FANTOM ETKİSİ doğa dönüyor

By Talkinglibrary

1.1M 40.7K 16.3K

Yaşamı boyunca hiç kimsenin onu "tehlikeli" olarak nitelendireceğini düşünmezdi. Eh, hayat bazen hoş olmayan... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
İLAHİ BAKIŞ AÇISI
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Evreni ve karakterleri tanıyalım
Bölüm 27

Bölüm 12

40K 1.2K 226
By Talkinglibrary

Benim için çok değerli olan oylarınızı vermeyi unutmayın. 🥰 iyi okumalar. 💜

-Alessia-

Bana sorulsaydı eğer ''Neredeyiz?'' sorusuna verilebilecek en ütopik cevap ''Cinlerin boyutundayız.'' olurdu. Şu var ki bunun pekte ütopik olmadığını ayaklarım o yere sağlam basınca anladım. Zor yoldan öğrendiğim kadarıyla Kordiseps böyle bir yerdi işte, her şeyin komik olmaktan uzak bir şaka olmasını diler ve kendinizi cinlerin boyutunda bulurdunuz. Nitekim doğallıktan uzak ışık kırılmaları ve suretsiz silüetler tamamen bunu kanıtlar nitelikteydi.

''Nasıl- Ne dedin?'' Bahsettiği yerle ilgili kabuslarımı dolduran yüzlerce hikaye binlerce söylenti duymuştum. Her biri dinlerken dikkat çekici, yalnız kaldığımda ve karanlıkta başımı yastığa koyduğumda korkutucu gelirdi. Doğrusunu söylemek gerekirse bu her yaşımda böyle olmuştu.

Olduğu gibi tekrar etti. ''Cinlerin boyutu, '' Agiel'in bedeni bana doğru büküldü. ''Karşındaki yeşil ışık kümesini görüyor musun?'' Kesinlikle görüyordum. Onca hareketli ışık hüzmesi arasında en parlağı oydu. Muhtemelen herkes burada diğerlerine nazaran ayırt edici özellik gösteren tek şeyin o yeşil ışık kümesi olduğu konusunda benimle hemfikir olurdu. Sanırım Agiel'da tam olarak bu yüzden onaylamamı beklemeden devam etti. ''Onun yanına gidip, seni benim gönderdiğimi ve teslimatı seninle tamamlayabileceğini söyle.'' Konuşurken bedeninin yükselen notalarla uyumlu olarak sallanmaya başladığını görebiliyordum, belki de o an bunu henüz kendisi bile fark etmemişti. Kemandan yükselen melodi kulağa olması gerektiği kadar masum gelmiyordu. Farkındaydım çünkü müziğin zihnimin kapılarını zorlayan büyülü ellerini kafamın içinde hissediyordum.

Doğru anladığımdan emin olamayarak zaten gözlerimi alamadığım ışığa daha dikkatli baktım. Ne kadar uzun bakarsam bakayım gözüme iletişim kuracak türden bir varlık gibi gelmiyordu. Gerek yoktu ama yine de sesimi düzeltim, sanki bu eylem sesimde oluşabilecek hırıltı yerine tüm bu saçmalığı alıp götürebilirmiş gibi. ''Işığa?''

''Işığa.'' diye onayladı. O an için bedenimin elle tutulur bir varlığı olduğundan bile emin değilim. Agiel'in sesiyle konuşan turuncu silüete baktım. Tüm bu renkler kelimenin tam anlamıyla baş döndürücüydü. Hem de tıbbi yardıma ihtiyaç verecek türden, belki de psikolojik bir destek.

''Madem senin adını vereceğim, neden gidip ne istiyorsan kendin almıyorsun?'' Ya da iki adım ötendeki işi yapsın diye köle tutmuyorsun?

Az önce uzaklaşan varlığını yeniden yaklaştırdı. Sanırım böyle yaparak her köşeyi dolduran keman sesini bastırmaya çalışıyordu. ''Çünkü ondan almam gereken şeyi almayacağıma dair serçe parmak sözü verdim fakat kimse bir başkası aracılığıyla alamayacağımı söylemedi.'' Tıpkı benim gibi söz cini anlaşması yapmıştı.

''Hatırlat da sözüne güvenmeyeyim.''

''Ne bekliyordun pamuktan bir kalp mi? Ayriyeten güvenini sorgulamak içinde çok geç kaldın.'' Doğruydu. En gerçek şekilde onunla kuyuya inmiştim. Dibinde bulduğum şey göz önünde bulundurulduğunda bunun tekrarlanmaması gerektiğini düşünüyordum.

Burnumdan göğsümü şişiren bir nefes aldım. Bu şekilde ilk sabır dileyişim değildi. Kendime cesaret verircesine hızlıca başımı salladım. Hala avucumda duran hançeri belime sıkıştırıp hareketli ışık hüzmelerinin arasına dalmadan önce yürüyebildiğimden emin olmam gerekiyordu. Ayaklarım, onların var olduğunu bir şekilde biliyordum ama bu boyutun gerçekliğine kapılmış birer renkli ışık hüzmesi haline geldiklerini görmek, adım atabileceğime dair olan inancımı sorgulatıyordu.

