ATEŞPARE (+18)

Por cerennmelek

44.7M 2M 6M

Korkmuyordum, ne karanlıktan, ne gürleyen gök gürültüsünden, ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünk... Más

ATEŞPARE
1.Bölüm: V
2.Bölüm: KAOS
3.Bölüm: O PİTİ PİTİ
4.Bölüm: KANLI YÜZLER
5.Bölüm: ATEŞ PARÇASI
6.Bölüm: SOĞUK SAVAŞ
7.Bölüm: ŞEKİL DEĞİŞTİREN
8.Bölüm: KAYBEDİŞ
9.Bölüm: ESARET
10.Bölüm: KABULLENİŞ
11.Bölüm: TUTKULAR VE SAVAŞLAR
12.Bölüm: SAHTEKAR CİNAYETLER
13.Bölüm: MELEK YÜZLÜ ŞEYTAN
14.Bölüm: KARANLIK SIRLAR
15.Bölüm: OYUNBAZ UYKULAR
16.Bölüm: KURT MU KUZU MU
17.Bölüm: VEDALAR VE BAŞLANGIÇLAR
18.Bölüm: TANRININ CİLVESİ
19.Bölüm: YANGINDAN TAŞAN ATEŞ PARÇASI
20.Bölüm: KURTLAR SOFRASI
21.Bölüm: HİLEKAR DOKUNUŞLAR
22.Bölüm: KANLI PİYON
23.Bölüm: KANIŞLAR VE KAZANIŞLAR
24.Bölüm: SAHTE SEVGİLİLER
25.Bölüm: ALANGUVALARIN MUCİZELERİ
26.Bölüm: KÜÇÜK KIYAMET
27.Bölüm: ŞEHVETİN TEHDİTKAR CAZİBESİ
28.Bölüm: GEÇMİŞİN ESİNTİSİ
29.Bölüm: KIVILCIM
30.Bölüm: PERDELENEN KUŞKULAR
31.Bölüm: TEHLİKELİ SULAR
32.Bölüm: ATEŞ ÇIKMAZI
33.Bölüm: BÜYÜK PATLAMA
34.Bölüm: AZRAİL'İN PENÇESİ
35.Bölüm: YER ALTI
36.Bölüm: DOLAMBAÇLI HAYATLAR VE ÇARPIK OYUNLAR
37.Bölüm: KANLI MAKAS
38.Bölüm: SAHİPSİZ KİMLİKLER
39.Bölüm: MELEKLER VE ŞEYTANLAR
40.Bölüm: CANAVAR
41.Bölüm: MADALYONUN İKİ YÜZÜ
42.Bölüm: AŞKLAR VE ZAAFLAR
ÖZEL BÖLÜM
43.Bölüm: YALAN SANATI
44.Bölüm: DOMİNO TAŞLARI
45.Bölüm: TUTUKLU ZİHİNLER ZİNDANI
46.Bölüm: ACI KAN
47.BÖLÜM: LANETLİ MASKELER
48.Bölüm: VAHŞETİN ÇAĞRISI
49.Bölüm: AŞKA YENİLİŞ
50.Bölüm: GEÇMİŞİN KANLI SAHNELERİ
52.Bölüm: ÜÇÜNCÜ İHTİMAL
53.Bölüm: İNSAN AVI
54.Bölüm: KOBRA'NIN ZEHRİ
55.Bölüm: ATEŞ HATTI
56.Bölüm: KAPANMAYAN DAVALAR
57.Bölüm: SANAT ESERİ
58.Bölüm: KATİL AVCISI
59.Bölüm: ALEV BEDENLERDEN KÜL RUHLARA
60. Bölüm: KAYBEDİLMİŞ ZAFER
61.Bölüm: RESİM HIRSIZI
62.Bölüm: HEZARPARE
ÖZEL BÖLÜM: ATEŞ ALANGUVA
63.Bölüm: İNTİKAM TİMİ
64.Bölüm: KIRIK YOK OLUŞLAR
65.Bölüm: İKİNCİ PERDE
66.Bölüm: CANAVARIN ÖTESİNDE
67.Bölüm: KÖTÜLÜĞÜN TOHUMU
68.Bölüm: GÜÇLÜ ADIMLAR VE KURNAZ SAVAŞLAR
69.Bölüm: GÜNAHKARLARIN SON GÜNAHLARI
ALINTI VE DUYURU
70.Bölüm: PANZEHİR
71.Bölüm: İSYAN
72.Bölüm: EN GÜZEL ZARAR
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT
ÖZEL BÖLÜM: AYLİN
73.Bölüm: EFSANELER UNUTULMAZ
74.Bölüm: CANAVARI ANLAMAK VE ADALETİ ARAMAK
75.Bölüm: EN ZOR SAVAŞ
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT
76.Bölüm: YIKIM VE KIYIM
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT&BAHAR

51.Bölüm: YANGINA DÜŞMÜŞ ATEŞ PARÇASI

391K 22.6K 74.5K
Por cerennmelek

Bol bol yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayın ateş parçalarım. 🔥

Enemy - Tommee Profitt

  For You - HIM

Tonight Is The Night I Die - Palaye Royale

51.Bölüm: YANGINA DÜŞMÜŞ ATEŞ PARÇASI

Ateş Alanguva

Annem bana sevmeyi öğretmişti, babam bana öldürmeyi öğretmişti. İkisini de iyi öğrenmiştim.

Şebnem ve Tuğrul Alanguva'nın ikinci çocukları, karanlık tahtın gizli varisi. Annem yaşadığımız hayata rağmen bizi korumaya çalışır, kırmayı değil sevmeyi öğretirdi. Babamsa annemi kırmaz ama gizliden bize gerçekleri aşılardı.

Babamın elini omzuma koyup, "Sen, Cebonayan'ın sahibi olacaksın. Abin değil, sen olacaksın. Sen dedenin torunusun, sen en güçlü Alanguva olmak zorundasın, olmazsan yaşayamazsın." dediği gün savaşım başlamıştı.

Lider olmayı başarmıştım, ailemin kanlı mirasını yönetmeyi başardığım gibi. Ancak bir gün onunla yollarımız kesişmişti. Aşkın Erizgi.

Öyle bir kadındı ki daha önce tanıdığım kimseye benzemiyordu. Kontrol sürekli ondaydı ve bu benim gibi bir adam için tahammül edilebilir bir şey değildi. Ancak o alacalı gözleriyle hayatımın ortasına bir ateş parçası gibi düşmüştü.

Ele avuca sığmıyor, hayat dolu ama onun hayatını kanla boyamışlar ve o da buna ayak uydurmuş. Çaresiz, acılı ama bir o kadar da yenilmez ve güçlü. Omuzlarında dünyanın yükü var, acılarını göremiyorum ama hissediyorum. Duygusuz gözlerinin ardında yatan o küçük kız çocuğunu, onun her alacalı gözlerine baktığımda görüyordum.

Kendini o kadar sevmiyor ki, başkasının onu seveceğine bir türlü ikna olamadı. Onu o kadar sevmemişler ki o da kendini sevilmez sanmış. Halbuki o benim için bu dünya üzerindeki en sevilesi şey. Hem çok gerçek hem de çok gerçek dışı. Eşi benzeri yok, hem merhametli hem de acımasız. Her şeyin ortası, tüm renklerin karmaşası.

Şimdiyse ateş parçamı ellerim arasından almışlardı. Ona gerçek bir evlilik teklifi edeceğim gece, onu kaybetmiştim. Onu almaya gittiğimde, evde zehirli bir gaz vardı. Bu gaz normal bir insanı öldürebilirdi ama onun zehre bağışıklığı vardı. Onu kim kaçırdıysa, onu da beni de çok iyi tanıyordu.

"Ateş!" diye bağıran Pusat'la, hayatta kalan son adamın kalbinden çıkardım bıçağı. Artık hayatta değildi. "Ne halt ediyorsun sen?" dediğinde etrafa baktım. Her tarafım ceset doluydu, hepsini ben öldürmüştüm.

Mermisi biten silahımı yere attım. Ardından da bıçağı öldürdüğüm adamın üstüne attım. Kanlı bıçağın, cesedin üstüne düşerken çıkardığı sesi yankılanmıştı kulaklarımda. Koca hangarda, hayatta kalan kimse yoktu, her taraf kandı. Onu bulamadığım her saat daha fazla kişiyi öldürüyordum.

"Yanına kimseyi almadan nasıl çatışmaya girersin tek başına?" Pusat yanıma ulaşırken hala bağırıyordu. Bu sırada etrafı da izliyordu, kanla kaplı koyu gri duvarlardan kan bir ressamın damgası gibi çok özenilmiş ama belli edilmemiş gibi akıyordu.

Siyah gömleğimin her tarafı kandı. Siyah giyinmiştim, adam öldürmeye giderken beyaz giyinilmezdi.

"Özkanlar kaçırmamış işte! Şimdi bir düşman daha kazandın, mutlu musun? Planın bu mu? Onu bulana kadar herkesi öldürmek mi?"

"Gerekirse," dedim soğuk sesimle, cesetlerin arasından hangarın çıkışına doğru yürürken Pusat peşimden geliyordu.

"Ateş, bu kadar fevri davranarak onu bulamazsın. Biraz sakinleşmen lazım."

Durdum, sürekli sakin olmamı söyleyen Pusat'a döndüm. "İki gün, siktiğimin iki günüdür onu bulamıyorum!"

"Aşkın bu, bir şekilde kurtulur." dediğinde dudaklarım iki yana doğru kıvrıldı ama bu bir gülümseme değildi. Bu bir katilin kurbanına olan son gülüşü kadar soğuktu.

"Bak, seni de inandırmış. O insan Pusat, o bir süper kahraman değil." Aşkın rolünü o kadar başarılı oynuyordu ki bir ölümsüz olduğuna herkesi inandırabiliyordu. Sanki o insan değil de bir robottu, canı acımaz, bu işin de altından kalkar, ona bir şey olmaz...

O sadece insandı. Fazla güçlü ve hırslı bir insandı ama bu onu duygusuz da, yenilmez de yapmazdı. Buna o kadar inanıyordu ki beni bile uzun bir süre buna inandırmıştı. Onun sadece insan olduğunu fark etmem, vurulmasıyla olmuştu. Kollarımda ölüme çok yakınken yenilmez değildi. İnsandı.

Ona bu muameleyi ben de çok yapmıştım. Onu kendimle birlikte çatışmalara sokarken, onu kaybedeceğimi hiç düşünmemiştim. Ben yorulmam dediğinde ona inanmıştım. Canımı yaktığında canını yakmıştım.

Arkamı dönüp, kapının önünde bekleyen araçlara kısa bir bakış attım. Ben sürücü koltuğuna geçerken Pusat da ben gitmeden, koşarak yetişmiş ve yanıma oturmuştu.

"Şahin'in yapmadığına nasıl bu kadar eminsin? Düşman dost bırakmayıp herkesin her şeyini kurcaladın! Bir Şahin'e bakmadın."

"O yapamaz." dedim sadece.

"Neden? En büyük zararı sana bu Şahin iti vermedi mi?" Arabanın hızını arttırdım. "Aranmadık ülke bırakmadık Ateş."

Peşinde Meksikalı bir kartel vardı o kartelin bu kadar çok şey bilmesine imkân yoktu. Ya gerçeği bilenler bu kartelle ortaktı ya da olay çok farklıydı.

Aşkın, rıhtıma gideceğini söylemişti kaybolduğu gün. Rıhtıma giderken ki amacı cinayet işlemekti. Peki o gün neden cinayet işlemeyip benimle evlenmeye karar vermişti?

