ATEŞPARE (+18)

By cerennmelek

43.9M 2M 6M

Korkmuyordum, ne karanlıktan, ne gürleyen gök gürültüsünden, ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünk... More

ATEŞPARE
1.Bölüm: V
2.Bölüm: KAOS
3.Bölüm: O PİTİ PİTİ
4.Bölüm: KANLI YÜZLER
5.Bölüm: ATEŞ PARÇASI
6.Bölüm: SOĞUK SAVAŞ
7.Bölüm: ŞEKİL DEĞİŞTİREN
8.Bölüm: KAYBEDİŞ
9.Bölüm: ESARET
10.Bölüm: KABULLENİŞ
11.Bölüm: TUTKULAR VE SAVAŞLAR
12.Bölüm: SAHTEKAR CİNAYETLER
13.Bölüm: MELEK YÜZLÜ ŞEYTAN
14.Bölüm: KARANLIK SIRLAR
15.Bölüm: OYUNBAZ UYKULAR
16.Bölüm: KURT MU KUZU MU
17.Bölüm: VEDALAR VE BAŞLANGIÇLAR
18.Bölüm: TANRININ CİLVESİ
19.Bölüm: YANGINDAN TAŞAN ATEŞ PARÇASI
20.Bölüm: KURTLAR SOFRASI
21.Bölüm: HİLEKAR DOKUNUŞLAR
22.Bölüm: KANLI PİYON
23.Bölüm: KANIŞLAR VE KAZANIŞLAR
24.Bölüm: SAHTE SEVGİLİLER
25.Bölüm: ALANGUVALARIN MUCİZELERİ
26.Bölüm: KÜÇÜK KIYAMET
27.Bölüm: ŞEHVETİN TEHDİTKAR CAZİBESİ
28.Bölüm: GEÇMİŞİN ESİNTİSİ
29.Bölüm: KIVILCIM
30.Bölüm: PERDELENEN KUŞKULAR
31.Bölüm: TEHLİKELİ SULAR
32.Bölüm: ATEŞ ÇIKMAZI
33.Bölüm: BÜYÜK PATLAMA
34.Bölüm: AZRAİL'İN PENÇESİ
35.Bölüm: YER ALTI
36.Bölüm: DOLAMBAÇLI HAYATLAR VE ÇARPIK OYUNLAR
37.Bölüm: KANLI MAKAS
38.Bölüm: SAHİPSİZ KİMLİKLER
39.Bölüm: MELEKLER VE ŞEYTANLAR
40.Bölüm: CANAVAR
41.Bölüm: MADALYONUN İKİ YÜZÜ
42.Bölüm: AŞKLAR VE ZAAFLAR
ÖZEL BÖLÜM
43.Bölüm: YALAN SANATI
44.Bölüm: DOMİNO TAŞLARI
45.Bölüm: TUTUKLU ZİHİNLER ZİNDANI
46.Bölüm: ACI KAN
47.BÖLÜM: LANETLİ MASKELER
48.Bölüm: VAHŞETİN ÇAĞRISI
49.Bölüm: AŞKA YENİLİŞ
50.Bölüm: GEÇMİŞİN KANLI SAHNELERİ
51.Bölüm: YANGINA DÜŞMÜŞ ATEŞ PARÇASI
52.Bölüm: ÜÇÜNCÜ İHTİMAL
54.Bölüm: KOBRA'NIN ZEHRİ
55.Bölüm: ATEŞ HATTI
56.Bölüm: KAPANMAYAN DAVALAR
57.Bölüm: SANAT ESERİ
58.Bölüm: KATİL AVCISI
59.Bölüm: ALEV BEDENLERDEN KÜL RUHLARA
60. Bölüm: KAYBEDİLMİŞ ZAFER
61.Bölüm: RESİM HIRSIZI
62.Bölüm: HEZARPARE
ÖZEL BÖLÜM: ATEŞ ALANGUVA
63.Bölüm: İNTİKAM TİMİ
64.Bölüm: KIRIK YOK OLUŞLAR
65.Bölüm: İKİNCİ PERDE
66.Bölüm: CANAVARIN ÖTESİNDE
67.Bölüm: KÖTÜLÜĞÜN TOHUMU
68.Bölüm: GÜÇLÜ ADIMLAR VE KURNAZ SAVAŞLAR
69.Bölüm: GÜNAHKARLARIN SON GÜNAHLARI
ALINTI VE DUYURU
70.Bölüm: PANZEHİR
71.Bölüm: İSYAN
72.Bölüm: EN GÜZEL ZARAR
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT
ÖZEL BÖLÜM: AYLİN
73.Bölüm: EFSANELER UNUTULMAZ
74.Bölüm: CANAVARI ANLAMAK VE ADALETİ ARAMAK
75.Bölüm: EN ZOR SAVAŞ
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT
76.Bölüm: YIKIM VE KIYIM

53.Bölüm: İNSAN AVI

534K 22.2K 67K
By cerennmelek



Bol bol yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayın ateş parçaları 🔥

Scary People - Georgi Kay

Will I Make It Out Alive - Tommee Profitt

Time Fades Away - Two Feet




53.Bölüm: İNSAN AVI

Ben iki kimliğimle de hiç kimseye tamamen güvenmemiştim, ben iki kimliğimle de sevememiştim. Ben iki kimliğimle de kimseyi kabul etmemiştim zehirli tellerin olduğu kanlı zihnime.

Şimdiyse bir adam için doğru bildiğim her şeyi siliyor, yeni doğrular yazıyordum. V uyumuyordu, V her şeyin farkındaydı ama bir gerçek vardı ki V de bu sevgi karşısında afallamıştı.

Elimde çok fazla farklı kan vardı, ellerime onun kanı da bulaşmıştı. Onu öldürmeye çalışmıştım ve neredeyse başarılı olacaktım. Neredeyse...

Gözlerimi her kapattığımda, onu bıçakladığım anı hatırlayıp duruyordum. Ben çok kişinin canını almıştım bu ellerle ama bu ellerin onu ölümün kıyısına götürmüş olmasını hazmedemiyordum.

Bir de bunu benden gizlemek için her şeyi yapmıştı. Öğrendiğimde 'Bunu yapan sen değildin.' deyip durmuştu çünkü o iyi biliyordu. Kontrol edemediğim her şey için kendimi suçladığımı iyi biliyordu.

İsteyerek yapmamıştım ama onun göğsüne giren bıçak benim ellerimdeydi. İşte bu düşünce, canımı şaşırtıcı derecede acıtıyordu.

Sıcak güneş, buğday tenine vururken göğsü belli bir ritimle inip kalkıyordu. Göğsünden doğruldum, iki gündür buradaydık. Onunla dinlenmek iyi gelmişti ve ikimizin de hiç dönesi yoktu. Bu ada ikimize de iyi geliyordu, buradayken sanki ben katil o da mafya babası değilmiş gibiydi. Buradayken sanki peşimizde dünyanın düşmanı yokmuş gibiydi. Burada olmayı seviyordum.

Ben saçlarını okşarken onun gözleri açılmaya başlamıştı. Yüzümü gördüğünde gülümsedi. "Günaydın." dedi kalınlaşmış sesiyle.

"Günaydın." dedim, saçlarını okşamaya devam ederken. Belimdeki eli beni kendisine biraz daha çekti. Kısık gözleriyle yüzümü uzun uzun incelerken fazla seksi duruyordu. Ona doğru uzandım, dudaklarımı dudaklarına bastırdım.

Sanki bu öpücüğümü bekliyormuş gibi, büyük bir istekle karşılık verdi. Dudaklarımdan ayrılan dudakları boynuma indiğinde inledim. "Günlerdir sevişmiyoruz, çok kötü durumdayım."

"İyileşmedin daha Aşkın, ayrıca tek kötü durumda olan sen değilsin." İki gündür sürekli fazla seksi giyinmiş ve cilvelerimle onun başını döndürmüştüm ama bir türlü sonuca ulaşmamıştık.

Onun dudakları göğsüme doğru inerken ittirdim ve yatakta oturdum. "Eğer sevişmeyeceksek hiç devam etmeyelim, bu gidişle haremime geri dönmem gerekecek."

O da benimle birlikte doğruldu, çatık kaşlarıyla bana bakıyordu. "Kim varmış o hareminde?"

"Evet haremde durumlar karışık. Güray büyük ihtimalle, asla benim kadar iyi olamayacak o seri katil tarafından hakkı rahmetine kavuşturuldu. Kaya desen annesini kaybetti, Murat ayrı bir konu, gerçi benim eskiler de var senin tanımadığın,"

"Tamam Aşkın, yeter." Yanağına uzandım, uzun bir öpücük bıraktım. Kokusu ciğerlerime dolarken, sanki saatlerdir uyumamış gibi yine mayışmaya başlamıştım.

"Hemen de kıskan ama gerçekten Ateş o kadar aksiyonlu bir hayatımız var ki bir türlü sevişemiyoruz. Adaya geldiğimizde sevinmiştim belki ilk gelişimizdeki gibi seks dolu bir gün yaşarız diye ama tık yok! Bak şu direğe bak," dedim elimle direği işaret ederek. "Bir kere kullanamadık, hani sözlerini tutan adamdın, hani beni o direkte on farklı pozisyonda," Boynumdan tutarak kendine çekti ve dudaklarıma başımı döndürecek bir öpücük daha bıraktı.

"Murat ne alaka, hadi diğer piçlerle bir geçmişin var, onu niye sayıyorsun?" dedi sanki az önce beni iştahla öpmemiş gibi gergince.

"Çünkü o da hareme girmeye fazla hevesliydi."

"Aşkın." dedi ı harfini gereğinden fazla uzatarak. O yataktan kalkarken ben onu inceliyordum. Son zamanlarda yanımda tişörtünü pek çıkamıyordu, yarasını her gördüğümde o anlara döndüğümü biliyor ve sanki hiç görmemişim gibi benden saklıyordu.

"Ateş." dedim onu arsız gözlerle süzerken.

"Efendim," dedi banyoya girmeden önce omzunun üstüne bana bakarak.

Elimi geceliğimin eteğine götürdüm, eteği yavaşça yukarı doğru sıyırırken başımı da hafifçe omzuma doğru eğmiştim. Alt dudağımı ısırdım, bakışlarım kasıklarındayken.

"Yaralarıma zarar vermeden de zevk verebilir ve alabilirim." Ayrıca abarttığı gibi yaralarım da yoktu, çok daha kötülerini görmüştüm. Sürekli yattığım süre boyunca iyileşmişti vücudum ama o bunu anlamamakta ısrar ediyordu. Çoğu zaman benim bir seri katil olduğumu unutuyor, sanki narin bir kadınmışım gibi hareketlerine dikkat ediyordu.

"Seni o kadar özledim ki, eğer başarsam canını yakacak kadar sert olurum." dedi beni baştan aşağı süzerken. Kafamı hevesle olumluca salladım.

"Evet, lütfen. O kadar sert ol ki günlerce bacaklarımın üstünde sağlam duramayayım." Kısık gözlerim ve tutkulu sözlerim onun nefesini kesti. Gözlerini kısa bir an yumdum. Ardından da daha fazla dayanamıyormuş gibi bana yürüdü.

Önce eğilip dudaklarımı uzun uzun öperken, bir eli siyah, ince geceliğimden taşan göğüslerimi okşuyordu. Elim kasıklarına gittiğinde, dişini alt dudağıma geçirdi.

"Beni mahvediyorsun." dedi nefessizce.

"Bugün seni mahvetmeyeceğim, bugün senin başını döndüreceğim." Elim siyah eşofmanının lastiğine gitti. Çeneme de bir öpücük bırakarak geri çekildi, doğruldu. Göğsü hızla inip kalkıyordu.

Bu sırada tabi ki de telefonu çalmaya başladı. Bıkkın bir şekilde gözlerini yumdu.

"Kesin Pusat, amına koyayım ya." dedim söylenerek ve yataktan kalkmadan komodine uzandım. Tam da tahmin ettiğim gibi Pusat arıyordu, telefonu Ateş'e uzattım. Bence Pusat'ın elinde öyle bir teknoloji vardı ki, biz her yakınlaştığımızda ona sinyal gidiyordu! Yani bunun başka bir açıklamasını bulamıyordum.

Gergince telefonu elimden çekip aldı. Aramayı yanıtladı, bir süre karşı tarafı dinledi. "Tamam, geliyoruz." dedi ve telefonu kapattı.

"Ne olmuş?"

"Bahar'ın doktoru gelmiş."

"Daha önce gelmesi gerekmiyor muydu?"

"Evet ama önemli birkaç ameliyatı vardı."

"Of ama ben hiç iyi değilim." dedim kendimi yatağa bırakarak. "Hızlıca yapsak aslında, çok sürmez." Hala bir umut ona bakıyordum ama o kıçını dönüp banyoya girmişti bile. Bana nasıl karşı koyabiliyordu? İradesi cidden sağlamdı.

Ben de üstümü değiştirdim. Krem bir pantolonun üstüne krem crop giyinerek üstüme de koyu kahve ceket geçirdim. Spor ayakkabılarımı giyinirken banyodan su sesi geliyordu.

Bunların hepsinin intikamını ondan alacaktım. Öyle kuduracaktı ki bundan sonra her dakika benimle sevişmek isteyecekti!

"Benim gibi kadın bulmuş da kendini tutuyor! Hayır anlamadığım şey bir insan nasıl benim gibi mükemmel bir şeye bu kadar karşı koyabilir? Bu adamın kesin özel güçleri var." Ben söylenirken Ateş'in seslerini duydum, banyodan çıkmıştı.

Sesimi yükselterek, söylenmeye devam ettim. "Hayır yani en sonunda gidip ben de dörtlü grup yapacağım o olacak."

Bu sırada Ateş arkamdan gelmişti, ben ona dönemeden kolunu belime sardı. Beni kendisine çektiğinde sert kaslarını tenimde hissettim. Boynumu derince kokladı ve bir öpücük bıraktı.