Attığım adım uçuyormuşum hissine kapılmama neden oldu, burada ağırlığım hissettiğimden çok daha az olmalıydı. Silüetlerin arasında satenlere dolanmışçasına yürümeye devam ettim. Onlar her neyse tenimdeki karşılığı rüzgarın hissettirdiklerine benziyordu. Onların ne olduğunu bilmekse mezarlıkta topraktan ansızın bir elin yükselmesine şahit olmakla aynı hormonları salgılatıyordu. Noradrenalin, adrenalin ve kortizol. Bu gibi durumlarda kendini gösteren mide bulantısı çok uzun süredir duygu durumu haline gelmişti.

Yeşil ışığın önüne gelince sert bir yüzeye çarpmış gibi durdum. Sanki buraya kadar yürüyerek değil de yeni görünmez kanatlarımla süzülerek gelmiştim. Aptalca bir şey söylemeden önce defalarca yutkundum.

Bir ışıkla konuşmaya ikna olduğum için enayi gibi hissetmem normal miydi?

''Agiel,'' dedim. Devamını gülünç olmayacak şekilde getirebilmeyi diliyordum. ''Teslimatın benimle tamamlanabileceğini söyledi. Sanırım sen de- yani siz de ona ait bir şey varmış.'' Yeniden düşündüğümde hiçbir alam ifade etmeyen cümlemi hiç söylememiş olmayı dileyerek kısa bir süre gözlerimi sıktım.

Gözümü açtığımda hala öylece yerinde duruyordu. İlk gördüğün an kadar hareketsiz ve tıpkı bir ışığın yapacağı türden sessiz.

Bir an sonra gittikçe büyüdüğünü fark ettim. Çok kısa bir süre içinde devasa boyutlara ulaşmaya başladı. Öyle ki her şeyi, herkesi içine almış ve parlaklığıyla görünmez yapmıştı. Bunun olumsuz bir cevap olabileceğini düşündüm. Elimi gözlerime siper ederken ''Nazikçe çenemi kapatmamı söylesen bunu pekalada yapardım.'' diye söylendim. Duyduğundan emin değildim. Zaten en başta bu ışığın duyma yetisi olduğundan bile emin değildim. Belki de Agiel şu an onu bıraktığım yerde düştüğüm durumu izleyerek benimle alay ediyordu. Bu düşünce daha çok sinirlenmeme neden oldu. Dönüp gitmeliydim.

Parlaklık eskisi kadar rahatsız etmediğinde gözlerimi yeniden açtım. Öncesine nazaran her şey o kadar net ve farklıydı ki...Sanki biri gelip baktığım pencerenin buğusunu silmişti. Dalgalanan ışık hüzmeleri, gölgeler ve renk kıvrımları gitmiş yerini doğaüstü güzellikte suratlar ve şekilli bedenler almıştı. Aynı anda fark ettim ki bedenimi öncesinde olduğu gibi görebiliyordum.

Biraz önce yeşil ışığın olduğu yere baktım. Şimdi yerinde göz alıcı kumaşlara sarınmış orta yaşlı bir adam oturuyordu. Nefes dahi almadığını düşündürecek kadar hareketsiz. Çekik gözlerinde dinginlik dışında hiçbir emare yoktu.  ''O da neydi?'' Kırışıksız yüzünde ışık patlamasından bahsettiğimi anladığına dair bir gülümseme belirdi. Bu o kadar küçük bir ifadeydi ki, gerçekten görüp görmediğime emin olamadım.

''Göz perdeni kaldırdım.'' Ses kulaklarıma ulaştığında dudakları hiç oynamamış ya da aralanmamıştı. Muhatabımın başka biri olduğunu düşünerek çevreme baktım. Olduğumuz yeri sınırlayan duvarlar ya da gözle görülür bir zemin yoktu. Bu yerin bulutların üzerinde var olduğunu düşünmekten kendimi alamadım. Az önce arasından geçtiğim ışık hüzmelerinin yerinde dans eden bedenler süzülüyordu. Kusursuz yüzleri ve ters ayaklarıyla. Kalbim boğazımda atarken bu görüntüyü zihnimden silmeye çalıştım.

''Al.'' dedi. Ses yine az önceki gibi aynı anda dört bir yandan gelmişti ama bir şekilde bu sesin önümde duran bu adama ait olduğuna biliyordum. Pürüzsüz elleriyle uzattığı bez çantaya baktım. Bu sırada gözlerim sürekli olarak bağdaş kurup üzerine oturduğu ters ayaklarına kayıyordu. ''Bu Cerbezeli için,'' dedi ses. Hemen ardından diğer elini de yüzümün hizasına kaldırdı. Hemen burnumun ucunda, avucunun içinde gümüş bir yumurta duruyordu. ''Bu da senin için.''

Gözlerimi kısıp durumu değerlendirdim. O sırada Murphy'nin yumurta hakkında olan bir uyarısı kafamda yankılanıyordu. Parmaklarımı kütleterek yumurtaya baktım. Belki yeterince iyi bakarsam içindekini tahmin edebilirdim. Ne kadar merak etsem de onu almamalı ve karşımdaki cinle fazladan muhabbete girmemeliydim. Çünkü o bir cindi. Beni kandırabilir, en basitinden beni ahlaki sınırlar dışında kalan bir şeye ikna edebilirdi. Nitekim her konuda kurnazlıkları yedi cihanda bilinirdi. ''Ben hiçbir şey istemiyorum,'' Bez çantayı işaret ettim. ''Sadece onun için buradayım.''

