Nyx • Pietro Maximoff

By nyksblack

69.9K 5.2K 3.5K

𝐵𝑖𝑟 𝑀𝑎𝑟𝑣𝑒𝑙 𝐻𝑖𝑘𝑎𝑦𝑒𝑠𝑖... Korkuyordum ondan, çünkü yavaş yavaş beni kendine aşık ettiğini biliy... More

𝓟𝓻𝓸𝓵𝓸𝓰𝓾𝓮
𝓟𝓻𝓸𝓵𝓸𝓰𝓾𝓮
Giriş
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12 - Sokovia savaşı (part-1)
playlist
13 Sokovia savaşı (part-2)
14
ÖZEL BÖLÜM
15 ÖZEL BÖLÜM
16 - Kırmızı zırh / Kırmızı kan
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27 ve 28. BÖLÜMLER
29
30
31
33
34
35

32

898 60 76
By nyksblack

Tekrardan naber!

Biliyorum beklediniz... ama kesinlikle değdi. Çünkü bu bölüm 6000 kelime civarı.

Çok uzun olduğu için tamamını düzenleyemedim, zamanım da kısıtlıydı bu yüzden anlam ve imla hataları olabilir kusura bakmayın.

Silindiği için bir kısmı tekrar yazmak zorunda kaldım, pek aynısı olmadı ama idare eder.

Oy verir ve yorum yaparsanız çok mutlu olurum, çünkü son zamanlarda etkileşim inanılmaz düşük.

İyi okumalarrrr..

Ben o gece kabus görmedim. Kendimi her şeye hazırlayarak daldığım uykumda bir tane bile kabus görmedim. Sebebini ise gecenin bir vakti uyanıp yorganın altında olduğumu ve bir çift kolun etrafıma sarıldığını fark ettiğimde anladım.

Sonra uykumu açmayıp tekrar uyumuştum, bir sonraki uyku aralığımda yüzüm ona dönüktü, tam anlamı yasladığım yerde kalbi atıyordu. O uyandığımı bilmese bile ben onun yanımda olduğunu bilmenin huzuruyla sabahı ettim.

Sabah olunca kötü anılarım beni yine terk etti hep gece gelmez miydi zaten aklıma? Çevrem bomboşken, herkes susmuş, zihnim dert anlatırken?

Saat kaçtı bilmiyordum ama kalkasım yoktu, yine de babamın, Natasha'nın ya da Wanda'nın odaya dalma ihtimali beni o kadar korkutuyordu ki. Bana hava hoştu, onu zan altında bırakmak istemiyordum.

Yalandan yeni uyanıyorum taklidi yaparak gerindim. "Günaydın." Dedi o da gözlerini açarak uykulu bir şekilde. Muhtelemelen uykusu hafifti.

"Günaydın." Dedim bende. Sessizce yüzümü inceledi, dün kendimi yatağa attıktan sonra ağladığım sonra da o şiş suratla yorgunluktan bayıldığımı hatırladığımda huzursuzca kıpırdandım.

"Her ne ise, umarım kendini bu kadar hırpalamana değmiştir." Dedi ciddi bir ifadeyle, öncesinde bahsettim mi bilmiyorum ama onu her zaman ciddi göremezdiniz.

"Keşke değmeseydi," diye mırıldandım. Tek dirseğime güç vererek yan bir şekilde doğrulup ona baktım. "Umarım yüzüm çok şişmemiştir." Dedim gülerek, gergin havanın dağıtılması gerekiyordu.

"Akan gözyaşından önemli mi?" Tek kaşını kaldırdı.

"Gözyaşı yüzü temizliyormuş hem boşver," Güldüm tekrar.

"Ben gülmüyorum."

"Siktir et, ben gülüyorum."

"Carissa sen her şeye gülüyorsun," dedi alayla. "Seni uçmakta olan bir şehirden düşmekten kurtardım ve dakikalar sonra hala halimize gülüp espri yapabiliyordun."

"Hepimiz gülüyorduk ama." Dedim çocuk gibi.

"Dünya zamanına vurduğumuzda üç hafta öne öldün, iki hafta önce dirildin, şimdi halimize bak."

"Evet zaman çok hızlı geçiyor." Dedim düşünceli bir şekilde. "Biz tanışalı aşağı yukarı bir ay falan oldu."

Bu sefer o da sırıttı. "MidWinter'la mı demek istedin?"

Baştaki elimle omuzuna vurdum. "Başlatma Winter'ına! Korkudan eteklerim tutuşuyordu benim orada!"

"Çok güzeldin ama," dedi gülümseyerek. "O an düşündüğüm tek şey bu güzelliğin Hydra'da harcanıp gideceğiydi." Bundan bahsetmekten hoşlanmıyorum ama resmen utandım, hatta ne diyeceğimi bilemedim.

"Belki ben de bir nebze gözlerine bayılmış kalmış olabilirim... ama dediğim gibi esas nokta hayatta kalmaktı!"

"Hayır bence şuan esas nokta gözlerime bayılmış olman." Dedi dirseğini yatağa yaslayıp yan dururken.

Muzipçe gülümsedim. "Bence de, esas nokta bu olmalı." Kolum yorulduğu için kendimi sırtüstü yatağa attığımda saçlarım da başımın etrafında çevrelendi. Gülümseyip üzerime eğildi ve dudaklarını anlıma bastırıp bir süre öyle kaldı.

"Saat kaç?" Diye mırıldandım ellerim boynunu bulurken. "Sanırım Sekiz civarı."

"Boşver o zaman biraz daha yatalım." Diyerek aşağı çektim onu. Gülerek boynuma sokuldu ve kollarını tekrar etrafıma sardı. Sağ kolumu boynunun altından geçirip ben de ona sarıldım, sol elimi uzatıp yanağında gezdirdim.

Şölende kesilen sakalları tekrar uzamaya başlamıştı, elimi biraz daha aşağı indirip boynunda dolaştım. Aradan dakikalar geçtikçe mayıştığını hissetmek hoşuma gitti. Nefesleri ağırlaştıktan hemen sonra da uyuduğundan tamamen emin oldum.

Vücudum ağırlığı altında kaldığı için ben de mayışmıştım. Gözlerimi kapatıp kokusunu içime çektim, bu sanırım birlikte uyuduğumuz üçüncü andı, ortak özellikleri ise hepsinde de aynı huzuru hissetmiş olmamdı.

Öğlene kadar uyuduktan sonra tekrar tembelce kalktık. O biraz daha yatakta oyalanırken kollarından kurtulup banyoya ilerledim. Yüzümü yıkamak için lavabonun önüne geldiğimde az kalsın çığlık atacaktım, yüzüm gözüm gerçekten çok kötüydü. Kendime bakmamak için çeşmeyi açarak aynaya su sıçrattım ve görüntüyü bulanıklaştırdım.

Elimi yüzümü yıkayıp saçımı taradıktan sonra tekrar odaya geçtim. Sözde hemen kalkıyordu, hala yataktaydı. Çok tatlıydı, gülümsememe engel olamadım. Yatağın kenarına iliştim, tek elimle saçlarını okşadım. "Kalk artık öğlen oldu."

Homurdanarak benden tarafa döndüğünde elimi saçlarından çekmedim. "Biraz daha?"

"Pietro-!" Dememe kalmadan ufak bir çığlıkla beni yatağa tekrar çekip diğer tarafına attı. Yumuşak şilteye çarpıp zıpladığımda kıkırdamama engel olamadım. Kolundan destek alıp üzerime çıktığında da sırıtmama engel olamadım.

"Biraz daha demiştim." Yanağımdan hafifçe öpüp dudaklarıma ilerledi. Öpüşüne karşılık verdiğimde bir süre daha devam ettik ancak nefes almak için kendimi geriye çektim.

"Artık gitmeliyiz. Yokluğumuz dikkat çekmeden."

