ATEŞPARE (+18)

By cerennmelek

44.6M 2M 6M

Korkmuyordum, ne karanlıktan, ne gürleyen gök gürültüsünden, ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünk... More

ATEŞPARE
1.Bölüm: V
2.Bölüm: KAOS
3.Bölüm: O PİTİ PİTİ
4.Bölüm: KANLI YÜZLER
5.Bölüm: ATEŞ PARÇASI
6.Bölüm: SOĞUK SAVAŞ
7.Bölüm: ŞEKİL DEĞİŞTİREN
8.Bölüm: KAYBEDİŞ
9.Bölüm: ESARET
10.Bölüm: KABULLENİŞ
11.Bölüm: TUTKULAR VE SAVAŞLAR
12.Bölüm: SAHTEKAR CİNAYETLER
13.Bölüm: MELEK YÜZLÜ ŞEYTAN
14.Bölüm: KARANLIK SIRLAR
15.Bölüm: OYUNBAZ UYKULAR
16.Bölüm: KURT MU KUZU MU
17.Bölüm: VEDALAR VE BAŞLANGIÇLAR
18.Bölüm: TANRININ CİLVESİ
19.Bölüm: YANGINDAN TAŞAN ATEŞ PARÇASI
20.Bölüm: KURTLAR SOFRASI
21.Bölüm: HİLEKAR DOKUNUŞLAR
22.Bölüm: KANLI PİYON
23.Bölüm: KANIŞLAR VE KAZANIŞLAR
24.Bölüm: SAHTE SEVGİLİLER
25.Bölüm: ALANGUVALARIN MUCİZELERİ
26.Bölüm: KÜÇÜK KIYAMET
27.Bölüm: ŞEHVETİN TEHDİTKAR CAZİBESİ
28.Bölüm: GEÇMİŞİN ESİNTİSİ
29.Bölüm: KIVILCIM
30.Bölüm: PERDELENEN KUŞKULAR
31.Bölüm: TEHLİKELİ SULAR
32.Bölüm: ATEŞ ÇIKMAZI
33.Bölüm: BÜYÜK PATLAMA
34.Bölüm: AZRAİL'İN PENÇESİ
35.Bölüm: YER ALTI
36.Bölüm: DOLAMBAÇLI HAYATLAR VE ÇARPIK OYUNLAR
37.Bölüm: KANLI MAKAS
38.Bölüm: SAHİPSİZ KİMLİKLER
39.Bölüm: MELEKLER VE ŞEYTANLAR
40.Bölüm: CANAVAR
41.Bölüm: MADALYONUN İKİ YÜZÜ
42.Bölüm: AŞKLAR VE ZAAFLAR
ÖZEL BÖLÜM
43.Bölüm: YALAN SANATI
44.Bölüm: DOMİNO TAŞLARI
45.Bölüm: TUTUKLU ZİHİNLER ZİNDANI
46.Bölüm: ACI KAN
47.BÖLÜM: LANETLİ MASKELER
48.Bölüm: VAHŞETİN ÇAĞRISI
49.Bölüm: AŞKA YENİLİŞ
50.Bölüm: GEÇMİŞİN KANLI SAHNELERİ
51.Bölüm: YANGINA DÜŞMÜŞ ATEŞ PARÇASI
53.Bölüm: İNSAN AVI
54.Bölüm: KOBRA'NIN ZEHRİ
55.Bölüm: ATEŞ HATTI
56.Bölüm: KAPANMAYAN DAVALAR
57.Bölüm: SANAT ESERİ
58.Bölüm: KATİL AVCISI
59.Bölüm: ALEV BEDENLERDEN KÜL RUHLARA
60. Bölüm: KAYBEDİLMİŞ ZAFER
61.Bölüm: RESİM HIRSIZI
62.Bölüm: HEZARPARE
ÖZEL BÖLÜM: ATEŞ ALANGUVA
63.Bölüm: İNTİKAM TİMİ
64.Bölüm: KIRIK YOK OLUŞLAR
65.Bölüm: İKİNCİ PERDE
66.Bölüm: CANAVARIN ÖTESİNDE
67.Bölüm: KÖTÜLÜĞÜN TOHUMU
68.Bölüm: GÜÇLÜ ADIMLAR VE KURNAZ SAVAŞLAR
69.Bölüm: GÜNAHKARLARIN SON GÜNAHLARI
ALINTI VE DUYURU
70.Bölüm: PANZEHİR
71.Bölüm: İSYAN
72.Bölüm: EN GÜZEL ZARAR
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT
ÖZEL BÖLÜM: AYLİN
73.Bölüm: EFSANELER UNUTULMAZ
74.Bölüm: CANAVARI ANLAMAK VE ADALETİ ARAMAK
75.Bölüm: EN ZOR SAVAŞ
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT
76.Bölüm: YIKIM VE KIYIM
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT&BAHAR

52.Bölüm: ÜÇÜNCÜ İHTİMAL

432K 22.4K 51.7K
By cerennmelek

Bol bol yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayın ateş parçalarım 🔥

Run That - Naomi Wild

Kanıyorduk - Redd

Welcome To The Jungle - Tommee Profitt, Fleuire

Falmes - Tedy


52.Bölüm: ÜÇÜNCÜ İHTİMAL

V suçluydu, vahşiydi, güçlüydü... V gerçekti.

Hayat ne kadar kirliyse o da o kadar kirliydi. Hayat ne kadar vahşiyse o kadar vahşiydi. V hayattı.

V Karanlığa gömülmüş hayatların yansımasıydı.

İlk başlarda V olmak, masumların hıncını almaktı ancak artık bu amaçtan sapıyordum. Her geçen gün daha da vahşileşiyordum, bunu durduramıyordum. Bu yolun sonunda bir seçim yapmam gerekirse ne yapacağımı bilmiyordum. Her geçen gün daha fazla öldüğümü hissediyordum. Yaşadığımı hiç iddia etmemiştim, nefes almak yaşamak değildi ama artık sanki yaşıyordum. V olmak ölmek demekti, onunla olmaksa yaşamak için bir umut demekti.

Vücudumdaki ağrı öyle şiddetliydi ki; ne kaptanın eğitimlerinde ne de yaşadığım işkencelerde hissettiğim bir ağrıydı. Beynim sanki ortadan ikiye ayrılıyormuş gibi şiddetli bir acıyla sarsılıyordu. Gözlerimi zorlukla araladığımda ilk gördüğüm şey beyaz tavandı. İlaçların sevmediğim kokusu burnumdaydı.

Boğazım o kadar kuruydu ki yutkunamadım. Gözlerim etrafta gezindi, son teknolojiyle dizayn edilmiş, daha önce gördüğüm bir yerdi. Alanguva adasının tesisindeki odalardan biriydi burası.

Ateş hemen karşı çaprazımda, tekli krem rengi bir koltukta oturuyordu. Yüzü ve gözleri o kadar yorgundu ki, bu yorgunluk hareketlerine yansımıştı. Yavaşça doğruldu, beyaz buruşuk tişörtü ve uzamış sakallarıyla yanıma yakınlaştı.

"Çok şükür." dedi nefesini verirken. "Uyandın."

"Ateş, neler oluyor?" derken vücudumdaki ağrı hala yerini koruyordu ama bunu bastıran daha büyük bir acı vardı. Elim enseme uzandığında Ateş elimi tuttu.

"Hatırlamıyor musun?" dediğinde elinden çektim elimi ve enseme dokundum. Saçlarımın bitimindeki sargıya dokunduğum an gözlerimi yumdum. Kaçırılmam, seri katil, Giovanni'nin ölümü, odaya giren insanlar... Her şey çok bulanıktı, seri katilin bedenini hatırlıyordum ama yüzü yerine koca bir boşluk vardı. Ensemdeki acı da tanıdıktı, enseme bir cihaz soktuklarını hatırlıyordum.

"Çip," dedim yerimden doğrulmaya çalışarak. Yatağın kenarına oturdu Ateş. Önce hiçbir şey söylemeden sıcak dudaklarını alnıma bastırdı, ardından da kendini sakinleştirmeye çalışır gibi saçlarımı okşadı.

"Çip hakkında neler hatırlıyorsun? Bunu sana yapanları hatırlıyor musun?" derken ses tonunu sakin tutmaya çalışsa da gerginliğini hissediyordum.

"Buraya nasıl geldim?" Ben kalkmaya çabalayınca Ateş de yatağın başlık kısmını kaldırdı ve sırtımı yaslamamı sağladı.

Başım o kadar ağrıyordu ki konuşmak bile zor geliyordu, elim alnıma gittiğinde kaşları çatıldı.

"Çok mu ağrın var?"

"Ağrı kesiciye ihtiyacım var."

"Zaten yüksek dozda ağrı kesici kullandık. Dinlenmen gerek, başını kaldırma lütfen." Hissettiğim ağrıyla yutkundum.

"Neler oluyor Ateş? Ne zamandır bu haldeyim? Ayrıca senin bu halin de ne?"

"Şimdi konuşmayalım, hafızanı zorlaman ağrılarını çoğaltabilir."

"Dayanılmayacak bir ağrı değil Ateş."

"Aslında dayanılmayacak bir ağrı, beyin ameliyatı geçirdin Aşkın. İki haftadır bilinçsizsin." Yüzüne uzun uzun bakarak söylediklerini kafamda tarttım. Hafızamın ortasında bir boşluk vardı.

"Ne? Sikeyim ne yaptılar bana? Bunun başıma geleceği belliydi zaten, o kadar zeki bir beynim var ki çalmaya çalıştılar!" Hızlı hızlı konuşmam Ateş'i güldürürken, az önceki gergin ifadesi biraz da olsa azalmıştı.

"Bu durumda bile kendi egona malzeme çıkarmayı nasıl başarıyorsun bilmiyorum ama özlemişim." Ateş hep hislerini belli eden bir adamdı bana karşı, hiç gizleyememişti. Ancak şu an gözlerime bakarken bir şeyleri perdelemeye çalışıyordu, yine de benden saklayamıyordu.

"Beni mi egomu mu?"

"Seni ve her şeyini." derken elimi tuttu, baş parmağı hafif hafif elimin üstünü okşarken sarı gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Aramızda kısa bir sessizlik oluştu, konuşmak istemiyor da gözlerimi izlemek istiyor gibi bakıyordu.

"Anlat Ateş." dediğimde nefesini zorlukla verdi.

"Önce sen bana hatırladıklarını anlatır mısın?"

"Her şey çok buğulu, en son enseme bir şeyler yaptıklarını hatırlıyorum. Bunu yapan o seri katildi ama yüzünü hatırlayamıyorum."

"Oradan nasıl kurtulduğunu hatırlamıyor musun?" Gözlerimi yumdum, gözümün önünde bazı sahneler beliriyordu ama o kadar bulanıktı ki bir şey çıkartamıyordum. "Tamam, kendini zorlama."

"Anlat Ateş."

