Son Öpücük

By janekkum

10.8K 563 149

"Filmlerde böyle bir sahne olduğunda, genelde erkek kızı öper," dedim yanaklarım kıpkırmızı. "Öpmeli mi... More

GİRİŞ
1. Bölüm | Felek Sana Limon Uzattıysa, Sen Üstüne Tekila ve Tuz İste
2. Bölüm | G Şahsını Pişman Etme Davası
3. Bölüm | Gülüşün diyorum, içmeden nasıl sarhoş edebiliyor insanı?
4. Bölüm | Beş Günde Devr-i Antalya
5. Bölüm | Ona Karşı Koyabileceğini Mi Sanıyorsun?
6. Bölüm | Günün En Güzel Saatleri Bunlar Yanımda Kal
7. Bölüm | Var Olmayan Bir Kadının Hayaliyle Savaşmaya Gücün Var Mı?
8. Bölüm | Ellerime En Çok Senin Ellerin Yakışıyor
9. Bölüm | Ben Bu Şehirde Sadece Seni Sevdim
10. Bölüm | Özledim Dedi Adam Hemde Delicesine
11. Bölüm | Hiç Gitme Desem Hep Benimle Kalır Mısın?
12. Bölüm | Seni Kıskandırıyorum Beni Affet
13. Bölüm | Ayrılığın Ön Gösterimi
15. Bölüm | Yazar Öyle Savsaklamış Ki Ruhum Yara Aldı Resmen
16. Bölüm | Gökten Murat Dalkılıç Yağsa Bana Cemil İpekçi Düşer
17. Bölüm | Daha Ne Kadar Beklemek Zorundayım Seni?
18. Bölüm | Aşk, Geçmiş ve Gerçek Kavga Edince Taş Üstünde Taş Mı Kalır?
19. Bölüm | Bir Baba Kızıyla Sevgilisini Yakalayınca Kan Çıkar Mı?
DUYURU
20. Bölüm | Benimsen Benimsindir, Kusura Bakma Kimseyle Paylaşamam!
Gecikme Özrü ve Final Duyurusu
FİNAL: Bende Sana Aşığım...

14. Bölüm | Anneyle Tanışmak Mı Giyotin Mi Deseler Zerre Değeri Olmaz Hayatımın

344 24 4
By janekkum

Bir kelimeyle başımdan aşağı kaynar suların dökülmesi, zeminin ayağımın altından çekilmesi, gözlerimin patlamak üzere olan bir balon kadar büyümesi aynı anda oldu.

"Hamileyim..."

Hey gidi baldırı çıplaklar sürüsü! Biri bana ya hakikatli bir Osmanlı tokadı atacaktı kendime gelmem için ya da güneş yüzüme vuracaktı ve ben uyanacaktım bu rüyadan... Öyle bir duruma gelmiştim ki görenler ben hamileyim sanacaktı, o derece! İçimde ilk başta oluşan şok yavaş yavaş kendini "Hoş geldin Bebek" temalı balonlara, kapı süslerine, kurabiyelere bırakıyordu ve ben gerçekten kendim hamileymişçesine mutluluk doluyordum azar azar. Deniz Ayşegül'e çaktırmadan kolumu dürttü ve toparlanıp hemen sarıldım cancazım iki canlıma.

"Niye ağlıyorsun bebeğim? Ne güzel işte evimize üçüncü biri katılacak. Ay kız mı olur acaba? Kız olsun Ayşe! Adını ne koyalım?" diye aklımdan geçenleri sıralamaya başladım.

"Bana bebek deme Elif! Bana bebek deme!" diye omzuma kafasını vurmaya başladı Ayşe.

"Duyuyor o seni! Düzgün davran bakalım! Ne varmış bunda bebek mucizedir!"

"Elif sen ayılamadın mı hala? Yoksa ben gidince yine mi içtin? Hamileyim diyorum sana hamile!"

"Bende diyorum büyütürüz beraber!"

Kollarımı kendinden ayırıp ufodan inen uzaylının ilk kelimesine şahit olan NASA astronotu gibi baktı yüzüme.

"Elif okulun bitmesine daha yedi ay var ve bu bebeği seninle yapmadım. Annem diyorum, babam diyorum. Yekta'nın ailesi diyorum. Elif sana hayatım kaydı diyorum sen bana duyuyor seni bebek diyorsun."

Masajın etkisiyle sulanan beynim yeniden kendine gelmişti nihayet.

"İçeri geçelim, Yekta'yı arayalım gelsin buraya."

