ATEŞPARE (+18)

By cerennmelek

43.9M 2M 6M

Korkmuyordum, ne karanlıktan, ne gürleyen gök gürültüsünden, ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünk... More

ATEŞPARE
1.Bölüm: V
2.Bölüm: KAOS
3.Bölüm: O PİTİ PİTİ
4.Bölüm: KANLI YÜZLER
5.Bölüm: ATEŞ PARÇASI
6.Bölüm: SOĞUK SAVAŞ
7.Bölüm: ŞEKİL DEĞİŞTİREN
8.Bölüm: KAYBEDİŞ
9.Bölüm: ESARET
10.Bölüm: KABULLENİŞ
11.Bölüm: TUTKULAR VE SAVAŞLAR
12.Bölüm: SAHTEKAR CİNAYETLER
13.Bölüm: MELEK YÜZLÜ ŞEYTAN
14.Bölüm: KARANLIK SIRLAR
15.Bölüm: OYUNBAZ UYKULAR
16.Bölüm: KURT MU KUZU MU
17.Bölüm: VEDALAR VE BAŞLANGIÇLAR
18.Bölüm: TANRININ CİLVESİ
19.Bölüm: YANGINDAN TAŞAN ATEŞ PARÇASI
20.Bölüm: KURTLAR SOFRASI
21.Bölüm: HİLEKAR DOKUNUŞLAR
22.Bölüm: KANLI PİYON
23.Bölüm: KANIŞLAR VE KAZANIŞLAR
24.Bölüm: SAHTE SEVGİLİLER
25.Bölüm: ALANGUVALARIN MUCİZELERİ
26.Bölüm: KÜÇÜK KIYAMET
27.Bölüm: ŞEHVETİN TEHDİTKAR CAZİBESİ
28.Bölüm: GEÇMİŞİN ESİNTİSİ
29.Bölüm: KIVILCIM
30.Bölüm: PERDELENEN KUŞKULAR
31.Bölüm: TEHLİKELİ SULAR
32.Bölüm: ATEŞ ÇIKMAZI
33.Bölüm: BÜYÜK PATLAMA
34.Bölüm: AZRAİL'İN PENÇESİ
35.Bölüm: YER ALTI
36.Bölüm: DOLAMBAÇLI HAYATLAR VE ÇARPIK OYUNLAR
37.Bölüm: KANLI MAKAS
38.Bölüm: SAHİPSİZ KİMLİKLER
39.Bölüm: MELEKLER VE ŞEYTANLAR
40.Bölüm: CANAVAR
41.Bölüm: MADALYONUN İKİ YÜZÜ
42.Bölüm: AŞKLAR VE ZAAFLAR
ÖZEL BÖLÜM
43.Bölüm: YALAN SANATI
44.Bölüm: DOMİNO TAŞLARI
45.Bölüm: TUTUKLU ZİHİNLER ZİNDANI
46.Bölüm: ACI KAN
47.BÖLÜM: LANETLİ MASKELER
48.Bölüm: VAHŞETİN ÇAĞRISI
49.Bölüm: AŞKA YENİLİŞ
51.Bölüm: YANGINA DÜŞMÜŞ ATEŞ PARÇASI
52.Bölüm: ÜÇÜNCÜ İHTİMAL
53.Bölüm: İNSAN AVI
54.Bölüm: KOBRA'NIN ZEHRİ
55.Bölüm: ATEŞ HATTI
56.Bölüm: KAPANMAYAN DAVALAR
57.Bölüm: SANAT ESERİ
58.Bölüm: KATİL AVCISI
59.Bölüm: ALEV BEDENLERDEN KÜL RUHLARA
60. Bölüm: KAYBEDİLMİŞ ZAFER
61.Bölüm: RESİM HIRSIZI
62.Bölüm: HEZARPARE
ÖZEL BÖLÜM: ATEŞ ALANGUVA
63.Bölüm: İNTİKAM TİMİ
64.Bölüm: KIRIK YOK OLUŞLAR
65.Bölüm: İKİNCİ PERDE
66.Bölüm: CANAVARIN ÖTESİNDE
67.Bölüm: KÖTÜLÜĞÜN TOHUMU
68.Bölüm: GÜÇLÜ ADIMLAR VE KURNAZ SAVAŞLAR
69.Bölüm: GÜNAHKARLARIN SON GÜNAHLARI
ALINTI VE DUYURU
70.Bölüm: PANZEHİR
71.Bölüm: İSYAN
72.Bölüm: EN GÜZEL ZARAR
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT
ÖZEL BÖLÜM: AYLİN
73.Bölüm: EFSANELER UNUTULMAZ
74.Bölüm: CANAVARI ANLAMAK VE ADALETİ ARAMAK
75.Bölüm: EN ZOR SAVAŞ
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT
76.Bölüm: YIKIM VE KIYIM

50.Bölüm: GEÇMİŞİN KANLI SAHNELERİ

502K 23.3K 65.1K
By cerennmelek

Bol bol yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayın ateş parçalarım. 🔥

Lifless - Stolen Babies

Dance For Me Wallis - Abel Korzeniowski

Sail On Soothsayer - Buckethead


50.Bölüm: GEÇMİŞİN KANLI SAHNELERİ

Hayatımda çok fazla duyguyu hissetmiştim. Ölümü, acıyı, özlemi, nefreti, kini, kibri, sevgiyi ama bir duyguyu hiç hissetmemiştim. Hatta hissetmek bir yana dursun o duygudan kaçmak için elimden geleni de yapmıştım. Ancak aniden hayatımın merkezine giren Ateş Alanguva, benim bir duyguyla daha tanışmamı sağlamıştı. Gerçekliğine inanmadığım, dalga geçtiğim ve kabullenene kadar da ikimizi mahvettiğim bir duyguyu; aşkı.

Aşk böyle bir şeydi, mahvolmaktı.

Benim için birisine güvenmek, ona bağlanmak ve onunla yaşamak istemek hissi sadece mahvolmuşluk hissini verirdi. Ama öyle bir şeydi ki, mahvolmayı da göze alabiliyordun. Bunu kabullenmek benim için hayatımdaki en zor şeyi kabullenmek gibiydi. Aşkı kabullenmek V'nin varlığını kabullenmek gibiydi. İkisini de kabullenene kadar kendimden çok vermiş, çok acı çekmiştim ancak ikisinden de kaçamamıştım.

Sıcak ve büyük elleri tenimde, sarıları gözlerimdeydi. Ve ben onun gözlerinde mutluluğu hiç bu kadar net görmemiştim.

Ben bir seri katil olduğumu söyleyerek hislerimden hep kaçmıştım. Ateş'se bir mafya lideri bile olsa, karanlık yanlarını bana karşı gömmüş ve bana beni afallatacak kadar çok sevgi vermişti. Pes etmemişti, beni öyle sevmişti ki sevgisi beni büyülemişti. Şimdi de bu büyünün etkisiyle, daha çok büyülenmeyi bekliyordum.

Dışarıdan onun gibi sert gözüken bir adamın, bana karşı bu kadar sevgi dolu olması hiç gerçekçi gelmemişti ama o gerçekti işte. Ateş Alanguva zeki ve ne istediğini bilen bir adamdı, beni en başından beri istiyordu ve buna göre davranıyordu. Eğer bana yakınlaşırken karanlık tarafını içine gömmeseydi, o karanlık tarafı benim karanlığımla çakışırdı ve biz asla birbirimize ulaşamazdık.

'Evlen benimle.' derken bunu öyle bir istekle söylemişti ki her şeyi sorgulamama neden olmuştu.

Konuşmak için dudaklarımı aralamıştım ki baş parmağını iki dudağıma bastırarak susturdu beni. "Zaten bunu söylemen bile yeterince şaşırtıcıyken, bir cevap vermeni beklemiyorum. Sadece bil, hayatımın devamında yanımda olmanı istediğim tek insan olduğunu bil."

Ateş Alanguva'nın, hayatının devamında yanında olmasını istediği tek insandım.

"Seni sevmeyi hiç istemedim, elimde olsa sevmezdim de ama elimde değilmiş anlaşılan." dediğimde kaşları havalanmıştı.

"Benden daha iyisini mi bulacaktın?" Ondan daha iyisi olduğunu sanmıyordum.

Güldüğümde dudaklarıma bir öpücük bıraktı. Onunlayken yaşıyormuş gibi hissediyordum ama ben yaşamayı çok önceden bırakmıştım. Geçmişimin kanlı sahnelerine gömmüştüm.

Elimi tuttu, bir içki şişesi alıp tüm mekanı izleyen deri koltuğa oturmuş ve beni de kucağına çekmişti. Elindeki şişeyi alıp kafama diktiğimde belime sarılı eli yavaş yavaş açıktaki karnımı okşuyordu.

Ona uzattığımda aldı, gözlerime bakarak dudaklarına götürdü içki şişesini ve kana kana içti. İçiyordu ama onu sarhoş edecek şey içki değildi. Dudaklarından ayırıp, hemen sağ kolunun yanına duran cam masaya bıraktı.

"Demek ünlü seri katilimiz, duygusuz robotumuz aşık oldu öyle mi?" derken fazlasıyla eğleniyordu.

"Ateş, söylediğime pişman etme amına koyayım. Şımarma! Hem bizim hayatımızda bir tane robot var, o da abin." Güldü, gülerken kafası arkaya doğru düştü gözleri kısıldı ve gamzesi belirginleşti.

"Benden uzak kalınca kıymetimi anlayacağını biliyordum." dedi şımarmaya devam ederken. Ağzımı oynatarak taklidimi yaptığımda çenemi tuttu, kendine çekti ve hemen ardından da ısırdı.

"Ben sana boşuna K9 demiyorum ki."

"Başka yerlerini de ısırırsam istediğini diyebilirsin." dedi kısılan sesiyle. Yükselmesi beni fazlasıyla keyiflendirirken alt dudağımı ısırdım.

"İstediğin her yeri," dedim ben de sesimi kısarken. Ensemden tutarak beni göğsüne çekti, bana sıkıca sarıldı. Başım, boynuna yaslanırken siyah gömleğinin kumaşına makyajımın bulaştığına emindim.

Gözlerim kendiliğinden kapanırken, nefes sesini dinledim. Göğsü belli bir ritimde şişip iniyor, eli yavaşça saçlarımı okşuyordu. "Vahşi kızım benim."

Benim saçlarıma babam dokunmuştu, vurmak için. Benim saçlarıma kaptan dokunmuştu, eğitmek için. Benim saçlarıma erkekler dokunmuştu, sevişmek için ama kimse sevmek için dokunmamıştı. Buna hiç de ihtiyacım olmamıştı, merhameti hiç aramamışım ama şimdi anlıyordum hiç tatmadığın bir duygunun eksikliğini hissedemezdin.

Bir tek ablam sevmişti, o da o elleriyle kendi sonunu yazmıştı.

"O kadar kırık, o kadar yalnızsın ki. Güçlü görüntünün ardında o kadar acılısın ki, o acıların hepsini saracağım." Sürekli aynı şeyi söylüyordu, benim bile göremediğim yaralarımı görüyordu.

"Bana bir şeyler için söz verme." dediğimde derin bir nefes aldı. Saçlarımı okşamaya devam etti.

"Vereceğim ve hepsini tutacağım. Ailen olacağım."

