeol'ün suratı kıpkırmızı olurken elleri hala Jongdae'nin suratındaydı. Uyanması için bağırıp duruyordu.

Fıstık veya çilek alerjisi gibi alerjiler ciddi sorunlardı ve hemen müdahale edilmezse ölüme yol bile açabilirdi. Jongin'in de çileğe alerjisi vardı, buradan biraz bilgiliydim. O da bu yüzden her zaman yanında adrenalin oto enjektör taşırdı.

Jongdae Üsteğmen'in de böyle ciddi bir alerjisi olduğuna göre mutlaka o da bu iğneye sahip olmalıydı! Bir hışımla ayağa kalkıp Jongdae'nin masasının arkasına geçtim ve çekmeceyi açtım. Gözüme çarpan iki koca iğneyle -tıpkı Jongin'in iğnelerine benziyorlardı- gülümsedim ve onları alıp tekrar Üsteğmen'in yanına çöktüm. Nasıl yapılacağını biliyordum, Jongin'e bir keresinde yapmak zorunda kalmıştım.

"Onlar ne? Nereden buldun?" Chanyeol panikle sordu.

"Üsteğmen Jongdae'ye yapacağım."

"Delirdin mi? Ne olduklarını biliyor musun? Sakın bir şey yapma. Doktor geliyor." Korkuyla ve sinirle konuşuyordu. Onu umursamadan belimdeki bıçağı çıkardım ve Jongdae'nin pantolonunun üst kısmını yırttım.

"Baekhyun! Yapma dedim sana!" Öfkeli bir tonda söylediğinde gözlerimi üzerine diktim.

"Ne yaptığımı biliyorum. Fıstık alerjisi ciddi bir şey ve zaman kaybedemeyiz." dedikten sonra adrenalin enjektörünü Üsteğmen Jongdae'nin dizinin yaklaşık bir karış üstüne batırıp sıvının içine gitmesini sağladım.

Aleti vücudundan ayırdım ve üzerine eğilip sol elimle burnunu sıkıca kapadım. Sağ elimle çenesinden tutarken dudaklarımı dudaklarına kapamış, kısa süreliğine suni teneffüs uygulamıştım. Geri çekildiğimde şaşkınca bana bakan Chanyeol ve diğerlerini umursamadım.

Üsteğmen Jongdae yavaşça öksürdü, hayati bir belirti verdiği için olsa gerek Chanyeol derin bir nefes verdi ve çaresiz bakışları sevinçle yeşerirken güldü. Jongdae'nin gözlerini açıp kendine geleceğini anladığımda yanından kalktım, kalabalığın arasında ufak adımlarla kayboldum ve binadan çıktım.

Rahatlatıcı bir nefes alıp verdim, kendi kendime güldüm ve ellerimi birbirine yapıştırıp ufak bir ses çıkardım. "Aferin Baekhyun..." diye sessizce söyledim.

Bir anda omzumdan sarkan kolla irkildim ama Taehyung'un sesini duyunca kendimi gülmekten alıkoyamadım. "Az önce bir üsteğmeni öptün sayılır, ha?"

"Ne öpmek hem de..." Sol taraftan çıkan Dongyoung ile ellerimle yüzümü kapadım.

"Kesin şunu." Gülerek söylediğimde bu sefer Sehun ve Jongin'in kıkırdamalarını duydum. Diğerlerinin yanında söylemek istememiş olacaklar ki beni çekip onların yanından biraz uzaklaştırdılar.

Sehun gülerek Jongin'e döndü. "Sevgilisinin kardeşini mi öptü bu salak az önce?"

Jongin her zamanki sesli kahkahalarından birini patlattı. "Sevgilisinin kardeşini öptü bu salak az önce."

🐈

Ölüyorm, ölüyorm

Çoğunuza 44 smut diye söz vermiştim ama maalesef düzenlemeler sonucunda 45'e sarktı 🥺🥺

Continue Reading

You'll Also Like

50.8K 3.1K 42
Okulun sahibinin oğlu Jeon Jungkook ve hep uğraştığı Park Jimin... Peki bir gün Park Jimin karşılık vermeye başlarsa? Başlama tarihi: 01.08.2022 Biti...
5.8K 698 10
'Seni sikik herif, sen ve statün uslanmazsınız.' "Feromonların çok güzel Jimin-shii. Böyleyken seni bir türlü ciddiye alamıyorum güzelim, kahretsin."...
198K 12K 45
Kore'yi temelli terk edeli 4 yıl olmuştu. Chanyeol ailesinin ihtiyaçlarını karşılamak için gücünün yettiğini yapıyor ve Baekhyun küçük kızlarının önü...
734 82 7
Mo Xiang Tong Xiu'nun ilk eseri olan The Scum Villain's Self-Saving System (Ren Zha Fanpai Zijiu Xitong) romanın ekstra bölümlerinin türkçe çevirisi...