"Ben aradım onu. Beş dakikaya gelir ama ne olduğundan haberi yok hala."

"Halledeceğiz. Bir yolunu bulacağız Ayşe."

Tekrardan sımsıkı sarıldım arkadaşıma. Biz Ayşegül'le salona geçerken Deniz çay demleyeceğini söyleyip mutfağa geçti. Aslında amacı bizi biraz yalnız bırakmaktı fakat Ayşegül Yekta gelince anlatacağını söyleyince Deniz de tekrar yanımıza geldi. Birkaç dakika sessizce oturduk. Deniz bakışlarıyla az evvelki aptal davranışımdan ötürü beni azarlıyor, bense içimden kendime bildiğim tüm küfürleri tekrar tekrar sayıyordum. En yakın arkadaşım bana hamileyim diyor ve ben oley bebek diyorum, çok zeki olmalıydım! Ayşegül ve Yekta'nın ilişkisinin uzun yıllardır sürdüğünü, yakın olduklarını biliyordum ama hiç merak edip de sormamıştım arkadaşıma cinsel hayatlarının varlığını. Soramazdım ki, utanırdım. Ne diyecektim kıza "tavşan gibi sevişiyor musunuz Ayşe? Geceler uzun mu Ayşe? Ayşe hiç şeyaptınız mı Ayşe? Ayşe bu memleketin hali ne olacak Ayşe?"

Yekta bizi fazla bekletmeden zili çaldı. Deniz kalkıp hemen kapıyı açtı ve Yekta yayından fırlamışçasına salona daldı. Girer girmez Ayşegül'ün yanına oturup ellerini avuçlarına almasından anlamıştım, korkmuştu... Şimdi zurnanın zırtına, dananın kuyruğuna ve fasulyenin nice faydalarına gelebilirdik.

"Ayşegül ne oldu?" diye sordu Yekta soluk soluğa fakat cevabını alamadığı gibi, Ayşe'nin ağlamaya başlaması onu iyice korkuttu.

"Ayşe neyin var!" diye yineledi fakat aldığı tek karşılık daha sesli bir ağlama oldu. Birden Yekta, Ayşegül'ün omuzlarından tutup sarsmaya başladı.

"Ayşe bir şey söyle! Annene mi bir şey oldu? Yolda biri bir şey mi yaptı? Kapkaççı mı saldırdı? Delirtme beni Ayşem ne oldu!"

"Yekta ben şeyim..."

"Nesin? Hasta falan mısın?"

"Hayır şey işte."

"Ayşegül!"

"Geçen sana bahsetmiştim ya, bir konudan... İşte o..."

Yekta'nın elleri birden Ayşegül'ün omzunda donakaldı. Bakışlarının da bir farkı yoktu. Ayşegül hıçkırıklarıyla boğuşurken Yekta bomboş gözlerle yüzüne bakıyordu. O an kendime bir söz verdim. Evlenmeden sevişmek yok! Birkaç saniyenin ardından Yekta kendine geldi ve Ayşegül'e sımsıkı sarıldı.

"Şimdi ne yapacağız biz Yekta? Aldıracak mıyız bebeği?"

"Ayşem, evlenelim hadi, kalk yıldırım nikahı yapalım."

"Yekta mantıklı konuş! Okul var, aileler var! ne diyeceğiz, hamile Ayşegül evlenmeliyiz mi diyeceğiz?"

"İkinci dönem zaten tez yazımına gidecek. Hemen bugün aileleri arayıp hemen evlenmek istediğimizi söylersek bebeğimizi öldürmek zorunda kalmayız."

"Yekta babam beni öldürecek..."

"Ayşe karışamaz sana! Annen anlasın seni yeter bizim için!"

"Aldırsak mı?"

"Bir daha bu lafı senden duyarsam çok kötü olacak sonuçları Ayşegül! Şimdi Elif'le banyoya gidin o senin yüzünü yıkasın, bende durumu düşüneyim ve en kısa sürede halledelim her şeyi."

Ayşegül başıyla onayladı Yekta'yı. Hemen yerimden fırlayıp Ayşegül'ün elinden tuttum ve banyoya götürdüm. Ağlaması nihayet dinmişti. Suyu açıp yüzüne defalarca ılık su çarptıktan sonra havluyla nazikçe kuruladım. Ellerini lavaboya dayayıp aynaya dikti gözlerini. Bende klozetin üzerine oturup kara kara düşünmeye başladım.