Ani bir fren yaptım, Pusat küfür ederek öne doğru savrulduğunda kafasını cama çarpmaktan son anda kurtuldu. Hızla yolumu değiştirdim.

"Nereye gidiyoruz?" dedi ancak cevap alamadı. "Ateş, biliyorum korkuyorsun. Ben de korkuyorum. Aşkın'ın yeri bende çok farklı, o benim dostum. Neler hissettiğini tahmin bile edemiyorum ama bu şekilde bir yere varamayız. Sen düşünmüyorsun! Senin en büyük özelliğin zekân değil mi? O kadar şoktasın ki iki gündür düşünmüyorsun!"

Sessiz kaldığımda bağırdı yine. "Konuş bari amına koyayım!"

Rıhtıma vardığımda arabadan hızla indim, ihtiyarı sadece bir kere görmüştüm. Ve o bunak kesinlikle bir şeyler biliyordu. Ondan nefret ediyordum. Aşkın'ı bu hale o getirmişti. Diğerlerine yaptığı gibi, başını okşayıp onu okutabilirdi. Naz'a, Bahar'a baktığı gibi bakabilirdi ama yapmamıştı. Aşkın'ı bu bataklıktan çıkarabilirdi. Ancak o herif küçük bir kızı bataklığın tam ortasına atmıştı, üstelik bu bataklık çamurdan değil ateştendi.

Cüneyt Keskin teknesinde oturmuş, denizi seyrediyordu. Zaten yaptığı başka bir bok yoktu. Botlarım yeri sertçe ezerken geldiğimi anlamıştı ama kafasını bile çevirmedi.

"Onu bulamıyorum." dediğimde de istifini bozmadı. "Sana diyorum lanet herif."

"Sözlerine dikkat et çocuk." dediğinde ilk defa kafasını çevirdi. Gözlerime çok bakmıyordu, çok baktığında gözlerinde oluşan nefret hissini bastıramıyordu. Çünkü gözlerim aynı dedemin gözlerine benziyordu.

"Aşkın'ın gerçek kimliğini öylece öğrenmek, herkesin başarabileceği bir şey değil. Onun hangi saatte evde yalnız olduğunu bilmek de herkesin bileceği bir şey değil."

"Beni neyle suçluyorsun?" dedi küçümser tavrıyla.

"Seni suçlamıyorum, seni görüyorum."

"Aşkın'ı yakalamak öyle kolay mı? Değil, onu yakalayabilmelerinin tek püf noktası o zehirli gazdı. Bunu da sen çok iyi biliyorsun. Aşkın dövüşte kaybetmez, son nefesine kadar savaşır. Bu kadar kolay kaçırılmasının iki yolu var, ya kendi istedi ya da biri Aşkın'ın bile bilmediği zayıf noktalarını ortaya çıkararak iş birliği kurdu."

"V'yi ben yarattım, onu kendi ellerimle yok eder miyim?"

"Onu yok etmeyeceksiniz, Aşkın'ı yok edeceksiniz."

"Biz kimiz Ateş?"

"Bilmiyorum ama senin bir haltlar karıştırdığını biliyorum." Kambur sırtını doğrulttu ve yavaşça ayağa kalktı. Tekneden indi ve karşıma dikildi.

"Suçlayacağın son kişi bile olamam. Ona senden daha fazla değer veriyorum. Onu ben büyüttüm."

"Sen iğrenç bir herifsin, onu bu hale sen getirdin!"

"Ben ona nasıl hayatta kalacağını öğrettim. Haklısın, onu en iyi ben tanıyorum Ateş." Dayanamadım, yakalarından tutarak kendim çektim.

"Bana bak moruk, eğer bu işte parmağının olduğunu öğrenirsem seni sadece öldürmem, ölmen için yalvartırım." dedim ama o alayla güldü sadece. Benden korkmuyordu, onun gibi bir komutanın korkmasını da beklemiyordum zaten.

"Dedene tahmin ettiğimden daha çok benziyorsun. Ve Ateş biliyor musun? Firuze'nin ölümüne deden sebep oldu." Ellerimi yakalarından çektim.

"Onu benim yüzümden mi kaçırdılar? Şu an kelime oyunu yapacağın son kişi bile değilim Keskin."

"Aşkın'ın fevri olduğunu düşünürdüm de sen daha betermişsin. Onu böyle bulacağını mı sanıyorsun?"

"En azından çabalıyorum. Onu ben büyüttüm diye geziniyorsun da gelmiş burada boş boş denizi izliyorsun."

"Çünkü ben bu hikâyenin sonunu biliyorum." Her şeyi biler tavrıyla, hep yaptığı gibi dalga geçiyordu. Sürekli sikik sikik konuşup duruyordu, bir halta yaradığı da yoktu.

"Ona bir şey olursa seni de yaşatmam."

"Ona bir şey olursa benim yaşamamın bir anlamı kalmaz zaten. Kendine gel çocuk, aklını başına topla." Sakinleşmek için gözlerimi yumdum, derin derin nefes aldım ama şu an onun kokusundan başka hiçbir şey sakinleştiremezdi beni.

"Ne oluyor burada?" diye bağıran Tarık'a döndü bakışlarım. "Sen ne halt ediyorsun Alanguva?" ihtiyarın yaklarını tuttuğumu görmüş olacak ki onu ilk defa bu kadar ciddi görüyordum.

"Bir şey yok Tarık, Ateş korkudan kontrolünü kaybetmiş. Aşkın'a zarar geleceğini düşünüyor, eğer kontrolünü bulamazsa gerçekten de zarar gelecek." İhtiyarın son sözleri bunlar oldu. Arkasını dönüp uzaklaşırken, Tarık karşıma geçmişti.

"Senin yüzünden! Sen Aşkın'ın hayatına girene kadar onun gerçek kimliğini öğrenen yoktu. Her planı kusursuz ilerliyordu, ancak sen onun hayatına girdiğinden beri gerçek kimliğini bilmeyen bir sağır sultan kaldı. Aşkın'a ne oldu bilmiyorum ama o sağ salim geri dönse de bir gün kimliği senin yüzünden ifşa olacak."

Alaylı bir ifade belirdi yüzümde.

Tarık'ın kaşları çatılırken, siniri de artmıştı. "Onu arayacağın yerde gelip ailesini mi suçluyorsun?"

"Ailesi kim Tarık? Sen misin? Sen etkisiz elemansın. Kaptan mı? O iblisin ta kendisi. Aylin mi? O Aşkın'ı tanımıyor bile. Deniz mi? Onun gerçek kimliğini öğrendiği an ilk o tutuklar. Onun ailesi benim."

Bu sefer gülen Tarık oldu. "İki günlük adam gelmiş, ailesi olduğunu söylüyor. Sen Aşkın'ı tanıdığını mı sanıyorsun? Onu kimse tanımıyor, o bile kendini tanımıyor." Onu bulacağım vakti burada laf yetiştirerek harcamayacaktım.

Omzumla omzuna çarparak onu arkamda bıraktığımda bağırdı. "Alanguva!" Durdum. "Onu gerçekten seviyor musun?" Onu, kimseyi sevmediğim gibi seviyordum ve belki de sonumu getirecek şey buydu. "Eğer onu gerçekten seviyorsan kurtar! Bahsettiğim kurtarma onu bulman değil. Onu V'den kurtar." Yürümeye devam ettim.

V başka biri değildi, o da Aşkın'dı. V onun karanlık tarafıydı ve onun aydınlık bir tarafı kalmamıştı.

Rıhtım evinin yanından geçerken, o gece eve gelip onu amansız arayışım gözümde canlandı. Bir takım elbise giyinmiş, kapıya onu almak için gelmişti. Ancak hiçbir şey, hiç kimse yoktu. Ben gelene kadar evdeki zehirli hava azalmıştı, içeri girdiğimdeyse sadece anneme ait olan yüzük kutusunu bulmuştum. İçi boştu, Aşkın annemin yüzüğünü parmağına takmıştı kaçırılmadan önce. Son saldırıdan sonra evin tüm camlarını kurşun geçirmez yaptırmıştım, zehirli gazı da evin havalandırmasından vermişlerdi. Yani bunu yapan kişiler her şeyi net şekilde biliyorlardı.

Evi uzunca inceledim, o gece yaşananları gözümde canlandırmaya çalışırken kaşlarım derince çatılmıştı. Önce zehirle zayıflatmışlar ardından da, kaba kuvvetle tamamen etkisiz hale getirmişlerdi. Onun saçının teline zarar veren kimseyi yaşatmayacaktım.

Arabaya tekrar bindiğimde, sürücü koltuğunda Pusat otuyordu. "Güvenlik departmanına sür." dediğimde beni ikiletmedi.

"Ateş, bir şeyler atıştır. Açlıktan güçsüz düşeceksin, uykuyu geçtim bari yemek ye."

"Hızlan." Emrime uyarak hızlandı. Bu sırada telefonu çaldığında, vakit kaybetmeden açtı. Karşı tarafı dinlerken kaşları çatıldı, bana yandan bir bakış attı.

Karşısındaki kişiye cevap vermeden telefonu kapattı. "Malikaneye saldırı düzenlenmiş. Aşkın'ı bulacağım diye tüm korumaları dünyaya yaydın! Evi koruyan doğru düzgün koruma kalmamış! Aynı şekilde her an adaya da bir saldırı düzenlenebilir. En iyileri gönderdin."

"Çalışan alsaydın Pusat, işin ne?" dedim aksi sesimle.

"Birden bir savaşın ortasına düşeceğimizi bilemezdim! Bir korumanın eğitimi, güvenilirliğini test etmek kaç yıl sürüyor haberin var mı? Zaten gereğinden fazla çalışanımız vardı, sen böyle kafana estiği gibi davranmasaydın!"

"Kim saldırmış? Yaralı var mı?"

"Varmış, şu raddede herkes olabilir. Cebonayan üst üyeleri toplantı istiyor, toplantının içeriğini tahmin edebiliyorsundur. Kaç üyeyi öldürdün iki günde? Liderliğini alacaklar." Şu dakikada liderlik de Cebonayan da düşündüğüm son şey bile değildi.

"Eve sür, çatışma yaşanıyor mu?"

"Evet, devam da ediyormuş." İki elimle yüzümü ovuşturdum. Pusat arabanın hızını arttırırken kendime bir sigara yaktım. "Korktuğum şey oluyor Ateş." dediğinde ruhsuz bakışlarımın hedefiydi.

"Neymiş korktuğun şey?"

"Aşkın'a olan aşkın seni mahvediyor."

"Sürekli abartı tepki veriyormuşum gibi davranmayı kes! Aşkın'ı kaçırdılar, Aşkın'ı! Şu an dünyanın altına üstüne getirmiyorsam tek sebebi kendimi zapt etmem."

"Abartı tepki verdiğini söylemiyorum! Ancak böyle yaparak aileni de kendini de tehlikeye atıyorsun." Aşkın da benim ailemdi, bunu göremiyorlardı.

Tabletimi açarak, malikanenin önündeki kameraları inceledim. Malikanenin önünde sıcak bir çatışma yaşanıyordu.

"İçeri girebilen yok değil mi?" dedim kayıtlara daha dikkatli bakarak.

"Tabi yok ama destek lazım." Herkes evdeydi, Aylin ve Bahar iki gündür malikanede kalıyorlardı. Yanlarında abim vardı, Ferda da vardı ama onun eğitimleri kendini korumaya bile yeterli değildi bu raddede.

"Direkt olarak Cebonayan'ın saldırısı." dedim sigaramdan derin bir nefes çekerken.

"Ne? Ayaklanma mı bu?"

"Evet, tam olarak bir ayaklanma." Bu sırada telefonum çaldı, arayan Şahin piçiydi. Bir o eksikti zaten. Aramasını yanıtladım.

