İktidar Oyunları | ognis.

By MSHanDeniz

28.1K 2.3K 956

Kanuni Sultan Süleyman'ın halasının torunu olan Mahnisa Sultan, ailesini kaybetmesinin ardından padişahının h... More

0
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
son

1

1.3K 115 22
By MSHanDeniz

Aşklar, bölümler her çarşamba gelecek öncelikle bunu söyleyeyim. Sonraki konu da, Muhteşem Yüzyıl'daki olaylar, sanki orada Nisa da varmış gibi olacak. Yani paralel gidecek diyelim. Bu yüzden olaylar ve diyaloglar benzerlik gösterebilir, aynı da olabilir, alakası da olmayabilir falan filan. Şimdiden oy verip yorum yaptığınız için teşekkür ederimm 💓💋


Saraya geleli birkaç gün olmuştu. Şimdiden Şehzade Cihangir ve Mihrimah Sultan ile çok yakın olmuştuk. İkisi de beni diğer kardeşlerinden ayırmıyorlardı. Hürrem Sultan'ı da çok sevmiştim ama kendisi bir hayli meşgul olduğu için onu görmek zordu. Şehzade Ogeday'ı ise, ilk geldiğim gün dışında bir daha görememiştim.

Beni utandırıyordu. Beni ilk gördüğü anda garip iltifatlar etmişti. Niye böyle şeyler söylemişti, bilmiyordum. Latife mi ediyordu yoksa ciddi miydi onu da anlayamıyordum. Belki o da beni kardeşi olarak görüyordu ve o yüzden bana iltifat etmişti. Allah'ım, neler düşünüyordum böyle? O bir şehzadeydi. Böyle şeyler düşünmem zinhar yasaktı, doğru olmazdı.

"Daldın gittin Mahnisa, ne düşünüyorsun?"

Şehzade Cihangir'in sözleriyle düşüncelerimden çıktım ve ona dönüp gülümsedim. Onunla birlikte hasbahçede dolaşıyorduk. Geldiğimden beri bu koca bahçeyi gezmeyi çok istiyordum. O kadar büyüktü ve güzeldi ki, her bir detayını incelemeden duramıyordum. Gördüğüm her çiçeği kokluyor ve seviyordum. Burası çeşit çeşit güllerle doluydu.

"Buranın ne kadar büyük olduğunu düşünüyordum," diye yalan söyledim etrafı incelemeye devam ederken.

Yalan söylerken yüzüne bakmaktan çekinmiştim çünkü şehzade iyi bir gözlemciydi. Gözlerime bakarsa yalan söylediğimi anlayabilirdi. Ama yalan söylemeyip ne yapacaktım? Başka bir şansım mı vardı? Ağabeyinizi düşünüyordum, diyecek halim yoktu ya.

"Evet, öyledir. Benim de bu sarayda en sevdiğim yer burası sanırım. Saklanacak çok güzel yerleri de var hem," diyerek bana bir cevap verdiğinde kaşlarımı çatarak ona baktım.

"Sizin gibi bir şehzadenin saklanmaya niçin ihtiyacı olsun ki?" diye sordum merakla.

"Kamburumu görmüyormuş gibi konuşuyorsun Mahnisa. Sırtımdaki bu kamburla gölgelerde saklanmaya mahkumum ben. Hiçbir zaman ağabeylerim gibi olamayacağım. Onlar gibi savaşa, sancakbeyliğine gidemeyeceğim."

"Lütfen böyle söylemeyin," diye mırıldandım. Kendini bana bu şekilde açacağını düşünmemiştim ve duyduklarımdan dolayı üzülmüştüm. Özellikle kendini ağabeyleriyle kıyasladığında.

"Seni üzdüysem kusura bakma, niyetim bu değildi." Başımı iki yana salladım ve gülümsemeye çalıştım. Bir de beni üzdüğü için üzülmesini istemiyordum.