"Beyinciğine bir çip yerleştirmişlerdi, bunu yapan kişiler daha önce saldırganların kafasına çip yerleştirip, beynini patlatanla aynı kişiler. Seni bulduğumda, kendin kurtulmuştun ama tuhaftın. Giovanni'nin arazisini araştırmama izin vermedin, sen gibi değildin. Gözlerinin ışığı sönmüştü. Meksika sınırları içinde durmak bile istemedin ve eve döndük. Tuhaflığını sezsem de ne olduğunu anlayamıyordum. Ablana, Bahar'a bile duygusuzdun. Ancak evimizdeki ilk gece beyninde çip olduğunu anladım." Anlattıkları o kadar tuhaftı ki, hatırladığım hiçbir kısmı yoktu.

Ürperirken gözlerimi kırpıştırdım, bu kadar çok şey yaşanmış mıydı sahiden?

Teknoloji bu yüzden korkunçtu. Sınırları, ucu bucağı yoktu. Bir insanın aklının alabileceğinden, hayal gücünden çok daha fazlasıydı. Teknoloji mucizevi bir şeydi, yanlış ellere ulaşmadığında. Teknoloji evrendeki en tehlikeli şeydi ve bunu anladığımızda çok geç olacaktı.

"Nasıl anladın Ateş?" dediğimde ifadesi hiç bozulmadı.

"Dediğim gibi tuhaf davranıyordun, banyoya girdiğinde kapıyı kilitledin! Sen hiç öyle bir şey yapar mısın?" dediğinde yüzümde yorgun bir gülüş oluştu. "Sonra ensene dokunduğumda anladım."

"Kimseye zarar verdim mi?"

"Hayır, kimseye zarar vermedin." Oturmayan yerler vardı.

"Peki nasıl çıkardınız o şeyi?"

"Seni bayıltmak zorunda kaldık, Aşkın o şeyi senin beyninden çıkarmak abimin beynini bilgisayara aktarmaktan daha zordu. Çünkü biri tarafından yönetiliyordu ve çıkarmaya çalıştığımız an beynini havaya uçurabilirlerdi." Bu da Ateş'in neden bu halde olduğunu anlatıyordu.

"Nasıl başardınız?"

"Önce çipi etkisiz hale getirmemiz gerekti çünkü çıkarmaya çalıştığımız an çip patlayacaktı. Çok zorlu bir süreçti." dedi sadece. 

"Çok korktun mu beni kaybedeceksin diye?" dediğimde gözlerini kırpıştırdı.

"Sadece korkmadım." dedi yutkunarak. Alnını alnıma yasladı.

"Ölüp ölüp dirildin mi üzüntüden?" dedim biraz daha şımararak.

Yanağıma uzun ve sert bir öpücük bıraktığında gözlerimi kapattım. "Evet, seni seksi katil. Aklımı başımdan aldın."

"Başka türlü aklını başından almayı tercih ederdim ama artık başka zamana." Bir eli yavaşça yüzümü okşuyordu.

"Kapatma gözlerini, yeterince kapalı gördüm." dediğinde geri açtım.

"Bunu bana yapanları mahvedeceğim!" dedim yemin eder gibi.

"Edeceğiz." dedi beni düzelterek.

"Ölmek için yalvaracaklar." dediğimde de kafasını olumluca sallayarak beni destekledi.

"Hala nasıl yakalandığını aklım almıyor Aşkın. Oturmayan şeyler var, sence bu katil seni nasıl bu kadar kolay bulabildi?" derken gözleri kısılmıştı ve artık onun çoğu ifadesinden ne demek istediğini anlıyordum.

"Kaptan bana ihanet etmez."

"O ihtiyara çok güveniyorsun, bense hiç güvenmiyorum."

"Çünkü onu tanımıyorsun, biraz uyuz bir adam ama bu da yaşlılıktan biraz. İhtiyar beni ifşa edecek bir şey yapmaz."

"Sana yeterince zarar vermiş zaten, şu haline bak."

"Ne varmış halimde?" dedim sesim sertleşirken.

"Seni vahşi bir katile çeviren bir adama bu kadar bağlı olman çok saçma! Görmüyor musun? O sadece seni kullanıyor, seni sevseydi b,"

"Vahşi bir katil?"  Vahşi bir katil olmaktan gocunmuyordum ama bunu nefretle söylemesi ayrı bir şeydi. Hem de beni her halimle kabul ettiğini söyledikten sonra...

"Tartışmanın sırası değil, dinlenmen gerek." dedi ve kalktı yanımdan.

"Eğer kaptanı suçlayacaksan, yeterli delilin olmalı. Ayrıca beni vahşi bir katile çevirmesinden oldukça memnunum. Çünkü o olmadan önce de ben vahşi bir katildim, o bana sadece bu vahşeti nasıl kullanacağımı gösterdi."

"Ölüyordun Aşkın, neredeyse yine ölüyordun. Ben sürekli senin canınla sınanmaktan çok yoruldum." derken sesi yükselmişti.

"Seni uyarmadığımı söyleyemezsin, bu sadece başlangıç. Hala geri dönmek için geç değil." dediğimde kaşları derince çatıldı.

"Senin için bu kadar çabuk gözden çıkarılmaya dayanamıyorum. Ve Aşkın biliyor musun? Sen sadece iki kişiyi hiç düşünmeden çıkarabiliyorsun. Biri kendin, diğeri de ben. Merak ediyorum, hayatında hiç gözden çıkaramayacağın bir yere gelecek miyim?"

"Baygın haldeyken bile seni doldurabilmişim anlaşılan."

"Seni yormak istemiyorum, hele bu haldeyken hiç. Ama Aşkın şundan korkuyorum, ya beni de kendini sevdiğin gibi hırçınca seversen?" Daha fazla konuşmadı, arkasını döndü.

"Ateş!"

"Yorma kendini." dedi tekrar bana dönerken.

Boş parmaklarıma baktım. "Yüzüğü çıkarmışsın, evlenmekten vaz mı geçtin?"

"Hayır, o yüzüğü vermekten vazgeçtim. Saçma ama artık o yüzüğün lanetli olduğuna inanmaya başlıyorum. Firuze, annem, bu yüzüğü takar takmaz başına gelenler... Boş ver, ben sana daha güzel bir yüzük alırım."

"Hayır, o yüzüğü istiyorum."

"Ben istemiyorum Aşkın."

"Böyle batıl inançlarla hareket edecek adam mısın sen? Yüzüğümü geri ver. Ayrıca iki haftadır kendinde olmayan müstakbel karına karşı çok kabasın."

"İki hafta boyunca neler yaşadığımı bilseydin," dedi kısık seste duymayacağımı sanarak ama ben çok net şekilde duydum.

"Beni hiç özlememişsin." dediğimde az önceki tartışmamız aksine fazlasıyla yumuşamıştık.

"Ablana haber vermeye ve doktor çağırmaya gidiyordum Aşkın. Bu kadar nazlı olma." dedi ve odadan ayrıldı.

"Nazlıymış! Senin küsüp kıçını dönüp yattığını bilmesem kendime nazlı diyeceğim bak!" Söyleniyordum ama o çoktan çıkmıştı.

Yorgunca verdim nefesimi, onunla münakaşa içine girmek biraz da olsa acımı arka plana atmamı sağlamıştı. Ancak hissettiğim ağrıyla yeniden yumdum gözlerimi.

Ateş'in sözleri aklımda tekrar tekrar dönerken bir şeyler hatırlamaya çalışıyordum ama bu sadece daha fazla canımı yakıyordu.

Biri benim zihnimi yönetmişti ve bu çok korkunçtu. Ateş çipi fark ettiğinde onunla hiç savaşmamış mıydım? Mantıklı değildi, gerçi yaşadığımız hiçbir şey mantıklı değildi.

Başım dönüyordu, gözlerimi daha sıkı yumdum. Hatırlamaya çalıştım, gözüme birkaç kare doldu. Ateş'i görmüştüm, ona yürüyordum.

Bu sırada ablam girdi içeri, yüzü yorgunluk ve üzüntüden çökmüştü. Hızla yanıma ulaştı, yatağın kenarına oturarak yüzümü okşadı.

"Aşkın, nasılsın?" derken sesi titremişti.

"Turp gibiyim."

"Yalancı." dedi burnunu çekerken.

"İyiyim ya, valla bak."

"Ateş tam olarak neler olduğunu anlatmadı, neler oluyor Aşkın? Seni kim kaçırdı? Onları mahvedeceğim." derken o kadar hırsla söylüyordu ki bunu yapanları gerçekten mahvedebilirdi. O hep böyleydi, benim için her zaman her şeyi yapardı.

"Tam olarak ben de bilmiyorum." Yalan da değildi.

Kollarını bana sardı, sıkıca sarıldı. "Çok korktum, seni kaybetmeye dayanamam Aşkın. Ve sürekli başına bir şeyler geliyor. Bunun nedeni Ateş mi?" Ablam benim nasıl soğuk kanlı bir katil olduğumu bilmediği için başıma gelen her şeyde Ateş'i suçlu görüyordu kendince haklı olarak.

Sessiz kaldığımda devam etti. "Hiçbir şey senin canından daha değerli değil Aşkın, hiçbir şey. Ateş'le birbirinizi seviyorsunuz ama bu sevgi sana zarar veriyor. Dayanamıyorum Aşkın, sana bir şey olacak düşüncesine dayanamıyorum."

"Seni korkutmak istemedim."

"Aşkın, ben hapisteyken kurduğumuz hayalleri gerçekleştiremez miyiz?" Onunla her şeyden, herkesten uzakta huzurlu bir hayat yaşama hayali kurmuştuk.

"Ateş'ten ayrılmamı mı istiyorsun?"

"Senin mutsuz olmanı istemem, Ateş'le birbirinizi sevmeniz de beni çok mutlu ediyor ama Aşkın senin hayatın tehlikede. Ben bir gün senin ö," devam edemedi, gözyaşları yüzünü ıslatırken başını dik tutmaya çalışıyordu.

"Herkesten, her şeyden uzaklaşıp gitmemizi mi istiyorsun? Peki Baybora?"

"Bu hayatta hiç kimse senden daha değerli olamaz benim için. Bu hayat sana zarar veriyor, bana senin acını çektirtme Aşkın ben buna dayanamam."

"Özür dilerim." dedim sadece.

Onunla hangi hayatta olursak olalım benim başım hep dertte olacaktı. Ve benim V'den başka yolum yoktu. Ablam Ateş'i değil de farkında olmadan V'yi bırakmamı istiyordu benden.

"Ateş tehlikeli bir adam, bunu her geçen gün daha net görüyorum. Seni seviyor ama o kadar güçlü ve karanlık ki çok fazla düşmanı var. Bak onun yüzünden kaçırıldın, ölmek üzereydin!" Beynime bir çip yerleştirildiğini elbette bilmiyordu.

"Ondan ayrılmamı mı istiyorsun?" dedim tekrar.

"Hiçbir aşk senin hayatından daha önemli değil."

"Abla, ondan ayrılmam beni tehlikeden kurtarmayacak."

"Ne demek istiyorsun?"

"Mühendislik yeteneklerimi biliyorsun, ben işi biraz abartarak mafyaların hayatına burnumu soktum ve başıma bunlar bu yüzden geliyor." V olduğumu söyleyemezdim ama her şeyden dolayı Ateş'i suçlamaması için düşündüğü kadar masum olmadığımı söyleyebilirdim.

"Başın belada mı? Ne işlere bulaştın?"

"Hayır, lütfen sakin ol."

"Senin hayatından bahsediyoruz, ne sakin olması Aşkın?"