"Ateş, nasılsın?"

"Her an her şeyi göze alıp seni cehennemin yedinci katına gönderecek kadar formadayım, sen?" dediğimde güldüğünü işittim.

"Çok iyiyim, şu an üst üyeler toplantıda. Seni tahtından indirmeye çalışıyorlar."

"Hadi göbek at, seversin sen erkenden sevinmeyi."

"Aslında sana yardım etmek istemiştim. Şu sıralar üst üyeler bana fazla inanır oldu, bu saldırıyı durdurtabilirim."

Güldüm, "Sen önce kendine yardım et." dedim imayla.

"Sadece Aylin'i istiyorum, tüm saldırıları durdurabilirim."

"Senin gelmişini geçmişini sırayla sikerim! Sen asla istediklerini elde edemeyecek koca bir zavallısın Şahin."

"Üzüntünden böyle konuşuyorsun, Aşkın'ın kaçırılmasına ben de üzüldüm ama onun çok yaşamayacağı belliydi zaten. Şimdi Aylin'i teselli etme zamanı."

"Hastasın sen, abime ait her şeye göz diken bir manyaksın." Artık koltuğu da eskisi kadar istemiyordu. Artık Aylin'i istiyordu çünkü abim onu seviyordu. Çünkü abim artık koltuğu umursamıyordu.

Şahin, Aylin'i takıntı haline getirmeye başlamıştı ve bu çok tehlikeliydi.

Daha fazla saçmalamalarını dinlememek için telefonu kapattım. Bu sırada malikanenin önüne gelmiştik. Çatışma devam ediyordu. Araba durduğu an, torpidodan çıkardığım iki silahla hızla arabadan indim.

Pusat da peşimden inerken karşıma çıkan herkese ateş ediyordum. Kapının önüne yakınlaştığımda Ahmet'i gördüm. Silahını bana doğrulttuğunda ateş etmeyeceğini biliyordum.

"Ne halt ediyorsun?" dediğimde koyu gözleri etrafta gezindi.

"Kurulun emri."

"Sen Cebonayan için çalışıyorsun ve lideriniz benim. Sen benim için çalışıyorsun, o kurulun da benim için çalıştığı gibi."

"Ben emirlere itaat ediyorum."

"Size emir verebilecek tek kişi benim, sen itaat değil ihanet ediyorsun ama sorun değil. Görevin buraya kadarmış, bugüne kadar iyi bir çalışandın." Bana ateş etmek için silahını kaldırmıştı ki yapamadı. Ahmet yıllardır Cebonayan'da benim için çalışıyordu.

"Affetmeyeceğim tek şey ihanet Ahmet." O ne olduğunu anlamadan silahımı kaldırdım ve alnına hedef aldım. Tetiği çektiğimde bedeni geriye doğru savruldu. Az önce konuşmamızla duran silah sesleri tekrar alevlendi. Hızımı alamayarak arabaların arkalarına gizlenmiş adamları öldürürken Pusat da sürekli kendini önüme atıp duruyordu.

Varlığım bile hepsini korkuttuğu için, malikaneme saldırırlarken ki motivasyonlarını kaybetmişlerdi, çok dayanamayacaklardı.

"Hiçbirini sağ bırakmayın." dedim hemen sol tarafımda duran Yusuf'a. Ben malikanenin bahçesine girerken Pusat da peşimden geliyordu. Arazi çok büyüktü ama ev silah sesinin duyulmayacağı kadar uzakta değildi.

Eve yakınlaştığımda abimi gördüm. Elinde silahıyla, etraftaki çalışanlara emirler yağdırıyordu. Ona yakınlaştığımda varlığımı fark etti.

"Neden geldin? Ben hallediyordum burayı."

"Herkes iyi mi?"

"Evet, biraz korktular sadece. Ayrıca Aylin çok da öfkeli." Kafa salladım, yanından geçecektim ki kolumdan tutarak durdurdu beni. "Bir gelişme yok mu?"

"Hayır."

"Bu saldırıları, seni yavaşlatmak için yapıyorlar." Kolumu ondan çektim. "Korkma, ona bir şey olmayacak."

"Sürekli bana nasihat vermek yerine çabalasaydınız evet belki de olmazdı."

"Ona aşık olmanı bu yüzden hiç istemedim. Halini görüyor musun? Onun gibi tehlikeli bir kadına aşık olmanın sonuçlarını görüyor musun?"

"Aynı şeyleri sayıklamayı kesecek misiniz?"

"Seni en başından beri uyarıyorum! Ona nasıl güvenebiliyorsun ki? Baksana, belki de kaçırılmadı belki de düşmanlarınla iş birliği kuruyor. Bana bunun olmadığının garantisini verebilir misin? Bak o kaçırıldı, kafayı yedin, her taraftan saldırıya uğruyoruz. Bunun V'nin planı olmadığını gözün kapalı söyleyebilir misin?" Söyleyemezdim.

Onu seviyordum ama hırsını da görüyordum. Dünyayla bitmek bilmeyen bir kavgası vardı. O kavga bitene kadar da durmayacaktı ama bu onun kazanabileceği bir dava değildi.

Koltuğumu istediğini biliyordum, beni o koltukta gördüğünde gözlerinden geçen hırsa çok net şahit olmuştum. Ona bilerek bir koltuk hediye etmiştim, sınırlarını görmek istemiştim. Ben Cebonayan'ın sahibi olmayı hiç istememiştim ancak Aşkın istiyordu. Aramızdaki fark buydu. Ben karanlık tarafımdan kaçarken, o kendi karanlığına koşuyordu.

"O yapmadı." dedim kesin bir şekilde.

"Güvenemezsin Ateş. Ya gerçekleri,"

"O yapmadı!" dedim kuracağı cümleye tahammül bile edemeyerek.

"Umarım öyledir, nasıl bu kadar eminsin?"

"Beni seviyor." dedim buna kendimi de ikna edermiş gibi.

"Sevmesi, ihanet etmeyeceği anlamına gelmez." Yanından uzaklaşıp verandanın merdivenlerini hızla çıktım. Çift taraflı kapı benim için açılırken, üstümde hala kanlı gömleğim vardı.

Evin geniş salonunda bir uğultu vardı. Annemin dekore ettiği şatafatlı salonun tek sevdiğim yanı, annemin elinin değmiş olmasıydı. Aylin, Bahar, Ferda, Arhan ve Naz salonda hararetle konuşuyorlardı.

Aylin beni gördüğünde ayağa kalktı hızla. Gözleri şiş ve kırmızıydı, iki gündür ağlamaktan mahvolmuştu. Karşıma dikildiğinde ona omuzlarım dik bakamadım.

"Bir haber var mı?" dedi umutla.

Başımı eğdiğimde, hıçkırdı. "Lanet olsun Ateş! Ona daha yeni kavuştum ben."

"Bulacağım." dedim emin şekilde.

"İki gün oldu! İki gün. On iki yıl bekledim ben ona kavuşmayı, ben onun için her şeyi yaparım Ateş, her şeyi. Ona zarar veriyorsun, senin yüzünden kaçırıldı benim kardeşim. Başına gelmeyen şey kalmadı, hepsinin suçlusu sensin." Aylin bir ablanın yapabileceği en büyük fedakarlığı yapmıştı, kardeşi için hayatını bitirmişti. Kardeşi yaşasın diye, kendi yaşamamıştı. Bu yüzden ne yaparsa yapsın ona kızamıyordum. O Aşkın için gerçekten de her şeyi yapmıştı.

Aşkın'ın gerçek kimliğini bilmediği için başına gelen her şeyden beni suçlu tutuyordu haklı olarak. Gerçi düşündüğümde, çoğu şey de bana bağlanıyordu. Ben hayatına girene kadar V olma işini büyük bir gizemle yapıyordu. Şimdiyse en büyük düşmanlarımız onun gerçek kimliğini biliyordu.

"Haklısın." diyebildim sadece, kardeşinkinden daha açık renkli gözlerine bakarken.

"Haklı olmak istemiyorum, kardeşimi istiyorum! Hani çok güçlüydün? Neden iki gündür bulamıyorsun? Ya ona bir şey yaptılarsa ya onun canını," devam edemedi, hıçkırıkları konuşmasına engel oldu. Göğsüme bir yumruk attığında, omuzları sarsılıyordu. Bir yumruk daha attı ve bir tane daha. Gömleğimdeki kan eline bulaşırken bunu umursamadı. Aylin'i durdurmadım.

"Ona bir şey olursa yaşayamam ben, bir kardeşim kaldı, onu da almasınalar benden." Yumrukları durdu, göğsümde asılı kaldı, ardından da güçsüzce düştü.

"Onsuz ben de yaşayamam Aylin." dediğimde kafasını göğsüme yasladı. Artık gömleğimde sadece kan değil, bir masumun gözyaşları da vardı.

Vücudu güçsüzleşti, bayılacağını hissettiğimde kolumla düşmemesi içi destek oldum. İki gündür hiçbir şey yemiyor, uyumuyor, kardeşinden haber bekliyordu. Bilincini yitirdiğinde onu kucağıma aldım.

"Doktoru çağırın hemen." dediğimde Arhan hemen dışarı çıktı. Aylin'i klinik odasına götürüp, nabzını ölçtüm. Stresten ve yorgunluktan bayılmıştı. Odadan çıktığımda yavaşça yürüyen Bahar'la karşılaştım. Gözlerinde sargı vardı, yürürken duvara dokunuyordu düşmemek için. Çok ağlıyordu ve bu canını yakıyor olmalıydı.

"Bahar." dediğimde bana doğru yürüdü.

"Ateş abi, onu bulacaksın değil mi?"

"Aksi olamaz."

"Aşkın çok güçlü ama çok korkuyorum."

"Onu getireceğim Bahar, Aylin'in yanına geç sen." O yanımdan geçip odaya girdiğine emin olana kadar arkasından baktım.

Salona döndüğümde Ferda'yı gördüm. Hala aynı yerinde oturuyor, yeri izliyordu. "Abi, gelir misin?"

"Boş vaktim yok Ferda."

"İki gündür oturduğun bir dakika var mı? Dinlenmen gerek." dediğinde yanına oturdum. "Az önce saldıran Cebonayan'mış, ayaklanma çıkarıyorlar ve böyle giderse bu başlangıç."

"Halledeceğim."

"Hangi birini? Şuraya bak, mahvoluyorsun." Eli omzuma gitti. "Aşkın'ı bulacağız." dedi bana destek vermeye çalışarak.

"Ya geç kalırsam? Ya annemi kaybettiğim gibi onu da kaybedersem?" dediğimde burnunu çekti.

"Hayır! Aşkın çok güçlü, kurtulacak."

"Annemiz de çok güçlüydü." Aşkın'ı tanıyana kadar hayatımdaki en güçlü kadının annem olduğunu düşünürdüm. Tüm bu kanın ve karanlığın içinde parlamak da güç gerektirirdi.

"Abi, ben hep yanındayım. Biliyorsun değil mi? Her şeyi yaparım. İzin ver sana yardım edeyim." Sessiz kaldığımda bacaklarını kendine çekerek yerinden doğruldu. "Evet fevriyim, düşünmeden hareket ediyorum ama elimde değildi. Herkesi kaybettik, abim de ölmüştü. Onu çok özlemiştim, sonra birden çıka geldi. Kanlı canlı karşımda duruyor ama gerçek bile değildi. Çok zor abi, onu o kadar özlemişken, o karşımdayken ona sarılamamak onun öldüğünü kabullenmekten bile daha zor. Ama ben Alanguvayım, annemin masumluğunu, babamın hırsını taşıyorum. Bu aile için yapmayacağım bir şey yok, senin gibi."

"Güçlü dur, buna ihtiyacımız olacak."