"Zaten geç uyanıyorsun, bir şey olmaz." Diyip tekrar beni öpmeyi denedi ancak hafifçe sola dönerek yanağımı öpmesini sağladım. "Sen erken uyanıyorsun, ve Wanda muhtemelen fark edecek."

Göz devirip son bir kez şakağımdan öptü ve üzerimden kalkıp banyoya gitti. Ben de kalkıp saçlarımı odadaki aynadan düzeltirken kapının yanındaki zarfı gördüm. İlerleyip okuduğumda göz devirdim, akşama yine kutlama vardı. Ne kutlaması olduğu önemli bile değildi, Thor haklıydı, uçan kuşa şölen düzenleniyordu burada.

Zarfı dikkatlice okuduğumda aslında bir tarz müsabaka olduğunu gördüm. Bu iyiydi, saatlerce hazırlanmama gerek kalmayacaktı muhtemelen. Daha burada ne kadar kalacaktık acaba? Dünyada zaman yavaş işliyor olabilirdi ama benim için hala hızlıydı.

Bir an önce Ankara'daki eski eve gidip kafamı tazelemek, başladığım işi bitirmek istiyordum. Öte yandan muhtemelen bir daha Asgard'a gelemeyecektim. Buradaki zamanlarımın tadını çıkarmalıydım.

Ayrıca bir süredir aklımı kurcalayan bir şey vardı, sahip olduğum enerji... belki burada ne olduğu biliniyordu. Bu konulara hakim birini bulabilsem o kadar iyi olacaktı ki.

Diğer taraftan intikam içimi cayır cayır yakıyordu. Conan'ı, Arthur'u ve bunun arkasında daha başka kim varsa bulmak, bana yaşattıklarını yaşatmak istiyordum.

Düşüncelerimi arkamdan bana sarılan Pietro bozdu. "O ne?" Diye mırıldandı dudaklarını boynumun sağ tarafına sürterken. Başımı sola yatırdım ve ona biraz daha alan açtım. "Akşam müsabaka gibi bir şey varmış, onun davetiyesi."

"Aesir'ler beni korkutmaya başladı. Kutlama yapmak için her bahaneyi bulabiliyorlar."

"Katılıyorum, artık çıksak iyi olacak. Sen hazır mısın?" Diye mırıldandım arkamı dönerken.

"Hazırım."

"Ben önden çıkayım, kapıyı aralık bırakırım, eğer kimse yoksa ıslık çalarım sen çıkarsın."

"Ya da daha basiti ben hızımı kullanarak çıkarım."

"Mantıklı," dedim tok bir sesle. "Ama eğer dışarıda birine yakalanırsan uzun bir süre kimsenin dilinden düşmezsin. Bu yüzden işaretimi bekle."

"Pekala, Layık Hanımefendi. İşaretinizi bekliyor olacağım."

"Aferin," dedim şakasına yanağından makas alırken. "Akşam müsabakada görüşürüz."

"Gerçekten gidecek misin?"

"E davet edilmişim, gitmesem ayıp olur şimdi."

Haince sırıttı, sebebini merak etsem de sormadım ve kapıya ilerledim. Sanki odamda uzun, mavi gözlü bir adam yokmuş ve onu saklamak istemiyormuşcasına kapıdan çıktım. Yine tamamen meraktan etrafıma bakınıp temiz olduğunu gördüğümde sağ elimi dudaklarıma götürüp kısa bir ıslık çaldım.

Yanımdan esen rüzgar saçlarımı uçururken gülümsedim ve yoluma devam ettim. Merdivenlere giden yolda adımın seslenmesiyle geriye döndüm. "Alya!" Diye şakıdı Yıldız bana doğru koşarken. Buraya çok çabuk uyum sağlamıştı, upuzun elbiseler, peri masalı gibi bir hayat... küçükken oynadığımız oyunlardan daha bile güzeldi.

"Nerelerdesin sen?" Dedi nihayet yanıma gelip soluklanırken. "Dünden beri seni arayıp duruyorum, cidden dün niye gelmedin?"

"Dün mü? Uyuyakalmışım." Diye mırıldandım elimi enseme atarak.

"Gece de yanına gelecektim ama sonra unuttum."

Tanrıya şükür, unutmuşsun.

"Sen ne diye arıyordun ki beni?" Dedim merdivenlere adım atarken.

"Aslında şehri beraber gezeriz diyordum ama sen gelmedin, akşam da nasıl olduğuna bakmak istemiştim. Ondan önceki gece kaçar gibi gittin balodan."

"Biraz başım dönmüştü." Dedim, kısmen doğruydu.

Aşktan mı? Dedi iç sesim alayla.

Göz devirme isteğimi bastırıp gülümsedim. "Şimdi iyiyim ama."

"Tamam. Nereye gidiyorsun?" Diye mırıldandı. Çoktan iki kat aşağı inmiştik bile.

"Hiç, öylesine gezeceğim." Dedim dışarı çıkan koridora girerek.

"Görüşürüz, o zaman." Diyerek uzaklaştı.

"Görüşürüz." Diye mırıldandım arkasından belli belirsiz. Hareketleri çok tuhaftı ama anlamlandıramıyordum. Dışarı çıkmaktan vazgeçip tekrar yukarı çıkan merdivenlere tırmandım. Evet, şuan dünyada değildim ve oradaki işlerimi yapamazdım ama babama bundan bahsedebilirdim.

Kocaman sarayda odasında olmasını ummaktan başka çarem yoktu. Ayağımdaki alçak topuklularla rağmen hızlı bir tempoyla odaların olduğu koridora girip kapısını çaldın. Ses gelmediğinde kapıyı açarak içeri göz attım, yoktu.

Hayal kırıklığıyla odadan çıkıp kapıyı arkamdan kapatmıştım ki koridorun sağından gelen sese döndüm. "Carissa!" Diye bağırdı Thor bana doğru.

"Selam," dedim yanıma geldiğinde. "Nasılsın?"

"Ben, iyiyim asıl sen nasılsın?"

"Ben mi? İyiyim, neden kötü olayım ki?"

"Dün sen gelmeyince rahatsızlandın sandım, önceki gece-"

"Gecede kaçar gibi gittiğim için mi?" diyerek sözlerini tamamladım. Doğru söylediğimi göstermek için gülümsedi. "Gayet iyiyim, biraz başım dönmüştü."

"Sesten olabilir." Diye mırıldandı.

Aşkta- iç sesimin ağzına bir tane vurup Thor'u dinlemeye devam ettim. "Evet, muhtemelen o yüzden."

"Burada ne yapıyorsun?" Dedi yaslandığım kapıya bakarak.

"Babamı arıyordum, ama odasında yok. Sanırım şimdi tüm sarayı aramam gerekecek." Üzüntüyle nefesimi verdim, yorucu bir gün olacaktı.

"İstersen hemen buluruz."

"Hemen mi?" Yerdeki bakışlarımı ona çevirdim. "Nasıl?"

Beni kolumdan nazikçe çekerek kapının karşısındaki kocaman terasa çıkardı. Boştaki elini havaya doğru uzattıktan biraz sonra Mjolnir havada uçarak bize doğru geldi ve tam onun avucunda durdu.

"Emin misin?" Diye sordu bana bakarak.

"Heyecanlı olacağa benziyor."

Alayla güldü, "Sıkı tutun." Gülerek ona sarılmamı bekledikten sonra sol kolunu bana sardı. Sağ elindeki Mjolnir'i karşıya doğru tuttuktan sonra yerden havalanmamızı bekliyordum. Ancak elini geriye atarak sapından tutup çok hızlı bir şekilde çevirdi.

Yukarı kalktığımızda çığlık atmama engel olamadım ama gülüyorum da. Rüzgar yüzüme çok hızlı vurduğunda yüzümü onun vücuduna sakladım ama tek gözümle de manzarayı izlemeye devam ettim.