"Müstakbel karımın bu kadar libidolu olması mükemmel ama o libido sadece banaysa." dediğinde, kıkırdayarak ona dönmüştüm.

"Kaslı ve yakışıklı erkekleri seviyorum ama favorim sensin." Kaşları hoşnutsuzca çatıldı. "Ne? Sen seksi kadınları sevmiyor musun?"

"Sevdiğim tek şey sensin, o yüzden sen de germe beni." dediğinde gülümsemem genişledi.

"Doğru, evleneceğiz biz." derken, göğsünü okşuyordum. Elim yarasına geldiğinde gülüşüm dudaklarımda soldu. "Acıyor mu?"

"Hayır, hiç acımıyor." dedi beni rahatlatmak ister gibi gülümserken.

"Bir de o halde beni kucağında gezdirip durdun."

"Yaram kaynamıştı Aşkın." Eğilip, saçlarımın arasına bir öpücük bıraktığında ben de başımı göğsüne gömdüm.

"Ne zaman gideceğiz Ateş? Bu kadar tatil yeter, düşmanlarımız bizim toparlanmamızı beklemeyecek, sahalara dönmemiz gerek." Cinayet işlemek istiyordum, buna ihtiyacım vardı.

"Burada boş durmuyoruz Aşkın, sen bunları dert etme."

"Bu artık ikimizin ortak olduğu bir iş Ateş, beni geri plana atmaya çalışma. Ayrıca benim de yoğun bir seri katil olduğumu unutuyorsun."

"Seni geri plana falan attığım yok, sadece dinlenip kendine gelmeni istedim."

"Dinlendim, kendime de geldim." Nefesini sıkıntıyla verdi.

"Öldürmeyi özlediğini biliyorum ve bu hiç sağlıklı değil Aşkın."

"Bir ruh hastası olduğumu en başından beri biliyorsun."

"Sıkıntı senin kimliğin değil, sıkıntı senin karanlık arzuların."

"Bu arzular benim yaşadığımı hissettiriyor. Eğer normal bir kadınla olmak istiyorsan, onun asla olmayacağını bil."

"Canına zarar gelmediği sürece karanlık arzularına dahil olabilirim." dedi kısılan sesiyle. "Olacağım da, işleyeceğin cinayetleri bilmem ama seninle planlarım var. Rusya'ya gidiyoruz."

"Ne zaman?" dedim hevesle.

"En kısa sürede, planı ayrıntıyla oluşturalım önce. Her şey için kendine gelmeni bekledim." Rusya'ya gitmesi gerekiyordu birini öldürmek için, beni yanında götürmek istemiyordu aslında ama beni Türkiye'ye bıraktığı an vahşi cinayetlerime geri döneceğimi biliyordu. O cinayetleri işlememe engel olamayacağını da biliyordu. Rusya'ya götürerek beni oyalamaya çalışıyordu.

Şimdi böyle oyalıyordu, peki ileride ne yapacaktı? Bana nasıl engel olmaya çalışacaktı merak ediyordum.

"Ödemeyi nasıl yapacaksın?" dediğimde güldü.

"Nasıl istersin?"

"Adanın üstüne ne çıkar bilmiyorum, Cebonayan koltuğu da verdin, bir düşüneyim." dedim işaret parmağımı çeneme koyarak. "Uçak! Özel jetim yok benim."

"Her seferinde pahalı şeyler mi isteyeceksin benden? Müstakbel kocanı batırmak mı istiyorsun? Biraz tutumlu ol, bundan sonra senin benim yok." derken fazlasıyla eğleniyordu.

"İş ayrı ilişkimiz ayrı bir kere! Sen V'yi tutuyorsun, tabi ki de hakkım olanı vermelisin. Ve ayrıca karına alacağın hediyelerle de fakirleşmezsin! Bak sen cimrileşmeye başladın iyice, gerçek yüzün bu aslında değil mi? Çok zengin insanlar hep çok cimridir zaten." Yüzümü iki yanından tuttu, dudaklarıma uzun ve sert bir öpücük bıraktı. Ardından üstünü giyinmek için bana arkasını döndü.

Dolaptan kıyafet çıkarırken onu izliyordum. "Kahvaltıyı yapıp mı gidelim?"

"Ne gerek var canım? Orada yaparız işte." dedim hemen.

Güldü. "İşlediğin cinayetleri bilmezsem, senin çok tembel bir insan olduğunu düşüneceğim."

"Böyle işler yapmayı sevmiyorum," dedim omuz silkerek.

"Böyle işler dediğin, yaşamak için temel ihtiyaçlar. Kahvaltısı alkol ve sigara olan biri olarak sen pek bilmezsin."

"Ne alaka canım, ben bu kasları nasıl yaptım sanıyorsun? Kendime çok da güzel kahvaltı hazırlarım ben."

"He o zaman bana üşengeçsin."

"Yani, müstakbel kocam varken neden kendimi yorayım ki?" dediğimde omzunu üstünden bana baktı.

"Oo yandık, evlendiğimizde de böyle mi yapacaksın sen?" dediğinde cümlesi beni düşünmeye itti. Evlenme teklifini kabul etmiştim ve bu bir gün evleneceğimizi gösteriyordu. "Pek inandırıcı değilsin, neler hazırlıyordun?"

"Oo neler neler, dur sayayım! Haşlanmış yumurta," Ben konuşurken Ateş altındaki havluyu çıkarmıştı. Güzel, kalkık kalçasıyla karşılaştığımda konuşmaya devam edemedim.

Odanın sıcakladığını hissederken yutkundum. Bu kadar kuduruk olmak beni öldürecekti. Biraz daha kalırsam her şeyi siktir edip kucağına atlayacağımı bildiğim için arkamı dönerek hızla uzaklaştım yanından.

Ellerim o güzel kıçına şaplak atmak için kaşınıyordu.

Ateş'in içeriden güldüğünü duyuyordum. Salona geçip, kendime bir kadeh viski doldurdum.

Koltuğa oturup bacak bacak üstüne attım. Ateş de bu sırada üstünü giyinmişti. Krem rengi bir kumaş pantolon ve aynı renk, tüm vücut hatlarını enfes şekilde belli eden bir tişört giyinmişti.

Yanıma yakınlaştı, bana doğru eğildi. Dudaklarını dudaklarıma değdirecek kadar yakınlaştı ama öpmedi. Elimdeki kadehi alıp geri çekilirken keyfi fazlasıyla yerindeydi.

Yazık, yaşayacaklarından hiç haberi yoktu.

"Hadi gidelim kahvaltı yapmayacaksak."

"Gidelim." dedim ve kalktım. Evden çıkıp ATV'lere bindik.

"Yarış yapalım, önce varan diğerinin istediği bir şeyi yapsın." dedim hevesle.

"Ben sana istediğim şeyi zaten yaptırırım." dedi, kendinden emin bir ifadeyle.

Güldüm alayla. "Siktir oradan güzelim." Motoru çalıştırdım. "İyi olan kazansın." Aynı anda başladık sürmeye. Engebeli arazide, tozu dumana katarak ilerliyorduk.

Ateş önüme geçtiğinde gözlerimi kısarak biraz daha hızlandım. Onu solladığımda güldüğünü işitmiştim. Benim aksime o her oyunda hırslı olmuyordu, zevk almaya bakıyordu. Ve benim hırsım kazanmamı sağladı. Yakın mesafeyi, baya bir uzatmıştık ama önce varan ben olmuştum.

Ben ATV'den indiğimde Ateş de inmişti. "Ben kazandım! İstediğim bir şeyi yapacaksın."

"İstediğin bir şeyi bana yaptırmak için bir şey kazanmak zorunda değilsin." dedi bana yakınlaşırken. "Ne isteyeceksin?"

"Sonra söyleyeceğim." dedim göz kırparak. Elimi tuttu, birlikte tekneye bindik. O güverteye geçip tekneyi çalıştırırken ben de kendime bir kadeh içki doldurdum.

Yanına ulaştığımda gözlerini kısmış, dikkatle denizi seyrediyordu. Kalçamı teknenin korkuluklarına yasladım, kadehimi yudumlarken.

"Çok seksi gözüküyorsunuz." dedim oyuncu bir tavırla. "Bir arzunuz var mıydı?"

Alt dudağını ağzının içine yuvarladı, kısık gözleriyle bana bakarken gülümsedi. "Fantezi mi yapıyoruz?"

"Yapamıyoruz, bir halt yapamıyoruz." dedim söylenerek ve yüzümdeki seksi ifadeyi dağıtarak.

"İçme sabah sabah bu kadar, miden rahatsız olacak."

"Alışkınım ben." Daha fazla zorlamadı.

Yolculuk beni acıktırırken okyanusu seyretmekten de sıkılmıştım. Neyse ki çok sürmeden Ateş'in adasına varmıştık. Birlikte tekneden inip, eve geçerken elimi bir kez olsun bırakmamıştı.

"Baybora ve Ferda bana öfkeli olmakta haklılar."

"Haklı falan değiller, bilincinin yerinde olmadığını biliyorlar ama saçmalıyorlar işte."

"Aslında saçmaladıklarını düşünmüyorum, ben ablamı o halde görseydim buna neden olan kişiyi onun hayatından tamamen çıkartırdım." dediğimde evin önünde durmuştuk.

"Aylin'i çok seviyorsun, bu bir kardeş sevgisinden daha öte." dediğinde bahçeye gülerek çıkan ablamı gördüm. Hemen arkasından Baybora da çıkmıştı, bir şeyler konuşuyor ve gülüşüyorlardı.

"O sadece ablam değil, yaşama sebebim."

"Sen kayıpken de, baygınken de mahvoldu. Onun yaşama sebebi de sensin."

"Biliyorum." Keşke olmasaydım da o da yaşasaydı. Yürümeye devam ettiğimizde bizi fark ettiler.

"Geldiniz sonunda." dedi ablam, endişeli gözlerle beni süzerken. "Kendine geldin mi? Güzelce dinlendin mi?" derken kollarını boynuma dolamıştı.

"Evet Ateş bana çok iyi baktı." dedim, ablamın sarılışına karşılık verirken. Baybora'yla da sadece kötü kötü bakıştık.

Ablamdan ayrıldığımda, yanağıma bir öpücük bıraktı. "Kahvaltı yaptınız mı?" dedi, ablam.

"Yok, yapmadık daha." dedim, Ateş tekrar elinin belime koyarken.

Bu sırada Baybora'nın bakışları elime takılmıştı, parmağımdaki yüzüğe çatık kaşlarıyla bakıyordu. Öfkeli bakışları Ateş'e döndü.

"Annemin yüzüğü." dediğinde ablamın da ilgisini çekmişti. Parmağımdaki yüzüğe bakarken gözleri irileşti. Bir bana bir Ateş'e baktı.

"Aşkın, bu ne?" dedi, ablam dehşet içinde.

"Yüzük." dedim, omuz silkmeden hemen önce.

"Evlenmeye mi karar verdiniz?" dedi ablam aynı şaşkınlıkla.

"Evet." dedim, ablamın ifadesini izlerken. Bu durumdan pek hoşnut durmuyordu.

"Daha erken değil mi evliliği düşünmek için?" dedi ablam sertleşen ifadesiyle.

Konuşacaktım ki Tarık bağırarak dışarı çıktı. "Yarım edin komşular! Bu dev beni öldürecek." Pusat arkasından küfür ederek koşturuyordu.

Tarık arkama saklandı. Pusat da hemen karşıma dikildi. "Çık lan oradan düdük."

"Kes lan." dedi Tarık ama ceketimi o kadar sıkı tutuyordu ki tırnaklarını hissediyordum sırtımda.

"Aşkın çekil, öldüreceğim şu şerefsizi."

"Ne gürültü bu sabah sabah?" dedi Ateş ikisine bakarken.

"Bu it var ya bu it." dedi Pusat eliyle Tarık'ı işaret ederek. "Gece ben Bahar'ın yanına gitmeyeyim diye başımda nöbette durdu, ben uyuduktan sonra da yanıma yatmış. Bir kalktım, kucağımda şerefsiz. Üstüme yatmış, bir de koala gibi sarılmış." dediğinde ablam kahkaha atarken ben de gülmüştüm. Ateş de gülmemek için dudağını yalarken Baybora bir robot olduğu için çok eğlenmiyordu.

"Oh canıma değsin sen Ateş'e kaymaya çalışırken Tarık sana kaymış." dedim, keyifle.

"Ne diyorsun kızım kaymak maymak." dedi Pusat triplere girerken.

Bu sırada bir koruma, eli silahında koşturarak yanımıza geldi. Bizi gördüğünde koşuşu yavaşladı, bakışları üstümüzde gezinirken silahını geri yerine koydu.

"Ne oldu Ayberk?" dedi Ateş, Ayberk'e bakarken. Demek Pusat'ın kıskandığı Ayberk buydu.

"Ben bir kız çığlığı duyunca, bir şey oldu sandım." dediğinde Tarık böğürerek çıktı arkamdan.

"Ne kız çığlığı kardeşim? Ben bağırdım." dedi, gereksiz kalınlaştırdığı sesiyle.

"Öyle mi? Kusura bakmayın." dedi ve Ateş'le aralarında kısa bir bakışma geçtikten sonra yanımızdan geldiği gibi hızla ayrıldı.

"Salağa bak, kız çığlığıymış." diye söyleniyordu.

"Şu Ayberk ilk defa doğru bir şey dedi bak, on yaşındaki veletler gibi cırlıyorsun." dedi Pusat, Tarık'ın arkamdan çıkmasını fırsat bilip üzerine yürürken.

"Gelme üstüme! Katil!" diyerek koşmaya başladı Tarık, Pusat da peşinden koşarken çok geçmeden gözden kaybolmuşlardı. Ormana doğru koşuyorlardı, orada olacakları tahmin edebiliyordum.

Ya Tarık fazla koşup aslanları görecekti, ya da Pusat onu oraya varmadan yakalayacak ve yere düşüp öpüşeceklerdi. İkincisi çok eğlenceli olurdu.