"Ne bok yedim ben Elif..." diye mırıldandı.

"Bilmiyorum Ayşegül. İnan bende şok oldum. İlk duyduğum an kaynar sular döküldü başımdan, sonra bebek sevinci en sonunda bülbül olup dut yedim. Gerçekten nasıl oldu bu? Dikkat etmediniz mi hiç kendinize?"

"Ettik Elif. Etmez olur muyuz hiç! Gerçekten ne olacak bu işin sonu? Sen benim yerimde olsan ne yapardın?"

"Ben Yekta gibi düşünüyorum Ayşe. Ara tatilde bir nişan yapılır, zaten bahar döneminizde okula uğramazsınız tezden dolayı, olmadı bir dönem donduracaksın okulu. Havalar ısındığında da sade bir törenle bu iş hallolmuş olur ama annene söylerken çok dikkatli olmalısın. Telefonda verilecek bir haber değil, sana tekrar Trabzon yolları gözüküyor ama biliyor musun Ayşem, içimde iyi bir his var. İkinci tepkimdeki mutluluk belki de ondandı. Bu bebek güzel olacak, iyi gelecek sana."

"Elif çok korkuyorum annemle babamın bana yaşattıklarını çocuğuma yaşatmaktan."

"Yekta baban gibi değil Ayşegül. Her ne kadar sen onu affetmiş olsan da geçmişte yaptıklarını değiştirmez hiçbir merhamet. Siz birbirinize bakarken aşk taşıyor gözlerinizden. Artık bebeğinize bakarken taşacak o aşk. Hem bak haberini aldığın anda nasıl da olgunlaştırdı seni. Genç anne olacaksın kızım hem, bundan daha güzeli var mı? İleride soracaklar ablan mı diye."

Ayşegül'ün yüzünden minik bir tebessüm geçti. Uzattığı elini tuttum ve yerimden kalkıp salona geçtim. Yekta volta ata ata tırnaklarını dişliyordu.

"Geldin mi? Ayşegül yarın gidelim mi evlere? Sana şimdi alalım uçak biletini, bende otobüs biletini alırım. Hemen yarın konuşuruz ailelerle," dedi yerine oturmadan.

"Yekta ben nasıl söylerim tek başıma anneme?"

"Ben gelirim gelmesine de ya sinir krizi geçirirse kadıncağız?"

"Elif," dedi Ayşegül bana dönüp. "Benimle Trabzon'a gelir misin? Uçak biletini ben alırım. Ne olur yalnız bırakma beni..."

"Saçmalama Ayşegül! ben alırım biletimi de yarına boş yer bulabilecek miyiz?"

"Siz onu bana bırakın, ben bir şekilde buldururum bilet," dedi Deniz. Ayşegül minnetle gülümsedi.

"Siz ikiniz, bir tanesiniz!"

"O zaman ben Umay'ı alıp çıkıyorum, sizde ikiniz konuşun anlaşın ne olacağını."

Yarım saat içinde Deniz'le birlikte evden çıktık ve arabaya atlayıp bir kafeye gittik. Deniz iki tane americano söyledikten sonra ellerimi avuçları arasına aldı.

"Ne sabahtı ama!" dedi derin bir nefes bırakıp.

"Neye uğradığımı şaşırdım sevdam! Uyandım, sen, ayrıldığımızı sanıp gelen bir acı, ardından mutluluk, sonra Ayşegül ve şok, ardından sevinç, daha sonra bir gelecek planı ve ben artık öldüm sanırım. Ayşegül'ün evliliğini hep kraliyet düğünleri gibi hayal ederdim. Kraliyet ailesine yakışır bir nişan, tam bizim kültürden bir kına gecesi ve sabaha kadar sürecek olan vur patlasın, çal oynasın bir düğün. Gel gör ki Kore düğünü gibi olacağı hiç aklıma gelmemişti. Kabul ediyor musunuz, ediyoruz, bir yemek ve fotoğraf çekimi... Ne tuhaf bir hayatımız var bizim..."

"Sende hemen yarım saate indirdin düğünü. Sevdam, belki Allah onlara böyle bir kader yazmıştır. İsyan etmemek, dert gibi görmemek gerek. Hem dert bile olsa çekemeyeceği hiçbir derdi vermez kuluna yaradan. Kapatacaklar gözlerini ve hayırlısını dileyecekler Allah'tan, durulmayan hiçbir su yoktur yeryüzünde. Bence onlar bebeği aldırmayarak en doğru kararı verdiler. Sonuçta bir can, zamanından çok erken de gelmiş olsa o bir kaza değil, hata değil. O, onlara sunulmuş en büyük armağan benim gözümde. Erken olsun geç olsun, Ayşegül ve Yekta bebekleriyle mutlu olduktan sonra hiçbiri gözükmeyecektir gözlerine."

