Kod Adı: Bela •chanbaek•

By meliicornie

68.4K 7.3K 29.6K

"Bir şey olur diye korktum, askerliğim yanar diye korktum komutanım." Ağzımdan bir hıçkırık çıktığında beni k... More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11🐣
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29🐥
30
31 🐥
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45 🐤
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55 (FİNAL)
56 (İNCE SATIRLAR...)

32

1.3K 137 308
By meliicornie

+13, şiddet ve kan

Bu bölüm bazı okuyucular için rahatsız edici olabilir.

Bir ay sonra

"Herkes hazır mı?" Önce kendi grubuma, sonra diğer gruplara döndüm.

"Hazırız, komutanım!" Hepsinden çıkan sesle hava araçlarını gösterdim.

"Herkes komutanı kontrolünde binsin. Çok önemli bir operasyon olduğunu ve diğer operasyonlardan uzun süreceğini unutmayın!" Diğer gruplardan birkaç kişinin gülüşerek bindiğini görünce bağırdım. "Oğlum! Ciddi olun biraz! Bir aydır hazırlanıyoruz bu operasyon için!"

Kendi grubumu askeri helikoptere bindirdikten sonra ben de yanlarına bindim. Yine sınırda bir operasyona gidiyorduk fakat bu sefer uzun sürecekti, orada kalacak ve birkaç gün gözlem yapıp sınıra yakın yaşayan halkı terör faaliyetlerinden koruyacaktık.

Yaklaşık bir aydır bunun için özel eğitim alan askerlerin iyi iş çıkaracağından şüphem yoktu ama yine de başımıza ne geleceğini bilemezdik.

Askeri araçlar ufaktan hareket ettiğinde akşam karanlığı yeni yeni çöküyordu. Birkaç saatlik yoldan sonra neredeyse Kuzey-Güney sınırına varmıştık ve çoktan helikopterden inip dağlık alanda yürümeye başlamıştık.

Koca botlarımıza rağmen büyük bir profesyonellikle sessiz adımlarla ilerliyorduk. Bir süre sonra durup kaskımın önündeki ışığı açtım ve kısık sesle konuştum. "Işık serbest."

Birkaç komutan ve asker daha ışıklarını açmıştı. Yaklaşık on beş dakika sonra çalıların arasında durup silahımla etrafa bakındım, görünürde bir şey yoktu. Minseok ve Hyunjin de benim gibi etrafı taradıktan sonra tehlikeli bir şey olmadığını dile getirmişlerdi.

"Bu gece ben nöbet tutarım," dedim sessizce. "Burada duralım şimdilik, ortalık sakin görünüyor."

Saat gece yarısını geçmişti ve kasklarımızdan gelen ışıklar dışında önümüzü görmemizi sağlayan herhangi bir şey yoktu.

Askerler yavaş ve sessizce uyku tulumlarını çantalarından çıkarıp yere serdiler. Bazıları oturup nöbete yardımcı olurken, bazıları çoktan tuluma girmişti.

Do Hwan, Hyunjin ve Minseok'a doğru seslendim. "Siz uyuyun, en azından birkaçımız enerjik olmalı."

"Biraz bakınalım," dedi Minseok. "Sonra yatarız."

Kendi grubuma döndüm, hiçbiri tulumunu çıkarmamıştı. Oturup etrafa bakıyorlardı, hatta Jisung ve Baekhyun silahlarıyla çevreyi tarıyordu. Asteğmen olmalarına rağmen uyumayıp bana yardımcı olmaları, içten içe beni sevindirmişti. Ama yine de gönlüm onların uykusuz kalmasına el vermiyordu.

"Yatın siz hadi," dedim onlara bakarak. "Uykusuz kalmayın, sabah lazımsınız bana."

"Tek başınıza uykunuz gelmesin komutanım?" Sehun sorarcasına konuştuğunda göz devirdim.

"Binbaşıyım ben Sehun. Ne uykusu?"

"Doğru." demesiyle kahkahamı tutamadım. Sağ ol Sehun, sen beni onaylamasan ne yapardım bilmiyorum.

