Nyx • Pietro Maximoff

By nyksblack

68.3K 5.1K 3.4K

𝐵𝑖𝑟 𝑀𝑎𝑟𝑣𝑒𝑙 𝐻𝑖𝑘𝑎𝑦𝑒𝑠𝑖... Korkuyordum ondan, çünkü yavaş yavaş beni kendine aşık ettiğini biliy... More

𝓟𝓻𝓸𝓵𝓸𝓰𝓾𝓮
𝓟𝓻𝓸𝓵𝓸𝓰𝓾𝓮
Giriş
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12 - Sokovia savaşı (part-1)
playlist
13 Sokovia savaşı (part-2)
14
ÖZEL BÖLÜM
15 ÖZEL BÖLÜM
16 - Kırmızı zırh / Kırmızı kan
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27 ve 28. BÖLÜMLER
30
31
32
33
34
35

29

955 76 95
By nyksblack

Selamlarr! Yeniden merhaba, çok çok seveceğiniz upuzun bir bölümle geldim bugün.

Hatta şu ana dek yazdığım en uzun bölüm.

Oy verir ve yorum yaparsanız çok mutlu olurum, sizi fazla tutmadan okumaya davet ediyorum.


O içinde bulunduğum kürenin Bifrost, adamın Heimdall şu an yürüdüğüm köprünün de Gökkuşağı Köprüsü olduğunu öğrendim. Uzun ve yarı saydam olan yolun yaklaşık yirmi metre uzağında bekleyen araçları gördüm.

Pek bizim teknolojimize benzemiyordu ancak prensipte uçan bir araba olduğu kesindi. Görevlilerden biri önümüzde selam verdi, "Lütfen sırayla araçlara binin." En önde ben olduğum için ve kolunu hala bırakmamış olduğum için Pietro'yla birlikte uçan arabaya bindik.

Arkamızdan binenler kimlerdi bilemiyorum çünkü etraftaki inanılmaz güzellikten kendimi alamıyordum. Araçlar hareket ettiğinde yanımda duran Pietro'yu dürttüm. "Pietro baksana! Sular resmen boşluğa dökülüyor!" Diye ona döndüğümde onun zaten bana baktığını gördüm.

"Ne, nasıl-" eli ayağına dolaşarak gösterdiğim yere baktı. "Oh evet, çok güzel."

Gülüp omzuna vurdum, yolda gördüğüm ve onun da gördüğü daha birçok şeyi tekrar tekrar gösterdim. Ancak bir süre sonra şehrin içinden geçerek şatoya vardık, uzaktan da fark edildiği üzere çok büyüktü ve neredeyse tamamı altındandı.

Babamın en zengin yenilmez olmadığını anlamam birkaç saniye düz bir şekilde boşluğa bakmama sebep oldu.

Olsun yine de hala en zeki yenilmezdi.

Araçtan indikten sonra diğerlerinin de inmesini bekledik, son olarak babam ve Natasha indiğinde hepimiz buradaydık.
Thor bize yol gösterirken büyük bir salona girdik, dümdüz bir alan ve sonundaki taht. Etrafı incelemeye devam ettim, duvarlardaki resimler, barış antlaşmaları, altın, altın ve daha çok altından sonra tahtın önüne gelmiştik.

Ama sandığımın aksine boştu, Thor resmen fake atarak sağdaki bir koridora ilerledi ve bir kat yukarı çıktık, tekrar uzun bir koridora girdiğimizde birileriyle konuşan uzun siyah saçlı bir adam gördüm.

Ben bu adamı tanıyordum, birkaç sene evvel babamı Stark- Avengers kulesinde atan kişiyle aynıydı. Fesatlık tanrısı, kötülüğün beden bulmuş hali karşımda ve o kadar güzeldi ki.

Porselenden oyulmuş gibi duruyordu ancak kendimi asla büyüsüne kaptırmazdım, kötülüğün ve yasağın dikkat çekici olması gibi Loki de öyleydi. Bu onun özelliklerinden biriydi, sonuçta gözden düşmeden önce o tanrının favorisiydi, özene bezene yaratılmıştı.

Bizi gördüğünde alayla buraya döndü ve adım adım yaklaşmaya başladı. Thor'un hemen yanında duruyordum bu yüzden mimiklerini okumak zor olmadı. "Kardeşim ve onun Midgard'lı dostları, hoşgeldiniz." Dedi alayla reverans yaparken.

"Bu herif hani ölmüştü?" Diye sordu babam sinirle.

"Oh şey," babama ve diğer yenilmezlere döndü. "Size bahsetmeyi unuttum, o ölmemiş. Birkaç büyü ve ardından hepimiz inandık, puf." Güldü ancak hemen ciddileşti, yüzünü keder kapladı. "Döndüğümde hizmetçi kılığında beni öldürmeyi denedi, biraz boğuştuk ama hallettik."

Loki keyifle bizimkilere döndü. "Kardeşler arasında böyle şeyler olur." Pietro ve Wanda hemen göz göze geldi, ardından göz devirip önlerine döndüler. O sırada benim gözlerimde Yıldız'a kaydı, o kilitlenmiş gibi Loki'yi izliyordu. Onu anlıyordum, o çoktan yasak elmaya çekilmişti bile.

"Birinizin kardeşimin oyuncağını eline aldığını duydum." Dedi Loki. "Ve üstün sezgilerime dayanarak onun sen olduğunu düşünüyorum." Diyerek Yıldız'ı gösterdi.

"Ne? Ben mi? Hayır elbette!"

"Zaten," dedi. "Böyle bir güzelliğin o değersiz çekice layık olmasını beklemek size hakarettir leydim." Birkaç adımda Thor'un arkasındaki Yıldız'a ilerledi.

Fesatlık tanrısı kuzenimle flört ediyordu?!

"İsminizi bana bahşeder misiniz?"

Yıldız sorarcasına bize bakarken Thor da dahil hepimiz tuhaf bakışlarla ikisine odaklanmıştık. 'Noluyor?' Dercesine Thor'a dönüp kaşlarımı kaldırdım. 'Bilmem' dercesine dudağını aşağı büktü.

En son bir cevap alamamış olacak ki. "Yıldız." Dedi pes ederek.

"Tıpkı size layık bir isim." Dedi geriye çekilirken. "Peki hanginiz ya da hangileriniz kaldırdı?"

Alayla Gülüp önüme döndüğümde bana baktı. Alt dudağını ıslatıp bana döndü, ben de keyifle anın tadını çıkarmaya devam ettim.

"Demek sensin." Dedi en sonunda önünde durup.

"Evet Majesteleri." Diyerek hafifçe dizlerimi kırdım ancak boyun eğmedim. Eğer hislerim beni yanıltmıyorsa birazdan bir laf dalaşına içine girecektik.