Kocaman gülümsedim Deniz'e. Dediklerinin bir kelimesini dahi hatalı bulmamıştım. O sırada garson gelip kahvelerimizi bıraktı ve ışık hızıyla kayboldu. Hemen fincana atılıp koca bir yudum çektim.

"Ah! Sıcak!" dedim yüzümü buruşturup.

"Hep aynı şeyi yapıyorsun Umay'ım! Bekle biraz, sıcak içemiyorsun işte!"

"Azarla zaten sen beni! Bende seni zamanı gelince öyle bir azarlayacağım ki o zaman göreceksin feleğin nasıl şaştığını!"

Deniz tam ağzını açarken telefonu masayı titretti. Kılıfını kaldırıp baktıktan sonra kocaman sırıtıp ekranı bana döndürdü.

"Senin yerine o işi gayet iyi yapacak biri şu an arıyor," deyip telefonu açtı ve oldukça neşeli bir sesle konuşmaya başladı annesiyle.

"Söyle hayatım!... Dışarıdayım sevgilim nerede olacağım... Gece mi? Ha bekle bir bahane bulacağım şimdi... Gülmüyorum ne güleceğim bir tanem... Ne yağı, hiç yağ çeker miyim ben sana aşk olsun sultanım!... Ayıp, ayıp! Gören duyan da hiç seni çok sevdiğimi söylemiyorum sanacak!... Evet, oydu... Karışık sebepler hayatım... Senden gizlemiyorum elbette!... Hiç müsait bir zaman değil, hem ben gel dersem kendisi gelmeyecek utancından... Ne! Bir şey yapmadım elbette! Neden yapacakmışım! Senden sonra en sevdiğim kadın o benim! Balım vallahi gelmez. Hem çok tuhaf olaylar oldu bugün istesem-... Tamam, sürükleyeceğim..."

Telefonu kapatıp sevimli sevimli gülümsedi.

"Umayım, sevdam, ömrüm..."

"O sevimli köpek yavrusu gülüş... İçimden bir ses topukla diyor Deniz..."

"Gitme, annem elinden kahve içmek istediğini, gerekirse seni sürükleyerek getirmemi söyledi."

"Sende buna tamam mı dedin Deniz? Dünkü rezilliğimden sonra sen bana bugün gel seni annemle tanıştırayım mı diyorsun?"

"Yemin ederim ters bir şey söylemez. Hatta bana kızdı az evvel seni o hale getirecek bir şeyler yaptığım için. Gidelim hadi sevdam, kırma beni. Hem ben dünün konusunu asla açtırmayacağım. Hiç olmamış gibi davranacak annem, güven bana."

"Deniz ben heyecanlanırım, kekelerim."

"Heyecanlandığın anda topu senden alacağıma emin ol."

"Gitmeyelim sevdam."

Yarım saat ikna çabalarımın ardından ikna edilen taraf ben olmuştum. Midem bulanıyor dedim, ilaç alırız dedi, Ayşegül dedim, Yekta var dedi, duş almadım dedim, eve uğrarız dedi ve bir buçuk saat sonra, güzelce temizlenmiş, hanım kız kılığındaki Umay, Denizlerin sokak kapısının önünde nefesini düzenlemeye çalışıyordu. Bu adamın şeytan tüyünü yerinden koparmalıydım. Yine beni dize getirmeyi başarmıştı! Beş dakika kendimi hazırladıktan sonra Deniz zili çaldı ve kapı açıldı. Yavaş adımlarla asansöre gittik ve beşinci katın düğmesine bastık. Kapı kapandığı anda geri dönmek için en ufak bir şansım bile kalmamıştı. Deniz elimi dudaklarına götürüp minik bir öpücük kondurdu. Ardından kapı açıldı ve asansörün hemen karşısında, 10 numaralı dairenin girişinde Süheyla EVLİYAOĞLU gözüktü. Deniz elimi daha sıkı kavrayıp annesine doğru gitti ve kapıda ayakkabılarını çıkarıp, annesinin koyduğu terlikleri ayağına geçirdi. İçimdeki gereksiz heyecanı bastırıp terlikleri giydim. Süheyla Hanım sımsıcak bir gülümsemeyle süzdü beni.