"Cebonayan'a çıkmamı ister misin?"

"Hayır, ben konuşacağım onlarla. Sen gidersen, beni çekmek için rehin alırlar seni."

"Buna vaktin var mı? Ya infazına karar verirlerse?"

"Sen bunları kafaya takma. Evin korumasını sana bırakıyorum, abim adayla ilgilenecek. Burada kalacak çalışanları, güvenliği sen ayarla. Elinden geleni yap."

"Tabi, gözün arkada kalmasın. Elimden gelenden fazlasını yapacağım abiciğim." Yanağıma bir öpücük bıraktı. "Onu sağ salim bulacağız." Ferda'nın kokusunu içime çekerek sakinleşmeye çalıştım. Birlikte çok kayıp vermiştik ve artık ikimizin de hiçbir kayba tahammülü yoktu.

Yanından kalkıp dışarı çıktığımda Pusat kapıda bekliyordu. "Harun Karabat gelmiş, kapıda. Seni bekliyor." Harun Karabat üst üyelerden biriydi.

"Tamam." Ben yürürken Pusat da peşimden geliyordu.

"Seni götürmeye gelmiş, onunla gitmeyeceksin değil mi?"

"Bir sonuç çıkmadığı sürece durmayacaklar."

"Ateş,"

"Sen aramalara aynı hızla devam et. İşim çok uzun sürmez."

"Ben de geleyim." dediğinde kapıya ulaşmıştım. Harun Karabat, siyah limuziniyle bahçenin dışında bekliyordu. Etraf ceset doluydu.

"Şuraları temizletin, evdekiler görmesin."

"Peşinden iki araba gönderiyorum o zaman."

"Bir tane yeterli, güvenliği aksattırma, sadece bir kişi gönder." Daha fazla konuşmasına vakit tanımadan kapısı benim için açılan limuzine bindim.

Harun Karabat, yetmişlerinde olan güçlü bir kurttu. Dedemin yakın arkadaşlarından biriydi ama Cebonayan'ın iyiliği için yapmayacağı şey yoktu. Ağır purosunun kokusu aracın içini kaplamıştı, dumanı siyah gözlüklerine doğru yukarı çıkıyordu. Kafasının üstündeki fötr şapkayı çıkarttı, ardından da gözlüğünü.

Sol gözü görmüyordu, sağ gözünde koyu olan gözleri sol gözünde sadece beyazdı.

"Ateş Alanguva, ne uğraştık Alanguvalarla." Purosunu dudaklarından çektiğinde araç hareket etmişti. "Seni toplantıya götürüyorum. Bugün senin için ne karar çıktı biliyor musun?"

"İnfaz."

"Evet, onları zorla durdurdum. Bir toplantı gerçekleştirmeden karar veremeyeceklerini söyledim ama çok sabırları kalmadı. Üst kurul sana öfkeli."

"Benim sevdiğim kadını, müstakbel karımı kaçırdılar."

"Biliyorum ama bu hareketlerinin açıklaması olamaz. Suçsuz kaç üyeyi öldürdün? Ben cevap vereyim dört büyük ailenin liderlerini öldürdün. İntikam isteyecekler, bugün infaz edilmesen bile başın büyük belaya girecek."

"Bu işte parmaklarının olmaması suçsuz olduklarını göstermez." Hepsi suçluydu. Aşkın Cebonayan'ın başına geçmek istiyordu da Cebonayan'ın kurbanlarından daha pislik olduğunu tam olarak bilmiyordu.

"Yaptığın şeylerin affı yok, bu sefer kimse kurtaramaz seni."

"Kurtulmaya ihtiyacım yok, istediğiniz kadar kurulu toplayın. Cebonayan'ın sahibi benim, istemeyen de gidebilir. Aksi halde daha da kötüleşmekten hiç çekinmem."

"Ah siz Alanguvalar! Bir kadın yüzünden daha kaç kere her şeyi altına üstüne getireceksiniz? Dedenden beter olmuşsun. Halbuki senin hakkında büyük hayallerim vardı, en iyi lider sen olacaktın. Ailenizin lanetli aşkları yüzünden,"

"Düzgün konuş Karabat, ben babam kadar sessiz dedem kadar gürültülü değilim."

"Beni endişelendiren şey de tam olarak bu Alanguva. Beni buraya seni almam için göndermediler, seni öldürmem için gönderdiler." derken ceketinin içinden isminin harflerinin kazılı olduğu o meşhur tabancasını çıkarttı. Ancak bana doğrultmadı, koltuğun üstüne bıraktı.

"Neden duruyorsun?" dedim tabancaya kısa bir bakış atarak.

"Çünkü hala senden umudu kesmedim, hala en iyi liderin senin olacağını düşünüyorum. Sadece artık bir lider olduğunu hatırlaman gerek."

"İhtiyar heyetinin seninle aynı fikirde olduğunu sanmıyorum." dedim alayla, üst üyelerden bahsederken.

"Evet, onları ikna etmen gerek." derken limuzin Cebonayan arazisinde durdu. Karabat inerken bir adamı yanıma gelmiş ve siyah bir ceket getirmişti. Kurulu ikna etmem için jilet gibi görünmemi istiyordu ancak dağılmış saçlarım ve kan dolu gömleğimle bu pek mümkün gibi değildi.

Siyah ceketi üstüme geçirdim. Bu sırada limuzinin hemen arkasındaki araçta Pusat durmuştu. Yine beni dinlemeyip, kafasına göre davranmıştı. Benim için endişeleniyordu. Göz kırparak kontrolün bende olduğunu hissettirdim. Büyük orman yolunda kendimden emin adımla yürürken Karabat bir adım arkamdaydı.

Yıllardır Cebonayan üst üyelerinin toplantı üssü burasıydı. Mermer yapının, eski kapısı açılırken ceketimin yakalarını düzelttim. Merdivenler aşağı doğru inerken duruşum biraz daha dikleşti.

Beni yenemeyeceklerdi, benimle boy bile ölçüşemezlerdi. Hepsini sıraya dizecektim, kazanan olacaktım. Benden nefret edenler bile önümde diz çökeceklerdi. Çünkü ben Ateş Alanguva'ydım. Bu tahtanın şahıydım, bu tahtanın veziriydim, bu tahtanın piyonuydum ben bu tahtanın ta kendisiydim.

Her tarafı büyük tablo ve koyu mermerle çevrili uzun koridordan ilerlerken tüm kapılar benim için açılıyordu. Kırmızı halıyla kaplı zemin emin adımlarımın sesini tutuyordu. Son kapı da açıldığında tüm üst üyeler karşımdaydı.

Burası bir mahzen kadar loştu, hiçbir tarafta cam yok, masa ve sandalyeler dışında hiçbir mobilya da yoktu. Gözlerim kol saatime kaydı, Aşkın'ı kaybedişimde yetmiş ikinci saati geride bırakırken lider koltuğuma oturdum. Tüm üyelerin arkasında bir görevli koruma vardı. Çok geçmeden Pusat da arkamdaki yerini almıştı. Karabat da hemen sağ tarafıma oturdu.

İhtiyarlar bana onaylamaz gözlerle bakıyordu. Tam karşımda oturan Hakkı İnan sırıtıyordu, sonumun geldiğini düşünüyordu.

"Sonunda teşrif edebildin Alanguva, seni buraya getirmek amma zordu."

Arkama rahat bir tavırla yaslandım. "Evimde çatışma çıkarmayı denemek dışında yeterli bir çağrı alamadım ben. Bu da çağrı değil tehdit, üst üye olmanız beni tehdit edebileceğiniz anlamına mı geliyor?" Güldüm. "Hayır, hayır. Bu beni sinirlendirmez bile, davet motivasyonunu Karabat'ın kapıma gelmesiyle aldım sadece."

"Bir üst üyeyi ayağına kadar getirttin!" diye bağırdı Nedim Karabulut.

"Evet, Cebonayan'ın lideri olarak." dedim kelimelerime dilimle baskı yaparken.

"Bizden üstün değilsin Alanguva."

"Sizden üstün değilim, size sahibim." Bu onları daha da sinirlendirdi. Karabat ve Sezer Maran bana onaylamaz gözlerle bakıyordu. On beş üst üye vardı ve on beş ihtiyarın konuşması hiç de çekilmiyordu.

Şu an sevdiğim kadını aramam gerekirken burada sikik heriflerle uğraşıyordum. Bu beni aniden, tekrar öfkelendirirken yüzümdeki rahat ifadeyi bozmadım.

"Böyle mi sahip çıkıyorsun Cebonayan'a? Sen liderlerin yüz karasısın." Bunu diyen Gazanfer Önan'dı.

"Son yaptıkların gerçekten sınırı aştı Alanguva." diyerek ona destek çıktı Melike Özay da. Hep haklının yanında duran bir kadındı, Alanguvaları gereğinden fazla severdi, annemin vefatından sonra babamla evlenmeye çalışmıştı.

"Bu şekilde devam edemeyiz, kurulu yok sayman sınırı aşan nokta." dedi Chris Wizard, İngiliz aksanıyla.

"Kurul bugüne kadar beni bir kere destekledi, o da tahta geçerkendi. Ne babam öldürüldüğünde ne de abim ortadan kaybolduğunda bana destek vermedi. Kurulun tek amacı lideri sorgulamak mı? Bugüne kadar bana hiçbir katkınız olmadı. Ve benim müstakbel karım kaçırıldığında da aynı şekilde sessiz kaldınız. Beni tahta geçirdiniz ve benimle savaştınız, kurulun amacı bu mu sahiden? Dedemin neden herkesi karşısına alıp, kurulu yok sayıp, tüm gücü kendinde topladığını daha iyi anlamaya başlıyorum."

"Bu ne demek Alanguva?! Biz sana güvenerek verdik bu koltuğu."

"Siz bana bu koltuğu vermediniz, siz yönetebileceğiniz bir kukla aradınız. Babası ölen, kimsesi olmayan, güçlü ve söz dinleyen bir isim aradınız. Siz bir lider istemediniz, siz bir lideri yönetmek istediniz. Bugüne kadar ki tüm Cebonayan kurallarına ters düşen şeyler yaptım evet, bunu inkar etmeyeceğim hatta yapmaya da devam edeceğim. Çünkü siz benden daha fazla ters düştünüz bu kuruluşa."

Salonda derin bir sessizlik oluştu. "Terbiyesizlik yapıyorsun!" diye sesini yükseltti Gazanfer.

"Hayır hayır, sizin kadar yapmıyorum. Siz benim evime saldırıda bulundunuz! Hepinizi öldürmüyorsam bunun tek nedeni Cebonayan."

"Bizi öldürebileceğini mi sanıyorsun?" dedi Hakkı İnan.

"Sanmıyorum İnan, biliyorum."

"Eğer müstakbel karın kaçırıldığında bize gelseydin, aklına göre herkesi asıp biçmeseydin haklı olabilirdin Alanguva." dedi Melike Özay.

Güldüm, "Dedemin sevdiği kadın öldürüldüğünde, hepiniz katilin tarafını tuttunuz dedemi zayıflatmak için. Ne yardımından bahsediyorsun?"

"O kadın metresti!" diye çıkıştı bir ses.

"Sözlerine dikkat et." dedim Karabulut'a.

"Sonuç olarak kararımız aynı, infaz." dediğinde arkamdan birinin yakınlaştığını hissettim. Pusat'ın hemen harekete geçtiğinizi hissettiğimde elimi havaya doğru kaldırdım Pusat'ı durdurmak için.

"Bu kurulun bana ilk ihaneti değil ama sorun değil. Alanguva olmak yalnızlığı da birlikte getiriyor, tıpkı gücü getirdiği gibi. Sizin adınıza üzgünüm çünkü hala anlayamadınız."