Biraz daha konuşup onları ikna etmiş ve yatmalarını sağlamıştım. Solumdaki Baekhyun yan dönüp beni izlemeye başladı, bir elimi saçlarından geçirip tekrar karşıma baktım. Diğer askerler de geçen süre içerisinde yatmıştı, şu an benden başka ayakta olan tek kişi Minseok'tu.

Baekhyun'un bir kolunu tulumdan çıkardığını gördüm, ona bakmamı ister gibi minik elini ayak bileğime sardığında gözlerimi ona çevirdim. "Uyusana" diye ağzımı oynattığımda başını iki yana salladı. Dışarıda olan elini tutup üst kısmını okşadım baş parmağımla.

"Uyu." dedim fısıltı şeklinde.

"Sen uyumuyorsun ama."

"Başınızda nöbet tutmak zorundayım. Sonraki günler de ben uyuyacağım, başkası tutacak." Sakince söyledikten sonra elini bırakıp çok kısa olmayan saçlarını geriye doğru attırdım yeniden. Ardından elini alıp tulumun içine soktum ve gülümsedim. "Uyu sen."

+++

Saatler sonra -artık Minseok da uyumuştu- oturmaktan sıkılıp sessizce ayağa kalktım ve biraz etrafı kontrol ettim. Belli köşelerde durup -tabii ki asker arkadaşlarımı tamamen bırakacak kadar uzakta değildim- silahımın dürbünüyle uzaklara bakmış ama yine bir hareketlilik görememiştim.

Uyuyan askerlerin yanına geri gelip tekrar aynı yere oturdum ve bebek gibi uyuyan Baekhyun'u izlemeye başladım. Ellemeden bile yumuşak olduğunu anlayabildiğim yanaklarını ısırmamak için kendimi zor tutuyordum.

Baekhyun'u izlerken kaç saat geçti bilmiyordum ama boynumun tutulması yüzünden epey zaman geçtiğini farz etmiştim. Bahar güneşi kendini belli edip ormanlık alana ışığını yaydığında derin bir nefes verdim. En azından aksiyonsuz ve tehlikesiz bir gece olmuştu.

Asteğmenlerden birkaçı yavaşça uyanıp bana baş selamı verdiler, erken olduğu ve çoğu uyuduğu için sessizlerdi. Kısa süre sonra binbaşıların da hepsi uyanmıştı. Benim grubumdan ise uyanan tek kişi Jongin'di.

Yanında yatan Sehun uyumasına rağmen onunla konuşmaya çalışıyordu. "Sehun, bakayım. Çok mu terledin?" İlgili bir anne gibi ellerini kıyafetinden içeri soktu.

"Bırak..." Sehun uykulu sesiyle gözlerini açmadan biraz yan döndü ama Jongin gözlerini devirip bu sefer sırtına baktı.

"Sehun, çok terlemişsin. Hasta olacaksın, kalk."

Sehun ısrarla kalkmayınca yerden birkaç tutam ot koparıp suratına attım. Bununla birlikte gözlerini kocaman açıp kalkmış ve hemen yanındaki silahını alıp karşısına bakmıştı. Beni görünce derin bir nefes vermiş ve bir şey diyemeden selamlamıştı.

"Bugünlerde çok terliyorsun." Jongin, Sehun'un atletinin uçlarından tutup yukarı doğru sıyırdı.

"Havalar ısınıyor artık, benim bir suçum yok." Sehun çantasından yeni bir atlet çıkarıp onu üzerine geçirdi, sonra da tulumun içinden tamamen çıkıp onu kaldırdı ve askeri üniformasının ceketini giyindi. Bu sırada hemen hemen herkes uyanmıştı. Baekhyun da kalkıp tulumunu kaldırdı ve yanıma oturdu tekrardan.

"Nasıldı? Ne yaptın saatler boyunca?"

Karşımda güneş doğdu; oturdum, seni izledim Baekhyun.

Parlayan gözlerinin içine bakıp gülümsedim. "Etrafı izledim, ne yapacağım başka?"

"Çok uykun geldi mi?" dediğinde başımı salladım iki yana.

"Hayır, iyiyim."