Eğer onu azıcık bile doğru anlatmışlarsa reverans yapmam fazlasıyla dikkatini çekecekti.

"Adın ne?" Diye sordu.

"Carissa." Dedim bilerek soyadımı söylemeden.

"Nedense bana hiç saf, masum ve barışçıl gelmiyorsun. Sen olduğuna emin misin?"

"Nasıl geliyorum öyleyse?"

"Hadi ama, senin o kana susamış enerjini sıradan bir Midgard'lı bile hissedebilir."

Yüzüm bir anda ciddileşti, ne demekti bu?

"Bence sen bir şeyler bildiğini sanan ancak palavra sıkmaktan başka şey bilmeyen efsuncunun tekisin."

Dudakları küçük bir 'o' şeklini aldı ve sırıtarak Thor'a döndü. Sanırım bu tavrım hoşuna gitmişti bilinmezdi, belki de şuan sinirden köpürüyordu.

"Bu kızı sevdim." Dedi Thor'a dönerek. Hafifçe bana doğru eğilerek burnunu çekiyor gibi bir hareket yaptı. Ardından sırıtışı genişledi.

Başımın yanından giren ince bir sızı hissettiğimde gözlerim aniden açıldı ve amacını anladım. Dikkatimi dağıtıp zihnime girmeye çalışıyordu, bu tuzağa düşmemeliydim. Hala başım ağrıdığına göre bu giremediğinin, zihnimin direndiğinin işaretiydi.

"Demek zihnime girmeye çalışıyorsun."

"Demek bunu anlayabiliyorsun. Bir Midgard'lıya göre çok iyi ancak benim kadar iyi değil."

Başımdaki ağrı daha da keskinleşerek arttı ve yüzümü buruşturmama sebep oldu. "Oh, zorlanmaya başladın bile." Karşımda kollarını bağladı ve beni izlemeye devam etti.

"Ne yapıyorsun?" Diye ona atıldı Pietro ancak devamı gelmedi.

"Her ne yapıyorsa söyle, durdursun!" Diye bağırdı babam. Onları engelleyen kişiyse bendim. Sağ elimi kaldırıp durmaları sağladım.

Zihnime girmeye çalışan eli ittiğimi hayal ettim. Başıma çok daha keskin bir ağrı girdi ancak kısa sürede azalarak bitti. Zihnimden çıkmıştı ama tekrar deneyeceğim biliyordum, ben onun zihnine girmeye çalıştım.

Hafifçe gözlerini kısarak beni süzdü. Kimse fark etmese bile Wanda'nın bildiği bir zihinsel savaşın içindeydik ve ben kazanamazdım. Karşımdaki hilenin efendisiydi, bir sihir ustasıydı; bense Midgard'lı bir milyarderin tuhaf yetenekli kızıydım.

Ama kazanmayı denemek zorundaydım, daha da gücümü vererek onu tamamen engelledim ve bir an boşluğa düşmesini sağlayarak zihnine saldırdım.

İşe yaramasını beklemiyordum, ama yaradı.

Çenesi gerildiğinde zaferle gülümseyen ben oldum.

"Demek sıradan bir Midgard'lı bile zihnine girebiliyor?" Diye sordum başımı yana yatırarak alayla. "Fesatlık Tanrısı denildiğinde daha büyük bir şey beklemiştim, yazık."

"Sen ne cüretle-" Dudaklarını ıslatarak kendini frenledi. "Kızını kendin gibi hatta daha iyi yetiştirmişsin, Stark. O da düello başlatmayı çok iyi biliyor."

Ona soyadımı söylemeden Tony'nin kızı olduğumu anlamıştı. Nasıl yapmıştı anlayamamıştım, sonuçta zihnime girememişti. Yine de üzerini kurcalamadım.

"Ne tarafa gideceğiz?" Diye sordum Thor'a dönüp umursamaz bir şekilde. Sağ tarafı gösterdiğinde bu sefer ben önden ilerledim ama arada yavaşlayarak bana yetişmesine izin verdim.

Diğer yenilmezleri arkamızda bırakarak bize yetişti Loki de. "Demek Carissa Stark." Diye mırıldandı, gücüm dikkatini çekmişti ve benimle konuşmak istiyordu.

"Elizabeth." Diye bastırdım.

"Umrumda değil." Dedi. Ancak hemen kendi kendine mırıldandı. "Carissa Elizabeth Stark."

Birkaç metre sonra Thor durduğunda ben de dikkatimi Loki'den alıp karşıya döndüm. Kim olduğunu anında anlayıp reverans yaptım. "Anne." Diye mırıldandı Thor ilerleyip ona sarılırken. O ayrıldıktan sonra da Loki'yle sarıldı, ardından bana döndüğünü hissettiğimde başımı kaldırmadım.

"Kraliçem." Diye mırıldandım ben de.

"Başını kaldırabilirsin," Dediğinde bana gülümseyen yüzüne baktım. Solunda Thor sağında da Loki vardı, çok güzel bir aile tablosuydu. "İsmin ne?"

"Carissa, Carissa Stark."

"Demek Carissa," diğer yenilmezler çoktan gelmişlerdi. "Asgarda hoşgeldiniz." Dedi onlara doğru.

"Annem, Frigga." Diyerek tanıştırdı Thor.

Diğerleriyle de olan ufak bir selamlaşmanın ardından tekrar upuzun koridorları ilerlemeye başladık. Sıra sıra odaların bulunduğu geniş bir alana geldiğimizde bizi durdurdular.

"Odalarınız burada." Diyerek arkasındaki alanı gösterdi Kraliçe. "Her biriniz için hizmetçiler tertip edildi, ihtiyacınız olan her şey odalarınızda mevcut. Akşam yemeğinde eşim Odin'le tanışacaksınız, o zamana kadar keyfinize bakın."

O gittikten sonra herkes odalara dağılmaya başladı. Rastgele odalardan birine girmek için davrandığımda hizmetçilerden biri beni durdurdu. "Efendim, odanız bu tarafta."

Koca bir koridor boyunca sadece oda vardı, peşinden gidip en ortadaki odaya girdim. İlerlerken geçtiğim kapıları saymıştım, on üçüncü odaydı. İçeri girdikten sonra direkt olarak fark edilen şey odanın muazzam derecede büyük olmasıydı.

Sol tarafta kalan yatak en azından dört şişman Amerikalı alabilirdi. Arkamdan odaya giren hizmetçilere baktım, akşam için beni hazırlamaya geldiklerini biliyordum.

Daha birkaç saat olduğu kesindi, uyumak iyi bir fikirdi ama nedense uykumun olmadığını hissediyordum. Odaya biraz daha göz gezdirdim, daha sonra inceleme fırsatım olacağına emindim ama şuan yoktu.