"Neyi anlayamadık?" dedi Önan.

"Ben Cebonayan'ın lideri değilim, ben Cebonayan'ın ta kendisiyim." derken, herkesin arkasında duran korumaları onlara doğru yakınlaştı. Hepsinin arkasında bir tane en güvendikleri koruma vardı, kendi korumaları.

Ancak bir bakışımla hepsi silahlarını çıkararak, sahiplerine yakınlaştılar. Bunu fark ettiklerinde salonu büyük bir korku havası yayıldı. Bu havayı seviyordum.

Bu hareketlimle, hepsinin evinde, yaşamında ve hayatında söz hakkım olduğunu göstermiştim. Yerimden kalkarken, beni infaz etmesi için getirdikleri koruma da ellerini önünde bağlamış emrimi bekliyordu. Ayberk en güvenilir çalışanlarımdan biriydi. Beni infaz etmek için onu seçeceklerini biliyordum, bunun için onu ülkeye ben geri getirtmiştim.

"Kararınız hala aynı mı?" dedim ellerimi masaya dayayıp hepsinde gözlerimi gezdirirken.

"Ateş," dedi biri, korumaları onlara gittikçe daha çok yakınlaşıyordu. Hepsinin arkasından biri yavaş yavaş yakınlaşıyordu.

"Düzgün bir kurul olup, liderinize itaat edecek misiniz?" Hepsinin sesi kesilmişti. Karabat korkmuyordu, gururla bakıyordu gözlerime.

"Biz zaten adaletli bir kuru," Karabulut sözüne devam edemedi, onun arkasındaki daha hızlı yakınlaşmıştı.

"Evet Ateş! Durdur şunu." dedi Wizard.

"Hemfikir miyiz?" dedim diğerlerine bakarken. Bazıları olumluca kafa sallıyor, bazıları sessiz kalıyordu. "Güzel, sevindim. Böyle yıllanmış bir kurulu birden yok etmek istemezdim. Bundan sonra bilin ki hepiniz ben izin verdiğim için yaşıyorsunuz. Yaşımın genç oluşu sizi aldatmasın, siz benim izin verdiğim kadar varsınız. İyi akşamlar." Cümlemin sonunda alayla gülmüştüm.

Ellerimi masadan ayırdım, dikleştim. Bir elimle ceketimi düzelterek arkamı döndüğümde Pusat ve Ayberk peşimden geliyorlardı.

Dışarı çıkana kadar sessiz kaldılar, kapının önüne çıktığımda bir sigara yaktım. "Gelişme var mı?" dediğimde Pusat sessiz kaldı.

"Sen ne zaman döndün la?" dedi Pusat az önceki ciddi ifadesini tamamen kaybedip Ayberk'e bakarak.

"Ateş Bey sabah getirtti beni." diye cevap verdi. Kulağının altında biten saçlarını yukarıdan toplamıştı, en az Pusat kadar iri ve güçlü bir korumaydı. Pusat onu pek sevmezdi, en iyi koruma olma özelliğini kaybetmekten korktuğu için kıskanırdı onu.

"Bir an gerçekten ihanet edeceksin sandım, seni çok fena sikecektim de dua et oyunmuş." Pusat bana döndü hemen ardından. "Harbiden hiçbir şeyden haberim yok, şu herife bile haber vermişsin! Pusat kim ki zaten?" Yine başlamıştık kıskançlıklara.

Sürücü koltuğuna Pusat geçti, yanına da Ayberk geçecekti ama geçmeden önce benim kapımı açtı. Arka koltuğa geçtim. "Tesise sür." dediğimde beni ikiletmedi.

"Seninle çalışmayı özlemişim patron." dedi Ayberk, kafasını bana doğru çevirirken. Onu sürgün etmiştim iki yıl önce.

"Bizimle çalışmayı hak etmiyorsun." dedi Pusat, gıcık bir şekilde onu yandan yandan süzerken.

Gerçekten çok kıskançtı, bazen Aşkın'ın dediği gibi bana aşık olduğunu düşünmüyor değildim. Bu düşünce beni gülümsetirken, özleminden burnumun sızladığını hissettim.

Gülüşüm dudaklarımda donarken zorla nefes aldım.

Dayan Ateşpare.

Beni bırakma.

Bir tek ona bu kadar söz vermiştim ama bir tek de ona verdiğim sözleri hiç tutamamıştım.

Aşkın, bu ismi duyduğum ilk an hayatımı darmadağın edeceğini anlamıştım.

O çok vahşi, bir makine gibi ama bir o kadar da merhametli. Özgüveni çok düşük, bunu gizlemek için egolu davranıyor, kimsenin onu gerçekten seveceğine inanmıyor.

Sürekli saçma sapan çizgi film benzetmeleri yapıyor. Onun gibi bir katilin oturup çizgi film izlediğini düşünmek komik. Onunla Shrek izlerken, sadece onu izlemiştim. Tepkileri çok komikti, filme sinirleniyor, gülüyor ve sürekli yorum yapıyordu. Onu öyle izlemek, onu çıplak izlemekten bile daha keyifliydi benim için.

Ama anlıyorum, o hiç büyüyememiş, onun çocukluğunu öldürmüşler o da büyüdüğünü zannetmiş. Hiç şımartılmamış, kimseye naz yapamamış. Yanımda şımardığını, nazlandığını görmek beni mutlu ediyordu. Bir şekilde içindeki ölü çocuğa ulaşıyordum, bunu engellemek için elinden geleni yapmıştı ama başaramamıştı.

Enkazdı geçmişi, o da o enkazın altında kalmıştı. Kazandığını sanmıştı, her kazandığında kaybettiğinin farkına varamamıştı.

Kendinden o kadar nefret ediyor ki kişiliğini ikiye böldüğünü sanıyordu. Tüm suçu V'ye atıyordu.

"Yalnız morukların hepsi nasıl korktu ama! Gerekiyordu, hak ettiler." dedi Pusat, gururla dikiz aynasından bana bakarken.

Bu sırada tesise ulaşmıştık. Arabayı otogara park ettiğinde indim, hızla içeri geçtim. Kaybedecek bir saniyem bile yoktu. Burası adadaki merkez üssün bir uzantısıydı. En üst teknolojiyi kullanıyordum onu bulmak için ama bu teknoloji de yeterli değildi.

Odama girdim, bir duvar boydan boya ekrandı. Aşkın'ın kaçırıldığı saatlerde, yakınlardan geçen tüm araçların, ülkeden çıkan tüm araçların çetelesi buradaydı. Yüzü aşkın çalışan sadece bu kayıtları inceliyorlardı.

Dokunmatik ekrana uzanıp, Aşkın'la telefonla konuştuğumuz saatlerde rıhtımın çevresini yansıttım, güvenlik kameralarından.

Ben kısık gözlerimle ekranı incelerken içeriye siber güvenlik sorumlusu Zeliha girdi. "Ateş Bey, IP adresi görüntülemeyen bir mesaj düştü sistemimize."

"Aktar ekrana." dediğimde tabletine bastı. "Çık." Kapıyı kapatarak çıktı.

Bu sırada ekrana bir görüntü doldu. Kalp atışlarım hızlanırken, zorlukla yutkundum. Aşkın.

Ekrandan birkaç adım uzaklaştım daha net görebilmek için. Her tarafını zincire vurmuşlardı. Üstündeki beyaz elbise kirden koyulaşmıştı, dudağı patlak ve vücudunda morluklar vardı. Karşısındaki kişiye boyun eğmez ifadesiyle bakıyordu. Bu bakışını biliyordum, sonunda ölüm bile olsa itaat etmem

duruşuydu onun.

Karşısındakinin kim olduğu görünmüyordu, ses montajla kalınlaştırılmıştı. "Dirisinden hayır gelmeyene kadar işkence görecek. Sonra da hala diriyken tek tek organlarını alacağım. Vücudunu parça parça ayırıp açık arttırmaya çıkaracağım. Senden nefret eden o kadar insan var ki," Ses biraz daha bulanıklaştı. "O kadar çok adamı parçalara ayırıp işkence ettin ki aynılarını sana yapmak isteyen en az kırk adam tanıyorum." Geç kalmıştım.

Gözlerim kararırken, bir adım daha geriledim. Aşkın hala karşısındaki kişiye aynı güçlü ifadeyle bakıyordu.

Karşısındaki kişi ona yakınlaştı, onun ipeksi tenine dokundu. "Çok da güzelmişsin, seni öldürene kadar si," Yutkundum. Bunu yapanları sadece öldürmek değil, paramparça etmek istiyordum.

"Ben seni öyle bir sikeceğim ki ne okyanusa batan tonluk uyuşturucun ne de seni yakın korumanla aldatan karın seni bu kadar sikmemiş olacak." Onun sesini duymak beni saniyelik de olsa canlandırmıştı ama hemen ardından Aşkın'ın yüzüne attığı sert yumrukla dudaklarım arasından bir haykırış çıktı sanki bu anı durdurabilecekmişim gibi.

O şerefsiz geri çekilirken başkaları yakınlaştı. Aşkın korkusuz ifadesini bozmadı. Yumruğum dudaklarımın üstündeydi, haykırmak istiyordum.

Aşkın alayla güldü. Yüzüne sert bir yumruk daha yedi, başı sağa doğru düştü. O sırada biri de karnına sertçe vurdu. Nefesim kesilirken, o yumruklar bana geliyordu ama vücuduma değil kalbime.

Biri daha vurdu yüzüne, diğeri bacağına, diğeri karnına. Aşkın hiç yalvarmadı, arada gülerek onları çıldırttı. Son anda gözleri kameraya takıldı. Alacalı güzelim gözleri gözlerime çarptı sanki beni görüyormuş gibi. Ardından ekran karardı.

Yüzümden akan sıcak yaşlar, en son annemin öldüğü gün bu kadar acılıydı. Omuzlarım sarsılırken hayatımın kabusunu tekrardan yaşıyordum. Annemin ölmeden önceki son bakışları, Aşkın'ın gözlerine karıştı. Olmazdı, onu da annemi kaybettiğim gibi kaybedemezdim.

Omuzlarım daha derinden sarsılırken, boş ekrana bakıyordum. Benim dokunmaya kıyamadığım tenine kıymışlardı.

Ben Ateş Alanguva, sevdiğim kadını koruyamamıştım.

Ona daha yeni kavuşmuştum, onun daha hiçbir yarasını saramamıştım, ona daha normal bir hayat bile yaşatamamıştım.

Benim dokunmaya kıyamadığım ipek tenine kıymışlardı.

Aşkın Erizgi, hayatımın ortasına düşmüş ateş parçası...

Ateş hiç yenememişti, ta ki kalbinin ortasına bir ateş parçası düşüne dek.

O ateş parçasının bir gün sadece parça olmaktan çıkıp ateşin kendisi olacağını, büyük bir yangın çıkaracağını biliyordum ama o gün bugün değildi. O zaten yangına düşmüş bir ateş parçasıydı.

O çok güçlüydü, dayanacaktı. Ben de güçlü olmak zorundaydım.

Onu kaybedemezdim.

"Dayan Ateşpare, senin benden başka yolun yok."

Yerimden zorlukla doğrulurken gözümden akan sikik yaşlar bir türlü durmuyordu. Üstümdeki ceketi fırlatırcasına çıkardım. Gözümdeki yaşı, dirseğime kadar sıyrılı olan gömleğim yüzünden direkt kuru kana bulanmış bileğimle sildim.

"Pusat!" Bağırışımla Pusat'ın odaya girmesi bir oldu.

