KAMELYA ÇİÇEĞİM - Tamamlandı

By mervekinciiii

37.5K 1.9K 109

"Ne güzel şeysin sen," gözlerini kapatıp derin nefes aldı. Gözlerini açmadan konuşmasını sürdürdü. "Kokun, ba... More

-1- G İ R İ Ş
-2-
-3-
-4-
-5-
-6-
-7-
-8-
-9-
-10-
-11-
-12-
-13-
-14-
-15-
-16-
-17-
-18-
-19-
-20-
-21-
-22-
-23-
-24-
-25-
-26-
-27-
-28-
-29-
-30-
-31-
-32-
-33-
-34-
-35-
-36-
-37-
-38-
-39-
-40-
-41-
-42-
-43-
-45-
-46-
-47-
-48-
-49-
-50-
-51-
-52-
-53-
∽FİNAL∽

-44-

324 16 0
By mervekinciiii

Keyifli okumalar...

"Kimden gelmiş?" diye sordum ayağa kalkmış Tolga'ya. Yan profilden görebildiğim kadarıyla sinirden alnının ortasındaki damar belli olmuştu. İstifini dahi bozmadan sadece kâğıdın üst kısmını okudu. "Tolga?" dedim yine ama duymuyor gibiydi.

Cevap vermemesi ve sinirlenmesi merak uyandırmıştı. Ayağa kalkıp yanında dikildim. Aramızdaki boy farkından dolayı kâğıdı kendine yakın tuttuğu için pek bir şey okuyamıyordum. Sadece beyaz kâğıdın üstündeki yazıları görebiliyordum.

Koluna dokunduğumda irkildi. "Ne oldu?" dediğinde gülümsemeye çalışıyordu. "Kimden gelmiş?" diye yineledim sorumu. Bir gelen mektuba bir bana baktı, "İhaleyle ilgili, talimatlar," dedi geçiştirircesine. İhaleyle ilgili talimatlar? Talimat verildiğini bilmiyordum. Hele ki mektupla.

"Emin misin?" diye sakin bir sesle sorduğumda kafasını salladı. "İhaleyle ilgili talimatların mektupla geldiğini hiç görmedim de," dedim. Kolunu boynuma dolayıp kendine çekti. "Eminim," dedi sadece. Daha da bir şey söylemedi.

Gizemli tavırları ve sinirlenmesi pek hayra alamet değildi. Yakında kokusunun çıkacağından emindim fakat yine de şu anlık üsteleme gibi bir niyetim yoktu. Ara ara yoklardım.

Yavaş adımlarla salondan çıkarken arka bahçeye ilerledik. Havuzun yanındaki hasır koltuklara kurulduğum sırada Tolga, şemsiyeyi açmıştı güneş batıyor olmasına rağmen. "Zeynep!" diye bağırdı mutfağa doğru. Mutfağın bahçe kapısında beliren Zeynep'e, "İki sade kahve yapar mısın?" dedi ve ardından sandalyesini çekerek yanıma oturdu.

Kolunu omuzuma atıp elimi tuttu. Parmaklarımın arası onun parmaklarıyla, içim onun kokusuyla doldu. Az önceki olayı tesiri altından çıkıp gülümsedim. Şu anı o kadar hayal etmiştim ki. Baş başa, kendi evimizde vakit geçirdiğimizi o kadar çok hayal etmiştim ki. Şu an bunu yaşıyor olmam inanılmazdı.

Önümüze konan kahvelerle dikkatim dağıldı. Mayıs ayı rüzgarının verdiği huzur ve sakinlik diye bir şey vardı. Bayılırdım ilkbahar ayının bu haline. İnce ince esen rüzgâr üşütmüyor, insana dinginlik veriyordu.

"Böyle olacağını bilmezdim..." dedi kulağımın dibinde. "Bu durumda olacağımızı önceden hiç tahmin etmemiştim."

"Nasıl yani?" diye sordum hafifçe yerimde doğrularak.

"Hani," dedi. "O gün her şeyi itiraf ettikten sonra Yalova'ya gitmiştin ya," derken sesinde farklı bir tını vardı. "Çok düşündüm o gece. Sahildeki bizim yerimize gittim, biraz nevale aldım düşündüm tüm gece boyunca."