Kolları arasında o kadar rahattım ki, günler sonra onun teninde saatlerce uyumak istiyordum. Kokusu şimdiden mayıştırmıştı beni. Yumuşak dudakları alnıma dokundu, orda uzunca kaldı.

"Evimize gidelim mi?" diye sordu, uykumun geldiğini fark ettiğinde.

"Aşağıda bizimkilerle biraz duralım, sonra gideriz."

"Nasıl istersen." dedi ama ikimiz de kalkmak için hareketlenemedik. Göğsündeki elim, gömleğinin üstünden tenini yavaş yavaş okşuyordu.

Hep benim sevgiye ihtiyacım olduğunu söylüyordu ama onu sevdiğimi söylediğim ilk andan beri ayakları yere basmıyordu. O benim aksine bir aileyle büyümüş, sevginin nasıl bir şey olduğunu küçük yaşta hissetmişti. Ancak bir gün gelmişti, ailesini tek tek kaybetmişti. Ona en ağır gelen şey de annesini kaybetmekti. Nasıl öldüğünü bilmiyordum ama Ateş bu konuyu hiç açmıyor, hatta konuşmanın o yöne kaymasına da izin vermiyordu.

"Bana evlenme teklifi ettiğini duyunca Pusat kafayı yiyecek." dediğimde Ateş, odada o güzel sesini yankılatacak kadar yüksek şekilde güldü.

"Aklın fikrin Pusat'ı çıldırtmakta."

"Çok güzel çıldırıyor, kıskanç Shrek." Eğilip yanağıma uzun bir öpücük bıraktı.

"Neler yaptın ben yokken?"

"Bol bol cinayet işledim, aşırı güzel işkenceler uyguladım. Sen ne yaptın?"

"İşlerle uğraştım, Cebonayan'la önemli bir toplantı düzenledim. Hem normal üyelerle, hem de üst üyelerle. İşler istediğim gibi gitti, herkesin sesi kesildi ama üst üyeler açığımı yakalamak için an kolluyorlar. Senin için kurşunların önüne atlamam tehlikeli görülmüş, dedeme bir kez daha benzetildim. Dedem gibi onların sonunu getirmemden korkuyorlar. Korksunlar da, daha yeni başlıyorum."

"Ne yaptın Ateş?" dedim göğsünden doğrularak.

"Gücümü hissettirdim, herkese rest çektim. Kurulun varlığını yok saymamdan korkuyorlar."

"Seni durdurmak, liderliğini almak isteyecekler. Tam olarak neler karıştırdın?"

"Üst üyelerin bir kısmını tehdit ettim. Durum öyle bir hal aldı ki herkes tehditlerim yüzünden boyun eğiyor." Gerçekten de dedesinin yolunu izliyordu.

"Dikkatli hareket etmelisin. Ya senin de sonun dedeninki,"

"Hayır! Dedemin sonunu aşk getirdi."

"Gücü yüzünden aşkını kaybetti." dediğimde iki eliyle yüzümü kavradı.

"Ölümden bahsetmek yok, kimse seni alamaz benden." derken buna hem beni hem de kendini ikna ediyordu. "Sana yakınlaşan olursa bile, onları mahvederim."

"Şu an herkese rest çekerek nefret topluyorsun ve bana zarar vermeyi isteyen insan sayısını da arttırıyorsun. Tabi korktuğum için söylemiyorum bunu, ben hiçbir şeyden korkmam."

"Seni tehlikeye atacak bir şey yapmam Aşkın." dedi sesi daha da sertleşirken.

"Sen yapmazsın ama ben yaparım. Ben bir seri katilim Ateş, insanları öldürmekten zevk alan kusurlu bir zihinim. Öyle çok kötülüğe karıştım ki, artık kötülüğün bir parçası haline geldim. Peşimde dünyanın en güçlü isimleri var, beni öldürmek ve hatta türlü işkenceler etmek isteyen insan sayısı azımsanmayacak kadar çok. Üstelik bir gün her şey ortaya da çıkabilir."

"Kimse sana zarar vermeyecek, adın ortaya çıkmayacak. Bunu düşünmeyeceksin bile! Gerekirse,"

"Gerekirse katilliği bırakır mıyım? Bu benim hayatım Ateş, ben başka bir şey bilmiyorum. V olduğum gün girdim savaşa ve son nefesime kadar da bitmeyecek bu savaş. Yani karşıma geçip evlen benimle diyorsun da bence benim kim olduğumu unutuyorsun."

"Kim olduğunu hiç unutmadım, evet memnun değilim ama sana hep dedim; ben V'yi de kabulleniyorum. Sen zeki ve tehlikelisin, bu sayede de yıllardır yakalanmıyorsun. Böyle olmaya da devam edeceksin ama bir gün olur da işler ters giderse, isterse tüm dünya karşımda olsun seni yine de çeker alırım yanıma." Alnını alnıma yasladı, derin nefes alan taraf ben oldum bu sefer.

"Tüm dünyayı karşına alacaksın öyle mi?"

"Öyle." dedi fazla ciddi şekilde.

Eğer benimle gerçekten evlenmek istiyorsa, tüm sonuçları kabulleniyorsa bir gün gerçekten Ateş ve Ateşpare tüm dünyayı karşılarına almak zorunda kalacaklardı.

"Hadi aşağı inelim." dedim, kucağından kalkarken. O da benimle birlikte kalktı, bakışları elbisemde gezindi uzun uzun.

"Çıplak gelseydin Aşkın." Ateş asla yanındaki kadının kıyafetlerine laf edecek kadar sığ bir adam değildi ama bugün gerçekten çıplaklığa çok yakındım.

"Olur, bir dahakine öyle gelirim."

"Bana gıcıklık olsun diye bu elbiseyi giyindiğinde o kadar eminim ki, seni magazinde görecek ve kuduracaktım değil mi? O Kaya piçinin de sana nasıl baktığını gördüm, indiğimde dua etsin de gitmiş olsun."

"Ben gelmiş sana aşk itirafı yapmışım sen hala Kaya diyorsun." Eli belime gitti, birlikte asansöre yürürken yüzünde tatlı bir sırıtış oluştu.

"Doğru, aşk itirafı yapmıştın bana değil mi?" Asansöre bindiğimizde, buraya birlikte ilk çıkışımız aklıma gelmişti yine. O gün öldüreceğim adamı tanımak için binmiştim bu asansöre. Ateş'in bakışları asansörün kapısına dalarken onun da bu anı hatırladığına emindim.

"Kadere bak kadere, kimler kimlerle!" dediğimde güldü yine.

"Dalga geçmeden duramıyorsun iki dakika." Belimdeki eli sıkılaştı, eğilip yanağıma uzun ve sert bir öpücük bıraktı.

Bu sırada asansörün kapıları açılmıştı. Birlikte koridordan geçip, mekana giriş yaptık. Locaya yakınlaşırken, herkes bizi fark etmişti. Hatta yan locadaki, Didem ve Yade'nin içinde olduğu gıcıklar grubu da.

Bizimkilerin yanına ulaştık. "Aa Ateş ne zaman geldin?" dedi ablam sevinçle.

"Yeni geldim." dedi Ateş benimle birlikte otururken. Bahar da bizi görmediği için, Pusat onun kulağına eğilerek açıklama yapıyordu.

"Nasılsınız?" diye sordu Ateş, herkese.

"Sen gelince iyi olduk, Aşkın sen yokken iyice huysuzlaşıyor." dedi ablam güler yüzle. Ateş bıyık altından sırıtıp bakışlarını bana çevirdi. Elini boynuma attı ve beni biraz daha kendisine çekti.

"Alırım ben onun huysuzluğunu." dedi Ateş de masum şekilde ama cümlesi aklıma sadece sevişmeyi getirdi. Bu kadar libidosu yüksek bir insan olmayı ben seçmemiştim.

"Bayadır yoksun, ortalık sakindi." dedi Deniz de yine hırslı polis genleriyle sohbete dahil olurken.

"Öyle, sakinlik buraya kadarmış." dedi Ateş de göz kırparak, fazla seksi bir şekilde.

"Harbiden, şirket bile baya düz ilerliyordu son gördüğümde." dedi Arhan da. Ancak Arhan'ın konuşmasıyla Ateş'in dikkatini çeken tek şey kardeşiyle fazla yakın oturması oldu.

Bakışlarını Ferda'ya çevirdiğinde Ferda ona bakmıyordu. Büyük ihtimalle o da abisinin geldiğini biliyordu.

İçimden bir ses bu sakinliğin ve sessizliğin Ateş'in yaptığı şeylerden kaynakladığını söylüyordu. Ve biliyordum ki en büyük sessizlik fırtınadan önceki sessizlikti. Bir şeyler planladığım zaman kabuğuma çekinir, tüm zihnimi düşünmeye odaklanırdım. Ve Ateş de benim gibi her an plan yapan bir adamdı. 

Tarık ortalarda görünmüyordu, etrafta gezindi bakışlarım. Dört tane kızın yanında, deli gibi dans ediyordu, kızlar da oldukça eğleniyormuş gibi görünüyorlardı. Ferda özellikle ona bakmamaya devam ediyordu.

Ateş'in omzumdaki eli yavaş yavaş tenimi okşarken dikkatim yine ona döndü. Ancak gözleri bir yere takıldığında kolumu tutuşu sertleşmişti. Hemen yan locada oturan Kaya'yla kesişiyorlardı. Kaşlarım çatıldı, bu kadar seksi bir tansiyonla birbirilerine bakmaları hiç de hoş değildi. Ateş'in çenesini tutarak kafasını kendime çevirdim.

"O seksi bakışları benden başka kimseye atamazsın sen." dediğimde bakışları yumuşadı.

"Kıskandın mı?" dediğinde cevap vermedim, çatık kaşlarımla bakmaya devam ettim. Ateş güldü, hatta o kadar güldü ki kafası arkaya doğru düştü. "Ben seni kıskandırmak için o kadar çabaladım, eskilerimi tek tek anlattım sense bir kez kıskanmadın. Şimdi bu itten mi kıskandın beni?" Omuz silktim şımarık şekilde. Çenemi havaya doğru kaldırıp ona alttan bir bakış attım.

"Bana bak, yerim şimdi senin o ağızını yüzünü." dediğinde gülen ben oldum.

"Lütfen!"

"E Ateş hallettin mi işlerini?" Aramızdaki cilveleşmeyi bölen kişi tabi ki de Pusat'tan başkası değildi.

"Hallettim Pusat." dedi Ateş, bendeki ilgisini Pusat'a çevirerek. "Güvenliği kontrol ettin mi sen?" Pusat kafasını olumluca salladığında Ateş yine ilgisini bana çevirdi.

"Seni izlerken çok sıkıldığını hissettim, artık sıkılmıyorsun sanırım?" dedi, göz kırpmadan hemen önce.

"Sıkılmıyorum, seksi puştum geldi nasıl sıkılabilirim mi?"

"Aşkın! Bana böyle seslenmeye devam mı edeceksin?"

"Evet, sen her zaman benim seksi puştum olacaksın." Sen iflah olmazsın der gibi kafasını iki yana salladı.

Kadehimi yenileyecektim ki şişede az kaldığını fark ettim. Zaten çok da sevmemiştim. "Bu içkiler sarmıyor beni, daha keskin bir şeyler istiyorum."