Bu defa yüzünde daha belirgin bir gülümseme belirdi. Gülümseme sıcak değildi. Aksine kaçırdığım bir nokta ile alay eder gibiydi. Rahatsızca kıpırdandım. Hareketsiz dudaklarından yeni bir söz duymadan Agiel'ın paketini alır almaz adımlarım gerilemeye başlamıştı. Paketi alırken parmaklarına değmemeye özellikle dikkat etmiştim. Öyle bir varlığın tenini hissetmeye henüz hazır değildim. Ve ruhsal sağılığım buna hazırlık yapmak için her zaman meşgul olacaktı.

Adımlarım ondan gözümü çekebildiğim ilk an gideceğim yöne döndü. Agiel'a.

Kemanın uyuşturan melodisine kapılmış cin kalabalığının arasına daldım. Onları birer ışık hüzmesi olarak görürken bunu yapmak çok daha kolaydı. Şimdi ise göz göze gelmemek için yere kenetlediğim bakışlarım ters ayaklarla karşı karşıya kalıyordu. Sırtımdan süzülen soğuk ter damlasının ve tenimin altında gezinen o yakıcı hissin bedenimin tüm bunlara karşı geliştirdiği bir savunma stratejisi olduğuna emindim.

Agiel'ın müziğe uyum sağlayan kafa hareketini ve yüzündeki durumdan keyif aldığını belli eden ifadeyi izledim. Bir sonraki an ona ait olan çantayı keyifli yüzüne fırlatıyordum. Önce yüzüne çarpıp eline düşen çantaya, ardından bana aynı iri gözlerle baktı. Elinde tuttuğu her neyse yüzünde muzip bir gülümseme oluşturuyordu. Hemen koşup bizi buraya sokan kapıya, kapının ardındaki o belirsiz boşluğa kendimi bırakmak üzereydim. Ama o konuştu.

''Bunun ne kadar kıymetli olduğunu bilsem bana vermeden kayıplara karışırdın.'' Bunu söylerken çantayı yüzüne attığım için kızgın görünmüyordu. Aksine her ne şekilde olsun eline ulaştığı için kanının kaynadığını gözlerimle görüyordum.

Öfkeyle burnumdan bir nefes verdim. Nasıl olurdu da böyle korkunç bir yerde eğlenebilirdi? Özellikle ben böyle dehşete düşmüşken, o beni ne göreceğimden habersiz buraya sürüklemişken. Ellerimi yumruk atmaya hazır şekilde sıktım. ''Elindekinin ya da buranın kıymetini kıçımın kenarına bile takmıyorum, anladın mı? Onlar korkunç! Kusursuz görünümleri ve ters ayakları var. Bana bunları görmediğini ve ne olduklarının farkında olmadığını söyleme sakın.'' Kaşlarım cümlenin sonuna yaklaştıkça daha da çatılmıştı. Aniden yükselen öfkemi bastıramıyordum.

Hızlıca etrafımıza bakıp işaret parmağını dudaklarına dayadı. Ama ben arsız bir ses tonuyla devam ettim.

''Onlar binlerce insanın kabusu. Çocukların dumur olması için kulaklarına onlar hakkında hikayeler fısıldanması dahi yeterli, hem de lanetli olarak bilinen isimlerine gerek kalmadan. Böyle korkunç yaratıklarla işbirliği yapacak kadar karaktersiz olmana inanamıyorum.'' Bakışları iki gözüm arasında mekik dokudu. Verdiğim tepkiyi abartı buluyor olmalıydı.

Onlara baktıkça güzelliklerini değil, dokunuşlarıyla akıl sağlığını kaybeden ve isimleriyle yoldan çıkan insanları görüyordum. Dünya üzerinde kabileleşmiş kötücül kalplerinde merhamet kalmayan insanların o hale gelmelerine neden olan şey en başta cinlere, devamında onların evrenlerine tapınmalarıydı. Zamanla çirkinleşmiş, sağlıklı görünümlerini kaybetmişlerdi. Mutlu olamaz, olanın peşine musallat büyülerini takarlardı. Oysa bu iyilik, saflık ve güzellikten yoksun kişiler bir zamanlar sadece dileğini gerçekleştirmek için bu yola sapmış insanlardı. Bir zamanlar onlarda insanlardı.

Dans eden bir tanesiyle göz göze gelince düşüncelerim bölündü. Eğer onun gerçekte ne olduğunu bilmesem gözlerimin şahit olduğu en çekici ve en seksi kadın olabilirdi. Cinsiyeti fark etmeksizin her hangi birinin reddedemeyeceği fiziğe ve güzelliğe sahipti. Çoğu kişinin böyle tanrısal bir güzellik karşısında tüm tercihleri kolaylıkla bir kenara bırakabileceğini adım gibi biliyordum.

Gözlerimi ilk kaçıran olmamak için neredeyse tüm kaslarım ve irademle savaş veriyordum. Davetkar bakışlarını gözlerimden çekmeden müziğin ritmine uyumlu olarak belini kıvırmaya devam etti. Bakışmamızın rekabete dönüşmesi an meselesiydi. Biraz sonra havaya kaldırdığı ellerinden bir tanesini temas arzulayan bir dokunuşla diğer koluna sürterek aşağı indiriyordu. Sivri dilini dudaklarında gezdirirken seviyesi artan tiksintimi bastıramayarak yüzümü buruşturdum. ''Yer gök aşkına! Hepsi tam bir ucube-''

Hazırlıksız yakalandığım bir anda Agiel'ın beni cümlemi tamamlamaktan alıkoyan eli dudaklarımda kapanmış halde kapıdan aşağı düşüyorduk. Öfkeme o kadar kapılmıştım ki buradan çıkmam gerektiği farkındalığı bir süreliğine beni terk etmişti. Öyle ki sanki sonsuza kadar o noktada dikilip boğazıma dizilen tüm nefret söylemlerini kusabilirdim. Bir saniye kadar kısa bir süre sonra kuyunun karanlık ve kirli zeminde yuvarlanırken bu hiç mantıklı gelmiyordu. Bir şey, bir güç beni bu evrene dönmekten alıkoymaya çalışmıştı.