"Sahi, Şehzade Ogeday niçin diğer ağabeyleriniz gibi sancakbeyinde değil de sarayda?" diye sordum konuyu değiştirmek için. Aslında iki gündür kafamı kurcalayan bu soruyu sormak için doğru zamanın gelmesi beni içten içe mutlu etmişti.

"Benim kılıç kuşanma törenim için geldi. Diğer ağabeylerim de gelecekler Allah'ın izniyle. Yolda olmalılar, birkaç güne burada olurlar. İyi ki sen de yetiştin, beni izleyeceksin."

"Tabii ki izlerim."

Bir süre daha yürüdükten sonra Cihangir yorulduğunu söyleyip içeri dönmek istedi lakin ben biraz daha yürümek istiyordum. Beni yalnız bırakarak odasına döndü. Tek başıma kendimi daha rahat hissediyordum ama arkamda bana refakat eden Makbule ile birlikte iki kız daha vardı. Sadece Makbule yeterdi, diğer kızlara hiç gerek yoktu bence ama Hürrem Sultan bu hususta ısrarcı olmuştu. Söylediğine göre bir sultan, asla yalnız gezmemeliydi.

Çalıların arasından geçtikten sonra biraz ileride tek başına ok talimi yapan Şehzade Ogeday'ı görmemle kendi kendime gülümsedim. O, benim farkımda bile değildi. Heybesinden çıkardığı okları atıyordu. Ben ona yaklaşırken belli belirsiz gülümsediğini gördüm. Geldiğimi anlamış olmalıydı ama benden tarafa bakmıyordu. Attığı ok isabeti tam orta yerinden vurduğunda alkışladım.

"Tebrik ederim şehzadem, çok isabetli attınız."

Bana döndüğünde yüzündeki gülüş büyümüştü. Yayını indirip yanıma doğru yürüdü. Ortada buluştuğumuzda ikimiz de iyice sırıtıyorduk.

"Kendimi bildim bileli ok atıyorum."

"Ben de ok atmada fena değilimdir," dediğimde kaşları şaşkınca havalandı.

"Sen mi? Bir sultanın ok atmada iyi olduğunu ilk defa duyuyorum. Kılıç da kullanabiliyor musun?" diye sorduğunda başımı salladım. Beni niçin küçümsüyordu ki?

"Babam olur da kendimi korumam gerekir diye birkaç numara göstermişti. Sizin kadar olmasa da, biraz kullanabiliyorum." Hala şaşkındı ama yüzündeki hayran dolu bakışları da saklamıyordu. Onu böylesine hayran edebildiğim için mutlu oldum.

"Bir ara talim yapıp marifetlerini görmek isterim," dediğinde hevesle başımı salladım.

Kendimi ne kadar anlatırsam anlatayım kendi görmeden iyi olduğumu kabul etmeyecekti. Ona göre ok atmak ve kılıç kullanmak şehzadelerin işiydi, sultanlar sadece haremde oturup el işi işlerlerdi. El işinde de fena değildim ama ok atmakta çok daha iyiydim ve zamanı geldiğinde bunu ona gösterecektim. Beni küçümsediği için utanacaktı hatta.

"Sen burada olduğumu nereden bildin?" diye sordu ve cevabımı beklemeden heybesinden bir ok daha çıkarıp uzağımızdaki ağaca nişan aldı.

"Burada olduğunuzu bilmiyordum. Şehzade Cihangir ile dolaşmaya çıkmıştık lakin o yorulup içeri girdi. Ben de dolaşırken sizi görüp selam vermek istedim." Okunu atıp tekrar isabet ettirmesiyle gülerek bana döndü. Ben de aynı şekilde gülerek ona karşılık verdim.

"Cihangir çabuk yorulur, ona böyle konularda güvenme. Yalnız dolaşmak istemezsen, beni çağırabilirsin." Ben başımı sallarken o yüzünü buruşturdu. Çok ileri gittiğini düşünmüş olmalı ki "Veya Mihrimah'ı," diyerek devam etti.