"Acıkmışsındır sen," dedim Ateş'i elinden tutup içeri sürüklerken. Asla kendim acıktığım için söylemiyordum. Masaya oturduğumda Ateş de karşıma oturdu, Fernando kahvemi getirdiğinde ona teşekkür ettim.

Hızla yemeğe koyulduğumda Ateş benim aksime çok acıkmamış olacak ki bir elinde tabletiyle masadan ilgisiz duruyorsun. "Elinden tablet düşürmeyen küçük veletler gibisin." diye söylenmemle ekranını kapattı.

"İşlerim var Aşkın."

"Dakika başı ne işi?"

"Tüm işleri buradan kontrol ediyorum, ada, şirket, gece kulübü, hatta Cebonayan..." O da kahvaltıya başladı.

"Pusat, Ayberk'i daha önce sürgün ettiğini söyledi. Sebebi neydi?"

"Ferda'ya aşıktı." dediğinde içtiğim kahve boğazımda kaldı.

"Ferda'ya aşık olmayan var mı?" dedim alayla, Ateş'in kaşları çatıldı.

"Kim aşıkmış başka?"

"Hiç, hiç kimse." dedim hızla, Tarık'ın bu adadan sağ çıkmasını istediğim için. Gerçi Ateş gibi zeki ve uyanık bir adam çoktan olanları anlamış olmalıydı. "Yani sadece kardeşine aşık diye onu sürgün mü ettin?"

"Hayır, bu aşkı işine yansımaya başlamıştı. Ona bir iş verdiğimde beni sorguluyor, sürekli önceliği Ferda oluyordu sanki o düşünmese ben kardeşimi korumayacağım! Bir yıl yakın korumalığını yapmıştı Ferda'nın, Ayberk'in hislerini fark edince başka bir yerde görevlendirdim ama o hala Ferda'nın yakın korumasıymış gibi davranmaya devam etti."

"Anlıyorum ama yine de sen iyi çalışanını direkt sınır dışı etmezsin, şirkette falan görevlendirirdin."

"En sonunda ikisini bastım." dediğinde bu sefer öksürmeye başladım. Ateş bana su uzattı.

"Bu Ferda bana çok benziyor, sahiden bak." dedim, keyifle.

"Maalesef, o da sever yakışıklı adamları." dedi imayla.

"Kıskanma bebeğim." dedim, göz kırparak. Kafasını iki yana salladı sadece. "Nasıl bastın tam olarak?"

"Öpüşmek üzerelerdi! Benim evimde benim kardeşimi öpecekti piç! Çalışanım bir de."

"Ferda zeki ve genç bir kadın, seçimlerine karışman doğru değil."

"Ferda o sıralar seçim yapacak durumda değildi. Babamızı kaybetmiştik, annesiz büyümüş biri için bu dayanılmazdı. O da dayanamadı, gerçekten de benziyor sana. Kendini eğlenceye ve erkeklere verdi, bir süre sonra artık bu hayat ona zarar vermeye başladı." Bana benzemesi hoşuna gitmiyordu, gerçi kimse kardeşinin soğuk kanlı bir seri katile benzemesini istemezdi.

"Yani kıskandığın için değil?" dediğimde sessiz kaldı. Kahvaltısına devam etti. "Alanguva cazibesi işte kadın da erkek de olsan oluyor, robotu bile cazibeli!"

Pusat mutfağa girdiğinde konuşmamız bölündü, nefes nefese kalmıştı. Artık koşmaktan mı başka bir şey yapmaktan mı bilemiyordum!

Ateş onu görmesiyle kahvaltısını bıraktı ve yerinden kalktı. "Sen güzelce kahvaltını yap, işlerle ilgileneceğim." dedi bana da açıklama yaparak.

Açıklama yapması Pusat'ın burnunu kırıştırmasına sebep olduğunda, Pusat'a dil çıkardım. Tam iki elini havaya kaldırıp, el hareketi çekmeye hazırlanmıştı ki Ateş onu tişörtünü ense kısmından tutarak içeri götürmüştü.

Bu sırada telefonumu çıkardım, bir mesaj gelmişti.

Yüz yüze konuşmamız gerek.

Mesajı gönderen Murat'tı.

Ne oluyor? Ne konuşacaksın benimle?

Sana ulaşmamı engellemeye çalışıyor, ayrıca telefonun kontrolü onun elinde.

Tam cevap yazacaktım ki Murat'ın mesajı silindi, sanki hiç gelmemiş gibi. Ateş mi engelliyordu mesajlarının bana ulaşmasını? Peki neden?

Tuhaflıklar sürekli atıyor, işler içinden çıkılmaz bir hal almaya başlıyordu. Zoru, bilmeceleri ve karanlığı severdim tabi işler benim kontrolümdeyse. Şu sıralar hiçbir şeyi kontrolüm altına alamıyordum ve bu beni öfkelendiriyordu.

Kahvaltı yapmayı kesip Ateş'in çalışma odasına yürüdüm. Kapısı kapalıydı ama Ateş'in yüksek sesi dışarı ulaşıyordu. "Bulacaksın Pusat! Bulacaksın. Herifin yüzü bu işte."

"Kılık değiştiriyor olabilir." demişti Pusat da.

"O şerefsiz Aşkın'a zarar verdi, Aşkın'ı neredeyse öldürüyordu! Onu bulacağım Pusat, onu bulacak ve etini parçalara ayıracağım." Hararetli konuşmalarını bölmek istemedim. Oradan uzaklaştım, Ateş'le kaldığımız yatak odasına girdim.

Büyük odadaki geniş yatağa oturdum. Ateş'in evi benim evimin aksine siyah ve koyu renklerle değil, krem ve açık renklerle döşenmişti.

Kaptan'ı aradım, birkaç kere çaldıktan sonra açıldı. "Aramasak arayacağın yok İhtiyar."

"Yaşadığını biliyordum."

"Peki beynime bir çip yerleştirildiğini biliyor muydun?"

"Tarık olanları anlattı." dedi, tok sesiyle. Her geçen gün daha da yaşlanıyordu Kaptan.

"Haklıymışsın Kaptan, şu seri katili hafife almam gerekiyormuş. Sağlam çıktı pezevenk ama bir şeyi merak ediyorum." dediğimde konuşmadı, devam etmemi bekledi. "Ben bu seri katili daha önce gördüm mü?"

"Bunu sana düşündüren ne?" dedi asla değişmeyen ses tonuyla.

"Bilmiyorum, tanıdık bir tınısı var."

"Ne zaman geleceksin buraya?"

"Bilmiyorum, işler mi birikti?"

"Hayır, Ateş senin yerine yapıyor."

"Kurbanları kendi seçmiyor mu?"

"Hayır, sana gelen işleri yaptırıyor ve ödemeleri senin hesabına yaptırıyor." İşte aradığım koca buydu! Gerçi bu zamana kadar hiç koca aramamıştım ama olsun.

"İşlere ulaşmasına artık izin verme, ben gelince devam edeceğim."

"Peki, bayağı iyi işler var."

"Kaptan, benim dışımda eğittiğin biri var mı?"

"Benim eğittiğim çok kişi vardı çocuk." dedi, eğittiği askerlerden bahsederken.

"Hayır, ben ondan bahsetmiyorum. Benim dışımda, vahşetini kullandığın bir çocuk var mı diye soruyorum?"

"Ne demeye çalışıyorsun? Benim sana öğrettiklerimle beni mi sorguluyorsun?"

"Hayır, bunu yapmıyordum. Her neyse görüşürüz ihtiyar." Ekranı kapattıktan sonra bir süre sadece sigara içip düşündüm.

Şüpheler, ihtimaller, oyunlar...

Tamam beynimi kullandığım zor oyunları seviyorum demiştim de, kontrol bende olduğunda güzeldi o zor oyunlar. Rakip bile belli değilken pek zevkli olmuyordu.

Telefonumu alıp Ateş'in odasına girdim. Dosyalar ve önünde açık tabletiyle masasına dikkatle bakıyordu Ateş. Pusat da hemen onun yanında durmuş, masaya eğilmiş ve bir şeyler anlatıyordu.

Ateş beni fark etti ama önündeki şeylere o kadar dalmıştı ki kafasını kaldırmadı. Pusat'sa beni gördüğünde sırıttı ve Ateş'e biraz daha yakınlaştı.

"Yaz kızım iki kilo çimento." dedi ve ardından da çok komikmiş gibi katıla katıla güldü. Gözlerimi kısarak onlara baktım.

Ateş kafasını iki yana sallarken hala önüne bakıyordu. Hızla yanlarına ulaştım, karşılarında dikildiğimde Pusat daha çok gülmüştü.

"Telefonum hep yanında mıydı?" diye sordum Ateş'e ve bu sorum sonunda bakışlarının bana yönelmesini sağladı.

"Evet, ya arabamda ya da yanımdaydı. Neden?"

V fısıldıyordu. 'Bunu o yapıyor olabilir.' Gözlerimi sıkıca yumdum ve onu susturdum. Telefonumu Ateş'e uzattım.

"Biri telefonumun sistemine giriş yapmaya çalışıyor, benim oluşturduğum o güçlü sisteme. Ve görünüşe göre başarılı da olunmuş, cinayetlerimle ilgili iletişim kurduğum telefon bu değil neyse ki, eğer öyle olsaydı kimliğim bir kez daha ifşa olmuştu. Ancak bu telefona girmek de öyle kolay değil, uzaktan yapılabilecek bir şey değil, manuel halledilmiş. Yani Ateş, ortada fazla şüpheli bir durum var."

"Nasıl anladın bunu?"

"Murat, biri Murat'ın bana ulaşmasını engellemeye çalışıyor."

"Murat'a ben de ulaşamıyorum, onu bulduğumda öldürecektim ama sanki yer yarıldı da içine girdi." Elini bana uzattığında telefonu ona vermedim. "Araştırma yapalım."

"Yok, ben kendim yapacağım. Benim kadar başarılı ve zeki mühendislerin olduğunu sanmıyorum." dediğimde, sert ifadesi yumuşadı.

Odadan çıkmak için arkamı dönmüştüm ki Ateş tekrar konuştu. "Aşkın, teşekkür ederim."

"Ne için?" dedim, ona dönmeden.

Sessiz kaldı, cevap vermedi ama ben ne için olduğunu çok iyi biliyordum. Ona güvendiğim için bana teşekkür ediyordu. Şüphelerimi onunla paylaştığım için ve birlikte ilk adımlarımızı atmamızı sağladığım için.

Salona geçtiğimde, herkes de salondaydı. Tarık, Bahar'ın yanına oturmuş ona kısık sesle bir şeyler anlatıyordu. Ferda kaçamak bakışlarla Tarık'ı seyrediyordu. Ablam ve Baybora da sohbet ediyorlardı.

Üçlü koltukta Bahar'ın diğer tarafına oturdum. "Nasıl hissediyorsun?"

"Kalbim sanki yerinden çıkacakmış gibi Aşkın! O kadar heyecanlı ve mutluyum ki, Allah tüm dualarımı kabul etti. Bak göreceğim şimdi, sizi göreceğim, doğayı göreceğim, mutluluktan ölecek gibiyim." Yüzüne gelen saçını, kulağının arkasına sıkıştırdım.

"Ölmek yok, yeni başladın yaşamaya."

"Her şey senin sayende, çok teşekkür ederim Aşkın. Sen benim kahramanımsın."

"Pusat değil de benim değil mi?" dediğimde kıkırdadı.

"Sen daha önce kahramanımsın."

"Evet o kahraman değil, Shrek."

"Ben ne oluyorum burada?" dedi Tarık kıskanç şekilde bizi bölerken.

"Eşek." dediğimde dil çıkardı.

Baybora kalktı yerinden birden. "Doktor gelmiş, tesiste Bahar'ı bekliyor." Tarık, Bahar'ı elinden tutup kaldırdı.

Bu sırada Ateş ve Pusat da salona girmişlerdi. Birlikte arabalarla tesise geçerken, Ala'ya sadece Ateş ve ben binmiştik.

"Ne zaman döneceğiz?" dediğimde Ateş yoldaki bakışlarını bana çevirdi. "Türkiye'ye acilen gitmem lazım."

"Neden?"

"Ne neden? İşlerim var Ateş, son olaylar yüzünden plan ve takvimimden oldukça geri kaldım."

"Senin yerine hallettim ya işlerini."

"Ve hep böyle mi olacak? Hayır Ateş, aklından bile geçirme."

"Bir şey demedim Aşkın, tamam gideriz istediğin zaman."

"Bu gece gitmemiz gerek."

"Bu gece Rusya'ya gideriz diye planlıyordum. Birkaç gün sürer işimiz, sonrasında döneriz. Olmaz mı?" dediğinde bir süre düşünmek için sessiz kaldım. "Sıkıntı olacaksa Rusya'ya tek de gidebilirim."

"Hayır, seninle olmak istiyorum. Plan ne?"

"Senin fazla eğleneceğin, tehlikeli bir plan." dediğinde bu beni heyecanlandırmıştı. "Rusya'ya neden bu kadar benimle gelmek istiyorsun en başından beri? İtalya için de aynısını yapmıştın." Güçlü mafya bağlantıları kuruyordum. Ateş'in hala İtalya'da kurduğum ittifaktan haberi yoktu.

"Her fırsatı değerlendiriyorum." diyerek yalan söylemedim, sadece kaçamak bir cevap verdim. O da beni zorlamadı.

Tesisin önüne son gelen bizdik. "Bu tesisi hiç bana gezdirmedin." dedim söylenerek.

"Sen yeterince her yerini kurcaladın Aşkın." dedi elimi tutarken. Tesisin, her tarafı uzay mekiğini andıran büyük kapısının önünde durduğumuzda Ateş bana doğru döndü. "Bu tesiste, senin bile aklının alamayacağı şeyler dönüyor."

"Yapay aslandan da mı daha aklımın alamayacağı?" dedim, gözlerim irileşirken.

"Sana kapılara erişim hakkı verebilirim, bir Alanguva olduktan sonra." dedi muzip bir tavırla.