"Bana bir şey olmayacak, sana söz veriyorum." En azından o bilmeyecekti. Elimle gözyaşlarını sildiğimde bir kez daha burnunu çekti.

"Şu haline bak." dedi, omuzları sarsılıyordu artık.

"Halimde bir şey yok abla." dediğimde kendini sakinleştirmeye çalıştı.

"İki haftadır buradasın."

"Ve iyiyim, hiçbir şeyim yok."

"Gözlerin ve bedenin çökmüş," Vücudumdaki zayıflığı hissediyordum ve benim en nefret ettiğim şeylerden biri zayıflıktı. İyileşir iyileşmez sıkı bir spor programına girmem gerekiyordu.

"Sen nasılsın?"

"Sen iyiysen ben de iyiyim." dedi, elinin tersiyle al yanağına düşmüş yaşları silerken. Dudakları şişmiş, burnunun ucu kızarmıştı her ağladığında olduğu gibi. Onun ağlamasından nefret ediyordum ama hep de ben ağlatıyordum onu.

Bu sırada odaya Tarık, Bahar ve Pusat girdi. Bahar'ın gözleri sargıdaydı, Pusat onu belinden tutarak yol gösteriyordu.

Tarık koşarcasına yanıma gelip, diğer tarafa oturdu. Koyu gözleriyle beni uzun uzun izlerken tutup kendine çekti ve sıkıca sarıldı.

"Ödümüzü kopardın." dedi, ardından da fazla sıktığını fark ederek uzaklaştı.

"Aşkın, çok şükür uyanmışsın." dedi Bahar da.

Pusat da beni inceliyordu. "Nasılsın?" O da yorgun gözüküyordu, bu süreçte Ateş'in hiçbir çalışanına nefes aldırmadığına emindim.

"İyiyim." Aramızda uzun bir bakışma geçti. Onunla yalnız konuşmam gerekiyordu, her şeyi tam olarak anlatacak tek kişiydi. "Nasıl oldu Bahar gözlerin?"

"Her geçen gün daha da iyiye gidiyor." dedi hevesle. "Bizi çok korkuttun Aşkın. Ateş abi sürekli gözleri dolu dolu ve öfkeliydi, Pusat'a da çok yüklendi. Baybora seninle ilgilendi hep. Aylin abla zaten mahvoldu. Hepimiz seni çok seviyoruz." derken o da yanıma yakınlaşmıştı. Elini tuttum.

"İyiyim güzelim. Ağlama sakın, canın yanmasın."

"Artık yanmıyor." dedi sevinçle. "Sen de iyisin hem." 

Eli yüzüme gitmeye çalıştı ancak bulamayınca havadaki elini tutarak yüzüme götürdüm. "Sen bizim için çok değerlisin, iyi ki varsın Aşkın." Bahar ölümden korkardı, çoğu insanın aksine o öleceği günleri hesaplayarak yaşamıştı. Kendi ölümünü kabullenmeye çalışmıştı ve sevdiği birinin öleceğini düşünmek onun bu kabullenişinden daha zordu onun için.

Baybora odaya girdi, uzunca beni inceledi. "Aşkın, uyanmışsın."

Bunların hepsi Baybora'yla dalga geçtim diye gelmişti zaten başıma.

Az kalsın yarı robot olacaktım. Ne kadar da korkunçtu, bundan sonra onunla daha az dalga geçsem iyi olacaktı.

"Ben bir muayene yapacağım, yalnız kalabilir miyiz?" dedi Baybora yanıma yakınlaşırken. Ablam ve Bahar yerlerinden kalktılar. Baybora ablamın ağladığını fark ettiğinde, onun omzunu sıkarak göz kırptı her şey yolunda dermiş gibi.

Ablam ve Bahar ayrıldıklarında Pusat hala köşede duruyordu. Baybora serumu değiştirerek, tansiyonumu ölçerken sessizdi.

"Robotluğun yanı sıra hemşirelik de mi yapıyorsun?" dediğimde Baybora güldü. Robotlukla ilgili şaka yapmadan anca bu kadar dayanabiliyordum işte.

"Seni ben ameliyat ettim."

"Nasıl bir çipti?"

"Daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzemiyordu. Çok riskli bir ameliyat geçirdin, en ufak bir hatada seni kaybedebilirdik."

"Çipi görmek istiyorum."

"Ateş inceleme yaptırıyor, ona sorarsın."

"Bu haliniz ne? Neden yüzüme aval aval bakıyorsunuz?" dedim ikisini süzerken.

Baybora ve Pusat arasında kısa bir bakışma geçti. Bana anlatmadıkları bir şeyler vardı.

"Ateş biraz abarttı sen yokken olayları, Cebonayan onun için infaz kararı çıkarttı, liderliği alınmaya karar verdi kurul." dedi Baybora sakinlikle. "Malikaneye Cebonayan bizzat saldırı düzenledi."

"Zarar gören var mı?" dedim, yutkunarak. Ateş'in neden bu kadar yorgun göründüğünü daha iyi anlamaya başlıyordum. Hem benim canımdan endişelenmiş hem de Cebonyan'la uğraşmıştı. 

"Ölen korumalar var." dedi Pusat durgunca.

"Ateş tüm üyeleri ölümle tehdit etmiş, dedem gibi."

"Ona zarar gelmedi değil mi?"

"Hayır, Cebonayan ona zarar veremedi. Ateş zeki bir lider." dedi Baybora. "Ancak sen ona bir gün zarar vereceksin." dedi soğuk sesiyle, sanki gelecekten gelmiş de bildiği bir şeyi söylüyor kadar emin konuşuyordu.

"Ne saçmalıyorsun?" dedim sertleşen sesimle.

"Ateş seni gereğinden fazla seviyor ve bu sevgisi ona zarar verecek. Açık konuşalım, sana güvenmiyorum Aşkın ve asla da güvenmeyeceğim. O kadar güvenmiyorum ki kendini bilerek yakalattığını düşünüyorum."

"Siktir git, kendi isteğimle beynime çip mi taktıracağım? Sizdeki tüm zekilik genleri Ateş'e geçmiş anlaşılan." Ateş de böyle düşünmüş müydü?

"Çip kısmı değil, plan bir yerden sonra kontrolünden çıktı."

"O robot beynini bunlara yorma sen."

"O robot beynim senin beynini kurtardı." dedi gergince. "Ateş ve sen, bir felaketsiniz sadece."

"Ayrılmamız için bir de para teklif et tam olsun, ben de senin yüzüne su atayım hatta." Gerçi yüzüne su atsam bozulabilirdi.

"Sinirlenme, dinlenmen gerek."

"Sikik sikik konuşuyorsun sonra sinirlenme diyorsun!"

"Ben ikinizin de iyiliğini düşünüyorum. Birbirinize zarar veriyorsunuz, beynine çip yerleştirmelerinin nedeni Ateş. Ateş'in herkesi karşısına almasının nedeni de sensin. Aşk her zaman doğru yol değildir."

"Ablamdan uzak dur o zaman."

"Sen Ateş'ten uzak durursan, ben de..." devam edemedi.

"Yok artık pazarlık mı yapıyorsunuz lan?" dedi Shrek kendini tutamayarak. "Abi, biraz ileri gitmiyor musun? Ateş duysun mu bunları?"

"Beni tehdit mi ediyorsun Pusat? Yaşanılanları gördün! Sen de benim gibi düşünmüyor musun?" Tam olarak ne halt yemiştim ben? Baybora sinirle yanımızdan ayrılırken Pusat onun arkasından kapıyı kapattı.

"Neler oluyor?"

"Aynı şeyler, boş ver onu bunu. Sen kendinde misin?"

"Kendimdeyim amına koyayım." dediğimde güldü.

"He şöyle be! Shrek de bir de bakayım." Yanıma ulaşıp, yanağımı sıktı. "Çok korkutucuydun Aşkın, bir an içine cin kaçtı sandım. Aynı öyle davranıyordun. Ne küfür ediyordun ne alkol sigara alıyordun ne de bana laf sokuyordun. Çok korktum." Hızlı hızlı anlatışı beni gülümsetti. "Shrek demeni bile özledim vallahi billahi ya."

"Ne yaptım tam olarak? Kimse doğru düzgün bir şey anlatmıyor."

"Diyorum ya cin gibi geziyordun etrafta, ne bir şey yiyip içiyordun ne de doğru düzgün konuşuyordun. Boş boş bakıyordun, bel altı şaka bile yapmıyordun!" Bir kez daha güldüğümde o da güldü.

"Ateş'e benim yüzümden zarar mı geldi?" dediğimde gülüşü soldu.

"Baybora'nın anlattıkları işte, Cebonayan'la büyük sıkıntılar yaşadı ama Ateş bu, koyar mı? Koymaz! Ateş onlara koydu. Bak ne oldu anlatayım." dedi hevesle. İşte şimdi dedikodu yapabilirdik.

"Şimdi sen kayboldun ya bu Ateş kudurdu, önüne gelen herkesi öldürmeye başladı. V'den beter oldu bak, gülme lan vallahi öyle oldu. Bir bakıyorum çatışmaya girmiş tek başına herkesi kesip biçmiş, bir bakıyorum seni tüm dünyada aratıyor. İşte sonra Cebonayan bunun hareketlerine sinirlendi, liderliğine el koymak istediler ve ayaklanma çıkardılar. İnfaz kararı falan verdiler, o derece ciddi durum ama olaya bak şimdi." Konuşurken jest ve mimiklerini iştahla kullanması konuşmasına heyecan katıyordu.

"Beni kaybetti amına koyayım kolay mı? Sen aklını kaybetmediğine şükret"

"Bir şeyden de kendine pay çıkarma amına koyayım ya dur kesme beni dinle. İşte Harun Karabat geldi limuziniyle kapıya, aldı Ateş'i götürdü toplantıya. Ben durur muyum? Sikseler durmam, ben de peşlerinden gittim. Ateş giyindi kanlı siyah gömleğinin üstüne siyah ceketi, bir de bana göz kırpıyor her şey yolunda der gibi cool adam. Neyse çıktı bunların karşısına. Pat pat konuşuyor, üst üyeler sinirlendi dediler ölüsün artık. Ateş sakinliğini hep korudu, arkadan bir adam gönderdiler. Hele bak o adam Ateş'i öldürecekmiş. O adam da bizim eski elamanlardan biri, kendisini pek sevmem Ateş'le gereksiz samimilerdi bence. İki yıl önce Ateş onu sürgün etti de kurtulmuştum ondan ne güzel. Her neyse işte Ateş biliyormuş bu Ayberk puştunu getirteceklerini. Tam Ayberk, Ateş'e silah doğrultacak sandıkları an," durdu ve kendini düzeltti. "Sandığımız an, ben de bilmiyordum. Çok bozuldum da Ateş sinirli diye bir şey diyemedim."

Güldüğümde o da güldü ve devam etti. "Sonra Ayberk geldi, Ateş'in arkasında saygı duruşunda durdu. Bir de toplantılarda bu üst üyelerin hepsinin arkasında en güvendikleri korumaları olur. Sen bilmezsin tabi hiç üst üye toplantısı görmedin." dedi nispet yaparcasına.