"Bir gün sarhoş olmanı o kadar çok istiyorum ki." dedi bana ters ters bakarken. Locanın hemen yanında duran Selim'den ağır bir şeyler istediğimi söyleyerek arkama yaslandım.

"Neden adama bu kadar sert davranıyorsun?" dedi Ateş.

"Çok gıcık bir yönetici, çalışanlara zulüm ediyor resmen. Ayrıca ben burada çalışırken bana pek de sevecen bakmıyordu." Son cümlemle kaşları derince çatıldı.

"Bunları bana neden daha önce söylemedin?"

"Senin çalışanın sonuçta, eğer muhbir değilse beni çok da ilgilendirmez diye düşündüm."

"Senin benim yok Aşkın, konu neyle ilgili olursa olsun eğer seni azıcık bile rahatsız eden biri ya da bir durum varsa bunu bana söyleyeceksin."

"Emrin olur," dedim göz devirerek. Bu sırada bana özel açılan şişe gelmişti. Selim yanında bir garson kızla gelirken, özellikle kendi açtı şişeyi.

"Mahzenden mi çıkardınız?" diye sordu Ateş, Selim'e bakarken.

"Evet efendim, en sevdiğiniz özel şişelerden birini getirdim. Ayrıca çok da ağırdır."

"Ben de bir kadeh alayım." dedi Ateş, Selim bir an tedirgin oldu. Ateş dikkatle onu izliyordu.

"T-tabi efendim ama size başka sevdiğiniz şişelerden birini açabiliriz."

"Gerek yok! Dediğimi yap." Aramızdaki konuşmayı diğerleri duymuyordu yüksek müzik sesi yüzünden. Selim titreyen elleriyle, Ateş'e de bir kadeh doldurdu.

Ateş önüne koyulan kadehe baktı ve Selim'e kafasıyla gitmesini işaret etti. Ardından yine bana yakınlaştı. "İçiyormuş gibi davran ama ağzına değmesin!" dediğini yaptım, kadehi dudaklarım arasına götürdüm içiyormuş gibi yaptım ve yutkundum. Ardından kadehi geri masaya bıraktım. Pusat'ın da bakışları üstümüzdeydi, bir tuhaflık olduğunu fark etmişti.

"Neler oluyor?"

"Bilmiyorum ama dikkatli olmamız gerek, kimin bizi izlediğini fark etmemiz lazım."

"Buranın sahibisin, çok göz bizi izliyor. Ayrıca şişenin içinde bir şey olduğunu nasıl anladın?"

"Bunları sonra konuşuruz, normal davran." Pusat'la Ateş'in arasında bir bakışma geçti. "Hadi gel, dans edelim."

"Ne dansı Ateş? Biri bizi izliyor diyorsun, ya bu masaya gelip birine zarar verirlerse?"

"Seni masadan uzaklaştırmaya çalışıyorum çünkü asıl hedef sensin, merak etme kimse bu masadakilere zarar veremez. Pusat burada, sen de hemen yanımda olacaksın." derken, sadece bana anlatmıyor, bana zarar gelmeyeceğine kendini de ikna etmeye çalışıyordu.

Ayağa kalktığında beni de elimden tutarak kaldırdı. İkimizin dans şarkısı Speak Softly Love çalmaya başladığında buna şaşırabilirdim tabi Ateş'in açtırdığını bilmeseydim. Şarkının hareketli bir versiyonu çalıyordu.

Ateş insanların arasına karışırken beni de kendisine çekmişti, eli belime giderken ben de elimi omzuna koydum. Bakışları dikkatle etrafta geziniyordu.

"Etrafa çok bakma Aşkın." dedi kulağıma doğru, sesini yükselterek.

"Sen bakıyorsun ama,"

"Ben bakarım, sen bakma."

"Ateş, burada birinin beni öldürmeye çalıştığını söylüyorsun ve biz dans ediyoruz!"

"Öyle bebeğim, her dansımızda kazanacağız."

"Dans bir yarış değildir."

"Eğer Ateş ve Ateşpare dans ediyorsa, dans bir yarıştır." derken hareketleri hızlanmıştı, beni kendisinden uzaklaştırırken ben de ona aynı şekilde ayak uyduruyordum.

Kendin emin oluşu ve zekası onu neden hep başka gördüğümü daha iyi hatırlatıyordu bana.

Beni sertçe kendisine çektiğinde göğsüm göğsüne çarptı, eli yine belimi buldu. Diğer eli de bacağıma giderken vücudumu arkaya doğru yatırdı. Bir eli de bacağımı okşuyordu. Şarkı hareketlendiğinde birbirimizden uzaklaştık. Şarkı yavaşça özünden uzaklaşarak tekno bir hale gelmişti.

Sırtımı göğsüne yaslayarak, çaktırmadan etrafı inceledim. Kalçamı ritimle hareket ettirirken, Ateş'in eli de çıplak karnıma sarılmıştı.

"Onu bulamıyorum." dedi, kulağıma doğru yüksek seste. "Bu her kimse, bu işi iyi biliyor."

Dikkatliydik ikimiz de ama bizi izleyen bir çift gözü yakalayamamıştık. İçkiyi içtiğimi düşündürtmüş ve bunun ardından da kalkarak beni öldürmeye çalışan kişinin beni inceleyeceğine emin olarak mekanın tam ortasında dans etmiştik ama sonuç hüsrandı. Bunu yapan kişi arkasına dönüp bakmayacak kadar kurnaz, onu fark etmemizi sağlayacak kadar da zekiydi.

"Ateş, bunu kimin yaptığını biliyorum sanırım." derken hala dans ediyorduk. Kollarım boynundan aşağı doğru inerken bir eliyle bileklerimi tutmuş ve beni yine kendisine çevirmişti.

"Şu peşindeki seri katil mi?" dedi kulağıma doğru.

"Evet, o."

"Gidelim şu lanet yerden, yoksa birileri elimde kalacak." dedi sert sesiyle. Dans etmeyi kestik ve masaya döndük.

"Bu ne böyle renkli, güzel bir şeye benziyor." diyordu Tarık, Ateş'in hiç içmediği kadehe uzanarak. Ancak ben buna müsaade etmeden elindeki bardağı alıp yere fırlattım. Bacaklarımıza somon renkteki şarap sıçrarken Tarık hayretle bana bakıyordu. Sadece Tarık değil, masadaki herkes.

"Sevgilimin dudağının değdiği şeyi içebileceğini mi sanıyorsun?" dedim bağırarak. "Hem sen az önce dört kızla dans etmiyor muydun? Niye geldin?"

"Aa manyağa bak!" dedi Tarık. Ablam bunu gerçekten kıskançlık sanıp gülerken Baybora bir terslik olduğunu fark etmişti. Deniz de söylediklerimden sonra gülüp geçmişti.

İçkiyi dökerek, her şeyin farkında olduğumuzu açığa vermiştim. Tarık yine sıçmıştı işin içine farkına varmadan. Elimde kalacaktı bir gün. Aslında içmesine izin verecektim de işte...

"Burası çok gürültülü, eve geçip orada devam edelim mi eğlenceye?" dedi Ateş de herkesi buradan hızla çıkarmak isteyerek.

"Çok iyi olur, başım ağrıdı benim de." dedi Baybora hemen.

"Evet ya sarmıyor buralar artık." dedi Pusat da ve diğerleri de itiraz etmeyince kısa süre içinde kalktılar. Ateş'in korumaları her taraftayken ön kapıdan çıkarıldılar. Bilerek ön kapıyı seçmişti Ateş, magazinciler ve kameralar doluydu her tarafta.

"Pusat sen de bizimkilerle önden git." dedi Ateş ancak Pusat kafasını iki yana salladı.

"Yusuf geçsin, ben sizin yanınızda başka bir araçta olacağım." dediğinde Ateş bunu sessiz kalarak kabul etti. Eli elime kenetlenmişti, tüm flaşlar üstümüzdeydi.

"Nasılsınız Ateş Bey? Uzun süredir ortalıklarda görünmüyorsunuz?" Biz magazincilerle konuşurken, bizimkilerin hepsi araçlara bindirilmiş ve onlara hissettirmeden üst düzey bir koruma çemberine alınmışlardı.

"Çok yakışıyorsunuz. Yakın zamanda evlilik düşünüyor musunuz?" demişti başka bir gazeteci de. Gazetecilerin burada olma sebebi de Ateş'in buna izin vermesiydi zaten.

"Teşekkürler, zamanı geldiğinde neden olmasın." dedi Ateş samimi şekilde. "İyi geceler."

Uzaklaşacağımız sırada başka bir adam konuştu. "Aşkın Hanım, hamile olmadığınızı kanıtlamak için mi böyle bir elbise tercih ettiniz?" Aynen amına koyayım! Benim cevap vermeme kalmadan, Ateş öyle bir bakış attı ki gazetecilere hepsi sustular.

Ateş'le magazincilerin yanından uzaklaşırken, önümüze Ateş'in zırhlı araçlarından biri gelmişti. O sürücü koltuğuna geçerken ben de yanına geçmiştim.

Peşimizde Ateş'in korumalarının olduğu bir konvoy vardı. Bir süre ilerleyip, ara sokaklardan uzaklaştık. "Bu hoşuma gitmedi, kaçmış gibi göründüm!" dedim, söylenerek.

"Görün Aşkın, egon mu zedelenecek?" dedi Ateş ters şekilde.

"Evet! Ben kimseden kaçmam, savaşırım. Keşke yolumuzu kesseler de belalarını si," Konuşmamın devamı gelmedi çünkü paralı otoyola geçtiğimiz an silah sesleri duyulmaya başladı.

"Keşke başka bir şey dileseydin." dedi Ateş söylenerek, hızını arttırırken. Hemen yanımızda Pusat'ın arabası vardı, arkamız ve önümüz koruma atındaydı ama karşı taraf güçlü olacak ki araç sayılarımız yavaş yavaş azalıyordu. Bizi tek bırakmaya çalışıyordu.

Araç karanlıkta son hızla ilerlerken bağırdım. "Yere dikenli tel kurmuşlar!" dememle Ateş ani şekilde drift çekti, aracın gidebileceği bir yer olmadığı için ters yön son hız sürmeye başladı. Ateş'in korumalarının olduğu araçlar dikenli teli fark edemedi ve kısa süre içinde etkisiz hale geldiler. En son Pusat'ın da ön tekerleri tele soktuğunu görmüştüm. Eğer Ateş bu kadar ani bir drift yapmasaydı biz de takılırdık ama bu tekerlere bir şey olmazdı. Tabi tellerde patlayıcı yoksa.

"Hemen Pusat'a ulaş, zırhlı araçları sadece dikenli telle durdurmaya çalışmazlar. Kesin patlayıcı vardır."

"Ellerim dolu maalesef Aşkın!" Ateş şu an ters yön sürüyordu son hızla ve gelen arabalara çarpamamak için büyük bir çaba gösteriyordu. Ben çıkardım telefonumu Pusat'ı aradım ama açmadı.

Önden gelen araçlar o kadar çoğaldı ki, bir de bu araçlar bize ateş açmaya başlayınca daha fazla dayanamadım. Önümüzü kesmişlerdi, bizi kıstıracaklardı, arabanın kaçacak alanı kalmamıştı.

"Kemerini tak Aşkın!" dedi Ateş, işlerin kızışacağını anladığında.

"Sen tak güzelim." dedim ve arka tarafa geçtim.

