AŞKA DÜŞÜŞ (TAMAMLANDI)

Por MehtapFirat

2.6M 151K 161K

Wattys 2019 Kazananı (Yeni Yetişkin) 🏆 [...] Bir kitapta okumuştum. Şöyle yazıyordu: "Boğazı dantel gibi süs... Mais

AŞKA DÜŞÜŞ
1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
ARA BÖLÜM - 1
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm | Part I
7.Bölüm | Part II
8.Bölüm | Part I
8.Bölüm | Part II
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
ARA BÖLÜM - 2
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm | Part I
18.Bölüm | Part II
19.Bölüm
20.Bölüm | Part I
20.Bölüm | Part II
21.Bölüm
22.Bölüm | Part I
22.Bölüm | Part II
22.Bölüm | Part III
ARA BÖLÜM - 3
23.Bölüm
24.Bölüm
25.Bölüm
26.Bölüm
27.Bölüm
28.Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm | Part 1
40. Bölüm | Part 2
41. Bölüm
42. Bölüm
43.Bölüm
44.Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm | FİNAL
Bu Bir Veda Ama Asla Son Değil

38. Bölüm

20.2K 1.4K 501
Por MehtapFirat

Instagram: askadususofficial | missfirat

Playlist:

L.A - Stop The Clocks

Soner Avcu - Kayıp Şehir

Aşka Düşüş'ün tüm playlistine Spotify'da Aşka Düşüş yazarak ulaşabilirsiniz. ❤️

Bölümün bazı kısımlarında yetişkin sahneler yer almaktadır. Okumak istemeyenler için o kısımları +18 olarak belirttim. Bilginize 🙏🏼

Ayrıca hikayemizin yepyeni kapağı için canım halapenobiberi 'ye çok çok teşekkür ederim. Efsane güzel olmamış mı? Tam anlamıyla Aşka Düşüş'ü yansıtan bir kapak oldu. 😍

38. BÖLÜM

Hayat, kesinlikle belirsizliklerden ibaretti. Ne kadar plan yaparsak yapalım kader elinin değdiği yaşantılarımız ilmek ilmek işleniyor ve kalp hiç fark etmediğimiz bir şekilde kendi yolunu çiziyordu.

Bütün bunları nereden ve nasıl mı biliyorum?

Elbette kendimden.

İstanbul'a geldiğim ilk zamanları hatırlıyordum ve bir de şimdi ki hâlimi. Bu birkaç ay benim için resmen büyük bir devrim gibiydi. Hem de hiç şikâyet dahi etmediğim bir devrim.

Tamam, bu kadar yeter. Şimdi bütün bu afili cümleleri geçelim ve şu ana dönelim.

İlker'in Audi'sini çok seviyordum. Hatta bayılıyordum. Arabanın kusurlu tek bir yanı yoktu. İçinin çok dar olması dışında ve bu da bizim işimizi kesinlikle çok zorlaştırıyordu. Özellikle de şu an İlker'in kucağında, ellerim onun kıvırcık saçlarının arasındayken ve onun da sıcacık dudakları boynuma ıslak öpücüklerini bırakırken işimiz gerçekten çok ama çok zordu.

Nemli dudakları usulca boynumda gezinirken, kıkırtımı serbest bıraktım ve başımı geriye doğru atıp ona daha iyi bir alan sunmak istedim. Dudaklarımdan titrek bir inilti koparken, "Bana hâlâ sürprizin ne olduğunu söylemedin," diye fısıldadım. Yüzünün alacağı ifadeyi görmek için hafifçe geriye doğru çekildim. Sırtım direksiyona değdi ama şanslıydık ki korna falan çalmadı. Yoksa üniversitenin otoparkında, İlker'in arabasında sarmaş dolaş bir vaziyette kimseye yakalanıp, rezil olmak istemezdik.

Ellerim İlker'in ensesindeki saçları çekiştirirken yüzündeki o kusursuz gülümsemeyle bana doğru yaklaştı ve dudaklarıma hızlı ama nefesimi kesecek bir öpücük bıraktı. Ardından geriye doğru çekilip, "Bebeğim, adı üstünde sürpriz," diyerek muzır bir surat ifadesiyle mırıldandı. Sırıtarak dudaklarımı dişledim ama öyle kolayca pes etmeyecektim. Alnına düşen kıvırcık bukleleri geriye doğru atarken, "Bari küçük bir ipucu alsam?" diyerek dudaklarımı sarkıttım. İlker, bu yavru kedi bakışlarıma elbette karşı koyamadı ve bakışlarından bile beni yanıtsız bırakmayacağını hemen anladım.

Pes edercesine, "Tamam, ipucu alabilirsin," dediğinde gözlerimi irice açarak ve epey heyecanlanarak onun ela harelerine kilitlendim. Dudaklarından çıkacakları sabırsızlıkla bekledim.

"Çocukluğumdan bu yana yüzmeyi çok severim. Bu yüzden de hem lisede hem de üniversitenin ilk yılında yüzme kulübündeydim."

Söyledikleriyle gözlerim sanki mümkün olabilirmiş gibi daha da çok açıldı. Bunu bilmiyordum. Gerçi İlker hakkında çok az şey biliyordum ve onunla geçirdim her saniye yepyeni bir bilgi daha öğreniyordum.

"Gerçekten mi?" diyerek heyecanla soluduğumda başını beni onaylarcasına aşağı yukarı doğru salladı.

"Evet. Üniversitedeki hocamla da aram hâlâ çok iyidir," diye devam ettiğinde konunun nereye bağlanacağını bilmek isteyerek daha fazlasını öğrenme isteğiyle tutuştum.

"Eee? Sonrasında ne oldu peki?"

"Bıraktım," dedi büyük bir sakinlikle sanki çok basit bir şeyden bahseder gibi. Madem yüzmeyi bu kadar çok seviyordu neden bırakmıştı ki? İçime ansızın yerleşen endişe ve merak hemen kendini gösterdi ve İlker'e bunun sebebini sordum.

"Neden?"

"Sıkıldım," dedi omuzlarını silkerek küçük bir çocuk edasıyla.

"Bu çok makul bir nedenmiş."

"Bence de."

Onunla resmen dalga geçer gibi konuşurken ve İlker de aynı şekilde bana karşılık verirken birbirimize bakarak kıkırdadık. İlker'in dudaklarından kopan o saniyelik ses tonuna bile çok fena âşık olduğumu fark ettim. Bana o ses tonuyla bile sarılacağını düşündüm. Ama şu an için konumuz kesinlikle bu değildi. Ağzından çıkan o tek kelimelik cümle beni tatmin etmemişti. Hâlâ çok daha fazlasını merak ediyordum. İlker de sanki bunu anlamış gibi bir anda yüz ifadesi değişti ve çehresi ciddiyetle büründü. Gözlerimin içine derince bakarken boğazını temizledi. O an anladım ki aslında bana çok ciddi bir şey söyleyecekti.

"Şaka bir yana, üniversitenin ilk yılını bitirdikten sonra yaz tatilini geçirmek için annemin yanına, İtalya'ya gitmiştim. O yaz Roma sahilinde can kurtaran görevini üstlendim. Fakat yazın sonlarına doğru acı bir tecrübe yaşadım. Biri boğulurken onu kurtaramadım. Daha doğrusu kurtaramadık. Belki benim suçum değildi ama görevimdi ve ben bunu beceremedim. O zamandan sonra da yüzmeye ara verdim. Yavaş yavaş da olsa yeniden dönmek ve bunu seninle birlikte yapmak istiyorum."

Ela harelerine derin derin bakarken yaşadığı acı tecrübeden dolayı yüreğim burkuldu. Birkaç dakika boyunca ne diyeceğimi, onu nasıl teskin edeceğimi ya da bunca zamandan sonra teskin edip etmemem gerektiğini bilemedim. Hem yeniden, üstelik benimle birlikte yüzmeye dönmek istediğine sevindim, hem de bu acıyı yaşadığı için onun adına çok üzüldüm. Fakat o an fark ettim ki, bu kadar kısa bir süre içinde bile olsa İlker ve ben birbirimize çok güçlü bir şekilde tutunuyorduk. Birbirimize gerçekten çok bağlıydık. Çok değer veriyorduk. O benim bu hayattaki oltamdı, belki ben de onun hassasiyetiydim. Bu yüzden öylece beni reddedemiyor, yaşadığı en acı tecrübeleri bile benimle tereddütsüz bir şekilde paylaşabiliyordu.

"İlker", diye fısıldadım adını dudaklarına doğru ve kucağında biraz doğrulmaya çalışarak. "Şimdi üzülsem mi yoksa sevinsem mi? Bilemedim." Bir elim yanağını, kirli sakallarını okşarken gözlerimi ondan söküp alamıyordum. Resmen kilitlenmiştim. Hayır, kesinlikle büyülenmiştim. İlker Altan, bir kez daha beni büyülemeyi başarmıştı.

Dudaklarımdan keskin bir nefes koparken, "Sen... Sen bambaşkasın İlker Altan, bambaşka," diye fısıldadım. O tatlı gülümsemesi yüzünü yeniden aydınlatırken kendimi dizginlemeyi bir kenara bırakıp hâlâ yanaklarını okşayan ellerimle yüzünü avuçlarımın içine aldım. Gözlerimi usulca kapatarak dudaklarımı sertçe onun dudaklarına bastırdım. Dilim resmen dudaklarını talan ederken öpücüğüme karşı kayıtsız kalmadı. Anında karşılık verdi ama öpüşmemiz asla sert değildi. Aksine bir pamuk ipliği kadar yumuşacıktı.

Bir süre arabanın içinde sadece nefeslerimizin sesi duyulurken sonunda kendini frenleyerek geri çeken taraf İlker oldu. Yüzüme düşen saçları geriye doğru atarken yine tatlı tatlı gülümsedi. O an aslında biraz önce sorduğum sorunun hâlâ yanıt bulmadığını fark ettim.

"İpucu bu kadar mıydı yani?" diyerek gözlerimi kıstım ve küçük bir çocuk gibi mızmızlandım.

"Dahası yok hanımefendi," dediğinde üstüne gitmek istemedim. Benimle çok özel bir hatırasını paylaştığı için onu daha fazla sıkboğaz etmeyecektim. Sabırla birkaç saat sonrasını bekleyebilirdim.

"Öyle olsun bakalım," dediğimde yavaşça yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdı. Burnumun ucundan öperken, "Olsun," diyerek beni taklit etti. Tam beni yeniden öpmek için uzanacaktı ki arabayı gürültülü bir şekilde İlker'in telefonunun sesi inletti. Sabitleyicide bulunan telefona ikimiz de aynı anda başımızı çevirdiğimizde ekranda Berko ismini gördük. Yani Berkay arıyordu.