İki okunu da isabet ettikleri yerden çekip çıkardı ve tekrar heybesine koydu. Ardından yanıma geldi. Birlikte saraya doğru yürümeye başladık.

"Duyduğuma göre ağabeyleriniz de gelecekmiş," dedim konu açmak için.

"Evet. Mustafa ağabeyimi görmeyeli çok uzun zaman oldu, onu öyle özledim ki. Gelince sen de onunla tanışırsın ve eminim ki onu pek seversin." Heyecanla konuştuğunda bu heyecanına kıkırdadım ve başımı salladım.

"Peki ya öbür ağabeyiniz? Şehzade Selim'i de özlediniz mi?" diye sorduğumda yüzündeki gülüş soldu. Acaba çok mu ileri gitmiştim?

"Özledim tabii ki, ağabeyim o benim. Lakin o beni özledi mi, o konuda şüpheliyim," diye mırıldandı.

"Niye özlemesin ki? Siz de onun kardeşisiniz."

"Evet, öyleyim. Lakin çocukluğumuzdan beri aramızda bir rekabet var. Yaşlarımız birbirine çok yakın olduğu için herhalde. Mehmet ağabeyim öldükten sonra, validemin en büyük şehzadesi olduğu için burnu pek havada gezmeye başladı. Ama ağabeyimiz Mustafa'yı hiç hesaba katmıyor. O varken taht Selim'e düşer mi hiç?" Kaşlarımı çattım.

"Böyle düşünüyorsanız, tahta kendinizin de çıkmayacağını düşünüyorsunuz demektir. Doğru mu anladım?" diye sorduğumda başını salladı.

"Evet. Babamın bize bırakacağı o tahtı en çok Mustafa ağabeyim hak ediyor. Ne kadar validem ve Mihrimah benimle aynı fikirde olmasa da, herkesin bildiği bir şey bu."

"Peki dediğiniz gibi olursa ve Şehzade Mustafa tahta çıkarsa ne olur?" diye sordum korkuyla. Aslında cevabını bildiğim bir soruydu ama ondan duymak istemiştim. Belki de yanlış biliyordum, bildiğim şeyi söylemesin istiyordum.

Bana acı bir tebessüm yolladı. "Selim ve beni boğdurur, validemi de sürgüne yollar sanırım," dediğinde gözlerimin dolduğunu hissettim.

"Ama ağabeyinizi çok seviyorsunuz. O da sizi böylesine severken, size kıyar mı?"

"Teamüller neyi gerektiriyorsa o olur Mahnisa. Ağabeyim beni ne kadar sevse de, bunu yapmak zorunda. O istemese bile, etrafındaki kadınlar bunu ona yaptırır."

Mahidevran Sultan'dan bahsettiğini anlamıştım. Acaba Şehzade Mustafa ile birlikte o da gelecek miydi? Kendisini çok merak ediyordum. Hürrem ve Mihrimah Sultan düşündüğümden de güzellerdi, kim bilir o nasıl biriydi? Hürrem Sultan'ı çok sevdiğim ve bana çok iyi davrandığı için ister istemez Mahidevran Sultan'a karşı içimde bir ön yargı vardı ama tanımadan yargılamak istemiyordum. Sonuçta o da bir anneydi ve ne yaparsa yapsın, kendi şehzadesinin iyiliği için yapıyordu. Bu durumda ona nasıl kızabilirdim ki?

Saraya girdiğimizde bir ağa bizi durdurdu ve Ogeday'ın kulağına bir şey fısıldadı. Ne kadar merak etsem de oralı olmuyor gibi davranıp etrafı izledim. Haremdeki kızlar koşuşturup duruyordu. Böylesine bir telaş varsa, herhalde gelen birileri olmalıydı. Ogeday'ın bakışlarını üzerimde hissettiğimde ona döndüm. Onunla konuşan ağa gitmişti ve o bana bakıyordu. "Benim gitmem gerekiyor. Selim gelmiş, Mustafa ağabeyim gelmek üzereymiş. Ardından da hünkarımızın huzuruna çıkacağız."