Agiel nefesini tutunca üst üste bedenlerimizin yakınlığını fark ettim. Ben üstünde yatarken gözlerini yüzümden başka bir yöne çevirmiyor, bedenini bir santim dahi olsa hareket ettirmiyordu. Agiel'in elini dudaklarımdan ayırıp hışımla üzerinden kalktım. ''Seni kapılmaman konusunda uyarmıştım,'' dedi bilmiş bir tavırla. Benim gibi ayağa kalkmış üzerindeki tozları silkelerken çantasını koltuk altına sıkıştırmıştı. Şimdiki haline bakınca az önceki şaşkın ifadesi hiç var olmamış gibi geliyordu.

''Oranın atmosferi kanını bile kendine köle eder. Seni kendi malı yapana kadar tüm arzunu dışa vurur.'' Bu karşı konulmaz öfkemi açıklıyordu. Kapıyı kapatırken devam etti. ''Onlar için güzellik her şeydir. Güzellik için yaşar, güzellik için pazarlığa otururlar. Onlara hakaret edersen şayet seni buna pişman ederler. Bunu yaparken ki yöntemlerinin pek hoş olmadığını bilmeni isterim.'' Kaşları uyarı cümlesini desteklercesine havaya kalkmıştı.

Ağzımı açsam da iç çekip geri kapattım. Hafife alınmayacak ölçüde gerildiğimi itiraf etmeliydim. Çantanın içine bir göz attığı sırada sesimi düzelttim. Tamamen anladığından emin olmak için tüm dikkatini bana versin istiyordum.

''Çantayı aldın,'' İçindekine olan merakım gözlerime sürekli çantaya bakmasını emrediyordu. ''Şimdi benim şartımı yerine getireceksin ve yeni bir anlaşmada yok.'' Gözlerini kısıp konuşacakken elimle onu durdurdum. Ne söyleyeceğini anlamıştım. ''Evet kesinlikle eminim.'' 

Gözleri beni süzerken aniden üzerimde gördüğü şeyle kaşları çatıldı. Bakışlarını takip edip kendime bakarken ne gördüğünü anladım. ''O da ne?'' Pelerinimin cebindeki her neyse ondan bahsediyordu. İlk bakışta gördüğüm şeyin düşündüğüm şey olmasından korktum. Elime aldığımdaysa korktuğum şeye bakıyordum.

Gümüş yumurtanın kavisi avucuma tam oturuyordu.

''Lanet olsun.'' Agiel ile hemfikirdim.

Zemin ayaklarımın altında titremeye başladı. Agiel'in elleri bileklerime sarılınca sarsıntıyı hissettiğini düşünmüştüm. Oysa o ''İyi misin?'' dedi. Sarsıntı yoktu. Sarsıntı kafamın içinde yaşanıyordu.

Bu yumurtadan kurtulmam gerektiğini hissediyordum. Hatta bundan son derece emindim. Bana sadece ve sadece tüm bunları yok edebilecek sihirli bir asa lazımdı.

Ya da...

Yumurtayı yeniden cebime koydum. Agiel'in gözleri üzerimdeydi. ''Ne yapıyorsun?''

O sırada cinlerin boyutuna açılan kapıyı yeniden açmak üzere kapı koluna asılmıştım. Bir şeyi yok edemiyorsanız geldiği yere geri göndermekten daha kesin bir çözüm olabilir miydi? Sanmam. Kapıyı aralasam da güçlü bir vakum onu yeniden kapatıyordu.

''Yosun,'' dedi Agiel. Aslında durmamı söylüyordu.

Bu yumurtayı o cinden almadığıma yemin edebilirdim. Ama işte burada cebimde duruyor, bana onunla ne halt edeceğimi ve başıma ne işler açacağını düşündürüyordu. Tıpkı Kordiseps'in en başından beri bana yaptığı gibi.

''Bana bak,'' dedi bu defa. Aynı anda koluma yapışmıştı. Dediğini yapıp ona dönerken terden yüzüme yapışmış bir tutamı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Derin nefeslerimi dindirmeye çalışıyordum. Kapı düşündüğümden daha ağırdı. ''Planın onu oraya geri atmaksa bu sadece daha belalı dönmesine neden olur. Nihayetinde benden bir şey daha isteyemezsin, unuttun mu? Sana yardım edemem. Başka anlaşma yok.'' Yüzünde zor yoldan edinilmiş tecrübenin izleri vardı.

Kapı kolunu bırakıp parmaklarımı saç diplerime bastırdım. Uzun zamandır taramadığım için saçımın bazı bölgeleri keçeleşmeye başlamıştı. ''İçinden ayakları ters, insanımsı bir yaratık mı çıkacak?'' İstemsizce yüzüm buruştu. ''Ona istemediğimi söyledim, almadığıma da eminim. Ne diye ben de olduğunu anlamıyorum.''

Murphy bunu tahmin etmişti. Fakat nasıl?