Do Hwan'ın güçlü sesiyle uyanmayan tüm askerleri uyandırdığını fark ettim. Tüm askerler bir türlü uyandığında, harekete geçmeden yemek yemeye de karar vermiştik.

Çoğu kişi bir konserve ve küçük bir paket ekmek çıkarıp yemeye başladı, aynı zamanda gülerek sohbet ediyorduk.

Teneke kutudaki yemeğimin bir kısmını alıp Baek'in konservesinin içine attım. Gözlerini anında bana çevirdi. "Yapma, buna gerek yok." Durumdan hoşlanmadığını belli edercesine gözlerini üzerimden çekti. "Kendin ye." Ciddi bir şekilde konuştu ama beni sevdiği için böyle yaptığını biliyordum.

Ben onu düşünüyordum, o beni düşünüyordu. Sonunda galip gelecek düşünce kime ait olacaktı?

Ona cevap vermeden önüme dönmüş ve kısa sürede yemeğimi bitirmiştim. Herkes bitirince çantalarımızı toplayıp yola koyulduk. Ormanlık alanın derinliklerine doğru giderken sessizlik hakimdi. Bir süre duraksayıp etrafa baktıktan sonra elimi havada yumruk haline getirip tüm askerleri ve komutanları durdurdum.

Arkama dönüp parmağımla Minseok ve Do Hwan'ı gösterdim, sonra da sağ tarafı işaret ettim. Emrimi anlayıp kendi gruplarıyla beraber bizden ayrıldıklarında Namjoon ve Yugyeom'a bakıp sola gitmelerini işaret ettim. Aynı şekilde onlar da yanımızdan gidince arkamdaki Hyunjin'e devam etmemizi anlatan bir el işareti yapmıştım.

Yanıma gelip grubunu arkada bıraktığında yürümeye devam ettim. Silahımı elimde sımsıkı tutarken önümüzdeki yolun yokuş olduğunu fark etmiş ve yine ellerimle yan yürüme taktiğine geçmelerini anlatmıştım.

Hepimiz dikkatle inip birkaç dakika daha yürüdükten sonra hâlâ bir hareketlilik görmemiş olmak beni şaşırtmıştı. Elimi yumruk yapıp kendimle beraber onları da durdurdum ve kulaklığıma dokunup sessizce konuştum.

"Virüs konuşuyor, olduğunuz bölgede herhangi bir faaliyet var mı?"

"M9 konuşuyor, yok."

"Monster konuşuyor, yok."

"M9 ve DH iki kanada ayrılın. Monster ve GT7 siz de iki ayrı kanada ayrılıp gezin."

"Emredersiniz."

Bizim de ayrılmamız gerektiğini anlatan bir hareketle Hyunjin'i ve grubunu sağ tarafa yollamıştım. Ben de kendi grubumla sol tarafa yöneldim.

Epey yürüdük, sınıra yaklaşmamıza rağmen hâlâ bir hareket olmayışı canımı sıkmıştı. Gittiğimiz yolu iyice genişletmemiz gerekiyordu, yani kendi gruplarımızı da bölmek zorundaydık.

Elimi kulaklığıma götürdüm. "Herkes dört askerini başka tarafa yönlendirip üç askeriyle devam etsin. Şu ana kadar hiçbir şey görmememiz bile garip."

"Emredersiniz."

Kendi takımıma bakıp sırayla Jisung, Sehun, Jingoung ve Taehyung'u gösterdim; ardından da sol tarafı işaret ettim. "Dikkatli olun aslanlarım. Emir komuta sende Jisung, yine de bana haber vermeden bir şey yapmayın."

Senkronize bir şekilde silahlarını indirip hazır ola geçmeleri ve asker selamı vermeleri bir miktar içimi burksa da bozuntuya vermedim. Operasyonun ciddiliğini onlar da biliyordu ve başlarında bir komutan olmadan buralarda gezmek elbette tehlikeliydi.

"Gidin hadi. Göreyim sizi aslanlarım." Sessiz adımlarla bizden ayrılmaya başladıklarında ilk mızmızlanan tabii ki Jongin'di.

"Komutanım..."