Son zamanlarda Berkay, İlker'le olan ilişkimde resmen benim kumam gibiydi. Ne zaman İlker'le yakınlaşsak ya da vakit geçirmek istesek bir yerlerden kendini ortaya çıkarıyor, Gamze'yle birlikte planlarımıza dahil oluyorlardı. Bundan kesinlikle rahatsız değildim. Aksine Berkay'ı daha yakından tanıdıkça onun çok eğlenceli ve deli dolu bir karaktere sahip olduğunu gördüm. Her şeyden öte Gamze'ye gerçekten değer verdiğine, onu sevdiğine bizzat kendi gözlerimle şahit oldum. Bu yüzden Berkay'ın varlığı hiçbir zaman beni rahatsız etmeyecekti. Zamansız aramaları dışında tabii...

İlker, sabitleyicideki telefonunu eline alıp Berkay'ın aramasını reddederken, "Hiç gitmek ve senden birkaç saatliğine bile olsa ayrılmak istemiyorum ama ne yazık ki gitmek zorundayım çünkü lanet olası bir sınavım ve baş belası, yakamı asla bırakmayan bir arkadaşım var," diye sızlandı. Onun bu mızmız hâlleri beni fazlasıyla eğlendirmeye yetti.

"Ben de senden hiç ayrılmak istemiyorum ama dediğin gibi gitmek zorundasın sevgilim." Cilveli bir edayla konuştuğumda İlker sanki bu tavrımdan çok hoşlanmış gibi yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdı. Bir eli onun kucağındaki bacaklarımın üzerinde gezinirken, diğer eli ise boynumun açıkta kalan kısımlarını zarifçe okşuyordu.

"Gidemiyorum," dedi nefesini yüzüme doğru bırakarak ve içimi ürpertecek bir şekilde fısıldayarak.

"Gitmeni istemiyorum," dedim dudaklarımı dişleyerek ve ona şuh bakışlarımla birlikte meydan okuyarak.

"İşimi hiç kolaylaştırmıyorsun," dediğinde kaşlarımı havaya kaldırarak ona sahte bir kızgınlıkla baktım. Asıl o benim işimi hiç kolaylaştırmıyordu. 

"Şuna da bak! Şimdi yatağımda pinekliyor olabilirdim ama senin için buradayım."

Yalan söylemiyordum. Bugün dersim yoktu ama ben İlker için buradaydım. Oysa evde de onu bekleyebilir ve saatlerce yatağımda vakit öldürebilirdim.

"Allah Allah! Şikâyetçi misiniz yoksa Melek Hanım?" derken bacaklarımı okşayan elleri kalçalarıma uzandı ve avuçlayıp sıktı. Dudaklarımdan gür bir kahkaha koparken bir anda ciddi olmak istedim. İlker'in gözlerinden gözlerimi bir an olsun ayırmadan, "Asla, sana değer," diye fısıldadım. Gerçekten değerdi. Onun için her şeyi yapmaya hazırdım. Çok sevdiğim uykumdan mahrum kalmaya bile...

"Öyle mi?" diye fısıldadı benim gibi gözlerini gözlerimden çekmeden. Yavaşça başımı aşağı yukarı doğru sallayıp, gülümseyerek, "Öyle," dedim. Dudaklarını ısırarak başını iyice bana doğru yaklaştırdığı sırada beni öpmek istediğini anladım. Aynı aralık dudaklarımla onu karşılamak istediğimde arabanın içini yeniden İlker'in telefonunun gürültülü arama sesi inletti. Sanki tüm büyü bozulmuş gibi İlker ellerini üzerimden çekerken başını da bıkkınlıkla geriye doğru attı. Anlaşılan tutkulu anlarımızın artık bitmesi gerekiyordu.

"Bu şerefsiz hayatta bensiz sınıfa girmez," dedi isyan edercesine telefonun ekranındaki Berkay ismini bana göstererek.

"Tamam, artık gitsen iyi olacak. Sınava geç kalmanı istemiyorum. Zaten ben de Gamze'yle birlikte kafeteryada olacağım. Seni bekleyeceğim."

İlker'in yanağına küçük bir öpücük kondurarak kucağından indim ve önce diğer koltuğa geçtim. İyice dağılmış olan saçlarımı hızlıca düzelterek arka koltuğa uzandım ve kabanımla çantamı elime aldım. Kabanımı üzerime geçirdikten sonra hızla kendimi arabadan dışarıya attım. Eğer birkaç saniye daha arabanın içinde bulunsaydım İlker'le en başa dönebilir ve kendimi yine onun kucağında bulabilirdim.

Aralık ayının sert soğuğu yüzüme çarparken sabırla birkaç saniye İlker'i bekledim. İlker'in de arabadan eşyalarını almasıyla birlikte bir müddet sessizce ve el ele Fen Fakültesi'nin bulunduğu alana doğru ilerledik. Mühendislik Fakültesinin inşaat çalışmaları hâlâ bitmediği için İlker derslerini bu fakültede alıyor, sınavlara da yine bu fakültede giriyordu. Fakültenin önüne geldiğimizde İlker ellerimi tutmayı bırakmadan beni kendine doğru çevirdi.

"Şimdi gidiyorum ama birkaç saat sonra sadece ve sadece benimlesin," dedi kelimelerin üstüne basarak.

Ellerini tutmayı bırakıp, yüzünü avuçlarımın içine aldım. "Sadece seninleyim," dedim ve ekledim. "Birkaç saat sonra."

Gülümsemesi iyice yüzüne yayılırken, "Bir şans öpücüğü alayım," diye mırıldandı. Kıkırdadım ve parmak uçlarımda yükselerek onu dudaklarından, içime nefesini çeke çeke ateşli bir şekilde öptüm. Geriye çekilirken, "İyi şanslar," diye mırıldandım. İlker'in kapalı olan gözleri yavaşça aralandı ve bana bakmayı bir an olsun bırakmadan, başını sağa sola doğru sallayarak titrek bir nefes bıraktı. O bakışlarından bile beni hiç bırakmak istemediğini anladım.

"Sınavdan sonra görüşürüz güzelim."

"Görüşürüz sevgilim."

Sanki o da benden kopamayacağını anlamış gibi elimi bırakır bırakmaz hemen arkasını döndü ve hızlıca fakültenin içine girdi. İlker'in fakülteye girmesiyle birlikte ben de yolumu değiştirdim ve yavaş adımlarla üniversitenin büyük kafeteryasının bulunduğu alana doğru yürümeye başladım.

Dün gece ansızın İlker'den bir mesaj gelmesiyle bu sabahımı da öğlenimi de tamamıyla onunla birlikte geçirdim. Önce sabah erkenden beni evimden aldı ve boğaza karşı harika bir kahvaltı yapmak üzere Ortaköy'e gittik. Kahvaltı sonrasında havanın buz gibi soğuk olmasına aldırmadan uzun bir süre boyunca sahil kenarında yürüdük. Birbirimize iyice sarılarak, bir an bile kopmak istemeyerek vakit geçirdik.

İlker, her zaman ilgili bir adam olmuştu ama bugün çok daha farklı ve çok daha özel davranıyor gibiydi. Tabii bütün çabalarıma ve ısrarlarıma rağmen bana asla akşamki planından bahsetmedi. Sürekli sürpriz olduğunu söyleyip geçiştirdi.

İlker'in planının ne olduğunu bilmediğim için bugün kendime o kadar bakmamış, özen göstermemiştim. Aksine tam tersi olması gerekiyordu. Daha özenli ve güzel görünmeliydim ama garip bir şekilde bugün hiç makyaj yapmamış, saçlarımı ise serbest, kendi hâlinde bırakmıştım. Üzerimde diz kapaklarımın biraz altında biten siyah, sade bir elbise vardı. Kışın ortasında olduğumuz için elbette elbisenin altına çorap giymiştim. Aslında dışarıdan bakıldığında bugün için biraz fazla özensiz görünüyordum ama artık buna o kadar da takılmıyordum. İlker'le sevgili olduğumuzdan bu yana daha az makyaj yapıyor ve daha çok doğal hâlimde takılıyordum. Bu beni bayağı rahatlatıyordu. Üstelik İlker de bu durumdan gayet memnundu. Ne zaman karşısına doğal bir şekilde çıksam çok daha güzel olduğumu dile getiriyordu.

İlker, dün gece yanıma bikinimi almamı söylediği için sürprizinin havuz ya da deniz temalı olduğunu varsaymıştım. Eh, kışın ortasında denize giremeyeceğimize göre muhtemelen havuza gidecektik. Zaten yüzme kulübünde olduğunu söylemesiyle bir nebze sürprizin nereye dayandığını artık anlamıştım. Bikinimi ise yanımda getirmek yerine elbisemin altına iç çamaşırı niyetine giymiştim. Çünkü ben fazlasıyla üşengeç bir insandım. Bir de gideceğimiz yerde üstümü değiştirmekle uğraşmak istemiyordum.

Yüzümden asla eksilmeyen gülümseme ve içimi kıpırdatan o eşsiz heyecanla kafeteryaya ulaştığımda kapıyı hızla açtım. Kafeteryanın yoğun kahve kokusu ve sıcaklığı doğrudan yüzüme çarptığında rahatladım ve hatta gevşedim. Dışarısı epey soğuk olduğundan içerinin sıcaklığı bana çok iyi gelmiş ve hemen ısınmamı sağlamıştı.

Vakit kaybetmeden kafeteryanın tezgâhına doğru ilerleyip sırada hiç kimsenin olmamasını fırsata çevirerek arkadaki görevliyi elimle çağırdım ve kendime sıcak çikolata istedim. Görevli kişi hemen hazırlayacağını söylediğinde tebessüm ederek başımı salladım ve beklemeye başladım. Görevlinin yanımdan uzaklaşmasıyla ben de gözlerimi kafeteryanın içinde gezdirdim.

Çoğu kişi son sınavlarını verdiği ve yeni yıla da çok az bir süre kaldığı için kafeterya o kadar kalabalık değildi. Aslında genel olarak üniversite pek kalabalık değildi.

Gamze, kafeteryanın en uç köşesinde oturuyor ve elinde telefonuyla oynuyordu. Onu fark etmemek imkânsızdı. Kızıl saçları resmen ben buradayım diye bağırıyordu.

Gözlerim etrafı kolaçan etmeyi sürdürürken kafeteryanın başka bir tarafında Murat, Enes ve sınıfından birkaç kişinin daha bir masanın çevresinde toplanmış olduğunu gördüm. Onların bugün dersi olduğunu hiç aklıma getirmemiştim.