Kolunu cimciklediğimde söylenerek kurtardı kolunu. "İşte Ateş'in bir bakışıyla bunların en güvendikleri korumalar bunlara silah doğrulttu. Ama görmen lazım, hepsi yaşlı zaten orada vereceklerdi ruhlarını." Anı resmen yeniden yaşıyormuş gibi anlatıyordu. "Ateş dedi ki hala anlayamadınız bunlar da neyi dediler Ateş de ne dese beğenirsin?"

"Ne desin?" 

"Ben Cebonayan'ın lideri değilim, ben Cebonayan'ın ta kendisiyim." Durdu, tepkimi izledi ve devam etti. Sesini kalınlaştırarak, gözlerini kısarak, elini yumruk yapıp havada sallayarak da Ateş'in taklidini yapıyordu. "Yaşımın genç oluşu sizi aldatmasın, siz benim izin verdiğim kadar varsınız. İyi akşamlar."

"Onu o halde görmek için milyonlar verirdim!"

"Boş ver iyi ki görmedin, çok havalıydı pezevenk ben bile yükseldim bir an."

"Senin Ateş'e yükselmediğin an yok ki amına koyayım."

"İşte böyle oldu."

"Sonra beni nasıl buldu?"

"Hiç sorma bana, bir bok anladıysam Arap olayım. Bunun bir arkadaşı vardı Meksikalı onu da hiç sevmem. Adı da Edar mı Edgar mı öyle bir şeydi bu adam buna üç tane şehir saydı."

"Hangi şehirleri?"

"Ne bileyim tuhaf tuhaf şeyler. Yok Akapur, yok Osanci, yok Salakanca mı ne değişik şeyler." Artık kendimi tutamayarak kahkahalara boğuldum. Akapulko, Ocosingo ve Salamanca demeye çalışmıştı kendi çapında. "Ama bu adam meğersem tehdit altındaymış da Ateş'e mesaj veriyormuş. Ateş de zeka zehir, anladı hemen. Bir baktım şehirlerin koordinatlarına bakıyor. Yok birinin başını birinin sonunu birinin üçünü bilmem ne alıyor. Oradan ne buldu? Jalisco, Puerto Vallarta! Zekayı görüyor musun sen? Ama herif de zekiymiş, böyle kodlama mı olur? Üstelik birbirlerini de iyi tanıyorlarmış demek, bu kadar iyi tanımalarına gerek yok bence."

Artık gülmekten karnıma ağrı girmişti, o kadar saçmalamıştı ki ağrılarımı bile unutmuştum.

"Gül işte böyle, özlemişim bu hallerini. Hepimizi çok korkuttun Aşkın." dedi aniden ciddileşerek.

"Benden öyle kolay kurtulacağınızı mı sanıyorsunuz? Seni Ateş'in nikah şahidi yapana kadar durmayacağım bil istedim." dediğimde suratı düştü. "Peki Ateş nasıl fark etti çipi? Sonrasında ne oldu? O robot Baybora neler saçmalıyordu?"

"Allah seni çarptı az kalsın Cyborg oluyordun hala adamla dalga geçiyorsun!"

"Soruma bir yanıt alamadım." Pusat durakladı, konuşacaktı ki kapı açıldı.

Ateş gelmişti, bakışları Pusat'ın ve benim üstümde gezindi. "Evimize gidelim mi artık? Abim çıkabileceğini söyledi." dediğinde itiraz etmedim.

Yanıma yakınlaşıp, biten serumu kolumdan yavaşça çıkardı. Canımı yakmamak için çok ağır hareket etmişti ve hissetmemiştim bile. Beni kucağına aldığında Pusat çatık kaşlarıyla ona bakıyordu. Ne oluyordu bu herifler arasında?

Kolumu boynuna doladım, başımı göğsüne gömdüm. Ona itiraz edemeyecek kadar yorgundum. "Ağrıların olursa evde de ağrı kesici serum takarız." dedi şakaklarıma bir öpücük bırakarak.

Asansöre binip aşağı inene kadar Ateş'in yüzünü inceledim. "Neden öyle bakıyorsun?" dedi yarım ağız sırıtarak.

"Hiç."

"Seviyorsun ya ondandır." dediğinde dudaklarımı boynuna bastırdım, kokusunu solumak serumdan daha fazla ağrı kesici etkisi yarattı.

"Herkes bir şeyler saçmalıyor. Ben yokken ne halt yedin de herkes senin sonun olacağımı düşünüyor?" Kaşları hızla çatılırken bakışları gözlerime ulaştı.

"Kim söyledi bunu?"

"Herkes! Ablam tam tersi gerçi, senin bana zarar vereceğini düşünüyor."

"Onları dinleme."

"Bana neden açık açık her şeyi anlatmıyorsun?"

"Anlattım Aşkın, daha ne istiyorsun?"

"Baybora bana neden bu kadar öfkeli?"

"Seni zaten hiçbir zaman gözü tutmadı, şaşırma onun tavırlarına. Pusat da kıskanç biliyorsun."

"Pusat bir şey demedi ki ama ben yokken nasıl kafayı yiyip benim uğruma ortalığı salladığını anlattı. Çok seksi geldin bana, hemen iyileşeyim de sevişelim." Gülerek yanağıma uzun ve sert bir öpücük bıraktı. "Gerçi böyle de sevişebiliriz, hiç sorun değil. Gerçekten bak."

Bu sırada aşağı inmiştik, kapıda Ateş'in kendi kendine giden arabası vardı. Biz yakınlaştığımızda arabanın arka kapısı açıldı. Ateş beni kucağından bırakmadan bindirdi arabaya, kapı arkamızdan kapandı.

"Eve sür Ala." dedi Ateş komut vererek ve sürücüsü olmayan araç harekete geçti.

"Şu şeye asla alışamayacağım, çok korkunç." dedim, arabayı inceleyerek. Ateş eliyle nazikçe başımı tuttu ve sol göğsüne yasladı.

"Yorma kendini."

"Benim kıçımda kurt var, iki hafta yatmışım zaten."

"Çatlakların iyileşti sayılır ama yine de kendini yormamalısın. Ağrın var mı?" dediğinde kafamı iki yana salladım. "Olduğunda söyle." Bu sefer kafamı olumluca salladım.

"Gerçi sana da hiç güvenmiyorum, şu an bile canının çok acıdığına eminim de egona, gururuna yediremiyorsun."

"Başımı ağrıttın Ateş." dedim oflayak. Aniden sesi kesildiğinde kafamı göğsünden kaldırmadan, başımı ona doğru kaldırdım.

Tuhaf aracı Ala, arabayı sakin şekilde sürüyordu. Ateş de sadece beni izliyordu.

"Ateş,"

"Efendim bebeğim?"

"Bebeğin miyim gerçekten?" Gözleri kısılıp, gamzesi ortaya çıktı gülerken.

"Bebeğimsin." dedi gerçekten de bir bebek seviyormuş gibi beni sarmalarken.

"Herkes çok tuhaf davranıyor, sen de öyle." dediğimde yutkundu.

"Çünkü hepimiz tuhaf şeyler yaşadık. Ablan, çipi bilmediği için sana olanlara akıl sır erdiremedi. Bahar'ın durumu iyiye gidiyordu hatta üç gün önce gözüne lens takıldı ve yakında görebilir ama buna bile sevinemedi. Abim beni sürekli senin hakkında uyarıp duruyordu. Pusat ikimizin de hayatları için endişeliydi."

"Peki sen?"

"Öyle zor bir süreçti ki, bir daha gözlerime hiç böyle bakamayacağını düşünmeye başlamıştım. Ameliyatın sırasında, ölüme çok yakınlaştın ve bu dayanılır gibi değildi. En ufak bir yanlışta, felç kalabilir ya da," devam edemedi.

"İyiyim ama şimdi."

"Evet, çok iyisin." dedi buna kendisini ikna etmeye çalışır gibi.

"Sen, sen iyi misin?" dedim onu incelemeye devam ederken.

"Biliyor musun Aşkın? Sen yokken, herkes bir şeyler söyleyip durdu beni ya suçladılar ya da uyardılar. Kimse gerçekten nasıl olduğumu sormadı, sensizdim ve hayatımın geri kalanında sensiz kalabilme düşüncesiyle savaşıyordum." Konuşurken gözlerimin içine değil, karşısına bakıyordu ta ki son kelimesine kadar.

"Abini anlıyorum, beni o kadar seviyorsun ki bu onu korkutmuş. Ateş, bunu yapan kişiler çok tehlikeli insanlar ve uzun zamandır senin peşindeler."

"Evet, sevdiğim kadını düşmanım yapmaya çalıştılar."

"Biz en başından beri düşman değil miyiz?" dediğimde buruk bir ifadeyle bakışları üzerimde gezindi.

"Birbirini seven insanlardan düşman mı olur hiç?"

"En büyük düşman birbirini sevenlerden olur. Ya en büyük zararı biz birbirimize verirsek?"

"At şu saçma düşünceleri o güzel aklından, sadece dinlen."

"Çok seksi düşmanlarız ama." dediğimde güldü. "Hem düşman gibi sevişmek de çok zevkli."

"Bu haldeyken aklın hala nasıl bir yerlerine çalışıyor anlamıyorum Aşkın." dediğinde gülerek göğsüne biraz daha yaslandım.

Ateş'in büyük teknolojik evine geldiğimizde kapı bizim için açıldı. Vücudumda sargılar vardı ama duş almak istiyordum. Ateş yine kucağında benle indi arabadan, Ferda kapıdaydı.

"Aşkın, uyanmışsın." dedi ama bana pek de sevecen bakmıyordu. Ateş benim konuşmama müsaade etmeden içeri geçti. Büyük ihtimalle o da abisi gibi, Ateş'e zarar vereceğimi düşünüyordu. Burada Ateş'in düşmanları tarafından çiplenen bendim!

Peki ne olmuştu da hepsi birden bana cephe almıştı? Ateş'in anlatmadığı çok şey vardı. Yatak odasına girdiğimizde beni yatağa bıraktı.

"Duş almak istiyorum." dediğimde beni ikiletmedi. Önce banyoya gitti, yatakta oturup onu bekledim.

Normalde her işimi kendim halleder, ne kadar kötü bir halde olursam olayım kolay kolay yardım almazdım ve almaktan da nefret ederdim. Ancak Ateş'in benim için endişelenmedi, koşuşturması... Tuhaf şekilde hoşuma gidiyordu. Demek ki aşk böyle bir şeydi.

Ateş geri döndüğünde elinde sargı bantları vardı, bunlar su geçirmeyen sargının üstüne yapıştırılan bantlardı. Önce sağ bileğime yavaş yavaş sardı. Ardından da eğilip, üstümdeki beyaz hastane giysisini yukarı doğru kıvırdı.

Bacağımdaki morluklar yavaştan geçiyordu, Ateş dizimi de sardı. Ardından kalkıp arkama geçti. Bir eliyle saçlarımı yukarı doğru topladı. Diğeriyle de enseme sargıyı yapıştırdı. Hemen ardından saçlarımın bitimi ve sargının üst kısmı arasındaki tenime yumuşacık bir öpücük bıraktı.

Benimle bir bebekle ilgileniyormuş gibi nazik ve özenle ilgileniyordu gerçekten de.