Bir dakikadan daha kısa sürede BiFrosta geldiğimizde yere indik. Thor beni bıraktığı gibi dizlerimin üstüne düştüğümde ikimiz de güldük. "Thor, bu harikaydı!"

"Genelde böyle söylemezler." Dedi alayla.

"Ya," yerden kalktım. "Ne derler peki?"

"Genelde öğk, veya daha tuhaf şekilli kusma sesleri duyarım." Kolumdan tutarak bana destek oldu. Çok abartı tepki vermesem de bacaklarım işlevini yitirmişcesine titriyordu.

İçeri girdiğimizde Heimdall da bize hafif bir sırıtışla bakıyordu. "Güzel uçuştu." Diye mırıldandı.

"Ne demezsin." Alayla Thor'un kolundan kurtularak basamakların birine oturdum.

Heimdall ve Thor'un arasında kısa bir selamlaşma geçtikten sonra tam Thor lafa girecekti ki Heimdall ondan önce davrandı. "Stark, antrenman alanında."

Şaşırarak ona döndüğümde alayla baktı bana. Suskunluğuma cevabı ise. "Rica ederim." Oldu.

Thor ve ikisi vedalaştıktan sonra Thor beni almaya geliyordu. "Bir şey sormak istiyorum." Dedim Heimdall'a bakarak.

Heimdall gözleriyle onay verdiğinde Thor dışarı çıkıp beni bekledi. "Başıma gelenleri biliyorsun, değil mi?" Diye sordum ayağa kalkarak.

Gülümsemekle yetindi. "Onları-"

"Onların yerini söylememi istiyorsun." Diyerek cümlemi benim yerime tamamladı.

"Bir sakıncası olur mu?" Dedim biraz da endişeyle.

"Açık adres vermemi bekleme, ama Afganistan içinde ve fazlaca yer değiştiriyorlar."

Yutkundum. Afganistan. "Teşekkür ederim." Dedim ona doğru. "Ne kadar yardımcı olduğunu bilemezsin."

Güldü. "İnan bana bilebilirim."

"Elbette bilebilirsin." Ona veda ederek BiFrostun dışına çıktım.

Thor'un yanında dikilip salıncak sırası bekleyen çocuklar gibi suratına bakmaya başladım. "Bir daha mı istiyorsun?"

"Thor, lütfen!"

"Tamam Pekala, sanırım ilk defa bu kadar istekli bir yolcum var. Reddetmek olmaz."

Sevinçle yerimde zıpladım. "Biraz gezsek olur mu, çok kısaydı bu?"

Gülüp başıyla onayladığında beline sarıldım, tek kolunu sıkıca bana doladı ve tekrar çekici arkasında çevirip bizi havaya kaldırdı. Öncekine göre daha yavaş bir şekilde kalksak da hala hızlıydı.

Şehrin üzerinde birkaç dakika dolandıktan sonra uzun gözcü kulelerinden birinin üzerinde durduk. Düşmemem için beni kolumdan sıkıca tuttu ama etrafa bakındığımda önümüzdeki sokaklarda bulunan dükkanları görebiliyordum.

"Çok güzelmiş." Diye mırıldandım.

"Tabii, sen daha önce şehre gelmedin, işim yok istersen gezebiliriz." Teklifini kabul etmek çok cazip görünüyordu ama aklıma Pietro'nun da daha önce şehre inmediği geldi.

Belki de onunla gitmek istediğim için Thor'a saraya dönmenin daha iyi bir fikir olduğumu söyledim. Biraz daha şehrin üstünde uçtuktan sonra beni daha önce gitmediğim, sarayın sol tarafına bıraktı.

Bu taraf savaşçılar için antrenman alanına dönüştürülmüştü. Kenarları hedef tahtalarıyla çevrelenmiş, ve her tahtada en az birkaç bıçak, ok hiçbiri yoksa da derin siyah izler vardı. Thor beni girişe ilerleyip içeri soktuğunuz dahasının da olduğunu gördüm. Saray duvarının karşısında kalan kısım gür ve koyu renk yapraklı bir ormana açılıyordu, o kısmı hedef tahtalarıyla kapatmamışlardı.

Antrenman sahasının ormanın içlerine kadar devam ettiğini anlamak zor değildi. Babam da buraya getirdiğinde bihaber olduğum zırhıyla hedef vuruyor kendince 'antrenman' yapıyordu. Çevredekilere poz kestiğine emindim çünkü şuan sözde antrenman olarak yaptığı şeyi gündelik zamanda yapmaya tenezzül bile etmezdi.

Başarılı da olmuştu çünkü Aesir savaşçıları zırhla yaptığı şovu izlemek için işlerini bırakmış çevresine toplanmışlardı. Zırhının içinden babamın yüzünü göremesem de zevkten dört köşe olduğuna emindim, ilgi görmeye bayılırdı.

Senin gibi mi? Sus be sen.

Thor'la birbirimize bakıp sırıttık, etrafa bakındığımda babamı izlemeyen birilerini gördüm. Steve, bir boks torbasını almış düşmana geçirir gibi geçiriyordu. Babamın bu hallerinden nefret ettiğini biliyordum, hali o kadar komikti ki.

Sanki özel bir günde az pasta verildiği için küsen ve başka bir tarafta takılıp dikkat çekmeye çalışan küçük çocuklar gibiydi.
Ya da doğum gününde ilgiyi başka biri üstüne toplayınca kıskanan küçük doğum günü çocuğu Steve'i hayal etmem gülmeme sebep oldu.

"Neye gülüyorsun?" Dedi Thor.

"Steve'e baksana," Diyip sırtını tamamen babama dönmüş mavi kostümlü adamı gösterdim. "Çocuk gibi arkasını dönmüş."

O da güldü. "Dostlarıma bayılıyorum." Birlikte babamın yanına doğru ilerlerken onu onayladım. "Ben de öyle."

Yan taraftan yanına yaklaşırken çalan Back in Black'i ve Aesir kızlarının abartılı çığlıklarını duymak muhtemeldi. Dibine gelene kadar beni fark etmedi ya da görmezden geldi emin değildim ama erkeklerin kızları zor zapt ettiğini görebiliyordum.

Yanına yaklaşıp zırha elimle 'tık tık' yaptım. Arkasındaki kalabalığa dönmüş zırhla poz veriyordu, beni siklemediğinde aynı hareketi tekrar yaptım. Zırhının yüzünü açıp bana döndü sırıtarak, söylemiştim ilgiye bayılıyordu.

"Bayanlar baylar!" Dedi beklemediğim bir şekilde kalabalığa bakarak. "Kızımla tanışın, Carissa Stark!" Kalabalıktan tekrar bir coşku yükselirken yardım istemek için Thor'a döndüm ama o karışmayacağını belli edecek şekilde bir kutunun üzerine oturmuş eğlenerek bizi izliyordu. Bir ihtimal Steve'e baktığımda onun da bu sefer eğlendiğini gördüm.

Babama doğru eğildim. "Nerden çıktı bu şov sevdası?"

"Sadece tadını çıkar hayatım, Dünya'ya döndüğümüzde bizi Audi'lerle değil Jeep'lerle karşılayacaklar."

Başımı eğdim sessizce. "Ne demek bu?"

"Sonra anlatırım." Dedi ve yaptığı işe devam etti. Meraklı kalabalık bir süre sonra dağılırken babamla Steve'in olduğu yere doğru yavaş yavaş ilerlemeye başladık.

"Nerden geldi bu, zırhla poz kesme?"

"Akşam müsabaka varmış, biz de katılacağız."

Duraksadım. "Dalga geçiyorsun, değil mi? Bu insanlar tanrı!"

"Ben tanrıya inanmam, biliyorsun." Dedi alayla. "Hem ayrıca, bizimkilerin çoğu burada. Bak Steve bir şeyler yumrukluyor, Nat da bir yerlerde ateş ediyor, Clint muhtemelen ok arıyordur."

"Umarım gezegen gezegen rezil edilmekten hoşlanıyorsunuzdur." Dedim sinirle, çoktan Steve'in yanına gelmiştik.

