Gül KOZASI

By 0Astrolojik

881K 53K 22.7K

"Demez mi anası, topallığına bakmadan benim kızıma göz koymuş diye? Der. Bu konuyu bir daha açma anne." *****... More

1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
bölüm değil
39. Bölüm

32. Bölüm

17.7K 1.3K 875
By 0Astrolojik

HÖLLÖĞĞĞĞ KIZLAR

Nasılsınız?

UMARIM HEPİNİZ ÇOK İYİSİZDİR.

Beni soracak olursanız ufak bir tedavi sürecinden geçtim ama şu anda toparladım çok şükür. Sağlığın ne kadar kıymetli olduğunu bir kere daha deneyimlemiş oldum. Sizler de sağlığınıza çok dikkat edin lütfen.

(metabolizması zayıf olanlardanım)

Bu arada Momo kitabını mutlaka okumanızı tavsiye ederim. Puntoları kalın olduğundan çok kolay ilerliyor. Tabii insanda yarattığı etki çok iyi olduğundan okumanızı tavsiye ediyorum.

Herman Hesse'den Sidartha yeni okumaya başladığım kitap.

870 ⛤ 750 yorum sınırımız olsun.

⛤⛤⛤⛤⛤⛤⛤⛤⛤⛤⛤⛤

Kalbimin taştan olduğunu iddaa eden birçok insanla karşılaşmış onlara çok zamanlarda hakta vermiştim. Oysa Sancak'a kırılsamda, kızsamda taşa dönüşmesini istediğim hiçbir duygu kırıntımı karartamıyordum.

Kızıl lekelerin olduğu gözlerine dökülmek istiyordum.

Bu mümkün müydü bilmiyorum ama günlerdir gözlerimi her kapadığımda onunlaydım. Ruhunu iliklerime kadar işlemiş olan adamın tüm sert duvarlarının darbelerini almak bile onu düşünmeme engel olamıyordu.

Sağ elimin yüzük parmağına taktığı papatyalardan yapılmış yüzüğe  tekrar baktım. Gerçekti. Sonra bir anda yakınlardan tanıdık bir kahkaha sesi duyuldu. Ayşe buradaydı. İki eliyle tuttuğu telefonu karnının hizasına indirdi. "Kız Gülseli, insan hiç ottan bir yüzüğe kanar mı?" dedi dolu dolu kahkaha atarak. "Ben de seni uyanık bilirdim. Hiç yakıştıramadım. Valla halama desem ki Gülseli ottan bir yüzüğe evet dedi diye 'Ben bile evet demem,' derdi."

Karşımda tüm yüklerinden kurtulmuş gibi gözüken Sancak ise Ayşe'nin söyledikleriyle şakağıma dudaklarını bastırdı. Bir kaç günlük sakalları tenime dokunurken ufak çiziklere neden olsada bunu bile özlediğimi fark etmemi sağlamıştı. "Ben çok beğemdim ama," dedim yeniden parmağımdaki papatyalardan oluşan yüzüğe bakarak. Değerli biri gibi hissettiriyordu. Bunu maddelerle değil duygularıyla hissettirsin istemiştim hep. Param olduğu müddetçe bir alyansa sahip olabilirdim ama beni sevebilecek bir Sancak'a yetecek bir para birimi olduğunu zannetmiyordum.

"Ben sana beğenir demiştim," dedi Sancak bilmiş bir eda takınarak. "Şimdi gidip yüzük alsam kabul de etmeyecekti evlenmeyi. Ama bak senin ottan dediğin yüzüğe evet dedi." Şimdiye dek almış olduğum en iyi kararmış gibi geliyordu bu soruya tüm yüreğimle evet demek. Sancak'a yaslanmış duran bedenimi geriye doğru çektim toparlamış olmanın verdiği güçle. Adelelerim spor yapmamanın cezasını hiç ısınmadan koşmaya başlayarak ödüyorlardı.

"Şu güzelim videoları anneme izletemiyorum ya ona yanıyorum," dedi Ayşe hayıflanarak.

Sancak sağ eliyle sol elimi kavradı sımsıkı. "İzlerler bir iki güne," dedi ferahça ve o anda kulaklarıma kordan bir ateş, yanaklarıma kulaklarımdan dağılan bir ısı yayılıyordu. Annemin, Feride Teyzenin ve Turgut Amcanın izleyecek olması korkutucu geliyordu.

"İzlemesinler. Ayıp olur. Ne derler sonra? Boşver boşver." Hızlı hızlı kurduğum kısacık cümlelerle ikiside bana baktı. Biraz mahremiyetten birazda utanıyor oluşumdan iki güne kadar falan izlemelerini isteyemiyordum. Kim bilir nasıl düşüneceklerdi?

"Ayıp! Tamam o zaman canlı izlerler ayıbı kalmaz," dedi Sancak cesur bir tonla. Bazı anlarda tam bir utanmaz olduğunu bilmeme rağmen bunu asla yapmayacağını bilmenin verdiği rahatlıkla başımı sallayıp yürümeye başladım. "Hı hı izlerler aynen."

Son iftarı Sancakların kamelyada hep birlikte yaptıktan sonra çelik tepsinin etrafına dizilip yaprak sarmaya başladık. Baklavaları dün açtığımız için bugün tek işimiz tazecik yaprakları sarmaktı. Ayşe ara ara telefonuna gelen bildirimlere cevap veriyor, annem hepimizin önüne suyunu sıktığı yaprakları açıp bırakıyor, Feride Teyze ise kamelyanın köşesinde tam arkamda oturan oğluna aralıklarla mehamet kokan gözleriyle bakıp ufacık gülümsüyordu. Arkasındaki mindere az evvel üzerinden çıkardığı ince yeleği bırakmıştı parmak uçlarını peçeteye silerek serçe parmağının ucuna taktığı yeleğini bana doğru uzattı.

"Şunu Sancak'ın koluna doğru örter misin Gülseli?"

Serçe parmağındaki yeleği uzanıp aldım. Sancak kafasını kamelyanın direğine yaslamış kollarınıda birbirine kavuşturmuş halde uyukluyordu. Yüzü çok huzurluydu. Dingin nefesleriyle birlikte geniş göğsü inip kalkıyor, iki kaşının ortasında garip bir çizgi beliriyordu aralıklarla. Yüzünü incelemeyi kesip elimde tuttuğum yeleği omuzlarına doğru yavaşça bırakmak istediğimde iki bileğimde farkedemediğim bir hızla kavrandı. Sancak soluk soluğa bileklerimi tutuyordu. Gözlerinde kaç geceden kalma yorgunluğu vardı ama ondan daha belirgin olan nefret vardı.  Nefesim, sanki o bileklerimi değilde boğazımı sıkıyormuş gibi kesilivermişti gözlerinden sarkan nefreti görmemle birlikte. Uykusuzluktan kanlanmış gözlerini yüzümde gezdirmeye başladığı anda Feride Teyzenin sesini duydum.

"Gülseli üzerini örtecekti oğlum. Bırak kızın kolunu." Sesinde bariz şekilde duyduğum telaşı hissediyordum ama Sancak sanki yabancı birine bakar gibi gözlerini gözlerimden çekmiyordu. Bileklerimi bırakmayacağını anladığım anda sesimi yumuşatarak, "Benim, Gülseli," dedim. Kızıl dudaklarından derin bir soluk vererek bileklerimdeki ellerini gevşetti. Onun bileklerimi gevşetmesiyle kollarımı kendime çekip bileklerimi sırayla ovuşturdum. Canım tutuşunun sertliğiyle gerçekten acımıştı.

Sancak kollarımı bırakır bırakmaz yine aynı direğe başını yaslayıp gözlerini kapadı kollarını birbirine kavuşturarak. Omuzlarına örtmek istediğim yelek kollarının arasındaydı ve onu oradan almak gibi bir delilik yapmak niyetinde değildim. Tepsinin olduğu alana yeniden döndüğümde Feride Teyze mahcupça hem anneme hem bana bakıyordu. Annem elinin içiyle Feride Teyzenin dizine yatıştırıcı bir iki dokunuş yaptıktan sonra yaprakları yeniden açarak tepsiye dizmeye başladı. Gri eşofmanımın cebinde duran telefon titreştiğinde kağıt havluya elimi silip telefona baktım. Mesaj hemen yanımda oturan Ayşe'den di.

Ayşe: Keşke ben örtseydim. Yengemin yanında iyi olmadı.

Yuh!!! Ne alakası var? Olmaz bir şey.

Ayşe: Ne bileyim ya abim yanlış anlaşılsın istemiyorum. Askerlikten kalma içgüdüleri hâlâ onunla. Bunu biz biliyoruz ama herkes bilmiyor.

Annem anlamıştır merak etme.

Son mesajıda atıp telefonu yeniden cebime attım. Ayşe tepede Sancak'ın ve benim fotograflarımızı çekmiş video kaydınıda atmıştı. Yemekten sonra üzerimi değiştirme bahanesiyle eve gittiğim esnada fotoğraflara ve video kaydına defalarca kez bakmıştım. Muhtemelen tüm geceyide fotoğraflar ve video kayıtlarıyla geçirecektim. Tabii bir de annemle nasıl konuşmam gerektiğini düşünecektim ve ayrıca Sancak için yaptığım yeni hediyeyi boyamam gerekecekti. Sancak'a bazen hatta çoğunlukla kızıyordum memnun edilmesi güç bir kişi olduğu için ama onunla olmak tüm tartışmalarımıza rağmen iyi hissettiriyordu. Zamanla ufak tefek sorunlarımızıda aşabileceğimizi biliyordum. Saatler süren uğraştan sonra tencerelere dizdiğimiz sarmalarla işimizi tamamen bitirmiştik.

   Belim kopuyordu. Ayşe elbisemin kol ağızlarını bu aksam dikecekti eğer çok yorgun hissetmezse ya da sabaha kalacaktı. Bayram günlerini aslında diğer insanların aksine çok sevmiyorum bana çok yapayalnız hissettiriyor. Büyük sofralar, samimi kucaklaşmalar, çay içerken ailecek sohbet etmek bunların her biri babamın gidişinden beri bize oldukça uzak olmuştu. Şimdiye dek her bayram markette ya da fırında çalışmıştım biraz olsun unutma ümidiyle. Unutuyor muydum peki? Elbette hayır ama baş edebilmenin yollarını aramaktan vazgeçmiyordum. Odama girip sırt üstü uzandıktan sonra cebimdeki telefondan yeniden aynı fotoğraflara baktım değişen hiçbir şey olmadığını bile bile.

Erik: Niye gittin?

Erik: Kesin fotoğraflara bakıyorsun.

Sancak'tan peşpeşe düşen mesajları okuduğum anda odamdaki duvarlara göz gezdirdim tedirgince. Sonra perdem kapalı mı diye kontrol ettim ve kapalıydı. Bildirime tıklayıp telefon klavyesini açtım yanaklarımda uzun zamandır hissetmediğim yangını hissederken.

Röntgen nedir bilir misin?

Erik: Onu boşverde ne zaman evleniyoruz?

Sancak'ın bugün aynı soruyu on kere sormuş olmasına aldırmaksızın dudaklarım kıvrılmadan edemedi.

Ne zaman evlenelim pis röntgenci?