Yavaştan dökülmeye başlıyordu. "Ben..." dedi fincana uzandıktan sonra. "Ben aslında sana karşı hep bir şeyler hissetmişim Burçin. Ama bir türlü kendime itiraf edememişim. Ne sana ne kendime."

Şakağıma öpücük kondurdu. Esen rüzgarla tuzlu deniz kokusu bana doğru hücum etti. "Peki," dedim. "Peki bunu nasıl anladın?"

Gülmeye benzer ses çıktı ondan. "Gidişinle, başkasına yar olacağın düşüncesiyle, bir daha seni görememe korkusuyla," dedi. Bitirdiği kahvesini masaya geri bıraktı. "O hoşça kal deyişin, arabada kafanı direksiyona yaslayıp ağlayışın o kadar içime oturdu ki. Dedim ki kendime; "Kafasız pezevenk! Değdi mi kızı ağlattığına? Nasıl toparlayacaksın şimdi? Salak herif!"

Kahkaha attım. Öyle bir söyleyiş tarzı vardı ki, gülmeden edememiştim. Arabadaki o halimi gördüğünü bilmiyordum. Kafamı ona çevirip, "Çok salaktın gerçekten de," dedim. "Yaptığım hiçbir şeyi mi anlamazsın," derken aşağıdan bakıyordum suratına.

Kafasını eğdi. Gülümseyip dudaklarıma öpücük kondurdu. "Anlamıştım aslında," dedi. Gözlerim anından büyürken gülümsemesi genişledi. "Belertme hemen gözlerini," dedi. "Sadece olmayacağını düşündüm hep. Belki senin bana ilgi duyuşun hoşuma gider sonra da sıkılırım diye düşündüm. Böyle bir şey olsa arkadaşlığımız zarar görecekti en başta."

"Dayaklıksın," dedim. Onayladı. "Evet öyleyim."

"Bir de iyi bir halt yemiş gibi söylemen yok mu... çarpacağım suratına!"

Kahkahası bahçede yankılandı. Soğumuş kahveme uzanıp bir dikişte içtim. Telvesi ağzıma gelince yüzümü buruşturdum. İğrençti!

"Ama şimdiki halimize baksana," dedi yüzün parmağımdaki alyansa dokunarak. "O günün gecesi her şeyi kendime itiraf ettim, şimdi de evliyiz."

Bacaklarımı kendime çekerken yönümü ona döndüm. Bakışlarım ilk önce birkaç yeri beyazlaşmış saçlarına gitti daha sonra kahveleriyle buluştu. Bu kahveler, bana güven veriyordu hep. Korktuğumda, üzüldüğümde bu bedene sarılıp teskin olmuştum.

Baş parmağımı gözünün bitimine koydum. "Bu gözlerin benden başkasına bakması yasak," dediğimde son kelimemi değiştirdi. "Haram," dedi. "Bu gözlerin senden başkasına bakması, bu ellerin dokunması..." elimi tutup kafasına ve kalbine götürdü. "Bunların senden başkasını düşünmesi ve atması haram."

Ben öyle birini sevmiş ve âşık olmuştum ki keşke demeyecektim. Bundan adım kadar emindim.

---

Aşağı inmek için Tolga'nın duştan çıkmasını bekliyordum. Üstümdeki açık renkli gömleğe dikkat ederek yanaklarıma allık sürdüm. Özenle dizilmiş rujlarımdan bordo olanı alıp dikkatle dudaklarıma sürdüm. O sırada Tolga duştan çıkmıştı. Aynadan ona baktım. Baklavalarından belindeki havluya doğru akıp giden damlalara takıldı gözüm. Belirgin kol kasları olduğu kadar baklavaları da vardı.

Hipnozdan çıkarak, "Giyinme odasındaki pufa bıraktım kıyafetlerini canım," dedim. "Tamam, beş dakikaya hazırım."

Giyinme odasına gidene kadar arkasından baktım. Spor yapmaktan şekillenmiş sırt kasları her kolunu salladığında hareket ediyordu.