"Ne yapıyorsun sen?" diye bağırdı Ateş. Bagaj kısmındaki kapağı kaldırdım. Büyük bir tüfek vardı, burada olduğunu biliyordum çünkü daha önceden çok beğenmiş ve gözüme kestirmiştim bu aracı.

"Bagaj kapısını aç!"

"Aşkın saçmalama!"

"Seçeneğin yok, arkadan da geliyorlar!"

"Olmaz, ikimizi de öldürteceksin." dedi. İkimiz de bağırıyorduk.

"Fena mı? Birlikte ölmüş oluruz işte." Tüfeği kolumun altına sıkıştırdım, mermileri hazırladım. "Ama beni öyle kolay kolay öldüremezler. Kendin diyordun savaştayız diye, bu savaş sadece mecazi mi olacak sanmıştın? Yeni başlıyoruz, güçlü olan kazanacak sadece."

Ateş istemeyerek de olsa bagaj kapağını açtı. Kapağın açılmasıyla mermi yağmuruna tutulduk. Ateş sürekli sağ sol hareket ediyordu vurulmamam için ve bu beni de engelliyordu.

Hiç durmadan, arka tarafımızdan gelen araçlara ateş etmeye başladım. Arkalarından Pusat'ın aracı da geliyordu. O da hem aracı kullanıyor hem de çıkardığı koluyla ateş ediyordu.

"Kumama bak be!" dediğimde Ateş sessizdi. Belki de silah seslerinden sesimi duyamamıştı.

Bana ateş etmeye devam ettiler, ben de şimdiden dört aracı mermi yağmuruna tutup oyun dışı bırakmıştım bile. Ancak yerine yenileri geliyordu. "Hadi annenize gelin!" derken diğer koluma da başka bir silah almıştım.

Tam kendimi iyice kaptırmıştım ki Ateş bagajı kapattı, zaten yeterince araç indirdiğim için ön tarafa geçtim. "Sunroofu aç! Öndekileri de indireceğim."

"Yeter!" Çatışan bendim ama korkudan derin derin nefes alan oydu.

"Yetmez! Aç şu camı."

"Hayır! Gel sen geç, bu sefer ben ateş edeceğim."

"Sen son hız sürerken mi? Nasıl?"

"Kucağıma gel." dediğinde sırıttım.

"Şimdi mi? Sırası mı ki? Bence de çok seksi olur ama,"

"Aşkın! Germe beni." En ön tarafa geçerek bacağımı ona doğru uzattım ve tek bir hamlede kucağına oturdum.

Topuklu ayakkabım gaz pedalının üstündeki ayağının üstüne gitti. Direksiyonu kavradım.  Ateş dağılmış saçlarımdaki kokuyu derince soludu, yanağıma sert ve uzun bir öpücük bıraktı.

"Yara almadın değil mi?"

"Turp gibiyim, test edelim mi?" dediğimde gülüşünü saçlarım arasına çarpan nefesinde hissettim.

Ateş yavaşça kalkarken, kalçamı ona doğru kaldırdım ve bilerek hareket ettirdim. "Aşkın!" dedi çıldırmanın eşiğinden. O tam kalktığında birazcık daha sürtündüm ve onun yerine oturdum. Ateş arka tarafa geçerken, iki tane silah almıştı elinde.

Sunroofu açtım ve Ateş kafasını dışarı çıkardı. Bunu yapmasına gerek yoktu, kafasından bir kurşun yeseydi bunun asla dönüşü olmazdı. Kalbimdeki çarpıntı nefesimi darlarken bir süre orada ateş etmesine izin verdim.

Önümüzdeki araçları indiriyordu, iki elinde iki silahla çok da seksi olduğuna emindim ama şu an bunu bile düşünemiyordum. Sunroofu kapatmaya başladığımda Ateş içeri girmek zorunda kaldı. Rüzgardan saçları dağılmış ve havalanmıştı.

"Neden kapatıyorsun?"

"Müjdehar yapacaktım seni ama hemen kaçtın." dedim çapkın bir tavırla.

"Aç şunu geri!"

"Gerek yok, önümüz açıldı hemen ana yola geçeceğim. Polis doluşmuştur bile ama büyük ihtimalle yakalanmayacaklar."

"Neden?"

"Çünkü tahmin ettiğim kişiyse, bizim kadar kurnaz biri."

"Yerimi geri ver." dedi.

"Kucağıma gel." dediğimde kaşları çatıldı ve hızlı bir hareketle yerine geri geçerken beni de kucağına almıştı.  

Tam bu sırada arabaya tekrar ateş açıldı ancak bu kısa sürdü. Arabasını son hız, ters süren Pusat yanımıza yaklaşanları indirmişti. Ayrıca ön tekerlekleri hasar gördüğü için düzgün gidemiyordu.

"Alalım şunu da, şimdi başına bir şey gelecek." dediğimde Ateş arabayı Pusat'a yakınlaştırdı. Hızlarımız yavaşlarken, arka koltuğun otomatik kapısını açtı Ateş, Pusat kendi arabasından hızla inerek nefes nefese arkaya geçti.

Beni Ateş'in kucağında gördüğünde gözleri irileşti. "Bari çatışma ortasında yapmayın amına koyayım!"

"İyi misin?" dedim kafamı çevirip onu süzerken. Hala Ateş'in kucağına oturuyordum, koltuktan daha rahat olduğu kesindi.

"İyiyim siz nasılsınız? Bir ara baktım yok bagaj açmalar yok kafa çıkarmalar. Manyak mısınız lan siz?"

"Polis ulaşmış mı?" dedi Ateş hızla arabayı sürerken.

"Evet, bizimkiler kalanları temizledi zaten."

"Bir sürü kişi öldü, sıkıntı çıkmayacak mı?"

"Bize saldıran onlardı, biz kendimizi koruduk. Kamera kayıtlarında nasıl başladığı vardır." dedi Ateş de rahat şekilde. Güçlü mafya bağlantıları bu kadar rahat olmasını sağlıyordu, kaşlarım çatılırken kucağından kalktım ve yan koltuğa geçtim. Ateş bundan pek memnun kalmamış olacak ki yandan bir bakış attı bana.

"Kimdi bunlar acaba?" dedi Pusat dışarıyı izlerken.

"Şu Meksikalı mafyanın gönderdikleri ancak şu an bunu yöneten kişi şu orak olan."

"Orak ne alaka be?" dedi Pusat, sesi incelirken.

"Azrail'in kılıcı diyorlarmış ya, Azrail'in kılıcı ne Pusat?"

"Orak." dedi düşünceli şekilde.

"Yani katilimiz o kadar da havalı değil. İspanyolca kulağa havalı geldiğinde bakmayın."

"Sen kıskanıyorsun he bu katili." dedi Pusat keyifle.

"O kim ki onu kıskanacağım? O oraksa ben onu kullanan Azrail'im." dediğimde Ateş yandan bir bakış atmıştı. "Ne? Yalan mı?" dediğimde kafasını iki yana salladı sadece.

"Çarpılacağız bir gün şunun yüzünden, demedi deme." dedi Pusat, Ateş'in koluna vurarak.

"Sendeki özgüvenin çeyreği bende olsa dünyayı yönetiyordum şerefsizim."

"Öylesin zaten." dediğimde gözleri kısıldı.

"Selim'i de getirsinler, onun icabına kendim bakacağım."

"Yılların çalışanı, onu da almışlar."

"Almak değil de bir şeylere göz yumdurmuşlar. Mekânda güvenlik üst düzeydi, hem yılbaşı gecesi olduğu için hem de ailem olduğu için, içeri girenler sayılı kişilerdi. Bunu yapan kişi bir çalışan kılığında girdi ve masaya gelecek şişeyi değiştirdi. Selim olayı anladı ama tam çözemedi, ancak bu ihanet ettiği gerçeğini değiştirmiyor. Benim sevgilimin canına kast ettiler." Son cümlede bakışları ağırlaşmış, gözleri kısılmış ve karanlığını etrafa saçmıştı.

"Onu da aslanlara mı yedireceksin?" dedim hevesle.

Güldü, "Eğer istersen,"

"Siz hastasınız amına koyayım!" dedi arkadan bağırarak Pusat.

"Biraz daha küfür edersen, ben sana koyacağım." dedi Ateş, dikiz aynasından Pusat'ı keserken.

"Sevgilin edince sorun yok ama,"

"Sen edemezsin Pusat, Aşkın'ın ağzı bozuk olabilir ama sen ona karşı saygını korumak zorundasın."

"Ben sana da ediyorum!" dedi Pusat mükemmel bir savunma yaparak.

"Bana edebilirsin ama Aşkın'a değil." Tamam Pusat'ın beni kıskanmasını seviyordum ama Ateş'in bu kadar sert çıkmasına gerek yoktu.

"Bu bizim iletişim şeklimiz." dedim aniden Pusat'ı savunmaya geçerek.

"Böyle bir iletişim şekli yok, daha önce de rahatsız olduğumu dile getirdim."

"Peki, rahatsız oluyorsan devam etmem patron." dedi Pusat da aniden trip moduna geçerek.

"İyi." dedi Ateş asla yumuşamazken.

"Az önce saldırıya uğradık, Pusat'la konuşmam gündemimiz olmamalı."

"Senin bu saldırıyı pek taktığını düşünmüyordum." dedi Ateş bu sefer de bana sararak. "Yakalanmaya da ölmeye de fazla heveslisin." Anlaşılan düşündüğümden fazla gerilmişti.

Biz de ayrı bir tartışma içine girdik ve eve ulaşana kadar da bu devam etti. Herkes sağ salim gelmişti, tüm dertleri bendim.

"Saçım başım dağıldı, önce üstümü değiştireceğim." dedim arabadan inerken.

"Ben de geleyim." dedi Ateş, ardından Pusat'a döndü.

"Getirdiler mi?"

"Getirmişler, kulübeye almışlar. Konuşturmaya başlatayım mı?"

"Yok, bırak bu gece kalsın orada. Korksun sabaha kadar, ne zaman öleceğini düşünerek." Pusat kafa salladı, daha fazla konuşmadı ve eve yürüdü. Bizse ada kısmına geçmek için jet skiye bindik.

Öne oturup, ona arkama attığımda ellerini belime dolamıştı. "Pusat'a neden öyle yaptın?"

"Ne yaptım Aşkın?"

"Ters ters konuştun, kırdın."

"Bunu hak ediyordu, yapma dediğim şeyi yapmamayı bilmeli."

"O senin arkadaşın."

"Aynı zamanda da baş çalışanım Aşkın. Sen tek çalıştığın için olaylara benim kadar hakim değilsin ama yıllardır çok şey tecrübe edindim. Arkadaşlık ayrı iş ayrı."

"Öyle de Pusat zaten çok iyi bir çalışan, adam senin için ölüyordu daha ne yapsın."

"Benim için ölmesi iyi olduğunu göstermez, fedakar olduğunu gösterir. Yeterince iyi olsaydı saldırıyı engellerdi."

"Çok acımasızsın puşt." dediğimde karnıma cimcik atmıştı. Bu beni sadece gıdıklarken, ada kısmına gelmiştik bile.

Birlikte eve geçtiğimizde de yukarı çıktığımızda da sessizdik. "Bir duş mu alsam?" dedim vücudumu esnetirken.

"Sen bilirsin bebeğim, hızlı al da işlerimizi halledelim."

"Ne işi?" dedim hevesle.