"Carissa, sen katılmıyor musun?" Dedi hayretle. Kum torbasını bırakmıştı.

"Elbette katılmıyorum, aynısını babama da söyledim bu insanlar tanrı, onlarla boy ölçüşebileceğinizi düşündüren ne?"

"Loki'yi bir kez yendik." Dedi Steve. "Prensleri kaybetti, onlar neden kazansın?"

"Siz," dedim ama dediğim gibi de kaldım. "Aptal mısınız?" Diye bağırmaktan kendimi alıkoyamadım. Yaşlılara saygı buraya kadardı. "Yeter be, adamlar götünüzden kan aldığında 'Ben demiştim!' diyeceğim."

Arkamı dönüp gitmek üzereyken hissettiğim rüzgar daha da sinirlenmemi sağladı. "Ne oluyor burada?" Diyen Pietro, Steve'in az önce yumruk attığı kum torbasının tepesine kolunu dayadı.

Derin bir nefes aldım. Pepper'ın beni zorla götürdüğü pilates derslerinde öğrendiğim gibi enfes alıp sakinleşmeye çalıştım. "Pietro," dedim kendimden bile beklemediğim bir sakinlikle. "Akşamki müsabakaya hazırlanmıyorsun, değil mi?"

"Elbette ona hazırlanıyorum," dedi az önce diğerlerinin yediği azardan bihaber. "Hepsine at nalı toplatacağım." Sinirden elim ayağım titremeye başladı.

"İnşallah o nallar bir tarafınıza girer de paçayı yırtarsınız!" Aklıma sıralanacak bir dünya küfür geldi ama o an düzgün cümle kuramayacağımı fark ettiğim için kelimeleri içimde tuttum. "Az önce size söylediklerimin aynısı Pietro içinde geçerli."

Arkamı dönüp henüz iki adım attım ki adımı seslenerek beni geri durdurdular. Soldan sağa Thor, babam, Pietro ve Steve sıralanmışlardı. "Carissa," diye mırıldandı Steve. "Biz kahramanız, ve bu müsabaka bize yöneltilen bir meydan okuma, elbette katılacağız."

Sorarcasına Thor'a baktım. "Evet öyle." Dedi Steve'i onaylayarak. "Eğer katılmazlarsa saygısızlık olacaktır."

"Katılırlarsa başlarına bir iş gelebilir!" Dedim kendime engel olamayarak.

"Biz kızacağına git Cedric'e kız, maalesef onun serumu, zırhı veya hızı yok."

"O da mı katıldı?" Diyebildim gözlerim irileşirken.

"Sol tarafına bak." Dediğinde başımı çevirip sahaya baktım. Gerçekten de Cedric kendi kendine bir şeyler yapıyordu. "Bu çocuk beni öldürecek." Diye mırıldandım elimi anlıma dayayarak.

Kendimi kum torbasının yanındaki ahşap kutulardan birinin üstüne bıraktım. "Biriniz Cedric'i çağırabilir mi? Azar çekmek için gidemem oraya kadar."

Pietro bir anda gidip geri geldiğinde gülümseyerek teşekkür ettim. Cedric de arkasından koşup yanımıza geliyordu. İki elimi yanlara, kutuların üzerine uzattım. Cedric nihayet gelip ne olduğunu sorduğunda diğerleri yüzlerindeki süt dökmüş ifadesiyle beni taradı ama ben gülümseyerek Cedric'e döndüm.

"Canım arkadaşım," dedim kendimden bile beklenmeyen cana yakın bir tavırla. "Yaklaş canım, yaklaş." Dedim kollarımı açarak. Cedric önümde diz çöküp yüzüme baktığında saçlarını karıştırdım. "Müsabakaya mı katılacaksın sen?"

"Evet," dedi gülümseyerek.

"Aferin, iyi bok yiyeceksin." Elimin altındaki yüzüne tokat attım. "Kalk Allah aşkına, kalk."

"Noluyor ya," diye kalktığında eli yanağındaydı.

"Dur kardeşim, bu daha başlangıç." Dedi Steve.

Babamı gösterdim. "Bu adam dahi," dedim tane tane. "Para babası, o kırmızı zırha siktilyon tane özellik ekledi."

Pietro'yu gösterdim. "Bu herifin içinde sonsuzluk taşından gelme güçler var. Bu adam Kirpi Sonic, bu adam Şimşek McQueen, bu adam Flash, bu adam Road Ranner ve daha aklıma gelmeyen bir dünya hızlı şey."

Steve'i gösterdim. "Bu herifte yüzüne merdiven dayadı ama otuz gösteriyor. Maşallahı var, çünkü süper asker serumu var."

Onu gösterdim. "Senin de mor ışıklar saçan bir kankan ve sinir hastası bir sevgilin var. Neyine güvenip de katılıyorsun amına koyayım!"

Ayağa kalkıp üzerine atlamak üzereyken babam ve Pietro beni tutup üzerinden çekti. "Abartma, Rissa, ne olabilir ki?"

"Ne mi olabilir?! Herifler sizi sikebilir!"

Steve'in, "Küfürleri uyarmamak için yarım saattir zor duruyorum." Dediğini duydum.

"Kendin katılmaya cesaretin olmadığı için bizi karalıyorsun." Dedi Cedric bir hışımla.

"Ne?" Diyerek ona döndüm. "Bana korkak mı demeye çalışıyorsun?"

"Demeye çalışmıyorum, Sierra. Sana korkak olduğunu söylüyorum!"

"Cedric şaka mısın? Ne zaman korkaklık ettiğimi gördün şuana kadar? Sadece bunun saçma olduğunu söylüyorum."

"Hayır, korkuyorsun ve bunun yüzünden bizi de engellemeye çalışıyorsun."

"Haklısın," dedim daha da sinirlenerek. "Siz benim ailem, arkadaşlarımsınız ve başınıza bir şey gelecek diye korkuyorum. Bu beni korkak yaparsa evet, korkağım!"

"Bundan bahsetmediğimi biliyorsun, o arenaya çıkacak cesaretin yok!"

"Öyle mi?" Dedim kollarımı çaprazlayarak. "Siz de mi böyle düşünüyorsunuz?" Ağızlarının içinde bir şeyler gevelerken daha da sinirlendim. "İyi, güzel, akşam görürüz o zaman kim korkuyor, kim kaçıyor!"

Ben bu sefer kesinlikle arkamı dönüp uzaklaşırken kalabalığı gören Nat ve Clint yeni geliyordu. Yanından geçerken Nat'ı kolundan tutup benimle yürümeye zorladım. "Hey, neler oluyor?"

"Antrenman kıyafetleri nerede, Nath?"

"Carissa, dur!" Dese bile onu sürüklemeye devam ettim. Korkağı göreceklerdi.

Beni giyinme odası gibi bir yere götürdü. "Bunlar senin," dedi bana bir kıyafet uzatarak.

"Benim mi?" Kıyafetleri elime aldım.

"Hepimiz için hazırlamışlar." Dedi omuz silkerek.

Alıp kabinlerden birinde giyindim ve dışarı çıkarken de toka bulmak için etrafa bakındım ama başarısız oldum. Sahaya doğru ilerlediğimde hala orada olduklarını gördüm. Gülüyorlardı, Ben güldürecektim şimdi onları.

Üzerimdeki kıyafet Natasha'nın uniformasına benziyordu ama daha sadeydi. Dardı ama esnekti de, hareket kısıtlamıyordu. Sahanın ortasındaki boş alanda durdum.

"Cedric geç karşıma, kapışacağız," dedim net bir sesle. "Kaybeden müsabakaya çıkmayacak."

"Haksızlık," dedi duraksayarak, arka tarafında kalan babamlara baktı. Kutuların üstüne dizilmiş bizi izliyorlar ve keyifli oldukları belliydi. "Hayır, değil. Güçlerimi kullanmayacağım, yumruk yumruğa."