Başımı salladığımda bir şey söylemeden gitti. Benim ise tek yaptığım, o giderken arkasından selam vermekti.

-Şehzade Ogeday

Ağabeyim Selim ve kardeşim Cihangir ile birlikte hünkarımızın huzuruna kabulümüzü bekliyorduk. Selim gelmişti, Mustafa ağabeyimin de geldiği söyleniyordu lakin henüz ortalarda görünmüyordu.

"Kıyafetleri giymeye mecbur muyum? Hiç rahat değil." Cihangir direkt olarak benimle konuştu. O da benim gibi, Selim'i pek sevmezdi. En azından, beni ondan daha çok sevdiğinden emindim.

"Giyeceksin elbet Cihangir. Yarın senin için mühim bir gün. Bütün gözler üzerinde olacak," dedim ve gülümsedim.

"Ben alışkınım zaten. Bütün gözler her daim üzerimde," deyip güldüğünde ben de güldüm. Selim'e gülerek baktığımda onun da gülüyor olduğunu gördüm.

Bu sırada bize doğru gelen ayak seslerini duymamızla Cihangir'in üzerinden gelen kişiye baktım. Aynı anda kardeşim de "Mustafa ağabey!" diye bağırdı.

Ağabeyim bize iyice yaklaştığında önce Cihangir'le sarıldı. "Nasıl özlemişim," diye mırıldandı. İkisi gerçekten çok yakınlardı. Aynı anneden olmamamıza rağmen Cihangir eminim ki onu hepimizden daha çok seviyordu.

"Ben de öyle," diye yanıtladı kardeşim büyük ağabeyimizi. "Gelmeyeceksin sandım.

"Şehzadem kılıç kuşanacak ve ben gelmeyeceğim, öyle mi? İki elim kanda olsa gelirim."

Daha konuşacaklarını ve bizi unuttuklarını düşündüm. Dikkat çekmek için şakayla karışık, "Allah muhabbetinizi arttırsın," dedim. İkisinin de bakışları bana döndüğünde sırıttım.

Ağabeyim gülümseyerek "Ogeday," dedi ve bana da sarıldı. Ben de aynı şekilde ona karışılık verdim. Ben de onu en az Cihangir'in özlediği kadar özlemiştim.

Ağabeyim benden sonra da Selim'e sarıldı. Hepimiz ona ağabey derken Selim şehzadem demekle yetinmişti. Bizim aksimize, o ağabeyimize karşı daha mesafeliydi.

Hünkarımızın hasodabaşısı geldiğinde vaktin geldiğini anlayıp hep birlikte içeri girdik. Büyükten küçüğe sıralanmıştık. Hünkarımız hepimize tek tek bakıyordu. Geldiğimden beri beni ilk görüşü değildi ama hepimizi birlikte ilk görüşüydü.

Ağabeyim "Hünkarım," dedi ve gidip babamızın elini öptü.

"Hoş geldin Mustafa'm, nasılsın?"

"Sizinle ve kardeşlerimle aynı kubbenin altındayım hünkarım. Benim için bundan büyük bir saadet olamaz."

Hünkarımız başıyla onu onayladığında eski yerine geldi. Sıra Selim'deydi. Selim de aynı şekilde babamızın elini öptü.

"Sen nasılsın arslanım?" diye sordu babam ona.

"Sizi görmek, ayağınızın tozuna yüz sürmek büyük şeref hünkarım." Yalaka.

Babam başını sallayarak onu onayladığında yanıma geri geldi ve sıra sonunda bana gelmişti. Ben de babamın elini öptüm. Beni ilk kez görmediği için bir şey sormadı ve tekrar yerime geçtim.

Sıra kardeşime geldiğinde o da babamızın elini öpüp yanıma geleceği sırada babamız onu durdurdu. "Arslanlar arslanı, işittiğime göre hayli heyecanlıymışsın."

"Mübalağa ediyorlar hünkarım. Benim tek derdim o kıyafetleri giyecek olmak." Kardeşim şakayla karışık konuştuğunda babamız da gülümsedi.