İkimiz de hazır olunca odadan çıktık. Mutfakta çoktan hazırlanmış masaya kuruldum. Zeynep fincanıma çayı koyarken tabağıma kahvaltılıkları doldurdum. "Bizimkilerle buluşacağım okul çıkışı," dedim. Ağzındaki lokmasını bitirdikten sonra kaşlarını çatarak anlamaz gibi bana baktı. "Ekin ve Bahadırla," dedim anlamayışını gidererek.

"Dönerken seni alırım o zaman," dedi. Kafamı salladım.

Kahvaltıdan sonra Tolga beni okula bıraktığında sıkıca sarıldım ona. "Akşam görüşürüz yavrum," dedi boynumu öperken. "Görüşürüz hayatım."

Arabadan inip bahçeden içeriye girdiğimde birkaç kafa bana çevrildi. Bana doğru hunharca el sallayıp gülümseyen öğrenciye baktım. Üç metre uzaklıktan, "Günaydın hocam," dedi.

Elimi kaldırıp gülümsedim. "Günaydın," dedim. Binaya girdiğimde danışman tarafından göz hapsine alındım. Aylardır durmadan değişen danışmanların bir yenisine kendisi eklenmişti sanırım. İlk defa görüyordum çünkü.

Daha zil çalmadığından dolayı koridorda vakit geçiren öğrencilere kısaca göz attım. Hepsinin elinde telefon vardı. Birkaç dakikaya kutuya koyulması gerektiğinden bol bol vakit geçirmeye çalışıyorlardı.

Odama gitmeden öğretmenler odasına girdim. Bütün kafalar bahçedeki gibi senkronize bir şekilde bana döndü. "Günaydın," dedim mutlu sesimle. Sibel ile göz göze geldim anında. Yanına gitmem için birkaç işaret yapıyordu. "Günaydın Burçin hocam," dedi müzik hocası. Branşı biliyordum ama adını asla. "Hayırlı olsun bu arada. Hem bebek için..." dedi aşağılayıcı bakışlarla. "Hem de düğün için."

Magazinde konu olan bebek meselesi demek ki meslektaşlarımı da

Magazinde konu olan bebek meselesi demek ki meslektaşlarıma da konu olmuştu. "Teşekkür ederim ama hamilelik gibi durum söz konusu değil," derken gülümsemeye çalıştım. Fel fecir okuyan gözleri gayriihtiyari kapanıp açıldı. Geçiştirir gibi bir hali vardı. "Siz ne kadar öyle düşünseniz de her şey tam aksi."

Hocanın yanından hızla geçerek Sibel'in yanına vardım. "Hayırlı olsun hocam," dedi sarılmaya çalışarak. Temiz ve haset olmadığı yüzünden belli oluyordu. "Allah bir yastıkta kocatsın."

Sarılmasına karşılık verirken, "Teşekkür ederim," dedim. "Ben şimdi gideyim. Müsait bir zamanda tekrar konuşuruz."

"Tamam," dedi gözleriyle beni onaylarken. "İyi dersler," dedim. Dönüp odadaki diğer hocalara baktım. "Hepinize."

Odadan çıktığım sırada karşı duvarda kalorifere yaslanmış sırıtarak konuşan Elçin ve saz arkadaşlarını gördüm. "Abla ay aman hocam!" diye hemen yanımda bitti. Devlet sırrı veriyormuşçasına kulağıma doğru yaklaştı. "Hallettin mi hamilelik mevzusunu?"

Omuzuna düşmüş açık kumral saçını arkaya ittim. "Yok daha müsait olup konuşamadım," dedim. "Ama öğle arasında hallederim."

Kaşları havaya kalktı. Yandan bakışlarıyla, "Artık ne engel olduysa konuşmana," dedi.

Gözlerimi kısıp ona baktım. "Bana bak fındık kurdu, o bakışlarına sahip çık yoksa ne yapacağımı biliyorsun," dediğimde yüzünü buruşturdu.