Karşıda oldukça geniş, mermer sütunlara sahip bir balkon vardı ve kapısı yarı aralıktı. Sağ tarafta balkona açılan kapıya çapraz geniş bir dolap biraz önünde de bir makyaj masası vardı. En sol köşede başka bir kapı daha vardı, banyo olduğunu tahmin ediyordum.

Beni yatağın yanındaki geniş alanda bulunan bir koltuğa oturtup karşıma geçip elbise tartışmaya başladılar. Yaklaşık yedi taneydiler ve hepsi birbirine benziyor gibi hissediyordum. İçlerinden biri daha kıdemli olmalı ki diğerlerinin ne yapacağını söylüyor ve sadece yorum yapıyordu.

İki tanesinin elleri elbise doluydu, onları yatağın üzerine serdiler ve başları olan kadın aralarından eleme yaptı. Ancak kararsız görünüyordu ki bana döndü. "Sihrin ne renk?"

"Sihir mi?" Diye kalakaldım. "Pek sihir sayılmaz ama- herneyse, mor."

Elbiselerin bir tanesi hariç hepsini kaldırttı ve başka bir yere fırlattı. Odanın köşesine bir paravan çektiler ve beni resmen arkasına iteklediler. Üzerimdeki mavi elbiseyi çıkarttıktan sonra uzun, mor, siyah işlemeli olan dar bir elbiseyi üzerime geçirttiler.

Beni paravanın arkasından çıkarttıktan sonra kıdemli kadın tarafından iyice bir süzüldüm. Aceleleri olduğundandır ki pek nazik davranmamışlardı ve saçım başım darmadağınıktı.

"Elbise tamam, şimdi seni temizleyemez lazım."

"Temizlemeniz lazım?" Diye kalakaldım tekrar. Umarım bunu da cümbür cemaat yapmayacaklardı.

"Hm," dedi sabırsızca. Gözleriyle kızlara işaret verdi ve bazıları beni soyarken diğerleri de banyo olduğunu düşündüğüm yere gittiler. Elbiseyi çıkarttıktan sonra beni de iç çamaşırlarımla banyoya iteklediler.

Bir küvete su doldurduklarını ve etrafın çok güzel koktuğunu söylemek yalan olmazdı. Banyoda da geniş bir cam vardı ve gökyüzü çok güzel görünüyordu.

Adının Sarin olduğunu öğrendiğim kadın da dışarı baktı ve huzursuzlandı, zaman azaldığı için olduğunu düşündüm.

Beni küvetin yanına dikilttiler ve karşıma geçtiler. Ne yaptıklarını anlamaya çalıştım ama başarısız oldum. Birkaç saniye bakıştıktan sonra Sarin derdimi anlamış olacak ki hizmetçilere arkalarını dönmelerini söyledi.

Onlar döndükten sonra üstümde kalan son parçaları da çıkartıp köpüklerle kaplanmış küvete girdim. Tekrar önlerine döndüklerinde yine Sarin'in söylediği şekilde beni yıkamaya başladılar.

Biraz tuhaflardı ama yalan söyleyemezdim, bu şuana dek yaptığım en güzel banyoydu. Aesir sabunlarının büyüleyici kokusu, sudaki inanılmaz yumuşaklık, karşımdaki manzara... tıpkı küçükken dinlediğim peri masalları gibiydi her şey.

Beni temizlemeleri bittiğinde sudan çıkmak istemesem de zorunda kaldım. Tüm bu olanlar umrumda değilmiş gibi yapamazdım, 9 Diyarın Koruyucusu Odin bizimle tanışmak istemişti. Heyecandan ölecek gibi hissediyordum.
Loki'yle, Frigga'yla tanışmışım, her şey çok güzeldi.

Beni tekrar giydirdikten sonra makyaj masasına oturttular, çok kısa bir sürede saçlarımı kurutup şekil vermeye, yüzüme aesir boylarından sürmeye başladılar. Saçım yapılmaya devam ederken birisi önüme bir sürahi ve bardak koymuştu, bir başkası bardağa sürahideki sıvıyı döktü ve elime verip içmemi bekledi.

Thor'un Dünya'ya getirdiği içkilerden biri olduğunu sansam da bunun tadı çok daha yumuşak ve meyvemsiydi. "Bu ne?" Diye sordum.

"Bir şerbet," dedi aynanın yanında durup beni izleyen Sarin. "Kraliçe'nin bahçesindeki özel meyvelerden yapılır."

"Çok güzelmiş."

"Öyledir, iyi şans ve zenginlik getirdiğine dair bir rivayet var, doğru mu bilemem ama cilde çok iyi geldiği bir gerçek. Hatta bak, yanaklarına renk gelmeye başladı."

Aynaya baktım, gerçekten de kendi kendine doğal bir makyaj yapılmış gibi olmuştu. "İnanılmaz." Dedim sağ elim elmacık kemiğimin üzerinden geçerken.

"Sen zaten güzel bir kızsın ama güzelliğine güzellik kattı."

"Teşekkür ederim." Diyebildim.

Saçım da bittikten sonra odayı terk ettiler ve beni tek başıma bıraktılar. Gün batımı tam karşımdaydı ve ışık sayesinde odanın içi sapsarı olmuştu. Yatağa, pencereye sırtımı dönecek şekilde oturdum ve karşımda kalan aynaya baktım.

Kendimi rahat rahat inceleme fırsatı elime yeni geçmişti. Mor elbiseyi tekrar giymiştim; üzerindeki siyah işlemelere, ışıkta parıldayan kristallere kadar şuana dek gördüğüm en güzel elbiseydi. Sağ tarafındaki yırtmacı sonradan fark etmiştim, göğüs dekoltesi göze çarpsa da ince tülle kapanmıştı. Sanki benim için yapılmış gibi bedenime oturması da Aesir'lerin becerikli elleri sayesindeydi.

Oldukça zarif bir ayakkabı seçmişlerdi ama zaten elbise uzun olduğu için pek görünmeyecekti.

Saçlarım zaten dalgalıydı ama önlerden alınan iki tutamı arkada birleştirmiş ve çok güzel çiçeklerle süslemişlerdi. Sanırım çiçekler de diğer her şey gibi sihirliydi çünkü resmen parıldıyorlardı.

Şerbetten içtiğim için yüzüme pek bir şey sürmeseler de gözlerime sim gibi parıldayan mor bir makyaj yapmışlardı, gözlerim mavi olduğu için kötü durmamıştı. Dudaklarım ise tonunu tam bilmediğim pembe bir renkteydi ama sırıtmayacak şekilde ayarlanmıştı.

Baştan aşağı morla süslenmiştim, abartı kaçacağını düşünsem de öyle bir problem olmamıştı. Kapımın tıklatılmasıyla o tarafa döndüm ve aynanın önünden çekildim. "Gir!"

Kapı yavaşça açıldı ve ilk önce Thor'un kafası sonra da bedeni göründü. "Sanırım hazırsın."