Erik: Dürüst olmana bayılıyorum. Ben de fotoğraflara bakıyordum çok yakışıklı çıkmışım.

Ben daha gönderdiği mesajı okurken hemen bir yenisini daha gönderdi.

Erik: Bence yarın evlenelim. Sence?

Sancak'a bu yüzden evet demekten deliler gibi korkuyordum. Evet cevabını aldım aman biraz rahat olayımcılardan değildi her zaman bir sonraki adım için gün sayan, laf sokan o delilerdendi.

Egoist olduğunu söyledim mi daha önce? Belki ikimize birden bakıyorum.

Erik: Tamam işte evlenincede düğün fotoğraflarına bakarsın. Skalanı genişletmiş olursun. Sonra odandaki bana bakarsın, seni mutlu etmek için uğraşan bana bakarsın, ama tabii kemdimi tanıyorum mutlaka yine acele edip seni kızdırmışımdır gönlünü almak için uğraşan bana bakarsın...

Sancak'a çok romantik biri diyemezdim ama benim ihtiyacım olan birçok şeyin toplamıydı. Orta yol bulmak adına uğraşıyor olması, mantığa yatkın cevaplar vermesi beni yeterince tatmin ediyordu. Ve işte şimdi kalbimde söndüğünü düşündüğüm ateşi harlıyordu. Bazı mesajlarına ya da direkt olarak konuşmalarına ne cevap vereceğimi bilemiyordum acaba çocukça bulur mu, yoksa çok mu kasıntı olurum gibi düşünceler bir türlü yakamı bırakmadığından susup kalıyordum. Mesele romantizim olunca Sancak'tan daha odun olduğumu biliyordum ama bunu nasıl aşacağıma dair bir fikrim yoktu.

Beni çocukça bulmazsan sana bir şey sorabilir miyim? yazıp gönderdim ama gönderdiğim ilk saniyeden itibaren bunu bile çocukça buldum. Halbuki yanyanayken ne kolay oluyordu soru sormak.

Erik: Çocukluğumu buluyorum... Çocukluğumuzu buluyorum... Samimiyetini, dürüstlüğünü buluyorum... Sana dolu dolu sarılmak isteyişlerimi buluyorum mesela en çok. Ama çocukça bulmuyorum. Kaldığımız yerden büyüyoruz. Koparıldığımız yerden belkide.

Yine boğazıma düğüm olan noktalara gelmişken hiç beklemeden üzerine düşünmeden klavyenin üzerinde hareket ettirdim parmaklarımı.

Çocukça bulmandan korktuğum için sana doğru düzgün hiç cevap veremiyordum.

Erik: Korkmak mı? Güldürme beni canım Gülseli :) sen benden ya da bir başkasından kolay kolay korkmazsın. Hem niye benim gibi yakışıklı bir adamdan korkasın ki?

Kendini beğendiğini her dakika belirtmesen olmaz değil mi? Anladık en güzel sensin!

Erik: :)

Bu ne be! Random atmayı bilmiyor musun?

Erik: Random ne?

GFKDNKYVMGXNKDKK gülme efekti diyelim. Random deniyor.

Erik: Jskfkt gkgnl kfjuv

Aralara niye boşluk koydun ki?

Erik: Belki adamın gülerken sesi kısılıyordur sonra gülmeye yeniden başlıyordur olamaz mı?

Erik: Ayrıca '!' işaretinden hiç hoşlanmam sonunda onu görünce başa sarıp yüksek sesle okudum. Kavga ediyormuşuz gibi oluyor.

Oldu paşam, var mı başka güzel isteklerin?!

Erik: Harf eksilterek yazılmasından da hoşlanmam.

Uykum geldi. Yazıp yolladıktan sonra bugün kamelyada uykusundan bir anda sıçrayarak uyanması geldi aklıma. Uzun zamandan beri kendisinin anlatmasını beklememe rağmen hiçbir şekilde tek kelime anlatmayarak sessizliğini korumuştu. Bu sessizliği ikimizde bozalım istiyordum. Kırmaktan, incitmekten korkarak yaşamak ikimize birden çok zor olacaktı ve bunu da benim başlatmam gerekiyordu.

Erik: Yarın evlenmiyoruz yani öyle mi?

Kamelyada sen uyurken üzerini örtmek istediğim sırada kolumu nasıl havada yakaladın? Üstelikte uyuyordun.

İkimizde aynı anda göndermiş olacağız ki benim mesajım iletildiği anda onunkide bana düştü.

Erik: Refleks.

Sadece refleks mi? Bu kadar mı?

Erik: Sadece refleks.

Konuşmak istemediğini varsayarak uzatmadan telefonu gece lambasının yanına bıraktım. Böylesi önemli bir meseleyi zaten buradan öğrenmek istemiyordum ama ondan bir teklif gelsin istiyordum. Gece lambasının ışığının altında boyanmamış halde dikilen mini bibloyu görünce gülümsemeden edemedim. Yattığım yataktan doğrulup odamdan dışarı çıktığım sırada annem salonda epoksi reçinesiyle yine bir şeyler yapıyordu; bardak altlığı, kitap ayracı, kolye, bileklik ve tabii benim unuttuğum daha birçok şeyler. Annemin elinde bitmek üzere olan epoksi reçinesini farkettiğim an aklıma Sancak'ın bana bugün taktığı papatyalı yüzük geldi. Onun yok olup gitmesinden artık korkmama gerek yoktu. Koskoca bir ömür benimle olabilecekti bu güzel anı.

"Anne," dedim heyecanıma yenik düşecek kadar atılgan çıkan sesimle. "Dur dur dökme."

"Senin çeyizin için altılı bardak altlığı yapıyorum. Babanın bizim için diktiği gül ağaçlarının tomurcuklarından topladım bugün. İşin azla olacaksa artar birazcık." Şişenin dibindeki miktara bakmadan hemen odama koşup önceden gittiğimiz bir nikahta dağıtılan porselen hediye kutunun bugün tülünü söküp içindeki badem şekerlerini çıkararak papatyalı yüzüğü onun içine bırakmıştım incinmesin parmağımda diye. Halbuki hiç çıkarmak istemiyordum. Yüzüğü avumun içine taze bir bebeği alırken verilen özenin aynıyla aldım.

(Epoksi reçinesini artık bilmeyen yoktur ama bilmeyenler için yinede bitmiş bir görsel paylaşmak istedim.)

Annem ikramlık için kullandığımız en büyük sehpayı oturduğu koltuğun önüne çekmiş ufak tomurcukların üzerini epoksi reçinesiyle kapatıyordu. Evde vakit geçirecek şeyler bulmuş olması bana da çok iyi geliyordu eğer bulamamış olsaydı uzun bir süre pencere önünde oturan annem olmaya devam edecekti muhtemelen. Avucumdaki papatyalı yüzüğü anneme uzatmadan önce yanına oturdum kalbimin kulaklarımı dövmesiyle. Yanaklarıma sarkan saçlarımı sol elimle omzumun gerisine ittikten sonra avcumu anneme doğru uzattım.

"Buna yeter mi anne?"

Annem son bardak altlığınada reçineyi dökmek isterken göz ucuyla öylesine uzattığım yüzüğe bakmak isterken reçinenin çok az bir kızmını sehpanan üzerine serdiği gazeteye damlattı. Ne diyeceğini şaşırmış gözüküyordu. Yeniden dikkatini son bardak altlığına verip sakince reçineyi döktü.

"Asım'la mı görüşüyorsunuz?" dedi gayet keyifsiz bir sesle.

"Asım ne alaka?" dedim annemin keyifsiz sesini sorgular şekilde çıkmasına özen verdiğim sesimle.

"Bilmem. Belki o yapmıştır. Zaten tam da senin sevdiğin bir tip!" Annem epoksi reçinesinin kapağını kapatıp yerde, tam ayağının dibinde duran hobi malzemelerinin durduğu kutunun içine bıraktı şişeyi. Bu yapmayacağı anlamına geliyordu.

"Benim sevdiğim tip?" dedim soru sorar şekilde çıkan sesimle. "Belki ben yaptım kendime olamaz mı? Hem ne demek senin sevdiğin tip falan?"

"Seni taşıyamayacak ya da senin kaldıramayacağın tipler demek. Örneğin; Kemal gibi hiçbir baskıya sesini çıkaramayan biriyle yapamazdın ya da Asım gibi çabuk sessizleşen biriyle."

"Nasıl biri taşır beni?" dedim bu defa sakin çıkmasına önem verdiğim sesimle. "Hem sen Kemal'i severdin ne oldu?"

"Kemal'i insan olarak severim ama damat olarak istemezdim. Bir kere sevdiği kadınla annesi arasındaki çizgiyi daha ilk dakikadan korumayı başaramadı. Senden, yani annesinin gelin olarak görmek istediği kişiden sevdiğim dediği kadına iş istedi. Eh tabii sen o günden beri evlerine gitmediğin için bilmiyorsun ama ben biliyorum Nazlı'nın o eve gelip giderken ne kadar değersiz hissettiğini bile bile annesine resti çekemedi. Tutarsızlık. Asım'a gelirsekte hemen pes etti halbuki sen çabuk pes eden birini sevmezsin." Annem derin bir soluk alıp verdi avucumda duran çiçeğe azaktan bir bakış atarak. "Pes etmeyen, isterken ısrar eden, seni buna inandıran, ne bileyim böyle tuttumu kolundan seni peşinden değil yanında yürütecek biri..." Annem yine zamanı tam göstermeyen saate bakıp üç saniye kadar gözlerini kapalı tuttu.

"Öyle biri var mı?" dedim annemin neyi anlatmaya çalıştığını belki kafasındaki kişiyi öğrenme arzusuyla. 

"Var tabii. Sen biraz körsün sadece. Halbuki annende babanda birbirini çok severek evlendi. Sen biraz şekilcisin ondan olsa gerek göremiyorsun."

"Anne İnşallah halamın Arizona kertenkelesi kılıklı oğlu Tufan'dan bahsetmiyorsundur. Yok eğer ondan bahsediyorsan şurada öleceğim." Annem ölüm kelimesini duyar duymaz yüzüme en keskin olan bakışlarını fırlattı. Ölüm kelimesinden ölesiye nefret ediyordu.

"Kılıksızdan bahsedecek kadar akılsız değilim," dedi avuç içimdeki çiçeği eline alarak. "Halanın dediği gibi Sancak'ın tam sana uygun olduğunu düşünüyorum ama senin beğendiğin kişilere benzemiyor hiç. Halbuki ne kadar yakışıklı, çalışkan, dürüst bir adam."

Kalbim göğüs kafesimden taklalar atarak kendini o yuvaya bağlayan tüm damarlardan bağını koparacak gibiydi. Heyecan mıydı bilmiyorum ama bu her neydiyse oturduğum yerden metrelerce koşmuş biri gibi nabzım hızlanmıştı. Sancak'la odamda basılsam ancak böylesine çok çarpardı yüreğim. Stresli olduğum her an önce kulaklarımdan başlardı ateş ve yükselerek beynime dek titreştirirdi her bir hücremi. Annem yüzüğe değil bana bakıyor olsaydı içine düştüğüm durumu hemen farkederdi.