"Pekala," Dedikten sonra yerine geçti. Bizi izleyen diğerlerine gördüm. Nat ve Clint de vardı. Biraz daha adam toplarlarsa çıldıracaktım artık. "Cedric'ten sonra sıra sizde." Dedim parmağımla orayı işaret ederek.

Amacım eleyebildiğim kadarını elemek ve arenaya çıkmalarını engellemekti. Ne kadar başarılı olacaktım meçhuldu ama denemeye değerdi.

Yerlerimize geçtiğimizde sağ ayağımı geriye kaydırdım ve yumruklarımı havaya kaldırdım. Cedric de pozisyon aldığında ilk hamle ondan geldi. Attığı yumruktan kolayca kaçınıp sağ yumruğumla karnının ortasına vurdum, nefesinin kesilmesini fırsat bilip sol çenesine de sağlam bir kroşe çaktım.

Kendini toparlamak için geriye çekilmeye çalıştı, normal şartlarda ona bu şansı verirdim ama hiç toleransım kalmamıştı. Sağ ayağımla yan tarafına bir tekme attıktan sonra yere değmeden havada dönerek sol ayağımla yüzüne tekme attım.

Yere inerken dengem bozulacak gibi olsa da sağlam korudum. Üzerine gitmek istemiyordum, dövüş konusunda iyiydi ama ben sınıfının en iyisi bir suikastçiden eğitim almıştım. Evet, Natasha'nın yanından geçmem imkansızdı, ama Widow veya başka bir çeşit ajan olmayan herkese karşı 2-0 öndeydim.

Daha dövüşmeye istekli dursa da Clint ve Pietro onu yerden kaldırıp bir kutunun üzerine oturttu. "Ee," dedim kalabalığa bakarak. "Sırada kim var?"

Babam zırhından çıkıp yanıma gelirken sırıttım. "Stark, Stark'a karşı." Diye mırıldanarak yumruğunu kaldırdı. O an yaşadığım deja vu sayesinde kafamda bir parça daha anı oturdu. Yumruğuna vurdum. "Adil bir dövüş olsun."

Hatırladığımı fark ettiğinde mutlulukla gülümsedi. "Ne kadar adil olabilirsek."

Yerime geçtim. "Kaybedersem kusura bakma, biraz hamladım." Dedim.

"Boşver, ben de yaşlandım ama hala buradayız."

İkimizde pozisyon aldığımızda bu kez ilk hamleyi ben yaptım, kolaylıkla kaçınıp bana vurmayı denedi ama ben de kaçtım. Bir süre böyle devam ettiğinde birbirimizi incitmekten kaçırdığımız anlamıştım, bunu bozmak için sol elimle yumruk atacakmış gibi yapmış ama sağ elimle gözünün altına yumruk atmıştım.

Babamla dövüşürken gerçekten kaçınıyordum çünkü küçükken bir kez reaktöre sert bir yumruk attığımı hatırlıyordum. O zamanlar çekirdek olarak paladyum kullanıyordu ve bana fark ettirmek istemese bile cidden büyük bir hasar almıştı.

Yüzüne yediği yumruğa şaşırmaya dursun ben bu sefer sol taraftan yine gözünün altına vurmuştum. Nihayet şaşkınlığı üzerinden attığında boşluğumu denk getirdi ve o da yüzüme sağlam bir yumruk çaktı.

Bu sefer gözleri irileşen ben olmuştum. Bana yumuşak davranma vakti geçmişti, en az birkaç dakika daha devam ettikten sonra artık Clint aramıza girdi ve berabere bittiğini söyledi.

İkimiz de yerlerimize geçtik ve biraz soluklandık. "Aferin," dedi terini silerken. "Kendini geliştirmişsin."

"Bahsetmek hoşuma gitmiyor ama Hydra sağolsun." Dedim içtiğim suyun ağzını kapatırken. Alayla güldüm. "Aynı zamanda da sen." Diyerek yerimden kalktım, arkamdan öksürdüğünde tükürüğünün boğazına kaçtığını fark edip güldüm.

Bu saatten sonra halime ağlayacak değildim, artık ona kızmamam laf sokmayacağım anlamına gelmezdi. Steve'in az önce babamın durduğu yere geçip yumruklarını kaldırdığını görünce duraksadım.

"Steve," dedim. "Acaba dövüşmesek mi?" Tek kaşını kaldırıp sırıttı.

"Korktuğumdan falan değil de," korktuğumdan. "Sen müsabakaya çık istiyorum ondan."

"Seni tanımasam, Carissa, korktuğunu düşüneceğim."

"Elbette korkmuyorum, istersen dövüşürüz ama sen bilirsin."

"Dövüşelim." Beni deniyordu.

"Pekala." Diyerek pozisyon aldım. Üzerime atıldığında tek adımımla sola kayıp hamlesine kaçındım ama karşılık vermedim, böylelikle boşluğa yumruk attı.

Olduğum yere tekrar benzer bir hamle denediğinde tekrar kaçtım. O tam güç vermiyordu ben de karşılık vermiyordum.

"Carissa, karşılık ver." Dedi bıkkınlıkla.

"Peki." Eski yerime geçtim ve bana tekrar hamle yaptı. Yaklaşık üç metre önümdeydi, arada bir metreden az kaldığında ellerimi kaldırdım ama yumruk atmak için değil.

Ellerimi anında saran mor ışıklarım Steve'in de bededini sardı ve geriye doğru püskürttü. Ağaçların oraya kadar uçan Steve'in yanına doğru yürürken yan taraftan gelen tezahüratları duyuyordum ve en başı babamın çektiğine de emindim.

"Güç kullanmıyordun hani?" Dedi yerden kalkmaya çalışarak.

"Cedric'e kullanmadım, babama da kullanmadım çünkü o zırhını giymemişti. Senin süper gücün bu, Steve. Şartları eşitledim."

"Pek eşit değil sanki?" Yerinden kalktı.

"Sen Howard Stark'ın bir deneyi olabilirsin, ben onun torunuyum, sen süper güçlü olabiliyorsan ben de ışıklara hükmedebilirim."

Yerime geçmek için geri yürüdüm. O gücünü kullanırken benim çıplak elle savaşmamı beklemesi aptallıktı. Tek yumrukta gideceğim kesindi ve ona şans tanımıştım.

O da yerine geçtiğinde artık kazanan çoktan belliydi. Üzerime gelirken bu sefer hiç zaman tanımadım, mor ışıklarla ellerini ve ayaklarını tutup yanına yaklaştım.

"Carissa..." diyebildi. Elleri havada, kaskıysa kafasında değildi. Saçları gözlerinin önüne kadar dökülmüşti ve terden ıpıslak görünüyordu.

"Üzgünüm, Steve, sana şans tanıdım." Sağ elimi havaya kaldırdım, işaret ve orta parmağımı bükmeyerek 'iki' işareti yaptım. "İki kez."

"Pekala, göster bana, gücünü."

"Kaybetsen bile müsabakaya çıkmanı istiyorum."

Gülümsedi. "Genelde rakibini lafa tutar mısın?"

Kıkırdadığımda o da gülmeye başladı. Gülüşünün ortasında ben kahkahamı kestim ve yüzüne yumruk attım. O da gülmeyi kestiğinde dizinin tersine tekme attım ve dizlerinin üstüne çökmesini sağladım.

Son kez dizimle yüzüne vurduğumda acıyla sızlandı. "Pes et."

"Carissa-"

Yüzüne bir yumruk daha. "Pes et, dedim."

"Böyle devam mı edecek?"

Sol yumruğumu vurarak şaşırttım. "Pes et."

"Bunu tüm gün yapabilirim."

Bu sözü ağzından duymak patlak bir kaşa mal olmuştu. "Ben yapamam, arkanda sıra var."

Yüzüme baktı. "Pes ediyorum, Carissa. Maximoff'u bekletmemek için."

