FANTOM ETKİSİ doğa dönüyor

By Talkinglibrary

1.1M 40.7K 16.3K

Yaşamı boyunca hiç kimsenin onu "tehlikeli" olarak nitelendireceğini düşünmezdi. Eh, hayat bazen hoş olmayan... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
İLAHİ BAKIŞ AÇISI
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Evreni ve karakterleri tanıyalım
Bölüm 27

Bölüm 14

40.2K 1.2K 256
By Talkinglibrary




-MÜPHEM-

Murphy Bambin parçalarını kaşığıyla kasenin dibine sıkıştırıp suyunu kafasına dikti. Odada burnumu kırıştıran bir senfoni yankılanıyordu. Öyle ki dudaklarıyla çıkardığı sese karşılık bir an kendimi hava akımına kapılıp Murphy'nin ağzının içinde bulacağımı sandım.

Odamın diğer ucunda uykusuzluğun kıstığı gözlerimi ona dikmiş, bakışlarımdan aynı höpürdetme sesiyle onu boğabileceğimi anlamasını sağlamaya çalışıyordum. Ne yazık ki iş bu raddeye gelmişti. Aldırmadan yumuşak Bambin çubuklarından birini daha içine çekti. Tıpkı son yarım saattir artık midesinde olanlara yaptığı gibi bu seferki en lezzetlisiymiş gibi davranıyordu. Yaşamın devamlılığından bu denli zevk almanın bedelini akıl sağlığımın ödemesi gerekiyorsa belki de engel buna olmamalıydım.

Önce önümdeki notlara sonra Murphy'e baktım. Ben ezeli dertlerin dermanını sorgularken o kaderin kendisinden aldıklarıyla ebedi bir sarhoşluk yaşıyordu.
Minderde izi çıkmasına rağmen kıçımı biraz daha koltuğa yerleştirdim. O sırada Nanta'daki hainin hala koridorlarımızda geziyor olduğunu düşünüyordum. Sinsi adımları Asher'ın odasına gidiyor muydu? Peki ya yatağına yatıyor muydu? Öyleyse yatak ve adımların sahibi aynı kişi olabilir miydi? Asher. Bilinçaltıma her türlü şüpheyi ekiyordu.

Önümde duran sayfanın en başına attığım başlığın altı uzun zamandır boştu.

Erinyeler.  

Yılanlı enseleri kadar zehirli sözleriyle Erinyeler, bunca zaman Habzeb'in bile uyandırmaya cesaret edemediği meleklerdi. Her ne olduysa görünen o ki şimdi onları hayata döndürmek için doğru zaman olduğunu düşünüyordu.  Topal şeytan. Hanzeb tarzı senaryo üretme yetimi bir türlü aktive edemediğimden onlarla neler yapabileceğini dair komplo tahminlerinde bulunamıyordum. Bu da komploları ürettiği o kafasını ezmek istememe neden oluyordu.

Masadan destek alarak koltuğumu geriye ittim. Belki de başka bir açıda olmak çözüm fikirlerimin önüne kalkan olan Alessia'yı daha sonra incelikli düşünmek üzere kenara koymamda faydalı olabilirdi. Ne zaman Hanzeb ve Erinyeler hakkında aydınlanmaya yaklaştığımı hissetsem zihnimdeki gözlerimin önünde endamını sergiliyordu. Sanki gerçekten bilinçaltımda can bulmuş gibi. Bir kere başlayınca sonu gelmiyordu. Derimin altında Alessia adında çağlayan kan damarları vardı ve durulmuyordu.

Eğer gözümü Murphy'nin yemeğinden ve yeme stilinden çekebilirsem keşfedilmemiş toprakları bile fethedebilirdim.

''Hangisine karar verdin?'' dedi bir anda. Gözleri hala kasenin içindeydi. Kaşığı kasesinin dibine sürttükçe çıkan ses kaşığı kendime saplama isteğimi körüklüyordu. Dişlerimi serbest bıraktım. Neyden bahsettiğini anlamaya çalışıyordum fakat onu anlamaya çalışırken mantığımı kullanmam gerektiğinden emin değildim. Konu Murphy olduğunda bu hep böyle olurdu.

Sırtımı dayayıp yüzüne odaklandım. ''Neyden bahsediyorsun?''

Sormamışım gibi davranarak kaşığına nefesini üfledikten sonra cebine attı. Her saniye bir öncekinden daha sabırsız hale geliyordum. Duvarlarda gezen gözleri benimkileri bulunca orada olduğumu yeni fark etmiş gibi gülümseyip al salladı. 

''Tabii ki öfkeni nasıl atacağına?'' sözlerine karşılık yeni giyinir gibi toparlanmaya başladım. Sırtımı dikleştirdim, tek kaşımı kaldırdım, omuzlarımı silkeledim ve son olarak parmaklarımı kenetledim. Her duyguyu göz önüne serecek kadar şeffaf olmaktan nefret ediyordum.