"Kapa çeneni." dedim gayet net bir şekilde. O vurulma olayından sonra ölsem de Jogin ve Sehun'u birbirine yakın yere koymazdım.

Cevap vermesini beklemeden yanımdaki üç kişiyle yürümeye devam ettim. Tam yüksek bir yere gelmişken silahlarımızı kurup pusmamızı söyleyecektim ki duyduğum sesle olduğum yerde kaldım.

Bir araba veya motor sesi duymuştum. Gözlerimi büyültüp arkamı döndüm herhangi bir şey görmek amacıyla ama maalesef ki hiçbir şey görememiştim.

Bizi buraya çekip ormana girecek kadar zeki olamazlardı, değil mi?

Hemen silahımı bir ağaç dalına yaslayıp dürbünün görüş açısını büyüttüm ve her yere bakınmaya başladım. Aynı zamanda diğerlerine haber veriyordum.

"Bir araç sesi duydum, ormana doğru gidiyor olabilirler. Ama bu çok ses çıkarır ve dikkat çeker. Göze alacaklarını sanmıyorum. Yine de; Minseok ve Yugyeom, siz biraz geri çekilip ormanı kollayın. Grubunuzdan keskin nişancı eğitimi alanları yüksek yerlere yollayın ve bizi korusunlar."

"Anlaşıldı."

Baekhyunlarla beraber biraz daha ilerleyip ağaçların bol olduğu bir alanda durduk ve yolları gözlemeye başladık.

"Atış serbest mi komutanım?" Jongin keskin nişancı silahının ucunda uzanırken sordu.

Hem ona hem diğerlerine cevap vermek amacıyla kulaklığıma dokundum. "Virüs konuşuyor, atış serbest. Gördüğünüzü indirin." Zaten uzaktan duyulan silah sesleri çatışmanın tam anlamıyla başladığını haber veriyordu.

Baekhyun'u yanıma alıp Jongin ve Dongyoung'dan biraz uzaklaştım. Çalıların arkasına saklanırken nişancı tüfeğimi otların arasına sıkıştırıp yere uzandım ve gördüğüm herkesi indirmeye başladım.

Baekhyun da biraz uzağıma gitmiş ve bir ağacın arkasına saklanıp ateş etmeye başlamıştı.

"Alfa, rapor ver."

"Önümüzde kalabalık bir Kuzey grubu var, daha etkili vuruşlar için biraz geri çekiliyoruz komutanım." Jisung'un sesini duyduğumda dediği şeyle şaşkınca duraksadım.

"Geri çekilmenizi kim emretti?" Tek gözüm kapalıyken tetiğe bir kere daha bastım ve birinin daha yere yığılmasını seyrettim.

"Benim kararımdı. Orada ateş etseydik dördümüzü de öldürürlerdi." Cesurca söylediğinde göremeyeceğini bilsem de gururla başımı salladım.

"Aferin aslanım, iyi yapmışsın." dedikten sonra Baekhyun'a baktım.

"Pişt."

"Efendim?" Gözlerini hedefinden ayırmadan söyledi.

"Pozisyon değiştirelim."

"Hangi pozisyonu?" Bu sefer bana bakıp sırıtarak söylediğinde biraz uzanıp ayağından çektim ve yere yapışıp altımda kalmasını sağladım.

"Bilirsin, bazı pozisyonlar değişmez." dedikten sonra onu kıyafetinden tutup altımdan çekmiş ve kendi keskin nişancı tüfeğimin başına yerleştirmiştim. Bense onun UMP'sini kapıp aşağı doğru yol aldım.

Kendi grubumdan epey uzaklaşıp ormanda sessizce yürürken aniden önümden geçen dağ motosikletiyle irkildim. Hemen bir ağacın arkasına geçip silahımı onlara doğrulttum. Onlar da beni görmüş olacaklar ki -büyük ihtimalle öldürmek amacıyla- tekrar bu tarafa döndüler. Önümdeki ağaca ateş etmeye başladıklarında derin bir nefes aldım ve silahımı ağacın yanına dayayıp geçmelerini bekledim. Motoru gördüğüm gibi de öndekinin kafasına sıkıp düşmelerini sağlamıştım.