"Bizimkilerin yanına uğrayıp sonra şu saldırıyı araştıralım."

"Tamam çıkarım on dakikaya, eşlik etmek ister misin?" dediğimde gözleri parladı ancak bu parıltı kısa sürdü.

"Yok, ben gelirsem on dakika değil on saat sürer o duş." dediğinde gülerek banyoya geçtim. Üstümü hızla çıkarıp, bedenimi rahatlatacak kısa bir duş aldım.

Ardından odaya geri geçtiğimde Ateş odada değildi. Giyinme odasına geçip siyah rahat bir pantolon ve üstüne kısa bordo rengi bir bluz giyindim. Saçlarımı kurulamadan odaya geri döndüm. Terasın kapısı aralıktı, içeri giren soğuktan bunu görmeden de anlamak mümkündü.

Çıplak ayaklarımla balkona çıktım. Ateş bu soğukta, üstünde sadece bir gömlekle terastaki koltuklardan birine oturmuş ve sigara içiyordu. Yanına yakınlaştım, kucağına oturduğumda beni kendisine çekti.

"Saçların ıslak, ayakların çıplak ve bu soğukta dışarı çıkıyorsun." dedi onaylamaz şekilde.

"İçeride olsaydın sen de."

"Sigara içmeye çıkmıştım, gel girelim."

"Yok, iyi geldi hava." Ben de bir sigara yaktım ve sessizce dalgaların sesini dinledik.

Sigaramın bitmesine yakın da itiraz kabul etmeksizin kucağında kaldırdı beni ve içeri soktu. "Buz gibi olmuşsun." diyerek de söyleniyordu. Beni yatağa bıraktığında yorgunlukla uzandım.

"Hiçbir şey yapasım yok, uyusak mı?"

"Sen uyu istersen, gelirim ben de birazdan." dediğinde alt dudağımı büktüm. Zaten günlerdir onsuz uyuyordum.

Yataktan doğruldum, bu sırada Ateş cebinden siyah kadife ve küçük bir kutu çıkardı. Tam karşımda durdu ve kutuyu açtı. Kutunun içinde tüm dünyadaki ışığı yansıtmış gibi parlayan bir yüzük vardı.

"Bu yüzüğü dedem Firuze'ye özel yaptırmış, dünyanın en iyi taşlarını bulmuş ve en iyi ustalarına yaptırmış. Firuze'nin gözlerinin maviliğine benzettirmiş ama dedem bu yüzüğü Firuze'ye hiç takamamış. Takacağı akşam babam kaçırılmış, ertesi gün de Firuze'nin büyük aşkı kaptan çıka gelmiş. Zaten bir daha da Firuze'ye yakınlaşamamış. Dedem yüzüğü babama vermiş, babam da anneme takmış. Annem vefat ettiğinde bu yüzük parmağındaydı, bir gün aşık olduğum kadına vereceğimi söylerdi hep. İster tak, ister takma, ister teklifimi kabul et, istersen etme ama bu yüzük senin. Senden başka kimseye ait de olmayacak."

Sesi, sözleri ve hisleri nefesimin kısa bir an kesilmesine neden oldu. Kutuyu kapattı ve açık avcumun içine bıraktı. Diğer eli de yüzüme çıktı ve yanağımı hafif hafif okşadı.

"Ateş, bu çok değerli."

"Sen de öylesin." dedi gözlerini bir an bile gözlerimden ayırmazken.

"Benim gibi biriyle evlenemezsin Ateş." Tam konuşacaktı ki yerimden kalktım, kutuyu yatağın üstüne bırakmıştım. Onun karşısına geçtim. "Kör mü oldun? Görmüyor musun Ateş?" derken sesim yükselmişti.

"Kendin söyledin, tüm dünya peşimde ve beni öldürmek istiyorlar. Ayrıca ikimiz de bir sırrın sonsuza dek sürmeyeceğini biliyoruz. Geçen polisler öylesine bir şey için beni almaya geldiklerinde ne hale geldin. Bir gün kimliğim ortaya çıkarsa, kafama silah dayayıp bileğime kelepçeyi takarlarsa ne yapacaksın? Karının hapis yatmasına dayanabilecek misin? Sakın ben seni korurum, kaçırırım deme Ateş. Senin de gücün bir yere kadar, ben senin bile kurtaramayacağın kadar batığım bu çamura."

"Aşkın,"

"Ben bir gün ya yakalanacağım ya öldürüleceğim, sen buna dayanabilecek misin?"

"Saçma sapan konuşma!"

"Saçma sapan konuşan sensin Ateş, gerçekleri unutmayacak kadar zeki bir adamsın. Ben bir katilim, sense bir mafya. Bizim mutlu bir hikayemiz olamaz. Kanın içinde doğduk, kanla tanıştık ve kanla biteceğiz."

Yüzümü avuçları içine aldı. "İkimiz de mutlu bir hikaye aramıyoruz zaten, birlikte olsak yeterli. Ve endişelenme, o gün geldiğinde yakalansan da ölsen de seninle olacağım. Sen benim ailemsin Aşkın ve ben sadece ailem için yaşayan bir adamım."

"Peki ailen, korumak zorunda oldukların?"

"Her şeyin çaresine bakacağım, sen bunları dert etme."

"Sen romantik bir adamsın, aile seviyorsun ve ileride çocuk da isteyeceksin. Bir yuva isteyeceksin, ben bunların hiçbirini sana veremem. Ben ablam için bile öldürmekten vazgeçemediysem, kimse için geçemem. Buna dayanabilecek misin? Kendimi tehlikeye atıp her gece bir cinayet işlememi seyretmeye dayanabilecek misin? Şimdi için konuşma, yıllar sonra da aynı olacak mı hislerin ve düşüncelerin?"

"Bunlar umurumda değil, evet çocukları çok severim ama sen istemezsen olmaz. Öldürmekten vazgeçmeni de istemiyorum senden, seni senden iyi tanıdım Aşkın ve maalesef ki sana dair her şeyi seviyorum. Senin o nefret ettiğin katil tarafını bile. Ve eğer korktuğun şey, yıllar içinde senden soğumamsa hiç bunu da düşünme. Benimle evlenmesen de bir gün yakalansan benim yine içim yanmayacak mı sanıyorsun? Olanları geri alamayız Aşkın ama geleceğimizi yönetebiliriz. Yani saçma sapan düşünmeyi kes."

Öyle bir konuşuyordu ki, her şeyimi kabulleniyordu. Yüzük kutusunu yatağın benim tarafımdaki komodinin üstüne bıraktım.

"Hadi gidelim." dediğinde bana uzattığı elini tuttum. Birlikte aşağı inip kara kısmına geçerken ikimiz de sessizdik.

Büyük malikaneye girdiğimizde içeriden sesler geliyordu. Ablamın ve Ferda'nın kahkahaları salonu dolduruyordu.

"Siz gülün gülün, hiç komik değildi." diyordu Tarık. Ateş'le salona geçip, yanlarındaki ikili koltuğa yerleştik.

"Tarık dört hızla dans ediyordu ya bugün, kızlar evliymiş!" dedi Bahar kıkırdarken.

"Hepsi mi evliymiş?" dediğimde salondaki herkes buna katıla katıla güldü.

"Evet hem de hepsi bir adamla!" dedi ablam da gülerken.

"Adam Arap Şeyhiymiş, ben de adamın karılarıyla dans ediyormuşum. Beni gördüğünde kellemi alacaktı da Ateş'in korumaları sağ olsun, hemencecik kaçtım bizim locaya. Allahtan çabuk kalktık da adam düşmedi peşime."

Ateş'e çevirdim kafamı. "Bak hayalinde olmak istediğin adam." Ofladı.

"Ne alaka Aşkın ya? Yine bir şekilde bana laf sokmayı başardın, tebrik ediyorum."

"Sen seviyorsun dördü falan." Nefesini verdi sıkıntıyla. Sessiz kaldığında kaşlarım çatıldı. "Burada seni daha çok demen gerekiyordu!"

"Ben artık sana hiçbir şey demiyorum."

Bakışlarımı yeniden Tarık'a çevirdim. "Benim bir suçum da yoktu ki, biriyle dans edeyim dedim dördü de çevirdi etrafımı ama iyiydi baya. Biri melez, biri sarışın, biri kızıl, biri kumral, aman tanrım dedim cennete düştüm sanırım. Bir de cilveliler, Türkçe konuşamıyorlardı ama pek umursamadım, gerçi adamın gelmesi de iyi oldu bir bakıma ırzıma geçeceklerdi." derken iki eliyle göğüslerini örtmüştü. Sözleriyle herkes daha çok gülerken Pusat yanındaki yastığı Tarık'a fırlattı.

"Ne puştsun sen de, aklın fikri bir taraflarında. Keşke atsaydım seni adamın önüne." Pusat'ın sözleriyle, Tarık alt dudağını büzdü.

"Kalbimi kırıyorsun ama bak,"

Saatler ilerlerken, epey geç olmuştu. Polis bir ara uğramış ve ifadelerimizi alması gerektiğini söylemişti. Tabi bu konuşmayı bahçede yapmıştık. Ablamın ve diğerlerinin hala haberi yoktu saldırıdan.

"Çok geç oldu ya, yarın işe gideceğim." dedi Naz esneyerek.

"Burada kalın bugün, yol çekmeyin şimdi." dedi Ateş de.

"Yok ya ihtiyar zaten yeni yıla bizsiz girdi, yarın da görmezse yalnızlık çeker." dedi düşünceli şekilde Naz.

"Naz, çok yoruluyor gibisin. Hem ev işlerine koşuyorsun hem de hastaneye." dedi Ateş düşünceli şekilde. "Emeklerinin karşılığını alıyor musun hastanede?"

Naz bir an ne cevap vereceğini bilemedi. "Evet yoruluyorum ama bu işim sonuçta."

"Bir aile dostumuz, yeni bir hastane açıyor. İstersen seni önerebilirim, şartların çok daha iyi olduğuna eminim." Naz'ın kaşları çatıldı.

"Torpille beni işe mi sokacaksınız yani?"

Ateş güldü. "Hayır hayır, öneri sadece. İşi kapıp kapmamak sana kalmış." Naz da gülümsedi bu sefer.

"Peki, bir şansımı denerim enişte." Son cümlesiyle, Ateş bir şey içmemesine rağmen öksürdü. Heyecanlanmıştı tabi.

"Yeni bir karakol açan da aile yakının var mı Ateş?" dedi Deniz de imaya, itici şekilde.

"Yok ama bir gün karakolda işler istediğin gibi gitmezse büyük bir güvenlik ağımız var." dedi Ateş de aynı şekilde samimiyetsizce.

"İşime ve devletime aşık bir adamım ben." dedi Deniz.

"Ne güzel, işini severek yapmak herkese nasip olan bir şey değil." dedi Baybora da konuşmaya dahil olarak. Ancak bu çok masumane bir konuşma da değildi.

"Kalkalım artık biz."

"Kalın ya." dedi Pusat birden küçük bir çocuk gibi. "Yani şimdi Bahar yorulmuştur, ona üst katta bir oda ayarlatırım yol çekmesin bir de." Bahar onu heyecanla dinliyordu, kafasını hevesle olumluca salladı.