Agiel'ın ayakları birkaç adım gerileyince yüzüne baktım. ''Sen sözlüsün.'' Yumurtanın varlığını ancak kavramış gibi bir şaşkınlıkla sırayla yumurtaya ve bana bakıyordu.

Ben sözlüymüşüm.

Ne demek sözlüymüşüm?

Yüzümü buruşturarak onu ayak ucuna kadar süzdüm. ''Saçmalama! Son derece bekarım fakat bunu sana açık kapı bırakmak için söylemiyorum.''

Gözlerini devirdi. ''Burası fırsatlar dünyası hayatım.'' Gülüşü sahteydi. Halinde tavrında anlam veremediğim bir telaş vardı. Bana özellikle birkaç adımdan fazla yaklaşmadığını fark ediyordum. Tüm bu paniği yumurtadan kaynaklanıyor olabilirdi. Sanki artık yumurtanın sahibi olan bana dokunması durumunda başı belaya girebilir gibi.

''Yumurta, ne anlama geliyor?'' Korkaklığı yediremeyerek sesimin olabildiğince tok çıkmasına dikkat ettim. Birinin daha yardıma muhtaç olduğumu düşünmesi fikri katlanılır gibi gelmiyordu. Belki doğru kelimelerle yararı dokunacak tüyolar edinebilirdim.

Kollarını kavuşturup gözlerini kıstı. Yüzü allak bullak olmuştu. ''Yani bunun anlamını bilmiyor musun?'' Bana sorulacak olursa doğru kelimeler hakkında hiçbir fikrim yokmuş gibi görünüyordu. Buraya ait olmadığıma dair açık verdiğimi hissettim.

Duruşunu taklit ederek, ''Onlara olan nefretim göz önünde bulundurulduğunda bu konuda fikrimin olmaması mantığa oldukça oturuyor,'' dedim. Yüzüne bakınca gözlerinin ardındaki şüpheyi görebiliyordum.

Durumun hoş olmadığını bir kez daha hatırlatan o derin nefesi ciğerlerine çekti. ''Görünen o ki verdiğin sözü tutmamışsın, Yosun. Sen...lanetlenmişsin.''

Ensemden soğuk bir ter süzüldü. Söz cini. Demek bu anlama geliyordu.

Agiel yutkundu. Kurmak istemediği bir cümleyi  kurmak üzere gibi görünüyordu. ''Bu durumda sana yardım edemem.'' Konuşurken aynı anda başını olumsuz anlamda sallıyordu. Öfkeyle burnumdan bir nefes koyverdim. Bu birazda sahte bir gülüş gibi görünmüştü.

Şimdi onunla da serçe parmak anlaşması yapmış olmayı diliyordum. ''Bedelini ödediğim bir vaatte bulundun. Sıra anlaşmanın sana düşen kısmına geldiğimizde mi az önce varlıklarından oldukça keyif aldığın cinler seni rahatsız eder oldu? Yoksa baştan beri planın iş bu boyuta geldiğinde bir bahane bulmak mıydı?'' İşaret parmağımı onu kesebilecek bir silah gibi yüzünün önünde sallıyordum. Yapabilirdi de.

Benimkiyle aynı hiddetle hiç beklemeden, ''Anlamıyorsun, söz cini ile lanetlenmek imparatorun gözünü üstünde taşımak demek. O yumurtadan çıktığı anda seni canlı canlı izleyebilecek.''  Boğazımdaki yumru hançerin kesmeden önceki son baskısı gibiydi. Halk dilinde buna korku diyorlardı.

Isırdığım yanağımı kan tadı gelince bıraktım. ''Madem öyle, nasıl kurtulabileceğimi söyle.'' Bunu basit bir çay tarifi sorar gibi söylemiştim. Uzunca bir yüzüme baktıktan sonra gözlerini sıkıca kapatıp başını arkaya yatırdı. Son iki dakika içinde bu dördüncü ''of'' çekişiydi. Bu açıdan yücelerden sabır diyor gibi görünüyordu.

Her şey birkaç saniye içinde olmuştu.

Bir an sonra kendi belirlediği mesafeyi kapatarak iki eliyle aynı anda dağınık saçlarımı düzeltmeye başladı. Kaşlarımı çatıp elleriyle yaptığı şeyi görmeye çalıştım. Yüzündeki bariz pişmanlığı görüyordum. Saniyeler içindeki bu keskin ruh hali değişimi beni afallatmıştı. Ben yaşadığımız andan anlam çıkarmaya çalışırken o parmaklarına takılan saç tellerini dikkatlice düzeltiyordu. Sanki her bir tel içinde bulunduğumuz durumun önemini solda sıfır bırakır gibiydi. Hemen ardından yüzümü avuçladı. Bu cesaretini irkilerek karşıladım. Bir nedenden ötürü nefes nefeseydi. Yakınlığının farkına vardıkça rahatsızlığım kademe kademe yükseliyordu. Bu yüzden geri çekilmek istediğimde tutuşunu sıkılaştırdı. Ona onaylamaz bir bakış attım.

''Öyle demek istemedim. Ben...tabii ki sana yardım edeceğim,'' Nefesinin düzene girmesini beklemeden devam etti. ''Sadece yumurta çok şeyi değiştirir. Seninle birlikte beni de ateşe atar. Bununla sınırlıda değil. Burada kuru bir ot olmadıkça yasadışı sansasyonel bir olaya bulaşmaman imkansız. Seni izleyecek olanlar sadece kazağını ters giydiğin için bile seni tutuklamak isteyebilir.'' Ellerini ittim. İnip kalkan göğsüne ek olarak yılan gözleri de olması gerekenden fazla adrenalin salgıladığını ele veriyordu. Söylediklerinden sonra paniğine anlam vermek uzun sürmedi. Alenen ot gibi  yaşamadığını itiraf ediyordu.