"Evet." Diye mırıldandım son kez aynaya bakarken. Yanıma kadar gelip elimi tuttu ve beni kendi etrafımda çevirdi. "İnanılmaz olmuşsun."

"Sanırım her genç kız Asgard'ın gelecekteki kralından iltifat almaz?"

"Hayır, her kız almaz." Dedi gülerek. "Bir kız daha vardı ama onun artık istediğinden emin değilim."

"Jane?" Diye sordum.

"Jane." Dedi beni onaylayarak. "Ben bir tanrıyım, Carissa. Her şeyden önce bir savaşçıyım, ona asla onun istediği bir hayat veremem."

"Ama deneyebilirsin," dedim beceriksizce moral vermeye çalışarak. "İnan bana, eğer seni sevmese yıllarca beklemezdi."

"Bilemiyorum." Dedi düşünceli bir şekilde ama kendini hemen toparladı. "Hadi inelim, seni benim götürmem istendi."

"Vaov!" Dedim kapıya giderken abartılı bir sesle. "Asgard Prensi kavalyem olacak ha?"

"Kesinlikle leydim." Dedi gülerek. "Ama bekle de usulüne uygun yapalım."

Benden bir adım uzaklaştı ve tek elini uzatarak eğildi. "Midgard'lı Leydi Carissa, beni kavalyeniz olma şerefine nail eder misiniz?" Hafifçe yüzüme bakarak göz kırptığında güldüm ama ona ayak uydurdum.

"Elbette, Prensim. Bu teklifinizin beni ne kadar mutlu ettiğini tahmin dahi edemezsiniz." Diyerek uzattığı elini tuttum. Ancak ikimizde kapıdan çıkarken kendimizi tutamayıp gülmeye başladık.

"Herneyse," dedi kahkahalarının arasından. "Gir bakalım koluma, bunu kralın önünde yapmamalıyız."

"Söz vermemem." Dedim koluna girerken. Aşağı katlara inerken beni daha önce girmediğime emin olduğum bir koridora sürükledi, dar bir geçide girdiğimizde beni sürükleyerek kendisi önden ilerledi ve birkaç dakika sonra sarayın girişinde kendimizi bulduk.

"Vay canına." Diye mırıldandım.

"Asgard'ın gizli geçitleri, ben bazılarını bilirim ama daha binlerce var." Bana doğru eğildi. "Ve bilgin olsun, içerisi düşündüğünden daha kalabalık."

Sertçe yutkundum. Panik atağım yoksa bile o an bir panik atak krizi geçirebilirdim, kalbim o kadar hızlı atmaya başladı ki bir an beni bırakıp gidecek sandım.

Ancak saray kapıları açılmadan hemen önce kraliçeyle birlikte gelen Vision'ı görmem bunun önüne geçti. "Heyecanlı gibisin." Dedi bana bakarak.

"Sen değil misin?" Diye sordum, yerimde duramıyordum.

Kraliçe de bana hafifçe baktıktan sonra halime güldü. "Dikkat et, kalp atışlarını hissedebiliyorum, koşuyormuşsun gibi atıyor."

"Elbette Kraliçem." Dedim tekrar heyecandan selam verirken.

Kapılar açıldıktan sonra içerinin ana baba günü olduğunu fark etmem çok kısa sürdü. O an topuklarımı vura vura BiFrosta koşmak ve Heimdall'dan beni eve göndermesini istemek istedim.

Ancak Thor bunu fark etmiş olacak ki kolunun üzerindeki elimi hafifçe sıkarak bana destek oldu. "Gülümse." Dedi sadece benim duyabileceğim bir sesle.

Hoş, bağırsa bile duyulmazdı çünkü içerisi çok kalabalıktı ve herkesten ayrı bir ses yükseliyordu. Ancak önce Vision ve Kraliçe, ardından biz içeri girerken tüm sesler bıçak gibi kesildi ve herkes Vision'la beni incelemeye başladı.

Köylü kesimin burada olmadığı belliydi ama yine de çok kalabalıktı. Sağımızda ve solumuzda duran insanların arasından ağır bir müzik eşliğinde geçerken heyecanım biraz olsun azalmıştı ve gülümsemeye başlamıştım.

"Hep bu kadar kalabalık mı?" Diye sordum Thor'a doğru.

"Sen bir de taç giyme törenimi görecektin."

"Orada olmak isterdim." Dedim gerginlikle.

"Yanımda mı?"

"Muhtemelen izleyenler arasında."

Sırıttı. "Yine de tüm dikkatleri üzerine çekerdin ve insanlar benim taç giyme törenim olduğunu bile unutur, seni izlerdi."

"Thor, yardımcı olmuyorsun, zaten gerginim. Herkes bana bakıyor."

"O zaman seni biraz daha gereyim." Dedi sırıtmaya devam ederken. "Seni özel olarak izleyen birileri var."

"Özel olarak mı? Kimden bahsediyorsun?"

Yolun sonuna yaklaşmıştık ama önümüzde Vision ve Kraliçe olduğu için Odin'i göremiyordum. Ancak Thor salonun çoğunu boyunun avantajıyla görebiliyordu.

"Birazdan anlarsın." Dediğinde Krala çok yakın, hatta tahtın yanına dizilmiş olan yenilmezleri görebilmiştim. Hepsi de Aesir kıyafetlerinin içinde bambaşka kişilere dönüşmüşlerdi. O tarafa da dudaklarımı birbirine bastırarak utangaç bir şekilde gülümsedim.

Evet, utangaç. Çünkü şuan feci derecede utanıyordum. Dünya'daki hiyerarşinin zaten en yüksek basamaklarındaydım, orada utanmamı gerektirecek hiçbir şey yoktu ancak burası başkaydı ve ben bir tozdan bile daha değersizdim. Yine de bu aciz ölümlü bedenimi sanki bir tanrıça gibi ağırlamışlardı, bu çok tuhaftı.

Yol bittiğinde Kraliçe ve Vision sol tarafa geçti, biz de biraz daha ilerleyerek sağ tarafa geçtik. Yolda gelirken Thor'un anlattığı gibi ellerimi önde birleştirerek ve başımı eğerek selam verdim. Sağ tarafıma hafifçe baktığımda Kraliçe'nin de benim gibi selam verdiğini ancak Thor ve Vision'un tek dizlerini kırarak yere eğildiklerini gördüm.

Hepsi selamını bozduğunda ben de başımı kaldırdım ve etrafı gözlerimle incelemeye başladım. Yenilmezler tahtın solundaydı, sağ tarafta ise Loki vardı. Odin konuşuyordu ancak o kadar heyecanlıyım ki dinleyemiyorum.

Konuşmayı nihayet bir yerden yakaladım ve konunun bana geldiğini anladım. "Adın ne?" Diye sorulmuştu.