O da videoyu görmüş olacak ki halimin nedenini sormadı. Ancak ağladığımı görmek onu tam anlamıyla dumura uğratmıştı. O kadar şaşırdı ki ne yapacağını bilemedi, bir an etrafına bakındı aptallaşarak.

Yutkundu, yanıma doğru birkaç adım attı. "Hazırlan Pusat." dedim kısılan sesimle.

"Ne için?"

"Ortalığın babasını sikmek için."

🔥

Onu hala bulamamıştım. Gücümün tükendiğini hissediyordum. Tesiste saatler geçirmiştim, her şeyi defalarca en ufak detayına kadar incelemiştim. Aşkın'ın kaybolduğu gece ülkeye yapılan tüm giriş çıkışları inceletmiştim. Kara, hava, deniz yolu, her yere baktırmıştım.

Eve girdiğimde, yorgunca merdivenleri çıktım. Yatak odasına girdim, üstümdeki kanlı gömleği fırlatırcasına çıkardım.

Onu ilk bu eve getirttiğimde, tek bir amacım vardı. Onu kullanmak, bana itaat etmesini sağlamak. O bir mafyanın sahip olabileceği en iyi askerdi gözümde. Ancak işler hiç de umduğum gibi gitmemişti.

Bir süre planlarımı ilerletmiştim, onu istediğim kıvama getiririm sanmıştım. Ama o tüm çizgilerin ötesinde bir karakterdi. Edepsiz hareketleri, küfür dolu sözleri, aşağılarcasına bakan gözleriyle o kadar güçlü durmuştu ki onu esir ettiğimi zannederken bile kendimi sorgulamıştım. 'Ya her şeyi biliyorsa en başından? Ya bana da bilerek yakalandıysa?' diye çok sorgulamıştım. O öyle güçlüydü ki benim oyunumda beni esir gibi hissettirmişti o tehlikeli gözleriyle.

Ona güvenemiyordum, tıpkı onun da bana hiç güvenmediği gibi.

Çok vahşi ve acımasız bir katildi. Ancak gözleri ve yüzü o kadar masumdu ki, onun yüzünü seyrederken hep içimden onun gerçekte kim olduğunu hatırlatmak zorunda kalmıştım kendime.

Başta her şey çok basit görünüyordu, ta ki onunla tanışana kadar. Hayatımın merkezine oturacağından habersiz ona bir savaş açmıştım. İşin tuhaf yanı, başa dönme şansım olsa, ben bu savaşın tek kaybeden tarafı olsam da yine başlatırdım bu soğuk savaşı. Onun sandığının aksine o oynamamıştı ilk hamleyi, onun hamleleri onu bana getirmişti.

Kaybolmadan bir gece önce birlikte uyumuştuk. Hiçbir yerde uyuyamayıp sadece benim yanımda uyuması da bana tuhaf gelmişti hep. Hatta bunun gerçekliğini uzun süre sorgulamıştım da, beni kendisine aşık etmek için çizdiği bir yol olduğuna emindim hatta. Onu hep sorgulamıştım, sadece onun aksine ben elimi gizli oynamıştım.

Ancak hiçbir şey sonucu değiştirememişti. Ona aşıktım, beni sevdiğini söylemişti, belki de gerçekten seviyordu. "Seni seviyorum." dediğinde küçük bir çocuk gibi bir daha söyle dememek için kendimi zor tutmuştum.

Ancak o lehine her şeyi kullanabilecek kadar tehlikeli bir zekaya sahipti. Bir gün Murat için konuşurken 'Eğer sen olmasaydın, onun duygularıyla onay ve istediğimi yaptırırdım.' dediğinde bunun üzerine uzun süre düşünmüştüm de. Bunu bana da yapıyor olabilirdi. Çünkü en başından beri denemiştim ama ona hiç oynayamamıştım.

Onun herkesten ayrı bir savaşı vardı ve o savaşta her şeyi mübah görecek kadar gözü karaydı.

Eğer bir gün evlenirsem, evleneceğim kadının annem gibi naif ve sevgi dolu bir kadın olacağını düşünürdüm. Aşkın gibi bir kadınla olacağımı hayal bile edemezdim, şimdiyse onun dışında bir insanla hayatımı devam ettirme düşüncesine bile tahammül edemiyordum.

Odamıza yayılmış kokusunu içime çekerken, gözlerimi yumdum.

Tenime sinen kan kokusu mide bulandırıcı bir hal almaya başlamıştı. Banyoya geçerken, gözüm onun makyaj masasına takıldı. Orada kendine krem sürerken, aynadan bana göz süzerek bakar ve beni çıldırtırdı.

Onu kimseyi arzulamadığım kadar arzulamıştım. Onunla sevişmek, asla giremeyeceğime inandığım cennetin en güzel yerinde taht kurmak gibiydi. Her şeyde olduğu gibi, sekste de fazla iyiydi. O sıra hoşuma gitse de bu kadar tecrübeli olması pek de haz ettiğim bir durum değildi. İçine her girdiğimde gözleri kısılıyor, beli kıvrılıyor ve dudağını ısırıyordu. Sevişirken onu yanağından öpmeme de bayılıyordu.

Bu zamana kadar hayatıma giren hiçbir kadının geçmişini umursamamıştım, ancak onun geçmişi de geleceği de sürekli aklımda dolanıyordu.

Korkuyordum. Biri onu, benim gördüğüm gibi görecek diye korkuyordum. Kıskanç bir adam olmadığımı düşünürdüm, ta ki onun yanına yaklaşan her erkeğin boğazına yapışmak istediğimi fark edinceye kadar. Ona yansıtmamaya çalışmıştım hep çünkü nerede bir duygu yoğunluğu görse oradan hemen uzaklaşıyordu.

Ve evet, bu ona kıskançlığımı göstermemiş halimdi.

Dayan sevgilim, sana daha yeni kavuştum, beni bırakma.

🔥

Saatlerdir başında durduğum bilgisayardan başımı kaldırdım. Eve gidip onun kokusuyla özlem giderdikten sonra tesise geri dönüp, araştırmalara devam etmiştim.

Olduğu yere ait ipucu bulmak için defalarca videoyu izlemek zorunda kalmıştım. Gizli IP adresinin arkasındaki sahte adresi de bulmuştum. Koordinatlar adayı gösteriyordu, Aşkın'ın adasını. Bana bu videoyu gönderen kişi, Aşkın'ın adasına Vera'nın bilekliğini bırakanla aynı kişiydi.

Oturmayan şeyler vardı, oyun içinde oyun vardı.

Aşkın bu videoyu gönderen kişinin elinde değildi. Ancak oyunu çözmeye başlıyordum. Hızla Meksikalı Edgar Eduardo'yu aradım. Kendisi, üniversite zamanlarında tanıştığım zeki bir adamdı.

Aramamı, sanki onu aramamı bekliyormuş gibi hızla yanıtladı. Bu kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. "Dostum, nasılsın?" dedi yoğun aksanıyla, İngilizce konuşarak. Edgar benimle İngilizce konuşmazdı, İspanyolca konuşurdu.

"Olanlardan haberin var mı?"

"Ne olayı?" Edgar'a bu olay ilk patlak verdiğinde haber ulaştırmıştım. Ya haber gerçekten ulaşmamıştı ya da şüphelerimde haklıydım. Tam da bunun olabileceğini düşündüğüm için direkt olarak aramamıştım onu bu zamana kadar.

"Sevgilimi kaçırdılar."

"Ciddi olamazsın dostum!"

"Ciddiyim, sınırlarda fazla söz hakkın olduğu için sana haber vermek istedim."

"Aslında şu sıralar pek işin başında değilim. Hatta bir tatil yapmayı düşünüyorum, Akapulko'ya gidebilirim belki de Ocosingo ama kesinlikle Salamanca değil. İnzivaya çekileceğim." dedi gülerek.

"Ocosingo pek tatil yeri değil, tamamdır. Teşekkürler dostum."

"Ne demek, beklerim seni buraya." Telefonu kapattığım an bilgisayara döndüm. Tehdit atlındaydı, konuşamıyordu.

Akapulko'nun koordinatlarını açtım. -99.8825, 16.869611. Hemen ardından da -92.094, 16,906. İlk söylediği şehir Akapulko, eksiyle başlıyor İngiliz alfabesinin sondan dokuzuncu harfi J. Ocosingo ikinci söylediği şehir, alfabenin ilk harfi A. Üç şehir saymıştı, üç a harfi.

Meksika'nın tüm şehirlerini gözden geçirdiğim, tarife en uygun olan Jalisco, Puerto Vallarta'ydı. Bu tamamen bir kumardı, çok başka bir yer de olabilirdi vermek istediği mesaj.

Amerikalı, kartellerle iş birliği yapan ve bana borcu olan Andrik'e ulaşarak Jalisco'ya yapılan tüm giriş çıkışları incelettirdim. Küçük bir yer için fazla araba giriş çıkışı olmuştu şehre. Burasıydı.

"Buldum! Onu buldum!" dediğimde Pusat tabletten kafasını kaldırdı. "Hemen uçağı hazırlat. Andrik'le tekrar bağlantıya geç ve en iyi çalışanlarını göndermesini iste. Sen de aynı şekilde, buradan bir ordu hazırla!" Pusat hemen kalkıp harekete geçerken ben karşımdaki ekrana baktım.

Aşkın'ın bana bakan gözlerine uzunca baktım. Kalbim heyecanla çarparken, içimden bir ses konuşuyordu. Ya ona da geç kaldıysan? Ya anneni kurtaramadığın gibi onu da kurtaramazsan?

"Dayan Ateşpare, geliyorum sana."

Vakit kaybetmeden uçağa binip yola çıktığımızda, saatler geçmek bilmiyordu. Işınlana çalışmalarına, o bana kışkırtıcı fotoğraflar attığı gün dediğimde başlatmam gerekiyordu zaten.

Galeriden bana attığı o evindeki fotoğrafı açtım. Yatağında uzanıyordu, bir gözünü kapatmış ve ekrana öpücük atıyordu. Yüzünü okşarken kalbimdeki sancı artıyordu.

"Ateş." Pusat'ın seslenmesiyle ekranı kapattım. "Kurtaracağız onu."

Derin bir nefes aldım. Pusat güldü. "Ne değişik bir şey ya, nasıl da bağlamış bizi kendisine. Bana Shrek demesini, hatta küfür etmesini bile özledim amına koyayım ya."

Bakışlarımı cama çevirdim. Yorgunluktan ve uykusuzluktan gözlerim kapanırken ayık kalmak için kendimi zorladım ancak pek başarılı olamadım.

🔥

Sonunda Meksika'ya varmıştık, havalimanı çok yakın olmadığı için belli bir yerden sonra arabaya geçmiştik. Biz gelene kadar Andrik yeri tamamen bulmuştu. Araç hedef arazinin önünde durdu. Burası bir malikane değildi, bir çiftlikti.

"Kimseyi hayatta bırakmayın!" dedim kemerimdeki iki silahı çıkarırken.

Çiftliğin içine girdiğimiz an tam da tahmin ettiğim gibi, büyük ışıklarla aydınlandı etraf. Üstümüze ateş açılırken, üstün taraf onlar gibi duruyordu tabi ben bir orduyla gelmemiş olsaydım.

Her taraf kontrol edilirken, arazideki çiftlik evleri aranmaya başladı.

Işığı yanan bir kulübe vardı, oraya doğru yürürken Pusat da hemen peşimden geliyordu. Yerlerde cesetler vardı ancak bunu biz yapmamıştık. Aşkın kendini kurtarmış mıydı?

O halle bu kalabalıkla baş edemezdi. Ancak cesetler gittikçe çoğalıyordu, kaşlarım çatılırken hızlandım. Bu sırada kulübenin kapısı açıldı.

Aşkın.