Cihangir yanıma geldiğinde babamız her birimize tek tek baktı. "İnşallah sancaklarınızdan hayırlı haberler getirdiniz. Selim?" diye sordu Selim'e bakarak.

"Siz bizim başımızda olduktan sonra işlerimizin hayırlı gitmemesi mümkün mü hünkarım?" diye yanıt verdi Selim.

Hayatımda onun kadar yalaka birini daha görmemiş olabilirdim. Tabii kadınlardan ve şaraptan başını alamadığı için sancağının durumunu anlatamıyordu çünkü kendi de bilmiyordu. Anca böyle süslü laflarla babamızın gözünü boyuyordu. Ama benim kanıma dokunan, babamın hoşnut bakışlarıydı. Onun söylediklerine inanıyor ve mutlu oluyordu.

"Mustafa'm bir sıkıntı yoktur inşallah," diyerek ağabeyime döndü.

"Malumunuz hünkarım, mesele bir devleti; bir sancağı idare etmek olunca sıkıntılar her daim baş gösterir. Lakin merak buyurmayın, sizden aldığım destek beni her daim güçlü kılıyor." Babam gülümseyerek başını salladı.

"Ala. Bileğinden güç, yüreğinden inanç eksik olmasın."

Ve bana döndü. Sorgulayıcı bakışlarını gördüğümde o sormadan konuştum. "Elimden geldiğince size layık bir evlat olmaya çalışıyorum hünkarım." Başını salladı.

"Sizleri böyle yan yana huzurumda görmek beni ziyadesiyle memnun etti."

Ağabeyim ve Selim birkaç şey daha anlattıktan sonra hünkarımız onlar yorgun olduğu için odalarımıza geçmemizi emretti. Biz de bir şey demeden dairelerimize doğru yürüdük. Ağabeyim, kardeşim ve ben eminim ki direkt uyumayı düşünüyorduk lakin Selim için aynını söyleyemezdim. Kim bilir bu geceyi hangi hatunla birlikte geçirecekti?

-Mahnisa Sultan 

Şehzade Mustafa ve Mahidevran Sultan'ın geldiğini bütün harem konuşuyordu ama ben hala kendilerini görememiştim ve oldukça merak ediyordum. Mihrimah Sultan da ağabeyini ve kardeşini görmek için saraya gelmişti. Onun saraya geldiğini duyunca okuduğum kitabı bırakıp Hürrem Sultan'ımızın odasına doğru yürüdüm. Mihrimah Sultan da orada olmalıydı. Belki Mahidevran Sultan'ı da görürdüm. Kapıyı çalıp buyur aldığımda içeri girdim.

"Gel Mahnisa, biz de Mihrimah'la oturuyorduk," diyerek beni kabul etti Hürrem Sultan.

Mihrimah Sultan tam yanında oturuyordu, ben de yan tarafındaki küçük koltuklardan birine oturdum. İkisi de sinirli ve gergin görünüyordu. Bunun nedeni Mahidevran Sultan'ın gelmesi olmalıydı. Bilmediğim başka bir şey mi olmuştu yoksa? Sanmıyordum.

"Duyduğuma göre şehzademizle birlikte Mahidevran Sultan da saraya gelmiş," diye mırıldandım. Onun hakkında ne konuşacaklarını çok merak ediyordum.

"Evet. Mahidevran hangi yüzle buraya gelir? Onunla aynı havayı solumak zehirdir bana. Mehmet'imin mezarında kemikleri sızlıyordur şimdi." Hürrem Sultan kızgınca konuştuğunda kaşlarımı çattım.

Şehzade Mehmet'in öldüğünü biliyordum, zehirlendiğini duymuştum. Onu zehirleyen Mahidevran Sultan mıydı? Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorlardı?

"Keşke onun yaptığını ispat edebilseydik." Mihrimah Sultan konuştuğunda, Hürrem Sultan ona sinirle baktı.