Bir parmağındaki ipi diğer parmağına sardı. Sanki bu hareket yaşamsal bir ihtiyaçmış gibi devamlı olarak yapardı. Az değil, onu kurtardığım ilk gün dahi bu iplere çoktan bağlanmıştı. Fakat iplerin Murphy için anlamını veya meziyetlerini ne kadar sorsam da öğrenememiştim. Neticede ipler ve sağladıkları fayda hayal gücüme kalıyordu.

''Neden odamdasın, Murphy?''  Gidip sadece çiçeklerine baksa ne hoş olurdu. Çiçeklerinden bahsedince hayfan hayran iç geçirdi.

''Kapıda girilmez yazmıyordu.'' Yere çöküp bağdaş kurunca ben de dirseklerimi masaya dayadım. Düşünmek içi sabırsızdım. Konu Murphy olduğunda olgun bir ebeveyn gibi davranmam gerekse de bazen bunu yapmak için çok zamansız hissediyordum. Tıpkı seks sırasında partneri kendisinden erken gelmiş kadın gibi.

''Ama girilir de yazmıyor. Örneğin yıkanırken banyolarımızın kapısına da girilmez tabelası asmıyoruz, değil mi?'' Yüzünde hınzır bir ifade belirdi. Herhangi birinin değil bir şeytanın gülümsemesine benziyordu.

''Orada seyirci olmak gerçekten keyifli, inan bana. Görüntü kalitesi bel çevresi genişliğine oranla değişkenlik gösterebiliyor.''

''Yok artık'' manasıyla gözlerimi devirdim. Bir delinin ciddiyetini sorgulayan bakışlar. Ona attığım buydu işte. Biraz sonra gözünü de içine alan mavi lekeye bakıyordum. Beyaz gözleri kadar onları çevreleyen beyaz kirpikleri de bu leke sayesinde ön planda duruyordu. Boş odaya fırlatılmış bir top gibi durmadan dönen bakışları onları ilk gördüğüm zamankinin aynısıydı. Daha az yorgunluk ve daha çok delilik parıltısı farkıyla. Tahtaları, bazı şeyleri tekrar tekrar düşünürken kırdığına emindim.

Deli dostuma gülümsedim. ''Dikizci herif,''

Gülümsemem kıkırtıya dönüşürken kendimi başımı eğip iki yana sallarken buldum.  ''Tipin düşünmeme engel oluyor.'' Övgüye olan düşkünlüğü renk tozlarına duyduğu ilgiyle yarışırdı.

Yalandan bir alınganlıkla gözlerini kapatıp çenesini kaldırdı. ''Beyninin düşünmeye yarayan kısmı yanında düşünmek için insan mı seçiyor? Örneğin ben. Hiç düşünmüyorum, sevgili Müphem.'' Gözü kendi kazağında bir lekeye takıldı. ''Ah, şuna bak!'' Parmağıyla kazağında işaret ettiği yere baktım. Bambin suyu olduğunu ilk bakışta anladığım lekeyi gösteriyordu.''Kazağımın renk skalası genişlemiş.'' Sinir bozukluğu gülümsemem hızla neşeye döndü. O gülüşün yüzümde donması için tekrar konuşması yeterli olacaktı. O an bunu bilmiyordum.

''Renkli ekibin Alessia'nın kayıplara karışması konusunda ne düşünüyor? Bunun o koltukla bütünleşmenle bir ilgisi var mı?''  Az önceki neşeye asılı kalan dudak kenarlarıma baktı. Bunu yaparken başını omuzuna yatırmıştı. Yutkundum. Şimdi deli taklidi yapma sırası bana geçmiş gibi hissediyordum.

Bir zamanlar Alessia'nın durduğu aynı yere dikilip kitaplığı incelemeye başladı. Sırtını izlerken sesimi düzelttim. Eğer bir kanıt veya şahitlik yaptığı bir an elde ettiyse ekibin varlığını yalanlamak ateşe üflemekten farksız olurdu. ''Bunu nereden biliyorsun?''

Bir anlığına omuzunun üzerinden yüzüme baktıktan sonra gözlerini boş duvara dikti.  ''Düşünebildiklerinden mi bahsediyorsun?'' Hemen sonra kitaplığı incelemeye devam ediyordu.  Alaycı sorusuna cevap vermeden önce onunla birlikte gözlerimi raflardaki kitaplarda gezdirdim. Her birinin son noktasını oluşturan mürekkebe kadar bana ait olduğunu biliyordum. Çünkü bu, kendimi Hanzeb'in Kodes'inden kurtarmadan önce kendimle ilgili edindiğim tek bilgiydi.

O gün çıkmama izin verildiği sürece kapısını açabildiğim odadan son defa çıkarken zihnimdeki kesiklerden kan sızdığını hissedebiliyordum. Kaslarım söndürülüp yeniden şişirilmiş gibi ağrıyordu. Bir şey ya da biri beni fena hırpalamıştı. Bunun ne olduğunu asla hatırlayamadım. Tek bildiğim artık Hanzeb'in zindanlarında değil karşısında yer alacak kadar özgürleştiğimdi. Artık Kodes'ten aşağı inebilirdim.