"Hoş geldin Umay," dedi. Uzanıp elini öpecektim ama o elini öptürmeyip yanaklarımdan öptü beni.

"Hoş buldum efendim," diye gülümsedim.

"Deniz, alsana arkadaşının montunu," dedi Süheyla Hanım Deniz'e bakıp. Deniz hemen montumu aldı ve kendininkiyle birlikte dolaba astı. Süheyla Hanım önde, biz arkada salona girdik. Bir evin salonu nasıl oluyordu da benim şu an yaşadığım, küçük bir aileye uygun evin tamamı kadar olabiliyordu ki? Krem rengi, Osmanlı tarzı mobilyalarla uyumlu gümüşlükler, perdeler ve daha bir sürü şey vardı salonda. Meraklı Melahat gibi gözükmemek için etrafı pek süzmedim ve Deniz'in yanına, ikili koltuğun bir ucuna oturdum. Süheyla Hanım da hemen benim çaprazımdaki tekli koltuğa oturmuştu.

"Deniz çok bahsetti senden, nihayet tanışabildik!" dedi Süheyla Hanım gülümseyip. Deniz gülüşünü kesinlikle annesinden almıştı! Birde gözlerini. Aslında on anne ve on çocuk resmi koysalar önüme hiç düşünmeden Deniz ve Süheyla Hanım'ın ana-oğul olduğunu söyleyebilirdim. Zaten öylesine güzel bir kadından çirkin bir çocuk olsaydı tuhaf olurdu.

"Dün için özür dilerim" dedim başımı yere eğip.

"Hiç gerek yok buna! Hem daha erken tanışmamıza vesile oldu, iyi yanından düşünürsek. Kim bilir Deniz ne demiştir de sana o hale gelmişsindir."

"Hayatım, sende gömme oğlunu!" dedi Deniz isyankar bir sesle.

"Ağzından yel alsın! Ne gömmesi! Dün olan herhangi bir şeyi hatırlamıyorum ben, sen kendini üzme," diye göz kırptı Süheyla Hanım. Tatlı tatlı gülümsedim bende. Bir saat sohbet edip birer fincan kahve içtikten sonra fark ettim, Deniz bana ailesinden çok az bahsetmişti. Bunu aklımın bir köşesine not ettim, ayrıntılarıyla her şeyi bilmek istiyordum. Sohbetin ardından Süheyla Hanım tatlı diliyle, akşam yemeği için beni ikna etmiş, sonra kolları sıvayıp mutfağa geçmişti. İçimdeki meraklı Melahat yavaş yavaş uyanıyordu uykusundan.

"Deniz, bana odanı göstersene!" dedim sessizce.

"Tamam sevdam da niye fısıldıyoruz," dedi o da kulağıma eğilip.

"Annen duyup da yanlış anlamasın diye sevdam."

"Ha o mu? Eve kız getirdim diye kırk gün kırk gece altın günü düzenlemediğine, lokma döküp konu komşuya dağıtmadığına şükret sen sevdam. Şu an öyle bir mutlu ki ne dersen de yanlış anlamaz. Hatta bu yemek olayı da kıymetli oğlunun neleri sevdiğini sana göstermek için çıkmıştır kesinlikle. Bu zamanların tadını çıkarmaya bakalım, sonradan kaynana kesilebilir başımıza."

"Sevdim ben anneni, hiç kaynanalık yapacak birine benzemiyor."

"Dalga geçiyorum sevdam seninle. Annem hep kız çocuğu özlemi çekmiş, o da seni sevdi, gözlerinden belliydi. Bulmuşken bırakmak istemedi. Neyse, bunları sonra konuşuruz, gidelim hadi odama. Sen etrafa bakarken bende bir duş alırım."