"Carissa Stark." Babama baktığımda evdeki yalancı kıskançlığı yerine ciddi bir gurur gördüm. Stark'lar yaptıkları her işi gurur duyulması için yapmaz mıydı, özellikle de babaları tarafından?

"Bazı güçlerin olduğunu duydum."

"Evet efendim." Dedim, sesimi toplayarak güçlü bir şekilde çıkmasını sağladım.

Sanırım devamında göstermemi istemişti ama dinleyememiştim. Thor hafifçe tekrar kolumu sıktığında ona gülümsedim ama yeterli değildi. Böyle bir şey konuşmamıştık, herkes beni izliyordu stresten bayılmak üzereydim.

Ufak bir güç aramak için yenilmezlerin olduğu tarafa döndüğümde onun bana gülümsediğini gördüm. Ben aradığım gücü bulmuştum, onlara göstermek kalmıştı.

Ellerimi ortada birbirine değmeyecek şekilde birleştirdim ve mor bir ışığın serçe parmağımdan başlayarak elimde dolaşmasın sağladım. Ellerimi birbirinden ayırırken mor ışığı yavaşça büyütmeye devam ettim ve ellerimin arasında durmaya zorladım.

Büyüdü, büyüdü ve benim boyumu aştı, içinde gezinen siyah, mor ışıkları çok daha net gördüm. Sanki canlıymış gibi hareket ediyordu, bunu ilk kez deniyordum ve ne olacağını da bilmiyordum.

Thor'un da boyunu aşan ışık küresini hareket ettirmek için kollarımı paralel bir şekilde havaya kaldırdım ve sarayın büyük kubbesinin tam altına gelecek kadar yükselttim.

Biraz daha büyüttüm ve tüm tavanı kaplaması sağladım, ardından ellerimi birbirine doğru hızlıca ittim ancak değdirmedim.

Devasa küre kaybolurken sarayın içi tamamen zifiri karanlığa boyandı. Thor sanki içimden geçeni okumuş gibi birkaç yıldırımı tam kubbenin olduğu yere çaktırdı ve etraf tekrar aydınlandı.

Birkaç saniye süren sessizlik insanlar şoku anlatana kadardı. Hemen ardından kopan çığlıklar, delicesine alkışlayanlar. Başarmanın sevinciyle gülümseyerek ona döndüm, beni gururla izleyen insanlar oldukça sırtım yere gelmeyecek gibi hissediyordum.

Thor bana döndü. "İyi hareketti."

"Teşekkürler." Diye fısıldadım. "Ortalığı toparlamak iyi fikirdi."

Odin kalabalığı susturduktan sonra Vision'a döndü ve Mjolnir'i kaldırmasını rica etti. Thor elini uzatarak çekicini çağırdı ve tam Odin'in önündeki basamağa bıraktı.

Vision ilerleyerek kaldırdığında salon tekrar alkışlamaya başladı. Ardından sıra bana geçtiğinde ben ilerledim ve sapından sıkıca tutup kaldırarak salona döndüm. Damarlarıma dolan yıldırımları tekrar hissetmek ürpermeme neden olmuştu.

Alkışlar devam ederken tekrar Thor'a uzattım çekicini. Ardından salona dönüp kollarımı iki yana açarak gülümsedim. Sadece birkaç dakika önce zorlukla yürümüyormuş gibi poz kesmem de cabasıydı.

Kalabalık dağıldıktan sonra şölen vardı. Ortalık toparlanana ve herkes gidene kadar tekrar yukarı çıkmıştık. Thor'la benim odamda sohbet ediyorduk.

"Her zaman şölen yapılır mı? Yoksa kendimi özel mi hissetmeliyim?"

"Aslına bakarsan burada uçan kuşa bile şölen, festival ve cabası yapılır. Burada kaldığınız süre boyunca en az on beş tane daha yapılacağına eminim."

"Her birinde bu kadar strese gireceksem... olmasın daha iyi."

Kapı çalındığında ikimiz de o tarafa döndük. Ben yatağın sonundaki çıkıntıya yaslanmıştım, Thor da aynanın yanındaki koltuğa yerleşmişti.

"Gir!" Diye bağırdım kapıya dönüp. İçeri Loki'den başka birini bekliyordum ancak bu olmadı.

"N'apıyorsunuz bakalım burada?" Diye sordu yüzündeki her zamanki muzip ifadeyle.

"Tüh basıldık!" Dedim yalan bir panikle. "Neyseki üstümüzü başımızı giyinmişiz."

"Baban benden nefret ediyor." Diyerek hızla ilerledi ve yanıma oturdu.

"N'apıyorsun?" Diye soran ben oldum bu sefer.

"Ben bu sarayın prensiyim, istediğim yere otururum."

"Umarım gece de istediğin yerde yatma bahanesiyle yanıma gelmezsin."

"Merak etme." Dedi sinir bozucu bir şekilde gülümserken. "Kuzenin varken senin odana gelecek değilim."

Güldüm. "Ben de abin varken seni odama alacak değilim." Thor gülerken ve Loki bozulurken çakması için elimi ona uzattım. Fazla güçlü olduğundandır ki elime vurduğu yer sızlamıştı.

"O zaman sen kuzenini al ve geceyi hep birlikte geçirelim."

"Ne yani, grup mu yapacağız bir de?"

"Yeter ki sen iste."

"Saçmalama." Derken kapı tekrar çaldı. "Son zamanlarda misafirim eksik olmuyor." Diye mırıldandım. "Gir!"

"Ben geldim." Diyerek içeri girdi Pietro ancak yalnız olmamı bekliyor olacak ki Thor ve Loki'ye anlamsızca baktı. "N'apıyorsunuz."

"Tam grup yapacaktık sen geldin." Dedi Loki.

"Ne?" Diyerek kalakaldı birkaç saniye.

"Of, bakma sen ona. Boş boğazlık yapıyor."

Gelip o da yatağa Loki'yle benim arama oturduğunda Loki bir an kaşlarını çattı. "Bu kim bu arada?"

Thor'la birbirimize bakıp güldük. "Sen yokken yeni birilerini atadık, altı kişi dünyayı korumak zor olmaya başlamıştı." Dedi Thor.

"Senin olayın ne, mavili çocuk?"

"Mavili çocuk?" Pietro'nun tepkisiyle kendimi yere atmam kaçınılmaz olmuştu. Kahkahalarımız odayı inletirken zorlukla kalkıp karnımı tuttum. "Mavili çocuk mu? Daha yaratıcı bir şeylerin yok mu?"

"Seninle konuşmuyorum." Demesi daha çok gülmeme sebep oldu.

"Loki, durup durup pot kırmana bayıldığımı söylemiş miydim?" Beni kale almadı ama ben sonunda geçip tekrar yerime oturdum.