Murat, kafeteryadaki varlığımın elbette farkındaydı ve gözleri üzerimdeydi. Onunla birkaç saniyeliğine de olsa göz göze geldik ama ben anında başımı kafeterya çalışanına doğru çevirdim ve ona bir daha bakmadım. Onun aksine ben, Murat'ın buradaki varlığını görmezden gelmek istedim.

Tezgâhın arkasındaki çalışan bana sıcak çikolatamı uzattığında ona gülümseyerek teşekkür ettim ve ücretini ödedim. Daha sonrasında Gamze'nin oturduğu masaya doğru hızla yürümeye başladım.

"Selaam!" diye şakıdım yanına ulaştığım gibi. Karşısındaki boş sandalyeyi çekip otururken Gamze de elindeki cep telefonunu kapatarak masanın üzerine bıraktı.

"Selam, İlker'den ayrılmak kolay olmadı galiba?" İmalı bir edayla benimle dalga geçtiğinde ona karşı çıkmadım. Haklılık payı çok yüksekti. Şimdi olsa yine İlker'den kopamaz, onu bırakamazdım. Bırakmak istemezdim.

"Yani. Kısmen. Öyle de diyebiliriz," dediğimde Gamze de benimle birlikte gülümsedi. Önündeki kahve bardağından bir yudum alıp gözlerini gözlerime diktiğinde suratına benimle dalga geçecekmiş gibi bir ifade yerleşti.

"Eğer İlker biraz daha gitmeseydi Berkay sizi basmaya gelebilirdi."

Gamze'nin söylediğine kıkırdamadan edemedim. Bundan bir süre öncesinde İlker ve ben, Gamze ve Berkay'ı aynı şekilde görmüş ama bunu onlara asla belli etmemiştik. Hatta dile bile getirmemiştik. Yani Berkay da bizi basmış olsaydı bir nevi ödeşmiş olabilirdik.

"Sınav zamanları aşırı strese giriyor. Asla o kapıdan tek başına içeri giremiyor," diye devam ettiğinde Gamze hem çok şaşırdım hem de yine gülmeden edemedim. Berkay'ın sınavlardan korkacağı aklıma bile gelmezdi.

"Ciddi misin sen?" diye hayretle sorduğumda Gamze başını sallayarak beni onayladı.

"Evet. Bu yüzden Berkay'la ders çalışmak işkence gibidir."

Kendimi tutamayıp, "İlker de bugün bir tuhaftı," dediğimde Gamze'nin gözleri merakla parladı ve kaşlarını havaya kaldırarak bana şüpheyle baktı.

"Nasıl bir tuhaflıktan bahsediyorsun?"

"Sabah beni evden aldı. Beraber dışarıda kahvaltı yaptık. Sonra biraz sahilde gezdik. Tamam, bunlar zaten olağan şeyler ama bakışları, tavırları bir tuhaf gibiydi."

"Kötü tuhaf mı? İyi tuhaf mı?"

"Mükemmel olanından diyelim. Çünkü İlker bayağı ilgiliydi bugün." İtirafım karşısında Gamze samimiyetle gülümsedi.

"Böyle düşünmene sevindim. İlker, sürprizlerle dolu bir adamdır."

"Gerçekten öyle. Biliyor musun? Ayrıca eskiden yüzme kulübündeymiş." Gamze, İlker hakkında öğrendiğim bu yeni bilgiye pek şaşırmadı. Eee, tabii. Sonuçta o İlker ve Berkay'ı çok öncesinden beri tanıyordu.

"Evet, iyi bir yüzücüdür."

"Bu akşamki sürprizi de onunla alakalıymış," diye sessizce mırıldandığımda Gamze'nin gözleri muzırlıkla parıldadı ve hemen benimle dalga geçmek için fırsatı kolladı.

"Oooo! İyi eğlenceler mi demeliyim yoksa ateşli anlar mı?"

"Ya Gamze!" diye cırladığımda önümde ona fırlatabileceğim bir şey aradım ama ne yazık ki bulamadım. Zaten bulmama fırsat kalmadan hemen yanı başımda bir hareketlilik olduğunu sezdim.

Murat, arkadaş grubunun yanından ayrılarak Gamze ve benim yanıma gelmişti. Bir anda tepemizde dikilmeye başladığında, "Melek?" diyerek doğrudan bana seslendi. Her ne kadar istemesem de ona bakmak zorunda kaldım ve başımı kaldırdım.

"Ne var? Ne istiyorsun?" diye hararetle sordum çoktan keyfim kaçmış bir şekilde.

"Konuşabilir miyiz?"

Allah'ım! Daha ne kadar sürdürecekti bu saçmalığı? Biz zaten konuşmamış mıydık? Ne diye bu kadar üsteliyordu ki?

"Hayır," dedim tok bir sesle ve net bir şekilde.

"Melek, lütfen," diye ısrar ettiğinde gözlerimi devirdim ve ona bu kez öfkeyle bakmaya başladım. Sabrım taşmak üzereydi.

"Ben, seninle konuşmam gerekenleri konuştum ve bitti. Daha fazla bizi rahatsız etmezsen sevinirim."

Sanki söylediğim bütün o cümleler bir kulağından girip öbür kulağından çıkmış gibi sırıttı. Üstelik öyle pişkin bir şekilde sırıttı ki bu beni daha da sinirlendirdi. Tam kalkıp buradan gitmek isteyecektim ki Murat, "Öyle olsun bakalım," dedi. Artık pes edeceğini ve geri çekileceğini düşünürken benim bulunduğum tarafa biraz daha yaklaştı. Elleriyle masanın kenarlarına tutundu ve hafifçe bana doğru eğildi. Dudaklarını kulağıma doğru yaklaştırıp rahatsız edici nefesini çok yakınıma, yüzüme doğru bıraktı. "Bunu sen istedin güzelim," dedi fısıltıyla. Neyi ben istedim şimdi? Yaptığı şeyden bir bok anlamadım. Zaten anlamama fırsat tanımadan ve başka hiçbir şey demeden hızla doğrulup alay eder gibi gülümsedi. Yanımdan uzaklaşmadan önce pişkin bir şekilde bana göz kırptı.

Onun kafeteryadan çıkıp gidişini büyük bir tedirginlikle izlerken, bütün bu anlara çok yakından şahit olan ve araya girmeyen Gamze, "Peşini bırakmayacak gibi duruyor," diyerek huzursuzca mırıldandı. Aynı huzursuzluğu ben de bütün bedenimle gerim gerim gerilerek hissettim.

"İlker, şu sınavı bir atlatsın da... Her şey bitecek. Murat'ın üzerimizdeki bu kara bulutu da gereksiz baskısı da."

"Anlatacak mısın?"

"Geç bile kaldım Gamze. Geç bile kaldım."

Bu zamana kadar iyi dayanmış, iyi sabretmiştim ve kesinlikle bunun için kendimi ödüllendirmeliydim. Yoksa kimse Murat karşısında bu kadar sabırlı davranamaz, patlamaya hazır bir bomba gibi bir anda ortalığı ateşe verebilirdi. Ben de artık aynı durumdaydım. Patlamaya hazır bir bomba gibiydim. Sadece İlker'in sınavlarını atlatmasını beklemiştim ve bugün son gündü. Bugünden sonra önümde hiçbir engel kalmayacaktı. Her şey bitecekti. İlker'e artık her şeyi anlatacaktım. Beni anlayacaktı. Neden gizlediğimi, neden söylemek istemediğimi bir şekilde anlayacak ya da anlamaya çalışacaktı, biliyorum. Çünkü o, İlker Altan'dı. Hep anlardı.

***

İlker'in sınavı söylediğine göre gayet iyi geçmişti. Onunla dün gece yaptığımız kısa bir telefon görüşmesinde bu sınav için çok gergin olduğunu söylemişti ama bunu çok iyi bir şekilde atlatması ikimizi de bir hayli rahatlatmıştı.

Sınav sonunda sınıftan çıktığı zaman onu koridorda elimde en sevdiği filtre kahveyle karşılamıştım ve bu onun epey mutlu olmasını sağlamıştı. Beni sıkıca kollarının arasına alıp sarmıştı. Yüzündeki o rahatlamış ifadeyi görmek beni de sevindirmiş, üzerimdeki kara bulutu yok etmeye yetmişti.

Sınav sonrasında İlker, Berkay, Gamze ve ben hep birlikte yeniden Ortaköy'e gitmiş, birlikte güzel bir akşam yemeği yemiştik. Fakat Gamze ve Berkay, yemekten hemen sonra yanımızdan hızlıca kalkıp ayrılmışlardı. Üstelik ayrılırken İlker'in Berkay'a gizlice bir şey verdiğini görmüştüm. Ona ne verdiğini sorduğumdaysa bana sigara olduğunu söylemişti ama inanmamıştım çünkü İlker sigara kullanmıyordu. Onu ilk ve son kez Uludağ'da sigara içerken görmüştüm. Hatta o zamandan sonra birkaç kez kullanıp kullanmadığını sorduğumda bana net bir dille kullanmadığını söylemişti. Anlaşılan İlker'in planı her neyse buna Gamze ve Berkay'ı da ortak etmişti. Bunu anlamak o kadar da zor değildi.

Saatler akşam üstünü çoktan geçiyordu. İlker'le birlikte sahil boyunca biraz daha gezindikten sonra nedenini asla anlamadığım bir şekilde yeniden üniversiteye dönmüştük. Arabayı otoparka park ettikten sonra etrafta gezinmeye başlamıştık. Fakat bu kez onun fakültesine doğru gitmek yerine üniversitenin spor tesislerinin bulunduğu alana doğru ilerlemiştik. 

Kapalı yüzme havuzunun olduğu binaya ulaştığımızda İlker, kapıdaki orta yaşlarda olan güvenlik görevlisine başıyla selam vermiş ve ardından sıkıca elimi kavramıştı. Birlikte içeri girdiğimizde beni doğrudan merdivenlerin bulunduğu tarafa doğru sürüklemişti. Üstelik etrafta kimseler yoktu. Koca bina çok sessizdi.

Birlikte iki kat merdivenleri tırmandıktan sonra son basamağa ulaşmamızla birlikte ona dönüp, "Geldik mi?" diye sordum heyecanla. Başını usulca sallayarak, "Evet," diye fısıldadı.