"Kolye mi yapalım yoksa yüzük olarak kalsın mı?" dedi çiçeği sehpanın üzerine dikkatle bırakırken. Derin derin iki soluk alıp kurumuş dudaklarımı ıslattım. "Yüzük." Aklıma takılan soruyuda hemen salıverdim dudaklarımdan.

"Şekilci miyim ben sence?"

"Mesela dövme, küpe, ne bileyim giyim tarzı farklı, şöyle birazda havalı tipleri seviyorsun. Bu yüzden seni Kemal'den hiç sakınmadım çünkü onu sevmediğine neredeyse emindim. Yıllarca sevdiğim dediği kızın o kadar acısına rağmen üzerine bir de annesinin acılarını ekliyor. Bunu sana yapamazdı çünkü sen kendini seversin. Kendini o kadar çok sevmeseydin iki hoş kırıtmayla Sema'nın aklını çelerdin ama yapmadın." Ayak ucunda duran kutuyu dizlerinin üzerine çekip içinden silikondan yapılmış yüzük kalıbını çıkararak içine az miktarda epoksi reçinesi döktü hemen sonra hiç beklemeden yüzüğü içine yerleştirip üzerine yeniden epoksi reçinesi döktü. "Kızmadın hiç Sancak ne alaka diye?"

"Sancak şekil değil diye mi görmüyorum yani?" dedim bozuntuya vermeden. Annem kutuyu yeniden aşağıya indirdi, dizlerinin üzerinde birleştirdi ellerini. "Ben şekil şükül anlamam. Yakışıklı, düzgün, işinde gücünde adam ama sana hitab etmiyor olabilir." Sonra bir anda yüzünü bana çevirip elini çeneme uzattı. "Sancak'ı bacağından dolayı eksik mi görüyorsun?" dedi korkuyla.

"Niye öyle göreyim anne ya! Ben bilmiyor muyum bugün olanın emanet olduğunu yarına belki olmayacağını. Hiçte öyle görmüyorum. Ayrıca merak etmeyin Sancak zaten kendini çok beğenen biri o kadarcık bir şey egosundan hiç eksiltmemiş. Geçen yıla göre bu yıl çok daha iyi bacağı. Şimdi farkedilmiyor bile çok yorulmadığı zamanlarda." Annem sol kolunun dirseğini koltuğa yaslayarak yönünü tamamen bana döndü. "Sen Sancak'ı mı inceliyorsun?" dedi yüzünde garip bir gülüşle.

"Ne inceleyim anne ya? Hemen abart!" dedim korunma mekanizmasıyla. Halbuki tam şimdi söyleyebilirdim ama dilim lâl olmuştu.

"Aman inceleme! Anca o vampir oğlanın fotoğraflarına bak," dedi annem Robert Pattinson'dan bahsederek. Evet, hayatımın büyük bir diliminde odamın duvarlarında, telefonumun ekranında, defterlerimin arasında, hatta birçok kitabın ayracı olmasına rağmen onum resimlerini taşımıştım. O günleri anımsayınca yüzüme kendiliğinden bir gülümseme çöreklendi. Kaygıdan deliler gibi uzak olduğum bir zamandı ve ben mutluydum.

"Anne ben Robert'ın bir sürü fotoğrafını çıkarttırmıştım nerede onlar?"

Annem dudaklarını büzerken bir taraftanda gözlerini devirdi. "Askerlik arkadaşın sanki Robert. Attım hepsini üstüne Hale ayran dökünce."

"Seni halamla görüştürmemek gerek hemen aklına evlilik falan sokuyor. Ne yapacaksın ben evlensem üzülmez misin?" Annem hayatta kalan ve beni koşulsuz sevdiğine inandığım tek insandı ondan saklanmak istememde belki bundandı. Gün gelirdi de beni sevmekten vazgeçer miydi seçimlerim, isteklerim yüzünden? Bunu asla istemiyordum.

"Sancak'la evlensen üzülmem. Aslında iyi anlaşabilirsiniz ama sen istemiyorsun."

"Sancak beni ister yani," dedim annemin bizi ne kadar incelediğini anlayabilmek için tüm dikkatimi ona vererek. Cevap vermedi. Cevap verse halbuki deniz feneri gibi gecemi aydınlığa kavuşturacaktı. Ayşe'den başka Sancak'ı konuştuğum hiç kimse yoktu ve ben dışardan bir gözün bizi nasıl gördüğünü bilmek istiyordum.

İçim mi?

İçim delicesine mutluydu. Çok ama çok yoğundu ilmek ilmek ruhumun kanatlarına işlenen o his. Tüm benliğim onun bana hissettirdikleriyle dolmuş olan bir havuzun içine düşmüş hem boğulup yok olacakmış gibi hem de sanki onun içinde doğmuşum gibiydi. Karmaşık ama mutluluk vericiydi. Annemin yanından yorgun bedenimi kaldırıp odamda boyanmayı bekleyen pişmiş poseleni boyadım. Sancak'a verebileceğim en ama en anlam dolu hediye mutlaka bu olacaktı. Dakikalarımı alan boyama işleminden sonra odamın sinekliğini kontrol ederek penceremi araladım boyanın kokusu tamamen çıksın diye ve hiç vakit kaybetmeden gözlerimi geceye kapadım.

Sabahın erken saatlerinde gece lambasının yanında olan telefonumun odayı dolduran tiz sesiyle gözlerimi araladım. Bu saatte kim aradığını deliler gibi merak falan etmiyordum çünkü sinirliydim bu saatte arandığım için. Ekrana hiç bakma gereği duymadan telefonu ters çevirdim. Odamdaki tiz sesin kesilmesiyle yeniden yastığıma gömülerek rüyamın kaldığım noktasına ulaşmak için çabaladım. Çabalarım belki sonuç gösterebilirdi eğer ki odamın camı hunharca tıklatılıyor olmasaydı. Saçlarımın karmakarışık olduğunu yüzüme gözüme dolanan tutamlardan anlıyor, şişmiş olan dudaklarımdaki kuruluğundan hissedebiliyordum. Yüzüme gözüme dolan saçlarımı bileğimdeki tokayla en tepeye hapsedip perdemi araladım. Sancak jilet gibi hazır haliyle dikiliyordu penceremin önünde. Öyle dizilerdeki filmlerdeki gibi bebek gibi bir suratla uyandığım falan yoktu. Uyandırıldığı için perişan bir ifadem olduğuna yemin bile edebilirdim. "Bayram sabahıda bu saate kadar uyumazsın be canım Gülseli."

"Niye hoca ben uyanmayınca bayram namazını kıldırmıyor mu?" dedim homurdanarak. "He aynen aynen," dedi dalgaya alarak. Sancak'ın konuşası vardı ama benim de gözlerimin uyuyası vardı. "Yüzümü yıkayıp geliyorum bekle." Yataktan fişek gibi kalkıp odamdan dışarı çıktım. Elimi yüzümü buz gibi akan suyla yıkayıp perperişan olan halime saniyeler içinde çeki düzen vererek odamdaki yatağa yeniden döndüm.

"Niye kalkmadın kızım sen?" dedi hemencecik şikayet eder tonda. Elini uzatıp tamamen açtığım perdenin bir kısmını yeniden kapadı. Halbuki koskocaman bahçede ondan başka kimse olmadığı gibi odamın karşısındaki pencerede kendi evine aitti.

"İlk kez çocuğunu okula uğurlayan veli gibi göz yaşıda dökeyim mi arkandan?" Uykulu yüzümü ellerimle ovuştururken dinç vaziyette beni izleyen Sancak'a muhtemelen uzaydan inen biri gibi bakıyordum. Sabahın bu jadar erken saatinde nasıl mutlu olabilirdi ki insan?

"Niye göz yaşı dökecekmişsin? Ben Ayşe'ye yardım et diye söyledim," derken gözlerini etrafta dolaştırıyordu.

"Hadi canım! Ayşe sanki ilk kez kahvaltı hazırlayacak?"

"Sen benim nasıl sevdiğimi biliyorsun ama," derken bir çocuğun kendinden büyük olan kişiye muhtaçlığındaki gibi bakıyordu gözleri. O böyle bakarken itiraz edemiyor, haklılığımı savunamıyor yalnızca ona odaklanabiliyordum.

"Oradan bakınca bakıcına mı benziyorum?"

"Oradan bakınca nasıl bilmiyorum ama buradan bakınca canım Gülseli'ye benziyorsun ve ben geldiğimde onu görmek istiyorum."

"Buradan bakınca huysuz ama sabahın bu saatine rağmen çok yakışıklı birine benziyorsun."

"Yakışıklılı birine benziyor öyle mi? Yani olmama ihtimali var diyorsun." Tek kaşını havaya kaldırarak sorduğu soruda gayet ciddiydi.

Başımı gülümseyerek sağa sola çivirdim. "Sen zaten ne olduğunu biliyorsun. Mükemmel olduğunu ya da çok yakışıklı olduğunu söylememe gerek var mı? Bence yok. Ayrıca egoistin tekisin ben söylemesemde aynanın karşısına üç posta geçip sen söylersin." Sancak elini penceremden içeri uzatıp kırmızı ve beyaz iki gül uzattı. Bahçede pembenin tonlarında ve sarının tonlarında da güller vardı ama o kopkoyu kırmızı ve bembeyaz gülleri uzatıyordu. Üzerinde beyaz ketenden jilet gibi ütülenmiş gömlek, altında siyah keten pantolon vardı. İma ettiği gibi yakışıklıydı. Onu gördüğüm her an uzun uzun incelemeden edemediğimi farkettiğim anlarda kendime gelmek için başka şeylere odaklanmayı tercih ediyordum. Dikenlerini temizlediğini farkettiğim güllere uzanıp burnuma yaklaştırdım mis gibi kokuyorlardı.

"Eve geldiğimde seni görmek istiyorum. Hep birlikte yapacağız bayram kahvaltısını unutma."

"Siz gelseydiniz bari bize bu defalık."

"Siz biz yok Gülseli farkında mısın? Ben, senin iki bahçe arasına çit çekmene izin verseydim o dediğin tamamdı ama öyle değil. Benim için senin yanına oturduğum her yer bizim." Uykulu gözlerimle güllere yeniden baktığım sırada Sancak penceremden içeri uzattığı elini yanağıma sarkmış saçlarıma götürdü. Elinin içindeki nasırlar yumuşak tenimde varlığını hissettiriyordu. "Uykuyu ne çok seviyorsun sen."

"Sabah insanı değilim," dedim güllerden başımı kaldırıp kızıl lekeli irislerine bakarak. "Sabahları mutlu uyanan insanlara şaşırırım hatta. Neden uyandığı için mutlu olur ki insan?"

"Uyanmak için güzel sebepleri olan insanlardır belki," dedi Sancak gözlerinde dinlenen gözlerimin kuyusuna inerek. "Başka ne için uyanır ki yoksa insan?"

"Senin sebebin ne?" dedim sabah sabah gelen merak duygusuyla. Normalde de Sancak'a dair herşeyi ama herşeyi merak ediyordum zaten üstelikte onu her sabah çok erken uyanmış bulduğumdan kaynaklanıyordu bu durum.