Elleri hayali bir yüzü tutar gibi havadaydı. Ona havada kalan bir diğer şeyin verdiği söz olduğunu söylemek istedim. İlk pürüzden itibaren geride kalmak istemesi onu benim gözümde yabancı olmaktan bencil bir yabancı olmaya düşürmüştü. Ona asıl kimliğim hakkında bilgi vermeyişimin isabetli bir karar olduğunu idrak ederek sırtımı dikleştirdim.

''Teşekkür etmeyeceğim. Yapman gerekende sözünü tutmak olurdu. Sakın bana bir jest yapıyormuşsun gibi düşünme, bunun bedelini ödedim.'' Yankılanan sesimin güçlü çıktığını fark ettim. Kendi sesim beni biraz daha cesaretlendirdi. Böyle anlarda tüm bunlardan kurtulacağıma dair inancım doğuyordu. Kurtulup, bana istemediğim olgunluğu katan o hayata döneceğime dair olan inancım...Belki de bunu hiç yapmamalıydım.

Bu kuyuda fazla mı kalmıştık?

Yanından geçip sepetin orta yerine dikildim. Yukarı çıkmak için hız kazandıracak bir hareket olduğunu umuyordum. Agiel ilk defa şahit olduğum asık yüzüyle sepete girdi. Kapıyı kapatırken, ''Söz vermemiş olsam da sana yardım ederdim, Yosun.'' Ona bakmadım. Kordiseps böyle vaatlere kanmamanız gereken bir yerdi. Ayrıca bu tarz gönül alıcı cümleler kırık kalpler için ölümcül sonuçlar doğurabilirdi.

Tırnaklarıma baktım. İçleri kir dolmuş ve çeşitli kırıklar vardı. Bazılarının ne zaman kanadığını bile bilmiyordum. ''Oysa ben bedelleri eğlenceli bulduğunu sanıyordum.'' Sepet hareket etmeye başlayınca yukarıdaki oksijeni ne denli arzuladığımı fark ettim.

Yalandan bir gülümsemeyle gözlerini kırpıştırdı. Bu hali sinirlerime biraz daha dokunmuştu. Yaptığım saptamanın altını çizer gibi eliyle havaya bir çizgi çekti. ''İşte eğlenceden anladığımın kanıtı.''

***

Odamın kapısının önünden geçip giderken, ''Meydan Han'ı beğendin mi?'' dedi Agiel. Yol boyunca tek ses suskunluğumuz olmuştu. Kuyudan çıktıktan sonra sürdüğüm mavi ruju ovalamaya konuşmak için ara verdim. ''Henüz değerlendirmeye fırsatım olmadı.'' Bu isyanı Kordiseps'in -varsa- kişiliği duysun istiyordum. Ona 'her kelimeyi bağırarak ve tükürükler içinde ''Beni rahat bırak.'' demek istiyordum. Keşke bu konuda bir muhatabım olabilseydi.

Agiel güldü. Hangi ifadeyi denerse denesin yaydığı sinsi enerji farklılık göstermiyordu.

Diğer kapılarla arasındaki tek farkı üstünde, yüzümün hizasında ''A'' harfi asılı olan kapıyı açtı. Önden girmem için yarım bir reverans ile içeri buyur etse de bunu yapmaktan geri durdum. O eşiğin ötesinde beni bekleyen bir tehlike olmadığından emin olmam gerekiyordu. Başım ve gözlerimle önce onun girmesini işaret ettiğimde bıkkınlıkla göz devirdi.

''Kodes aşkına! O paranoyaklık bu boya nasıl sığıyor?'' İçeri girip hiç bir tehlike olmadığını göstermek ister gibi ellerini ve kollarını sallamaya başladı. Bu şekilde gömleğine sıçan girmiş gibi görünüyordu.

Kapının yanından geçerken asılı duran harfe bir kez daha baktım. İsmini temsil ettiğine emindim. ''Burada mı çalışıyorsun?'' dedim. Benim odamın içindekinin aksine onun odasının iki bölmesi vardı. Gördüğüm bir yatak odası ve bir ofisle burada yaşadığını bile düşünebilirdim. Kısa bir an bakışları ve sesi duraksasa da fazla düşünmeden ''Evet.'' dedi.

Yatağın cibinliği uykuya davet çıkarıyordu. Kaliteli kumaşlar dört bir yanımı sarıp beni gizlerken çekebileceğim türden deliksiz bir uyku. Düşünmesi bile yüzümü güldürmüştü. Parmağımı kemerimdeki dal parçasına sürterken dikkatimi yeniden Agiel'e verdim. ''Neden burada konuşmak zorundaydık?''

Cibinlik fantezilerim arasında kaybolduğum sırada doldurduğunu düşündüğüm iki kristal kadehle bana yaklaşıyordu. Elime vermeden önce güvenli olduğunu göstermek için bardağımdan bir yudum aldı. Bu sırada gözlerini gözlerimden hiç çekmemişti. ''Çünkü benden isteyeceğin şeyin üçüncü kişilerin kulak misafiri olamaması gerektiği kadar özel olduğunu düşünüyorum.'' Nedenini sormak yerine mavi sıvıyı bardakta çevirmeye başladım. Zaten sormam halinde doğruyu söyleyeceğinden emin olamayacaktım.