"Neden üst kat Pusat? Geçen ne güzel evine gitmiştik. Ben çok sevdim evini." Gülmemek için yanağımın içini ısırdım. Tarık ve Deniz artık Pusat'a çok da sevecen bakmazlarken Pusat kızarmayı da geçmiş morarma evresine ulaşmıştı.

"Ben de kalıyorum o zaman!" dedi Tarık sinirle.

"Tamam biz gidelim." derken Deniz kalkmıştı ve hemen ardından da Naz da kalktı.

"Alkol aldınız, bizimkiler bıraksın sizi." dedi Ateş, yine centilmenliğini bırakmayarak. Deniz de bir polis olarak alkollü araç kullanmayı savunamadı ve Ateş'in teklifini kabul etti.

"İyi geceler." diyerek ayrıldılar yanımızdan.

Arhan hala Ferda'nın yanında oturuyor, konuşmaya pek dahil olmuyordu. Ateş, kıstığı gözleriyle Arhan'a baktı. "Sen neden Ferda'nın dibinden ayırılmıyorsun bugün?" dedi, daha fazla kendini tutamazken.

"Neden ki?" dedi Arhan da kaşlarını çatarak.

"Hadi sen de evine geç, yoksa elimden bir kaza çıkacak."

"Aman her halta da kıskan." dedi Arhan ve kalktığında kaşınıyor olacak ki Ferda'nın yanağına bir öpücük bıraktı. Tarık o yöne çok bakmadı.

"İyi geceler size." dedi ve o da çıktı salondan. Bu sırada Tarık kadehini yenilerken Pusat ve kendisine yine gereğinden fazla koymuştu. Birazdan sarhoş olurlardı.

"Biz de kalkalım mı?" dediğinde kafamı olumluca salladım.

"Bahar'ın da uykusu gelmiştir." dedi Pusat.

Tarık hemen atıldı. "Geldiyse geldi, sana mı geldi? Gel Bahar'ım ben seni uyutayım abicim." Bu tartışmanın uzun süreceği belliydi. Ablam yüzünde kocaman bir gülümsemeyle onları izliyordu.

Mutluydu, daha önce hiç olmadığı kadar.

Kalkarken, Ateş'in de elini tutup kaldırmıştım. Birlikte evden çıkıp, adaya geri dönüğümüzde onu ne kadar özlediğimi daha iyi anlıyordum.

Halimiz pek kalmadığı için jet ski yerine tekneyle geçtik ada kısmına.

"Saldırıyı düzenleyenlerden yakalayabildiğiniz oldu mu?"

"Olmadı, çoğu ölmüş zaten kalanı da polis topladı. Tahmin ettiğin gibi hepsi yabancıydı. Durumu fark eden emniyet, özel koruma sağlayabileceklerini söylediler."

"Hayret, seni pek sevmezler."

"Öyle de bu sefer durumun farklı olduğunun onlar da farkında. Bu artık uluslararası bir sıkıntı boyutuna ulaşmak üzere," derken üst kata çıkıyorduk.

"İşin içine çok girmelerine izin verme, benimle bağlantın biraz daha ortaya çıkmasın."

"Bunun için elimden geleni yapacağım." derken yatak odasına geçmiştik. Giysi kısmına geçip, üstümü çıkardım ve mürdüm rengi saten geceliğimi giyinerek odaya geri döndüm. Ben makyaj masasına geçip, vücuduma nemlendirici sürerken Ateş beni dikkatle inceliyordu.

Aynadan ona göz kırptığımda gülümsedi. O da üstünü değiştirmek için kalktı, halbuki birlikte pekâlâ da değiştirebilirdik. Nemlendirici sürmeye devam ederken aynadaki görüntüde saatler önce komodinin üstüne bıraktığım kadife kutu dikkatimi çekti.

Hala gerçek olamayacak kadar tuhaftı her şey.

Evlilik saçmalıktan başka bir şey değildi bana göre, birine âşık olup tüm hayatını ona bağlamak duyduğum en saçma şeylerdendi belki de. Aynadaki yansımama takıldı bakışlarım.

Neden sessizsin V?

Hadi zihnimin içinde fısıldayıp, bana ne yapmam gerektiğini söylesene, beni şeytanlarımızın tutsağı yapsana yine.

Ateş siyah bir eşofman ve tişörtle yatağa girdiğinde ben de kalktım ve hevesle yatağa geçtim. Tableti alacaktı araştırma yapmak için ancak ondan önce davrandım ve eline vurdum. Onunla uyumak istiyordum. Yanına uzanıp, başımı göğsüne gömdüğümde ışığı kapattı ve üstümüzü örttü.

"Üşümüşsün." dedi, kolumu okşarken.

"Ben üşümem."

"Kendini süper kahraman gibi görmeyi tahmini olarak ne zaman bırakırsın?"

"Bir süper kahraman olmadığım zaman." Kolunu boynumun arkasından bedenime sardı ve beni biraz daha kendisine çekti.

Gözüm tekrar yüzük kutusuna takıldı. "Ateş, anneni nasıl kaybettin? Eğer canını acıtmayacaksa,"

"Canımı acıtmadığı bir an bile yok, o yüzden anlatabilirim." derken nefes almak bile onun için zordu. "On altı yaşımdaydım, anneme hep hayran olmuştum. Bu dünyada en çok onu severdim, babamı da seviyordum ama karanlık tarafından çekiniyordum. Annem öyle değildi, annem hep sevgi doluydu. Öyle güzel bakan gözleri vardı ki, en sevgisiz insanın kalbini bile pamuğa çevirirdi. Annemle babam büyük bir Cebonayan davetinde tanışmışlar, ikisi de önemli ailelerin velihatlarıymış. Birbirlerini görür görmez aşık olmuşlar." Durakladı.

"Babam hep, annemi gördüğü gece bir büyünün etkisinde gibi gezdiğini söylerdi. O zamanlar pek anlamamıştım nasıl bir his olduğunu." Yutkundu. "Annem de onu çok beğense de utancından kimseye söylememiş, üstelik onlar birbirlerini görmeden bir hafta önce annem önemli bir isimle nişanlandırılmış. Bu adam da Cebonayan'da babama karşı çıkanlardan biri. Babam tabi o zamanlar lider değilmiş. Annem tutturmuş, nişanı atacağım diye, babam da tutturmuş bu kadınla tanışacağım diye. Annemin babası Halis Turanlı çok sert bir adammış nişanın bozulmasına müsaade etmeyecekmiş de babam anneme talip olunca kabul etmiş işte."

O anlatırken ben de yavaş yavaş göğsünü okşuyordum. "Babam da eğitimlerle büyütülmüş bir liderdi. Tahtına geçeceği an da tüm oyları kazanmış ve o koltuğa oturmuştu. Annemle de kısa süre evlenerek gücüne güç katmıştı. Bu güç dedemi yavaştan rahatsız etmeye başlarken, annem ve babam altın çağlarını yaşıyorlar. Üç tane çocukları oluyor, güçleri iyi ve en önemlisi de birlikteler. On beş yaşımdayken bir gün annem babasını ve annesini ziyarete gideceğini söyledi. Babam annemi göndermek hiç istemedi, peşinde kendi korumalarını da gönderdi. O dönem ben de babamdan kurtulmaya çalışıyordum, gizli eğitimleri hep devam ediyordu. Ben de annemle birlikte Halis Turanlı'nın çiftlik evine gittim."

Konuşması gittikçe zoraki bir hal alıyordu. "Devam etme." dedim ama o devam etti.

"İlk günler çok eğleniyordum, annemle sürekli at biniyor etrafı geziyorduk. Babam annemsiz kalmaya dayanamadığı için eve dönmemizi isteyince biz de tatilimizi daha fazla uzatmadık. Yola çıkmadan bir gün önce büyük bir gürültüyle uyandım. Annem çığlık atıyordu. Kendimi nasıl dışarı atıp, ona yetiştim hatırlamıyorum. Dedemin adamları onu kollarından tutmuşlardı. Dedem de ellerini arkasında birleştirmiş acımasızca anneme bakıyordu. Hemen beni de tuttular, çok kalabalıklardı. Babamın bütün korumalarını öldürmüşlerdi."

"Pusat'ın babası Sabri abi o gece annemi kurtarmaya çalışırken vücudu delik deşik edilene kadar işkence gördü. Son nefesine kadar bizi kurtarmaya çalıştı, biz daha fazla zarar görmeyelim diye Halis Turanlı'nın damarına basacak şeyler söyleyerek daha çok işkence çekiyordu. Öyle bir acıyla öldü ki, yıllar geçse de onun son bakışlarını hiç unutamıyorum. Sonra anneme döndüler, bağırıyordum kurtulmaya çalışıyordum ama on beş yaşındaki bir çocuğun eğitimi Cebonayan'a mensup korumalara yetmiyordu."

"Kızına neden bunu yaptı?" Neden şaşırıyorsun ki Aşkın?

"Çünkü annem onun öz kızı değildi. Sonradan öğreniyoruz ki, aslında Halis Turanlı dedemin lider olduğu zaman koltuğa geçmek için öz abisini öldürüyor ve küçük kızını da yanına kendi çocuğu diye alıyor. Amacı annem sayesinde, Cebonayan'da daha fazla söz sahibi olmak ve yönetebilmek ama annem de babam da buna müsaade etmeyince ipleri kesti. Babamın anneme ne kadar aşık olduğunu biliyordu, annemi gözlerim önünde işkenceyle öldürdü ve bunu kameraya çekti. O anı hatırladığım kadar hiçbir anı net hatırlamıyorum, annem ölürken bile ben korkmayayım diye gülümseyerek gitti ölüme. Biliyor musun? Hiç bağırmadı da. O çok güçlü bir kadındı. Karnında bebeğiyle öldürdüler annemi, bu lanet koltuk yüzünden Aşkın. Hiçbir şey yapamadım, gücüm yetmedi ve bir yemin ettim. O kadar güçlü olacaktım ki kimse karşısında yenilmeyecektim, öyle güçlü bir kadına aşık olacaktım ki annem gibi ölüme bile gülümseyerek gidecekti."

Ateş beni yakaladığında, ağlamamış, bağırmamış ve gülmüştüm.

Bir şeyleri daha iyi anlıyordum ama anlamak istemiyordum. Yeterince acım yokmuş gibi bir de onun acılarını sırtlıyordum ve sıkıntılı kısım şuydu ki onun acıları da en az benimkiler kadar ağırlık yapıyordu sırtımda.

"Annem beni sevdiğini söyleyerek yumdu gözlerini ve bir daha açamadı." Ateş acı çekiyordu, sesi titriyordu. Ölümünü oldukça üstü kapalı anlatmaya çalışsa da ayrıntılar zihnine dolduğunda orayı kanatıyordu. "Halis Turanlı, beni de bir yıl boyunca yanında esir etti. Öyle güzel saklıyordu ki babam bana ulaşamıyordu. Halis Turanlı'nın elindeki son kozdum, öyle bir raddeye gelmişti ki babam beni almak için koltuğundan vazgeçmişti. Ancak buna gerek kalmadan, bir gün esaretinden kurtuldum. Onu öyle bir öldürdüm ki Aşkın, işim bittiğinde sağlam hiçbir organı kalmamıştı. İlk öldürdüğüm insan oydu ama son olmadı, o evdeki herkesi öldürdüm. Anneme ve bana dokunan herkesi işkenceyle öldürdüm." Sakinleşmesi için göğsüne bir öpücük bıraktım, bir kolumla ona sıkıca sarılırken bakışlarımı kaldırdım.