Merdivenin sonunda karşımıza uzun bir koridor çıktı. Neredeyse on adım sonunda koridorun sağında, üzerinde anahtar bulunan büyük bir kapının önüne geldik. İçeriden gelen suyun hışırtı sesini işitebiliyordum. İlker, resmen çocuklar gibi heyecanlanarak bana dönüp, "Hazır mısın?" diye sordu. Kıkırdayarak dudaklarımı dişledim ve başımı onu onaylarcasına salladım. Bana içimi çok fena huylandıracak bir şekilde gülümsedikten sonra önümüzdeki büyük kapının kulpunu kavradı ve yavaşça aşağıya doğru indirdi. Kapıyı aralayıp önce benim önden geçmemi istedi. Aceleci adımlarla yürürken elim ayağıma dolanacak diye çok korkuyordum ama bir o kadar da çok heyecanlıydım.

İçeri girdiğim anda kendimi tuhaf bir şekilde çok gevşemiş hissettim ve karşımdaki manzarayla resmen dilim tutuldu. Büyük bir havuzun bulunduğu alandaydık. Havuzun kenarında iki tane şezlong ve şezlongun tam ortasında küçük bir sehpa vardı. Sehpanın üzerindeki vazo ve vazonun içindeki nergisler hemen gözlerimin odak noktası olmuştu. Vazonun yanında bir şarap şişesi ve iki kadeh vardı. Onların hemen yanında ise birkaç küçük vanilya kokusu barındıran mumlar yer alıyordu. Berkay ve Gamze'nin neden hemen yanımızdan ayrıldığını şimdi anlamıştım. Bütün bunları onlar ayarlamış olmalıydı.

İlker, nasılsa binada bizim dışımızda kimse olmadığı için hafif kapıyı aralık bırakarak yanıma doğru ilerlemeye başladığında hemen ona doğru döndüm. İki büyük adımda yanıma ulaşıp belimi kavrayarak beni kendine çekerken, "Havuz ısıtmalı ve etrafta kamera falan yok," diyerek dudaklarıma doğru fısıldadı. Ona hediye olarak aldığım başındaki bereyi çıkarıp şezlonglardan birinin üstüne bırakırken beni tutmayı da bir an olsun bırakmadı.

"İlker," diyerek adını fısıldarken işaret parmağını dudaklarıma bastırarak beni susturdu. Fısıltıyla, "Son birkaç haftadır birbirimize doğru düzgün vakit ayıramadık. Artık sınavlar da bittiğine göre bunu fazlasıyla değerlendirmeliyiz," dedi gözlerimin içine derin derin bakarak.

Havuzun bulunduğu bu koca alan kesinlikle karanlık değildi. Hafif aydınlatmak için yakılan ışıklar bizim için yeterliydi ama her şeyden öte İlker'in o yoğun bakışları benim için büyük bir ışık ve resmen kanımı cayır cayır tutuşturan alevdi.

"Eskiden yüzme kulübünde olduğum için hocadan anahtarları istedim. O da kırmadı beni sağ olsun. Biz sahilde gezinirken Gamze ve Berkay da söylediklerimi yaptılar. İkimizin de biraz rahatlamaya ihtiyacı vardı."

İlker, tahminlerimi doğruladığında başımı yavaşça aşağı yukarı doğru sallayarak, "Kesinlikle," deyip onu onayladım. Ardından dudaklarını öpmek istercesine uzandığım sırada benimle oyun oynar gibi hızla geri çekildi ve arkama geçti. Kabanımın fermuarını yavaşça aşağıya indirerek üzerimden çıkarmama yardım etti. Kabanımı çıkarıp kendi elleriyle diğer şezlongun üzerine atarken benden iyice uzaklaştı ve soyunmaya başladı. Önce ceketinden, ardından da pantolonun kurtuldu. Üzerindeki bütün kıyafetleri hızlıca çıkarıp sadece boxerıyla kalarak zaman kaybetmeden havuza balıklama atladı. Atlayışı bile onun harika bir yüzücü olduğunu gösteriyordu.

Birkaç dakika boyunca sadece kendisi havuzun tadını çıkararak yüzerken başını yüzeye çıkardı ve saçlarındaki ıslaklığı etrafa savurarak bana bakıp gülümsedi.

"Hadi, güzelim! Su çok güzel. Çıkar üstündekileri de gel yanıma," dediğinde başımı aşağı yukarı sallayarak harekete geçmek istedim.

Garip bir şekilde ilk kez İlker'in karşısında çok utandığımı hissettim. Aptalcaydı ama onun gözleri bu kadar üzerimdeyken kızarmadan edemiyordum. Önce üstümdeki siyah elbiseden, ardından da ayakkabılarım ve uzun çorabımdan kurtuldum. Karşısında sadece kırmızı, üzerinde beyaz puantiyeleri olan bikinimle kaldım.

İlker, beni baştan aşağıya incelerken gördüğü şeyden çok memnunmuş gibi dudaklarını ıslattı ve gözlerimin içine kararan bakışlarıyla baktı. Karşısında en az bikinimin rengi kadar kızardığımı hissederken bu utangaçlıktan hemen kurtulmak için vakit kaybetmeden suyun içine atladım. Tabii, ben İlker kadar havalı bir atlayış yapamadım.

***

Bir insanı sevmek kendini yeniden var etmek gibiydi. Onun huylarını edinmek, onun sevdiği incelikleri sevmek, onun takıldığı detaylarda kaybolmak... Kırılacağı noktayı bile hesaplamak, olaylara vereceği tepkileri bilmek ve zamanla sevdiğin insana aslında tanıdıkça daha çok benzemek...

Bütün bunları İlker'le keşfetmiş, İlker'le yaşamıştım ben. Hayatıma ansızın öyle bir şekilde girmişti ki girdiği andan itibaren yüreğimin her santimetresi sadece onu istemişti. Onu arzulamıştı. İlker'in hayatıma girmesiyle gözlerim sadece onu görmüştü. Başka kimseye bakmak bile istememişti.

Karşılaştırma yapmak asla istemiyordum ama bütün bunları Murat'la yaşamamıştım ben ve yaşamadığım için asla pişman da değildim. Bütün ilklerim, bütün özel anlarım artık sadece İlker'e ait olsun istiyordum.

Şu ana gelince...

Ne kadar süredir bu havuzdaydık bilmiyordum ama ılık suyun içinde hem kendimden geçmiş, hem de iyice yatıştığımı hissetmiştim. Tenim ise zaten buruşmaya başlamıştı. Çocukken Eda'yla birlikte yüzme kursuna gitmiştik. Bu yüzden yüzmeyi elbette iyi biliyordum.

Ben, kendi başıma havuzun içinde vakit geçirirken İlker de havuzun kenarına oturarak elindeki yarıladığı şarap kadehiyle bir telefon görüşmesi yapıyordu. Daha doğrusu annesiyle konuşuyor ve şarabını yudumlarken gözlerini benden asla çekmiyordu. Üstelik İtalyancası o kadar iyi ve ses tonu öylesine seksiydi ki onu dinlediğim gibi kendimden geçmemi engelleyemiyordum. Her İtalyanca kelimesinde dudaklarımı beğeniyle dişlemekten kendimi alamıyordum.

"Mamma, sono con la mia ragazza in questo momento. Posso chiamarti piu tardi? (Anne, şu an kız arkadaşımla birlikteyim. Seni daha sonra arayabilir miyim?)"

Dudaklarımı yine beğeniyle dişlerken İlker bana göz kırparak annesiyle konuşmaya devam etti.

"Va bene mamma, va bene. Ci vediamo dopo. Ciao. (Tamam anne, tamam. Sonra görüşürüz. Hoşça kal.)"

Sonunda telefonu kapattığında telefonu şezlongun üzerine attı. Şarap kadehini ise sehpanın üzerine bırakıp yeniden havuzun içine kendini attı ve hızla yanıma doğru yaklaştı. Belimi sıkıca kavrayıp beni kendine çekerken dudaklarını boynuma gömdü ve hızlı hızlı öpmeye başladı.

"Seni bir odaya kapatıp saatlerce anlamadan etmeden İtalyanca konuşmanı dinleyebilirim," diyerek itiraf ettiğimde belimdeki elleri daha da sıkılaşarak başını geriye doğru çekti ve gözlerimin içine bakıp yaramaz bir şekilde sırıttı.

"Odaya kapatma fikrini bayağı sevdim yalnız," diyerek erkeksi bir ses tonuyla fısıldarken omzuna hafifçe bir tane geçirerek kıkırdadım.

Belimi kavrayan elleri beni sıkıca kendine bastırırken onun altında sadece boxerının, benim üzerimde ise sadece bikinin olması çok tehlikeliydi. Hatta fazla tehlikeli çünkü bana her yaklaştığında kendimi tutamayacağımdan korkuyordum.

İlker'in yumuşacık, ıslak dudakları yeniden boynumda kendi yolunu çizerken kulağıma doğru, "Sana dair sevdiğim en güzel şey ne biliyor musun?" diye fısıldadı.

"Neymiş?" diye sordum heyecanlanarak ama sesimin buğulu bir şekilde çıkmasına engel olamayarak.

Geriye doğru çekildi. Gözlerimin içine uzun uzun baktı. Islak elleriyle yanaklarımı okşadı.

"Şu boncuk boncuk bakan gözlerindeki sevgi, merhamet, narinlik... Söylemene, dile getirmene gerek bile yok. Öyle pırıl pırıl, öyle tertemizsin ki... Gözlerinin içine her baktığımda orada kendimi, beni nasıl güzel sevdiğini görebiliyorum. Hissediyorum. O gözler, o bakışlar bana her şeyi yaptırabilir. Her şeyi."

Son kelimeyi resmen bastırarak mırıldanmıştı. Söyledikleriyle ılık suyun içinde kulaklarıma kadar kızardığımı hissettim. Gülümsemem iyice çehreme yayılırken, "Sen de sormayacak mısın?" diye mırıldandım. Neyi ima ettiğimi başta anlayamadı.

"Neyi?"

"Benim sana dair en sevdiğim özelliğini?" dediğimde geriye doğru çekilip önce gözlerime inanamayan bakışlarla baktı. Onu sevdiğimi hiçbir zaman açık bir şekilde belirtmediğim için İlker sorduğum soruyla biraz afallamıştı. Uzun kirpiklerini kısarak yüzüne sanki sorduğum sorunun cevabını düşünüyormuş gibi bir ifade takındı ve ardından kendini beğenmiş bir şekilde konuşmaya başladı.

"Yakışıklılığım? Saçlarım? İtalyan olmam?"

Ardı ardına sıraladığı kelimelerden sonra, "İlker!" diye cırlarken dayanamayıp yüzüne doğru su sıçrattım. Kahkahası büyük havuz alanının etrafında yankılanırken, "Ne? Bütün artılarımı saydım bence," diye bağırdı. Tamam, bütün bunlar da doğruydu ama asıl sevdiğim tarafı çok başkaydı.