Merga. Onu arıyor oluşumun duyulması ne denli tehlike yaratırdı? Soruyu daha doğru soracak olursam, onu aramak ne kadar güvenliydi?

''En az tanımadığın bu adamın yatak odasında dikilecek kadar,'' dedi şeytanım. Haklıydı. Ve sonra ekledi:

''Üstelik elinde içeriği meçhul bir sıvıyla.''  Bardağı komodine bıraktım.

''Merga diye birini bulmam gerekiyor,'' dedim bir çırpıda. Koltuğa bıraktığı bedeni gerilirken dizine koyduğu ayağı düştü. Duyduğu isimle yüz ifadesi gözle görülür biçimde sertleşmişti. Her hareketini Merga'nın kimliğine dair bir ipucu niteliği taşıdığını düşünerek izledim. Ulaştığım ilk kanı Merga'nında ot gibi yaşamadığı olmuştu.

Öne eğilip dirseklerini dizine koydu. ''O cadıyı,'' diye başladığı cümleyi yarıda keserek kapıya baktı. Yeniden konuştuğunda sesi temkinli bir tonda kısıktı. '' Neden arıyorsun?'' Böylece edindiğim ikinci kanı bir cadıyı aradığım olmuştu. Bu bilgiyle kaşlarım çatıldı. Hayatım boyunca hiç gerçek bir cadıya rastlamamıştım. Heyecan verici yanını bastırmaya çalışarak asıl resme odaklandım.

''Cadı mı?'' Tıpkı onun gibi fısıldıyordum. Bu binanın duvarları iş buraya varacak kadar ince miydi yani? Zengin dekoru düşünülünce bu kulağa komik geliyordu.

''Hem de bir düzine suçuyla aranan kaçak bir cadı.''

''Aranan.'' diye tekrar ettim. Usulca başını salladı. ''Ve bulunamayan?'' dedim, zaten fark ettiğim şeyden emin olmak isteyerek. Başıyla onaylamayı hiç kesmeden ''İstemediği sürece katiyen.'' diyerek açık bir kapı bırakmış oldu.

Yine de umutsuzluğa düşmemek elde değildi. Büyükbaşların dahi saklandığı yerden çıkaramadığı cadıyı bulacağıma inanmak yeterince ütopik değilmiş gibi bir de onu katiyen bulmam gerektiği gerçeği bıçakla belimden dürtüyordu. Hayali bıçaktan kurtulmak ister gibi belimi doğrulttum.

''Bunlar ona ihtiyacım olduğu gerçeğini değiştirmiyor, nedenini öğrenmense onu bulmana yardımcı olmayacak.''

''Nedense diyaloglarımızı kelime israfı olarak gördüğünden şüpheleniyorum,'' Alt dudağını büktü. ''Ne garip.'' Yüzüme aksini söylememi bekleyerek bakıyordu. Parkeleri incelemeye devam ettim. Siyah araları bir zamanlar beyaz olmalıydı. ''Peki,'' Bunu istediği cevabı alamadığı için çektiği keyifsiz nefes içine dolarken söylemişti. ''Onu aradığından kimseye bahsettin mi?''

Zihnimin orta yerinde TAKO ekibi üyeleri sırasıyla savaş pozisyonu alırken canlandı. Onları hatırlamanın içime sızdırdığı sıcaklığı keyifle kucakladım. ''Hayır,'' dedim.

Gözü başka yere dalmış şekilde başını onaylar anlamda salladı. Yüzünde görüyordum, sanki düşünceleri elle tutulacak kadar yoğundu. Bana dair şüpheleri ve gördükleriyle bir şeyleri birleştirip amacımı ortaya çıkarak türden bir kanıya varmasından ölesiye korkuyordum. Fakat hafif gülümsemeli bir ifade takınarak çenemi kaldırdım. İnsanlar sizi ancak önlerine sunduğunuz şekilde tanırdı. Görmelerini istediğiniz ya da onların görmek istediği. Asıl sizi siz dahi bilmeden tüm bu sahte kimlikler size mezara kadar eşlik ederdi.

''Peki ya söylemiş olsaydım?''

Sırtımı duvara dayarken beni izleri. Bu sırada söylemiş olmam durumunda gerçekleşecek senaryoları düşünüyor olmalıydı. ''O tür birini arıyor olman bile seni birinci sınıf bir lekeli yapar. lekeli diye nitelendirdiklerime kibar davranmadıklarını söylememe gerek yoktur herhalde?'' Lekeli. Cebimdeki yumurta göz ününde bulundurulduğunda gözde bir şüpheli olmaya bir nefes kadar yakındım. Düşüncelerimi bölerek ''Yosun,'' dedi. Kaşları durumun ciddiyetini arttırmak adına havalanmıştı.  ''Kimse bilmemeli.'' Herhangi birinin bilmediğini yeniden teyit eder gibi bir ikazdı. Göz devirdim. Kendini güvenceye almaya çalışmasını anlıyordum. Planım ikimizi de ateşe atmak değildi.

''Kimse bilmeyecek. Tabii başka birine sormam gerekecek kadar çaresiz kalmazsam.'' Uyku kuyusundan çıkıp uzuvlarıma tırmanmaya başlamıştı. Öyle ki olduğum pozisyonu bozmak ve odama gitmek tamamen külfet geliyordu. 