Karşıma geçip beni rahatsız etmeyecek şekilde üstümdeki hastane giysisini çıkardı, ardından da iç çamaşırımı çıkardı. Harekelerinde tutku yoktu bu sefer, sevgi vardı. Beni tekrar kucağına aldı ve banyoya girdik birlikte.

Sargıyı almaya geldiğinde jakuziyi de açmıştı. Beni yavaşça sıcak suyun içine bıraktı. Kendi kıyafetlerini de çıkarmadı, ardından arkama geçti. Bu kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Tamam suya girmemişti ama benimleyken genelde soyunurdu.

Önce saçlarımı şampuanladı, yumuşak hareketlerle saç diplerime masaj yaparken bedenim sıcak su ve onun dokunuşlarının etkisiyle iyice yumuşadı. "Gözlerini kapat, yanmasın." dediğinde gözlerimi yumdum.

Saçlarımı güzelce duruladıktan sonra, duş jeli döktüğü lifle tüm vücudumu aynı dikkatli hareketlerle lifledi.

"Ateş,"

"Efendim?" dedi bacağımı liflerken, bakışlarını bana kaldırdı.

Aklımda bir sürü şey dönüyordu, dudaklarımdan birçok kelime çıkmayı bekliyordu ama ben devam edemedim.

"Benden ne saklıyorsun?" Durdu.

"Hiçbir şey."

"Bir şeyler yaptım, değil mi?"

"Sen hiçbir şey yapmadın! O çipi takan piçler yaptı."

"Ne yaptılar? Bak çip olayı nasıl işliyor bilmiyorum. Ellerinde bu kadar gelişmiş bir teknoloji varken her şeyi öğrenmiş olabilirler. Bana doğru düzgün bir şey anlatmaman beni daha da geriyor!"

"Bir şey yapmadın, evi kurcaladın sadece. Bilgisayarımdaki verilere erişmeye çalıştın."

"Benim yüzümden bir şey öğrendiler mi?"

"Hiçbir şey senin yüzünden değil." dedi ve daha fazla konuşmadı. Beni yıkamaya devam etti. Bittiğindeyse beni havluya sararak kuruttu, yatağa geçtiğimizde de hiçbir şey söylemeden saçlarımı önce kurutma makinesiyle tamamen kuruttu ardından da taradı. Bunu yaparken enseme çok dikkat etmişti. Hatta kuruturken ısı gelmesin diye elini yaranın üstüne kapattığını hissetmiştim. En sonunda da üstüme rahat gecelik takımlarımdan birini giydirmişti.

"Biraz dinlen, en sevdiğin yemeklerden yaptırdım." dedi işi bittiğinde, beni yatağa yatırdı ve üstümü örttü.

"En sevdiğim yemek ne?"

"Çiğ et, kanlı kanlı." dediğinde güldüm. "Güzel pişmiş bir et, elma dilim patates kızartması, bol mısırlı salata." Bazen onun da benim kadar iyi bir gözlemci olduğunu unutuyordum.

"Beni güzel beslemen gerek." dediğimde yanıma uzandı.

"İyileşmen biraz zaman alacak, yine kafanın dikine gitme."

"Elimde değil, ben dursam şeytanlarım durmaz. İki haftadan daha fazladır süredir ortalıklarda yokum ve V de yok. Kimliğim ifşa olmuştur artık, herkes öğrenmeye başlayacak."

"Hayır Aşkın, V vardı."

"Ne?"

"Senin yerine cinayet işlettirdim, senin yaptığın tarzda üstüne V de yazdırdım. Tabi senin tek başına yaptığın işler için ben on kişi göndermek zorunda kaldım ama temiz çalıştılar. Yani V'ni yokluğu asla anlaşılmadı." dediğinde parlayan gözlerle onu seyrediyordum.

Bu kadar zeki ve seksi bir adamı seçmek tam da benim gibi mükemmel birinin yapacağı işti.

"Her şeyi düşünmüşsün."

"Bir kişinin daha benim yüzümden V'yi öğrenmesine artık tahammülüm yok." V yayıldıkça sonumun yakınlaştığını düşünüyordu. Bir yere kadar da haklıydı.

"Nasıl bir adamsın sen?"

"Mükemmel." dedi beni taklit ederek. Ben kıkırdadığımda o da güldü.

Başını bana doğru eğdiğinde gözlerimi kapattım. "Yine de çok duramam, yarıda kalan işlerim var." dedim, sıkıntıyla.

"Şimdi bunları düşünme."

"Zaten uzun bir zamandır tembellik yapıyormuşum. Benim gibi bir insan için iki hafta hiçbir şey yapmamak ölüm gibi bir şey."

"Eğer dinlenip, güçlenmezsen işte o zaman zarar görürsün."

"Hasta gibi yatmaktan nefret ediyorum. Sırf nefret ediyorum diye hasta bile olmam ben."

"Aynen Aşkın, senin isteğinle oluyor zaten."

"Evet, mükemmel bedenim beni dinliyor."

"Hadi uyu."

"Uykum yok ki." dedim mızmız bir çocuk gibi.

"Ama ağrın var, vücudun yorgun."

"Hiç değil, istersen kanıtlayabilirim. Sevişelim!"

"Dinlen o zaman Aşkın."

"Hayır, sen bana her şeyi anlatana kadar dinlenmeyeceğim. Biri beynimi kontrol etmiş Ateş! Ne kadar korkutucu olduğunun farkında mısın? Önce yaptığım şeyleri hatırlayıp kendime geleceğim ardından da bu yeni düşmanla uğraşacağım. Kimse beni kaçırıp, oyunlar oynayıp, hatta beynime çip takıp sonra da öyle yaşamaya devam edemez!"

"Benim ne yaptığımı sanıyorsun sen? Günlerdir araştırma yapıyorum, bulunacak bir şey olsaydı bulurdum ama bunu her kim yapıyorsa çok profesyonel. Önce iyileş, sonra birlikte ararız. Bu düşman ortak bir düşman ama derdi benimle. Senin gücünü ele geçirmek isteyen biri."

"Yoldan çevirdiğimiz on kişiden altısı olabilir o zaman bu."

"Bana laf yetiştirmeye çalışarak kendini daha çok yormana izin vermeyeceğim Aşkın." diyerek kalktı yataktan.

"Hasta sevgilini bırakıyor musun?"

"Evet!" dedi ve giysi odasına geçti. İçeride çok durmadan çıktığında üstünü değiştirmişti. Bana bir bakış atarak odadan çıktığında arkasından bir süre baktım. Bir şeyler dönüyordu ve çözmem çok uzun sürmeyecekti.

Yatakta öylece uzanmak çok sıkıcıydı. Yataktan doğrularak komodinin üstünde duran Ateş'in sigara paketinden bir dal sigara aldım. Ateş'in zipposuyla sigarayı yaktım, arkama yaslandığımda zihnimi biraz daha zorladım bir şeyler hatırlamak için.

Ateş'in gözlerini hatırlıyordum, çok yakın ve konuşuyorduk. O kadar saniyelikti ki ne konuştuğumuzu, nerede olduğumuzu dahi hatırlayamamıştım. Bir de baş ağrım şiddetlenmişti yine.

Pek bir şey hatırlayamıyordum ama beynimde yaşadığım karmaşayı hatırlıyordum. Bir şeye karşı koymaya çalışıyordum ama her seferinde başarısız oluyordum.

Sigaramı içmeye devam ettim, bittiğindeyse daha fazla dayanamayarak yerimden kalktım. Yürürken biraz zorlanıyordum ama yürümeye devam ettim. Odadan çıkıp, uzun koridorda yürürken salondan sesler geliyordu.

"Kes şunu!" Bu Ateş'in sesiydi.

"Sence bu şekilde daha ne kadar devam edecek?" diyordu Baybora.

"Abi, bugüne kadar seni hiç karşıma almadım ama eğer bir kez daha bu şekil konuşursan almak zorunda kalacağım."

"Ailen yerine onu seçmene alıştım ben Ateş." dedi Baybora. Biraz daha yakınlaştım salona.

"Ona göre davran o zaman! Aşkın'ın karşısına geçip bir şeyler zırvalama."

"İkinizin de iyiliğini düşünüyorum ben ve ikinizin de sonu iyi görünmüyor. Gelmişsin, onunla evleneceğini söylüyorsun. Sen daha onun kendini bilerek kaçırtıp kaçırtmadığına, sana oyun oynamadığına bile emin değilsin. Ona bu kadar güvenmiyorken, onunla nasıl evleneceksin?"

Ateş tam konuşacaktı ki varlığımı fark etti, kafasını kapıya doğru çevirdi. Bir adım daha attım.

"Aşkın," Kafamı iki yana sallayarak arkamı döndüm. Ben hızlı hızlı yürürken peşimden geliyordu.

"Aşkın, beni dinler misin?" dediğinde onu umursamamaya devam ettim. Odaya girdiğimde o da peşimden girdi.

Arkam ona dönüktü, beni durdurmak için hafifçe kolumdan tuttu ve kendisine çevirdi.

"Neyi dinleyeceğim? Bana sürekli güvenmiyorsun diyip durdun. Sürekli benim güven sorunlarımdan konuştun! Üstelik kendin bana hiç güvenmiyorken."

"Evet! Sana hiçbir zaman tam olarak güvenemedim, bunun için beni suçlayamazsın. Biz normal insanlar değiliz ve normal bir şekilde de tanışmadık. Sen benim hayatıma beni öldürmek isteyerek girdin."

"Madem kendin güvenmiyordun o zaman neden sürekli beni suçlayıp durdun puşt herif?" dedim, kendime hakim olamayıp bağırarak.

"Bağırma, canın yanacak."

"Kes şu aptal aşık rolünü!"

"Senin bu işte parmağın olduğunu hiç düşünmedim Aşkın, bir kez bile. Abim düşündü, hatta düşünmek bir yana emindi ve beni uyarıp durdu. Bense onu her seferinde susturdum. Biraz dinlen ve kendine gel! Bu haldeyken seninle tartışmaya devam etmeyeceğim."

"Bana güvenmiyorsan, seninle neden birlikte olduğumu düşündün? Ya da seni sevdiğimi söylediğimde şüphe duydun mu?" Sessiz kaldı.

"Bunları da aşacağız." dedi, bana cevap vermekten kaçarak.

"Aştık sandığımız duvarların altında ezilip duruyoruz." Kollarımdan tuttu beni, dudaklarıma yumuşak bir öpücük bıraktı. Saçlarımı okşadı.

Yatağa yorgunca oturduğumda, daha fazla tartışıp beni yormamak için odadan çıktı.

Onu suçlayamazdım, aynı güvensizlikleri ben de yaşamıştım ama sürekli beni güvensizlikle suçlayıp kendi de güvenmeyip bunu sinsice gizlemesi... İşte bunun için suçlayabilirdim.

Ablam odaya girdi. "Her şey yolunda mı?" Seslerimizi duymuş olmalıydı.

"Evet." dedim, yanıma oturdu.

"Konuşmak ister misin?" İstiyordum, en çok onunla konuşmak istiyordum. İçimde biriktirdiklerim artık bir dağ olmuştu ve altında boğuluyordum. O dağdan üstüme çığ düşüp duruyordu. Her şeyi anlatmak istiyordum ablama.