Odaya baktığımda kendime ait tek bir eşya dahi geremeyince sadece iç çektim. Yanıma alacağım bir ceketim bile yoktu. Bu yüzden ellerimi ceplerime sokup zindanıma sırtımı döndüm. Oradan çıkıp gitmenin bu denli kolay olacağını hiç düşünmemiştim. Sonuçta bunu yaparken ilk defa birileri kollarımı çekiştirmiyor ya da eklemlerimi kırmıyordu. Kodes işkenceleri her zaman mideleri altüst edecek türden yaratıcı olurdu.

Bugünden sonraki irademi temsil eden üç güzel adımdan sonra tok bir kadın sesi beni durdurdu. ''Müphem,'' Adımın bu olduğunu o an yeniden hatırladım. Tüm bedenimi sesin sahibine döndürmeden öncede onun kim olduğunu biliyordum. O hayatımın tamamında vardı. ''Öylece elin boş mu gidiyordun?''

Merga'nın yüzü hep olduğu gibi sakindi. Her zaman gözlerini çok yavaş kırpar, sıklıkla derin nefesler alırdı. Şimdide aynını yapıyordu. Bunun sürekli dik tutuğu göğsünden kaynaklanabileceğini düşündüm. İki eli devamlı olarak karnının önünde sabitlenmiş gezerdi. Tıpkı hiç erimeyen mumdan bir heykel gibi. Lakin eriyecek olsa ona bunu yapabilenin ateş olmayacağını bilecek kadar iyi tanıyordum onu. O ateşten de güçlüydü, benden de.

Burnumdan güldüm. ''Oradan nasıl görünüyor bilmiyorum ama üzerinde hak iddia edebileceğim bir çöp bile yok.'' Omuzlarımı indirip kaldırırken alt dudağımda bükülmüştü. ''Yani evet, elim boş gidiyorum. Yoksa bana vermek istediğin bir şey mi var, kadim büyücümüz?''

Dudakları en samimi şekilde yukarı kıvrıldı. Bu ifade aynı zamanda birazda burukluk taşıyordu. ''Aslında evet, var.'' İşaret parmağını havada döndürünce büyük, içi kitap dolu bir sepet havada süzülerek hemen yanımda durdu. ''Bunlar senin.''

Konuşmak için ağzımı açtım fakat kaşlarını kaldırarak beni susturdu. ''Hediye değiller, tamamen sana aitler. Onları Kodes'e sen soktun.'' Bahsettiği anıyı zihnimin içinde ararken kaşlarım çatılmıştı.

''Sanmıyorum,'' dedim. Böylesi miktarı hatırlamamam imkansızdı. Bana doğru yürürken uzun koyu kahve saçları ve etekleri uçuşuyordu. Hemen önümde durdu.

''Hatırlayacaksın.'' Daha çok bir vaat gibi söylemişti bunu.

Başımı olumsuz anlamda salladım. ''Bu kadarını taşımam imkansız. Hem henüz nereye gideceğimi bile bilmiyorum.''

''Sen istediğin sürece seni takip edecek,'' dedi dev sepeti göstererek. O anda sepetin altında beliren minik bez ayakları gördüm. Küçük tabanlarını yere heyecanla çarpıyor, Bir an önce yürümek ister gibi sabırsızlığını belli ediyordu. Sanki bir canlı gibi.

''İyi de ne yapacağım bu kadar kitabı?''

Az önce benim yaptığım gibi omuzlarını kaldırıp indirdi. Alt dudağını da bükünce bunun bir taklit olduğunu anladım. ''İnsan kendi kitaplarıyla ne yapar ki?'' dedi. Cevabını içinde barındıran çok doğru bir soruydu. Gözümü kitaplardan çekip yeniden Merga'ya döndüğümde gözlerinin yaşlarla dolu olduğunu gördüm. Burnunu çekti. ''Sana sarılmak isterdim.''  Kurduğu cümlenin kırılganlığının aksine sesi sert ve güçlüydü. Onu hep öyle hatırlamama izin verseydi şimdi gözümde daha onurlu biri olabilirdi.

''Yapamayacağını biliyorsun,'' demiştim. Tenim hiçbir bir dokunuşu affetmeyecek kadar zalimdi. Bana hizmet etmiyor, katliamlarını benden bağımsız gerçekleştiriyordu. Aynı zamanda bunca zaman beni yenilmez yapan şeydi de. Dokunanın tenini değil zihnini zehirliyordu, en büyük kabusuyla ölüm bahşederek kimi zaman hayali kanını akıtıyor kimi zaman nefeslerini dudaklarının arasından çekip alıyordu. Tenim bir katildi. Ve ben ona can verendim.

Fakat sonra alışılmışın dışında bir şey oldu. Tenim Alessia'nınkine değdi ve sonucunda onun çığlıklar içinde yere yığılışını izlemek zorunda kalmadım. Yaşam kanı vaat ettiğim ölümden etkilenmiyordu. Bilakis zehrimin ondaki karşılığı şüphesiz şehvetti ve ilk defa birine dokunuyorken can verecek gibi hisseden taraf ben olmuştum. Yine de parmaklarımın teninde ne kadar uzun kalacağını test etmek kulağa çok ölümcül geliyordu.