"Sancak, hadi oğlum hazırım ben," diye işittiğim Turgut amcanın sesiyle birlikte Sancak onu görmek için açtığım tül perdeyi hemen çekip uzaklaştı. Cevap verememişti. Henüz uykumu net alamamış olsamda kendimi zorlayarak yataktan kalktım. Anneminde uyandığını odasından gelen seslerden dolayı anlamıştım. Dün akşam Feride Teyze ile annem birlikte kahvaltı yapma meselesini konuşmuş ama nerede olması gerektiğine karar verememişlerdi. Hızlıca odamı toparlayıp üzerime Ayşe'nin diktiği koyu bordo renkli elbisemi giyinip yaka kısmındaki kurdeleyi fiyonk yapıp banyoya koşturdum. Normal zamanlarda köydeyken işten güçten fırsat bulup pek yapamadığım ama yapmaktan keyif aldığım ve hep aynı makyaj tipini yüzüme el alışkanlığıyla uyguladım. Dudak nemlendiricisi ve rimel insanı olabilirdim ama sadece evdeyken, evin dışına çıktığım anda kendimi daha iyi hissetmeme neden olacak şeyleri seviyordum. Uzun saçlarımı ensemde balerin topuzu şeklinde toparlayıp yanaklarıma sarkan iki tutam saç bıraktım. Geceden reçineyle kapladığım yüzüğü sakince kalıptan çıkarıp yüzük parmağıma iliştirdim. Mutlu ediyordu bu miniminicik şey. Tam evden adımı mı attığım sırada Sancak'ın sabah penceremden uzattığı gülleri hatırlayarak mutfağa koşturdum boş olan vazoya su doldurup dibine biraz şeker atıp karıştırdım. Güller bu sayede daha çok kalacaklardı benimle. Odama girip iki güzel gülü içine bıraktım. Benim için kısa annem için uzun süren uğraşlarım sonucunda Ayşe ile birlikte kamelyaya kahvaltı sofrasını kurmaya başlamıştık. Annem ve Feride Teyze dışarıdaki ocaklıkta patates, biber, kabak, patlıcan kızartıyor bir taraftanda fısır fısır bir şeylerden bahsediyorlardı. Annem çok daha neşeliyken Feride Teyze'nin yüzü normal zamanlarda olduğundan çok daha düşünceli duruyordu.

"Sence İlber 6 aylık doğmuş olabilir mi?" dedi Ayşe telefonuna geceden beri düşmüş birçok mesaja bakarken. Yanına gelir gelmez papatyalı yüzüğümü gözüne sokmayı ihmal etmemiştim. Annemlede hemen konuşup içimden taşan tüm güzel duyguları anlatacaktım yoksa çatlayacaktım susmaktan, yalan söylemekten ve Sancak'a istediğim anlarda dokunamamaktan.

"Altı aylık doğmamış," dedim kıkırdayarak. "Tam kırk üç haftalık doğmuş. Teyzem bir ara doğmayacak bu karnımdan askere gidecek diye doktorlara dert yanmış"

"E bu acelecilik nereden geliyor anlamadım ki ben," dedi Ayşe hem kızar gibi hem hoşlanır gibi davranarak. Gözleri telefon ekranına bakarken karşısında İlber abi varmış gibi bakıyordu. Eğer ben de Sancak'a böyle bakıyorsam, ki ona bakmamak için kendimi hep alakasızca erik ağacına bakarken buluyorum, çok ama çok belli oluyordu.

"İkizler burcu ya oradan geliyordur bu acelecilik," dedim kikirdeyerek. Ayşe terazi, İlber abi ikizler burcuydu ve garip sayılabilecek şekilde iyi anlaşıyorlardı. Bence bir garipliği yoktu ama ikisinide iyi tanıdığım için farklı şeyleri çok sevdiklerini bildiğimden birbirlerine olan bu özverileri garip ama hoş geliyordu gözüme. Sevmek belkide bu kadar basitti; doğru zamanda doğru insanla olmaktı.

"Olabilir," dedi Ayşe omuz silkerek. "Yinede mükemmel bir insan olduğu gerçeğini asla değiştirmez. Hem ikizler olmak birine bu kadar mı yakışır?  Yakışıyor adama herşey gibi. Bir kere ikizlere dengesiz diyenler kendi dengesizdir hiç dengesiz falan değil." Tek nefeste kurduğu cümlelerle gözlerimde uyku namına bir şey bırakmamıştı Ayşe. İlber abiden de sık sık buna bemzeyen cümleler duyduğumdan onların sürekli olarak flört eden bir çift olmalarına alışmıştım.

"Tabii o kadar yol gittikten sonra geri dönüp seninle evlenmek istediğimide ben söyledim," dedim kıkırdamaya devam ederek. İlber abi kesinlikle dengesiz değildi ama Ayşe'yi delirtmek şahaneydi ve bunu en iyi İlber abi sayesinde yapabiliyordum.

"Dua ediyorum ki abim gibi boğa burcu değil," dedi göz devirerek. "Sen yat kalk abimle nasıl baş ederim diye düşün."

Ayşe'ye çemkirmek için başımı çevirdiğim esnada Turgut Amcanın ve Sancak'ın arabadan indiklerini arka koltuktan da bastonuna dayanarak Selvinaz halamın indiğini gördüm. Sancak arabadan iner inmez gözünü bizim eve dikmiş dikkatle bakıyordu. Ön yolcu koltuğundan çıkmış olan Turgut Amca Sancak'ın yanına doğru ilerleyerek dirseğini koluna değdirdi. Sancak sanki o dokunuşu bekliyormuş gibi babasına çevirdi gözünü ve hiç ummadığım bir şey yaparak başıyla içinde durduğumuz kamelyayı işaret etti Turgut Amca. Sancak, babasının işaret ettiği yere yüzünü çevirdiği anda gözgöze geldik; dudaklarında minik bir kıvrılma oluştu anında uykusuz sabahıma güneş gibi doğan. Kalbim, onu uzun zamandan beri görmüyormuşta sanki şu anda yılların özlemini yalnızca bakmakla çıkarıyormuş gibi atıyordu. Sımsıkı sarılmak istiyordum.

"Gelmişler," diye işittiğim sesle irkilerek bahçenin diğer kıyısından ellerinde kızartmalarla dönen anneme ve Feride Teyzeye baktım. Feride Teyze kocasına bakıyordu doğrudan. Yıllar onları eskitememişti belli ki. Kamelyanın basamaklarına yanaştıklarında yine kenara ayaklarındaki terlikleri çıkaracaklar ve çıkacaklar zannederken servis tabaklarına doldurdukları kızartmaları uzattılar. "Hadi kızlar bayramlaşmaya," dedi Feride Teyze ve olduğum yerde donup kalmama neden oldu. Aile arası bayramlaşma yapmayalı seneler oluyordu. Babamın gidişinden sonrada hep çalıştığımdan eksikliğini hissettiğim şeyler kolay kolay hatrıma gelmiyordu. Hâlâ toprak zeminde duran anneme baktığımda sanki etine yapışan bir şey varmış gibi derisini kazıdığını gördüm. Buraya geldiğim için ilk kez bu kadar pişman ve yalnız hissetmiştim. "Anne," dedim çaresizliğimi gizleyerek. Midemde aniden oluşan yanmayla elimi hemen o bölgeye götürüp tahta basamakları indim hızla. "Midem çok kötü," dedim annemin kulağına doğru. "Eve gidip gelsem iki dakikada olur mu?"

"Sabah bir şeyin yoktu," dedim telaşını bariz gözlerinden belli ettiği haliyle. Arada midemin yandığını ve kolay kolay geçmediğini biliyordu. Migren haplarını yutmadan saatler önce mide koruyucusu yutmazsam ağrılara sebep olacağını öğrenmiştik yaşayarak. "Aniden oldu. Gidip hap alıp gelsem."

"Hapın var mıydı Gülseli?" derken elini alnımda ve ensemde gezdiriyordu. Biraz uzaklaşmak hatta kalabalık bir bayramlaşma yaşamak istemiyordum. Herkesle ayrı ayrı bayramlaşmak kalabalık ortamdan çok daha kolay geliyordu. "Var." Annemlerin yanından hızlıca adımlarken halam ağır adımlarla yaklaşıyordu keskin gözleriyle beni izlerken.

"Nereye kız?"

"Eve gidip geleceğim hala," dediğim sırada halamın arkasından yavaş yavaş yürüyen Sancak taş yoldan çıkıp toprak zemine basıp hemen karşıma geçti. "Hayırdır Gülseli." Dimdik duruyordu karşımda sarsılmaz bir dağ gibi. Ellerinin dört parmağını pantolonun cebine sokuşturup konuşmamı bekleyen bir tavırla yüzüme bakıyordu. İstemsizce dudaklarımı oynattım.

"Evden bir şey alıp geleceğim." Yan tarafından geçip güllerle dolu olan bahçeye geçmek istediğim sırada adımını arkaya doğru atarak yine önümde durdu. Sesinin tonunu kısarak konuşmaya başladı. "Hep birlikte bayramlaşalım sonra ne lazımsa ben getiririm." Güzel gözlerini kısarak kurduğu cümle kulağıma yumuşak bir tınıyla ilişiyordu. Onun belki de en sakin çıkan ses tonuydu ve istek doluydu.

"Sen niye beni rahat bırakmıyorsun be!" dedim midemdeki şiddetli olduğunu söylediğim ama aslında daha beterlerini yaşadığım ağrıyı bahane ederek kaçma girişimlerimi bertaraf eden Sancak'a.

"O işi geçeceksin fıstık... Bir kere evet dedin mi? Dedin. Dönüş biletlerini dün birlikte yaktık." Aramızdaki tek adımlık mesafeyi alt edip gözünü kırptı ona çok yakışan mimikleriyle. Kolunu omuzlarıma attıktan sonra biraz kuvvet uygulayarak kendisine uydurmaya çalıştı bedenimi. "Ne kadar gıcık biri olduğunu söylemiş miydim?" derken sesimi herkes net şekilde duyabiliyordu artık. Israr etmekten asla bıkmıyor tuttu mu onu yerinden sökmeden bırakmıyordu.

"Bin kere falan." İltifat almış biri gibi sırıtan ifadeyle kolunu omzumdan çekme gereği duymadan yürüyordu. Feride Teyzenin gözleri diğerlerinden çok daha belirgin şekilde ikimize sıkça değiyordu. Selvinaz halamın öksürük sesiyle yerinden irkilerek  oğluna son kez umutsuzca bakarak yönünü çevirdi. Kolunu omzuma atmış Sancak'da annesinin gözlerindeki ifadeyi benim gibi okumuştu muhtemelen. Derin bir nefes alıp annesinin kendinden başka yöne kayan yüzüne tam bir gülümsemeyle baktı.

"Kız hala, bu yıl harçlıkları eurodan versen keşke." Halam ekşittiği suratını Ayşe'ye çevirip yeleğinin içine kendi eliyle diktiği iç cebinden paralarını çıkardı. "Veririm ama kendine güzel güzel çeyiz al emi."