"Rüşvet mi bu?"

"Teşvik diyelim biz ona." derken yüzü yüzüme yakınlaşmıştı.

Tam dudaklarına bir öpücük bırakacaktım ki Tarık bağırarak aramızdan geçti. "Ay geç mi kaldım? Geç kalmadım değil mi?" derken bir eliyle göğsünü tutuyordu.

Ateş nefesini sesli şekilde verirken sabırla kafasını havaya doğru kaldırdı. "Kaçırmadın Tarık, aksine erken geldin."

Tarık önden giderken bir yandan da yüksek sesle konuşuyordu. "Enişte var ya burası çok manyak bir yer. Aynı filmlerde uzay üstleri falan olur ya, öyle bir yer. Deneyle oluşturduğunuz canavarlar var mı? Frankestian gibi!"

"Pusat var ya." dedim, Tarık'ın eğlencesine dahil olarak.

Ancak bu Ateş'in pek hoşuna gitmezken kısık gözleriyle bize ölümcül bakışlar atıyordu.

"Aman ilk aşkına bir şey de söylettirme."

"Birbirinizi kıskanmayı ne zaman kesersiniz?" dedi Ateş bıkkın şekilde.

Gözlerimi kıstım ve ona üç numaralı katil bakışımı attım. "Birimiz tamamen kaybettiğinde ve ben asla kaybetmem bebeğim." Ateş güldü, benim yanımda çok gülüyordu. Çünkü hem aşıktı hem de ben çok eğlenceli bir insandım. Benim gibi bir insana âşık olarak yapacağı en iyi şeyi yapmıştı kendine de farkında değildi.

Kolunu omzuma attı ve beni kendisine çekti yürürken. Tarık arada duruyor, kapıları inceliyordu ama bizim ilerlediğimizi fark ettiğinde de kaybolmaktan korktuğu için koşuşturarak peşimizden geliyordu.

Bahar'ın olduğu odaya geldiğimizde, artık ne olursa olsun Bahar'ı bir hastane odasında görmekten nefret ettiğimi anlamıştım. Artık sağlıklı bir hayat yaşaması tek isteğimdi.

Engellerle yaşanabilirdi, engeller yaşamaya engel değildi. Asıl engel, zihinlerimizdeki engellerdi. Mesela Yade oldukça sağlıklı görünüyordu ama zihni o kadar pisti ki asla gerçekten yaşayamayacaktı. Ben iyi olduğumu savunmuyordum ama en azından iyiliğin yaşaması için savaşıyordum.

Bahar'ın doktoru, Bahar'ın gözlerindeki bandajları tamamen çıkarıyordu.

Bahar'ın elleri titrerken, göğsü hızla inip kalkıyordu. Doktor tamamen çıkardı gözlerindeki bandajı ve Bahar gözlerini açtı. Kıvrık kirpiklerinin çevrelediği masmavi gözleri her zamankinden farklıydı. Gözleri manasız bakmıyordu.

Nefesleri sıkılaştı, bu sırada doktor ona bir şeyler soruyordu ama o duymuyor gibiydi. Eli kalbinde, kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. Yüzlerimize baktı, yüzlerimizi görüyordu. Bahar gözlerimin içine baktı dolu gözleriyle. "Aşkın," Hemen ardından da 'Tarık' dedi daha da nefes nefese kalırken.

Tarık da kendini tutamayıp, gözyaşlarını serbest bırakmıştı. Bu anı Bahar ne kadar hayal ettiyse eminim ki Tarık da o kadar hayal etmişti.

En sonunda gözleri Pusat'ın üstünde durdu. Pusat konuşmuyor, hareket etmiyor ve nefesini tutmuş şekilde Bahar'ı seyrediyordu.

Bahar'ın kalbinde olmayan eli dudaklarının üstüne gitti. Gözyaşları artarken kalbindeki elini indirdi ve Pusat'a doğru uzattı güçsüzce. Pusat onun bu tepkisini yanıtsız bırakmadı, Bahar'a yakınlaştı ve tam önünde durdu.

Doktor Bahar'a bir ayna uzattı ama Bahar, Pusat'a o kadar dalmıştı ki bunu fark etmedi bile.

İkisinden de çıt çıkmıyordu, Bahar Pusat'ın görünüşü karşısında tutulmuş, Pusat'sa Bahar'ın onu ilk defa görüp bu kadar güzel gözlerinin içine bakmasına tutulmuştu.

Bahar, elini Pusat'a doğru uzattı. Onun yanağına dokunduğunda, Pusat'ın gözleri kısılmıştı. "Pusat," dedi zorlukla çıkan sesiyle.

"Bebeğim?" dedi Pusat da dolu gözlerini gizleyemeden. Bahar konuşmak için dudaklarını araladı ama başarılı olamadı. "Bak gördün mü? Kel değilim." dediğinde Bahar göz yaşları arasından kıkır kıkır gülmüştü.

"Hayallerimin çok ötesindesin," dedi ve hıçkırdı. "Hep bu anı hayal ettim, görmeyi. Seni, sizi dünya gözüyle görüyorum Allah'ım şükürler olsun." O kadar çok ağladı ki Pusat onu, hafifçe başından tutarak göğsüne çekti. Başını okşarken onu sakinleştirmeye çalışıyordu.

Ancak Bahar hayatı boyunca yeterince karanlıkta kaldığı için, Pusat'ın göğsüne saklamadı gözlerini. Kafasını kaldırdı, çenesi Pusat'ın göğsüne yaslanırken gözleri hayran hayran ona bakıyordu.

"Çok çok güzelsin." diye mırıldanıyordu, Pusat gözyaşları arasından güldü.

"Benim gibi adama da güzel dedin ya ne diyeyim ben sana."

"Saçların, yüzün, o kadar güzel ki... Gözlerin, gözlerin bir uçurum gibi, bu zamana kadar o uçurumun kıyısındaydım ama şimdi görüyorum ya, artık o uçurumdan hızla düşüyorum."

Sözleri sadece Pusat'ı değil, odadaki herkesi etkilemişti. Pusat onu biraz daha sardı ama bu sevgisinden mi yoksa, titreyen bedenini zapt etmeye çalışmasından mı bilemedim.

Bahar görüyordu.

Daha bir buçuk yıl önce, onun öleceğini düşünüyordum. Yaşatmak için her şeyi yapıyordum ama bir halt yapamıyordum. Gözlerinin görmesi bir yana, sadece fazladan biraz daha nefes alması bile benim için büyük bir şeydi. Ancak o yaşıyordu ve artık görüyordu da.

Bakışlarımı Ateş'e çevirdiğimde, konuşmadım -en azından kelimelerle-. Gözlerine minnetle bakarken, onun da bakışları ağırlaşmıştı. Sessiz teşekkürümü anlamış, kabul etmiş ve gülümsemişti bana. O güzel gülüşünün altında çok şey vardı, bak diyordu. Görüyor musun? İmkansızları başarabiliriz, sen ve ben mutlu olabiliriz diyordu. Eğilip alnımı öptüğünde gözlerimi yumdum.

Ateş Alanguva, hayatımın tamamını birlikte geçirmek istediğim tek adamdı. Bunun farkındalığı beni ürpertti.

Pusat, doktorun uzattığı aynayı aldı ve bir adım geri çekilerek aynayı Bahar'ın yüzüne doğru tuttu.

Bahar yüzünü incelerken, eli yüzüne gitti. O kadar afallamıştı ki artık tepki veremiyordu. Kendi hakkında hiçbir yorumda bulunmadı, sadece şaşkınlıkla yüzünü inceliyordu.

"Güzelliğinden dilin tutuldu, değil mi? Ben de seni ilk gördüğümde böyle olmuştum." dedi Pusat, gözyaşlarını elinin tersiyle silerken.

"Her şey rüya gibi, uyanınca gitmesinden korkuyorum."

"Her şey gerçek güzelim, bundan sonra en güzel şekilde yaşatacağım seni." dedi Pusat onun elini tutarken. Bahar kendine bakmayı kesti, bakışlarını yine Pusat'a kaldırdı.

Gözyaşları artarken, Pusat'a hayran hayran bakıyordu. Doktor konuşuyordu ama Bahar pek onu duyuyormuş gibi değildi. "Elde edebileceğimiz en yüksek sonucu elde ettik ama kontrolleri sık sık yapılmalı. Bu durum psikolojik olarak da zorlayıcı olabilir, ne kadar görmek mutlu etse de artık gördüğü için zihnindekinden farklı bir dünyayla karşılaşması onda izler bırakabilir. Geçmiş olsun." Doktorun ne demek istediğini çok iyi anlıyordum.

"Teşekkür ederim, hepinize çok teşekkür ederim." dedi Bahar hepimizi incelerken. "Aşkın, hayallerimin çok ötesinde bir güzelliğin var. Herkesin sana neden âşık olduğunu anlamaya başlıyorum. Tarık sen de tam tahmin ettiğim gibisin." Ateş'in kim aşıkmış dememek için kendini zor tuttuğunu iyi biliyordum.

"Benim gibi mükemmel bir şeyi hayal etmenin mümkünatı yok ama neyse." dedi Tarık da Pusat'ı ittirerek, kuruladığı yaşlarla Bahar'ın yanına yerleşirken.

Bahar'ın gözlerinin içi gülüyordu, sürekli Pusat'a bakıyor ve her baktığında yutkunarak konuşmayı unutuyordu.

Bahar yaşıyordu, Bahar görüyordu. Her şeyin en başına gittiğimizde eğer Ateş bana âşık olacak bir mafya babası değil de, beni sadece kullanmak isteyen kötü bir mafya olsaydı da yine her şeye değerdi.

🔥

Ateş'le gitmek için hazırlanıyorduk. Türkiye'den önce Rusya'ya gitmek için beni ikna etmişti. Detaylarıyla anlatmıyordu ama bu kadar üstüne düştüğüne göre çok büyük bir cinayet olacak olmalıydı.

Bahar hala gördüğüne inanamıyordu. Saatlerdir Pusat'la bahçede oturuyordu gökyüzünü ve o çok merak ettiği okyanusu izliyordu. Artık mutluluktan akıtacak gözyaşı da kalmamıştı.

Ablam koltuğa oturmuş, koltuğun sırtına kollarını yaslamış başını da kolları üstüne yatırmış dışarıyı izliyordu. Parlayan gözleri Bahar'ın üstündeydi. "Bahar bana bir şeyi gösterdi," dedi mırıldanarak.

"Neyi?"

"Umut." dedi ve bakışlarını bana çevirdi. "Hiçbir zaman isyan etmedi, en kötü durumdayken bile güldü. Çocuk ruhu onu kurtardı."

"Öyle, onun durumunda biri için en önemli şey psikolojik sağlık. Canı ne kadar acırsa acısın uyanabildiği her gün için şükretti. Eğer bu kadar güçlü olmasaydı, ameliyata kadar dayanma imkânı yoktu." dedim, ablamın saçlarını okşarken.

"Ben de hep umut ettim Aşkın, her gün senin kendi ayakları üzerinde duran güçlü bir kadın olacağını hayal ettim. Çıkıp sana kocaman sarılacağımı umut ettim. Bahar kadar güçlü müydüm sanmam, benim dayanamayıp isyan ettiğim yerler oldu. Ama kavuştum tüm umutlarıma." Eğilip saçları arasına bir öpücük bıraktım.

"Yorgun görünüyorsun,"

"Şu son olanlar, beni biraz yıprattı sanırım."

"Biz yokken Baybora'yla dinlenmek iyi gelir. Havalar da güzel burada, tatil yaparsınız." Ablam, Ateş'le bir iş gezisi yapacağımızı biliyordu sadece.

"Evet, bu ada bana çok huzur veriyor."

"Dışarı gelmek ister misin?"

"Biraz uyusam iyi olacak." Ben ne kadar uyumakta zorlanıyorsam, ablam da uyanmakta zorlanıyordu. Onu orada bırakıp dışarı çıktım. Bizimkilerin yanına, çimenlerin üstüne oturdum. Okyanusa en yakın kıyı burasıydı. Pusat bacaklarını uzatmış, avuçlarını da çimene dayamıştı. Bahar da onun göğsüne sırtını huzurla dayamıştı.

Bahar sürekli etrafı inceliyor, arada bize bakıyor ve gülümsüyordu.

"Hayalindeki kadar güzel mi?" dedim okyanusa bakarken.

"Evet, masmavi." dedi Bahar. "Ama sanırım artık en sevdiğim renk pembe değil, tüm renkler... Hepsi o kadar göz alıcı ki,"

"Senin öyle güzel gözlerin var ki baktığın her şeyi güzelleştiriyorsun." dedi Pusat, Bahar'ın saçlarını okşarken.

"Abicim ben anlamıyorum, sen gördüğün halde nasıl hala bu dağ ayısını istiyorsun?" dedi Tarık kıskançlıkla.

"Ya bana Pusat'ı o kadar kötülediniz ki bu kadar yakışıklı olacağını hiç düşünmemiştim. Ki zaten onu sevmeme neden olan şey görüntüsü değildi." Bahar'ın sözleriyle Pusat bize kötü kötü bakarken Ferda kahkaha attı.

"Ya gerçekten kel, göbekli, dişsiz bir şey olsaydı." dedi Ferda keyifle. Ancak bu soru Bahar'ın pek hoşuna gitmedi.

"Evet güzel görünüşü beni büyüledi ama dediğim gibi ben Pusat'ı görünüşü için sevmedim. Ben zaten gözlerim açıldığında göreceğim adama çok önceden âşık olmuştum, yani hislerimi değiştiren hiçbir şey olamazdı!" Bahar gerilmişti çünkü birinin aksini düşünmesi onu öfkelendiriyordu.

"Sen onu takma, kendisi yüzeysel olduğu için herkesi kendi gibi sanıyor." dedi Tarık da Ferda'ya bakmadan.

"Ben oldukça derin bir insanım!"

"Nerede? Yatakta mı?" dedi Tarık hızla cevap vererek. Bu Pusat'ın böğürmesine neden oldu.