Ben annemi hiç tanımamıştım, benim için anne demek Aylin demekti. O büyütememişti ama o yaşatmıştı beni. Yorgundum, ona her şeyi anlatıp rahatlamak isteyecek kadar yorgundum. Başımı bacaklarına koyduğumda, saçlarımı okşadı.

"Hayatında ne olursa olsun, ne yaşamış olursan ol bunu bana anlat. Ben hep senin yanında olurum Aşkın." Olmazsın.

Eğer buna dair ufacık bir umudum olsa, her şeyi anlatıp kurtulurdum sırtımdaki bu kamburdan.

"Seni çok seviyorum ben, bu dünyadaki her şeyden çok." dedi.

Aynı, babamdan benim yüzümden dayak yiyip ardından da gelip beni sakinleştirmeye çalıştığı zamanlarda olduğu gibi saçlarımı okşuyordu.

"Hani bana hep diyorsun ya, güzel yaşa, güzel bir hayatın olsun..."

"Evet kuzum."

Ben hiç yaşayamadım abla. "İyi ki varsın." diyebildim sadece, V'yi susturarak. "Bana ninni söyler misin?" dediğimde, küçüklüğümden beri bana o güzel sesiyle söylediği ninniyi söylerken gözlerimi yumdum. Aslında bir türküydü ama ben hep ninni olarak dinlerdim onun dudaklarından.

"Bilmem yar kimi sever..." Gözlerimi yumdum.

Dünya üzerinde, cennetim diyebileceğim tek yerde gözlerimi yumdum. O cenneti bir gün cehenneme çevireceğimi biliyordum. Çünkü şeytanlar böyle yapardı.

🔥

Bir saatten fazla ablamın bacağına başımı yaslayıp uymuştum. Ablam da hiç yerinden kalmamış, saçlarımı okşamaya devam etmişti. Enseme ne olduğunu merak ediyordu, Ateş ona nasıl bir masal anlatmıştı bilmiyordum ama bunu sorgulamamıştı.

Salona yemeğe geçtiğimizde herkes salondaydı. Bahar'ın neşeli kahkahaları, Tarık'ın Pusat'a laf sokuşları, her şey bildiğim gibiydi. Ateş ortalıkta yoktu. Baybora, elinde tabletiyle bir şeylerle uğraşıyordu. Ferda sessizdi ama yanıma gelmeyişi, bilincim yerinde değilken yaptığım Ateş'in anlatmadığı şeyleri bildiğini gösteriyordu.

"Aşkın, niye kalktın?" dedi Tarık beni fark ettiği an.

"Yatacak mıydım sürekli? Hepiniz adaya neden geldiniz?" dedim, direkt yemek masasına otururken. Benim ardımdan onlar da oturmaya başlamıştı.

"Senin için geldik." dedi Baybora kısık gözleriyle. Ona sadece katil bakışlarımdan attım. Bu sırada Ferda alayla gülmüştü. Masaya oturmadı, bahçeye çıktı.

Ben de kalktım yerimden, Ferda'nın peşinden bahçeye çıktım. Üzgün ve öfkeli gözlerle ay ışığıyla aydınlanan okyanusu izliyordu.

"Ferda, ben ne yaptım?" Sesimi duymasıyla, gözündeki yaşı silip bana döndü.

"Neden kalktın? Yorma kendini."

"Ben ne yaptım Ferda?" dedim sertleşen sesimle.

"Abime zarar veriyorsun."

"Ona ne yaptım?"

"Seni seviyorum Aşkın, çok güçlü ve sert görüntünün ardında yufka yürekli bir kadınsın. Abimin yanında senden başka bir kadın düşünemiyorum. Abim seni çok seviyor, sen ne kadar düşünüyorsan emin ol ondan yüz kat daha fazla seviyor. Bu sevgi yüzünden zarar görsün istemiyorum sadece."

"Sürekli onun zarar göreceğinden bahsedip duruyorsunuz! Belli ki bir şey yapmışım, neden herkes üç maymunu oynamaya çalışıyor? Ateş mi izin vermiyor konuşmanıza?" Bağırmak başımı döndürürken, derin bir nefes aldım.

"Aşkın, gel içeri geçelim. İyi görünmüyorsun." dedi Ferda endişeyle yanıma yakınlaşırken.

"İyiyim ben!"

Bu sırada ATV'yle yanımıza yakınlaşan Ateş'i gördüm. Bizi fark ettiğinde yanımızda durdu, motordan indi.

"Ne oluyor burada?" dedi sert sesiyle. Kısık bakışları Ferda'ya döndü, bir şey anlatıp anlatmadığından emin olmaya çalışıyordu.

"Yemek yemedin değil mi hala?" dedi Ateş, saatler önceki tartışmamızın tamamen tersine, yumuşak sesiyle. Elini belime koyduğunda itiraz etmedim, başım o kadar ağrıyordu ki denge kurmakta dahi zorlanıyordum.

Ateş beni göğsüne çektiğinde gözlerine bakarken bir görüntü daha belirdi zihnimde, Ateş'le öpüşüyorduk.

Gözlerim kayarken Ateş adımı sayıklıyordu. "İyiyim." diyebildim sadece.

"Sikeyim! Gidiyoruz buradan." dedi bağırarak ama öfkesi bana değildi. Öfkesi herkeseydi.

Beni hızla kucağına aldı, "İyiyim Ateş."

"Gözlerin kayıyor iyi falan değilsin. Burada kalmaya devam edersek iyi de olamayacaksın." Benimle birlikte yürürken o kadar öfkeliydi ki kaslarının sert tutuşunu her yerimde hissediyordum.

Limana kadar hızlı ve öfkeli hareketlerle yürümeye devam etti, hazır bekleyen tekneye bindiğimizde beni koltuğa bıraktı. O tekneyi kullanırken sessizdim. Bilmediğim bir şeyler dönüyordu, Ateş bilmemi istemediği için insanları susturuyordu ama her ne yaptıysam bu Ateş'in hayatını tehlikeye atmıştı. O yüzden herkes öfkeliydi.

Karanlık okyanusta, teknenin vurduğu ışıkta dalgalanan okyanusu izlerken düşünüyordum. Benim adama geçiyorduk, şüphesiz ikimizin de tek huzurlu olabildiği yer orasıydı. 

Yolculuk boyunca Ateş yanıma sadece bir kez gelmiş, sadece üstüme bir battaniye örtmüş ve hiçbir şey demeden geri gitmişti. Tekne durduğunda ayağa kalktım, ancak o tekneyi yanaştırıp halat attıktan sonra yürümeme izin vermemiş ve beni yine kucağına almıştı.

Eve yürürken ışıklar yanıyordu. "Yemek yedin mi?"

"İştah mı kaldı amına koyayım! Gizli gizli işler çevirip duruyorsunuz, en nefret ettiğim şey."

"Kontrolünde olmayan her şeyin seni çıldırttığını biliyorum ama sakin kalman gerek. Aslında seni direkt buraya getirecektim de sağlık durumundan emin olamadığım için yapamadım. Ama yok! O evde kalırsan kesin bir şey olacak, en azından burada sürekli boş konuşan insanlar yok."

"Ben pek boş konuştuklarını düşünmüyorum, benden bir şey saklıyorsun sen."

Eve girdik, beni direkt yemek masasına oturttu. "Yalnız oyuncak bebek gibi beni oradan oraya taşıman hiç hoşuma gitmiyor bilesin." Masanın üstünde her şey taze ve sıcaktı, dediği gibi en sevdiğim yemekleri hazırlatmıştı.

İştah mı kaldı sözümün aksine fazla iştahlı yerken Ateş de bana eşlik etmişti. Yemekten sonra da o beni kucağına almadan bir viski şişesi kapıp salona yerleşmiştim. Ateş bulaşıklarla uğraşırken bacaklarımı karşımdaki pufa uzattım. İşte Ateş Alanguva da olsan bulaşık topluyordun demek.

"İlaç kullanıyorsun Aşkın, öldün mü alkolsüzlükten?" diyerek elimdeki şişeyi almaya çalıştı ama onu engelledim.

"Sürekli bir şeyler için bana emir vermeyi kes Ateş."

"Sen olayın ciddiyetinin hala farkında değilsin. Ölüyordun Aşkın! Ölüyordun."

"Ama ölmedim, bu lanet dünyada yalanlarla dolu yaşamıma olduğu yerden devam ediyorum."

En sonunda pes ederek yanıma yerleşti. O da tuhaf davranıyordu. Kendi evinde sigara içilmesinden nefret eden Ateş benim salonumda sigara yaktı. Ağzındaki dalı çaldığımda yandan bir bakış attı bana.

"Salonumda sigara içemezsin."

"Benimkilerde içtiğine say. Üstelik senin benim mi var?"

"Doğru karı koca olacaktık değil mi? Evleniyorduk biz. Birbirine hiç güvenmeyen her an ihanet bekleyen bir çift! Ne mükemmel. Biri seri katil diğeri mafya babası."

"Ben mafya babası değilim."

"Ben de katil değilim zaten." dedim kafa sallayarak.

"İyileşmişsin sen." dedi bir kolunu omzuma atarken.

"Ne yorucu bir çiftiz böyle." dedim ona biraz daha yakınlaşıp başımı göğsüne yaslarken. Bir eli usul usul omzuma dökülen saçlarımı okşuyordu, kül dökmem gerektiğinde kendi sigarası ağzındayken benimkini aldı ve yan tarafındaki küllüğe külü döküp sigaramı geri bana uzattı.

Ardından da yanında duran kumandayı aldı ve içeriyi Tu vas me detrurie doldurdu.

"Seninle yine buradayım ya Aşkın, kollarımdasın ya... Hiçbir şeyin önemi kalmıyor."

"Burayı seviyorum."

"Beni sevdiğin gibi." dediğinde güldüm.

"Evet inanmadığın sevgi."

"Aşık olduğum sevgi." diyerek düzeltti beni.

"Telefonum nerede?" dediğimde yerinden kalktı. Salondan çıktı ve ardından telefonumla geldi. Uzattığında alacaktım ki bir de telefonun hemen altında duran yüzüğü fark ettim.

"Hani lanetli bu yüzüğü takmamı istemiyordun artık?"

"Üstümde istediklerini yaptırman gibi sinir bozucu bir etkin var." Yüzüğü de telefonu da aldım. Yüzüğü tekrar parmağıma taktığımda uzun uzun beni seyretti, ardından da eğilip yanağıma sert bir öpücük bıraktı.

"İlaçlarını getireyim, bırak şu viskiyi de." diyerek yanımdan ayrıldığında telefonumu açtım.

Bir sürü mesaj ve arama vardı, Kaya elli kez falan aramıştı. Mesajları da vardı bir sürü.

Aşkın, herkes kaçırıldığını söylüyor. İyi misin?

Salak, kaçırıldığımda nasıl cevap vermemi bekliyordu acaba?

Durumunun ağır olduğunu duydum, lütfen kendine gelir gelmez haber ver bana.

Ben diğer mesajlara bakmaya devam ederken, telefonuma bir mesaj geldi. Bu Murat'a ait numaraydı. Sadece soru işareti atmıştı ama bundan önceki bir mesajı yoktu. Ateş, mesajlarımı mı silmişti? Ya da Murat onun silmesine neden olacak nasıl bir mesaj atmıştı?

Murat'ı aradım ancak açan olmadı.