"Alırım alırım merak etme." Derdi ne parçaydı ne başka birşey sadece halamla uğraşmayı seviyordu. Turgut amcanın halamın elini öpmesiyle başlayan aile bayramlaşması başlamıştı. Yıllardır böyle şeyler yaşamıyor olmak öldürüyordu o güzel hisleri. Sıranın sonunda Ayşe ve ben vardık.  Halamın elini, Turgut amcanın elini, annemlerin elini derken sıranın sonundaki Sancak'a gelmiştim. Hiçbir zaman halamın oğlu Tufan abiyle sarılmadığım için alışkanlıkla sadece iyi bayramlar dileyerek benim için stresli olan tarafı atlattığımı sandım.  Önünden hızla geçtiğim Sancak sağ elini Ayşe'ye uzattığı gibi bana da uzattı. 

"Ne?" dedim hayretle çıkan sesimle. Elini neden  öpecektim ki? Üstelik herkes durmuş bizi izliyordu. Gözleriyle bana doğru uzattığı elini işaret etti. Yüzündeki ifade az evvel neden önüme geçtiğini gösterir cinstendi. "Niye öpeyim ya ben senin elini?"

"Olmaz ama öyle. Ben büyüğüm," dedi böbürlenerek çıkardığı sesiyle.

"Harçlıkta verecek misin?" derken gözlerimi devirmeden edememiştim.

"Tabii ki," dedi Ayşe'den dolayı alışkın olan yanıyla. Diğer elinde tuttuğu parayı gösterip yeniden elini işaret ederek. "Yemin ederim senin kadar yaşlanma meraklısı görmedim ben."

"Yoo.. Ne meraklı olacağım yaşlanmaya. Şurada mis gibi bayramlaşıyoruz. Hem ben daha evleneceğim." Ağaç dallarının arasından sızan gün ışığı uzun kirpiklerinin gölgesini yanağına düşürüyordu. Kızıl renkli dudaklarında ufak ama gözlerine yansıyan güzel bir kıvrılma vardı. Geniş omuzlarını örten gömleği nefes alış-verişlerinde kıvrımlarını ortaya çıkarıyordu. Eğlendiğini görebiliyordum vücut dilinden.

"Bence hiç evlenme planı falan yapma," dedim onun gibi şeytani bir gülüşü yüzüme kondurarak. Hâlâ öpmemi beklediği elini işaret ettim. "Bu gidişle o iş yaş gibi gözüküyor. Biraz geriden geldiğini anlarsa yazık olur." Yüzündeki gülüşten zerre vazgeçme olmadan elini gösterdi yine.  "Orasıda benim sorunum artık sen merak etme." İnat etmekten asla vazgeçmeyen, annesinin zararlı dediği ne varsa market arabasına doldurmayı başarmış bir çocuğun zaferi vardı gözlerinde.

"Sen de benim elimi öpecek misin?" dedim vazgeçmesini son kez umut ederek.

Dilini damağına vurarak cık sesi çıkardı inatla. Herkesi beklettiğimiz yetmiyormuş gibi sıcacık patatesler soğuyacaktı. Soğuk patatesten hiç hoşlanmayan biriyim ve Sancak elini öptürene kadar bu kısır bir döngüye girecekti. Sancak'ın bana uzattığı sağ elinin içine sağ elimin içini koyarak dudağıma yaklaştırdım aklıma gelen fikri hemen uygulamaya koyarak elinin üzerine narince dudaklarımı değdirip elini geri bıraktım. "Oldu mu prenses?"

"N'aptın?" dedi Sancak gülmemek için  dudaklarını sıkarken.

"Elimi öp demedin mi? Öptüm işte."

"Alnına koymadın."

"Alnına koy demedin ki. Elimi öp dedin. Neyse boşver seneyede alnıma koyarım." Sancak yeniden laf yetiştiremesin diye arkama dönüp tahta basamakların kenarına sandaletlerimi çıkardım. Selvinaz halamın kikirdemelerine eşlik eden diğerlerinin sesinide duyabiliyordum.  Basamağa ilk adımı atacağım sıra Ayşe'den işittiğim sözlerle geriye döndüm.

"Üzülme abim, bak hiç yapmam demiyor en azından. Bakarsın Kurban Bayramına başladığı işi tamamlar." Arkama döndüğümde Sancak'ın elindeki paraları cebine keyfi kaçmış halde sıkıştırdığını, yüzünde ise gülen fakat yinede burukluğunu fark ettiğim hal vardı. Kıyamadım. Ben zaten buruk geçiriyordum son yıllarda her bayramı o geçirsin istemedim.

"Anne saçlarımı örme ne olur bugün." On iki yaşındaydım ve Sancak bayram tatilinde yanımıza gelmişti. İçim kıpır kıpırdı. Beraber büyümüş olmak mıydı onu çok sevme mi çok bekleme mi sağlayan şey yoksa birlikteyken geçirdiğimiz o güzel zamanlar mıydı bilmiyorum. Sonuç her ne olursa olsun Sancak'ı deli gibi özlediğim gerçeğini değiştirmiyordu. Babamın aldığı koyu yeşil elbiseyi giyip oda da kendi etrafımda üç tur attıktan sonra uzun saçlarımı aynanın karşısında şekillendirmeye çalışıyordum.

"Yüzün tertemiz ortaya çıkıyor ama öyle."

"Böyle daha güzelim ama büyümüş gibiyim."

"Büyümek zannettiğin gibi her zaman güzel bir şey değil ama kuzucuk."

"Bence güzel," dedim aynadaki aksimi beğeniyle süzerek. "Neden kötü olsun ki?"

"Hayat zannettiğin gibi kolay olmadığından olabilir mi kuzucuk?"

"Sancak var," dedim ona olan inancımı hep olduğu gibi koruyarak. "O, en zor matematik problemlerini bile çözüyor sonuçta. Zor şeyler olursa Sancak hemen halleder."

"Sancak'ın kendi hayatı, kendi evi, kendi ailesi olunca ne yapacaksın?"

Annemin söylediği sözler kafamda yankılanıyordu adeta. Sancak'ın günün birinde kendi evine gidecek olması durumunu hiç düşünmemiştim şimdiye dek ve kafamdaki çarkların aniden durduğunu o anda farkettim. Aynı evde yaşayan insanlar nasıl olurdu da bir gün ailen olmaktan çıkabilir, nasıl olur birbirlerinden başka aileler için ayrılabilirlerdi bilmiyordum. Gülseli babannem, annnem, babam, Turgut amca, Feride Teyze, Sancak, ben ve Ayşe aileydik zaten. Hiç birbirinden ayrılan aileler görmediğimden bu kavram kafamı epeyce oyalamış çarklarımın dişlilerini kırmıştı. En nihayetinde karyolanın pileli eteklerini düzenleyen anneme verecek en doğru cevabı bulmuş gibi konuştum.

"Sancak'ın ailesi ben olsam olmaz mı?"

Pileleri düzleyen annem sakince başını kaldırdı. "Hadi aşağıya inelim. Bayramlaşma başlamaz biz inmeyince."

Annemle beraber üst kattan alt kata indiğimizde demir somyaların tekinde babamın ve Sancak'ın diğer tekindeyse, Turgut amcanın ve Gülseli babaannemin oturduğunu gördük. Ayşe de annesiyle birlikte merdivenlerden indiğinde en büyükten başlayarak el öpüp kucaklaşarak bayramlaşmaya başladık. Annem babamın elini öperken Feride teyze Turgut amcanın elini öpmüştü. Sevdiklerime dolu dolu sarılırken sonsuza dek böyle süreceğini zannediyordum bu mutluluğun. En son Sancak'la bayramlaşmam gerektiğinde o kollarını açarken elini tutup önce dudağıma sonra alnıma götürmüştüm. Gülseli babaannem onun büyük olduğunu söylediğinden elini öpmemiz gerektiğini sıkça söylerdi ama ben ilk kez o gün kendi irademle öpmüştüm. 'Büyüdün artık erkeklerle oyun oynama. Erkeklere sarılma.' diye birçok nasihat duyduğumdan sarılmadan yanından geçecektim.

"Hani daha bayramlaşmadık ki," diye itiraz eder sesini duyduğumda yutkunarak güzel gözlerine baktım. "Dede miyim de elimi öpüyorsun hem." Sancak kolumu tuttuğu gibi kendisine çekip sımsıkı sardı etrafımı. Bayram işte o anda bayram olmuştu.

Basamağa adımımı beynimde canlanan anılar nedeniyle atmaktan vazgeçerek arkamdaki adama yüzümü döndüm. Dün gece tekrar mesaj atmaz diye telefonu gece lambasının yanına bırakıp annemin yanına gittikten sonra 'iyi geceler' dileyen mesajlar atmış ama ben ancak sabah görebilmiştim. Neredeyse her gece ilk uyuyan ben olduğumdan Sancak'ın mesajlarını sabah uyandığımda görebiliyordum. Kalbim vicdan azabıyla sızlasada elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyordum. Sancak çünkü her koşulda en çok mutlu edecek yolları aramaktan çekinmiyordu. Bunu da birçok defasında bana yaşatabilmek adına elinden gelenin en iyisini yaparak gösteriyordu. Basamağa çıkmaktan vazgeçip arkamdaki Sancak'ın yanına gittim kolunun altında Ayşe vardı. Her koşulda birbirlerini teselli edecek sözleri o anda fısıldamaktan kaçmıyorlardı. Kardeşliğin nasıl olduğunu bilmiyor olmak diye bir şey vardı ve ben tam olarak onu her dakika hissediyordum.

"Uzat elini," dedim kolunun altında duran kız kardeşine kaşlarımla çekil işareti verirken. Bugün anneme olan biten her şeyi söyleyerek Sancak'ın rahatlamasını sağlayacaktım. Hatta kuşkusuz en çokta ben rahatlayacaktım bu süreçte. Annemin Sancak ile ilgili olumlu düşündüğünü biliyor olmak zaten omuzlarımdaki o gerginliği almıştı. Ayşe abisinin kolunun altından çıkarken aleni şekilde dilini çıkardı bana ve tabii ki altında kalmayıp dilimi çıkararak karşılık verdim. Ayşe'nin kolunun altından çekilmesine rağmen elini bana uzatmayan Sancak'a doğru elimin içini uzattım. Yüzü doğrudan yüzüme bakıyordu. Elimi farketmesi için biraz yükselterek sallayıp yeniden indirdim. Sancak kendisine doğru uzattığım elimin içine bakarken epoksi reçinesiyle kaplanarak yaşamına devam eden yüzüğü farketti. Önce ne olduğunu anlamadığından yüzünü dikkatle izleyen bana çevirdi gözlerini. Sadece dudaklarımı oynatarak, 'ben yaptım' dedim. Yüzünü saran buruk gülüşün yerini nehir gibi berrak bir gülüş kapladı. Sağ elini elimin içine bıraktı. Sanırım gerçekten bunu yapmamı istiyordu.

"Normalde el öpmekten hiiiiiiç hoşlanmam," dedim i'yi olabildiğine uzatarak. "Kırılma diye öpeceğim bu seferlik."

"Ay bunu video kaydı yapacağım," dedi Ayşe. O da olmasa ne videomuz ne fotoğrafımız olacaktı ama neyseki her anı fotoğraflamayı unutmayacak delilikte biri etrafimızdaydı.

"Hayır bunu çekme ama," diye itiraz ederken çoktan video kaydına başlamıştı.