Hayattaydı, şükürler olsun hayattaydı.

Kapıdan çıkan kişi oydu.

Dizlerim titriyordu.

Her tarafı yara bere içindeydi, elinde bir silah ve bir bıçak vardı. Başarmıştı yine, benden önce o kendisini kurtarmıştı. O aksak adımlarla yürürken ona doğru koştum.

Gözleri gözlerime çarptı, yürümeye devam ederken yüzünde hiçbir ifade yoktu.

Sonunda ona ulaşıp, bedenine sıkıca sarıldığımda, gözleri kısıldı. "Hayattasın." diye sayıklıyordum, onun sesi çıkmıyordu. "Ne yaptılar sana?" derken sesim öyle bir hal almıştı ki göz bebekleri titredi ama hala çok ruhsuz bakıyordu.

Bedenini kucağıma aldığımda ellerindeki silahı ve bıçağı yere atmıştı. Ayberk kulübeye girmiş ve çıkmıştı da.

"Alt katta Aşkın Hanım'ı tuttukları zindan var. Hayatta olan kimse yok, Giovanni de ölmüş." Bu halde nasıl o kadar kişiyle savaşabilmişti? Evet daha ne hallerde pes etmeden dövüştüğünü biliyordum ama vücudunda zincire vurulmamış bir yer kalmamıştı.

Giovanni'yi ben öldürmek istiyordum, ona işkence etmek, Aşkın'a dokunan etini lime lime etmek istiyordum. Kollarım arasındaki bedene daha çok sarıldım.

"Tüm delilleri toplayın! Yaşayanların icabına bakın."

Pusat bu sırada ceketini çıkarıp Aşkın'ın üstüne örtmüştü. Kollarımdaki bedenini daha sıkı sardım, canını yakıyor olabilirdim. Zaten her tarafı yara bere içindeydi.

Arabanın arka koltuğuna bindiğimde yüzünü okşadım. Güzel yüzü yaralarla doluydu. Önce çenesindeki morluğu, ardından gözündeki şişliği en son da dudaklarındaki patlağı öptüm.

"Özür dilerim, geç kaldığım için özür dilerim Ateşparem."

Bana bir cevap vermedi, başını göğsüme yaslayıp çenemi saçları arasına dayadığımda teninin soğukluğunu hissettim.

Dışarı çıkıp, bunu yapanlar hakkında delil toplamam gerekiyordu. Açık saçık belliydi ki Giovanni sadece bir kuklaydı. Ancak onu bırakamıyordum. Sanki bıraktığım an ellerim arasından tekrar kaçacak gibiydi.

Bu şehirde kalmamız tehlikeli olabilirdi, çok fazla adamla geldiğim için dikkat çekmiştim. Ancak o kendine gelene kadar kalabilirdik.

"Şehir merkezinde bir otele gidelim." Yanımda doktor da getirtmiştim.

"Hayır," dedi ilk defa konuşarak. Kafasını kaldırarak gözlerimin içine doğrudan baktı alacalı gözleriyle. "Eve gidelim."

"Bebeğim bu halde yol çekmeni istemiyorum."

"Eve gideceğiz." dedi aynı ifadesizlikle.

"Peki, sen nasıl istersen." dedim yüzündeki ifadesizliğin nedenini çözmeye çalışırken. "Ben dışarıyı kontrol edeceğim, Pusat yanında olacak."

"Kimsenin yanında olmasına ihtiyacım yok! Ayrıca gitmeni istemiyorum, bu lanet yerden hemen gitmek istiyorum." Cümlesinin sonuna doğru sesi yükselmişti.

"İnceleme yapmam lazım."

"Hayır, adamların yapsın işte. Gidelim bu siktiğimin yerinden." Onu zorlayamadım.

"Tamam." dedim sadece.

Uçağa geri bindiğimizde her şey çok tuhaftı. Bu kadar kolay olmamalıydı, Aşkın'ın bana anlatmadığı şeyler vardı. Onu zorlamak istemiyordum ama bu şekilde her şeyin ucu açıktı.

O çiftlikte bir şeyler olmuştu ve Aşkın bunu görmemi istememişti. Dirseklerimi dizlerime yaslamış şekilde düşünürken Pusat da en az benim kadar düşünceliydi.

"Ne yaşadık la biz?" Pusat, Aşkın varken Ankara şivesini bir kenara bırakıyordu sırf Aşkın dalga geçmesin diye. Bir tek de benim yanımda böyle rahat konuşuyordu. "Aşkın çok tuhaf davranıyor. Çiftlikte olanlara zaten akıl sır erdiremedim."

"Kendine gelene kadar üstüne gitmeyeceğim." Yatak odasına dinleniyordu. Doktorun bile ona bakmasına izin vermemiş, sadece yüzeysel yaralarına sargı yaptırtmıştı.

Aşkın için yaşadıkları atlatılmayacak şeyler değildi, o çok daha ağır şeyler yaşamıştı bugüne kadar. O yüzden bir travma geçirdiğini düşünemiyordum. Çok tuhaf davranıyordu.

Gözleri o kadar ruhsuz, yüzü o kadar ifadesizdi ki onu ilk tanıdığım zamanki haline benziyordu.

"Bak kaç saat oldu bana bir kere Shrek demedi, küfür etmedi, her şeyi geçtim alkol ve sigara bile içmedi." dedi Pusat hayretler içinde. "İmana mı geldi birden acaba?"

Onun bu kadar uzun süre alkol ve sigara içmediği bir zaman sadece uyurkendi.

"Yanlış giden bir şeyler var." dedim yerimden kalkarken. Yemek bile yemiyordu.

Aşkın'ın olduğu odaya girdim, ona biraz alan ve zaman tanımak istemiştim.

Aşkın'ın hareketleri beni düşünmeye itiyordu, her ihtimali düşünüyordum. Abim haklı olabilir miydi?

Aşkın yatakta oturuyordu, hareket bile etmiyordu. İçeri girdiğimde kafasını bana çevirmedi. Gözlerini bir noktaya kilitlemişti ve kırpmıyordu bile. Üstünde bana ait bir tişört ve altında da önceki uçak yolculuklarından kalan bir taytı vardı.

Yanına yakınlaştım, hemen yanına oturduğumda bacağı bacağıma değecek kadar yakındı ama hala aynıydı ifadesi. Elim saçlarına uzanmıştı ki havadaki elimi tuttu. Bakışlarını ilk defa yüzüme çevirdi, parmağında hala yüzüğü takılıydı.

Bileğimi o kadar sert tutuyordu ki, sanki karşısında düşmanı vardı. Elimi indiğimde o da tekrar önüne döndü.

"Aşkın, neler oluyor?"

"Hiçbir şey."

"Benden ne gizliyorsun?"

"Hiçbir şey." Hareket ve sözlerindeki mekanik tavırlar her geçen dakika daha da tuhaflaşıyordu.

"Orayı araştırmama izin vermedin, şimdi de böyle davranıyorsun."

"Beni rahat bırak, dinlenmek istiyorum."

"Orada neler oldu?"

"Sana beni rahat bırak dedim." Sesi yükselmiyordu, sakinlikle konuşuyordu.

"Peki, sana biraz daha kendine gelmen için vakit vereceğim. Hadi uyu biraz, daha uzun bir yolumuz var." dediğimde yatağa uzandı ancak gözlerini kapatmamıştı. Uçağın krem renkli tavanını izliyordu. Yanına uzanacaktım ki bana öyle bir bakış attı ki bundan vazgeçtim.

Her şey çok tazeydi, biraz daha kendisine gelmesini bekleyecektim.

🔥

Uçaktan inene kadar Aşkın kimseyle konuşmamış, hatta yanımıza da gelmemişti. Eve geçerken yine sessizdi, ona dokunmama bile izin vermiyordu. Benden iğreniyor gibi bakıyordu.

Düşündüğüm şey gerçekleşiyor olabilir miydi?

Hayır, imkanı yoktu!

Aylin'i, Bahar'ı bile hiç sormamıştı. "Aylin senin için çok endişelendi." dediğimde bir tepki vermedi. Pusat hemen karşımızdaki koltukta oturuyor, hüzünlü gözlerle Aşkın'ı izliyordu.

"Şam şeytanı, geldi yine." dedi Aşkın'ı konuşturmaya çalışarak. Aşkın ona sadece boş bakışlar atmakla yetindi ve kafasını cama çevirdi.

Pusat'la bakışlarımız kesiştiğinde ikimiz de olanları anlamaya çalışıyorduk.

"Amına koyayım da mı demeyeceksin?" dedi Pusat kendini tutamayarak. Aşkın onu yine takmadı. "Kalbim kırıldı amına koyayım." dedi Pusat da kafasını cama çevirerek, küs şekilde.

Eve geldiğimizde arabadan inerken Aşkın etrafı inceliyordu. Her tarafı biliyordu zaten, bu şekilde incelemesinin mantıklı bir açıklamasını bulamıyordum.

Eve girdiğimizde herkes salondaydı. Aylin, Aşkın'ı görür görmez gözyaşlarını tutamayarak Aşkın'a sıkıca sarıldı. Aşkın onun sarılışına mecburi bir karışık verdi.

"Çok şükür geldin, Allah'ım çok şükür." Aylin, Aşkın'ın yüzüne öpücükler bırakırken, Aşkın'ın yüzünü gördüğünde daha çok ağladı. Aşkın, ablasının ağlamasına dayanamazdı ama yüzünde bir ifade bile yoktu.

Sikeyim, ona bir şey yapmışlardı.

"Neler oldu? Neler yaptılar sana?" dedi Aylin onun yaralarını okşarken. Tarık Aşkın'a değil, bana bakıyordu. Bir tuhaflık olduğunu o da sezmişti.

Herkes tek tek Aşkın'a sarıldı ama o duygusuzca karşılık vermekle yetindi.

En son Bahar ona sıkıca sarıldığında yüzünde bir ifade görmeyi bekledim. Bahar ağlıyordu ve Aşkın, 'Ağlama, gözlerin yanar.' demedi.

"Tüm ülkede aranmadık yer bırakmadık, neredeydin?" dedi Deniz de. Hakkını yiyemezdim, Aşkın'ı bulmak için geniş çaplı bir arama başlatmıştı ülkenin her yerinde.

"Halim yok, dinlenmek istiyorum." dedi Aşkın ve kimsenin cevap vermesini beklemeden arkasını dönüp evden çıktı.

"Ateş, neler oluyor? Bu hali ne?" dedi Aylin.

"Bilmiyorum, şok yaşıyor olabilir." dedim onu sakinleştirmek için. Abim bana bakıyordu, konuşmuyordu ama gözleri yeterince şeyi anlatıyordu. Salondan çıktım, Aşkın'ın yanına gidecektim ki Tarın yanıma ulaştı.

"Onun Aşkın olduğuna emin misin sen?" dedi kendi bile söylediğine inanmayarak. "Ne olmuş?"

"Öğreneceğim."

"Aşkın'ı öldürmüşler de sadece V kalmış gibi." dedi Tarık düşünceli şekilde.

"Halledeceğim." Yanından geçip gidecektim ki kolumu tuttu.

"Teşekkür ederim Alanguva, onu bulduğun için."

"Teşekkür etmene gerek yok." Evden çıktım. Aşkın kapının önünde duruyordu, etrafı izliyordu. Kısık gözleriyle bir şeyleri çözmeye çalışıyor gibiydi.

"Neden burada bekliyorsun?" dediğimde yine cevap koca bir sessizlikti. Elini tutarak onunla birlikte küçük teknelerden birine yürüdüm.

Ada kısmına geçtiğimizde etrafı inceliyor ama çaktırmamaya çalışıyordu. Hafızasıyla oynamış olabilirlerdi, bunun için ona daha dikkatli bakmam gerekiyordu ama buna izin vermiyordu.