Ateş elinde su ve ilaçlarla yanıma gelip oturduğunda ekranı kapattım. Uzattığı ilaçları içtim. "Baya arayıp soranım olmuş."

"Evet, bir ara Kaya itini öldürmeye gidecektim de dua etsin buradaydım."

"Peki Murat?"

"Ne?"

"O hiç yazdı mı?"

"Hayır, ne alaka? O şerefsiz sana niye yazsın hem?"

"Bilmem." dedim omuz silkerek ve suyu tamamen bitirdim.

"Şu an daha büyük sorunlarımız var. Sen Murat'a kafayı yorma, hiçbir halt yapamaz."

"Neden?" Sessiz kaldı. "Ateş, benden sürekli bir şeyler gizlemeyi kes. Onu öldürdün mü?"

"Hayır, kaçıyor sürekli ama yaşayacağı çok bir zaman kalmadı. Şu seri katili bulmamız gerek bizim, her şey o şerefsizle bağlantılı."

Seri katil. Azrail'in kılıcı. Gözlerimi yumduğumda gözümde görüntüler belirdi, seri katil karşımdaydı. Ben dayak yiyordum ve o izliyordu. Pansuman yapıyordu, yüzü gittikçe netleşiyordu. Esmer, iri, koyu gözlü ve aksanlı İngilizce konuşan bir adam.

"Hatırlıyorum, yüzünü hatırlıyorum." dediğimde Ateş hemen tabletini eline aldı. Ben yüz hatlarını tarif ettikçe, uygulamadan yüzünü fazla gerçekçi şekilde çiziyordu.

En sonunda bitirdiğinde, zihnimdeki seri katilin yüzüne çok benzeyen bir yüz çıkmıştı karşımıza. "Böyle mi? Andırıyor mu?"

"Evet, baya." dedim tabletteki yüzü izlerken. Ateş hemen telefon açıp, bu yüzü araştırmalarını isterken ben daha çok şey hatırlamaya başlıyordum.

"Oyun yeni başlıyor V!"

"Ateş, bu adam Türk."

"Ne?"

"Giovanni'yi ve adamlarını bu öldürdü, ardından birileri geldi. İngilizce konuşuyorlardı, biri çipi yerleştirdi. Ve katil karşıma geçip anadili gibi Türkçe konuştu."

"Ne dedi?"

"Oyun yeni başlıyor V"

"Onları o oyunlarının içinde sikeceğim! Başka bir şey hatırlıyor musun?"

"Seni, gelişini hatırlıyorum."

Anlar yavaş yavaş netleşirken, o an beynimde yaşadığım kargaşayı da hatırlıyordum. Biri zihnimi yönetiyordu, buna karşı koymaya çalışıyordum ama başaramıyordum.

"Başka?"

"Hepsi bu kadar."

"Tamam yeter, zorlama kendini." dedi ses tonunu sakin tutmaya çalışarak.

"Ateş, harekete geçmemiz gerek. Bu senin sandığının aksine sadece seninle ilgili değil, ikimizi de ilgilendiriyor. İkimizle de dertleri var, güçlü ve gizliler. Savaşmak zorundayız, burada böylece oturamayız."

"Sakin ol, ben boş durmuyorum. Bulacağız onları! Sadece önce kendine gelmeye çalış, tamam mı güzelim? Sen iyileştiğinde birlikte başlayacağız. Sen ve ben Ateşpare."

"Bunlar, her şeyi biliyorlar Ateş. Nasıl?"

"Her şeyi değil, abimi nasıl bir bedene soktuğumu sorgulattılar sana. Bildikleri sınırlı."

"Ben sana zarar verdim Ateş, ne yaptım sana?"

"Bir şey yapmadın, sakin olur musun?" Ayağa kalktığımda o da karşıma geçti.

"Tişörtünü çıkart."

"Ne?"

"Tişörtünü çıkar Ateş." Çıkarmadı, ona yakınlaştım ve tişörtünün yakasına elimi geçirdim parçalamak için. Tişörtü yırtılmaya başladığında daha fazla güç uygulamamı istemediği için üstündeki tişörtü çıkarıp attı.

Gördüğüm görüntüyle bir adım geriledim. Ateş'in göğsünde sargı vardı, hemen sol göğsünde.

Zihnime yine görüntüler doldu. Ateş'le sevişiyordum, onun üstündeydim. Bir bıçak saklıyordum. O ana karşı koymaya çalıştığımı hatırlıyordum ama başarılı olamıyordum. 'Yolun sonu Ateş, görev bitti, ben kazandım.' Bıçağı onun tam sol göğsüne saplamıştım. Onu öldürmek için bir kez daha saplayacaktım ki Ateş beni durdurdu. Beni çevirip, arkadan ellerimi bağladı. Teninden tenime akan kan damlalarını hatırlıyordum. Durmuyordum, onu öldürmem gerekiyordu. O beni zapt etmeye çalışırken ben debeleniyordum.

Saçlarımdaki ve bedenimdeki eli güçlüydü ama ben çabaladıkça o gücünü kaybediyordu. Bana zarar vermiyordu, sadece durdurmaya çalışıyordu. O beni doğrultmaya çalışınca elinden kurtuldum. Ateş kan kaybını yoğun yaşıyordu. Bıçağı bir kez daha almaya çalıştım, Ateş benden önce eline aldı bıçağı. Ona atıldığımda bıçağı bana saplamamak için arkasına sakladı. Ateş'in yüzü gittikçe beyazlaşıyordu.

Yüzüne sert bir yumruk geçirdiğimde beni durdurmak zorunda kaldı. Göğsümden sertçe duvara ittirdi, beni hızla çevirip göğsümü duvara yaslarken, eline gelen çarşafla kollarımı bağlamaya çalışıyordu. Ellerimi bağlayıp telefonu eline aldığında hala bırakmıyordu. "Pusat, hemen adaya gel. Sağlam bir uyuşturucu getir. Onun canını yakma. Tamam mı dedim sana!"

Ateş gittikçe gücünü kaybederken ondan uzaklaştım. Çarşafı çok sıkı bağlayamamıştı, elimi zorlayarak çıkarırken Ateş artık ayakları üzerinde duramıyordu.

Bir süre boyunca çarşaftan kurtulmaya çalıştım, Ateş dizleri üstüne düştü. Ben çarşaftan kurtulmayı başardım, bıçağı tekrar elime aldım. Ateş'i saçından tutarak kafasını kendime doğru kaldırdım, sarı gözleriyle güçsüzce yüzüme bakıyordu. Artık karşılık da veremiyordu. Gözleri kayıyordu, göğsünden akan kan her tarafı kırmızıya boyamıştı.

Bıçakla boynu keseceğim sırada bir gürültü koptu. Ateş etmişlerdi camdan ancak isabet etmemişti. "Durun! Sakın zarar vermeyin." diye bağırıyordu Ateş ama sesini ben bile zor duyuyordum. Bu sırada odanın kapısı açıldı, Baybora dehşet içinde girdi içeri. Elindeki silahı kafama doğrulttu.

"Sakın abi sakın." diye sayıklıyordu Ateş. "Çip." diyebildi ve bilincini tamamen kaybetti. Ateş'e baktığım sırada sırtımda keskin bir acı hissettim. Nefes almam zorlaşırken arkamı döndüm. Pusat sırtıma bir iğne sokmuştu. Ardından her şey karardı.

Hatırladığım şeylerle Ateş'e dehşet içinde bakarken bir adım geriledim. Onu öldürecektim, onu öldürmeye çalışmıştım. Bir adım daha geriledim.

"Ben ne yaptım sana?" dedim zorlukla çıkan sesimle.

"Sen değil, onlar yaptı."

"Ölecektin."

"Hayır, iyiyim."

"Ateş! Ben seni öldürecektim."

"Seni yönetiyorlardı Aşkın, sakın kendini suçlama. Sakın!"

"Bana sürekli ölümden döndüğümü söyleyip durdun! Ateş ben seni öldürüyordum! O halde nasıl hayatta kalabildin sen?"

"Abim hemen ilk müdahaleyi yapmış. Beni direkt ameliyata aldılar, seni de uzun süre uyuşturucularla baygın tuttular."

"Ölüyordun, seni öldürüyordum." Ateş aramızdaki mesafeyi kapattı.

Ellerini omuzlarıma koyana kadar titrediğimin farkında değildim. "Hayır Ateşpare, sen değil onlar yapıyordu."

"Ateşparen senin sonun olacak. Ateş, ya öldürseydim seni?"

"Ölmedim! Sen de o lanet çipten kurtuldun Aşkın. Haklısın, bir savaştayız ve güçlü olmazsak kaybetmeye mahkumuz. O yüzden hep olduğu gibi o omuzlarını dik tut. Ateş ve Ateşpare, kimse bizi yenemeyecek."

"Nasıl bir şeyin içindeyiz?"

"Bilmiyorum Aşkın, bu ikimizle de ilgili bir şey dediğin gibi. Sakın kendini suçlama."

"Can çekişiyordun Ateş, hatırlıyorum."

"Sen de öyle, sen de zihninde can çekişiyordun."

"Bize bunları yapanı yakacağım, diri diri yakacağım onları. Ölmek için her gün yalvaracaklar!"

"Evet, birlikte yapacağız. Bana bak." Ona baktım, güven veren güzel sarı gözlerine.

"Bundan sonra her adımı birlikte atacağız, biz her savaşta kazanacağız. Sadece sakin, temkinli ve zekice hareket etmeliyiz. Anlıyor musun Ateşpare?"

Anlıyordum, canım acıyordu. Göğsüm çok acıyordu, sanki ona değil de kendi kalbime şimdi saplamıştım bıçağı.

Ateş beni kendine çekti, kollarını bana sardı. Başım yaralı göğsüne geldi. Sol göğsüne öpücük bıraktım, ona sıkıca sarıldım. Saçlarımı okşayarak beni sakinleştirmeye çalışıyordu.

"O yüzden herkes bana öyle bakıyordu. Haklılar da, ya gerçekten seni..."

"Şşşh, öyle bir şey olmadı. Herkes de biliyor kendinde olmadığını, saçmalayıp duruyorlar. Sen sadece bana inan Aşkın, ben sana inanıyorum." Başımı göğsünden kaldırıp gözlerine baktım.

Birbirimize bakarken aramızda bu zamana kadar hiç tamamlanmayan bir duygu tamamlanmıştı; güven.

Dudaklarını dudaklarıma bastırdı, ardından alnını alnıma yasladı.

Her şey değişmişti, tüm kartlar yeniden dağıtılıyordu. Ve ben artık tek bir oyuncu değildim.

Biz bu karmaşık oyunun, birbirinden çok ayrı gözüken ama birlikte en güçlü olacak hamleleriydik.

Hep üçüncü ihtimalden çekinmiştim ama belki de üçüncü ihtimal yaşamaya en değer olandı.

Ateş ve Ateşpare.

🔥

2013

Buz dolu küvetten nefes nefese çıkardı kafamı Kaptan. Tüm vücudum titrerken Kaptan süre tutuyordu. "Daha iyi, bir dakika kırk beşinci saniyeye çıktın ama yeterli değil. Nefesini daha iyi yönetmeyi öğrenmen gerek!"