"Höst lan! Ne diyorsun lan sen?"

Tarık omuz silkti, Ferda ona çatık kaşlarıyla bakıyordu. "Evet! En az senin olduğun kadar, hatırlatmamı ister misin?"

"Hayır, bir daha asla hatırlamak istemem." Aralarında yüksek bir tansiyon vardı ve bu baya cinsel bir tansiyondu.

Pusat şok içinde elini, ağzının üstüne götürmüştü sokakta gıybet yapan teyzeler gibi. "Bak şimdi senin belanı," Pusat kalkmaya hazırlanıyordu ki yanımıza ulaşan Ayberk bu kalkışı engelledi.

"Merhaba, geçmiş olsun Bahar Hanım." dedi saygıyla.

"Teşekkür ederim, sesini hatırladım. Ayberk değil mi? Pusat'a ne kadar benziyorsun! Kan bağınız var mı?"

"Ne alaka bebeğim?" dedi Pusat kaba sesine tamamen zıt şekilde bebeğim derken. "Sen gördüğün her iri adamı bana mı benzeteceksin böyle?" dediğinde Bahar kıkırdamıştı sadece. "Üstelik şununla kan bağım olacağına şu itle," Tarık'ı eliyle işaret etti. "Kan bağım olmasını tercih ederim."

"Ateş seni çağırıyor." dedi Ayberk.

"Ateş seni çağırıyor." diye bağırdı hemen Tarık kafiyeli şekilde, hamburger reklamını kısaca canlandırırken.

"Nereden Ateş oluyor? Ateş Bey diyeceksin, sürgün yemiş birine göre çok samimi davranıyorsun! Ayrıca Ateş neden seni gönderiyor beni çağırmak için?"

"Telefonuna bakmıyormuşsun." dedi Ayberk bıkkın şekilde, Pusat'ın tavırlarına alışık duruyordu.

"Neden çağırmış?" dedi Pusat, Bahar'ın yanından hiç kalkmak istemezken.

"Ne bileyim, sürgün yemiş biriyim ben." dedi Ayberk onunla aynı terslikle. Pusat, Bahar'ın saçlarına bir öpücük bıraktı ve söylenerek kalktı yerinden.

Pusat yanımızdan ayrılırken Bahar onun arkasından bakıyor, boyunu posunu seyrediyordu hayranlıkla.

Ayberk kısa bir an Ferda'ya baktı ama Ferda o sırada onunla pek ilgilenmeyen Tarık'a bakıyordu. Bu artık aşk bilmem kaç geni oluyordu!

Ferda çapkınlığı acilen bırakmalıydı, her limanda bir kırığı vardı.

Ayberk bir şey söylemeden bakışları bana kaydığında gözlerimle çimenleri işaret ettim. "Otursana."

"Yok işimin başına döneyim."

"Adada bir şey olacağını sanmam iki dakikada." dediğimde yine de oturmadı.

"Teşekkür ederim teklifiniz için, başka zaman." Yanımızdan ayrılırken Ferda onun gittiğini kısa bir an fark etmiş ama bunu pek takmayarak elindeki telefonuna dönmüştü.

"Aşkın," dedi Bahar cıvıl cıvıl sesiyle. Yanına uzandığımda o da yarı uzanır vaziyetini bozarak benimle birlikte tamamen uzandı. Birlikte gökyüzüne bakıyorduk, onunla daha önce de böyle defalarca uzanmıştık ama hiçbirinde Bahar böyle seyredememişti gökyüzünü.

"Çok güzelsin, Tarık'ın neden bir zamanlar sana yanık olduğunu anlıyorum." derken gülüyordu ama Ferda bu sözle kafasını hızla telefonundan kaldırıp dehşet içinde Tarık'a baktı. Tarık bu tepkiyi umursamadı, o da Bahar'ın diğer tarafına uzandı.

"Tabi, şimdi bir de ev haliyle. Sen bir de bunu spor yaparken ya da gece dışarı çıkarken gör. Bir bakışıyla on adam öldürür güzelliğiyle." derken Tarık gülüyordu. Bahar da kıkırdadı. Öldürüyordum ama güzelliğimle değil, daha vahşice.

Yanımızda fazlalık gibi hissetmiş olacak ki Ferda sessizce uzaklaştı.

"Naz ve Deniz abiyi hiç böyle beklemiyordum ama! Naz'ı daha kilolu Deniz abiyi de suratsız ve kaba bekliyordum." Görüntülü konuşmuşlardı. Konuşmada Deniz dayanamamış, karşımızda ağlamamak için görüşmeyi kısacık tutmuştu. Hepimizin ortak zaafıydı Bahar. "İhtiyar çok yaşlı ama, çok üzülüyorum. Ya yakında ölürse, yaşlı insanlar,"

"Yaşa bakmıyor ki güzelim." dedi Tarık onu keserek. "Kaptan dokuz canlıdır, benim gibi yüz kişiyi cebinden çıkarır."

"Burada güç ortalaması sen misin cidden Tarık?" dediğimde koluma uzanmaya çalıştı vurmak için.

"Hep bugünü hayal etmiştik Tarık, bak o gün geldi." dediğinde Tarık yine durgunlaştı. "Hep güçlü olduğumu söyledin ya Aşkın, bugün sanki tüm gücüm tükendi. Artık daha fazla güçlü olmama gerek yok değil mi?"

"Hep güçlü durmak zorundasın güzel kızım ama endişelenme, hep yanında olacağım." dediğimde kafasını bana doğru eğdi huzurla. Başı omzuma yaslanırken bulutlu gökyüzünü seyrediyorduk. Bahar bulutları izlerken hepsini farklı şekillere benzetiyor, biz de benzettiğimizde keyifleniyordu.

Tüm gün o kadar coşku yaşamıştı ki çimenlerin üstünde uyuya kaldı bir süre sonra. Tarık onu kucağına aldı, birlikte içeri geçerken ben Ateş'in çalışma odasına yöneldim.

Kapıyı tıklattım, hemen ardından da onları basacağımı düşünerek hızla kapıyı açtım. Neyse ki Ateş beni aldatmıyordu! Gerçi yine de çok yakınlardı. Yan yana koltukta oturmuşlar, dosyalara ve tabletlere bakarak hararetle konuşuyorlardı.

Ancak içeri girmemle Ateş'in cümlesi yarıda kesilmişti. Güzelliğimi görmesiyle gülümserken, Pusat homurdanarak bize baktı.

"Müsait misin?" dedim sanki aksini diyebilecekmiş gibi. Ama yine de arada böyle kibarlık ve cilvelerle onu şımartabilirdim.

"Sana her zaman." dediğinde Pusat'la arasına oturdum.

"Ne hanımcı bir şey oldun be sen!" dedi Pusat söylenerek.

"Yakında nikah şahidi olacaksın hala konuşuyorsun be Pusat."

"Yakında mı?" dedi Ateş gayri ihtiyari şekilde ve sesinin ne kadar hevesli çıktığının farkında değildi.

"Yani daha var, çok da yakın değil." dedim hızlıca. Tamam evlenmeyi kabul etmiştim ama buna henüz hazır olduğumu düşünmüyordum. Bu fikre alışmam uzun bir zaman alacaktı.

"Satar oğlum bu seni, bunun lafıyla kuyuya inilir mi? Düğün günü terk eder şerefsiz Levent gibi." dedi Pusat. Benim oturmamla iri cüssesi koltuğa sığmamış ve yerinden kalkmak zorunda kalmıştı.

"Levent kim?" dedi Ateş çatık kaşlarıyla.

"Senden önce nikah masasında bıraktığım adam." dedim, dalga geçerek.

"Lan öyle değildi, Levent Ela'yı bırakıyor ya." dedi Pusat hemen araya girerek.

"Ne dediğinizi anlamıyorum." dedi, kraliyet soyuna mensup Ateş.

"Doktorlar, hiç izlemedin mi? Yıllarca baştan başlayıp oynadı kanallarda, nasıl bilmezsin?" dediğimde dizi ona hala bir çağrışım yapmamıştı.

"Her neyse işe dönelim, sen de plana hâkim ol da." dedi ve dosyaları bana uzattı. "Karar verdin mi? Gelecek misin?" dedi ardından Pusat'a dönerek.

Pusat tereddüt etmedi, "Gelmeyeceğim, zaten bu görevde pek rolüm yok. İstersen gelirim tabi, biliyorsun."

"Yerine Ayberk'i götüreceğim, sıkıntı yok. Sen de dinlen bir süre, son zamanlarda sen de yıprandın." Ayberk'i duyduğu halde, kafasını olumluca salladı. Ateş onu bilerek götürmüyordu, Bahar yeni görmeye başladığı için birlikte vakit geçirsinler istiyordu. Pusat da her ne kadar işine ve patronuna aşık bir adam olsa da Bahar'ın yanında olmak istiyordu bir süre. Tabi Ateş'in onu fazlasıyla yorduğu da bariz bir gerçekti.

"Yine de sensiz nefes alamam, lütfen gel dersen gelirim bak." dedi Pusat eğlenerek.

"Yokluğuyla onun nefesini kesecek tek kişi benim! Ayağını denk al." dedim bir yandan dosyayı okuyup bir yandan da onları dinlerken.

Hem onlara laf yetiştiriyor hem de dosayı okuyordum ama dosyada gördüğüm şey onlara olan ilgimi hızla kesti. Gözlerim daha dikkatli gezindi dosyada, bir kez daha okudum dikkatlice. Ateş tepkilerimi izliyor, konuşmuyordu.

"Bu dosya gerçek mi?"

"Evet, işte bu nedenle Rusya konusunda bu kadar ısrarcıydım."

"Ama hiç böyle bir şey duymadım bugüne kadar, kulağıma gelirdi!"

"Dosyada da okuduğun gibi, fazla gizli tutuyorlar, hataya yer vermiyorlar."

"Bu büyük bir vahşet."

"Evet ve senle ben bu vahşeti bitireceğiz."

"Peki bu işin sana nasıl bir katkısı var da, bu kadar peşine düştün?"

"Orada öldüreceğimiz isimler, ölmesi gereken isimler." Bu iş beni uzun zamandır bu kadar heyecanlandıran tek işti.

Dosyayı kapatıp Ateş'e döndüm heyecanla. "Hadi ortalığın babasını sikelim."

🔥

Saatlerdir uçak yolculuğu yapıyorduk ve bir şeyi kabul etmem gerekiyordu ki Pusat olmadan bu yolculuklar pek çekilmiyordu.

Bu görevde sadece ikimiz vardık, Ateş'in hiçbir çalışanı olmayacaktı. Gerçi hayatımdan bu kadar endişe ederken, benimle böyle tehlikeli bir işe kalkışması da bana pek tutarlı gelmiyordu. Güvendiği bir şeyler olduğuna emindim.

Bizimle gelen tek kişi Ayberk'ti, o da sessizce oturmuştu ne bir şey yiyip içiyor ne de konuşuyordu. Ateş uçağın koridorunda belirdi, yanıma yürüdü ve bu sefer karşıma değil de tam yanıma oturdu.

Kendi kadehini yenilerken benimkini de yeniledi. Ardından da kolunu omzuma atarak bakışlarını cama çevirdi. Başımı göğsüne yasladım, viskimden koca bir yudum aldım ve ben de karanlıkta sadece uçağın kanatlarının çıkardığı ışığın olduğu manzara baktım. Okyanusun üstünden geçtiğimiz için koca bir boşluğun ortasındaymışız gibi hissediyordum.

Ayberk kısa bir an kaldırdı kafasını okuduğu kitaptan, ikimize kısa bir bakış attı ve yüzündeki sırıtışı silmeye çalışarak kitabına geri döndü.

"Ne? Neye güldün sen öyle?"

"Hiç," dedi ama beni daha tanımıyordu.

"İkiletilmekten hiç hoşlanmam, değil mi sevgilim?" dedim soruyu da Ateş'e yönlendirerek. Ateş sadece gülerek kafasını sallamakla yetindi.

"Ateş Bey'i böyle gördüğüme şaşırdım sadece."

"Bey demek zorunda değilsin Ayberk." dedi Ateş ama ona bakmadı.

"Bence zorundayım, artık eskisi gibi arkadaş değiliz sonuçta. Patron ve çalışanız."

"Neden şaşırdın?" dedim ben hala konuşmanın benimle ilgili olan kısmına takılı kalarak.

"Size karşı çok sevgi dolu, ailesi dışında hiç bu kadar sevgi dolu görmemiştim de görünce bir tuhaf oldum sadece." dedi Ayberk ve ben Pusat'ın neden onu kıskandığını anlamaya başladım. Ateş'le Ayberk arasında önceden iyi bir dostluk vardı, Ayberk ona ihanet etmeden önce tabi.

"Daha önceki sevgililerine bana olduğu gibi değil miydi?" dedim hemen şımararak. Ateş yok artık der gibi baktı.

"Bari ben buradayken yapma Aşkın." Ayberk, Ateş'in gazabından korktuğu için son soruma cevap veremedi.

"Nasıldı benden önce? Çok sinir bozucu ve çekilmezdi değil mi? Ben hayatına girdikten sonra ona bir renk gelmiş değil mi?"

"Aslında yok, Ateş eskiden çok daha hayat doluy-" Ateş'in onu uyararak öksürüşü ve benim ölümcül bakışlarımı fark etmesiyle aniden sustu. "Evet, evet aynen öyleydi."

"Kıvırma Ayberk kıvırma, emin ol daha önce tanıdığın hiçbir insana benzemem." dedim, göz kırparak.

"Cidden Ateş'in daha önce birlikte olduğu kadınlar hep narin, kırılgan," Ateş'in bakışlarıyla sustu yeniden.

"Sen herhalde bir daha sürgün istiyorsun."

"Yok, yok hiç istemiyorum. Ben biraz tur atayım." dedi ve hızla uzaklaştı yanımızdan.