Burnundan güldü. ''Bu senin aleyhine olur.''

Gülüşünü kopyaladım. ''Evet, ve de onu benimle birlikte arayan senin.'' Bir anlık cesaretle dilime dökülen kelimeleri tartmamıştım. Kalbimin atışı boğazıma kadar tırmanıyordu. Kadehteki son mavi yudumu kafasına dikerken arkasına yaslandı. Bir süre çatık kaşlarla sıvının yanaklarını şişirmesine izin verdikten sonra ''Beni tehdit mi ediyorsun?'' diye sordu. Topal şeytan! Ediyor muydum? Bildiklerim arasında kesin olan bir şey varsa o da birini tehdit ettiğim sırada nabzı hızlanan kişinin ben olmamam gerektiğiydi.

Her şeye rağmen sakin görünmemi sağlayacak maske yüzümdeydi. ''Bu yolda seni motive edecekse şayet öyle düşün gitsin.'' Sırıttı. Ne yapsam, ne desem de o sinir bozan gülümsemesini yüzünden silemiyordum. Tek kelime daha etmesine izin vermeden odadan ayrıldım.

Çıkarken kapattığım kapı sorunlarımı eşiğin gerisine hapsetmemişti. Agiel'a Merga'dan bahsetmemin doğru olup olmadığı sorusunun cevabı bir bakteri gibi düşüncelerime dolanıyordu. Hatta ayaklarıma bile. İşin aslı en çok Agiel'ın, cezasından dahi kaçabilen bir suçlunun izini sürüp süremeyeceğini sorguluyordum.

Cebimdeki yumurtayı yoklayarak yürümeye devam ettim. Hala ondan nasıl kurtulacağıma dair en ufak bir fikrim yoktu. En azından çatlayana kadar vaktim olmasını diliyordum. Belki de Müphem'e dönmek yumurta krizinin sonu olabilirdi. Ve tüm Nanta için benim neden olduğum başka bir krizin başlangıcı. Ne zamandır dönmek için bahaneler üretiyordum?

Kapalı kapıların ardından gelen bir ses adımlarımı durdurdu. Koridorun her köşesinde hatta belki diğer katlarda bile inleme sesi yankılanıyordu. Kadınsı ve tiz. Acı dolu olmaktansa tamamen zevke aitti. Ardı arkası kesilmeyen inlemelerin geldiği odaya çok yaklaşmış olmalıyım ki ses neredeyse kafamın içinde yankılanıyordu.

Yürümeye devam etmem gerektiğinin farkındaydım fakat ayaklarım komut almayı bırakmış gibi yerine mıhlanmıştı. Ritmik zevk inlemeleri turuncu saçlarında olduğu bazı görüntüleri zihnimde su yüzüne çıkardı. Bu sese kulak misafiri olmak kafamın içindeki görüntülerin devamını hayal etmeme neden oluyordu.

Terlemiştim ve doğru düşünemiyordum.

Müstehcen görüntülerin tenimde bıraktığı uyuşukluk tarifi imkansızdı. Turuncu saçlara parmaklarımı dolama arzusu üzerimde gezinen binlerce karınca gibi hareketliydi. Belirginleştiğini hissettiğim göğüs uçlarıma şaşırarak avucumu bastırdım. Bu dakikaların yaşanmaması gerekiyordu.

Bir erkek sesi uygunsuz arzularımın önünü kesti. 

''Bana Hanzeb'ten daha iyi olduğumu söyle.'' Bunun kesinlikle rica tonlaması olmadığını biliyordum. İşittiğim isim tüm arsız düşüncelerimi tuz birikimini dağıtır gibi üfledi. 

O sırada kadının boğazdan gelen hırıltısı hızla yankıya dönüşüyordu. Şu an ruhu doruklarda olmalıydı. Kesik nefeslerinin arasından, ''Sen. Onun. Bile. Efendisisin,'' diyebildi. ''Tanrısın.''  Bunu söylerken sesi yükselmişti.

''Beni dizlerimin üzerinde cezalandır.''

''Ah, evet. Yapacağım.''

Tiksintiyle yüzüm buruştu. Fakat söz konusu Hanzeb'in yatağına girmiş biriydi. Yatağına, yani odasına ve sarayına. Belki sarayda olduğu dakikalarda Ophelia ile aynı odayı paylaşmışlardı ya da onun iyilik durumunu gözlemleyebildiği bir konuma, rütbeye sahipti.

O odaya girmem gerekiyordu.

Minik yıldıza dokunmak vereceğiniz en faydalı destek olacaktır. Burada olduğunuz için teşekkürler ♥️♥️♥️

Continue Reading

You'll Also Like

11.1K 832 29
Hiçbir yere ait olamamak mümkün mü? İnsan bir yere ait olabilir mi? Aidiyeti hissetmek için ne yapabilirsiniz? Nelerden vazgeçebilirsiniz? Doğaüstü...
51.4K 179 17
Tecavüz,şiddet,taciz ve sex içerir.Bu bir sexting eseridir.
262K 4.7K 31
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı.Bir an kalbim duracak gibi oldu. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi ve odamın kapısını açt...
187K 11.7K 13
Ben kötü biri miydim? Yoksa onlar mıydı, kötü olan? Kime ne zararım dokunmuştu benim? Aklımda sürekli bu sorular... Bir hatırlayabilsem... Ölmüş müyd...