"Of tamam ya!" deyip yanımdan mutsuzca ayrıldı. Arkasında gülümseyerek baktım. Elçin'in bu hayatta en değer verdiği şeylerden biri kıyafetleriydi. Birisi kıyafetini giydiğinde çıldırırdı. Bence güzel bir tehdit yöntemi.

Tolga'dan.

Odaya girmemle masanın önündeki koltuklardan birine oturmuş Ferhat vardı. Beni görünce gülümseyip ayağa kalktı. "Ooo taze damadımız da gelmiş," dedi. İfadesizce suratına baktım. O, gayet rahat ve mutlu bir haldeydi.

Kollarını açarak yanıma kadar gelip sarıldı. "Hoş geldin taze damat," dedi sarılırken. Sırtıma olabildiğince sert vuruşlarla kısa bir sarılma gerçekleşti. "Hoş buldum Ferhat," dedim. "Ayrıca taze damat deyip durma. Millet duyacak sonra bütün otoritem sarsılacak."

Eliyle dudaklarına hayali bir fermuar çekti.

Omuzuna birkaç kere vurduktan sonra masama geçtim. İçeriye girerken sekretere söylediğim espresso gelmişti. Teşekkür ettikten sonra tüm odak noktam Ferhat oldu. "Evet, dinliyorum," dedim.

"İlk önce sen balayına gittiğinden beri Seyhan Holding toplantı için durmadan aradı," dedi. "Amaçları ihale hakkında konuşup ortak yolu bulmaya çalışmak."

Kafamı salladım. "Biliyorum ben onların ortak yollarını," dedim. İtibarıma ve bana karşı yaptıkları iftiradan sonra hâlâ arsızca ihale katılıyorlardı. "Tehdit mektupları göndermekte ve şerefsizlikte üstlerine yok."

"Ne tehdidi?" elimin altındaki kahve bardağını oynarken, "Eve mektup gelmiş, isimsiz," dedim. "Kimin gönderdiğini çok iyi biliyorum. Bizim Seyhanlardan daha azılı düşmanımız olmadığına göre onlar gönderdi. Diğerlerinin götü yemez."

"Ne yazıyordu?"

Ağzımdan, "Hıh!" nidası çıktı. "İhaleden çekilmemiz gerektiği," dedim. Okuduklarım aklıma gelince sinirlerim gerilmeye başladı. Elim istemsizce yumruk halini aldı. "Siktiğimin puştu Burçin ve ailemin hayatına teşebbüs etmekle tehdit ediyor."

Parmaklarımı kulpa dolayıp kahvenin yarısına kadar içtim. "Hele bir denesin ben o puşta ne yapacağımı biliyorum," sinirden dişlerim birbirine sıkı sıkıya kenetlenmişti. "Ulan sen kimin köpeğisin de bu kadar havlayabiliyorsun bana karşı?! Döl israfı!"

"Bir sakin ol lan!"

"Sakin falan olamam kardeşim. Burada ailemin hele ki Burçin'in hayatı söz konusuyken sakin falan olamam!"

"Peki," dedi arkasına yaslanıp. "Ne yapacaksın peki?" sorusuna karşılık kirpiklerimin altından ona baktım.

"Evin belli yerlerine koruma dikeceğim," dedim. "Aynı şekilde Burçin'in etrafına da. Ama onun bunların hiçbirinden haberi olmayacak. Adamlar Burçin'e hissettirmeden, ona görünmeden işlerini yapacak."

Arkasına yaslanmış Ferhat'a baktım. "İş dünyasının en iyisi kimmiş göstereceğim," dedim kendimden emin bir sesle. "Ya seve seve ya..."

"Tolga Bey," sekreterin sesinin ardından görüntüsünü gördüm. "Seyhan Holding'in CEO'su Ömer Bey geldiler," dedikten sonra yarı aralık kapıyı kapatıp birkaç adım yaklaştı. "Biraz gergin görünüyor. Bir de siz müsait olana kadar gitmeyeceğini en baştan söyledi."

Ferhat'la göz göze geldim. Düşünceli tavrını umursamadan kafamı salladım. "Gelsin Aslı," kapıyı açtıktan sonra geçmesi için kapıyı sonuna kadar açtı.