Kıstığı sarılarında acı vardı. Uzanıp yanağını öptüm ve ona daha sıkı sarıldım. O da sarılışıma karşılık verdi.

"Neden bu kadar iyi bir lider olduğunu daha iyi anlamaya başlıyorum ama anlamadığım bir şey var. Bu Cebonayan tam olarak ne? Nasıl bir güç sağlıyor da insanlara öz kardeşlerini, karılarını ve hatta çocuklarını öldürtüyor?"

"Karanlık dünyanın hakimi sen oluyorsun, senden habersiz bir kuş bile uçurtamıyorlar."

"Ama sen karanlık işler pek yapmıyorsun aksine, bunlarla savaşıyorsun."

"Yapmıyorum ama savaşmıyorum da, benim derdim Cebonayan'ı yönetmek hiçbir zaman olmadı. Oturduğum koltuktan nefret ediyorum ama bundan başka bir seçeneğim de olmadığını iyi biliyorum." Bu koltuk savaşı yüzünden neredeyse tüm ailesini kaybetmişti. Üstelik bu istemediği bir koltuktu.

"Uyuyalım mı artık?" dediğinde, daha fazla bu konuda konuşmak istemediğini anladım ve onu zorlamadım.

"İyi geceler müstakbel kocacağığım." dediğimde mayışık gözleri irileşti.

"A," Konuşmasına fırsat vermedim.

"Ay ne uykum geldi, dalıyorum hemen bak daldım hatta." Gözlerimi yumduğumda güldüğünü işittim. Saçlarım arasına bir öpücük bırakarak beni sıkıca sardı.

"İyi geceler Ateşpare."

                                                                   🔥

Sabah olduğunda bu sefer ikimiz de yataktan kaçmamıştık. Hatta birlikte uyanıp birlikte giyinmiştik. Kahvaltı yapmak için kara kısmına tekneye geçerken onu izliyordum.

Altına açık renk bir kumaş pantolon, üstüne de beyaz keten bir gömlek giyinmiş hatta düğmelerini açmıştı. Bu soğukta böyle giyinmesi biraz şovdu bence. Tabi ben de şov yapmaktan geri kalmayacağım gibi açık renk bir kumaş pantolonla üstüme beyaz, saten bir gömlek giyinmiştim. Üstünde krem ve uzun bir kaşe varken ben de kaşesinin renginde bir trençkot almıştım üstüme. Birazdan zaten eve gireceğim için ceketi tam giyinmemiş omuzlarıma bırakmıştım.

Tekneye vuran güneş gözünü yakarken kendine bir gözlük çıkardı. Ancak kendi için çıkardığı gözlüğü bana verip, kendine yeni çıkardı.

"Bugün ne yapacaksın?" diye sorduğumda eli belime gitti.

"Şirketle ilgileneceğim, akşama da önemli birkaç görüşmem var. Katılmak ister misin?"

"Yok, işlerim var. Önemli bir iş." Yani önemli bir ismi öldüreceğimi söylüyordum. Ateş gözlüğünü düzelterek bana ters bir bakış attı.

"Dikkatli ol, yardıma ihtiyacın olduğu an bana ulaş." Kafamı geçiştirircesine salladığımda kısa yolculuğumuzun sonuna gelmiştik.

Eve girdiğimizde, evde bir koşuşturmaca vardı. "Neler oluyor?" dedi Ateş sert sesiyle.

Ferda bizi gördüğünde durakladı. "Bahar'ın çığlığıyla uyandık sabah, yanına gittiğimizde bayılmıştı. Doktor yanında şu an, hala kendine gelmedi."

Hızla uzun koridorda ilerleyerek, evin içindeki küçük kliniğe girdim. Pusat ve ablam bir koltukta oturmuşlardı. Bahar yatıyordu, bilinci yerinde değildi ve başında doktor vardı. Ablam, Pusat'ı sakinleştirmeye çalışa da pek başarılı olamıyordu. Tarık da camın kenarında durmuş, dolu gözleriyle Bahar'ı izliyordu.

"Neyi var?" dedim hızla Bahar'ın yanına ulaşırken.

"Anlayamadım, tüm değerleri iyi. Ani bir şok yaşadı mı?" diye sordu ellilerindeki doktor.

"Hayır, hemen yan odasında yatıyordum." dedi Pusat kısılmış sesiyle.

"Ani bir duygu değişiminden kaynaklı, kendine gelecektir kısa süre içinde. Endişe edeceğiniz bir durum yok. Düşerken herhangi bir darbe de almamış kafasına."

Tam bu sırada Bahar'ın gözleri hareketlendi ama açamadı. Eli gözlerine gittiğinde inledi acıyla. "Çok yanıyor." diye sayıklıyordu.

"Bahar neler olduğunu hatırlıyor musun?" dedim ona karşı kullandığım sakin sesimle.

"Gözlerim çok yanıyor Aşkın. Açamıyorum." derken Pusat hemen yanına gidip gözlerine üflemişti.

"Tamam halledeceğiz, sen sakin ol." dedi Ateş de aynı sakinlikle. "Göz doktorunu çağırıyorum hemen, sen de neler olduğunu düşün."

"Ben uyandım sabah gözlerimi açtım. Birkaç gündür ışığı ayrıt edebiliyordum ama bugün renkleri de ayrıt etmeye başladım. Lavaboya gittiğimde aynada tam olamasa da kendimi gördüm. Heyecanla odadan çıkacaktım ki gözlerimde inanılmaz bir yanma hissettim. Hala da devam ediyor." derken kapalı gözlerinden yaş akıyordu.

"Sen görmeye mi başladın Bahar?" dedi Tarık, şok içinde.

"Evet ama canım çok yanıyor Tarık. Hani artık canım yanmayacaktı Aşkın?" derken inanılmaz bir acı çekiyormuş gibiydi. Acısı o kadar büyük olmalıydı ki, tüm ömrü boyunca görmeyi beklemesine rağmen sesi mutlu değildi.

Doktora döndüm. "Damla falan bir şey yok mu ağrısını dindirecek?"

"Ben göz doktoru değilim, ameliyatından sonra ne iyi gelir bilemem. Doktoru yolda ama ben yine de iletişime geçeceğim."

Bahar yine acıdan bayılırken Pusat onun başında durmuş gözyaşlarını saklamaya çalışıyordu. Çok geçmeden doktoru gelmiş, olayı dinleyip müdahale etmişti.

"Görüş netliği birden hızla yükselmiş, fazlasıyla hassasiyeti var ve birden netleşme göz yanmasına neden olmuş. Bu çok iyi bir durum, lensle görebileceği evreye gelmiş ama bir süre alışması lazım. Sargıda kalacak ve gün gün sargının kalınlığını azaltarak alışmasını bekleyeceğiz, ameliyatın hemen sonrasında yaptığımız gibi. Döktüğüm damlalar acısını dindirmiştir ama dinlensin. İlerleyen zamanlarda durumunu takip edeceğiz, geçmiş olsun."

"Bahar görecek yani!" dedi Ferda sevinçle. Tarık dolu gözlerini cama çevirdi. Pusat da Bahar'ın sıkı sıkı tuttuğu eline bir öpücük bıraktı.

"Odayı çok doldurmayalım." dedi doktoru. Hepimiz çıktığımızda yanında sadece Pusat kalmıştı.

Bahar görecekti, o güzel mavi gözleriyle renkleri görecek ve karanlığın esaretinden kurtulacaktı. Kahvaltıya geçtiğimizde herkes dalgındı, hızlı bir kahvaltının ardından Ateş'le ayaklandık.

Dışarı çıkmadan hemen önce Pusat'ı çağırdı. "İşlerle ilgilenmen gerek, Bahar'a burada bakılıyor zaten." dediğinde Pusat kafasını olumluca salladı. "Ben şirkete geçiyorum sen şu Selim'i konuştur ama öldürme." Pusat yine kafasını salladığında, Ateş elini onun omzuna koydu. Varlığını hissettirircesine sıktı ve bana döndü.

"Sen git, ben direkt rıhtıma geçeceğim." dediğimde bu pek hoşuna gitmemişti.

"Ben bırakayım işte."

"Gerek yok Ateş, yolunu neden uzatıyorsun?" dediğimde yanağıma bir öpücük bırakıp yanımızdan ayrıldı.

Bakışlarım Pusat'a döndü. "Bahar görecek! Neden mutlu değilsin?"

"Nasıl acı çektiğini görmedin mi Aşkın? Bu kız tüm hayatı boyunca acı çekti, nasıl mutlu olayım?"

"Daha bir yıl önceye kadar Bahar'ın öleceğine emindik, eğer Ateş'le yollarım kesişmeseydi belki de çoktan ölmüştü. Görmesi de imkansızdı. Bahar'a üzülüyorsunuz ama Bahar için sevineceğiniz yerdeyiz şu an sadece. Maalesef ki acı çekmeye alışık." Pusat'ı kolundan çekiştirerek arka bahçeye çıkardım. Bir sigara yakarken ona da bir dal uzatmıştım ve o da aldı.

Sallanan koltuğa oturduğumuzda, bacaklarımı sallayarak bizi sallamaya çalıştım ama pusat çok iri olduğu için bunu tabi ki de başaramadım.

"Biliyor musun dün gece ne oldu?" dedim hevesle.

"Ne zaman böyle cümleye başlasan, bana nispet yapıyorsun. Bilmiyorum, ne oldu?" Güldüm sözleriyle.

"Ateş bana evlenme telifi etti."

"Yok a," devam etmedi, Ateş'in uyarısı aklına gelmiş olacak ki durdu.

"Ateş abartıyor, aramızdaki arkadaşlığı kıskanıyor bence." dedim kısık sesle, Pusat da güldü bu sefer.

"Sallıyorsun, etmiş olamaz."

"Ne zaman bunu desen haklı çıktım." Elim ceketimin cebine gitti, kadife kutuyu çıkardığımda bir süre Pusat kutuya ve bana aval aval baktı. Ardından da kutuyu açıp gözlerinin kamaşmasını sağladım.

"Bu Şebnem Teyze'nin yüzüğü." derken bakışları ağırlaşmıştı.

"Ateş bunu bana verdi." dediğimde biraz daha şaşırdı. Hatta o kadar şaşırmıştı ki Ateş'in evlilik teklifine bu kadar şaşırmamıştı.

"Ateş sana sadece aşık değil Aşkın."

"Ne peki?"

"Bilmiyorum ama bunu sana vermesi," Nefesini verdi.

"Kıskanma artık, kudurma!" Güldü yine.

"Takacak mısın peki?"

"Bilmiyorum, kafam çok karışık." dedim samimice.

"Dedin dedin harbiden başardın, şeytansın kızım sen."

"Huyum kurusun." Sigaram bittikten sonra kalktım. "Bahar'ın durumunda gelişme olursa bana haber ver kumacığım." diyerek yanağını sıktım. Daha fazla dayanamayarak küfür ederek elime vurdu.

Yine Ateş'in arabalarından birini ödünç alıp rıhtıma geçtim, vakit kaybetmeden kulübeye indiğimde kaptan da buradaydı.

"Dün gece saldırıya uğramışsınız." dedi, bakışları elindeki gazetedeydi.

"Bu gazeteleri alan bir sen bir de sofra bezi yapan piknikçiler kaldı." dedim karşısına geçip otururken.