Pietro hızla odada bir tur atıp geldiğinde etkilenmiş gibiydi ancak bunu kelimelerine yansıtmadı. "Daha iyi bir şeyler bekliyordum."

"Hadi ya," dedi Pietro. "Sende ne numaralar var?"

Loki hafife alınmayı kaldıramamış olacak ki sağ elini havada şıklattı. Etrafta bir şeyler değiştiğini düşünerek odayı taradım ancak her şey aynıydı.

"Ee ne oldu şimdi?" Dedi Thor da benim gibi etrafa bakınarak.

Bir süre ikisinden de ses çıkmadı. Pietro'nun yüzünü göremiyordum ama omuzları çökmüştü, Loki'nin gözlerinden de anlık bir merhamet geçse de anında onu alaya çevirdi.

"Ee," diye mırıldandı sonrasında Loki. "Numaramı beğendin mi?"

"Ne yaptın ki?" Dedim.

"O biliyor, belki küçük Stark da öğrenmek ister, ne dersin hızlı çocuk?"

Ayağa kalktı ama suratıma bile bakmadı. "Sakın... kendi işine git Loki." Odadan çıkıp gittiğinde arkasından gitmeye yeltendim. Ancak gücünü kullanıp gitmişti, çıksam bile onu bulamazdım. Hiddetle Loki'ye döndüm. "Ne yaptın ona?!"

"Demek karşılıklı..." Diye mırıldandı. Ardından devam etti. "Hiç, sadece zihninde ufak bir yolculuğa çıktık."

Pietro'nun ben Sokovia'dan düşerkenki sözleri aklıma geldi. Evlerine çarpan bomba, ailesinin ölümü, ikinci bomba... eğer o anıları tekrar yaşadıysa, Loki gerçekten aşağılık bir herifti.

Ama benim bilmemden korktuğu şey neydi? Zihnine girip alelade öğrenemezdim, bunu yapmazdım.

"Ne gösterdin ona?!"

"Bunu eğer istiyorsa sadece Maximoff söyler."

"Yalancı," dedim tükürür gibi. "Onu tehdit edebilmek için söylemiyorsun, adi herif!"

"Stark'ların zeki olduğunu hep söylerim, sende aileni utandırmıyorsun, minik."

Kapı tekrar çalındı ve içeri bir hizmetçi girdi. Ortalığın toplandığını ve yemek için aşağı inebileceğimizi söyledikten sonra diğer odaların önünden geçerken babamı gördüm ve hızla ilerleyerek koluna girdim.

Sanırım bana bir konuşma yapacaktı ama başımı omzuna gömdüğümü ve yüzümün düştüğünü fark etmiş olacak ki sessizce aşağı indik.

Yol boyunca gözlerim her yerde onu aradı ama koridorlarda asla göremedim. Aşağıda göreceğimi düşünerek ilerlemeye devam ettim.

Şölen başlamıştı ve Thor'un dostları da buradaydı. Beni tanıştırmak istemişti ama daha sonrasına söz vererek oradan uzaklaşmıştım. Şölenin yapıldığı salon üst katlardan birindeydi ve şehre doğru bakan oldukça büyük bir balkonu vardı. Geçip balkonun mermer korkuluklarından şehri izlemeye başladım.

Pietro nereye gitmişti ki? Acaba Wanda'nın haberi var mıydı? Ona sorabilirdim. İçeri girip Wanda'yı bulmaya çalıştım, kırmızı elbisesinin içindeyken açıkçası bu çok zor olmadı.

"Wanda, Pietro'yu gördün mü?"

"Senin yanına gideceğini söylemişti, sonra yanıma uğrayacaktı ama gelmedi. Birliktesiniz sanıyordum." Dedi anlayamadığım bir hayal kırıklığıyla.

"Loki'yle bir şeyler oldu." Dediğimde gözleri büyüyerek bana baktı. Yanlış anladığını fark ettiğimde toparlamaya çalıştım. "Benimle değil, o ikisi arasında."

"Ne?!" Daha da batırdığımı anladığımda elimle ağzını kapattım. "Ya yanlış anladın, atıştılar sadece biraz, atışmak bile denilemez Loki ona bir şeyler gösterdi. Sanırım geçmişle ilgili."

"Oh tanrım." Dedi eli kalbine giderken. "Onu bulmalıyız."

"Evet, kesinlikle." Derken çoktan hızlı adımlarla şöleni terk ediyorduk bile. "Nereye gitmiş olabilir."

"Bilmiyorum." Başka bir koridora döndük. "Ayrılıp arayabiliriz."

"Ya birbirimizi kaybedersek." Etrafa bakındım. "Burası çok büyük ve karmaşık."

"Eğer bulamazsak üç saat içinde şölen salonunda buluşalım."

"Üç mü?" Diye sordum. "Çok değil mi?"

"Dediğin gibi burası çok büyük, ayrıca Thor'dan bunun sabaha kadar süreceğini duydum. İçkiler ve şerbetler de yorgunluğumuzu alacak cinstenmiş. Daha nerden baksan sekiz saatimiz kalır."

"Vay be, o kadar net konuştun ki prova yaptığını düşüneceğim."

"Senin yanında ne ki? Bazen konuşmaya başladığında aynı dili mi konuşuyoruz şüpheleniyorum."

"Deme öyle, ben bu tarafa gidiyorum yanılmıyorsam bahçeye çıkıyor. Görüşürüz!" Diyerek sol taraftaki yola ilerledim ve gözden kayboldum.

Sarayın önündeki bahçeye çıktığımda etrafta gardiyanlardan başka kimse yoktu. Sol tarafa doğru ilerlemeye başladım. Yol, sihirli gaz lambalarıyla aydınlatılmıştı, gaz lambaları sarayın duvarına monte edilmişti ve beyaz, sarı, mor, mavi renklerdeki ışıkları sağ tarafımda kalan çiçeklere vuruyordu.

Bir müddet gittikten sonra sarayın sonuna geldiğimi fark edip köşeden döndüm ve sarayın sol tarafındaki yola girdim. Burada çiçek bahçeleri veya ağaçlar yoktu, tam tersi bomboş, kocaman bir alandı. Yerler yemyeşil çimenlerle kapalıydı ve tepede yanan rengarenk ışıklar vardı. Sanırım kalabalık davetlerde misafirler buraya alınıyordu.

O kısmı da geçtikten sonra sarayın arkasına yol aldım. Birkaç metre sonra başlayan pembe renkli ağaçları gördüğümde gülümsedim. Renklerini seçebilsem de bu kısma aydınlatma yapılmamıştı.