Tüm gerginliği ve sinirliliğine rağmen gülümseyerek içeriye girdi. Masanın arkasından çıktım karşılamak için. Karşıma geldiğinde elimi uzattım. "Ömer Bey..." dedim ifadesiz ses tonumu korumaya çalışarak. "Hoş geldiniz. Buyurun," elimi sıktıktan sonra gösterdiğim koltuğa, Ferhat'ın karşısına oturdu.

Ferhat, gayet sakin bir şekilde kendini toparladı. "Ne içersiniz?" diye soran Ferhat'a elini kaldırdı sadece. "Bir şey almayacağım sadece Tolga Beyle konuşmaya geldim," dedi, sesini yumuşak tutmaya çalıştığı ve sinirlerine hâkim olmaya çalıştığı o kadar belliydi ki.

Derin bir nefes aldım. Sakin olmalı ve tüm soğuk kanlılığımı korumalıydım. "Sizi dinliyorum Ömer Bey," dedim dişlerimin arasından. Bıraksalar şuracıkta bir kaşık suda boğardım ama sakin olmalıydım. Bir şey yaşanacaksa da hatalı olan taraf o olmalıydı.

"İhale," dedi. "İhaleyle ilgili konuşmaya geldim."

Masanın üstünde birleştirdiğim ellerimi birbirinden ayırdım. "Daha size toplantı tarihi oluşturmadık," derken sesim olabildiğine sert çıkıyordu. "Üstüne üstlük randevu talep etmeden baskın yaptınız ve sekreterime asla gitmeyeceğinizi söylemişsiniz."

Söylediklerimi tek tek onayladı kafasıyla. "Size kalsa toplantıyı daha da ileri bir tarihe atacaksınız," dedikten sonra yumruk olan elini koltuğun koluna sert bir şekilde koydu. "Bu ihale bizim için çok önemli..."

"Bizim için de öyle," dedim. "Ayrıca şirketinizin branşıyla uzaktan yakından alakası yokken ısrarla bu ihalenin peşindesiniz."

Sesi bir anda yükseldi. "Buna siz karar veremezsiniz!" dedi. Sakin kalmak adına gözlerimi kapatıp kendimi telkin etmeye başladım.

'Sakin olabilirim. Hatalı olan ben olmamalıyım. Hemen sinirimi göstermemeliyim.'

"Ömer Bey, şu an nerede olduğunuzun bilincin olmanızı tavsiye ediyorum," diyerek araya girdi Ferhat. "Buraya gelen sizsiniz, misafirim diyerek istediğiniz davranışı sergileyemezsiniz."

"Siz karışmayın."

"Sesinize ayar verin," dedim boğuk ama sert bir ses tonuyla. "Misafirliğinizi bilin."

"Başka? Tehdit mi edeceksiniz yoksa?"

"Bu konularda usta olan sizsiniz," dedim. "Tehdit mektuplarının arkasına sığınıp yapamayacağınız işleri büyüksenerek söyleyen sizsiniz."

"Ne tehdit..." elimi kaldırdım anında. "Kolpa sıkmak size göre değil bence," yutkundu. Masada hafifçe öne gelerek ona doğru eğildim. "O mektupta yazılanları yapmazsanız insan değilsiniz. Eğer yapmazsanız da bu tehdide karşılık vereceğime emin olun," yeşil gözleri söylediklerimden dolayı seğirmeye başlamıştı. Kızaran gözlerine bakarak kapıyı gösterdim. "Şimdi müsaade ederseniz işlerime dönmem lazım."

Burçin'den.

Gökdeniz'in restoranının önünde durdum. Ücreti ödedikten sonra taksiden indim. Havanın sıcak olmasından dolayı Ekin, Gökdeniz'le birlikte restoranın ön kısmında oturuyorlardı.

Saçıma tutuşturduğum güneş gözlüğümü burnuma indirdikten sonra ilerledim. Girişte hemen garsonun karşılamasıyla gösterdiği masaya doğru ilerledim. Gökdeniz, beni görmesiyle gülümseyerek ayağa kalktı. "Hoş geldin Burçin," kısa bir kucaklaşma geçti aramızda "Hoş buldum."