Merga sarılamayacağımızı kabullenerek usulca başını salladı. Bu onu ben gerçekleri öğrenmeden önce son görüşümdü. O hala benim dostumken yüzüne baktığım son sefer. O günden sonra kitap sepeti ben Nanta'yı bulup ruhları saklayana kadar beni takip etti. Düşününce bu epey uzun bir süreydi.

Murphy kitaplıktan bir kitap çekince düşüncelerimden ayrıldım. Elindeki dahil her birini defalarca kez okumuştum. Buradan çok farklı dünyalarda, birbirinden çok farklı hayatlar yaşamış olsalar da gösterdikleri çaba bir değerinden az olmayan insanları anlatıyorlardı. Bir kütüphane çalışanı, banliyöde bir tutsak, imparator kulesinde hapis kalmış, derin denizlerin hakimi ya da benimki gibi lanetlenmiş toraklarını lanetten arındırmaya çalışan bir kız ve daha niceleri. Hepsi nihayetinde damarlarındaki gücü keşfediyor ve o ruhani doygunluğa zaferiyle birlikte ulaşıyordu.

Murphy ortalarda bir sayfanın üzerine ipli parmağını koydu ve satırda kaydırmaya başladı. ''Sırlar, biz sır kaldıklarını sandığımızda daha tehlikelidir.''  Okuduğu alıntıyı üzerime almamı bekleyerek yüzüme baktı. Ekibimi gizlemekte başarılı olduğumu düşünmemden bahsediyordu.

Kılımı dahi kıpırdatmadım. Ama dudaklarım zihinleri manipüle edecek gerçekleri söylemek için her daim aralanırdı. ''Hanzeb'in maddelerini bizzat yazdığı kanunla oynayan adalet odasını üzerimize çekmeden Araf için bir şeyler yapmanın tek yolu buydu. Ne dediğimi anlıyorsun değil mi, Murphy? Bizi öğrenselerdi şayet biz onların elinden defteri ve Alessia'yı almaya çalışıyor olurduk. Bizim adımlarımızı bize karşı kullanmak tam da Hanzeb'in yapacağı türden bir adilik. Gizli kalmalıydı.''

Kitabı aniden kapatınca zavallı sayfalardan çat diye bir ses geldi. Bu benim bile canımı yakmıştı. Onlara çok uzun süredir gözüm gibi bakıyor, her birinin artık ben de olmayan güzel anıların bir parçası olduğuna inanıyordum. Bana döndüğünde kitabı hala yerine bırakmamış olması gözümden kaçmamıştı. 

''Ben entrikalara çoktan gözünü kapatmış bir renk kümesiyim, sevgili Müphem. Bu renk kümesi sadece,'' Kendinden bahsettiğinin altını çizercesine elini göğsüne koydu. ''Asilerden oluşan küçük gizli örgütünüzün bizi özgürlükle aramıza örülmüş bu duvarların ardına taşıyıp taşımayacağıyla ilgileniyor. Bu yeniden rüzgara karışmak için sadece küçük bir bedel.''

Görevimize yüklediği sorumlulukla ona normalden biraz daha uzun baktım. Buna karşılık kafasını yana eğerek kaşlarını çattı. ''Bir tür felç mi?'' Duymazdan gelerek başımı salladım.

''Yani sırrımızı saklayacak mısın?'' dedim. Yine düşünür gibi gözlerini kıstı. ''Neyden bahsettiğini bilmiyorum.'' Yüzüyle oynanmış bir portre gibi sırıtıyordu. Rahatlamayla omuzlarımın düştüğünü görmüş müydü?

Hemen sonrasında elindeki kitabı masama bırakıp hiç beklemeden gitmeye koyuldu. Ancak kapıdan çıkamadan saniyeler önce kitapta daha önce orada olmayan bazı izler fark ettim. Yüreğim hoplamıştı. Neredeyse öfkeden delirecek, masanın üstü bomboş kalana dek her şeyi yere dökecektim.

Nefesim bile dişlerimin arasından çıkıyordu, tıpkı sözlerim gibi. ''Murphy, bu ne?'' Sesim hiddetli, aynı zamanda metalikti ve bu tonlamayı kullandığımda kaçması gerektiğini belli ediyordu. Fakat saniyeler sonra alacığım cevabın beni bir duygudan diğerine bu denli hızlı çarpacağını tahmin bile edemezdim

''Alessia'nın parmak izleri.'' Bu kapıyı sonuna dek açık bırakıp gözden kaybolmadan önce söylediği son şeydi. Gözlerimi ardında bıraktığı boşluktan beyaz parmak izlerine çevirdim. Küçük ve zariflerdi. Bir kitabı okurken kitaba dokunacağınız yerlerde öylece duruyorlardı. Parmaklarımı izlerin üzerine koyma dürtüsüne engel olamadım. Zaten bunun için çok geçti. Açık kapıdan içeri giren cereyanın uğultusu eşliğinde bana temas ettiği o küçük anları ve temasın getirisi olan görüntüleri düşünüyordum. Ve kendimi aniden bir anıyı hatırlarken buldum. Daha önce kafamın içinde olmadıklarına yemin edebileceğim türden bir anı.