Elimden mor renkli bir ışık çıkardım, dolunay vardı ama bulutlardan biri ayın önüne geçmişti ve gidecek gibi görünmüyordu. Elimden çıkan ışıkla gördüğüm kadarıyla sağ tarafım bir ormandı ve ortasından bir patika geçiyordu. Patikaya girip pembe renkli ağaçların arasından ilerlemeye başladım, yerlerde uçuşan ateşböcekleri o kadar büyülü hissettiriyordu ki bir an gerçekliği sorguladım.

İlerlemeye devam ederken ayın önündeki bulut çekildi ve ben de gerçekliğe döndüm. Tam karşımda bir göl ve iskele vardı, göle yansıyan ay ışığı sayesinde iskelede birinin oturduğunu fark etmiştim ancak siluet haldeydi. Biraz daha ilerlediğimde siluet yavaşça kimlik kazandı ve onun Pietro olduğunu fark ettim.

İskele de diğer her şey gibi özene bezene yapılmıştı. Tepesinde ahşap bir çatısı vardı ve kafamdaki gibi, parıldayan çiçeklerle süslenmişti. İçinde de çatıya asılmış tahminen üç kişilik bir salıncak vardı, o da orada oturuyordu. Ben yaklaşana kadar beni fark etmedi, ta ki iskeledeki tahtalardan biri adımımla gıcırdayana kadar.

İrkilerek arkasını döndüğünde beni gördü ve rahatladı ancak tekrar gerildiğini hissettim. "Ben geldim." Biraz boşluk bırakarak yanına oturduğumda bir süre sessizce bekledik.

"Loki adına üzgünüm-" demeye çalışsam da lafımı böldü.

"Neden onun adına üzgün olasın ki?"

Bir an düşündüm. Cidden, neden? "Bilmem." Dedim ben de göle bakarak. "Bir özüre ihtiyacın var ve Loki bunu sana vermeyecek, eminim. Ama ben verebilirim."

"Ama sen bir şey yapmadın."

Güldüm. "Olsun, ben başkalarının yerine bir şeyler yapmaya alışkınım."

O da güldü. "O zaman bu özürün beni dövdüğün için olduğuna kendimi ikna edebilirim. Bence gayet makul."

Kaşlarımı çattım. "Dövmedim, sadece tekme attım ve ayrıca pişman değilim. Beni boğmuştun unuttun mu?"

"Sen ölmedin, ama gelecekteki çocuklarım öldü."

"O zaman haber verirsin ve gelecekteki karından özür dilerim." Bu cümleden sonra kalbimin sızlamasına engel olamadım.

O da bir an duraksadı. "Elbette," dedi derin bir nefes verirken. "Gelecekteki karım-" yüzünü sıvazladı, "Tabi ya."

O gölü izlerken ben de onu incelemeye başladım. Muhtemelen bana yaptıkları her şeyi diğerlerine de yapmışlardı. Giydirmiş, yıkamış, hazırlamışlardı. Neden bir an kıskandığımı çözemesem de sinirlendim.

Gümüş renkli saçlarını muhtemelen düzeltmişlerdi ancak o tekrar dağıtmıştı. Beyaz bir takım elbise giydirmişlerdi ama biraz daha Asgard giysilerine benzemesi için olsa gerek mavi bir pelerin takmışlardı.

"Hoş olmuşsun." Dedim yanağımı sağ elime yaslayıp ona bakarken. Gülümsedi bana dönüp. "Sen de öyle, göz kamaştırıyorsun."

"Muhtemelen çiçekler yüzünden." Dedim basitçe, başımdaki parlayan çiçekleri işaret ederken.

O güldü, ben de gülümseyerek onu izledim. Gülmediğim fark edince bana döndü. "Ne oldu?"

"Neden benden kaçtın?"

"Ne?" Dedi bir an duraksayarak.

"İnsanları konuşmaları için sıkıştırmayan ve kendilerinin anlatmalarını bekleyen biriydim. Ama sonra fark ettim ki, ben üzerine gitmezsem kimse anlatmıyor." Yüzüne daha doğrusu gözlerinin içine baktım. "Söyle Pietro, benden neden kaçtın? Neyi bilmemem gerekiyor?"

"Cidden bilmiyor musun?" Diye sordu sinirle. "Benimle dalga geçme! Zihnime girip çoktan öğrendin."

Göz devirme isteğimi güçlükle bastırdım, sırası değildi. "Ben Wanda değilim, iznim olmadıkça düşünce düşünce gezmiyorum."

Kaşlarımı çatıp bana döndü. "Gerçekten mi?"

"Gerçekten." Dedim ciddi bir şekilde.

"Loki zaten yeterince şey görmüştü, bir kişinin daha kafama girmesini istemedim. Bu yüzden kaçtım, aynı sebepten Wanda'nın da yanına gitmedim."

"Yani olay ben değilim?"

"Evet, değilsin." Dedi net bir şekilde.

Yumruğumu çenemin altına yaslayıp mimiklerini izledim. "O zaman Loki neden beni kullanarak seni tehdit etti?"

Yakalandığını fark edince dudaklarını yalayıp bir şeyler mırıldandı. Ellerini saçlarına daldırdı. "Sen..." Dedi gülerek. "Sen... çok zekisin." Sessizce onu izlemeye devam ettim. "Ve bu gerçekten çok zor."

"Neymiş zor olan?" Ellerini saçlarının arasından çıkartıp geriye yaslandı. Başını bana doğru çevirdiğinde yamukça gülümsedi, pembe dudaklarını ısıra ısıra kızartmıştı. O an fark ettiğim şeyle cevap beklemeyi bıraktım. "Pietro... kaç şişe içtin sen?"

"Loki sana nasıl kana susamış der, anlayamıyorum. Sesinden merhamet akıyor." Dedi sorumu duymazdan gelerek.

Gülümsedim tekrar, ben de başımı geriye yaslayıp ona döndüm. "Çok mu sarhoşsun?"

"Yeni fark ediyorsun, güzel saklamışım."

"Çok mu içtin?"

"Sadece birkaç kadeh."

"Sana etki etmez ki..."

"Asgard'lılar bu işi çok ciddiye alıyor. İkincide başım dönmeye başlamıştı."

"Kafası güzel mi bari?"

"Kendin dene." Dediğinde pozisyonunu bozmadan iç cebinden bir matara çıkardı. Çelik matarayı kafama dikerken tereddüt etmedim, Thor'un dünyaya getirdiği içkilerden içmemiştim ama namını duymuştum. 'Atın ölümü arpadan olsun' Diyen yaşlı bir adamı gece zor götürmüşlerdi.

Matarayı dudaklarımdan çektikten sonra ona uzattım. Sağ eline alıp gözlerini gözlerimden çekmeden kafasına dikti, birkaç yudum aldıktan sonra tekrar bana uzattı.

"Şimdiye bitmesi gerekmez miydi?" Dedim tekrar ağzıma yaklaştırıken.

"Bu da başka bir Asgard nimeti, sihirli matara."