"Balım!" diye yanımda cıvıldayan Ekin'e döndüm. Özlediğimi ona sıkıca sarılarak belli ettim. "Ay nasıl özlemişim seni!"

Son olarak yanağını öperek ayrıldım. "Ben de çok özlemişim canımın içi," dedim. Boş kalan koltuklardan birine oturdum. Garson dibimizde bittiğinde, "Profiterol ve su," dedim sadece. Birazdan Bahadır'ın gelmesiyle tamamlanacaktık.

Birkaç dakika sonra sipariş önüme kondu. "Annemle baban," dedim tatlıdan lokma alırken. "Temmuz'da evlenmeyi düşünüyormuş."

Gökdeniz kafasını salladı. "Aynen. Ben de dün öğrendim," Ekin ikimize bakarak, "Temmuz'da mı? Ay çok erken!" dedi. Omuz silktim. "Dedem de böyle düşünüyor sanırım."

Gökdeniz bir şey demeden içeceğinden yudumladı. "Bilemiyorum," dedim. "Kendi kararları. Bu yaşından sonra da ses çıkaracak halim yok ya."

"Kesinlikle," diye onayladı beni Gökdeniz.

Ekin tüm muzırlığıyla arkasına yaslandı. "Şimdi ciddi ciddi benim görümcem olacaksın," dedi. Aklına bir şey gelmiş olacak ki yüzü solmaya başladı. "Elçin..." elinden oyuncağı alınmış gibiydi. "Elçin de görümcem olacak."

Kahkaha attım. Elçin'i bu kadar iyi tanımasından dolayı böyle bir duyguya kapılması komik geliyordu. Bir şey demez veya yapmazdı ama Elçin'di bu. Yapmadığı şeyi yapardı.

"Selam millet!" Bahadır'ın sesini duymamla kafamı tatlıdan kaldırdım. "Ooo Burçin Hanımlar sonunda teşrif edebilmiş."

Sarılmak için bana doğru eğilen Bahadır'a, "Sanki uzun zamandır bilerek yanınıza gelmiyorum," dedim.

"Bu beni alakadar etmiyor."

Ekin, tüm heyecanıyla karşıma oturan Bahadır'ı dürttü. "Kız Gülay teyzeyle Deniz amca evlenecekmiş!" dedi. "Sen gelmişsin burada Burçin'e laf yetiştiriyorsun."

"Ne?" derken Gökdeniz'le bana bakıyordu. İkimiz aynı anda dudağımızı sarkıtırken bu sefer bakışları Ekin'e döndü. "Nasıl ya?"

"Sen nasılını falan boş ver," dedi elini hızlı hızlı sallarken. "Burçin'i geçtim, Elçin benim görümcem olacak. Elçin bir de düşün."

Bahadır sırıttığını görmemesi için eliyle ağzını kapattı. "Gülmesene ya!" mızırdanması bu sefer o hariç hepimizi güldürmüştü.

Ayağa kalkan Gökdeniz'e döndü bakışlarımız. "Siz devam edin ben bir mutfağa bakıp geleyim," yanımızdan ayrılmadan önce Ekin'in saçlarına öpücük kondurup öyle gitti.

Biten tatlımı hafifçe önümden ittikten sonra suya uzandım. Aramızda oluşan sessizlik hayra alamet değildi açıkçası. İllaki konuşacak konu bulur, susmamaya yemin etmişçesine konuşurduk. Şu an ise Ekin mutsuz mutsuz önündeki içeceğini pipetle karıştırırken Bahadır son derece mutlu ve sakin bir halde telefonuyla ilgileniyordu.

"Sanırım birkaç haftaya Gökdeniz'i bizimkilerle tanıştıracağım," dedi Ekin gergin tavrıyla. Parmaklarını tek tek kıtlamaya başlaması 'ben gerginim' der gibi bağırıyordu. "Daha her iki tarafın da haberi yok ama nasıl söyleyeceğim annemlere bilmiyorum."