Kumral dalgalı saçları kaleminin her hareketiyle kıpraşıyordu. Saçlarının yeşil olmadan önceki hallerine uzunca bir baktım. Yaptığı işe o denli esrime olmuştu ki sadece onu izleyerek kafasının içindekileri kağıda dökmenin onun ne denli hayat memat meselesi haline geldiğini anlamak mümkündü. Kalemi biraz daha bastırdı. Öncesinde aynı hiddetle doldurduğu kağıtların masadaki dağınık konumları da buna kanıt olacak nitelikteydi. Işık yayan garip aletin aydınlatmasından yararlanarak yazmakta olduğu cümleyi okuyabilmiştim.

''Sırlar, biz sır kaldıklarını sandığımızda daha tehlikelidir.''

''Ne zaman söyleyecektin? İstila başladığında mesela?'' Tüm kelimeler son birkaç öğünü aksamış zincirli bir yaratıktan çıkar gibi hırıltılıydı.

Arlo odamın zemininde kayarak masama çarpmadan saniyeler önce anı bitmişti. Ayna anda basılmış gibi hissederek ayağa fırladım. Ares koca Labradorit bedeniyle odamın kapısında dikiliyor daha da önemlisi burnundan soluyordu. Elleri tıpkı şey gibiydi...az önce Arlo'yu açık kapımdan savurmuş gibi. Kas yığını neredeyse bir Minator kadar güçlüydü. İri gözlerimi Ares'e dikmişken başımı yalnızca bir defa salladım. Bu her dilde ''Ne halt ediyorsun.'' anlamına geliyordu. Bana cevap vermedi veya boynuzlarındaki kıvılcımlar yatışmadı.

Arlo'nun acılı inlemeleri ortamı yumuşatmadı. Sürüklendiği yerden bedenini toplamaya çalışıyordu. O Nanta'nın en toyu fakat en savaşçı olanlarındandı. En son yine bu odada Alessia tarafından kıçının yeri boyladığını hatırlayıp hatırlamadığını merak ediyordum.

Ares'i burda görmenin paniğiyle masanın etrafından yayından fırlayan bir ok dolandım. Nanta koridorlarında başka herhangi bir türün olması acil durum çanlarının çalınmasına sebebiyet verirdi. Kolundan tutup içeri çekerken ''Ne yaptığının farkında mısın?'' dedim. Olanın aksine biraz olsun farkındalık duymasını dilerdim.

Kapıdan koridora bir göz attıktan hemen sonra bizi içeri kapattım. Arkamı döndüğümde koca bir ayak Arlo'yu yere sabitliyordu. ''Kes şunu,'' diye tısladım. Arlo bakışlarıyla yardım dileniyordu. Herifin kontrolsüz davranışlarına anlam veremiyordum. Tıpkı burada oluşuna veremediğim gibi. ''Burada ne işin var? Birbirimizin alanına alenen girmemek henüz eskimemiş bir kural, hatırla diye söylüyorum.''

Genişlemiş burun delikleriyle tam önümde durdu ve işaret parmağını bir kaç kez göğsüme vurdu. Sanki bu hareketi delip geçebileceğine dair bir tehdit niteliği taşırmış gibi. ''Seni görmüşler, Kodes askerlerinin depo olarak kullandığı bir garajdan uzaklaşırken. Labradorit sokaklarında başıboş bir ruh geziyor söylentisi herkesin dilinde.''

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. Bu meselede büyüttüğü noktayı görmeye çalışıyordum. ''Bu seni neden bu kadar öfkelendiriyor ? Adını veya görüntünü şüpheli konuma sokacak bir resim göremiyorum.'' Tüm bunlar bir kenara bırakıldığında asıl sorun Erinyeler olacaktı.

''O depoda ne olduğunu öğrendim, Müpem.'' Ses odada eko yaparken Arlo sürünerek kapıya gitmeye çalışıyordu. Ares paçasına basınca tüm yaşam ümitlerinin solduğunu gördüm. ''Hanzeb'in askerleri depodan çıkardıkları kutuyu Kodes'e uçururken kutunun içinden Labradorit meydanının ortasına bir beden düştü. Önce insan kaçakçılığı sandım. Ama askerler onu yaka paça alıp tekrar yukarı uçurmadan önce inceleyecek birkaç saniyemiz oldu.''

Yutkunarak devam etmesini bekledim. ''Ensesindeki yılanlardan destek alarak yerden kalktı, Müphem. Uzun siyah saçları ve düz bir burnu vardı.'' Kendi söylediğine inanamıyormuş gibi başını salladı. ''Onun ne olduğuna eminim. Bir Erinye.''