Biraz elini yükselterek biraz başımı eğerek verdiğim açıyla az önce olduğu gibi dudaklarımı elinin üzerine dokundurup sonra alnıma götürdüm. Elimi avuç içinden ayıracağım sırada parmaklarıyla iyice kavrayarak kendine çekti. Annem ve diğerleri tahta basamakları çıkıyordu bu esnada ve durup bizi izlemiyor olmaları bir nebze olsun iyi hissettiriyordu. Beni kendi bedenine çekerken kendiside bana yaklaştı ufak bir adımla. Kollarını Ayşe'ye sardığından biraz daha gevşek sararak bedenlerimizi birbirine tam olarak bastırmadı. Çenesini kaplayan sakalları alnıma değiyordu. Dün sımsıkı sardığı kolları bugün gevşekti ve bunun beni rahatsız hissettiriyordu. Sonra bende ona kollarımı sarıp fısıltıyla konuştum. "Daha sıkı sarılmalarını seviyorum."

"Dün sen annenle konuşsaydın sevdiğin şeyleri daha kolay elde ederdin," dedi o da aynı fısltıyla ve kamelyadakilere hızlı bir bakış atıp yüzüme dudaklarını değdirdi. Kollarını bedenime dokunan bedenimden koparırken yeniden sessizce konuşmaya başladı. "Makyaj yapma hiç hoşlanmıyorum."

"Tamam sana makyaj yapmam," diyerek baş parmağım ve işaret parmağım arasına yüzünü sıkıştırıp elimi çekmedende yüzüne avuç içimi yarı alayla iki sefer kondurup çektim.

"Lan Sancak," dedi halam keyifli keyifli gülüp en sevdiği köşesine kurulurken. "Elini bu seferlik öptürdün bakalım da kurban bayramına yanında olacak mı? Hem sen hani kıza harçlık verecektin, versene."

Ahşap basamakları bu defa arkama bakmadan çıkıp annemin yanındaki boşluğa iliştim. "Hala, Sancak niye bana harçlık versin Allah'ını seversen?"

"O niye elini uzatıyor o zaman harçlık vermeyecekte!" Yüzünü merdivenlerden henüz çıkıp yanımdaki boşluğa oturan Sancak'a dikti. "Eyşan'a hiç elini öptürdün mü Sancak?" Tarık abiyle Çiğdem ablanın kızı olan Eyşan, Sancak'ın öz amcasının kızı oluyordu ve benden yaş olarak küçüktü.

Sancak cevap vermek yerine ikimizin arkasında kalan çaydanlığı yaklaştırıp demliği eline aldı. Ahşaptan olan kısa bacaklı masanın üzerine dizdiğimiz bardaklara çayı dökmeye başladı. Yüzünde garipseyemediğim hatta artık çok alışmaya başladığım azıcık kıvrılmış olan dudaklarını gördüm. Bardaklara eşit dökmediği çayları muhtemelen kafasında ayarlayarak dökmüştü birinin dibinde göstermelik bir dem, iki bardağın yarıdan fazlası dem ve kalan dört bardağın ise ince bel kısmına gelmeden bir parmak kala doldurmayı bırakmıştı. En açık çayı halam içiyordu. Koyuları Turgut amca ve Sancak, diğerlerini ise Ayşe, ben, annem ve Feride Teyze.

"Cevap versene saman altından su yürüten. Sen bu saftirikleri kandırabilirsin ama beni kandıramazsın. Sen bizim Gülseli'yi mi seviyorsun?" Demliğin dopdolu olan altını elime aldığım sırada duyduğum bu soruyla kalbimin gümbürtüsü kulaklarımı dövüyordu. Bileğime ağır gelen çaydanlık altını ikimize birden dökmemek için diğer elimle bileğime destek verdim. Yanaklarıma ateş basmıştı resmen. Feride Teyze böyle soruları duyunca annemden cekiniyor olacak ki yerinde huzursuzca kımıldanıyor halama da elini kondurup susması için uyarıyordu.

"Kimi niye kandırayım hala?" Sancak elimle destekleyerek boşalttığım çaydanlık altına uzattı elini. "Ver bana."

"Tamam bitti bile," diyerek kalan son dört bardağın üzerinde gezdirmeye başladım elimi. Sancak tetikte, elini hiç indirmeden bekliyordu bir beceriksizlik etmemem için.

"Kandırmıyorum siz körsünüz mü diyorsun bize?" dedi halam çatalıyla ilk lokmasına uzanırken. Kimsenin benim deli gibi atan kalbimden haberinin olmaması ve rahatça konuşmaları bile heyecandan ölmeme neden oluyordu. "Canın ne istiyorsa öyle düşün diyorum halam iyi mi?"

"İyi değil," dedi halam merakına yenik düşmüş ses tonunu bize hissettirecek kadar düşürerek. "Eyşan'a elini öptürdün mü hiç ya da halalarının kızlarına?" Sancak'ın halalarını uzaktan uzağa biraz olsun biliyordum ama bu birini tanıyorum demeye yetecek kadar büyüklükte bir tanışıklık değildi. Ayşe'den duyduklarım ise Şengül halamın kapasitesinden hatrı sayılır derece yüksekte kişiler olduğuydu. Ailenin en çirkefi halam, en işe yaramazı Tarık amcaydı. Halaları ise kendilerince sıkıntıları olan ama yinede pek yakın olamadıkları kişiler olarak kalmışlar hayatlarında. Halam, Sancak'ın cevap vermeyeceğini anladığı anda aynı sorunun benzerini bana yöneltti.

"Sen hiç o Tufan'ın elini öptün mü Gülseli?"

"Ne halamın, ne de o Arizona kertenkelesi kılıklının elini öpmedim," dedim yüzümü buruşturarak. Ne zaman adlarını ansak mutlaka iki saat geçmeden evimize damlayıp bize iki hafta yetecek derdi pompalayıp gidiyorlardı. Çaydanlığın altını nihalenin üzerine bıraktığımda Sancak'da sofraya bıraktığı demliği kavrayıp üzerinden dumanlar tüten çaydanlık altına bıraktı. "Hem sen niye halamın lafını açıyorsun hala ya. Bilmiyorsun sanki kadının hissedip iki saate damladığını."

Annem gülümseme dolu suratını buruşturup elini yemenisinin altında kalan kulağına götürüp sonrasında da yumruk yaptığı elini ahşap sofraya tıklattı. "Aman Allah korusun. Bu sefer halanla karakolluk oluveririz vallahi Gülseli."

"Şengül de kimselere benzemiyor gerçekten. Yaygaracalık mı dersin, çirkeflik mi dersin hepsi onda. Halbuki her istediğide oldu." Feride Teyzenin ilk kez biriyle ilgili uzun uzun konuştuğunu duyuyordum. Ne zaman bu kamelyada ya da bizim kamelyada otursak konu mutlaka eviyle çevresindekilerle ilgili oluyordu. En çok benzemekten korktuğum kişi kuşkusuz ki halamın ta kendisiydi. Etrafında tek bir komşusu bile olmayan kişiydi. Misafirden de pek haz etmezdi gerçi. Evinin camlarını hemen her gün siler, kapıları haftası gelmeden çamaşır suyuyla banyo yaptırır, evine ne zaman uğrasak birden fazla deterjan kokusu yüzümüze vururdu. Annemden de en çok bu sebepten hoşlanmazdı zaten 'Evin pis. Sokak sokak gezeceğine evini temizle. Abimin iş yerine tozdan girilmiyor ne biçim kadınsın!' demeleriyle babamla aralarındaki ilk kopma yaşanmıştı. Halbuki annem evi her gün süpürür siler, yemeğini erkenden yapar, arta kalan zamanda mutlaka babama yardım ederdi ama tüm bunları yaparken bokunu çıkarmadan yetecek kadar yapar, elimde uğraş olsun diye de belediyenin kadın lokaline gidip mutlaka yeni hobiler edinmeye çalışırdı. Hayat ne sarı bezden, ne tuvaletlere akıtılan çamaşır suyundan ibaret değildi neticede ve annem günün yirmi dört saatinde yalnız eş ve sorumluluğunu hiç atamadığı anne olup dopdolu bir sinir küpü gibi gezmiyordu ortalıklarda. Dışarıda ne kadar sosyal olursa bize ayırabildiği o vakitte daha mutlu oluyordu. Halamında akli melekeleri bu noktada çalışmıyordu. Babam da kardeşi ve karısı arasında bir seçim yapmak istememesine rağmen halamın babama yaptığı son şeyle ilişkileri yok denilecek seviyeye gelmişti.

"Aman işte o da öyle bir manyak," dedi annem gözlerini sanki halam bir yerlerden fırlayacakmış gibi etrafta gezdirerek.

"Şengül'ün akli melekeleri yerinde değil diyorum ben hep ama," dedi Turgut amca içimden geçenleri cesurca dile dökerek. Kopkoyu demli olan çayına şeker atmamasına rağmen içindeki kaşıkla iki tur çevirip kaşığı yerinden çıkarıp kenara bıraktı.

"Amcam da akli melekeleri olmayanlardan baba," dedi Ayşe laf sokan bir edayla. "Ama sen akli melekesi olmayan birine kandın yok yere."

"Açma be kızım eski mevzuları," dedi Turgut amca kaşıyla yanında oturan karısını işaret ederek.

"Valla Allah ömür verdiği müddetçe dilimdesin. Söz veremem yani," dedi yüzünü buruşturarak ve sonunda da öldürücü hamleyi yapan biri gibi, "Sorry," dedi.

"Söri ne kız Ayşe?" Halam kulaklarını kapatan yemenisinin ön tarafını açıp açılan yerden kulaklarını dışarı çıkarıp sonrasında da yemeniyi kulaklarının arkasına sıkıştırdı. "Aman kaçırma," dedim kısık sesle kendi ekmeğimi ararken. Sancak diğer tarafında olan ekmek sepetinden ekşi mayalı ekmekten iki dilim alıp benim önüme bıraktı. Sonra yine benim uzanabileceğim yakınlıkta olan ama muhtemelen çaprazımda kalıyor diye uzanmaktan vazgeçeceğim kabuksuz cevizlerden bıraktı. İşte benim gibi salakları mutlu etmek bu kadar kolaydı. Dışarıdan buz gibi olduğumu biliyordum ama bir anda laylaylom olabilen kişilerden olamıyordum. O buzdan duvarlar kırıldığında yüreğimdeki ateş ruhumu çok yakar diye korkuyordum. Hep bu yüzdendi temkinli olmam.

"Ne diyosun Gülseli ımıl ımıl? Açık de biz de duyalım." Meydan okur vaziyette gözlerime bakan halamla hiç tartışmak istemiyordum ama o bu ritüeli yerine getirmeden rahatlamazdı biliyorum.

"Bugün diyorum çok güzel olmuşsun yoksa Şakir amcanın köye geleceğini mi duydun?"

Halamın yüzü ilk tokadını yiyen jön gibi şaşkınlık içindeydi. Annem ve diğerleriyse hem gülüp hem yalandan sus diyorlardı.

"Sen kendine bak asıl sosyetik!"

"Esans sürmüşsün, geriliklerini giymişsin, kışın AVM'den aldığımız deri ayakkanbınıda kutusundan çıkarabilmişsin. E bu da demek oluyor ki senin bu adamda gönlün var," derken mimiklerimlede destekliyordum anlattıklarımı. Hemen bana destek olmak isteyen Ayşe atıldı halama konuşma fırsatı vermeden.