Eve geçtiğimizde, yatak odasına çıktık. "Hadi çıkar üstünü, yıkayacağım seni." dedim.

"Gerek yok." diyerek kestirip attı beni. Yanımda soyunmadı, direkt banyoya geçti ve kapısını kilitledi.

Yorgunca yatağa oturdum, böyle olmaması gerekiyordu.

Bir saat boyunca çıkmasını bekledim, krem rengi uzun bir bornozla çıktığındaysa bana hiç bakmayarak giysi odasına geçti. Sabırla onu beklemeye devam ettim, üstünü giyindikten sonra da odadan çıktı.

Hemen peşinden gitmedim, ne yapacağını görmek için bir süre bekledim.

Beş dakikanın ardından odadan çıktım ve aşağı kata indim. Aşkın, çalışma odamdaydı, etrafı kurcalıyordu. Kapıya yaslanarak bir süre onu izledim. Varlığımı fark ettiğinde durdu.

"Artık bana neler olduğunu anlatacaksın."

"Hiçbir şey."

"Aşkın!"

"Konuşmak istemiyorum, çalışmak istiyorum. Bilgisayarını kullanacaktım, sorun mu var?" Ona inanmış gibi yaptım.

"Hayır, sorun yok." Zaten o bilgisayarda göreceği hiçbir şey yoktu. "Yemek hazırlatıyorum, yarım saate aşağıda ol."

Aşağı indim, nefesimin daraldığını hissettiğimde bahçeye çıktım. Karanlık akşamda, ayın denize vuran görüntüsünü seyrettim bir süre.

"Ateş." Aşkın'ın seslenmesiyle omzumun üstünden ona baktım.

"Efendim sevgilim?" Göz bebekleri kısa bir an titredi, ancak hızlıca duygusuz halini geri aldı.

"Abini nasıl dirilttin?" Onu tehdit mi ediyorlardı? Bir yerinde kamera mı vardı? Derisinin altına ses kayıt cihazı mı yerleştirmişlerdi? Her şey olabilirdi.

"Gel." dedim elimi ona doğru uzatarak. Sıcak, küçük ama güçlü eliyle elimi tuttu, bana yakınlaştı. Onu biraz daha kendime çektim, sırtını göğsüme yasladım. Mis kokusunu derince soludum.

"Bunu sana anlatmıştım, hatırlamıyor musun?"

"Bana tam bir cevap vermemiştin." Nemli saçları arasına bir öpücük bıraktım.

Lanet olsun, onu çok özlemiştim.

"Bunlar çok karmaşık konular, biraz kendine geldiğinde uzun uzun konuşuruz."

"Kendimdeyim ben zaten."

"Öylesin tabi ama ben değilim. Yokluğunda neler oldu bitti inan bilmiyorum, her şey çok buğulu."

"Neden?"

"Çünkü seni çok seviyorum ve seni kaybedecek olma düşüncesi beni öldürdü." dediğimde kafasını bana doğru çevirdi. Gözleri yine duygu seline kapıldı, kaşları kısa bir anlığına çatıldı.

"Ateş," dedi bir eli yüzüme giderken. Gözlerimi yumdum.

"Efendim güzelim?"

Ne söyleyecekse devam edemedi, gözlerimi geri açtığımda yine duygusuz ifadesiyle karşılaştım. Bakışlarını önüne çevirdi.

Yemeğe geçtiğimizde hiç konuşmadık, saat ilerlerken Aşkın yine evin içinde gezinip duruyordu. Salondan çıkıp, yatak odasına geçtiğimde ben de kısa bir duş alıp, bir eşofman ve tişört giyindim.

Ben terasta sigara içerken odanın kapısı açıldı. Aşkın ne ara bilmiyorum ama üstünü değiştirmişti. O bayıldığım siyah geceliklerinden birini giyinmişti. Tam karşımda durduğunda, hala sigara içmemişti.

"Canın acıyor mu?" dedim yüzündeki yaraları okşayarak. Bu halde yürümesini bile istemiyordum.

Benim canım acımaz, ben bir süper kahramanım demedi sadece, "Hayır." dedi.

"Konuşmamakta kararlı mısın?"

"Konuşacak bir şey yok." dedi beni tekrar kestirip atarak. "Sadece, seni özledim." dedi ve yumuşacık dudaklarıyla dudaklarıma uzandı.

Dudaklarını, tenini, kokusunu, her şeyini çok özlemiştim. Öpüşüne büyük bir tutkuyla karşılık verdim ama canı acımasın diye yumuşakça dokundum tenine. Bu sırada vücudunu kontrol ediyordum ama yaraları ve şişlikleri dışında dikkatimi çeken bir yer olmamıştı.

Onu yavaşça kucağıma aldığımda, kapalı gözlerini açtı. Kollarını boynuma dolarken gülümsemişti. Bakışlarım gülüşünde asılı kaldı.

Bu kadın benim sonum olacaktı.

Onu yavaşça yatak odasına soktum, bedenini yatağa bıraktığımda eli tişörtümün eteğine gitti. Tişörtü yukarı doğru çekiştirdi.

"Aşkın, yaraların var. Devam etmeyelim." dedim nefes nefese.

"Tek istediğim sensin." dedi ve ben onu bulduğumdan beri ilk defa onda bu kadar duygu hissettim.

Dayanmayarak dudaklarını tekrar hasretle öptüm. Elim sıcak teninde geziniyordu. Her sevişmemizde aynı heyecanı hissediyordum, sadece seks değil onunla öpüşmek bile çok huzur vericiydi.

Parmağındaki yüzüğün soğuk metalini sırtımda hissediyordum. Dudaklarım boynuna indi. İpeksi tenindeki kokuyu derince içime çekerken her şeyi unutmuştum. Tek istediğim o daracık sıcaklığına girip hiç çıkmamak, onu zevkten saatlerce inletmekti.

Onun dokunuşları, zihnimi susturan tek şeydi.

"Ateş," İsmimi inlemesini seviyordum. Geceliğinin eteğini yukarı doğru çıkardım, bacaklarındaki yaralara tek tek öpücükler bırakırken zevkle inliyordu.

Beni kollarımdan tutarak yukarı doğru çekti. Bir eli yüzümü okşarken, kısık gözleriyle çok kışkırtıcı duruyordu.

Sertliğimi kasıklarına yasladığımda kafasını yastığa yasladı. Birden beni yana iterek üstüme çıktığında güldüm. Kontrolü elinde tutmayı seviyordu, ikimiz de sevişirken baskın taraf olmayı istediğimiz için sevişmelerimiz daha çok bir savaşa benziyordu.

Onun içinde olduğum bir savaşta, kaybetmek benim için asla sorun olmayacaktı. Dudaklarımı öptü uzunca, ardından o güzel ağzı boynuma doğru indi.

Kendini bana sürttü, yavaşça aşağı doğru iniyordu. Göğsüm hızla inip kalkarken bana doğru bakarken güldü. Dudakları biraz daha aşağı kaydı, nefesini kasıklarımda hissettiğimde dayanacak gücüm kalmamıştı.

Kasıklarıma bıraktığı öpücükle gözlerimi yumdum. Ben biraz daha aşağı inmesini beklerken o yukarı doğru çıktı. Dudaklarıma uzun bir öpücük bıraktı, eli yavaşça sertliğimi okşuyordu. Elini çok iyi kullanıyordu ama ağzını tercih ederdim.

Yaşadığımız onca şey vardı ama hala hiçbir şey yaşamamış gibi onunla kafamda türlü fantezi vardı. Her an bir direk daha yaptırabilirdim. Onun tutkusuna aç tarafım, hiçbir zaman doymayacaktı.

Dudaklarımı soluksuzca öperken kısa bir an ayrıldı benden. "Yolun sonu Ateş, görev bitti, ben kazandım." Göğsümde derin bir acı hissettim. Gözlerim aniden açıldığında kalbimin hemen üst tarafına saplanmış bıçakla nefesimin kesildiğini hissettim.

Aşkın gülerken bıçağı çıkardı. Bir kez daha, bu sefer tam kalbime saplayacaktı ki hızla yerimden doğrularak bileğini tuttum. Göğsümden akan kan çıplak tenlerimize bulaştı.

Bıçak olmayan eliyle yüzüme sert bir yumruk attı. Zorlukla zapt ettim, bıçak elinden düşerken yataktan fırlamıştı. Benimle boğuşmaya devam ederken, onu tutabilmek için hızla ters çevirdim.

Kollarını arkadan bir elimle tutarken, bir elim de saçına gitti. Bu sırada ensesi açığa çıktı. Ensesinde gördüğüm iz tüm taşların oturmasına yardım etti. Aşkın'ın ensesinden çip yerleştirmişlerdi, hareketlerini kontrol etmek ve olanları izlemek için.

Bedeni hala altımdan kurtulmak için çabalıyorken, tenimden akan kan damlaları tenine düşüyor ve yavaşça kayıyordu.

Başımı kaldırdığımda, Aşkın'ın makyaj masasındaki yansımamıza gözüm takıldı. Kanlar içinde sevişen iki düşman vardı yansımada.

Biz aşıktık, biz düşmandık, biz sahteydik, biz gerçektik. Biz ateş parçasının düşmesini beklediği yangındık.


🔥🔥🔥

Nasılsınız ateş parçalarım? Umarım iyisinizdir.  İlk defa Ateş'in bakış açısından bölüm yazmanın heyecanını yaşadım bu bölüm, onun dünyası o kadar farklı ki tüm kitabı onun gözünden başsam yazsam yine de sıkılmam sanırım. Umarım sizler de okurken benim yazmaktan aldığım kadar zevk almışsınızdır.

Bölüm hakkındaki görüşlerinizi bekliyorum.

Ateş'in gözünden bölüm okumak nasıl bir histi sizler için?

Bölüm aralıkları yüzünden bana kızdığınızı biliyorum ancak hayatım çok yoğun geçiyor. Vize haftam biter bitmez bölüm yazmaya başladım ve gecemi gündüzüme katarak sizlere bu bölümü yetiştirmeye çalıştım. Hem sınavlar hem de Ateşpare'nin ilk kitabı için uğraşıyorum şu sıralar. Bölüm aralarının uzaması asla sizi boşladığım anlamına gelmez, sizler için elimden geleni yapıyorum ateş parçalarım.

Mayıs ayında yoğun bir imza programına gireceğim, daha önce gitmediğim şehirlerde imza yaparak sizlerle tanışmak için sabırsızlanıyorum. Yaklaşan imza tarihlerini sosyal medya hesaplarımda duyuruyorum.

İlginiz, sevginiz için teşekkür ederim. Gelecek bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın ateş parçalarım. 🔥

Insragram: cerennmelek

Twitter: cerennmeelek / #Ateşpare

Tiktok: cerennmeleek

Seguir leyendo

También te gustarán

235K 12.2K 44
Alya özer (asil ) küçük yaştan beri ailesinin intikamı için yanıp tututuşur tam herşey bitmişken gerçek ailesi ortaya çıkar.
1.8M 51.6K 87
sse-sen uzak dur benden!! "Benden kaçışın yok" diyerek adamlarını üzerime saldı..
154K 10.8K 39
Biz adımız gibi özgür bir timdik. Hür Timi. Kendi kurallarımızı koyardık. Bu askeriye işleyişine ters olduğu için de sürekli azar işitirdik. "Hangi...
İntihar Süsü. Por Miel.

Ficción General

5.1K 279 20
Tanrı diyor ki aranızda dolaşan katiller var... Sizlere ip ucu verdim, işte onlar! Gözlerinden akan zehri saklayamayanlar ve saklayamadıkları için gö...