Cüneyt amcanın kızına oğlundan daha çok hoşgörülü davranıyordu. Sezer gereğinden fazla yılışık ve ergen olduğu için sinirini zıplatıyordu. Ekin ise babasının ve annesinin yanında tam prenses, kardeşinin yanında Sezer'in tabiriyle devleşiyordu.

Bir de Cüneyt amca Ekin'e aşırı düşkündü. Evlilik konusu açıldığında bile 27'sinden önce vermem derdi. Gökdeniz ile tanışınca nasıl tepki vereceğini ben de Ekin de az çok biliyorduk ama konu evliliğe geldiğinde sanırım biraz kıskançlık çıkacaktı meydana.

"Babanı düşünüyorsan annen halleder onu," dedim koluna elimi koyarak. "İşveli kadın, bir yolunu bulur o."

"O işve, bize ters etki yapmasın da," dedi yüzünü buruşturarak. Dediğine kıkırdadım. Ekin'e bu yaştan sonra bir kardeş daha gelecek olma düşüncesi onu çıldırtırdı.

Bahadır'a takılı kaldı gözüm. Hâlâ telefonuyla oynuyordu. Arada bir gülümsemesi daha da büyüyor, parmakları ekranda hızlı hızlı geziniyor ve heyecanla ekrana bakıyordu.

Dirseğimle Ekin'i dürttüm. Bahadır'ı gösterdiğimde kaşları çatıldı. Üçümüzün arkadaş olmasının beşinci senesine girecektik ve Bahadır'ı böyle gördüğümüz anlar çok nadirdi. Gülümsemesini normale indirgeyecek olsam bile bu derece telefona kitlenmiş oluşu ve heyecanlanışı hiç normal değildi.

Bu Bahadır'ın birisine karşı bir şeyler hissettiği anlamına geliyordu ve Bahadır birisine kendini kaptırdı mı yolundan dönmeyen adamdı.

"Bahadır," dedim sesimin normal tonda çıkmasına özen göstererek. İstifini hiç bozmayıp yazışmaya devam etti. "Bahadır," diye bu sefer Ekin seslendiğinde kafasını birkaç saniyeliğine kaldırıp geri indirdi.

Ekin en sonunda Bahadır'ın en çok sinirlendiği kelimeyi telaffuz etti; "Tereyağı! Kime diyoruz oğlum biz!"

Hiçbir tepki, bir mimik dahi oynamadı suratında. Telefonu elinden ışık hızıyla aldım. Anında tüm algıları açıldı. "Verir misin telefonumu?" uzattığı elini yavaşça ittim. "Yarım saattir sana sesleniyoruz burada. Niye duymuyorsun?" bakışları bir elimdeki telefonuna bir bana inip çıkıyordu.

"Önce telefonumu alayım."

Ekin almaması için elini telefonun önüne siper etti. "İlk önce dalgınlığının nedenini söyle öyle," diyen Ekin'e son derece sakin bir tavırla yanıt verdi.

"Rehabilitasyon merkezindekilerle konuşuyordum."

Tek kaşımı kaldırdım. "Gülümseyerek?" kafasını salladı. "Heyecanlanman da o yüzden yani?"

Gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. "Evet Burçin, başka nasıl bir nedeni olabilir ki?" derken oldukça telaşlı, suçlarını örtbas etmeye çalışan küçük çocuklar gibiydi.

Daha fazla üstelemek can sıkmaktan başka bir işe yaramayacağından, telefonunu geri verdim. Ben ne sakladığını öğrenmesem bile Ekin bir yol bulur dibini görene kadar sorgular, öğrenirdi.

Ekin'e kaş göz işareti yaparak susturdum. Biliyordum ki, dur durak bilmeden şimdiden sorguya çekecekti.

Titreyen telefonum ve ardından gelen bildirim sesiyle tüm odağım telefona döndü.

Tolga: Meraklı bakışlarını Bahadır'dan çekip tam arkasına bak.

Saniyeler içinde telefondan kalkan kafamı Bahadır'ın hemen arkasındaki arabaya çevirdim. Yarıya kadar açık camdan güneş gözlüğünü takmış Tolga'yı gördüm. Tekrar titreyen telefonumla gelen mesaja baktım.