"Daha önce kimlerle birlikteydin de herkes bu kadar narin kadınlarla çıktığını söyleyip duruyor! Didem'i biliyoruz, şu Dilay'ı da biliyoruz,"

"Birkaç mankenle sadece," dedi omuz silkerek.

"Manken mi?" dedim tek kaşım havalanırken. "Hangi mankenler? Kaç tane bunlar? Hepsiyle aynı anda mı,"

"Yok artık Aşkın." dedi Ateş ters ters bana bakarak.

"Ne bileyim dört olayını hala öğrenemedim."

"Öğreneceğin bir şey de yok." dediğinde ağzımla taklidini yaparak, kollarımı göğsümün altında birleştirdim. "Aşkın, küstün mü?"

"Ben küsemem Ateş. Üstelik geçmişin beni ilgilendirmez." Onunla konuşmayı kestiğimde bıkkınca nefesini verdi ve tabletine döndü.

Saatler sonra Rusya'ya iniş yapmıştık. Ateş'in Moskova'da önemli bir toplantısı var diye gelmiştik sözde. Toplantıya katılacaktı ama sonrasında daha keyifli bir işimiz vardı.

Hazırlıklı olarak kalın giysiler almıştım yanıma ama Rusya'nın soğuğu hiçbir şeye benzemiyordu. Otele yerleştiğimizde hızla eşyalarımı dizdim, plastik makyaj yapmamız gerekecekti.

"Ben aşağı iniyorum, Orrel beni bekliyor." dedi Ateş odaya yerleşir yerleşmez. Beni çağırmamıştı. "Sen de istersen biraz gez, makyaj için henüz erken."

"Evet, Rus erkeklerini seviyorum." dediğimde tam çıkacaktı ki durakladı.

"Toplantıya gelmek ister misin?"

"Hayır," dedim, istediğimi almış olmanın zevkiyle. Zaten gitmek istediğim yoktu, sadece davette bulunmasını istemiştim.

Ateş'in uzun toplantısı sırasında ben de dışarı çıkmış ve otelden çok uzaklaşmadan gezmiştim. Daha önce bir kere gelmiştim Moskova'ya, bir cinayet işlemiştim.

Burada önemli bir işim daha vardı ama Ateş birazdan dönerdi odaya. Geçen Arjantin'e gidişimizde yaptığımız gibi, başka birilerinin kılığına girecektik ve o kişiler de otele giriş yapmış bizi bekliyorlardı.

Üstümde siyah, kalın bir kaşe ceket vardı. Ellerimde siyah eldivenler, kafamda da siyah fötr bir şapka vardı. Ancak o kadar soğuktu ki üstümdeki kalın giysiler de pek işe yaramıyordu. Biraz alışveriş yapmak için birkaç mağaza gezmiş, ablama ve Bahar'a hediye almıştım. Renkli sokakları, karlı havasıyla huzur verici olsa da kalabalığı ve trafiği de rahatsız ediciydi.

Telefonum çaldığında, arayan numaraya baktım. Rus numarasıydı, aramayı yanıtladım. "Rusya'ya gelmişsin de haberimiz yok Aşkın." İngilizce konuşan bu aksanlı sesi tanıyordum.

"Pavlik!" dedim, yapmacık bir sevinçle. "Uzun zamandır görüşemiyoruz."

"Evet, üç yıl oldu!" Pavlik iyi bir mafya bağlantısıydı ama V'yi değil Aşkın'ı tanıyordu. Rusya işimde bana yardım etmişti, yakışıklı ve genç bir adamdı. Tam sarışın bir Rus adamıydı.

"Sevgilimle geldim buraya."

"Haberim var, Alanguva mıydı neydi!" dedi pek de güzel telaffuz edemezken. "Ünlü bir mafyaymış, bende olmayıp onda olan ne vardı ki milyy*" Bana Rusça seslenmeye bayılıyordu. Milyy sevimli demekti ama o da benim pek sevimli olmadığımı bilse de bu şekilde sesleniyordu bana.

"Beyin," dedim Türkçe ama o anlamadı.

"Orrel Vsevolod'un otelinde kalıyormuşsunuz, kendisi yakın dostum olur. Bu gece seni ziyaret etmek istiyorum, eski zamanlar yad ederiz." Onunla da zamanında günah dolu bir gece yaşamıştım ve Ateş geçmişimden biriyle daha karşı karşıya gelirse çıldırabilirdi.

"Böyle bir şey mümkün değil."

"Neden? Harika bir kimyamız vardı! Tekrarlamak istemez misin?"

"Sevgilim var dedim!"

"Vay canına demek gücü için değil de âşık olduğun için onunlasın. Ama sorun değil, o da aramızda olabilir, baktım da karizmatik adam." Son cümlelerinde dalga geçtiğini biliyordum.

"Siktir git Pavlik."

"Peki milyy, sen bilirsin. Ama gitmeden seni kesinlikle göreceğim." Telefonu kapattım, eskilerim bir bitmiyordu. Neden sürekli karşıma çıkıp çıkıp duruyorlardı ki?

İşte zamanında çapkın olmanın uğraşını çekiyordum şimdi.

Otele döndüğümde, direkt odaya çıktım. Ateş çoktan gelmiş, yemek masası da hazırlatmıştı. Elinde tabletiyle, mumların ve loş ışığın aydınlattığı odada beyaz gömleğiyle fazla seksi duruyordu. Elimdeki alışveriş poşetleri onu gülümsetti.

"Hiçbir fırsatı kaçırma." dedi ve beni süzmeye devam etti. Şapkamda ve ceketimde fazla dolandı beğeniyle parlayan gözleri.

"Ne? Neden böyle bakıyorsun?"

"Tam seksi bir mafya olmuşsun da, çok ilgimi çektin." Şapkayı ve üstümdeki kaşe ceketi çıkardığımda, siyah boğazlı kazağımla kaldım. Yanına yakınlaştım, ellerimi oturduğu sandalyenin başına dayadım.

Yüzümü yüzüne doğru eğdim, nefesim tenine değecek kadar yakınlaştım ona. Ensesine küçük bir öpücük bıraktığımda ürpermişti, bu beni gülümsetirken doğruldu ve hiçbir şey yokmuş gibi karşısına oturdum.

Alt dudağını yaladı ve tableti kapatarak sertçe masanın üstüne bıraktı. "Her şey çok lezzetli gözüküyor." Yeni servis edildikleri belliydi, hepsinin üstünden buhar çıkıyordu.

Bacak bacak üstüne attım, tabağın üstündeki siyah bezi tek elimle alıp havaya doğru savurarak açtım. Ardından da bacaklarımın üstüne bıraktım, bir elimle saçımı geriye doğru atarak öne eğildim. Benim için doldurulmuş şarap bardağını elime aldım, küçük bir yudum aldım ve lezzetiyle hafifçe inledim gözlerimi kapatarak.

Açtığımda onun güzel sarılarını gördüm, bana öyle bir dikkatle bakıyordu ki sanki dünyadaki en zor bulmacayı çözmeye çalışırmış gibi ciddiydi. Tabi gözlerindeki o tutkuyu görmemek de imkansızdı.

Daha onu çıldırtmaya başlamamıştım bile. "Başlasana güzelim." dedim, göz kırparak.

Sözlerimle bir transtan çıkmış gibi verdi nefesini. Beni sürekli geri çevirmenin bedelini fazlasıyla ödetecektim ona, benimle sevişmek için kavrulacaktı karşımda.

Yemeği yerken lezzetine abartılı tepkiler veriyor, arada Ateş'e bakarak gülümsüyordum.

"Ne zaman çıkacağız?" dediğimde, ona daha önce hediye ettiğim kol saatinden saate baktı. Bu saati sık sık takıyordu.

"Birazdan hazırlanmaya başlayalım." Yemeğin ardından, siyah başka bir bezle dudaklarımı temizledim. Ardından yerimden kalktım, tam yanında geçecektim ki Ateş bileğimi tutarak beni durdurdu.

"Ne oldu?" dememe kalmadan beni kucağına çekti. Eli enseme gitti, beni kendisine çekti dudaklarımı öpmek için, ancak ben ona yanağımı çevirdiğimde yanağıma sert ve uzun bir öpücük bırakmakla yetindi.

"Beni çıldırtıyorsun, seni istiyorum."

"Eğer başlarsak, duramam. Seni günlerce yataktan çıkarmam! Ve sadece saatler sonra önemli bir işe girişeceğiz, yani hiç sırası değil bebeğim." dedim, onu taklit ederek. Bu onu çıldırtırken ben fazlasıyla keyifliydim.

Sertliğine kendimi bastırarak ayağa kalktığımda küfür ederek gözlerini yummuştu. Elimi saçına geçirdim, arkaya doğru çekiştirdim ve dudaklarına küçük bir öpücük bıraktım.

Ardından bir şey söylemesini beklemeden, yatak odasına geçtim. Makyaj masasının üstüne tüm malzemeler hazırdı. Hava soğuktu ve tamamen dışarıda olacağımız için vücudumuz pek görünmeyecekti, burada önemli olan yüz makyajlarımızdı.

Benzeyeceğim kadının fotoğrafını açtım telefondan, karşıma koydum. Önce cildimi, rengimi fazlasıyla açacak şekilde boyadım. Öyle beyaz olmuştum ki Alacakaranlıktaki vampirlere benziyordum. Mavi lensleri de gözlerime taktım ve yüz hatlarımı daha sert bir hale getirdim kontürle.

İngiliz seksi bir kadındım bugün, dudağımın hemen üstüne küçük bir ben yapmıştım. Platin sarısı tül bir peruk da takmış ve peruğu sağ tarafa doğru atıp seksi bir görüntü yaratmıştım.

Bu sırada Ateş de yatak odasına girmiş, yatakta oturmuş dikkatle beni izliyordu. Aynadan bana hayranlıkla bakan haline bakarak gülümsedim. "Neden öyle bakıyorsun?"

"Her kılığınla nasıl bu kadar mükemmel olduğunu düşünüyorum." dediğinde güldüm.

"Çok düşünme, kalk o sakallarını kes."

"İstemiyorum, makyajla kapatamaz mısın?" dedi mızıkçı bir çocuk gibi.

"Saçmalama kılı nasıl makyajla kapatacağım Ateş?"

"Kendini şekilden şekle sokuyorsun makyajla, onu da yaparsın."

"Git kes şu sakallarını, beni çıldırtma."

"Yok,"

"Ateş dönüşeceğin kişi sarışın, koyu sakalla sarışın mı olacaksın amına koyayım!"

"Küfür etme, hem evet olamaz mı?"

"Olamaz canım, ikiletme beni bak geriliyorum." dedim ona sinirle bakarken. Ateş yataktan kalktı ve söylene söylene banyoya geçti tıraş olmak için.

Döndüğünde sakallarını kesmişti, bu hali gözüme ayrı bir seksi gelmişti. Adamın her hali mükemmeldi. Altında siyah pantolonuyla duruyordu sadece, üst tarafı bu sefer çıplaktı. Gözüm kısa bir an bıçak yarasına takılsa da geri yüzüne baktım. Onu bu kadar sakalsız gördüğüm nadir anlardan birindeydik ve bu görüntüyü uzun süre izleyebilirdim.

Baş döndürücü etkisinden çıkabildiğimde, "Sıra sende." dedim, uslu bir çocuk gibi makyaj masasına oturdu. Ben de onun kucağına oturdum ve tüm makyajı onun kucağında yaptım. Ona da saçını, spreyle daha açık ve sarıya dönük bir renge boyamıştım. Ten rengini açmıştım ve yüz hatlarını yumuşatacak şekilde kontür yapmıştım.

En sonda lense sıra geldiğinde huysuzlandı. "Bunu takmayalım ya."

"Adam yeşil gözlü Ateş."

"Olabilir, gecenin köründe kim görecek?"

"Saçmalama bebeğim istersen." Banyoda elimi yıkayıp, tekrar kucağına oturdum. Bu sefer biraz daha cilveli oturarak, kendimi ona sürtmüştüm.

"Aşkın, yapma." dedi, kısılan sesiyle.

"Ne yapıyorum ki?" dedim, masum masum yüzüne bakarken. Bakışları uzunca yüzümde gezindi, derin bir nefes aldı. "Hem öyle tehditvari konuşuyorsun da ne yapacaksın ki."

"İşi falan siktir edip, seni bu odanın her yerinde sertçe," dediğinde onu kestim.

"Hep laf hep laf, icraat göster." Eli bacağıma gitti, üstümdeki sabahlığı yukarı doğru sıyırdı ancak ben onu yakmadım. "Yukarı bak Ateş."

Oflayarak yukarı doğru baktı. Lensi gözünün beyazına yerleştirmek için yakınlaştırdım ancak Ateş sürekli göz kırpıştırdığı için lens sürekli gözünden çıkıp duruyordu.

En sonunda sinirlendim. "Sikeceğim ama ya, sabit dur a,"

"Tamam Aşkın!" dedi, küfür etmeme sinirlenerek. "Ben de çok memnun değilim durumdan ama gözümden huylanıyorum işte ne yapabilirim?" Bunu bir çocuk gibi söylemişti ve lens yüzünden gözleri de kızardığı için bana fazla tatlı gelmişti.

Biraz daha uğraştığımızda iki lensi de yerleştirebilmiştim. Fazla zorladığımız için gözünden yaş damlarken, ben de dudaklarına kısa bir öpücük bırakıp ayağa kalktım.

"Hazırsın bebeğim." Gözlerini açıp aynadaki yansımasına baktı.

"Gece biraz dikkat çekeceğiz bu tiple ama neyse." Eli çenesinde, kendini seyrediyordu. Tipini beğenmiş olacak ki alt dudağı yukarı doğru kıvrılmıştı.

Ben de bu sırada üstümdeki sabahlığı çıkardım. İç çamaşırlarımla kaldığımda Ateş bana doğru döndü, kalçasını masaya yasladı alt dudağını ıslatırken.

İçime ince kurşun geçirmez yeleği geçirdiğimde durumdan fazlasıyla memnundu Ateş. Üstüme beyaz renk, kalın kışlık bir tulum giyindim. Tulum ince ve vücut hatlarımı belli edecek cinstendi. Kalın tabanlı botları giyindim, botların içinde bıçaklar vardı.