"Nahifliğin," dedim kendimden çok emin ve dürüst bir şekilde. "Bir kadını nasıl özel hissettireceğini, ona nasıl değer vermen gerektiğini çok iyi biliyorsun. Bu yüzden benim için çok ama çok özelsin."

Dudaklarımdan kopan gerçeklerle İlker'in bakışları saniyeler içinde değişti, karardı. Yoğunlaştı. Belimi tutan elleri baskısını daha da çok arttırdı. Belimdeki elleri yavaşça aşağıya doğru inerek kalçalarımı kavradı ve bacaklarımı onun beline doladı. Yutkunmamı bastıramazken sırtım bir anda havuzun kenarındaki fayans duvara değdi. İlker'in nemli, sıcacık dudakları boynuma gömülürken, "Melek... Meleğim," diye mırıldandı boğuk bir sesle. Ardından geri çekilip gözlerimin içine daha da çok kararan bakışlarıyla baktı.

(+18)

"Neden bana öyle bakıyorsun?" diye sordum fısıltıyla dayanamayıp.

"Nasıl?" dedi aynı boğuk ses tonunu kullanarak.

"Böyle işte. Sanki beni istiyormuşsun gibi," dediğimde gülümsedi. Öyle içten, öyle arzu dolu bir şekilde gülümsedi ki gülümsemesiyle bile bütün vücudumun tutuşup alev alacağını zannettim.

"İstiyorum zaten," dedi dudaklarını çıplak omzuma bastırarak. "Hep istedim. Senin bilmediğin, haberinin dahi olmadığı anlarda bile ben sadece seni istedim Melek." Yavaş ve ıslak öpücükleri boynuma doğru çıkarken ellerim belinden uzaklaşıp saçına uzandı. Sırtım havuzun fayansına iyice yaslanırken başımı geriye doğru attım ve İlker'in sıcacık dudaklarına daha geniş bir alan açmaya çalıştım. Öpücükleri daha da sertleşti. Dokunduğu noktaları sadece öpmedi. Emdi, ısırdı.

Boğazımın derinliklerinden gürültülü bir inilti koparken İlker'in elleri kalçalarımı daha da sıktı. Dudaklarını boynumda gezdirmeyi sürdürdü. Bikini altımı yavaşça aşağıya doğru sıyırıp elini kadınlığımın üzerine yerleştirdiğinde yutkunmamı bastıramadım. Sadece bu da değildi. Aynı zamanda iki bacağının arasındaki sertlik de resmen o noktaya baskı yapıyor, onu daha çok arzulamamı sağlıyordu.

İlker, beni resmen ateşin içine sürüklerken gözlerimi kapattım. Onun ensesindeki saçları iyice kavrayarak yüzümüzü aynı hizaya getirdim ve dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Marifetli dilini kullanarak beni iyice tüketirken aynı zamanda kadınlığımın üzerindeki parmakları da yavaşça hareket etmeye başladı. Onu daha fazla hissetmek istercesine bacaklarımı iyice beline doladım.

İlker, parmaklarıyla o noktaya daireler çizmeye ve beni mahvetmeye devam ederken içimdeki ateşi dizginleyemeyerek alt dudağını ısırıp çekiştirdim. Şarap kokan nefesi dudaklarımda tatlı bir tat bırakırken ensesindeki saçları tutan ellerim yavaşça aşağıya doğru indi ve belini sıkıca tutup onu kendime daha da çok bastırdım. Parmakları mümkün olabilirmiş gibi daha da hızlı hareket ederken ve ben inlemelerimi asla durduramazken garip bir an gerçekleşir gibi oldu.

Bir ses duydum ya da duyduğumu zannettim, bilmiyordum. Bir ayak sesiydi sanki.

"İlker," dedim kısık bir sesle, kendimden iyice geçmiş bir vaziyette. "Sen de bir ses duydun mu?" diye mırıldandım. İlker'in dudakları boynumdayken dilini yavaşça o noktaya sürtmeye ve kadınlığımdaki parmaklarını hareket ettirmeye devam etti ama şu an hangi anı yakalayacağımı kesinlikle kestiremiyordum.

"Senin yanındayken gümbür gümbür atan kalbimin sesidir." Boğuk ses tonuyla kulağıma doğru fısıldadığında bile kendimi ona yeniden veremedim. Ya da kurduğu cümlenin güzelliğinde kaybolamadım. Bir ses duyduğumdan çok emindim.

"Bir ayak sesiydi sanki," diyerek endişeyle devam ettiğimde yaşadığımız bütün o tutkulu anlar son bulmuş gibiydi. İlker, parmaklarını kadınlığımdan çekti ve ben de boğazımı temizleyerek derin derin nefes alıp vermeye başladım. Bir anda neden bu kadar tedirgin olduğumu anlayamazken İlker aramıza mesafe koyarak iyice geri çekildi.

(İlk yakınlaşma sahnesi buraya kadardı. Devam edebilirsiniz.)

"Suyun hışırtı sesi de olabilirdi," dediğinde sadece başımı sallamakla yetindim ama üzerimdeki tedirginliği yine de atamadım. İlker, sanki bunu fark etmiş gibi, "Gerildin mi?" diye sordu endişeyle.

"Biraz," diyerek itiraf ettim. Tek kelimelik cümlemle bile İlker'in surat ifadesi hemen değişti ve büyük bir mahcubiyetle kasıldı.

"Özür dilerim. Melek, ben çok özür dilerim. Ben, ileri gittim. Gerçekten..." Devam etmesini ya da çok saçma bir şekilde özür dilemesini istemiyordum. Çünkü ondan dolayı asla bir sorun yoktu. Asıl sorun duyduğum ya da duyduğumu zannettiğim o sesten kaynaklanıyordu.

"İlker," dedim sözlerini kesip, yüzünü avuçlarımın içine alıp gözlerini bana bakmaya zorlayarak.

"Ondan dolayı gerilmedim. Senden dolayı hele hiç gerilmedim. Sadece bir ses duyduğumu zannettim ve açıkçası burada olmasını da istemiyorum. O kadar," diyerek devam ettiğimde rahatlamış gibi omuzlarını düşürdü ve nefesini dışarı doğru bıraktı. Gülümsemeye çalıştı. 

"Bana gidelim mi peki?" diye sorduğunda duyduklarıma inanamayarak gür bir kahkaha patlattım. Anlaşılan bu kez İlker Altan fazlasıyla istekli görünüyordu.

"Kuzguncuk'a mı gideceğiz şimdi? Çok uzak İlker. Şimdi kim karşı yakaya geçecek?"

"Kuzguncuk'u kastetmedim aslında," dediğinde gözlerimi biraz şüphe biraz da merakla kısarak devam etmesi için bekledim.

"Babam, birkaç gündür şehir dışında. Çalışanımız da memleketinde. Yani evde hiç kimse yok. İstersen oraya gidebiliriz."

Garip bir şekilde hem çok heyecanlı hem de çok istekliydim çünkü ilk kez İlker'in beni gerçekten istediğini hem gözlerinden, hem de ses tonundan bile hissedebiliyordum ve buna asla itiraz etmek istemiyordum. Onunla kesinlikle gitmek istiyor ve bütün gecemi yalnızca onunla, ona dokunarak, onu her anlamda hissederek geçirmek istiyordum.

"Gidelim," dediğimde gülümsemesi bütün yüzünü kapladı ve dudaklarıma kısa ama tutkulu bir öpücük bırakarak geri çekildi. Önce aceleci tavırlarla o havuzdan çıktı. Ardından da benim çıkmama yardım etti.

Üzerimizdeki ıslak kıyafetleri şezlongların üzerinde bulunan havlularla biraz da olsa kurulamaya çalıştıktan sonra yeniden kıyafetlerimizi giydik. İlker, iki şezlongun arasında bulunan sehpanın üzerindeki artık yarılamış olduğumuz şarap şişesini ve kadehleri eline aldı. Bense vanilya kokulu mumları üfleyerek söndürdüm. Vazonun içindeki nergisleri de elbette unutmadım. Üzerime kabanımı da geçirip tam gitmek için hazır olduğumu belirteceğim sırada İlker yanıma yaklaşıp ona hediye olarak aldığım bereyi bana uzattı.

"Bunu sen başına tak bakalım. Soğuk kapmanı, hasta olmanı istemem," dedi. Elindeki bereyi aldım ve nemli saçlarımı iyice toparlayıp topuz yaparak başıma taktım.

"Teşekkür ederim canım," dediğimde beni kollarının arasına çekti ve çok geçmeden birlikte havuzun bulunduğu alandan ayrılarak, o uzun koridora çıktık.  

İlker, kapıyı kilitleyip anahtarları da sonrasında hocasına teslim etmek üzere ceketinin cebine attıktan sonra beraber spor tesislerinden ayrılmak üzere merdivenlere doğru ilerledik. Merdivenlerden aşağıya, giriş katına indiğimizde İlker gelirken selam verdiği güvenlik görevlisine yine aynı şekilde giderken de selam verdi. Bir anlığına duyduğum o ayak seslerinin bu orta yaşlardaki adama ait olup olmadığını sorguladım. Fakat neden bu adam bizi dikizlemek istesin ki? Belki de gerçekten hayal falan görmüştüm ya da suyun hışırtı sesini yanlış algılamıştım.

Vakit kaybetmeden ikimizin de soğuk kapmaması adına hızlı adımlarla otoparka yürürken resmen koşturduk. Tam İlker'in arabasına ulaştığımız sırada otoparkın çıkış tarafında bir hareketlilik olduğunu fark ettim. Etrafta hiç kimseler yokken otoparktan başka bir arabanın çıktığını gördüm.

"Siyah bir araba mı geçti oradan?" diye sordum büyük bir endişeyle çıkışa doğru gözlerimi dikerken.

İlker de benimle birlikte aynı yere bakarken, "Evet, spor bir arabaydı," diyerek beni yanıtladı. Korkum ve endişem hat safhaya tırmandı. Biz havuzdayken birileri kesinlikle bizi izlemişti. Artık bundan emindim. Bedenim ürperdi ve bu ürpertinin kesinlikle havuzdan yeni çıkmamla alakası yoktu. 

Neden o spor arabanın Murat'a ait olduğunu düşünüyordum ki? Ve neden bunun gerçek olmasından bu kadar çok korkuyordum?

***

Nedendir bilinmez ama İlker'in babasına ait o lüks eve gidene dek ikimiz de çok sessizdik. İlker, umarım bu sessizliğimi yanlış yorumlamamıştır veya ona yormamıştır. Çünkü onunla hiçbir ilgisi yoktu. Bütün bu sessizliğimin asıl nedeni havuzdayken yaşadığım o ani gerginlikten kaynaklanıyordu. Birinin bizi o şekilde izlemiş olduğu düşüncesi bile beni ürkütüyordu.