Konuşuyordu ama kulaklarım soğuktan uğulduyordu. Nefessizlikten öksürüyordum, derin derin nefes almaya çalışıyordum. "Sana diyorum!"

"Buz dolu küvetin içinde olduğum için olabilir mi?"

"Her şartta hayatta kalmayı öğrenmek zorundasın?"

"Çıkar artık beni." dedim vücudumda bağlı kemerlere bakarak.  "Öleceğim, çıkar beni."

"Bir dakika daha dayanman gerek."

"Vücudumu artık hissetmiyorum." Dudaklarımın morardığına emindim. Vücudum bir gün beklemiş bir ceset kadar soğuktu. Gerçi ruhum da en az, bir gün beklemiş ceset kadar cansızdı.

"Çıkar beni!" Yüzüme boş boş bakmaya devam etti. "Öleceğim!" Bağırmamı umursamadı.

Ancak, "Yalvarırım, dayanamıyorum artık." dediğimde öfkelendi.

"Yalvarır mısın? Yalvarırsan ölürsün çocuk, öldün şu an. Başını eğersen ölürsün, güçsüz olursan ölürsün! Acı dayanılmaz mı? Öl o zaman, gururlu bir ölüm, gurursuz bir yalvarıştan daha onurludur. Gerekirse öleceksin ama güçsüzlüğünü göstermeyeceksin!" Bağırışının ardından tekrar kafamı suyun içine soktu. Bu sefer hazırlıksız yakalandığım için nefes kontrolümü sağlayamadım ve boğazımdan içeri su doldu.

Gözlerim kararırken, artık çabalamıyordum da. Sona çok yakınlaştığımı düşündüğümde kafamı çıkardı, yuttuğum suyu kusarken beni izliyordu. Öfkeli gözlerimi ona çevirdim, hep böyle yapıyordu. Hep öleceğim son ana kadar bekliyordu.

Zincirlerimi çözdü. "Bir saat dinlenmene izin veriyorum."

"Bahar'ı görebilir miyim?"

"Hayır! Bir ödül alacak kadar başarılı olmadın." Gözlerimi yumdum, zincirlerimi çözmüştü ama vücudum o kadar acı içindeydi ki içinden çıkamıyordum.

Eğer felç geçirip burada ölsem, beni bu sudan çıkarmazdı Kaptan.

"Ama ameliyat olacak, belki onu son görüşüm olur." desem de umursamadı. "Benim için değil ki, onun için. Beni hepinizden daha çok seviyor, ona en güzel moral ben olurum." Kaptan gülümsedi, işte istediği cevap buydu. İstediklerimi doğrudan söylediğimde yapmazdı, onu manipüle etmenin bir yolunu bulmalıydım.

"Yarına kadar hayatta kalırsan, görürsün." O hangardan çıkarken ben de sürünerek hissetmediğim vücudumla zorlukla çıktım küvetten. Kendimi gri, soğuk zemine attığımda nefes nefeseydim. Kısa bir an gözlerimi yumdum, üstümü değiştirmem gerekiyordu.

Tutmayan bacaklarımla emekleyerek havlu ve kuru kıyafetlere ulaştım. Üstümdekileri tamamen çıkartıp, vücudumu kuruttum. Kuru kıyafetleri üstüme giyindiğimde hala titriyordum ama daha sıcak bir yer de bulamayacağımı biliyordum. Bacaklarımı kendime çekerek başımı dizlerime gömdüm. Çok yorgundum, uykusuzluğun yanında Kaptan'ın eğitimleri yüzünden kafayı yiyeceğimi hissediyordum.

Kapı tekrar açıldı, Kaptan içeri girmedi. Dışarıda beni bekliyordu, zorlukla kalktım ve dışarı çıktım. Kırmızı kamyonetine binmişti, hangardan çıkarak ben de kamyonete bindim. Bu sırada Tarık kamyonetin önünü kesti. Gece yarısında, çıplak ayaklarıyla genç bir çocuk duruyordu kamyonetin farlarının aydınlattığı karanlık yolda.

"Nereye götürüyorsun Aşkın'ı?" diye bağırdı Tarık.

"Çekil yoldan Tarık!" dedi Kaptan, o bariton sesiyle.

"Çekilmiyorum! Ona zarar veriyorsun!" Tarık bağırmaya devam ediyordu ama Kaptan bunu umursamadı, ona fazla yakın olacak şekilde hızla geçtiğinde arkama yaslandım.

Bu sırada ısıtıcıyı açması tüm vücudumu rahatlatmıştı. Nereye gittiğimizi sormadım, cevap vermeyeceğini biliyordum. İki saatlik yol boyunca uyumaya çalışmıştım ama vücudum her an bir adrenalin beklediği için uykuya dalamamıştım. Neyse ki artık üşümüyordum.

"Ablamı bu görüş gününde görmeme izin verecek misin?" dediğimde buruşuk dolu yüzüyle kısa bir bakış atmış ve önüne dönmüştü.

Kapkaranlık bir yoldaydık, arabayı ağaçlık bir alanda durdurdu. Elime küçük bir çakı verdi.

"Eğer gün doğana kadar kendinde olursan, evet."

"Ya ölürsem?"

"O zaman zaten yaşamayı hak edecek kadar mükemmel değilsindir. İyi değil, mükemmel olmak zorundasın."

"Bahar'ı yaşatmak için çabalıyorsun, beniyse öldürmek için."

"Böyle mi düşünüyorsun gerçekten? Seni öldürmek isteseydim, ölürdün Aşkın. Durmak mı istiyorsun? V doğmadan onu öldürmek mi istiyorsun?"

"Hayır!"

"O zaman buna göre davran. Sen diğerleri gibi değilsin, bunun farkına var. Sen çok farklı ve özelsin. Eğer öldürmezsen, ölürsün. İstersen şimdi durdururum bunu ama göze alıyor musun? Uğruna savaştığın her şeyi çöpe atmayı göze alıyor musun?"

"Hayır!"

"İyi, in o zaman." Kaptan'ın koyu gözlerine baktım, ardından da ormana. "Gün doğduğunda seni almaya buraya geleceğim." Kamyonetin kapısı açtım, arabadan indim. "Ve Aşkın, vahşi hayvanlara dikkat et. Özellikle yaban domuzları açken çok tehlikeli olabilirler." Kapıyı kapattım öfkeyle.

Daha önce de ormanda sağ çıkmıştım ancak o zaman vücudum bu kadar yorgun değildi ve karşıma yırtıcı bir hayvan çıkmamıştı. Bakışlarım ağaçlarda gezindi. İyi bir ağaç bulup, tırmanacak ve güneşin doğmasını bekleyecektim.

Bir süre yürüdüm ancak uygun bir ağaç bulamadım. En sonunda kocaman bir ceviz ağacı gördüğümde adımlarımı hızlandırdım. Ancak bir ulama duyduğumda durdum, bu çok yakından gelmişti.

Yavaşça adım atmaya devam ettim ama arkamda hırıltılı bir nefes hissettiğimde koşmaya başladım. Arkamdaki kurt benden daha hızlıydı. Kaçamayacağımı anladığımda savaşmak için kurda döndüm.

Üstüme hızla atıldı, ben düşerken o da üstüme çıkmıştı. Hırıltılı nefesleri, tenimdeki pençesi, vahşice açtığı ağzından akan salyalarıyla her an karşısındaki canlıyı paramparça edecek kadar öldürücüydü. Tüylü gövdesine çakıyı tüm gücümle geçirdim. Bir darbe onu zayıflatmaya yetmezken birkaç kere çıkarıp tekrar soktum sertçe bedenine. Kurt üstümde ölürken her tarafım kan içindeydi. Tüylü bedeni üstüme düştüğünde, siyah tüylerini okşadım.

Onu üstümden itip kalktığımda, göğsüm sızladı. Pençelerini geçirdiği yerler acımıştı. Ancak birkaç adım attığımda etrafımda vahşi gözler görmeye başladım. Kurt vardı, hatta kurtlar. Dört çift göz saymıştım.

Koştum, az önce gözüme kestirdiğim ceviz ağcına tüm gücümle koştum. Ben can havliyle tırmanırken bir tanesi yukarı doğru atıldı. Sivri dişlerini bacağıma geçirdiğinde genzimden acı dolu bir çığlık yükseldi.

Bu ses tüm ormanda yankılanırken diğer bacağımla kafasına tekme atarak kurtulmaya çalışıyordum.

Bu sırada bir silah sesi duydum, ardından üç tane daha. Bacağımı ısıran kurt yere düşerken arkama bakmaya çalıştım.

Her taraf karanlıktı, kimseyi göremiyordum. Biri bana yardım etmişti.

"Kimsin sen?" diye bağırdım, acıdan değişmiş sesimle.

Cevap gelmediğinde kendimi aşağı doğru bıraktım. Bacağım çok acıdığı için ağaca tırmanamamıştım. Bir gölge vardı, bana bakıyordu. "Kimsin sen dedim?!" Şüphesiz ki insanlar, aç kurtlardan daha vahşilerdi.

Gölge biraz daha yakınlaştı, koyu gözleri açığa çıktığında yüzü hala görünmüyordu. Sadece bir cümle söyledi ve geldiği gibi aynı sessizlikle yok oldu.

"Oyun yeni başlıyor V!"





🔥🔥🔥

Herkese merhabalar! Nasılınız ateş parçalarım? Umarım iyisinizdir. Geçtiğimiz günlerde 13 Milyon okunma sayısına ulaştık, ilginiz ve sevginiz için çok teşekkür ederim. Bölüm aralarını çok uzatmamaya çalışıyorum, elimde olduğunca yazmaya ve yayınlamaya çalışıyorum. Geçtiğimiz bölüm tepkilerinizi görmek benim için çok eğlenceliydi, okumamış yaşamışsınız resmen.

Bu bölüm hakkındaki görüşlerinizi de bekliyorum.

Önümüzdeki hafta 7 Mayıs Tarihinde Eskişehir, 14 Mayıs Malatya, 21 Mayıs Kocaeli, 22 Mayıs da Merzifon kitap fuarlarında olacağım. Başka imzalar da olacak, kesinleştikçe duyuracağım sizlere. Sosyal medya hesaplarımdan takip edebilirsiniz.

Gelecek bölümde görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın ateş parçalarım. 🔥

Instagram: cerennmelek

Twitter: cerennmeelek / #Ateşpare

Tiktok: cerennmeleek

Continue Reading

You'll Also Like

246K 10.6K 34
Kocam, bin adamın bir kurşunuyla öldürüldü. Ben ise, bin kurşunla tek bir kişiyi öldüreceğim. "AKSİYONUN EN ÇARPICI SERİSİ" Kocası, bir suikastte öl...
503 107 7
Fısıltılar yükseliyor, büyüler ardı ardına ışık misali sönüyordu etrafımı karanlık ve kirli uğultular sarmış her biri Yaşam Tanrıçasına şükranlarını...
908K 41.8K 45
Ayperi... 24 yaşında evli Pilot bir hanımefendi. Ailesini tanımayan, tanımak istemeyen güçlü kadın. Bolat erkekleri 24 yıldır kardeşi sandıkları kı...
231K 12.1K 44
Alya özer (asil ) küçük yaştan beri ailesinin intikamı için yanıp tututuşur tam herşey bitmişken gerçek ailesi ortaya çıkar.