Deniz'in elinden tutup üst kata, odasına gittim. Kapıyı açtığı anda mis gibi Deniz kokusu doldu ciğerlerime. Beni bir ömür bu odaya hapsedebilirlerdi. Deniz yanağıma bir öpücük kondurup banyo olduğunu düşündüğüm tarafa yöneldi ve beni odada, kokusuyla baş başa bıraktı. Benim odamın üç katı büyüklüğünde, gri duvarlı, siyah tonlarında muhteşem asil bir odadaydım. İçeri adım atar atmaz iki oda gibi duruyordu aslında. Neredeyse tam ortada duran bir kitap rafı duvar gibi ayırıyordu yatak ve masa kısmını. Duvarda asılı duran birkaç resim ve tabloya baktıktan sonra kitap rafına doğru yönlendirdim adımlarımı. Pencerenin tam önünde ahşap bir çalışma masası duruyordu ve raflar tamamen kitapla taşıyordu. Bir insanın düşüncelerini en iyi okuduğu kitaplardan anlardı diğer insanlar. Bende bu teze uyarak, boyumun yettiği raflardaki kitaplara göz atmaya başladım. Birkaç dakika içinde bir defter ilişti gözüme. Merakla uzanıp raftan aldım ve masaya oturup önüme koydum defteri. Okumam yanlış mı olurdu? Ya özel bir şey yazıyorduysa? Ya kızarsa bana? Melahat yine iş başına koyulup tüm sorularımı cevapladı. Benden sakladığı ne gibi şeyler olabilirdi ki? Hem o kadar gizli bir şey olsa rafa bırakmazdı. Derin bir nefes alıp ortalardan bir sayfa açtım ve okumaya başladım.

"Ağaçlardan nefret edebileceğim aklımın köşesinden bile geçmezdi! Sevgilimin doğasever biri olmasını her zaman istemişimdir ama Umay kadar doğa düşkünü bir kadın, gerçekten hiç tahmin etmiyordum... Hayatıma girip, beni dünyanın en mutlu adamı yapmasının üstünden üç hafta geçti. Üç hafta içinde beş kez onu öpmeyi planladım ama beşi de başarısızlıkla sonuçlandı. Bugün olacak dedim. Ağaçların arasında yürüdükten sonra, kimsenin olmadığı bir anda onu kendime çekip öpecektim. Bu kadar basitti işte! Patikada yürüdük, yürüdük, yürüdük ve artık ufuk çizgisinde bile insan gözükmemeye başladı. Tamam, Deniz Bey, şimdi yap şu işi diye durup cesaret verdim kendime. O sırada Umay birkaç adım önüme geçmişti bile. Derin bir nefes alıp cesaretimi topladım ve hızlandırdım adımlarımı ama o sırada Umay'ın çektiği ağaç dalı yerinde yaylanıp alnımın ortasına vurdu yapraklarını tokat gibi. Minik bir acı sesi yükselince benden korkuyla arkasını döndü Umay. Ne olduğunu sorduğunda yoruldum sadece dedim ve geri döndük. Ya ben beceriksizim, ya Umay kendisini öpeceğimi fark edip durmadan engel oluyor ya da bana sinyal veriyor evren, aşkın sadece dudaklarda olmadığına dair. Doğru... Öpmeden aşık oldum ben ona ve bu şekilde de devam edebilirim hayatıma. Dudakları dudaklarıma değmemiş hiç sorun değil, kalbi kalbime değdikten sonra..."

Gözlerim dolu dolu tekrar tekrar okudum aynı sayfayı. Başımı kaldırdığımda Deniz nemli saçlarıyla karşımda dikiliyordu. Defteri kapatıp masadan kalktım ve hızla gidip Deniz'in dudaklarıyla birleştirdim dudaklarımı. Romantik bir filmden mükemmel bir sahnede gibiydik. Esas kız, esas oğlanın hislerini öğreniyor, sarılıyorlar, öpüşüyorlar ve öpüştükten sonra aşk dolu sözcükler fısıldıyorlar birbirlerinin kalplerine. Aslında her şey böyleydi, böyle devam edebilirdi fakat bir sesle Deniz'den ayrılmam bir oldu. Süheyla Hanım kapıyı açmış kocaman gözlerle bize bakıyordu...

Continue Reading

You'll Also Like

3.2K 130 26
"Oradaydı,yanında arkadaşları ve biricik sevgilisi ile orada oturuyorlardı." Bir kerecik olsun bana gülümsemediği dudakları, ona öyle kocaman gül...
95.7K 2.9K 44
Başlama tarihi 7.11.2017---Zaman durmuş gibiydi.Dudağından dökülecek her bir kelime mutluluğun kapısını açacaktı.Veya tam tersi bütün kapılar kızın ü...
12.2K 1.1K 41
Gözlerini ilk açtığında nasıl hissettiğini asla hatırlayamazsın. Gözlerini sonsuzluğa kapattığında da bu duygu hissedilmez gelir sana. Fakat şimdi, ...
2.2M 76.1K 76
Yaşamını hapishanede tutsak olarak geçirmiş bir adamın ona aşık olması ne kadar büyük bir sorun olabilirdi? (...) Ner...