İlker, arabasını babasının lüks evinin bahçesine park ettikten sonra ikimiz de aynı anda arabadan indik ama aramızdaki o tutkulu anlar resmen son bulmuş gibiydi. Şimdi daha normal ve daha sakindik. Bahçeyi arkamızda bırakarak soğuk kapmamak için hızlı adımlarla evin kapısına doğru yürüdük. İlker, cebinden anahtarlarını çıkarıp önce kapıyı açtı, ardından karanlık evi aydınlatmak üzere lambalara dokundu.

Ev iyice aydınlanırken ben de ayakkabılarımı, kabanımı ve başımdaki bereyi çıkararak İlker'in peşinden yürümeye başladım. İlker, bana salona geçmemi söylerken kendisi de mutfağa doğru yürüdü. "Kahve mi? Çay mı?" diye seslendi mutfaktan bana doğru. Havuz başında içtiğim şaraptan dolayı biraz mayışmış gibi hissediyordum ve kendime gelmek istiyordum. Bu yüzden de, "Kahve," diye seslendim arkasından.

"Hemen geliyor, güzelim. Sen keyfine bak," diye konuştuğunda pek de keyfimin kalmadığını fark ettim. Hâlâ çok tedirgin ve gergin hissediyordum. Bu yüzden de hiçbir şey yapmayıp sadece geniş salondaki büyük, deri koltuğun üzerine bedenimi bıraktım. Başımı koltuğun arkasına yaslayarak gözlerimi kapadım ve derin derin nefes alıp verirken gün içinde olanları düşündüm.

Aslında garip hiçbir şey yaşanmamıştı bugün. Murat'ın kulağıma fısıldadığı, "Bunu sen istedin güzelim," cümlesi dışında. Neyi ben istemiş olabilirdim ki? Ona neyin mesajını yanlışlıkla vermiştim de yine aklımı böyle allak bullak etmeyi başarabilmişti?

Kafayı sıyıracaktım artık. Kesinlikle aklımı yitirecektim. Murat'ın üzerimdeki bu saçma baskısından çok sıkılmıştım ve artık bundan kurtulmak, uzaklaşmak istiyordum.

Büyük salona giren adım seslerini işittiğimde gözlerimi araladım ve İlker'in elinde iki kupa bardakla yanıma geldiğini gördüm. Ona sıcacık bir şekilde gülümserken elindeki bir kupa bardağını bana uzattı. Benim için kahve, kendisine de sallama çay yapmıştı. Elinden kupa bardağını alırken gözlerim bir anda salondaki geniş vitrinin üzerinde bulunan İlker'e ait lise mezuniyetine dair başında kep bulunan fotoğrafa takıldı ve o fotoğraftaki sevimli, gülümseyen surat aklımı her şeyden uzaklaştırmaya yetti.

"Hiç mezuniyetten sonraki hayatını düşündün mü? Ya da ne yapmak istediğini?" diye merakla ve ilgiyle sorduğumda İlker, nereye baktığımı yakaladı ve samimiyetle gülümseyip omuz silkti.

"Pek sayılmaz. Aslında mezuniyetten sonra bir süreliğine İtalya'ya dönmeyi düşünüyordum. Babam, geçinilmesi zor bir adam. Bunu zaten biliyorsun. Annem ise dünyanın en tatlı kadını. Bir süre tekrar onunla yaşamak isterdim."

Babasıyla yaşadıklarını ve pek geçinemediklerini zaten bildiğimden İlker'e itiraz edemez ya da gitme diyemezdim ama sanki bütün bunları söylerken artık istemiyormuş gibi bir hâli vardı. Çünkü cümlelerini kurarken geçmiş zamandan bahsediyor ve bütün bunları önceden yapmak ama artık yapmak istemiyormuş gibi konuşuyordu.

"Artık annenin yanına gitmek istemiyor musun?" diye sordum kahvemden büyük bir yudum içip içimi ısıtırken. Sorduğum soruya karşılık İlker gülümsedi. Gülümserken yanıma oturdu, gözlerimin önüne düşen küçük bir saç tutamını kulağımın arkasına doğru işaret parmağıyla itti.

"Hâlâ çok istiyorum ama eskiden beni İstanbul'a bağlayan herhangi bir şey yoktu."

"Artık var mı?" diye mırıldandım dudaklarımı dişleyerek. Cevabı zaten biliyordum ama yine de onun dudaklarından işitmek istiyordum.

"Sen varsın. Daha ne olsun?" dediğinde kendimi tutamayıp dudaklarına doğru hızlı bir öpücük bırakıp geriye doğru çekildim ve iştahla yaptığı fındıklı kahveden yudumlamaya devam ettim. İlker'in bir eli nemli saçlarımın arasında dolanırken, "Peki ya sen? Sen ne yapmayı planlıyorsun mezuniyetten sonra?" diyerek ilgiyle benim ona sorduğum soruyu bana yöneltti.

"Aslında ben de bir süreliğine ailemin yanına, Almanya'ya gitmeyi planlıyordum ama benim Almanya'ya gitmem demek, Diktatör Feride'nin kanunlarıyla yüz yüze gelmem demek. Annemin nasıl zor bir kadın olduğunu az çok gördün. Bu yüzden Almanya'ya gittiğimde nelerle karşılaşacağımı çok iyi biliyorum. Annemin de babamın da çevresi orada çok geniştir ve bir bakmışsın etrafım bir anda bekar koca adaylarıyla doluşmuş."

Söylediklerimle İlker bir anda sıcak çayından büyük bir yudum aldığında aniden öksürmeye başladı. Canım benim, o çay öyle pat diye su gibi boğaza dikilir mi? Yandığını anlayarak dudaklarımla dudaklarını üfledim.

İlker, gürültülü bir nefes bırakırken, "Öyleyse kesinlikle Almanya'ya gitmiyorsun," dedi net bir tavırla. Kıkırdayarak başımı aşağı yukarı doğru salladım. "Kesinlikle gitmiyorum," diyerek onu onayladım.

"Belki benimle İtalya'ya gelirsin. Birlikte Roma'ya, Milano'ya ve hatta Sicilya'ya gideriz. Seni çok güzel yerlerine götürür, gezdiririm. Hem bu sayede annemle de tanışmış olursun."

Ela harelerindeki heyecanlı parıltıları gördüğümde o parıltıların hiç sönmemesini, hep böyle ışıl ışıl parlamasını diledim.

"Bunu çok isterim," diye fısıldadığımda bir anlığına söylediklerime inanamamış gibi dudakları aralandı. Gözleri irice açılmış bir şekilde birkaç saniye sessizce bana baktı.

"Gerçekten mi?" diye soludu şaşkınlıkla.

"Evet, gerçekten," dediğimde yanıma iyice sokuldu.

Gözlerini gözlerimden bir an olsun çekmeden neredeyse yarılamış olduğum kahve kupasını elimden aldı. Kendi çayının bulunduğu kupa bardakla birlikte önümüzdeki cam sehpanın üzerine bıraktı ve yeniden bana doğru döndü. Aramızdaki mesafeyi iyice kapattıktan sonra gözlerini kapattı ve dudaklarını dudaklarıma bastırdı.

Yüzümü avuçlarının içine alıp hapsederken çayındaki nane tadını onun dudaklarından aldım. Onu daha fazla tatmak, içime çekmek için dilimi kullandım ve dilimi onun diliyle buluşturdum. İlker, dudaklarıyla adeta beni yine kendimden geçirirken elleri bu kez durmadı, duramadı. Önce bacaklarıma dokundu ve yavaşça yukarıya doğru tırmanıp belimi kavradı. Ona böylesine çekilmek aklımı resmen başımdan alırken nefes nefese geriye doğru çekildi ama ben durmasını, bunu sonlandırmasını istemiyordum. 

"Melek," diyerek adımı fısıldadı. Gözleri hâlâ kapalıydı. İyice geriye doğru çekilip gözlerini araladı ve büyük bir ciddiyetle, "İstiyor musun? Beni istiyor musun?" diye sordu.

Birkaç saniye boyunca öylece sessizliğimi korudum. Bunun cevabını zaten defalarca ona göstermiş ve hatta söylemiştim. Sormasına gerek bile yoktu.

Onu seviyordum. Onu istiyordum. Ona aşıktım ve onu yine istiyordum.

Kocaman gülümseyerek başımı aşağı yukarı usulca sallayıp onu onayladım. İlker de en az benim kadar büyük bir sevinçle gülümseyip üzerime doğru eğildi ve beni birden diz kapaklarımın arkasından tutarak kucağına alıp ayağa kalktı. Dudaklarımdan tiz bir çığlık kopup taşarken o da benimle birlikte kıkırdadı ve ardından onun odasına çıkan merdivenlere doğru ilerlemeye başladı. Burnunu boynuma doğru sürterken kısa koridoru arkamızda bıraktık. Dudaklarım onun boynuna öpücüklerini bırakırken İlker de beni sıkıca tutarak yavaş adımlarla merdivenleri tırmandı.

Birlikte bir üst kata çıktığımızda doğrudan aralık olan ahşap, kahverengi kapıya doğru ilerledi. Kapıyı önce iyice açıp ardından ayağını kullanarak kapanmasını sağladı ve beni yavaşça yatağının üzerine yatırdı. Fakat o an hiç hoşlanmayacağım bir şey fark ettim. Buraya ilk ve son kez geldiğimde vitrinin üzerinde gördüğüm ama İlker'e zorla çekmeceye kaldırttığım Elif'e ait fotoğrafın yeniden gün yüzüne çıktığını ve orada, aynı yerinde olduğunu gördüm.

Şimdilik buna aldırmayacaktım. Anı bozmak istemiyordum ama İlker'e bunun hesabını bir şekilde soracaktım. Sadece şimdi sırası değildi.

İlker'in beni yatağa yatırmasıyla başımdaki tokayı çıkardım ve nemli saçlarımın onun yastığına dağılmasına izin verdim. İlker, bir müddet boyunca beni tepeden izlerken dudaklarını ısırdı ve bana arzu dolu bir gülümseme bahşetti. Bir çırpıda üzerindeki siyah kazağı çıkarıp yere fırlattı. Bunu, bu kez gerçekten yapacağımızı idrak ederek ben de doğruldum ve üzerimdeki elbisenin eteklerinden tutup tıpkı onun gibi çıkarıp yere fırlattım. Gülümsedi. Gülümsedim.