Arkada oturan adam hemen ayağa kalkıp bana doğru geldiğinde ağacın diğer tarafından dolaştım ve ensesine silahla vurup yere düşmesine sebep oldum. Hemen ardından da kafasına ateş edip yoluma devam ettim.

"Virüs konuşuyor, bazılarının motorlu olduğu onaylandı."

"DrQueen konuşuyor, üç askerim şimdiden vuruldu. Başka bir plana geçmeliyiz."

"Plana sadık kal," dedim büyük bir soğukkanlılıkla. "M9, yaralıların yanına gidebilir misin?" diye sordum, Minseok sağlık alanında daha bilgili olduğu için.

"Şu an hiçbir yere gidemem!" Bağırdı birden, anladığım kadarıyla çatışıyordu ve sesini bizi duyurmak istiyordu. "Etrafım sarıldı!"

"Neredesin?!" İstemsizce durdum endişeyle sorarken. "Hemen söyle."

"Hayır, buraya gelmeyin. Çok kalabalıklar. Öleceksem bile yalnız öleceğim! Sizi bu tehlikeye atamam!" Arkadan gelen silah ve bağırış sesleriyle daha tedirgin bir hal aldım. Sanırım Minseok'a bir şey olsa delirirdim.

Minseok'a en yakın olan Do Hwan'dı, bu yüzden ona emir verdim. "DH hemen takımını topla ve M9'ın yanına git."

"Anlaşıldı!"

"Virüs konuşuyor, PCY-7 takımı X9 noktasında buluşun hemen!"

"Bela konuşuyor, anlaşıldı. Uyumlu ve Seyrek'le beraber geliyoruz."

"Alfa konuşuyor, anlaşıldı. Dört kişi geliyoruz."

Grubumdan aldığım onayla ben de orta noktaya doğru koşmaya başladım. Minseok'u göz göre göre o cehennemin içinde bırakmazdım.

Ayak ucuma doğru gelen kurşunlarla duraksayıp bir ağacın arkasına geçtim. "Siktir! Bir bu eksikti!" diye kendi kendime sinirle bağırdıktan sonra ağacın kenarından kurşunların geldiği yere bakmaya çalıştım ama her neredelerse iyi saklanıyorlardı ve benim hiç zamanım yoktu!

Üzerimdeki sis bombalarından birini hiç düşünmeden almış ve pimini çekip önüme doğru atmıştım. Yukarı doğru çıkan dumanla birlikte beni göremeyeceğini varsayıp tekrar koşmaya başlamış ve oradan uzaklaşmıştım. Arkamdan hâlâ ateş ediyorlardı ama şu ana kadar hiçbiri vücuduma isabet etmemişti.

"Yardım!" Kulaklığımdan gelen fısıltı gibi sesle duraksadım, Baekhyun'un olduğunu anında anlamıştım. "İlerleyemiyoruz, sayıları çok ve her yerden çıkabilir gibiler." Sessizce konuştuğunda, ses tonundaki çaresizlik beni mahvetmişti.

"Kaç kişiler?" Endişeyle sordum, kafayı yememe az kalmıştı.

"Yaklaşık on beş."

Tam bir emir verecekken omzumda hissettiğim acıyla kendimi durduramayıp bağırmış ve yere doğru tökezlemiştim. Hemen bir ağacın arkasına geçtim, elimi omzuma götürüp geri çektiğimde oldukça fazla kanadığını fark ettim.

"Vuruldun mu?!" Baekhyun'un panik dolu sesini duyunca dudaklarımı birbirine bastırdım. Derin bir nefes alıp belli etmemeye çalıştım.

"Hayır. Bela..." Ne demem gerektiğine karar veremediğim için kendime lanet ettim. Baek'in yanına gidip desteği oraya mı istemeliydim, yoksa Minseok'un yanına gidip onu mu kurtarmalıydım?.. Omzumdan gelen acıyla birlikte derin bir nefes verdim. Böyle bir durumda ne yapmam gerekiyordu? Hayatım pahasına kurtarmam gereken kişi sevgilim miydi, yoksa yakın arkadaşım mıydı?

"Efendim?"