"Zaten kınada kına, kınada kına diye tutturunca ben anlamıştım bir şeyler olduğunu."

"Yaaaa," dedim destek veren Ayşe'den başımı inançla halama dönerek. "Gördün mü herkes farkında."

Kamelyaya yaslanmış olan sırt yastıklarının yanına bıraktığı bastonunu eline aldı halam. "Hadi bir daha deyin bakalım Şakir diye," dedi tehdit eder gözlerle Ayşe ile ikimize bakarken. Aramızda kalan Sancak'ın gövdesinin izin verdiğince birbirimize bakarak sessizce üçe kadar saydık. Sonra aynı anda halama dönüp, "Şakir," dedik kahkahalar eşliğinde. Bize yirmi dört saatin yirmi dördünde 'evde kaldılar, ev kuşu oldular, turşu mu kuracağız' derken ne kadar mutluysa biz de ona Şakir amcayı hatırlatırken mutluyduk. Kısasa kısastı.

"Emme ben size sorarım," dedi elindeki bastonu bir bana bir Ayşe'ye doğru uzatırken. Bastonu laf olsun diye almıyordu eline denk getirdiği yere ciddili ciddili vuruyordu. Ayşe de ben de vücutlarımızı geriye çeksekte bazı hamleleri yerini buluyordu. "Hala dur, tamam." Sancak hem halamın bastonunu almaya çalışıyor hem darbe kime gidecekse onu korumaya çalışıyordu. En sonunda halamla baş edemeyince benim ve Ayşe'nin kafasını sırtına gelecek şekilde elleriyle ittirip kendini öne doğru çıkardı. "Ver hala bastonu. Bak bir yerlerine gelecek sonra sen üzüleceksin."

"Onlarda beni üzüyor," dedi şikayetçi tonda ama eminim bizim kadar eğleniyordu.

"Sen de niye bu kadar giyinip süslendin kıskandılar işte," dedi orta yolu bulmaya çalışan aracı gibi sesini yumuşatarak. "Senin kadar güzel olmadıklarından üzüldüler işte." Ayşe abisi konuşurken işaret parmağıyla ikimizi göstererek şaşkınca gözlerini irileştirdi. 

"Ne müsanebet Hakim Bey," dedi Ayşe abisinin arkasından hışımla kendini çıkararak. "Kim çirkinmiş? Biz mi? Allah çarpsın istiyorsunuz heralde." Küt saçlarına eliyle havalandırıp omuzlarını cilveyle oynattı.

Herkesin arada heyecanla yapabileceği kelime yanlışlarını Ayşe kendisini gururla savunurken yapmış beni ve diğerlerinide henüz dindiremeğimiz kahkahaya yeniden boğmuştu. Kendisine güldüğümüzü anlamadığından etrafına kesik kesik bakışlar atıyordu en son gözleri bana değdiğinde, "Ne müsanebet?" dedim onun gibi heyecanlı heyecanlı.

"Ay öyle mi dedim? Münasabet olacaktı ama orası be!" dedi elinin içini alnına kederleniyormuş gibi vurarak. "Sorry millet."

Yemek boyunca Sancak'ın dizi dizime dokunmuş, kendisi için kopardığı ekmeğin bir kısmını benim önüme bırakmış ve yumurtalanmış menemenin üzerindeki yumurtaları kendi önüne çekişlerine şahit olmuştum. Kendimi o anlarda özel biriymiş gibi hissediyordum. Sevilmeyi hak eden biri gibi. Halamla olan tartışmamızda Sancak'ın elinden bastonunu çekip almasıyla son bulmuştu yine Sancak'ın cevapsız bıraktığı, "Sen Gülseli'ye çirkin mi dedin şimdi?" sorusuyla. Bu zamana kadar hiç merak etmediğim bu soruyu halam sayesinde deliler gibi merak ediyordum artık.

Kamelyadaki sofrayı toparladıktan sonra Ayşe ile birlikte onların mutfakta bulaşıkları makinaya dizmeye başladık. Turgut amca ile Sancak sinyali giden televizyonla uğraşıyorlardı. Annem ve Feride Teyze de bizim ev daha serin diye şerbet döktükleri tatlılara bakmaya gitmişlerdi. "İlber aradı," dedi Ayşe köpüklü elleriyle mutfak kapısından başını uzatıp abisine ve babasına bakarak. Ses tonunu düşürüp yeniden mutfak tezgahına yaklaştı. "Babamı aradı yani," diye kısa bir düzeletmeden sonra konuşmaya yeniden koyuldu. Gözlerindeki huzuru tarif etmem mümkün değil. Mutluluğunuda mutsuzluğunuda hemencecik yüzünden okuyabildiğiniz kişilerdendi. "Ne dedi?" dedim aslında ne dediğini zaten bilerek.

"Bayramın üçüncü günü geleceğiz eğer müsaitseniz dedi. Babam da buyrun dedi. Gülseli çok mutluyum biliyor musun? Gerçi biraz da çekiniyorum." Ciflediği demliği kulpundan tutarak lavabonun içindeki çelikleri durulayan bana uzattı.

"Neden çekiniyorsun?" dedim uzattığı demliği az açtığım suyun altında durularken.

"Adamın yıllardan beri yaptığı çok iyi bir işi, iyi bir çevresi, ne bileyim imkan olarak çok daha iyi standartlara sahip olması falan korkutuyor biraz. Biliyorsun ne atanabildim ne istediğim gibi bir yer bulabildim. Gerçi bulabilsemde alacağım para muhtemelen onun kazandığının yüzde ikisi falan olur heralde." Leğenin içindeki köpüklü suyu lavoboya döktükten sonra gözlerini yumup yüzüne saf bir gülüş oturttu. "Ay korkuyorum galiba ben."

"İlber abi öyle biri değil ama biliyorsun değil mi? Bunlara önem veren biri olsaydı annemi bulmak konusunda bu kadar ısrarcı olmazdı. Hadi başta bilmiyordu diyelim; bulduktan sonra da sanki araya onca yıl girmemiş gibi davrandı. Böyle takıntıları olan biri değil. Yani tanıdığım kadarıyla değil." Ayşe'ye deliler gibi hak vermeme rağmen onu rahatlatmanın daha iyi bir seçenek olduğunu düşünüyordum. İlber abi maddiyatçı değildi ama onun oturttuğu düzene sonradan dahil olacak olmak hayat arkadaşı olacak Ayşe için kuşku verici olabilirdi.

"Kim tanıdığın kadarıyla öyle değil?" dedi mutfak kapısına kolunu yaslamış vaziyette konuşan Sancak. Yüzü parlıyordu. Muhtemelen nemli hava terlemesine neden olmuş, çok erken saatte uyanmamanın verdiği yorgunluk yüz hatlarına binmişti. Yüzüne bakarken istem dışı gülümsediğim çok az insandan biriydi. "İlber abi."

Cevabımı duyar duymaz kaşları havalanıp alnına yükseldi kısa süreliğine. Konu şu aralar hep aynı kişi olduğundan olsa gerek şaşırmamıştı. Arkasından elinde alet çantasıyla Turgut amca gelip Sancak'ın kapadığı kapı çerçevesinin arkasına dikildi. "Şunları yerlerine koyuver kızım." Sancak babasının geçmesi için kolunu çerçeveden çekerek koridora yöneldi muhtemelen odasına gitmişti. "Baba şu alet çantasını mutfağa yük yapma diyorum ama hep," dedi çantayı elinden alıp tezgahın altındaki tüpün durduğu dolabın önüne eğilen Ayşe. "Hep toz tutuyor."

"İyi de bunlar ev için kullandıklarım hep lazım olanlar."

"Ama bu beni ilgilendirmiyor baba. Başka yer bul. Bugünlük bayram diye koyuyorum bir dahakine asla koymam haberin olsun." Tüpün arkasına alet çantasını iyice gizledikten sonra eğildiği yerden doğruldu. Turgut amca doğrudan dolan gözleriyle Ayşe'ye bakıyordu. Kızını çok seven, onu her koşulda koruyup kollamak isteyen bir babaydı. Ayşe'yi olduğu gibi kabul eden istediği olmuyor diye sırt çeviren biri değildi. İlber abiyle ilgili her meseleyi korkmadan çekinmeden anlatabiliyordu Ayşe ve bunu yaparken zerre kuşkusu duymuyordu. Ayşe kendisini dikkatle inceleyen babasına gözleri kısılana dek gülümseyip yüzünü iki yana 'ne oldu' der gibi salladı.

"Bir dahakine sen olacak mısın bakalım..."

"Niye olmayım? Ben hep bu evin kızı olmayacak mıyım?"

Turgut amca o koca cüssesinden hiç beklenmeyecek şekilde çabuk duygulanıyordu ve hemencecik gözleri doluyordu. Ayşe babasına, Sancak annesine benziyordu bazı konularda. "Her zaman hem de." Turgut amca daha fazla konuşmak isterdi belki ama sanırım benim oradaki varlığımı incitmemek adına susuyordu. Beni birbirlerini seven insanlar incitmiyordu, beni inciten şey kendimle ilgiliydi ve tam aksine birbirini seven aileleri görmeyi seviyordum. Neticede güzel insanların etrafta olmuş olmaları bir şekilde insana etki ediyordu. Haz ettiğiniz bir ortamda oturmak gibiydi etrafinda iyi insanlar tutmak. Turgut amca başka şeyler söylemeden yeniden salon tarafına geçti. Hemen sonrada arkasından çektiği evin demir kapısının sesi duyuldu.

"Babam annemden beter yemin ediyorum," dedi kalan son mutfak hareketini yaparak tezgahtaki son su kalıntısını silerek Ayşe.

"Belki anneler, babalar bu kadar duygusal olduğu için duygularını daha iyi saklayabiliyorlardır. Neticede birinin daha sağ salim durması lazım arkadakileri toparlamak için."

"Bizim evde durum bu yemin ediyorum. Halbuki minicik annem nasıl toparlasın kapı gibi bizi," diyerek hep olduğu gibi boyuyla alay etti.

Mutfak masasının üzerine bıraktığı telefonuna düşen mesajla gözleri hemen telefonuna ilişti. Masanın üzerindeki telefonu açıp ekranda yazılanlara baktı hemencecik ve bu defa ellerini ekran üzerinde gezdirmeden önce bana döndü. "İlber konuşalım diyor. Konuşursam sana ayıp etmiş olmam değil mi?"

"Konuş," dedim aklıma gelen çok iyi fikirle.

"İyi gözüküyor muyum?" dedi kendi etrafında bir tur dönerek.

"Çoh eyi," dedim kikirdememek için kendimi sıkarak. Ayşe uzun parmaklı elini omzuma pek sarsıcı olmayacak şekilde vurdu. "Tamam gidiyorum ben odama. Artık sen de nereye gidersin bilmem," derken bir taraftanda abisinin odasını işaret ediyordu başıyla. Sır veriyormuş gibi dibime kadar girdi. "Abimin yanına gitsene Gülseli."

"Sen gitte görüntülü konuşman için hazırlan. Yemin ediyorum abinle benden daha cok gördünüz birbirinizi."