(+18)

Kalbimin her bir odacığı sadece onu isterken, onu delicesine arzularken parmaklarım ensesine uzandı ve onu iyice kendime çektim. Daha fazla dayanamadım ve dudaklarımı onun dudaklarına bastırarak, uzun uzun, ikimizi de tüketecek bir şekilde öptüm. İlker, iyice üzerime doğru eğilirken başım yeniden onun yumuşacık yastığıyla kavuştu. İlker'in bir eli hızlıca çorabıma uzandı ve onu da bir çırpıda kendi elleriyle çıkarıp yerdeki kıyafetlerimizin yanına fırlattı. Dudaklarını bu eylemi gerçekleştirmek üzere birkaç saniyeliğine de olsa benden çekerken nefes nefese kaldım ve onu izlemeyi sürdürdüm. Tıpkı onun da beni nefes nefese izlediği gibi...

Boğazındaki kavisten yutkunduğunu fark ederken yine üzerime doğru eğildi ve kendini yatağa bıraktı. Nemli dudakları bu kez doğrudan boynuma kapanırken heyecandan yerini bir türlü bulamayan ellerim onun pantolonunun fermuarına uzanmak istedi. İlker, ellerimi tutup, beni engelleyerek, "Daha değil güzelim, daha değil. Bırak, önce seni hissedeyim. Bırak, önce seni seveyim," diyerek kulağıma doğru fısıldadı. Kulağımı dişlerinin arasına alıp ısırdı. Sonra yavaş yavaş beni öpmeye devam etti. Önce yüzümün her bir yanını, ardından çenemi, en sonunda da boynuma doğru sürttü nemli dudaklarını. Dudaklarının bahşettiği arzuyla iyice kendimden geçerken İlker boynumdan yavaşça aşağıya doğru indi. Göğüs kafesimde dilini gezdirirken iki bacağının arasındaki sertlik bana ve bütün vücuduma daha fazla baskı yaptı.

İlker, bikini üstümün sol kısmını yavaşça aşağıya indirerek göğsümü ortaya çıkardı. Gözlerini benim gözlerimden bir an olsun çekmeden göğüs ucumu dudaklarına alıp dişleyerek çekiştirdi. Dudaklarımdan boğuk bir şekilde, "Ah!" sesi çıkarken inlememi asla bastıramadım. Fakat İlker durmadı. Aynı işlemi bikini üstümü komple çıkararak diğer göğüs ucuma da gerçekleştirdi. Dudaklarıyla ıslak darbeler bırakırken kendimi tutamıyordum. İnlemelerim bağımsız bir şekilde dudaklarımdan kopuyordu. İlker, genişçe sırıtarak dudaklarını yeniden kulağıma doğru yaklaştırıp, "Daha yeni başlıyorum. Bu hiçbir şey," diye fısıldadı.

Dudaklarımın arasından, "İlker," diye fısıldadığımda, "Biliyorum güzelim, biliyorum. Aynı şeyleri hissediyoruz. Aynı şeyleri istiyoruz," diyerek beni resmen tamamladı ve dudaklarımdan tekrar öptü. Dudakları dudaklarımı talan ederken, tam da ona iyice kapılmışken kendini yine geri çekti. Elleri sıkıca belimi kavrarken dudakları önce köprücük kemiğimde, sonra göğüslerimde tekrar gezindi ve en sonunda yavaşça aşağıya doğru indi. Ellerim yatağın çarşafını kavrayıp sıkarken İlker ıslak darbelerini indirmeye devam etti. Dudaklarıyla karnıma doğru indi ve oradan da daha aşağıya doğru devam etti. Ne yapacağını fark ederek kıkırdayarak yüzümü ellerimle kapatırken, İlker bikini altımın iplerini çözdü ve beni karşısında resmen çırılçıplak bıraktı. Bacaklarımı yavaşça iki tarafa doğru açtı, eğildi ve sıcacık nefesini kadınlığıma doğru bırakıp, usulca üfledi. Ürperdim, gerildim.

Bütün bedenimin onu arzulamasıyla resmen kendimi kaybeder gibi oldum. Islak dudaklarını kadınlığımın tam üzerinde hissedeceğim sırada bütün bu arzu dolu anları bozan bir an gerçekleşti. Kapının zili çaldı.

Bu kadar mayışmışken, bu kadar sarhoş gibi kendimden geçmişken kimsenin bunu bozmasını, katletmesini istemiyordum. Kapı zilini duymamıza rağmen İlker de ben de aldırış etmedik. O yeniden üzerime doğru eğildiğinde kapı bu kez daha şiddetli çalmaya ve hatta yumruklanmaya başladı.

(Yakınlaşma sahneleri bitmiştir. Devam edebilirsiniz.)

"Birini mi bekliyordun?" diye sordum telaşlanarak ve yattığım yerde hızla doğrulmaya çalışarak.

"Hayır," dediğinde İlker o da en az benim kadar telaşlanmıştı.

Bütün bu anın bozulmasıyla çıplaklığımı kollarımla kapatmaya çalışırken, "Belki de babanı evde zannediyorlardır," diyerek yataktan kalktım ve İlker'in kenara atmış olduğu bikini altımı ve üstümü ellerime alıp hızla üzerime geçirdim.

"Zannetmem çünkü babam birkaç gündür evde değil." Yaptığı açıklamayla ikimizin de keyfi iyice kaçarken kapı ısrarla çalmaya devam etti.

"Bayağı ısrarlı çalıyor. Baksan iyi olur," dediğimde İlker başını beni onaylarcasına sallayıp yerdeki kazağını alarak hızla üzerine geçirdi. Ardından, "Sen odadan çıkma. Tamam mı? Ben her kimse gönderir hemen gelirim," dediğinde gülümsemeye çalışıp başımı onu onaylarcasına salladım. Fakat bütün keyfim ve isteğim elbette yok olup gitmişti.

İlker'in odadan çıkmasıyla birlikte ben de hızla üzerimi geri giyindim. Bütün bu an zaten bozulmuşken bu saatten sonra en başa döneceğimizi zannetmiyordum. Saate bakmamıştım ama zaten epey vakit geçirmiştik. İlker, işini hallettikten sonra beni eve bırakabilirdi.

Üzerime çorabımı da giydikten ve saçlarımı yeniden topladıktan sonra iyice meraklanarak ve endişelenerek aralık olan kapıdan koridora doğru çıktım. Aşağıya inmedim ama gelen kişinin kim olduğunu öğrenmek için merdivenlerin bulunduğu tarafa doğru sessizce ilerledim.

"Berkay, burada olduğunu söyleyince ben de buraya geldim."

Kahretsin! Murat'ın sesiydi bu. Onun burada ne işi vardı? Üstelik neden yalan söylüyordu? Berkay'ın bizim burada olduğumuzdan haberi bile yoktu.

"Neden geldin ki? Bir şey mi oldu?" diye sordu İlker endişeyle. Gerçekten neler oluyordu birdenbire? Murat'ın burada ne işi vardı?

"Müsait değil miydin yoksa?" diye sordu Murat alaycı bir ses tonuyla. Onu görmesem bile sesinden ne kadar sahte bir tını kullandığını hissedebiliyordum.

"Yoo, müsaidim," dedi İlker. Hayır, müsait falan değilsin. Hemen gönder onu buradan!

"Yardımına ihtiyacım var İlker."

Ne saçmalıyorsun sen Murat? Ne yardımından bahsediyorsun?

"Ne konuda? Sen, benden yardım istemezsin ki."

"Bu kez istiyorum."

"Mevzu nedir?"

Sessizliğimi koruyarak merdivenlerin başında onları dinlemeye devam ettim ve bunu yaparken kendimi gizledim. Sesimi dahi çıkarmadım. Bu konuşmanın nereye varacağını çok merak ediyordum.

"Bir kız var. Çok güzel bir kız. Aklımı başımdan alan bir kız."

Hayır, Murat! Hayır, n'olur yapma bunu. Lütfen...

"Bunun benimle ne ilgisi var?" diye sordu İlker şüpheyle çıkan ses tonuyla birlikte.

"Beni ısrarla istemiyor. Ben onu istedikçe, o benden kaçıyor ama beni sevdiğini, istediğini biliyorum. Sadece öyle değilmiş gibi davranıyor."

"Murat, sen gerçekten ne saçmalıyorsun? Bunların benimle ilgisi ne?"

"O kızın kalbine girmek istiyorum ama nasıl yapacağımı, ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Düşündüm ki... Belki sen bana yardım edersin. Sonuçta sen bir kadını nasıl özel hissettireceğini, ona nasıl değer vermen gerektiğini çok iyi bilirsin."

Lanet olsun... Bunlar benim laflarımdı. İlker'e havuzda söylediğim cümlelerdi.

O ayak sesi...

Otoparktan çıkan o spor araba...

Hepsi Murat'a aitti ve bizim peşimizden gelmişti. Belki de bizi takip etmişti. Nasıl bir psikopatlıktı bu böyle?

"Murat," diyerek İlker onun sözünü kesmek istediğinde Murat durmadı. Bu kez daha öncesinde hiç duymadığım cümleleri mırıldandı ve kalbime açılan o büyük yaranın ilk çentiğini attı.

"Sen kızların kalbine nasıl girileceğini çok iyi bilirsin. Malum geçmişte Elif boşuna seni seçmedi, değil mi? Sonuçta bir süre de olsa ikimiz de aynı kızla vakit geçirdik ve o kız seni tercih ettiğini söyleyip beni aldattı. Beni... Aldattı. Demek ki sende bir şeyler var be oğlum. Demek ki boşuna seni tercih etmedi."

Hayır... Hayır, hayır, hayır... Buna inanmıyordum. Murat, burada olduğumu biliyordu ve bana oyun oynuyordu. Bu gerçek değildi. Yalan söylüyordu. Lütfen, yalan söylediğini söyle İlker. Lütfen...

"Murat, kapa çeneni!" diye bağırdığında İlker, duymak istediğim cümle kesinlikle bu değildi.

Ayaklarım benden bağımsız bir şekilde hareket edip merdivenleri hızlıca indiğinde gözlerimin odağı sadece İlker oldu. Ona baktım, o da bana baktı. Oradaki varlığımı idrak etti ama sonrasında hızla gözlerini kaçırdı.

"Aaa Melek? Sen, burada mıydın? Bilmiyordum affedersin."

Murat'ın alaycı ses tonunu duymazdan gelmeye çalışarak öylece İlker'e bakmaya devam ettim. Bir şeyler söylemesini ve bütün bunları yalanlamasını bekliyordum ama o ağzını açıp tek kelime etmiyordu. Susuyordu.

"Yalan söylüyor, değil mi? Sen, böyle bir şey yapmadın," dediğimde İlker hâlâ bana bakmıyor, sessizliğini koruyordu. Onun yerine konuşan Murat oldu.