Işıklarımı kendime geri çekerek onu serbest bıraktım. Elleri de yere indiğinde elimi uzattım. Göz ucuyla elime bakıp sırıttı. "Bu ne, 'hala dost muyuz?' kontrolü mü?"

"Hala dost muyuz, Steve?" Dedim onu taklit ederek.

"Siktir oradan," elimi tutup ayağa kalktı. "Pes etmesem pestilimi çıkartacaktın orada." İzleyenlerin yanına doğru ilerliyorduk.

"Ne yani? Rakibimi lafa mı tutsaydım?"

Babam yanıma gelip bana sarıldı ve kendi etrafında birkaç kez döndürdü. "İşte benim kızım!"

Beni nihayet yere bıraktığında Steve düz bakışlarla elleri cebinde babamın şovunu bitirmesini bekliyordu. Omzuna şakasına vurduğumda alayla kaşlarını kaldırdı. Bir an yüzüne baktığımda ileri gidip gitmediğini düşündüm, dudağının sol tarafı patlamıştı ve kaşının sağ tarafında bir çizik vardı. Aldırış etmiyor gibi dursa da gerçekten üstüne gitmiştim ve kabul etmek istemesem bile hileye başvurmuştum.

Güçlerimi kullanmasam bile o asla benim üzerime bu kadar gelmezdi.

Babamın beni öven birkaç klasik ve aşırı ego barındıran laflarından sonra tekrar sahaya geçtim, karşıma ise Pietro.

"Güç yok?" Dedim tek kaşımı kaldırarak.

Sırıttı, "Olsun ister miydin?"

Ben de güldüm, ama eğlendiğim için. "Piet, beni mi deniyorsun?"

"Ben hızımı kullanayım, sen ışıklarını?"

"Bana uyar, sen başla."

Ellerimi aşağı doğru salladım ardından parmaklarımı aralayarak ellerime gücümü doldurmaya hazır bir pozisyon aldım. Kendime güveniyordum ama ona da öyle, dürüst olmak gerekirse yeteneği beni korkutuyordu.

Olduğu yerden yok olduğunda etrafıma bakındım, bunun öylesine bir dövüş olmayacağı belli olmuştu. Ellerime ışıklarını alarak her saldırıya tetikte beklemeye başladım.

Bütün hislerimi açmaya çalışarak nerden geleceğini anlamayı denedim ama bu konuda zayıftım. Etrafımda hissettiğim bir rüzgarın ardından ışığımı olduğunu düşündüğüm yere göndermeye çalıştım ama dudaklarımın üstündeki dudakları bana engel oldu.

Gücünü kullanmak isteme sebebi buydu. Beni öpüp tekrar kaçmıştı ama o kadar hızlıydı ki ben hariç kimse fark etmemişti.

Dikkatimi dağıtıyordu.

İkinci kez yaklaştığında yüzüm yere kapaklanmıştı ve ellerim yanda bastırılmıştı. Tek yanağım yerdeyken sesim boğuk çıktı. "Lanet olsun sana, Maximoff!"

Yüzüm izleyenlere dönük olduğundan Steve'in sırıttığını görmüştüm. Omzumun üstünden Pietro'ya baktım. "Kalleşçe saldırıyorsun."

"Dikkatini dağıtıyorsun." Dedi yaptıklarının bilincinde olarak sırıtıp.

Şuanda bile üzerimde olan vücudu ellerimdeki elleri o kadar dikkatimi dağıtıyordu ki... sadece birkaç metre ötemde babam ve diğerleri olmasa çoktan ağzımı bozmuştum. Sırt üstü dönmek, dudaklarını kendiminkilere çekmek, vücudumu onunkine sürtmek... zihnim asla susmuyordu, sesi bile beni azdırmaya yeterken vücudunu üstümde tutmaya cesaret ediyordu.

Zihnine girmeme kuralımı bir kez çiğneyerek kafasına bir görüntü yansıttım. Bir laf vardır, Aşkta ve Savaşta her şey mubahtır. Şuan bu hamle hangisine giriyordu bilmiyorum ama terastaki anımızı gözlerine anlık olarak yansıttım.

Boşluğundan yararlanarak ellerini ışıklarımla tuttum. Mevzuyu fark ettiğinde gözlerindeki korkuyu gördüm. "Carissa, hayır!"

"Pietro, evet!" Ellerini havaya kaldırdım ve tepesinden yukarı çektirerek ayağa kalkmaya zorladım. Yerden kalktım. "Dikkatini dağıtıyorsun." Dedim tıpkı onun gibi.

"Şaka yapıyor olmalısın."

"Sence?" Yanına yaklaştım ve Steve'e attığım yumruğun aynısını ona attım. O Kaptan Amerika'nın intikamını almak istemişti. Steve'e attığım tüm yumrukları ona atmak istedim ama sonrasında pişman olacağımı bildiğim için ellerini serbest bıraktım.

"Bırakıyor musun?"

"Aksini mi isterdin?" Kutuların birinin üstünden su aldım. Terden yüzüme yapışmış saçlarımı kenara çektim. "Geriye kalanlar istediği her boku yiyebilir, nasılsa kaybedeceğim." Dedim Nat ve Clint'e bakarak. Thor'a karşı savaşmayı düşünmemiştim bile.

"Garezin bize miydi yani?" Dedi babam.

"Sence ben Nat'ı dövebilir miyim?" Dedim sinirle. "Hem o kaybetse bile -ki kaybetmeyecek- beni dinlemez katılırdı."

Parmağıyla beni gösterdi. "Beni tanıyor."

Clint yanıma gelip kolunu omzuma attı ama aşırı terli olduğum için kolunu üstümden ittim. "Bebeğim sana vurmayacağımı biliyorsun." Dedi alayla.

"Tüh, keşke dövüşseydik o zaman." Dedim ona katılarak. "Beni on iki yaşımda yenmenin intikamını alırdım."

"Bu kadar içerleyeceğini bilsem bilerek yenilirdim."

"Yapar mıydın?" Diye sordum ciddi bir sesle.

"Hayır, yüzünün hali harikaydı." Dedi sırıtarak. Omzuna vurdum. "Şerefsiz herif." İnadına saçlarımı karıştırdığında havaya baktım. "Sizin şu müsabaka, ne zaman başlıyordu?" Dedim gökyüzündeki renkleri inceleyerek.

"Pek vaktimiz olduğu söylenemez." Dedi yeni gelen Wanda ve Vision. "Sizi aramaya çıkmıştık, bulmak çok zor olmadı."

"Güzel, değil mi?" Dedi ormandan gelen Rhodes ve Sam de.

"Kesinlikle öyle." Dedi Natasha.

Pietro gelip bacaklarımın yanına çimene oturdu. Sol tarafımda Clint sağımdaysa babam vardı, bir üst basamaktaki kutuya oturduğu için bacakları yanımda duruyordu. Yanındaki Steve ayaktaydı ve kutuya belini dayamıştı.

Clint'in yanında Nat, onların yanında da Wanda ve Vision oturuyordu. Sam ve Rhodey de Pietro'nun sağında, Thor solundaydı. Orada ne kadar durduk bilmiyorum ama bu birlikte yaptığımız en huzurlu aktiviteydi.

Bir dahi, iki asker, bir tanrı, üç tuhaf yetenekli çocuk, iki suikastçi, bir robot ve kanatlı bir şahin,
Yani Yenilmezler.
Bambaşka bir gezegendeki çocukça bir dövüşün ardından hep birlikte oturmuş gökyüzünü izleyen bir avuç tuhaf insan.

"Çok tuhaf hissediyorum." Diye mırıldandım, Pietro başını bacaklarıma dayamıştı, bense babamınkilere. "Sanki zaman tam şu an durmuş gibi."

"Pek sanmıyorum, güneş batmaya devam ediyor." Dedi Vision.