"Sana güveniyorum," dedim sesimin normal çıkmasını umarak ama ses tellerim beni utandırmıştı. Titreyen sesimle konuşmaya devam ettim. "Bensiz de yapabilirsin, değil mi? Şu an yanınıza gelemem..."

Zor bir karar olsa da hemen bir şeyler söylemek zorundaydım. "Siz kendinizi kurtarın, o bana yeter, tamam mı başımın belası?"

"Komutanım-" Diyeceği şeyi dinlemeden tekrar konuştum. Eğer onun masum sesini biraz daha duyarsam fikrimi değiştirebilirdim. "Alfa, bir araya gelip oradaki hedeflerden kurtulun. Ben M9'ın yanına gideceğim."

"Emredersiniz." Jisung'dan gelen keskin sesle bir kez daha güvendim onlara.

"Aferin." diye söylendim sessizce, cebimden çıkardığım sargı bezlerinden birini yarama bastırdım yetişebildiğim kadarıyla. Gözlerimi acıyla kapattım ve vakit kaybetmemek için çok dikkat çekmemeye çalışarak ayağa kalktım, nefesimi düzenleyip sakin kalmayı denedim.

"M9, rapor ver."

Birkaç silah sesinden sonra Minseok'un sesi duyuldu. "Birkaçını öldürdüm, hâlâ çok fazlalar."

"Geleceğim. Dayan." dedikten sonra kendime en yakın ağaca doğru koştum. Bir süre ağaçların arkasına saklana saklana ilerledikten sonra tekrar koşmaya başladım. Bu sırada Do Hwan'dan bölgeye yaklaştıklarına dair bilgi almıştım.

"Alttan dolaşın, DH. Ben üsttekileri halledeceğim. M9 sen de yapabildiğin kadar bizi koru."

Çalılıkların arasında sessizce adımlarken ileride yaklaşık beş tane silahlı Kuzeyli görmüş ve hemen silahımı kaldırıp bana yakın olanı nişan almıştım.

Saniyeler içerisinde yan yana olan üç teröristi vurmuş ve sesle birlikte bana dönenlere doğru ilerlemiştim. Birinde tabanca bile yoktu, elindeki bıçağı bana doğru salladığında güldüm.

"Orantısız güç kullanmayalım, madem." dedim efendi bir şekilde. Silahımı bırakıp belimdeki çakıyı çıkardım. "Kim alır sence?"

"Güneyli değil misiniz? Hepiniz egoist orospu çocuklarısınız." Kaba bir aksanla konuştuğunda alayla güldüm.

"Başka etmek istediğin küfür varsa et, çünkü beş saniye sonra öleceksin."

"Ne diyorsun piç?" demesiyle elimdeki çakıyı göğsüne fırlatıp adamın acıyla yere düşmesini sağlamış, hemen sonra yanına eğilip bıçağımı vücudundan ayırmış ve boğazını kesmiştim. Kanla dolan manzaramdan değil de, bıçağımın bu iğrenç herifin kanıyla pislenmesine bulanmıştı midem. Bu yüzden temizlemek amacıyla Kuzeylinin kıyafetine sildim çakımı.

Tam da bu hareketi gören Baekhyun'u ve korku dolu bakışlarını yeni fark etmiştim. Önündeki adamı öldürmüş ve şaşkınca beni izlemeye başlamıştı. Sanırım bu yaptığım boğaz kesme ve kanını teröristin üzeriyle temizlememi görmese daha iyi olurdu.

"Ne var?" diye sorarken yere bıraktığım silahımı aldım. "Orospu çocuğu dedi bana."

"İyi," dedi bana yaklaşırken. "Hak etmiş." Yerde yatan adama baktı ve ölü olduğunu bilmesine rağmen suratını tekmeledi. Bunu yapmasıyla birlikte ne kadar psikopat bir çift olduğumuzu düşündüm...

"Biraz daha kontrol edelim buraları."

"Emredersiniz." deyip arkamdan yürümeye başladı. Büyük ve ağır keskin nişancı tüfeğimi o taşıdığı için yavaş hareket ettiğini fark edince silahı tek elimle ondan almış ve UMP'sini ona geri vermiştim.