Matarayı ona tekrar uzattıktan sonra birkaç tur daha döndü. Sanırım yedinciye uzattığında gülümsedim ama artık kafam yumuşacıktı. "Bu geceyi, şöleni tamamen kafamızdan sileceksin."

"Yoksa rahatsız mısın?"

"Ben unutmaya alışığım, ama sen? Kaldırabilecek misin?"

"Tahmin bile edemezsin."

Tekrar içip şişeyi ona uzatırken gözlerindeki bambaşka bakış içimden bir ürperti geçmesine sebep oldu. Kaşları çatıldı, yüzüme daha farklı bakmaya başladı. Ona matarayı uzattığım elimi kavradığında matara ellerimiz arasında yok oldu.

Parmakları gözlerindeki bakışa rağmen parmaklarımın üzerinden nazikçe geçti. Yüzümü inceleyen gözleri dudaklarıma kaydığında kalbim boğazıma tırmandı ve orada atmaya başladı.

Gözleri, burnunun ucu alkolden kızarmıştı. Benim buz gibi tenime karşı onun sıcacık elleri ellerime değiyordu. Saçları karmakarışıktı, elimi içine daldırıp daha da karıştırmak istememe sebep olacak derecede.

Isırarak kızarttığı dudakları alkol yüzünden daha da kızarmıştı. Yüzüne baktıkça aklımdan tek bir şey geçiyordu.

Onu öpmek.

Matarayı kendine çekerken elimi bırakmamıştı, birleşik olan ellerimiz yüzünden yavaşça ona yaklaştım. Arada kalan azıcık mesafeyi kapattığında kalbimin durduğuna emindim.

Dudakları dudaklarıma hızlıca kavuşurken bana bu hissi yaşatan her şeye minnet duydum. Rezil geçen hayatlarımıza bile bizi birbirimize kazandırdığı için teşekkür ettim.

O kadar kendimde değildim ki, ona karşılık veremediğimi o kendini geri çekince anladım. Hayal kırıklığıyla gözlerime baktı."Özür dile-"

Lafını yarıda kesip ona yaklaşan, onu öpen ben oldum bu sefer. O benim aksime karşılık vermekten çekinmedi, ellerimiz arasında sıkışan matarayı bıraktığında eli yüzüme doğru ilerledi.

Matarayı yere rastgele fırlatıp bir elimi saçına bir elimi de ensesine ilerlettim. O geriye doğru yaslanırken aldığım destekle yavaşça üzerine tırmandım. Üzerinde durduğumuz salıncak hareketimizle sağlandığında düşmemek için iki elimi de göğsüne koydum. O ise tek elini yanağımdan çekmeden diğeriyle salıncağa tutundu.

Dudaklarımız birbirinden ayrıldığında bulunduğumuz pozisyona baktım. Sihirli bir salıncağa uzanmıştı ve bense onun üzerindeydim, kısa bir süre önce ölümden aldığım adamla öpüşüyordum.

"Bunu-" Dedi nefes nefese. Salıncağı tutan elini bırakıp saçlarımı okşadı. "Çok uzun zamandır istiyordum."

"Peki, mutlu musun?" Diye sordum bir parça etkisinden çıkmaya çalışarak.

"Tahmin bile edemezsin." Dedi az önceki gibi.

O kadar güzel bakıyordu ki bana, bu sefer yavaşça eğilip elmacık kemiğinin üzerini öptüm. Geri çekilmeme fırsat bırakmadı, biraz yana doğru dönüp dudaklarının denk geldiği yeri, çene kemiğimi öptü.

Bir süre hareketsiz kaldığımda bir anda yerlerimizi değiştirdi. Kendimi onun altında, ellerim başımın üzerinde bulmam o kadar kısa sürmüştü ki. Bileklerime baskı yapan elleri bana rahatsızlık vermedi hatta hoşuma gitti.

Ondan beklenmeyecek kadar yavaş bir şekilde eğilip burnumun ucunu öptü. Yüzünü benden çok uzaklaştırmadan biraz aşağı indi ve dudağımın kenarını öptü. Minik minik, yavaş yavaş yüzümün her yerine öpücükler bıraktı.

Vücudum, vücudunun altında ezilmekten memnundu, kendimden öylesine geçmiştim ki bana istediği her şeyi yapabilirdi. Alkol hala ikimizinde damarlarında geziyordu, birimiz yirmi altı birimiz on dokuz yaşında iki gençtik. Onun aklı benimkine göre daha da yerindeydi, istese o an emrine amade olacağımı biliyordu.

Yine de son öpücüğünü dudaklarıma bırakmaktan başka hiçbir şey yapmadı. Hala hareket etmesine izin vermediği ellerim başımın iki yanındaydı. Dudaklarımdan geri çekilmeye cüret ettiğinde kafamı havaya kaldırmam ve alt dudağını ısırarak kendime çekmem de gecenin parçalarından biriydi.

O da direnmeyi bırakıp karşılık verdiğinde ne kadar süre öyle kaldık bilmiyordum. Artık sızmaya yaklaştığımda dudaklarının boynumdaki yolu izlediğini hissedebiliyordum. Bileklerimi tutan elleri gevşerken son hissettiğim şey tam kalbimin olduğu yere bastırdığı dudaklarıydı.

Ee nefesler tutuldu mu? Kelebekler uçuruldu mu?

Bölüm hakkında düşünceleriniz??

Carissa'nın elbisesi kafamda çok güzel oluştu ve bunu bozmak istemedim, siz de kafanızda hayal edin diye resim koymadım.

Güçlerini ilk defa bu şekilde kullanması, kısa süreliğine de olsa derine inmesi güzeldi.

Ve son kısım...

Umarım sizi tatmin etmiştir, zira bana fazlasıyla yetti ama yazarınız ilk defa yakınlaşma sahnesi yazdı, inşallah batırmamışımdır...

Gelecek bölüm için tahminler?

VE UNUTMADAN!

‼️YENİ SİRİUS BLACK KURGUMUN CAST, PLAYLİST VE TANITIM BÖLÜMLERİ YAYIMLANDI, PROFİLİMDEN BULABİLİRSİNİZ! ‼️

Daha sonra görüşmek dileklerimle.

Yazarınız, Nyks.

Continue Reading

You'll Also Like

885K 70.9K 14
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...
37K 3.1K 12
Kim Taehyung öğrencisine fazla mı ayrıcalık tanıyordu? Daha ona sınav cevaplarını verdiği kısma gelmedik. Yaş farkı !
129K 22.5K 17
oğlum sadece en sevdiği oyuncakları kırıyor. ben onun yok ettiği kumdan kalelerin kralıyım omegaverse, etl texting
16.9K 1.7K 39
Jisung,yanlış zamana denk gelen kızgınlığı yüzünden Lee Minho ile birlikte oldu. Omegaverse & MinSung ✪✪✪