"Kusura bakmayın. Sizin de gecenizi mahvettim. Artık gitsem iyi olacak," demesiyle İlker sanki kendine gelmiş gibi onu kolundan hışımla tutarak kapıya doğru sürükledi ve resmen fırlatır gibi dışarı attı. Ben hâlâ bir put gibi olduğum yerde dikilirken kapıyı büyük bir gürültüyle kapattı.

Yavaşça bana doğru dönerken, "Lütfen, bana işittiklerimin büyük bir yalan olduğunu söyle İlker. Lütfen, bunu yapmadığını söyle. İlker susma ya! Bir şey söyle!" diye bağırdım gözyaşlarımın arasından. Ne ara ağlamaya başladığımı bile bilmiyordum.

"İlker, susma n'olur! Bir şey söyle! Yapmadım de! Ama susma ya!"

Bağırdım. Çağırdım. Bulunduğumuz bu büyük evi belki de ayağa kaldırdım ama İlker'den çıt çıkmadı. Sessiz kaldı. Derin bir nefes aldı. Gözlerimin içine baktı ama yine de dudakları kıpırdamadı. Bana cevabın ne olduğunu böyle sessiz kalarak haykırdı. İşittiklerim yalan değildi. Murat, bunca zaman boyunca, "O senin düşündüğün gibi biri değil," derken aslında yalan söylemiyordu.

"Sessiz kaldığına göre doğruyu söyledi, değil mi?" diye sorduğumda gözlerimin içine baktı ve o an onun da gözlerinden bir damla yaşın yanağına doğru aktığını gördüm.

"Sen... Sen, en yakın arkadaşının sevgilisiyle mi yattın? Sen... Bir aldatma hikâyesinin baş kahramanı mı oldun?"

Kurduğum cümleler bir hançer kadar keskin ve yaralayıcıydı. Ama işittiklerimden sonra nasıl sakin kalabilirdim ki? Nasıl bunu kabullenebilirdim?

Biraz önce onun kollarının arasında çıplaktım ya hani... O anki hislerim şu anın yanında resmen hiçbir şeydi. 

İlker, başını eğdi. Elleriyle saçlarını kavrayarak çekiştirirken ona acıyla gülümsedim. "O önemli Elif mevzusu buydu demek?" diyerek gözyaşlarımın arasından dalga geçer gibi konuştuğumda başını yavaşça kaldırdı ve gözlerimin içine söylediklerime inanamıyormuş gibi baktı. Epey şaşırmış görünüyordu ama aldırmadım.

"S-Sen bunu nereden biliyorsun?" diye kekeleyerek sorduğunda gözyaşlarım daha da arttı ve daha da şiddetli ağlamaya, bağırmaya başladım.

"Murat'la aranızda neler olduğunu da bu yüzden hiç anlatmadın. Değil mi? Çünkü doğruyu söylüyordu!"

Yaşadığım derin hayal kırıklığıyla arkamı dönüp kapıya doğru ilerleyeceğim sırada İlker bir anda kolumdan tutup beni engellemeye çalıştı. "Melek! Melek! Melek! Gitme, lütfen. Lütfen, bir kendime gelmeme izin ver," diye çırpınırken kollarının arasından kendimi kurtarmak istedim ama buna izin vermeyip bana arkamdan sıkıca sarıldı. Kulağıma, "Bir nefes alayım. Söz veriyorum sana her şeyi anlatacağım," dedi ama benim bunu kaldıracak gücüm yoktu. Duymak istemiyordum. Kollarının arasından hışımla çıkıp, "Bana sadece şunu söyle İlker! Sadece şunu söyle. Sen arkadaşının sevgisiyle mi yattın?" diye bağırmaya, ona hesap sormaya devam ettim.

"Hiçbir şey bildiğin gibi değil," diye fısıldadığında hıçkırdım. İnkâr etmemişti. Yalan dememişti. Resmen Murat'ın söylediklerini doğrulamıştı. Kendimi tutamayıp yere çöküp sessizce ağlamaya devam ettim.

"Evet, gerçekten değilmiş," diyerek hıçkırıklarımın arasından ona doğru baktım. O da benim gibi yere çöküp ellerimi tutmak istedi ama kendimi geri çekerek hızla ondan da dokunuşlarından da uzaklaştım.

"Melek, bana öyle bakma. Lütfen, öyle, benden tiksinir gibi bana bakma. Melek, ben seni seviyorum. Ben seni çok seviyorum."

"Beni seviyorsun, öyle mi? O kızı da sevmişsin ama. Belki de hâlâ seviyorsun. Bu yüzden fotoğrafı hâlâ o yukarıdaki vitrinin üzerindeydi, değil mi? Bu yüzden o önemsiz diye bahsettiğin fotoğraf hâlâ evindeki duvarda asılıydı, değil mi? Kendimizi kandırmayalım be İlker."

Görmezden ve hatta duymazdan geldiğim bütün gerçekler gün yüzüne açıkça çıkarken daha fazla bununla baş edemeyeceğimi anladım. Bu çok ağırdı ve benim şu an için kaldıracak gücüm kesinlikle yoktu. Gitmeliydim. Bir an önce buradan gitmeliydim.

Bu yüzden hızla çöktüğüm yerden kalktım ve İlker'in bir şey demesine izin vermeden ceketimi ve çantamı vestiyerdeki askılıktan aldım. Ceketimi üzerime hışımla geçirirken İlker, "Melek... Melek, Melek bir dur. Yalvarırım," diye mırıldandı ama onu duymazdan geldim.

"İlker, benim şu an buradan gitmem ikimiz için de en iyisi. Lütfen," dedim net ve kararlı bir dille.

"Anlatmama izin ver," diyerek ısrar etti ama başımı sağa sola doğru sallayarak bunu istemediğimi belirttim. Şimdi onu dinlemek istemiyordum. Buna hazır değildim.

"Şu an değil."

"En azından seni eve ben bırakayım."

"Hayır, istemiyorum! Bana bir taksi çağır, yeter," diyerek bağırdığımda hiçbir şey demeyerek geriye doğru çekildi ve benden bu kez tam anlamıyla uzaklaştı.

Cep telefonunu bulup bir taksi durağını aradı ve birazdan geleceğini söyleyerek beni bilgilendirdi. O sırada ayakkabılarımı giyip öylece vestiyerin başında, koridorda bekledim. Tekrar içeri geçip oturmadım. Taksinin gelmesini öylece ayakta ve gözyaşlarımla birlikte bekledim.

Sessiz geçen bir on beş dakikanın ardından taksinin geldiğini belli eden korna sesini işittiğimde hiçbir şey demeden ahşap kapıyı açıp kendimi İstanbul'un soğuğuna bıraktım. İlker, arkamdan, "Melek! Lütfen, bunu bize yapma. Lütfen, beni dinlemeyi bir düşün," diyerek seslense de ne arkamı döndüm ne de ona küçük bir tepki verdim. Hiçbir şey demeden onu ve evin büyük bahçesini arkamda bırakarak sokağa çıktım.

Sokağa çıktığım gibi Murat'ın spor arabasının da hâlâ burada ve onun da direksiyon başında olduğunu gördüm. Keskin bakışlarında resmen, "Ben, sana söylemiştim," iması yatarken tıpkı İlker'in varlığını yok saydığım gibi onun da varlığını yok sayarak taksiye atladım ve zaman kaybetmeden evimin adresini söyledim.

Hayat bazen omuzlarımıza kaldıramayacağımız yükler bindirirdi. O ağır yüklerin altında öyle bir ezilirdik ki nefes aldıkça bile kalbimize bir şeyler battığını hissederdik. 

Güzel anların sonsuza dek süreceğini düşünmek büyük aptallıktı. Bu gece Murat o kapıdan içeri girdiğinde ve asıl gerçekleri haykırdığında bunun farkına daha yakından varmıştım. Meğerse sonsuza dek tabiri mutluluk diye kendimizi kandırdığımız o anlarda bize yansıyan sahte bir yanılsamaymış. Hiçbir şey sonsuza dek sürmezmiş.

Yaklaşık yarım saat süren yolun sonunda taksi evimin bulunduğu sokağa girdiğinde ona sessizce, hiçbir şey demeden ücreti ödeyerek kendimi dışarı attım. Bedenimi dışarı attığım gibi artık soğuktan mı yoksa öğrendiğim gerçeklerden mi bilinmez çok kötü bir şekilde öksürmeye başladım. Kriz gibi gerçekleşti ve bir an hiç durmayacağını düşündüm.

Öksürüklerimi bastırmaya çalışarak evimin bulunduğu taş binaya girdim ve ardından bitkin adımlarımla merdivenleri tırmandım. Yaşadığım acı beni öyle yorgun düşürmüştü ki çantamdan anahtarlarımı bile çıkaramadım. Doğrudan zile bastım ve gözyaşlarımla birlikte kapının önüne çöküp açılmasını bekledim.

Birkaç dakika sonunda Eda anahtarlarımı niye almadığımı söylenerek kapıyı açtığında beni yere çökmüş bir şekilde buldu. Korkuyla, "Melek? Melek, ne oldu sana canım benim?" diye bağırdığında hıçkırıklarım daha da şiddetlendi ve bir anda kendimi ona sıkıca sarılırken buldum. 

"Düştüm, Eda. Bu kez resmen yere çakıldım."

Meğerse insan ruhunun gerçekten acıdığını gerçeklerin yüksek sesle konuşulmasıyla fark ediyormuş.

Ve bu gece...

Murat, bilmediğim bütün gerçekleri açığa çıkarırken ruhuma da bu kez kendi değil de İlker tarafından açılan derin bir yaranın acısını yerleştirmişti.

- Hadi itiraf edin, bölüm içinizden geçti değil mi? Geçti geçti. 🌝

- Bir sonraki bölümde o çok beklenilen Murat & İlker kavgası var. Hazır mısınız?

Continuar a ler

Também vai Gostar

2.2M 136K 60
pabucumun bayboyu Ayşen: Ama senin gibi tiplerden hoşlanmam. Ayşen: Senin gibi tipler dediğim. Ayşen: Kötü çocuk gibi takılan. Ayşen: Zeki ve çalışk...
1M 63.4K 40
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, psikolojik ve fiziksel şiddet gibi r...
1.4M 54.1K 26
(18+ cinsellik ve şiddet içerir.) Başımızın üstünde ki elçilik binasının içinde bir ses yankılandı. "Şuandan itibaren; Onun tek bir saç teline zarar...
698 51 12
"Ölüme yalın ayak koşanların öyküsü bu." "Bu motorun üzerine bindiğin zaman zebaniler sana cehennemden yer ayırtmıştı hanımefendi, cehennemde görüşür...