"Görüntülü konuşma diye bir şey icat edildiyse bokunu çıkarana kadar kullanırım kimse kusura bakmasın."

"Allah'tan ışınlanma yok. Olsa muhtemelen onunda bokunu çıkartmıştınız."

Ayşe içten geldiği belli olan bir kahkaha atarak kolunu omzuma attı ikimizi birden koridora yönlendirdi. "Abimi çok mutlu et olur mu? O iyi bir adam."

"O da beni edecek mi?"

"Eminim elinden geleni yapacaktır."

Odasının önüne geldiğimizde kapısının kulpunu çevirerek bedenini araladığı boşluktan sığdırarak odasına girdi. Kapıyı kapadan önce de kocaman gülümseyip, "Birbirinizi çok sevin," dedi. Odasının kapısını kapattı. Sancak'ın odasıda aynı ufak koridordaydı. İlk kez odasına çat kapı girecektim eğer kınayla geldiğim akşamı saymazsak. Normalde odasının kapısını kilitleyip kilitlemediğini dahi bilmiyordum. Elimi gümüş rengi olan kapı kulpuna atarak yavaşça bastırdım uyumuş olabileceğini düşünerek. Kapı kilitli değildi. Kilitli olmayan kapı kulpunu geriye doğru iterek bedenimi sakince açtığım aralıktan içeri attım. Birinin görme olasılığını varsayarak kapıyı yine aynı sakinlikle kapadım.

Sancak, yatağının üzerine boylu boyunca üzerindeki gömleği çıkararak serilmiş, kollarını başının altında birleştirerek gözlerini kapatmıştı. Düzenli alıp verdiği nefeslerle geniş göğsü inip kalkıyor kaslı olan kollarındaki damarları derisinin altından alenen gözüküyordu. Ağır adımlarla, uzandığı bir buçuk kişilik yatağın yanına kadar gidip sağ dizimi kalçamın altına gelecek şekilde kıvırarak oturdum. Bedeninin sol tarafındaki yanıklara giden gözüm onları Sancak'tan ayıramıyordu; sanki gerçekten hep onunla olan parçalarmış gibi çok olağan duruyordu vücudunda. Sağ elimi sol köprücük kemiğine götürerek parmak uçlarımla tenini kaplayan yanık izlerine dokundum. Yaşıyor olması mucizeydi. Bu kadar yanığa rağmen böyle sapasağlam kalmayı başarmasıda aynı derecede mucizeydi. Sancak'ın sakince uyuyan yüzüne baktım yeniden, huzurluydu. Ve bir anda kımıldamaya başlayan dudaklarıyla şoka uğradım.

"Beğendin mi?"

"Uyuduğunu sanıyordum," dedim kapalı duran gözlerine bakarak.

"Uyuyor olsaydım yanıma oturamazdın." Sesinden yayılan öz güven bana dün gece kolumu havada yakaladığı anı hatırlattı. Özel alanıyla ilgili konuşmuyordu. Ben de hatırlamak istemediği şeyler varsa hatırlatırım korkusuyla soramıyordum. "Neden diyeceğim ama yine refleks diyeceksin."

"Çok gelişmiş refleksler diyebilirim. Aldığım eğitimlerle ilgili biraz, biraz da" dedi sakince kapalı göz kapaklarını aralayarak. "Biraz da," diyerek devam etmesi için başımı salladım. Merakla kendisine bakan suratıma, yüzünde eğreti duran dudak kıvrımlarıyla baktı. Elim hâlâ göğsünün üzerinde kalbinin tam üzerindeydi ve hep aynı ritimle elime vuran yüreği belki buruk gülüşünden olsa gerek kaburgalarım tek tek kırılıyormuş gibi hissettiriyordu. "Biraz da böyle yaşamam gereken çok zaman oldu."

"Nasıl böyle?"

"Tetikte uyumam gereken çok zaman oldu Gülseli." Başının altına yastık niyetine koyduğu kolunun tekini çıkarıp yanağıma koydu. Hâlâ uzanıyordu boylu boyunca. "Bana gereksiz merhamet göstermeni istemiyorum Gül Kozası. Eğer sana yaşadıklarımla ilgili bir şeyler anlatırsam belki vermen gereken tepkileri hep saklayacaksın; kızamayacak, üzemeyecek, sinirlenemeyeceksin belki. Ben gerçek bir ilişki istiyorum. Üzülecek şeyler değil benim için ama sen de annem gibi olursun diye korkuyorum. Sen böyle olduğun gibi kal istiyorum. Öyle olmazsan bir ömür yanımda sadece bana üzüldüğün için kaldığını düşünürüm."

Sancak'ın göğsünde duran elimi yavaş yavaş karnına doğru indirdim. Ona üzülmüyordum. "Yaşıyor olmasına mucize gözüyle baktığım adama neden üzüleyim? Öğrenmen gereken bir şey varsa o da; benim, senin annen olmadığım olmalı. Yaşadıklarını bilmiyorum. Deliler gibi merak ediyor olmama rağmen sırf seni mutsuz ederim diye sormuyorum. Çünkü sen farklı bir mücadele verdin, ben farklı bir mücadele verdim ama sonuçta geçmiş geçmişte kaldı. Durup durup düne bakarsak bugünü kayberiz. Dün de olan herkesi kaybedelim ama bugünün bizini kaybetmeyelim. Ben de en çok birilerinin bana bakarken 'vah vah' demesini sevmiyorum mesela." Dilimin kemiğinin olmadığını unuttuğum birçok an yaşamıştım ama bugün ilk kez gerçekten pişman olmayacağımı biliyordum. Karnında duran elimin parmaklarını oradaki minik oyukların üzerinde gezdirmeye başladım. Sancak yanağımda duran elini indirip yatağına bıraktı. "Senin acıların bedeninde benim ki alnımda yazıyor. Anlatırsan sana üzülmem. Anlatırsan eğer beni değerli biri gibi görüp anlattığın için sevinirim sanırım. Çünkü bazı acıları anlatmak çok zordur bunu biliyorum." Sonra bu kadar dramatik bir anda kaybolmamak için sabah odasına girip yatağının altına bıraktığım mini biblo geldi aklıma. "Hem anlatırsan sana çok güzel bir hediyem var."

Yüzündeki burukluğun yerini merak aldığında bunun işe yaradığını farkettim. "Ne olduğuna bağlı."

"Tamam ama ya çok beğenirde az beğendim dersen? Ne bileyim ciddili cevap verdiğini?"

"Sana yalan söylemem," dedi son derece ciddi olan ses tonuyla. "Hiç güvenmiyorum ama olsun." Oturduğum yerden kendimi biraz kaydırıp yatağın altına bıraktığım bibloyu elime aldım. Hediye paketim olmadığından ve köyde bakkal ya da alış-veriş edecek bir yer olmadığından toptancıların malzeme sardığı sarı, kalın bir kağıda sarıp hasır iple etrafinı dolamıştım. Sancak yatağının altına eğildiğimi görünce başını yastıktan kaldırmak istemiş ama hemen müdahale etmiştim. Yeniden eski yerime oturduğumda Sancak hâlâ uzanıyordu. "Paketleme için kusura bakma. Gerçi kağıdı da sizin evden dızladım sayılır ama olsun."

"Ağaç kütüğü falan mı? Yani eğer öyleyse hak ettim biliyorum." Düne kadar ciddi ciddi konuşmuyor, evden dışarı çıkmıyordum. Feride Teyzenin bile dikkatini çekmişti sonunda onlara gelip gitmeyişlerim Ayşe ile küstüğümüzü düşünmüştü. "Çok yaklaştın ama değil," dedim Sancak hasır ipleri açarken. İpleri açtıktan sonra onlardan dızladığım kağıt parçasınıda açtı ve eline günlerdir uğraştığım mini biblo düştü.

Kocaman göbekli, uzun boylu, geniş omuzlu, uzun kolları ve keskin pençeleriyle iki ayağının üzerine dikilmiş olan kahverengi bir ayı ve o ayının geniş sol omzuna kurulmuş minik bir kakırca vardı kuyruğu ayının sol göğsüne doğru inen. Sancak elindeki bibloya ya da adı her neydiyse ona bakarken donmuş gibiydi. Avuç içini açıp ayının ayaklarını elinin tam orta yerine oturttu. "Biziz," dedi sesizce. "Bizi yapmışsın." Dudakları tepkisizliğini bozup yanaklarına doğru kıvrıldı. Gözleri, Ayşe'nin İlber abiyle ilgili konuştuğu zamanlardaki gibi bir yıldız geçidini andırıyordu. Uzandığı yerden doğrularak elindeki bibloyu gece lambasının yanında olan çerçevelerin yanına bıraktı. Geçen gün kendisine verdiğim ama sonrasında tatsızlık olan mevzudan sebep açamadığı çerçevede oradaydı içinde beyaz şile bezinden olan elbisesiyle domates koparan ben vardım. Domatesler henüz kızarmamıştı halbuki. Bu fotoğrafı ne zaman çektiğine dair en ufak fikrim yoktu.

"Domatesler daha kızarmadı ki," dedim çerçeveyi elime alıp yan profilden çekilmiş fotoğrafıma bakarken. Belime dek inen saçlarımı başımın sol yanına doğru yatırmış, yüzüme misafir  olan hüzünlü halimle domates topluyordum. "Geçen yıl beraber domates toplamıştık ama biz o zamanlar hiç iyi geçinemiyorduk," dedim başımı çerçeveden kaldırıp Sancak'ın dikkatle beni izleyen haline bakarak. Gözlerinden özlemek akıyordu. Yemin ederim bana bakarken özlemek akıyordu gözlerinden.

"Ben seninle iyi geçinmiyordum," dedi düzeltircesine. "Çünkü senin yanımda olmanı istediğim birçok anda yoktun. Yanımda ol isterdim." Ahşap çerçeveyi diğerlerinin yanına dikkatle koyduğum anda mini bir anı köşesi görüyordum orada ama bir şeyler eksik gibiydi. Gözlerimi kapayıp derin bir soluk alıp verdim. Bunu yapmam gerekiyordu. Ona, onun gibi geldiğimi bilsin istiyordum. İki elimi yanaklarıma götürüp sakallarla kaplı olan çenesini okşadım. "Bence artık hak ettik." Sancak'a konuşma fırsatı vermeden dudaklarımı dudaklarına yaklaştırdım. "Hak ettik," dedi o da benim gibi.




8860 kelimelik bir bölümdü.

13.06.2022 de yayımlanmıştır.

Bölümün burcu ikizler oldu.

13.06.2022 Korona bitmedi ama artık pek takanda yok gibi.









Continue Reading

You'll Also Like

5.6K 112 29
oy atmayı yorum kullanmayı unutmayın iyi okumalar ❤️
12.2K 730 16
BEN ARAS ULAŞ ÖZ ya da ARAS ULAŞ KORKMAZ MI DEMEMLİYİM? Diğer gerçek ailem erkek versiyon kitaplarından farklı olucak...
46.4K 6.3K 43
Kız gördü adamı içi sızladı... Adam gördü kızı yüreği yandı... "Evime hoş geldin hanımağam. Umarım bu bir sürecin başlangıcı olur. Umarım bu evde he...