"Bekle biraz." dedikten sonra yere çömelip silahımın profesyonel kısımlarını çıkartıp üzerimdeki ceplere sıkıştırdım. Böylece daha hafif ve pratik bir silah haline gelmişti.  "Gidelim."

İkimiz de silahlarımızla dolaşırken tam karşımızda bir grup olduğunu söyleyecektim ki Baekhyun'un sesini duydum. "Bir sorunumuz var galiba."

Arkama dönüp gösterdiği yere bakınca orada da Kuzeyliler olduğunu fark ettim. Harika, Minseok'u alandan kurtarırken kendimi ortaya düşürmüştüm.

Sırtımı Baekhyun'un sırtına yasladım ve gözlerimi karşımdaki hedeflere diktim, silahımı kaldırıp nişan aldım. "Eğlenelim mi biraz Baekhyun?"

"Eğlenelim." dedi ama sırtını bana bastırmasından bile anlamıştım biraz korktuğunu.

"Ben yanındayım," dedim sessizce. "Senin için ölürüm." Benden dinlemeyi çok sevdiği ve yalnız başımıza olduğumuzda sürekli söylememi istediği o şarkıdan kısa bir söz mırıldandım. "Korkma, tamam mı?"

"Korkmuyorum."

"Nişan al," dedim ve birkaç saniye durduktan sonra tek gözümü kapayıp karşımdakilere sıkmaya başladım. "Ateş!"

Karşımda durup bize ateş eden Kuzeylileri teker teker indirdikten sonra bir elimi arkama uzatmış ve sırtımı dayadığım Baekhyun'u belinden kavrayıp döndürmüş, böylece yerlerimizi değiştirip onun uğraştığı herifleri öldürmeye başlamıştım.

Baekhyun'un derin bir nefes verdiğini duydum, büyük ihtimalle oradaki herkesi öldürdüğüm içindi. Burukça gülümsedim. Sırtlarımız hâlâ temas içindeyken Kuzeyliler kaçmaya başlamıştı. Ya bizden tırsmışlardı ya da üstten gelen yardımı görmüşlerdi. Çünkü ben Sehun'un "Komutanımı orada bırakmam!" diye komik bir şekilde bağıran sesini çoktan duymuştum.

Arkamı dönüp Baekhyun'u kendime çevirdim, kollarımı bedenine sarmadım ama bakışlarımla sarıldım ona adeta. "Neden korktun? Tam arkandaydım. Sana bir şey olmasına izin verir miyim hiç?"

Başını kaldırıp ağzını araladı, konuşmaya cesaret edemeden yokuştan koşarak gelen grubumla bir adım uzaklaştım Baekhyun'dan.

"Yetiştik komutanım! Nerede o ibneler?!" Sehun nefes nefese yanıma geldiğinde gülmemek için kendimi zor tutup ensesine vurdum.

"Sağ ol aslanım, çok erken geldiniz."

Ne kadar yorgun ve gergin olsalar da güldüler hafiften. Fazla gevşemelerine izin vermeden uyarıcı bir bakış atıp hepsini susturdum. Hemen ardından kulaklığıma dokunup konuştum.

"X9 noktası temizlendi, M9 kurtarıldı. Durumlar ne?"

"DrQueen konuşuyor, vurulan üç askerim de iyi değil." Hyunjin'den sonra Yugyeom lafa atladı, sesi acı çekiyormuş gibi geliyordu. "GT7 konuşuyor, bacağımdan vuruldum. Daha fazla dayanamam."

"Monster konuşuyor, birkaç ufak yaradan başka bir şeyi yok grubumun."

"M9 konuşuyor, takımımdan iki kişi vurulmuş."

"DH konuşuyor, bir askerim yaralı."

Birkaç saniye sessiz kalıp düşündüm, durumlar çok kötüydü. Altı asker ve Yugyeom vurulmuştu. Hepsinin hastaneye götürülmesi, neredeyse bir grubun tamamen operasyondan çıkması demekti. İlk günden böyleyse...

"Birbirinize yakın durun, hepimiz Z3 noktasında buluşalım. Yaralıları kurtarmak için yardım isteyeceğim."