Ne yazık ki biliyordum ve Ares güveni sarsılmış bir ifadeyle bildiğimi itiraf etmemi bekliyordu. ''Bir anlığına benimle göz göze geldi,'' dedi. Bakışlarını ayaklarına düşürdü ve orada kaldı. O anı yeniden gözlerinin önüne getiriyor olmalıydı. ''Beni incelerken çok küçük bir saniye teninde mor pullar belirdi ve onu çekiştirmeye başladıkları anda her ne yapıyorsa bundan vazgeçti.''

Arlo yattığı yerde yüzünde çok büyük bir dehşete bizi dinliyordu. Aynı dehşeti yansıtıp yansıtmadığımı bilmiyordum fakat ihtimal vermek istemediğim o fikrin tescillenmesiyle içimde kopan o telin sesini herkes duyabilirdi. ''Doğruymuş.'' diye fısıldadım. Ares yeni bir soru işaretiyle kaşlarını çattı. Zaten bunca zamandır çatmıyor muydu?  ''Erinyeler dirildiklerinde başkalaşım geçirebiliyor olacaklar. O,'' Derin ama tutuk bir nefes aldım ve elimle mor bedenini işaret ettim.  ''...senin türünü kopyalamaya kalkmış.''

-ALESSİA-

Yataktan sarkan ayaklarımı yukarı çektim. Böylece yatağın altındaki hayali canavara karşı küçük zaferimi ilan etmiştim. Genellikle bileğime sarılan uzun, sivri, siyah parmakları gözümde canlandırıp tüm geceyi yorganın altında terler içinde geçirmek vazgeçilmez travmalarımdan sadece biriydi. Yatak altı canavarı her zaman en korkulu rüyam olacak sanıyordum, ta ki gerçek canavarlarla tanışana kadar. Ve gerçeklerden korkan bir yanım henüz hiçbir şey görmediğimi söylüyordu.

Sadece birkaç oda ötemde duran Ophelia aklımdan çıkmıyordu. Ophelia olmadığını iddia etmesi hiçbir şeyi değiştirmezdi. Kordiseps'te gördüklerime ve dönüştüğüm kişiye rağmen böyle bir duruma ihtimal vermiyor olmam normal miydi? Evet. Hayır? 

Elimdeki zarfı kaldırıp bilmem kaçınca defa açmayı düşündüm. Bu, Ophelia olmadığını iddia eden kız tarafından hızla kapının dışına sürüklendikten sonra elime tutuşturulan zarftı.

''Zarfı Müphem'e ver ve verene kadar sakın açma.''  O kadar hızlı konuşuyordu ki cevap vermeden önce anladığımdan emin olmak için dediklerini üç defa tekrar etmiştim. Konuşurken zarfı göğsüme bastırıyor aynı zamanda fıldır fıldır dönen gözleriyle koridoru inceliyordu. Ağzımı açar açmaz devam etti. ''Ophelia'nın gönderdiğini söyle,'' Gözleri nihayet gözlerimi buldu. Sanki bu söyleyeceği konuştukları arasında en önemli olanmış gibi. ''Gerçek Ophelia'nın.'' diye fısıldadı.

Nabzım hızlandı. Ona Müphemle iletişim kuramadığımı, bunu yapmamın imkansız olacağını söylemek için yeniden dudaklarımı araladığımda kapı gürültüyle yüzüme kapandı. Aynı anda tutmayı unuttuğum için zarf yere düşmüştü. Ve şimdi de elimde onu adresine teslim etmemi fısıldıyordu. Zarfı açmamı söyleyen meraklı sese kulaklarımı kapatmak oldukça zordu. Özelliklede içinde yazanı, açtıktan sonra başıma ne geleceğinden daha fazla merak ediyorken.

Günü sonunda lanetli bir yumurta ve yeniden bir araya gelmeyeceğim birine teslim edilmesi gereken bir zarfla duruyordum. Nereden baksan olağanüstü bedbaht bir talihti.

***

Sosha elime bir fincan çay tutuştururken işleyeceği peçeteyi de yanında getirmişti. Son okuduğu kitap karakterinin hayallerindeki erkeği tanımladığını yaklaşık elli dokuzuncu defa anlatmaya başlamadan önce iç çekti, baygın ve hayran olduğunu beli eden gözlerini tavana dikerek. Bundan sonra ne geleceğini biliyordum. Her final sonrasında yan yana sıralanan şu kelimeleri söyleyecek:  ''O emsalsiz yüzü ve dilbaz tavrı benim için değilse ya kimin için?''  ve bunu takiben oturduğu victorian tekli koltuğunda sırtını dikleştirip elindeki tığ ile havada hayali bir kalp çizecekti.

Hayali kalbini izlerken ''O emsalsiz yüzü ve dilbaz tavrı benim için değilse ya kimin için?'' dedi. Bu haline gülmeden edemedim. Kıkırtım dikkatini dağıttı ve bakışları bana döndü. Biraz sonra onunla alay ettiğim için iki kaşı birbirine şimdikinden daha yakın duracaktı. En sevdiğim yanı da buydu. Kaşları çatıkken dahi dudakları güzel bir gülümsemeyle yukarı kıvrılırdı.