Ben hafifçe gülerken Sam büyük bir kahkahayı koyverdi. Sırıtarak Vision'a baktım. "Ortamı harika dağıttın." Çünkü diğerleri de gülüyordu.

"Küçük çocuklar günde ortalama beş yüz soru soruyorlar, neyseki Vision onlardan değil." Dedi babam.

"Ben de mi?" Dedim çeneni dizine dayamış yukarı bakarken.

"Sen bin beş yüz soruyordun." Kafamı okşadı. "Senden kaçacak delik arıyordum, kendimi tuvalete kitliyordum."

Rhodey güldü. "Bir gün size gelmiştim, kapı açıldı ama Tony yok. Evin içini dolandım durdum, Mehir de yoktu. En son tuvalet kapısının önünde sen vardın. İçeri doğru seslenip durmadan konuşuyordun." Bahsettiği günü babam da hatırlamış olacak ki güldü.

"Ee sonra?" Diye sordu Steve.

"Ne olduğuna bakmak için gittim, gitmez olaydım. Carissa'dan kurtulamadığı için kendini tuvalete kilitlemiş ama Carissa orada da rahat bırakmamış. Sonra gidip bu veledi kucağıma almış bulundum,"

"Velet falan ayıp oluyor yalnız." Dedim.

"Sus, sana tekrar sinirlendim." Devam etti. "Tony çocuğu benim aldığımı fark edince laboratuvar bahanesiyle evden tüydü, Happy de Mehirle birlikte gidince bununla baş başa kaldık. Bu sefer de benim başımı ütülemeye başladı."

"Kaç yaşındaydı ki?" Diye sordu Clint.

"Bilmem, üç mü, dört mü ne?" Diye mırıldandı.

"Üç." dedi babam. "Bacak kadar bir şey tabi o zamanlar."

Derin bir çekerek göz devirdim.

"En son Mehir eve bir geldi, Tony yok. Carissa'nın kafası gözü her tarafı puding olmuş."

Babam güldü. "Rhodey de bir kenara çökmüş ağlıyor."

"Saçmalama ağlamıyordum." Dedi net bir şekilde.

"La la la la la la, savaş makinesi yıkılıyor, yey." Dedim şarkı söyler gibi.

"Carissa!" Dedi sinirle.

"Ne var? Benim şifrem mi, değil? Senin vizyonsuzluğun."

"Konuyu üzerinden çekmeye çalışma." Dedi kızarak. "Sadece birkaç dakikalığına içim geçmişti ve nasıl uyandım biliyor musunuz? Suratıma inen tokatla!"

"Var öyle huyu ya." Dedi Clint. "Bir kere de bana olmuştu, Tony yoktu tabi o zamanlar, bizim eve götürmüştüm. Biraz oynadıktan sonra koltukta uyuyakalmışım, Laura da mutfaktaydı. İçerideki beyzbol sopasıyla karnıma vurup uyandırmıştı, on iki yaşında falandı."

"Of onu biliyorum." Dedi Nat gülerek. "Laura o kadar çok anlattı ki, şimdi bile aklına gelse gülmekten çocuğu düşürür."

"İnan bana hiç komik değildi, düşünsene; kaç yaşında ajansın, millet adından korkuyor, Ajan Barton denilince önünü falan ilikliyor ama veledin teki seni beyzbol sopasıyla döverek uyandırıyor."

"Başka eteğinde taş olan var mı?" Dedim etrafa bakarak. "Hepiniz kusun tüm içinizde kalanları bari."

"Bir keresinde gece saçlarımı kesmiştin." Dedi Natasha. Hatırlayarak güldüm.

"Gerekçesi de saçlarımın fazla kırmızı olmasıymış, o zamanlar baya uzundu, Carissa sağolsun ertesi gün küt kesmek zorunda kaldım."

"Daha çok yakışmıştı." Diyebildim.

"Gitsek iyi olur." Dedi Thor. "Müsabakalar ay en tepedeyken başlar. Yemek falan filan derken de epey zaman geçer."

Yerimden kalktım. "Ben aslında buraya babamla konuşmaya gelmiştim, ama biraz bekleyecek gibi."

"Acil miydi?" Diye sordu aşağı inerken.

"Dünyaya dönene kadar bekleyebilir." Dedim. "Ama yarın beni bul, konuşalım. Ne yapacağımızı düşünürüz."

"Şimdi merak ettim."

"Eminim konunun Hydra olduğunu söylersem merakın geçer."

Yüzü düştü. "Geçti bile."

"Ay tepeye vurduğunda görüşürüz!" Diyerek arkamı döndüm ve koşarak sahadan uzaklaştım. Hazırlık odasından üzerimden çıkan elbiseyi aldım ve sarayın içine girdim. Sarin'in çoktan odada dikilmiş söylenerek beni beklediğine emindim. Koridorları ve merdivenleri arşınlayıp odama vardığımda haklı olduğumu gördüm.

"Neredesin sen?" Dedi Yerinden kalkarak. Hizmetçiler de odanın kenarında duruyordu.

"Antrenmandaydım." Dedim elimdeki elbiseyi yatağın üstüne atarak. Sarin hızla elbiseyi oradan aldı ve odanın rastgele bir köşesine fırlattı, yanıma yaklaştı. "Leş gibi ter kokuyorsun, banyo hazır gir hadi içeri."

Lafını ikiletmeyip içeri girdim. Üzerimdeki kıyafeti çıkartarak küvetin içine girdim, benden hemen sonra gelen kızlar beni yıkadıktan sonra üzerime iç çamaşırlarımı giyip bir havluyu omuzlarıma aldım ve odaya girdim.

"Anlaşılan müsabaka en başından belliymiş." Dedi Sarin. Yatağın üzerindeki bir elbiseyi bakıyordu. "Bunu günler öncesinden hazırladıklarına eminim."

Koyu mor kumaşın kat kat indiği elbiseyi inceledim. Omuz kısımlarında elbisenin sırtını ve önünü bir orada tutan iki küçük halde bulunuyordu; belinde ise ince, gümüşi bir kemer vardı.

Yanında siyah bir askısız bir bralet duruyordu. Paravanın arkasına geçerek önce braleti sonra da elbiseyi giydim. Siyah kumaşın amacını şimdi anlıyordum, elbise çok açıktı. Dışarı çıktıktan sonra ince, açık mor ve ince tülden bir kumaşı getirip omuzlarıma sabitlediler.

Kendimi tanrıça gibi hissediyordum, ince tülden pelerinim bile vardı.

Artık alıştığım rutinde ilerleyerek saçımı ve savaşa gittiğim için abartı taşımayan makyajımı yaptılar. "Dövüşmeye gidiyorum, bu kadar hazırlık- ne bileyim çok değil mi?"

"Müsabaka sadece bir paravan." Dedi Sarin. Saçımı kızlardan birinden almış kendisi örüyordu. "Yeteneklerinizi görmek istiyorlar. Küçük Prensi bir kez yendiniz, sen de Veliaht Prensin çekicini kaldırdın. Tehdit olup olmadığınızı kontrol ediyorlar."

"Ama biz- kimseye saldırmadık ki. Yaşananlar savunmadan öte şeyler değildi."

"O kadarını bilmiyorum." Dedi ve saçımı bıraktı. İki taraftan örerek arkadan dolaştırıp ve kulaklarımın üzerinden geçirmiş, başımın iki yanında sabitlemişti.

"Saçıma yaptığın her şey çok hoşuma gidiyor." Dedim aynaya bakarak.

Gülümsedi. "Kraliçe de böyle söyler, o yüzden beni senin için ayırdı."

"Gerçekten mi?" Dedim çocuk gibi.

"Gerçekten."

Kapı tıklatıldığında sohbetimiz yarım kaldı. "Gir!" Komutunu verdiğimde kapı aralandı ve Loki içeri başını uzattı.

Alayla Sarin'i süzdükten sonra sivri dilini yukarı çıkardı. "Merhaba, Sarin uzun zamandır görüşemiyoruz."