"İspat etsen ne ki Mihrimah? Benim canımı aldılar, kalbimi söktüler. Evladımı koruyamadım." Hürrem Sultan üzgünce konuştu.

Mihrimah Sultan da oldukça üzgün görünüyordu. Elini annesinin elinin üzerine koydu. "Validem, size söz veriyorum. O zalimler kendi döktükleri kanda boğulacak."

Sultanımız az da olsa gülümsedi. "Benim de tek isteğim bu Mihrimah."

Kapının çalmasıyla üçümüz de kapıya baktık. Sümbül Ağa içeri girdi. Bu adam neden böyle garip yürüyordu? Yürümüyor da salınıyor gibiydi. Ayakları yerine bir tekerin üzerinde gibiydi. Normal biri değildi.

"Sultanım, Rüstem Paşa haber gönderdiler. Sizinle acilen görüşmek istiyorlar."

Hürrem Sultan, bize bir bakış dahi atmadan kalktı ve odadan çıktı. Merakla Mihrimah Sultan'a baktım. Yüzünde sıkıntılı bir ifade vardı. Bu sarayda işler hep böyle hızlı mıydı acaba? Şimdiden olayların hızına yetişemiyordum ki geleli daha birkaç gün olmuştu. Yorulduğumu hissediyordum.

"Sen gördün mü Mahidevran Sultan'ı?" diye sordu Mihrimah Sultan.

Başımı iki yana salladım. "Henüz görmedim, ama kendilerini oldukça merak ediyorum."

"Hakkında oldukça şey duymuşsundur tabii."

"Evet. Lakin ağabeyiniz Şehzade Mehmet'i onun zehirlediğini bilmiyordum. Bunu ilk defa validenizden duyuyorum. Eğer böyleyse, niçin cezasını çekmedi?" diye sordum merakla.

"İspatımız yok çünkü. Ağabeyim herkesin gözdesiydi, Mustafa ağabeyim varken bile onu geçip Manisa Sancakbeyi olmuştu. Onu, Mahidevran Sultan'dan başka kim zehirleyebilir ki? Validem, Rüstem ve ben bundan eminiz ama bir ispatımız olmadan koca veliaht şehzadenin validesini itam edemiyoruz maalesef." Üzgünce başımı salladım. "Bakalım bu sefer Manisa'ya kim gidecek?" diye kendi kendine sorduğundaysa şaşkınca ona baktım.

"Manisa'ya biri mi gidecek? Şehzadelerin kendi sancakları var sanıyordum."

"Var zaten ama Manisa boş kaldı, birinin oraya geçmesi gerekiyor. Hünkarımız, Cihangir'in kılıç kuşanma merasiminden sonra kararını açıklayacak." Bundan haberim bile yoktu, oldukça şaşırmıştım.

"Sizce kimi seçecek?" diye sordum merakla.

"Bilmiyorum, Mustafa ağabeyimi seçmesinden korkuyorum. Umarım Ogeday'ı seçer," dediğinde genişçe gülümsedim.

"Evet. Umarım hünkarımız, Şehzade Ogeday'ı seçer."

Continue Reading

You'll Also Like

41.5K 3.5K 12
Kim Taehyung öğrencisine fazla mı ayrıcalık tanıyordu? Daha ona sınav cevaplarını verdiği kısma gelmedik. Yaş farkı !
373K 19.5K 35
"Uğruna beklenilen her şey, güzeldir. En az ahududu kadar." Hafif kavruk teniyle, üzerine serpiştirilmiş kahve çekirdeği tonlu saçları ahenk içindey...
17.1K 1K 52
Süvari İmparatorluğu'nun veliaht prensi Nezar'la nişan prosedürüm sırasında, on yedi yaşında bir kız olarak geçmiş hayatımı hatırladım. Benden hoşla...
11K 846 82
-MAKİNE ÇEVİRİSİDİR- Bir dünya savaşının zemininde geçen esaret-kaçırma klasik romanında yardımcı karakter oldum. Evde soğuk muamele gören ve istism...