Gözleri düşünceli bir tavırla yüzümden kayıp arkamda bir yerde takılı kaldı. Gülümsemesi gitgide soluyordu. Bakışlarını takip ederek arkamı döndüm. ''Ne-'' Sormama gerek kalmadı çünkü camdan bize yaklaşan adımlarını çoktan saymaya başlamıştım. On bir, on iki, on üç...

Murphy üzerinde hiç görmediğim kırmızı takımıyla gözlerimin içine bakarak yürüyordu. Onun varlığını unutmuştum. Kordiseps'i, güçlerimi ve Müphem'i de öyle.  Aynı saniye buraya ne zaman geldiğimi hatırlamadığımı fark ettim.  Aklıma düşen bir diğer gerçek beni Sosha'ya bakmaya zorladı. Onun ölü olduğu gerçeği. Alnının ortasına saplanmış dalın görüntüsü zihnimin ortasında belirdi.

Yakından gelen çarpma sesiyle yerimde hopladım. Murphy yüzünü yapıştırdığı cama yavaş bir ritimle bastonun başını vuruyordu. Tak tak tak tak... Başını yana yatırdı. ''Bize yardım etmeyecek misin, koca süpürge?'' Etmem gerektiğini biliyordum. Yaşam kanı onlara en başta Araf olmak üzere tüm kaybettiklerini geri verebilirdi. Geri verebilirdim.

Usulca başımı salladım. Onun için camı açabilirdim. Fakat buna yeltendiğim sırada uzun, sivri ve siyah parmaklar bileğime dolandı. Ne kadar bağırsam da sesim çıkmamış, hareket ettikçe bedenim çok daha yavaş bir hal almıştı. Adeta bir tür zehir damarlarıma nüfus ediyor gibi her saniye biraz daha uyuştum.

Kendimi Sosha'nın elinden kurtarmaya çalışırken bastonun cama çarptıkça çıkardığı kulak tırmalayıcı ses durmak bilmiyordu. Tak tak tak tak...

''Bana yaptığın şeyi düzeltmeden gidemezsin,'' dedi Sosha. Boşta kalan elinin siyah parmaklarıyla çenemi tutup yüzüne bakmaya zorladı. Dudaklarımdan dökülemeyen çığlık organlarımı parçalıyordu. Ona baktıkça aynı acı ve tiksintiyi yaşamaya devam ettim.

Yüzü yer yer çürümüş, çürükler eski porselen güzelliğine gölge düşürmüştü. Ondan aldıklarımı geri istiyordu. Atan kalbini ve güzelliğini. Göz kapakları ve dudaklarının olması gereken yerde olmadıklarını fark ettim. Alnına saplanmış daldan süzülen kanlar gözlerine dolmuştu. Derisinin, dalın tutup çekilmesi halinde cıvık bir şapırtı çıkaracak kadar pelte haline geldiğini görebiliyordum. Tek dostuma yaptığım bu şeyi böyle yakından görmek beni hazin bir perişanlığa sürüklemekle kalmıyor ona kendi canımı sunmak istememe neden oluyordu. Eğer bahisler yeniden açılıp o günün hesabı yeniden dürülebilseydi kalbimi, ruhumu ve akan kanımı ortaya koymaktan bir nefes süresi boyunca dahi tereddüt etmezdim.

Açıkta kalan dişlerinin arasından ona ait olmayan bir sesle ismimi duyuyordum. Sürekli tekrar ediyor, sanki adımla alacağı intikamın yeminini ediyor gibiydi. Bastonun sesi yükselerek zihnimin duvarlarında yankılanmaya başladı. Tak tak tak tak... Ses her saniye daha da yükselmeye devam ediyordu. Yükseldi, yükseldi, yükseldi. Tak tak tak tak... Artık içimden geliyordu.

Aniden gözlerim açıldı.

Yüzüme düşen zarfı çekip kendimi nefes almaya zorladım. Hepsi bir rüyaydı. Bir kabustu. Meydan hanın yumuşak yatağında yumurta, zarf ve kafamdaki tilkilerle uyuya kalmıştım. Fakat hemen sonra baston sesinin devam ettiğini fark ettim. Tak tak tak tak... Hayır. Bunca zamandır sadece kapı çalıyordu. Yeni fark ediyordum ki aynı ses rüyama da musallat olmuştu.

''Geliyorum,'' dedim ayaklanırken. Bu denli ısrarın haklı sebepleri olsa iyi olurdu. Kapıya yürürken aniden durdum. Beni bulmuş olabilirler miydi? ''Hayır,'' dedim dışımdan. Durum bu olsa nezaket kurallarından sapmamak için kapıyı çalmayı bırak; beni yüzümde zarf, kıçımda pireyle tutuklarlardı.