Ateş de beni izlemeyi keserek hazırlanmaya başladı.

Beyaz, dizlerime kadar uzanan pelüş ceketi giyindim. Ceketin iç cepleri genişti, içine türlü bıçaklar ve iki silah sığdırmıştım. Tabi tulumun üstüne taktığım kemerde de silahlar vardı. Saçlarıma da ceketle aynı renk pelüş şapkayı taktım, şapkanın içine bıçak yerleştirdikten hemen sonra tabi.

Ateş de bu sırada beyaz boğazlı kazağını ve pantolonunu giyinmiş, üstüne de uzun ceketini almıştı.

İşimiz bittiğinde fazla seksi bir çift olmuştuk, Ateş uzun uzun beni izledi dudaklarındaki sırıtışla. Ardından da dayanamayarak, elini belime attı ve beni sertçe kendisine çekti. Dudaklarıma başımı döndürecek, bacaklarımı güçsüz düşürecek bir öpücük bıraktı.

"Hazır mısın bebeğim?" dedi, kısık sesiyle.

"Her zaman," dedim, dudaklarına doğru fazla seksi bir şekilde fısıldayarak.

Birlikte otel odasından çıktık, bu katta kamera yoktu ve kılığına girdiğimiz çift de bu kata yerleşmişlerdi bugün. Tabi kamera olmaması sebebi, Ateş'in arkadaşının oteli olmasıydı.

"O adama güveniyor musun? Şu adı deterjan markası adına benzeyen arkadaşına?" dediğimde asansöre binmiştik.

"Ben birine kolay kolay güvenmem, kendi önlemlerimi de aldım."

"Zeki hallerin çok seksi." dedim dudak ısırarak.

"Benim her halim seksi," dedi, bana yandan bir bakış atıp göz kırparak.

"Hayır, yatakta altımda inlerken ki halini hiçbir şeye değişmem."

"Yapma, adam öldürürken dikkatim dağılsın istemiyorum." Asansörden inip, otelin otoparkına çıktık. Bizim için hazırlanan beyaz Rolls Royce markalı, uzay aracına benzeyen arabaya bindik.

Bugün beyaz ölüm melekleriydik, can alırken de çok acımasız olacaktık. Biz Ateş ve Ateşpare'ydik yangınımıza düşen kimseyi sağ bırakmayacak kadar yakıcıydık.

Bugün yeni evli, fazla psikopat bir çifttik. Lion ve Amy Harrison çiftiydik.

"Bu gece İngiliz aksanını dinlerken, sulanacağım." dedim, neredeyse inlercesine.

"Aşkın, sikeyim!" dedi artık kendini tutamayıp küfür ederken. Yüksek sesle güldüm. "Bugün bana kafayı yedirmeye yemin etmişsin anlaşılan."

"Kafayı yemeni istesem yemiştin çoktan bebeğim, ben sadece ilişkimize heyecan katıyorum."

"Heyecanını geceye sakla, ihtiyacımız olacak."

Yarım saat yolculuğun ardından, şehrin dışında büyük ve karanlık bir ormana giriş yapmıştık.

Bugün burada avlanacaktık ama değişik bir avdı bu; İnsan Avı.

Yolun devamına arabayla gidemeyecektik. Yan yana duran, birbirinden pahalı arabaların yanına park ettik arabayı. İndiğimizde, ileride bir adam duruyordu bizi bekleyen. Saçları sinir bozucu derecede düzgün taranmış ve sola doğru yatırılmıştı. Boynunda papyon, gözlerinde de lens vardı ama bu lens normal bir lens değildi. Olanları daha net gösteren, çalışanların kullandığı bir lensti.

"Bay ve Bayan Harrison, hoş geldiniz." dedi, siyah takım elbiseli adam. "Size alana kadar eşlik edeyim, biraz da oyundan bahsedeyim. İlk seferiniz, değil mi?" Birlikte ormanın içinde ilerliyorduk.

"Evet, karımla balayında sayılırız. Değişik bir heyecan arıyorduk, umarız o heyecanı burada bulabiliriz." Ateş'in İngiliz aksanı beni çok fena azdırmıştı. Bir insana bir aksan bu kadar mı yakışırdı?

"Doğru adrestesiniz, o kadar keyif alacaksınız ki siz de bu sporun bağımlısı olacaksınız."

"Ne zamandır böyle bir şey var? Çok meraklıyımdır yeni heyecanlara ama ilk defa duydum." dedim ben de aksanla, bu sefer Ateş bana çevirdi parlayan gözleriyle. Benim konuşmam da onun hoşuna fazlasıyla gitmişti.

"Üç yıldır, her ay düzenli olarak yapıyoruz ve her geçen gün büyüyoruz." dedi, sinir bozucu şekilde gülen adam sanki bir bok başarıyormuş gibi.

On dakikalık bir yürüyüşün ardından, bir açıklığa ulaşmıştık. Burada bir kalabalık vardı, ateşler yanıyordu ve insanlar fazlasıyla eğleniyorlardı.

"Başlamasına az kaldı, birazdan size kurallar anlatılır, keyifli oyunlar." dedi, bizi getiren adam ve gözden kayboldu.

Etraf insanlarla doluydu, hepsinin tek bir ortak noktaları vardı; zengin olmaları.

Bir ormandan çok, şık bir salonda gibiydik. Her taraf aydınlatılmış ve süslenmişti. Yerde mermer bir zemin vardı, sürekli alkol dağıtan çalışanlar vardı. Ateş'le kendimize birer kadeh aldık ama ikimiz de sadece içer gibi yaptık.

Gençler, yaşlılar, kadınlar ve erkekler vardı. "Aşkın, bu gece bir kadın öldürmen gerekebilir." dedi, Ateş kulağıma doğru kısık seste.

"Hayır," dedim sertçe. "Zaten asıl hedefimiz kurucuları öldürmek."

"Ama zorunda kalabiliriz, üstelik buradaki insanlar korkunç insanlar."

"Yapamam Ateş." dedim, sertçe.

"Yap demiyorum zaten, her şeye hazırlıklı ol. Bu işi ilk gördüğünde işlerin buraya gelebileceğini pekala da tahmin etmişsindir." Nefesimi sıkıntıyla verdim.

Bu sırada, yerden bir platform yükseldi. Üstünde beyaz takım elbiseli bir adam vardı. Konsept buydu, oyuncuların hepsi beyaz giyinirdi.

Sarışın, otuzların başlarında bir adamdı bu. Oyun kurucuların başı, bu projenin ilk planlayıcısı olan Zorya Vassily'di.

"Herkese merhaba, sizleri burada ağırlamaktan şeref duyuyorum. Bugün burada, eşi benzeri olmayan bir av gerçekleştirmek için bir aradayız. Her geçen gün bünyemize yeni oyuncular katıyoruz ve bu av başlayanın bir daha bırakamadığı bir oyun." Ateş elini belime koydu, o da adamı dikkatle izliyordu. Sırtımı göğsüne yasladım derin bir nefes alırken.

"Stres atmak, adrenalini iliklerinize kadar hissetmek, tüm gücünüzü toplayıp kendinizi bir ilah gibi hissedeceğiniz avımıza hoş geldiniz! Burada tanrı sizsiniz." dediğinde Ateş'e çevirdim kafamı.

"Çarpılacağız amına koyayım." Sözlerimle Ateş gülmemek için, yanağının içini ısırdı.

"Sizlere dağıtacağımız tüfekler gece görüşlü dürbünlere sahip ama bunun dışında bir dürbününüz olmayacak. Bileğinize takacağımız bileklikler, sizlerin yerini bize gösterecek. Oyun alanından çıktığınızda kırmızı yanacak, tüfeğinizi bir avcıya doğrultursanız da kırmızı yanacak. Ava vurduğunuzda yeşil yanacak. Ayrıca yardım istediğinizde de bu bilekliğe dokunmanız yeterli olacak. Tek kural, eğlenmek! Burada elli iki oyuncu ve yüz yirmi yedi av bulunmakta. Avlar birazdan serbest bırakılacak, hiçbirinde kesici alet ve benzeri şeyler yok. En çok avı öldüren takım, birinci olarak bu gecenin büyük ödülünü kazanacak. Keyifli oyunlar herkese, şeytanınız bol olsun!"

Bu sırada yukarıdan bir kafes inmeye başladı. Bu demir çubuklara bağlanmış devasa bir kafesti. İçi insan doluydu! Kafes yavaş yavaş iniyordu, içindeki insanlar yardım çığlığı atıyorlardı.

Ve buradaki, insan demeye bin şahit gereken yaratıklar da keyifle avları izliyorlardı.

"İşte başlıyoruz," dedi Ateş, kısık sesle kulağıma.

Kafes aşağı doğru indikçe içindeki insanların yüzleri netleşiyordu. Hepsi farklı milletlerden, üstlerinde sarı önlükler olan insanlardı. Yaşlı, orta yaşlı, genç ve hatta çocuklar da vardı aralarında.

"Nasıl böyle bir şey gizli kalır bu zamana kadar?" dedim, dehşet içinde. "Sen nasıl buldun?"

"Bebeğim bunları konuşma yeri değil, dilimiz anlaşılmasın. Endişelenme, bu vahşeti bitireceğiz." Bu sırada yanımıza gelen görevlilerden biri, bize bileklik taktı. Dijital, beyaz renk yanıyordu. Ateş bir süre bilekliği inceledi, zihnindeki mühendisin hemen bir harita oluşturduğuna emindim.

Bu sırada yanımızdaki masada duran, alımlı otuzlarında bir kadın bizi süzüyordu. O da beyaz bir takım giyinmiş, kırmızı bir ruj sürmüş ve Ateş'i kesiyordu. Yanında da kadından kısa, altmış yaşlarında duran, ak saçlı bir amca vardı.

Kadın bakışlarımı fark ettiğinde öne atıldı. "Merhaba, siz yenisiniz sanırım." dediğinde onu küçümseyici bir tavırla süzdüm.

"Evet, ilk oyunumuz." dedi Ateş, seksi İngiliz aksanıyla.

"Size yardım etmekten keyif duyarız, birlikte avlanıp bir takım olabiliriz." derken, bir yandan da kocasına bakıyordu. Kocası diyordum çünkü alyansları aynıydı.

"Hayır, karımla birlikte yalnız tatmak istiyorum bu zevki." dedi, Ateş cümlesinin hemen sonunda boynuma başımı döndürecek bir öpücük bırakarak.

Bu sırada üç daha yanımıza yakınlaştı. "Elenor! Bu sefer gelmeyeceksiniz sanıyorduk." dedi, genç kumral bir adam karşımızdaki esmer kadına.

"Evet, ayarlayamayacak gibiydik ama kaçırmazdım. Bu sefer çok iyi avlar gelmiş!" dedi Elenor.

Sonradan gelen adamın yanındaki kadın soğuk şekilde adamın koluna girdi. Yanlarında biri daha vardı, keskin yüz hatları olan genç ve etrafı dikkatli seyreden bir adam.

Bu sırada kafes tamamen yere inmişti. Hepsinin bilekliği vardı, hava eksilerdeydi her tarafta kar vardı ancak insanların üstünde sadece ince şeyler vardı, ayakkabıları bile yoktu. Zaten öldürülmezlerse de soğuktan ölürlerdi.

"Başlıyoruz! İyi olan kazansın." dedi Elenor, kocasının yanına geri dönerken.

Kafesin kapıları açıldı, içerideki insanlar birbirlerini ezerek içeriden çıkmaya çalışıyorlardı. Yerde ezilen bir çocuğu gördüğümde, dayanamayıp harekete geçecektim ki Ateş bileğimi sıkıca tutarak beni engelledi.

Zorya'nın arkasındaki ekranda geri sayım yapılıyordu. Üç dakika verilmişti avlara kaçmaları için.

"Sabırlı ol, zamanında oynamazsak kaybederiz. Çok kalabalıklar."

"Biz de kalabalık gelseydik! Bu kadarını tahmin etmiyordum."

"Kalabalık gelemezdik, fazla titiz ve dikkatliler. Anlarlardı. Buraya kimliğimizi çaktırmadan nasıl adımızı yazdırdığımı bilsen şok olursun."

"Nasıl?" dedim ama Ateş karşıya bakıyordu. İleride esmer bir adam vardı, ellilerinde duran. Ateş'in bu gece avlayacağı düşmanlarından biriydi büyük ihtimalle, aslında Ateş kimleri öldüreceğine dair çok bir şey anlatmamıştı bana, sadece bir katliam çıkaracağımızı söylemişti.

"Asım Kuzu, Cebonayan karşıtı, gizli bir mafya."

"Sizin bir de karşıtlarınız da mı var?" dediğimde Ateş bana ters bir bakış attı.

Gözlerim sayaca gitti, kafesteki herkes boşalmıştı ve kaçmaya çalışıyorlardı. İçeriden en son çıkan, o ezilen çocuk olmuştu. Yaşı on anca var gibiydi, topallayarak yürümeye çalışıyordu o da.

"Onu kurtarmam gerek," dediğim an çocuk yere düştü. Ateş gitmemem için beni sıkıca tutuyordu.

Görevliler çocuğu alıp götürdüler, çürük olduğu için onu öldüreceklerdi. Gözlerimi sıkıca yumdum.

"Dayanamıyorum Ateş."

"Dayanmak zorundasın, bu gece en zorlu görevlerinden birindesin V. Hata yapma şansın yok, aç gözlerini." Gözlerimi açtım. "Eğer en ufak bir hata yaparsak, biz de ölürüz. Güçlü olabiliriz ama karşımızda karanlık dünyanın en kirli yüzü var. Ya o dünyayı yok edeceğiz ya da gömüleceğiz V, sen ve ben Ateşpare. Sen ve ben."

"Sen ve ben." dedim, fısıldayarak. Kafasını olumluca salladı, dudaklarıma bir öpücük bıraktı. Bu sırada geri sayım bitmişti.