Tolga: Seni bekliyorum. Özledim.

Gülümseyerek bakışlarım Tolga'yı bulduğunda gözlüğü burnuna kadar indirip göz kırptı. Parmaklarım ekranın üzerinde gezinmeye başladı.

Burçin: Geliyorum canımm.

Oturduğum yerde hışımla kalkınca ikisinin de kafası döndü. "Tolga geldi. Ben kaçıyorum," diye konuşmama Ekin yaşlı teyzeler gibi ayıplayan sesler çıkardı. "Görüyor musun Bahadır, nasıl da mutlu kocasını gördüğüne," dedi. "Evli olunca başka oluyor tabii."

Eğilip yanağından öptüm. "Söylenme canım söylenme," dedim. "Yakında sen de bu durumda olursan görürüm o zaman."

Bahadır'ın uzattığı yumruğuna vurduktan sonra son kez el sallayıp yanlarında ayrıldım. Karşıda beni bekleyen kocama tabiri caizse uçarak gittim. Arabaya binmemle sarılmam bir oldu. "Canın yesin seni," dedi öpücüklerinin arasında. Geri çekilip emniyet kemerimi bağladım. Parmaklarını yuvasıyla buluşturdu.

Eve gelene kadar kısa bir gün özeti geçtim ona. Dikkatle ve ilgiyle dinlemişti tüm yol. Arada elime kondurduğu öpücükler ve aşkla bakışı mutlu etmişti.

Ona âşık olmak değişik bir his veriyordu bana. Bazılarına göre âşık olmak tam bir delilik olsa da benim için hayattı. Âşık olduğun insan seni hayatta tutuyordu. Âşık olmayı, sevmeyi öğreniyordun. Canının yanacak olma ihtimalini bile düşünmezdin. Aşk; bir tür trans haliydi, uyku hali durumuydu.

Yemekten sonra bahçedeki yerimizi almıştık yine. Bugün eve gelen Artemis de kucağımda sessiz sakin oturuyordu. Tolga elindeki kahveyi kaldırdı. "Şu kahve," dedi fısıltı şeklinde çıkan sesiyle. "Sadece sen varken güzel geliyor bana. Seninle kahve keyfi yapmayı seviyorum," küçük fincandan bir yudum aldı. "İster 30 sene sonra olsun ister 40 sene sonra, seninle bu bahçede aynı yerde sevmediğim halde kahve keyfi yapmaya devam edeceğim."

Baş parmağı çillerimin üzerinde geziniyordu. Yavaş hareketlerle dudağıma indirdiğinde minik öpücük kondurdum. Yavaşça dudaklarımın üzerinde gezdirdi parmağını.

Bence aşk, hayal dünyasında olmak demekti.

"Seni seviyorum."

Uzanıp dudağımdan öptü. "Ben de seni seviyorum can şenliğim. Canımı yoluna feda edecek kadar hem de."

🌸

Bölüm yayınlamayalı 1 ay olmuş. 🌚 Sınav haftası yaklaştığı için bölüm atamadım malsf. Daha bugün bitti sınavlarım da. 🥲

Kişisel: merve.ekiinci

Continue Reading

You'll Also Like

8.9K 1K 24
Kim olursa olsun kapıdan ilk giren kızı istediğim zaman tavlayabilirim! Gururu incinmişti ve kapıdan girmek üzere yaklaşan kızın da gururunu incitmek...
6.4M 279K 61
Her şey abimin düğününde beğendiğim çocuk yerine abimin arkadaşının numarasını almakla başladı. Liya; ANALAR NELER DOĞURUYOR Liya; KAYNANAM ABARTMIŞ...
417K 17.4K 31
Aldatılmak hayal kurmaya engel miydi? Peki ya terk edilmek? Annesinin ölümünü izlemek ne kadar kötü yapabilirdi bir insanı? İkisi de zıt kutup gibi...
1.1M 51.3K 60
(Bu isimle yazılmış ilk kitaptır.) Girdiği depresyon sonucu gittiği bir barda birlikte olduğu adamdan hamile kalan Hira, hayatında bir çocuğa yer ver...