Sarin'in prensini karşı saygılı olacağını bekliyordum. Ama ağzından dökülen kelimeler hayretle ona dönmeme neden oldu.

"Ben hep buradaydım, çekip giden sendin."

"Hayatım bu kadar alınacağını bilsem seni de savaşa götürürdüm."

Sarin masanın üzerinden rastgele bir şişe alarak ona fırlattığında hayretle ikisini izlemekten başka bir şey yapamıyordum. Loki atik bir hamleyle kenara kayıp, şişenin duvara çarpıp parçalara ayrılmasına sebep oldu.

"Beni yem diye ortaya atardın!"

"Babamı da yem diye ortaya atardım, kişisel algılama."

"Loki, yüzyıllardır aynısın." Dedi derin bir nefes vererek.

Pişkin pişkin sırıttı. "Sen de öyle, güzelliğinden hiçbir şey kaybetmedin."

Sarin tekrar sinirlenerek başka bir şişe fırlattı ama Loki ondan da kaçtı. "Buna devam etmeyi çok isterdim ama Mor Işıklı Hanımla konuşacaklarım var." Dedi Loki sakince.

"Mor ışıklı hanım?" Dedim kaşlarımı çatıp kendimi göstererek. "Loki!" Diye söylendim. "Vizyonun gözlerimi yaşartıyor."

Sarin odadan çıktıktan sonra Loki bir anda alaycı tavrını bozup ciddiyetle bana döndü. "Konuşmamız gerekiyor."

Ben de ciddileştim. "Fark ettim... mevzu ne?"

Yatağın üzerine oturduğunda ben de oturduğum sandalyeyi ters çevirerek yüz yüze bakmamızı sağladım. "Müsabakada senin karşına benim çıkmamı istediler."

"İstediler?" Diye mırıldandım. "Kimler?"

"Babam," dedi yutkunarak. "Özellikle bu şekilde olsun istemiş."

"Ne yapacağız peki?" Diye mırıldandım. Bu neden bu kadar önemliydi?

"Aklınca bizi deniyor." Dedi. "Eğer ben kaybedersem bir Midgard'lıya yenilmiş olacağım, ve güçsüz ilan edileceğim, ayrıca sen de beni yendiğin için tehdit unsuru olacaksın."

"Ama bu çok- saçma!" Diye bağırdım saçlarımı dağıtmamak için zor dururken.

"Evet öyle, ama bu ihtiyarlara akıl sır ermez."

"Ne yapacağız,?" Diye sordum tekrar. "Sen kazanırsan ne olacak?"

"Mjolnir'i kaldıran kişi, yani sen güçsüz ilan edileceksin."

"Bu daha az zararlı değil mi?"

"Hayır değil, bana kalsa umrumda değil ama..."

"Ama ne?" Dedim ciddiyetle. "Loki, ama ne?"

"Thor senin adına kefil oldu."

"Dalga geçiyor olmalısın."

"Geçmiyorum, kardeşim sana çok güveniyor." Derin bir nefes aldı ve söyleyeceklerini içinde tarttı. "Ne yazık ki ben de öyle."

"Ne? Cidden mi?" Dedim heyecanla.

"Tekrar duymaya çabalıyorsan, hayır. Bir daha o kelimeyi duyamayacaksın."

"Bana güveniyor musun?" Sesim sandığımdan daha coşkulu çıkmıştı. "Neden?"

"Öncelikle, söyledim, ne yazık ki. Ayrıca, hiç aura diye bir şey duymuş muydun?"

"Elbette duydum."

"Zihinlerimiz ilk çarpıştığından beri hissediyordum. Diğer tüm insanlardaki beni rahatsız eden enerji sende yok, muhtemelen gücünden dolayı da olabilir ama bana benziyorsun, güç açısından."

"Tony'nin kızı olduğumu da oradan mı anladın?"

"Hayır," dedi net bir sesle. "Parfüm kokusundan."

"Ne?" Diye kalakaldım. "Babamın parfüm kokusunu neden ayırt edebiliyorsun?" Diye sordum hayretle.

(Loki izlerken ben bu arada)

"Pahalı parfüm, aranızda yalnızca Stark'larda var. Eğer ortamda iki tane Stark varsa anlarım, parfüm kokusu ele verir."

"İnanılmaz." Diye mırıldandım. "Başka bir evrende Sherlock olmadığına emin misin?"

"O kim bilmiyorum küçük hanım, ama eminimki babanız öyledir."

"Her neyse, biz ne konuşuyorduk en son."

"Bir şekilde bu dövüşü halletmeliyiz."

"Hastayım desem, gelmesem hiç?"

"Şifacıları yollar en fazla yarım saate hallettirir."

"Aklım durdu sanki, hiçbir şey düşünemiyorum."

"Bizi, Thor ve beni babama rezil etmemen için kesinlikle yenmek zorundasın."

"Üç beş vuruşsak, sonra da sen zihnime girip beni bayıltsan?"

"Bana gelene kadar birkaç kişiyle dövüşmek zorundasın. Kazanan bir üst tura geçiyor. Hepsini kolaylıkla yeneceğine eminim, ama biraz zorlanıyormuş gibi yap. En son ikimiz kaldığımızda biraz büyünle saldır, bitirici vuruşları kullanma. Sonrasında da dediğin gibi, zihnine girerek kısa süreli felç ederim. Böylelikle ikimiz de kazanmış oluruz."

"Başka seçeneğimiz yok ki."

"Maalesef öyle." Dedi dudaklarını birbirine bastırarak. Ayağa kalktı, "Hadi yemeğe inmeliyiz."

"Yemekten sonra mı, dövüş?"

Ufak bir mırıltıyla beni onayladı, ardından kapıya geldik. Kapıyı açmak için kulbu tuttuğumda beni omuzlarımdan tutup ona bakmamı sağladı.

"Elizabeth," dedi pek kullanılmayan ismimi kullanarak. "Bizi utandırma." Tuttuğu kollarımı sıvazladı, "Beni, bir Midgard'lıya güvendiğime pişman etme."

Selaaaam! Nasılsınız, iyisiniz umarım?

Bölüm hakkında neler düşünüyorsunuz?

Biraz aralıklı bölümler geliyor, biliyorum. Sebebi ise kelime sayısını bol tutmak istememle kaynaklı.

Yakın zamanda daha detaylı duyuracağım ama bilin ki bu iki kitaplık bir seri olacak. Bu kitap end game'e kadar devam edecek, sonrasında yeni bir kitaba geçeceğim.

55-60 bölüm arasında bunu final yapmak istiyorum o yüzden de bölümleri uzatıyorum, haliyle biraz aralıklı oluyor yine de anlayışınız için teşekkürler.

Gelelim bölümeee, sanırım en sevdiğim kısımlar Thor'la Asgard'ın tepesinde uçmaları olabilir.
Dövüş sahnelerine de inanılmaz bayılıyorum.

Sorular

Loki ve Carissa arasındaki ilişkiyi seviyor musunuz?

Thor ve Carissa ikilisini seviyor musunuz?

Sizce bu müsabakanın altından bir şeyler çıkacak mı?

Bu ve daha fazlası, bir sonraki bölümde!!

Başka bir bölümde görüşmek üzereee,

Yazarınız, Nyks.

Continue Reading

You'll Also Like

12.9K 556 19
Yan daireden gelen sesler gün geçtikçe artıyordu. Artık dayanılmaz bir hale gelmişti. Her gece başka bir kadın girip çıkıyordu...
12.6M 604K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
9.8K 695 14
"Çocuklar ikinizi de üzmek istemem ama ev sahibi sadece evli çift arıyor üzgünüm."
112K 7.6K 38
"Bir bilsen ne kadar zamandır şunun hayalini kurduğumu." Şakağıma doğru bir öpücük daha kondurdu. "Seni doyasıya öpüp koklamayı." Ardından yanağıma i...