"Oyun başlamıştır! İki saatlik eğlenceler!" dedi Zorya.

Bu komutla birlikte tüm kalabalık dağıldı, herkes ormanın içine ellerindeki tüfeklerle koşturmaya başladılar. Tüfeklerimizi alıp biz de ormanını içine girdik, hemen silah sesleri yükselmeye başlamıştı.

Hızlı olmak zorundaydık, durduğumuz her saniye birileri ölecekti. Bir süre ilerledik, Ateş ceketinin cebindeki gece görüş gözlüklerini çıkardı. Birini bana uzattı, hızla taktım.

Ateş gözlüğü takmak yerine, ceketinin içindeki tabletini çıkardı. Etraftan çığlıklar, kahkahalar, silah sesleri ve yakarışlar duyuluyordu. Kalın karın üstünde yürürken, botlarımız içine doğru saplanıyordu karın.

"Şimdi, tüm kurbanların bilekliklerini devre dışı bırakacağım." dedi Ateş ve ben tüfeğimi elimde sağlamlaştırdım. Ateş devre dışı bıraktığında kurbanların kaçma ihtimalleri olacaktı,

Bizim avımız şimdi başlıyordu, avımız avcılardı.

İleride koşuşan birini gördüm, bir kadındı, can havliyle koşuyordu ama kaçamıyordu. Hemen arkasında bir avcı vardı, kadını hedef almıştı.

"Ateş, hadi yap şunu!"

"Dikkat çekmeden yapmamız gerekiyor," dese de adam tam kadına ateş edeceği sırada adama ateş ettim.

"Sikeyim Aşkın! İfşa ettin kendini,"

"Sorun değil, ben eğlenmeye yeni başlıyorum." dedim göz kırparak. Ateş alt dudağını yaladı. Bugün bunu çok yapıyordu.

Elinde küçük bir cihazı bilekliğime taktı, bileklik rengini kaybetti ve açılarak yere düştü. Aynısını kendisine de yaptı. Tekrar tabletine döndüğünde ben tüfeğimle etrafı süzüyordum.

"İşte bu! Tüm avların bilekliği etkisiz halde. Şimdi avcıların bilekliği av gibi gözükecek. Birbirlerini avlayacaklar." dediğinde etraftaki tüfek sesleri artmıştı.

"Kurucular anladı mı?"

"Anlamak üzereler ama sisteme giremeyip, oyunu durduramayacaklar. Avlar kaçacak, avcılar birbirlerini öldürecekler. Gece görüşüyle beyazla sarıyı çok ayrıt edemezler. Kurucular da edemeyecek ama bizi arıyorlar." Ben dayanamayıp adamı öldürdüğüm için bizi ifşalamıştım birazcık. "Tabletin sinyalini alıp buraya gelirler." dedi ve tableti parçalayarak yere attı. Olay tablette değildi zaten, sistemdeydi. En başından beri ince deri eldivenlerimiz olduğu için hiçbir yere parmak izi bırakmamıştık.

Elimi tuttu, birlikte koşmaya başladık.

Ancak çok geçmeden, etrafımızın sarıldığını hissettim. Ateş'in elini bıraktım, Sırtımı Ateş'in sırtına yasladım. Ceketimi açtım ve içindeki silahları aldım. İki silahı iki elime aldım. Ateş de aynısını yapmıştı.

ATV'lerle geliyorlardı. ATV'lerin ışıkları, gece görüş gözlüklerini etkisiz hale getiriyor ve görüş açımızı kapatıyordu. Hızla çıkardık ikimiz de gözlüklerimizi. Ateş birkaç ağaca ateş etti, kameraları etkisiz hale getiriyordu. Bu sırada ben de ATV'leri sürenlere sıkıyordum.

Çok fazlalardı, silahlarımdan birinin mermisi bittiğinde Uzi'yi çıkardım. Ateş'le sırt sırta vermiş, hepsini kurşundan geçiriyorduk. İkimiz de o kadar iyiydik ki yakınlaşmayı bile beceremeden hepsini öldürmüştük.

Ateş sık sık bana doğru bakıp, sağlık durumumu kontrol etse de kontrolü elinden bırakmamıştı. En son kalan bir ATV tüm vuruşlarıma rağmen yakınlaşmıştı. Çok hızlıydı.

Ateş'in sırtından ayrıldım. "Kaç!" diye bağırdım ve ikimiz de aynı anda farklı yanlara atıldık. En son Ateş'in havada uçarken, ATV'yi kullanan adamı öldürdüğünü görmüştüm.

Yerden hızla kalktım, Ateş de kalkmıştı, ikimiz de nefes nefeseydik ama bitmişlerdi.

"İyi misin?" dedi Ateş hızla yanıma ulaşarak.

"Hiç bu kadar iyi olmamıştım." dedim parlayan gözlerimle. Ateş'in eli yüzümün iki tarafına gitmişti, iyi olduğumu görünce rahatladı.

"Benim psikopat sevgilim." dedi ve dudaklarıma başımı döndürecek bir öpücük bıraktı. "Daha çok gelecekler," dedi benden uzaklaştığı an ama ben buna müsaade etmedim.

Onu yakasından tutarak kendime çektim, içimde kavrulan tutkuyla onun dudaklarını öptüm. Soğuk havaya rağmen, alev alevdi dudakları. Teninden tenime ateş parçaları düşüyordu.

Ateş de dayanamadı, beni sertçe arkamdaki ağaca itti, daha sert öptü. Bedenimi yukarı doğru kaldırdığında bacaklarımı beline doladım. Bir eli bedenimde geziniyor ama diğeri de silahını bırakmıyordu.

Tutkudan nefesim kesiliyordu.

Bir elim ensesine gitti, spreyden sertleştirmiş saçlarında gezdirdim elimi. Sertliğini kasıklarıma yaslayıp, dudakları boynuma indiğinde dudaklarımdan kısık bir inleme çıkmıştı.

Bu sırada arkadan sessizce yakınlaşan, iki adama hızla ateş ettim. Ancak ne Ateş beni bıraktı ne ben onu. Beni daha sert yasladı ağaca, elim kemerine gitti. Dudaklarını tekrar hoyratça dudaklarıma bastırdı, dili ağzımın içinde bazı noktalara baskı yapıyor ve beni çıldırtıyordu.

Ateş de arkamdaki birkaç noktaya ateş etti, ben bir elimle onun kasıklarını okşarken.

"Aklım duracak," dedi nefes nefese. "Daha çok gelecekler, gitmeliyiz." dediğinde istemeyerek de olsa kucağından indim. Dudaklarına sert bir öpücük daha bıraktım.

"Asım'ı öldüreceğim," dediğinde kaşlarım çatıldı.

"Zaten öldürülmez mi?"

"Takımı güçlüyse kolay öldürülmez, gitmemiz gerek."

"Ben kurucuyu öldüreceğim, o çocuğu bulacağım."

"Olmaz Aşkın, o çocuk çoktan," devam edemedi konuşmaya, yutkundu.

"Hiçbir ihtimali ıskalamam Ateş. Sen Asım'ın peşine düş ben de çocuğun."

"Ayrılmamız tehlikeli."

"Şu an da tehlikedeyiz. Hem amacımız kurucuları öldürmek değil mi?"

"Evet Asım'dan sonra, polis zaten onların icabına bakacak bu gecenin sonunda."

"Hayır, bunlar kurtulmanın bir yolunu bulur ve ben hiçbirinin yaşamasını istemiyorum. Hallederim ben,"

Ateş nefesini sıkıntıyla verdi, kabullenmekten başka seçeneği kalmıyordu. "İlla kendini ayrı bir tehlikeye sokacaksın Aşkın! Çok dikkatli ol, sadece on beş dakika,"

"Tamam bebeğim, sen de." dedim ve dudaklarına bir öpücük bıraktım. İkimiz de hızla birbirimizden ters yönlere koşmaya başladık. Ben başlangıç çizgisine koşuyordum.

Kurucular ne olduğunu kavramaya çalışıyorlardı. Karşıma çıkan her oyun görevlisini öldürdüm başlangıç yerine varana kadar.

Ortada bir masada Zorya oturuyordu, etrafında adamları vardı. Onlar daha ne olduğunu anlamadan Uzi'mle hepsini hızlıca öldürdüm ama Zorya'yı en sona bıraktım.

Yerinden kalktı, bana hızla ateş etti ama benim üstümde hem onların verdiği yelek hem de Ateş'in ürettirdiği ultra güçlü yelek vardı. Yine de bedenim geriye doğru düştü ama hızla kalkarak kendimi toparladım. Eline ateş ettim, silah elinden düştü. O yeniden alamadan ona ulaştım, artık yerde yatıyordu.

"Çok yaratıcıymışsın piç," dedim gülerek. "Ama benimle yarışamazsın."

"Ben sadece oyun kurucu değilim, ben öldüğümde buradaki tüm isimler ifşa olacak ve hepsi senin peşine düşecek. Kimsin sen?"

"V," dedim göz kırparak.

"Ne alaka? Nasıl?" dedi dehşet içinde, tabi o da namımı duymuş olmalıydı. "Beni öldürürsen ölürsün, buna cesaret edemezsin." dedi son kozlarını kullanarak ama bu beni sadece güldürdü.

"O biraz 'Zor ya' canım." dedim Türkçe konuşarak, kendi kendime fazla eğlenerek. Bu kadar sohbet yeterdi, gönül isterdi ki işkenceyle öldüreyim ama gerçekten hiç vakit yoktu bunun için.

Alnına sıktım, kan beyaz ceketime ve yüzüme sıçramıştı. Alnındaki noktadan oluk oluk kan akarken, teninden yukarı doğru ince bir duman çizgisi çıkmıştı.

Başlangıç alanında canlı kimse kalmamıştı. Yürümeye devam ettim, arabaların olduğu tarafa doğru yürürken, burada da canlı kalmamıştı.

Tam arabaların olduğu yere geldiğimde başta ezilen o küçük çocuğu gördüm. Yaşıyordu, üstünde siyah bir ceket vardı ama hala titriyordu. Önündeki, eli silahlı adam öldürülmüştü. Biri çocuğu kurtarmıştı.

Çocuğun arkasından bir karartı yakınlaştı, bu iri vücudu tanıyordum.

"Burada da mı karşıma çıktın amına koyayım!" dedim, artık bıkmış şekilde. Yüzünde siyah bir maske vardı.

Ona ateş edecektim ama yerdeki çocuğu kucağına alarak bu ihtimali bitirdi.

"Biz aynı kumaştayız V. Yanlış taraftasın." dedi seri katil. Kucağındaki çocuk korkuyla onun boynuna sarıldı, o da çocuğun sırtını okşadı.

"Seni öldüreceğim."

"Ateş Alanguva, senin düşmanın. Ona güvenme."

"Sikerim senin belanı! Sana mı güveneceğim? Bu gece öleceksin."

"Tabi, bunu yapabilirsin. Ben şimdi kaçacağım ve peşimden koşup beni yakalayıp, konuşturabilir, öldürebilirsin. Ya da," dedi ve çocuğu tutmayan eliyle telefonunu çıkardı.

"Müstakbel kocanı kurtarabilirsin, seçim senin."

Telefon ekranına baktım, Ateş'in çevresini sarmışlardı. Kendini koruyordu ama çok dayanamayabilirdi.

Bacaklarım güçsüzleşti, nefesim sıklaştı. Seri katil arkasını döndü ve kucağında çocukla koşmaya başladı. Onun peşinden gidebilirdim ama ben bunu bir seçenek olarak bile görmedim.a

Arkamı döndüm ve tersi yönde koşmaya başladım. Ateş'e doğru koşarken bir kere bile tereddüt etmemiştim. Belki Ateş bile kızabilirdi bunu yaptığım için, o seri katili yakalamam daha önemliydi onun için ama benim için değildi. Benim için hiçbir şey onun canından daha değerli olamıyordu.

Bu Ateş'i ilk seçişim değildi ve son da olmayacaktı.



🔥🔥🔥

Herkese merhaba ateş parçaları? Nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Yine sizlerle bir bölümde buluşmanın keyfini yaşıyorum, bugün de hep yaptığım gibi kahvemi alacak ve bölüme gelen yorumlarınızı keyifle okuyacağım. Vakit bulabilirsem, yorumlarınıza cevap da vermeye çalışacağım bu sefer.

Bölüm hakkındaki görüşlerinizi bekliyorum.

Yarın Koaceli Kitap Fuarında olacağım, hemen ertesi gün de Merzifon Fuarındayım. Kitaplarınızın olup olmaması hiç sorun değil, amaç sizlerle tanışmak. Ateşpare okurları, Ateşpare'nin posterlerinin olduğu kartlarla da ya da düz bir kağıtla da gelebilirler. İki şehre de ilk gidişim olacak, beni yalnız bırakmayın ateş parçaları.

Umarım sevdiğiniz bir bölüm olmuştur, gelecek bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın ateş parçalarım.

Instagram: cerennmelek

Twitter: cerennmeelek / #Ateşpare

Tiktok: cerennmeleek 

Continue Reading

You'll Also Like

523K 8.8K 26
🔞Türkiye'nin en büyük mafyası tarafından kaçırılmak ve onla ilişki yaşamak.🔞 🔞Bolca +18 vardır. 🔞
79.4K 3.6K 5
"Merih..." diye fısıldadım. "Canım yanıyor... Seni sevmek, kollarında güvende hissetmek canımı yakıyor." Lara'nın kendi ve Merih'in ailesi hakkında ö...
AVVARE By Fatih

Teen Fiction

7.1K 4.3K 10
Geçmişi tamamıyla hatalardan oluşan bir insanın hayatına yeni bir yol çizmek ve hatalarından kurtulmak için izlediği yol ne kadar zor olabilir? Hepim...
52.7K 3K 26
Ben İpar Gök, İpar yüksek dağların kar tutmayan yerlerinde yetişen bir çiçekti. İsmimi babam koymuştu, annemle karşılaştıkları ilk gün ona İpar hatun...