"Anlaşıldı."

Grubumla beraber hızlı bir şekilde Z3 noktasına gittiğimizde hepsi oradaydı ve Minseok vurulanlara ilk müdahaleyi yapıyordu. Ben de buraya gelirken telsizle askeriyeye bağlanmış, yardım etmelerini istemiştim. Junmyeon'un söylediğine göre emniyet güçlerinden bir takım orman girişine gelip yaralıları alacak ve en yakın hastaneye götürecekti. En azından çok beklemeyecektik ve bu askerler için iyiydi.

"Sen de mi vuruldun?" Minseok omzuma bakarak sorduğunda başımı salladım. "Evet ama çok acımıyor şu an, sadece sarsan yeterli olur."

Elindeki sargı bezini omzumdaki kanayan yere sıkıca sardıktan sonra diğer yaralılarla ugraşmaya başladı.

"Yugyeom nasıl?" dedim.

"Ayağı kötü, kesinlikle hastaneye gitmesi lazım."

"Orman girişine doğru ilerleyelim, birazdan orada olurlar. En yakın savunma birliğinden geliyor ekip."

+++

Hava hafiften kararmaya başladığında dün geceki yere gitmiş ve sakladığımız çantalarımızı çıkarmıştık. Herkes ufak bir şey atıştırırken telsizimden gelen sesle onu belimden çıkardım.

"GT7 konuşuyor, tüm askerlerin durumu kontrol altına alındı. Benim ayağıma da bakıldı."

"Anlaşıldı," dedim. "Daha iyi olduğunuzda helikopter çağırıp askeriyeye dönersiniz."

"Anlaşıldı."

Telsizi tekrar belime yerleştirdikten sonra yarısı bitmiş konserveyi elime aldım ve içinde kalanları yemeye başladım. Yemek faslından sonra biraz oturup sohbet etmiştik.

Yanımdaki Baekhyun üzgün bir şekilde görüş açıma girdi. "Omzun çok acıyor mu?"

"Acımıyor, merak etme." Gülümsedim ve elimi başının üstüne koyup küçük bir çocuğu sever gibi sevdim. "Hem ağrı yapmasın diye ilaç da içtim."

"İyi yapmışsın."

Dakikalar sonra, asteğmenleri orada bırakıp etrafa bakınmaya gitmiş ve herhangi bir tehlike görmeden geri gelmiştik. Geceye kadar saatler böyle geçiyordu genelde. Ya gidip etrafa bakıyorduk ya da silahlarımızla yakın civarı kolluyorduk.

Birbirimizi zor görebileceğimiz zifiri karanlık üzerimize çöktüğünde Do Hwan ve Hyunjin nöbet tutacaklarını söylemişti. Bunun üzerine askerler yavaş yavaş yatmaya başladı.

Kendi tulumumu Baekhyun'un yanına serip uzandım ve kolumu ona doğru uzattım. Ne yapmak istediğimi anlamış gibi gülerek başını kaldırmış, kolumu boynunun altından geçirmeme izin vermişti. Hafifçe bana dönüp başını koluma yaslamış, gözlerini kapamıştı.

Uyku gelip beni bu dünyadan kaçırana kadar karşımdaki güzel manzarayı izledim. Eğer harika bir rüya görmüşsem bu hiç şaşırtıcı olmazdı.

🐈

Bu ikili çok ateşli

Continue Reading

You'll Also Like

734 82 7
Mo Xiang Tong Xiu'nun ilk eseri olan The Scum Villain's Self-Saving System (Ren Zha Fanpai Zijiu Xitong) romanın ekstra bölümlerinin türkçe çevirisi...
114K 13.4K 34
değişiyorsun, dayanamıyorum
97.9K 5.1K 62
"Komşum ünlü bir futbolcu. Fazla yakışıklı ve bunun da fazlasıyla farkında. Üstelik inatçı keçinin teki, tam anlamıyla gıcık ve çekilmez biri. Başta...
2.1K 302 25
Korede ün salmış bir kiralık katil, düşmanlarından birinin elinde, bir sorgu odasında hafızasını kaybetmiş halde uyanır. juric & nyukyu