Kapıya yürürken yere ne zaman attığımı bilmediğim yastığa takılarak sendeledim. En nihayetinde kapıyı açtığımda Agiel kızgın demirlere basma isteği uyandıran sırıtmasıyla kapıda duruyordu. Sanki dakikalardır değil de sadece saniyelerdir orada kapıya vuruyormuş gibi.

Her parçamın yerinde olduğunu teyit eder gibi beni süzdü. ''Kapıyı açmak için reenkarne olman falan mı gerekti?''

''Beklemek canını sıktıysa sadece yapmasaydın. Burada ne işin var, odamı nasıl buldun?''  Oda numaramı öğrenmemesi için özel bir çaba sarf etmesem de dikkatli olduğuma emindim. Duymamasını ve görmemesini sağlamıştım. Oysa şimdi buradaydı. Buranın çalışanı olması bazı kıyakları beraberinde getiriyor olmalıydı.

''Havlu kontrolü yapıyorum,'' dedi. İnanmıyor gibi kaşlarımı kaldırdım. ''Evet, kirli havlun var mı?'' Ortaya attığı bahaneyi desteklesin diye başını sallıyordu.

Gözlerimi kıstım. ''Varsa ne olacak?'' Ellerimi kapının iki yanına yaslamış ve kollarımla tüm girişi kapatmıştım.

''Temiz olanları vereceğim.'' diyerek omuzlarını indirip kaldırdı. Zaten ortada olan mantıklı açıklamayı göremiyormuşum gibi. Kirli havlu toplarken giyilmeyecek türden şık kıyafetlerine ve durduğu yerin çevresine baktım.

''Temiz havlular nerede?''  Bir süre yüzüme boş baktıktan sonra beni kenara itip içeri girdi. ''Hayır-'' diyene kadar odanın ortasına gelmiş ve yeniden bana dönmüştü. Çiziksiz ayakkabıları her adımda gıcırdıyordu.

Sırasıyla yerdeki yastığa ve dağınık yatağa baktı. ''Konumuz bu değil.'' Konumuz gayet buydu.

''Öyle mi, ne zamandan beri?'' Beni duymamazlıktan gelerek kapıyı işaret etti. ''Kapatabilirsin, soğuk giriyor.'' Tek sorun buymuş gibi davranıyordu. Frak takımının eteğini düzelterek yatağıma oturdu. Koridordan geçen bir çift meraklı sarı göze denk gelince dediğini yapıp kapımı kapattım.

''Bir partiye davetliyim.'' Kapıya yaslanıp onu dinlediğimi belli eden ifadeyi takındım. Bir gecede Merga'yı bulması imkansız olduğundan işe yarar pek bir şey duymayı ummuyordum. ''Aradığın kişinin kaçırmayacağı türden bir davet. Sana onu orada bulacağının garantisini veremem lakin,''  Söyleyecek olduğu şeyden emin olmadığını gözlerimle görüyordum. Yine de bahsettiği ihtimalle sırtım dikleştirip başımı salladım. ''Lakin belki de orada olup şansını denemelisin.''

Gözlerim büyüdü. Emin değildim fakat belki de kulaklarıma kadar gülüyordum ya da yüzümdeki amansız bir felçti. Bana Merga'yı bulma şansı veriyordu. Böyle bir gelişmeyi bir gecede elde etmiş olamazdı, üzerine düşünmek için kendine saklamış olmalıydı. Lakin şimdi buna öfkelenmeyecek ve yaşam kanı kimliğimle atacak olduğum ilk adımın keyfini sürecektim. Yüzümdeki değişimi incelerken dudağı keyifle yukarı seğirir gibi oldu fakat hemen sonra sesini düzelterek ciddiyetini geri topladı.

''Beni tanımayacaksın. Aramak ve bulmakta yok. Sana sadece konumu ve giriş biletini vereceğim.'' Hızla başımı salladım. Kulağa iyi gibi gelen bu haberin sonum olabileceğini kimsenin söylemesine gerek yoktu. Sosha'nın ızdıraplı ruhu gözümün önünde belirince irkildim. 

Aldığım tek cana karşılık binlercesini kurtarma planı vicdanımın sesini sadece birazcık kısıyordu. Bu yüzden büyümü yokladım ve damarlarımı cesaretle doldurması için bana ''Yaşam kanı,''  diye fısıldamasına kulak verdim.  ''Varlığını tüm karanlık ruhlara kazıyacağım.''

Minik yıldıza dokunmak vereceğiniz en faydalı destek olacaktır. Burada olduğunuz için teşekkürler ♥️♥️♥️

Continue Reading

You'll Also Like

71K 5.2K 36
Altı elementin bulunduğu bir okul. Bu okula her şeyden habersiz, bir gece yarısı zorla kaçırılıp getirilen bir baş rol. Annesiyle aynı gece kaçırılıp...
182K 15.2K 40
Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar için bir zevk ve güç gösterisi olan bu oyu...
58K 207 18
Tecavüz,şiddet,taciz ve sex içerir.Bu bir sexting eseridir.
23.6M 1.4M 78
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...