"Ateş'e saldırmadılar, sana saldırdılar."

"Farkındayım."

"Bu raddede işe çıkamazsın Aşkın, bir süre bekle."

"Beni durdurduklarını düşünemezler!"

"Bırak düşünsünler, en son kibrinle hareket ettiğinde neler yaşadığını biliyoruz. Bu katili yakalayana kadar devam edemezsin Aşkın, dün sadece varlığını hissettirdi. Her an tetikte olman gerektiğinin işaretini verdi. Seni bulmuş Aşkın! Sen herkesten kim olduğunu sır gibi saklarken o senin kimliğini bulmuş. Zeki biri ve dikkatli olmazsan senin sonun olabilecek biri."

"Armando ona sınırsız güç sağlamış olmalı. Ülkeye kendi çalışanlarını doldurup bir de korkusuzca saldırdılar."

"Evet Aşkın, bu yüzden sakin olmalısın."

"Beni bildiklerine emin olamayız yine de. Sonuçta herkes Ateş'in V'yle iş birliği yaptığını düşünüyor. Ve bu düşünce çıktığından beri ben varım Ateş'in yanında. Yani katilimiz deneme de yapıyor olabilir."

"Hayır Aşkın, deneme yapmak için Cebonayan liderinin sevgilisini öldürmeye cesaret edemezler. Senin kimliğini çözmüşler. Sonsuza kadar gizli kalmayacaktın zaten ama hemen bulman lazım onu. Seni ifşalayabilir ve emin ol bu öldürmesinden daha acı verici olur senin için."

"Elinden geleni ardına koymasın."

"Ateş'e mi güveniyorsun?" dediğinde kaşlarım derince çatıldı.

"Ben kimsenin gücüne güvenmem!"

"Güzel, şayet bir gün yakalanırsan kimsenin gücü seni kurtaramaz." dedi sert ifadesiyle.

Aramızda kısa bir sessizlik oluştu, ceketimdeki kadife kutuyu bugün bir kez daha çıkardım. Açıp taşı ihtiyara gösterdim.

Çok sevdiğim için herkese göstermek istiyordum sadece!

"Dede Alanguva bunu Firuze'ye almış ama hiç takamamış. Gözlerinin rengi gibi bir taş yaptırmış, gökyüzü gibi." Sözlerimle kaptan yüzüğe daldı. Yüzünden bin bir çeşit duygu geçerken, çenesi kasılmıştı.

"Hayır," dedi. "Onun gözleri gökyüzü gibi değil. En sıcak günde, güneşin altında parlayan deniz gibi." Dolan gözlerini bana çevirdiğinde ifadesi hala sertti. "Bunu bana neden gösteriyorsun?"

"Ateş verdi bunu, evlenme teklifi etti bana." dediğimde kaptan hiç şaşırmamıştı.

"Sen ne dedin?"

"Hiçbir şey."

"Peki ne demek istiyorsun?"

"Bilmiyorum, ne demem gerekiyor kaptan?"

Güldü, "Sen zaten vermişsin kararını, engel olmam için bana anlatıyorsun ama olmayacağım. Eğer Alanguva seni mutlu ediyorsa, mutlu ol. Ama kim olduğunu da hiç unutma, bir katil sonsuza dek mutlu yaşayamaz."

"Sen yaşıyorsun." dedim mutlu olmadığını bildiğim halde.

"Mutluluğu yarı yaşımdan önce bıraktım ben, nefes aldığım yaşadığımı göstermez. Bunu en iyi senin bilmen gerekir." Yüzüğe biraz daha baktı ve buna dayanamıyormuş gibi yerinden kalktı.

Artık yaşlılığın verdiği kamburla, omuzları eskisi gibi dik durmazken yanımı yavaşça terk etti. Parıl parıl parlayan yüzükle tek başıma kaldım.

                                                                            🔥

Bu sefer kaptanı dinlemiş ve cinayet işlemek için hazırlanmamıştım. Onun yerine tüm gün seri katilimiz hakkında araştırmalar yapmıştım. Her şeye rağmen elim boş kaldığında da sinir krizi geçirmek üzereydim. Üst kata çıkıp, kulübede bir viski şişesi çıkardım kendime.

Bu sırada Ateş beni arıyordu, aramasını yanıtladım koltuğuma otururken. "Aşkın, ne yapıyorsun?"

"Kulübede oturuyorum."

"Çalışmıyorsun bugün herhalde." dedi hafif alayla.

"Yok koca parası yiyeceğim artık." dediğimde güldü. "Dün olanlardan sonra kaptan riskli buldu."

"Hayret nasıl egonu susturdun sen?"

"Hatırlatma, hatırladıkça dışarı çıkıp birini,"

"Tamam tamam, işlerimi bitirdim ben de. Seni almaya geliyorum o zaman."

"Gel ama bana düzgün bir evlenme teklifi etmedin daha."

"Böyle bir beklentin mi var?" dedi, şaşkınlıkla.

"Tabi ki de, benim gibi harika bir kadını sadece kuru bir 'evlen benimle' demekle etkileyemezsin."

"Bu evet diyeceğin anlamına mı geliyor?" dedi keyifle bu sefer.

"Bilmiyorum, o senin performansına bağlı."

"O zaman sana hayatının en unutulmaz gecesini yaşatacağım."

"Bunlar iddialı sözler."

"Ben iddialı bir adamım. Sen hazırlan, bir saate geliyorum."

"Peki görüşürüz güzelim." dediğimde yine güldü.

"Görüşürüz." Telefonu kapatıp ev kısmına geçtim. Deniz ve Naz hala iştelerdi. Bahar da hala baygındı aldığım son haberlere göre, ablamla Tarık da onun yanındalardı.

Ablamla kaldığım odada, giysi dolabını açtım. Bu sefer bembeyaz bir elbise giyindim. Saçlarımı dağınık bir topuz yapıp, kaküllerime şekil verdim. Elbise uzun kollu, vücut hatlarımı belli edecek kadar ve miniydi. Omuz kısımlarındaki vatkalar da seksi bir hava katmıştı. Kahve tonlarında bir makyaj yapıp topuklularımı giyindim.

Hazırdım bile, Ateş gelene kadar bir şeyler içebilirdim. Alt kata indim, Tarık'ın zulasındaki şarap şişelerinden bir tanesini açtım. Kendime bir kadeh doldurup salona geçtim. Elimde dün gece Ateş'in bana verdiği kadife kutu vardı.

Madem o her şeyi kabul ediyordu, ben de korkak olmayacaktım. Yüzüğü kutusundan çıkarıp daha dikkatli inceledim.

Aile kelimesi bana çok uzak bir kelimeydi. Onun aksine ben hiç aile sıcaklığının olduğu bir evde büyümemiştim. Bir ablam vardı ama canım acıdığında ona da gidememiştim. Aileyi sadece kelime olarak biliyordum, hissini değil. Ancak o bana her 'ailemsin' dediğinde hiç bilmediğim o hissi tadıyordum.

Yüzüğü parmağıma taktım. Karanlık salonda, yüzük mavi bir ışıkla parıldıyordu.

Tam bu sırada burnuma bir koku sızdı. Kokunun ne olduğunu hemen idrak edemedim ama hemen yerimden kalktım. Elimdeki şişeyi masaya vurarak kırdım ve keskinleştirdim. Hızla cama ulaşacaktım ki bu koku bir sis dumanına dönüştü kısa süre içinde.

Büyük camı açarak kendimi dışarı atmaya çalıştım ancak kilitlenmişti. Dirseğimi sertçe cama geçirdim, kırılmayınca sert bir tekme attım ancak Ateş'in son saldırıdan sonra yaptırdığı camların kurşun geçirmez olduğunu hatırladım. 

Beni sersemletmeye çalışıyorlardı, zehirli duman ciğerlerime öyle bir sızmıştı ki nefes almakta zorlanıyordum. Hızla üst kata çıktım ancak üst kat daha yoğundu. Hızla en yakın camı açtım, kendimi dışarı atacaktım ki hemen aşağıda benim için bekleyen gölgeyi gördüm.

Elimdeki camı yere doğru dik şekilde tuttum. Topuklularımı hızla çıkararak kendimi aşağı atarken, elimdeki kırık şişe aşağıda bekleyen gölgenin tam başının üstüne saplandı. Yere sertçe düşerken, kendimi toparlamak için kalkarken derin derin nefes almaya çalışıyordum ama gözlerim kararıyordu.

Tam birkaç adım atacaktım ki arkamda bir nefes hissettim. Arkamı dönerken, hızlı bir yumruk savurdum ancak soluduğum gaz kas gücümü de zayıflatmıştı.

Karşımda iri bir adam vardı, bu oydu. Azrail'in kılıcıydı. Bir süre onunla dövüşmeye çalıştım ama üst bacağıma sapladığı iğneyle sadece saniyeler içinde bilincimi yavaşça kaybettim.

Yere düştüğümü hissetmedim. Gözlerim kapanmadan önce gördüğüm son şey de ölümle parıldayan koyu gözlerdi.

                                                                   🔥

Başımdaki şiddetli ağrıyla kendime gelmeye çalıştım. Ne kadar süredir bu vaziyette olduğumu bilmiyordum ama arada uyanıp geri bayıltıldığımı hatırlıyordum. Ancak bu sefer gözlerimi açtığımda bir uçağın kargo bölümünde değildim.

Ellerim arkadan bağlanmış şekilde duruyordum, zincirle bağlamışlardı beni. Zindana benzeyen, kalın duvarlı bir yerdeydik. Hava çok nemliydi, hiç cam yoktu odadaki tek ışık hemen tepemde duran sarı lambaydı. Meksika'ya gelmiştik ve on beş saat yolun sürdüğünü düşünürsek uzun zamandır bu haldeydim. Beyaz elbisem kirden grileşmiş, vücudumda yer yer morluklar vardı. Ağzım kupkuruydu, başımı dik tutmaya çalıştım.

Bu sırada odaya biri girdi. Bu beni yakalayan adamdan başkası değildi.

"Yolculuktan memnun kaldın mı?" İngilizce konuşurken, yoğun bir aksanı vardı. Fazlasıyla iri, esmer tenli ve gördüğüm en koyu gözlere sahip adamdı.

"Yok, üstünde adım yazılı özel uçağımla seyahat etmediğimde memnun kalamıyorum." dediğimde bana yakınlaştı, gülerken halimden zevk alıyordu.

"Namını çok duydum da, övdükleri kadar yokmuşsun." dediğinde tamamen egoma oynuyordu. "Seni bulup yakalamak çocuk oyuncağıydı benim için."

Bu sefer gülen taraf ben oldum. "O yüzden mi orduyla üstüme saldırıp, başaramayınca zehirli gazla beni zayıflatmaya çalıştın? Bir seri katilin zeki de olması gerek, biliyorsun kas gücü tek başına pek işe yaramaz." O kadar iriydi ki üstündeki tişört her an parçalanacak gibi duruyordu, bana biraz daha yakınlaştı.

"Armando nerede? Öldürecekse çabuk halletsin işini." dediğimde bana doğru eğildi.

"Sen öyle kolay öleceğini mi sanıyorsun?"

"Beni öldürdükten sonra yaşayacağınızı mı sanıyorsun?" dedim halime tamamen zıt şekilde güvenle.

Bu sırada kapı açıldı, içeri bir sürü adam girerken en sonda giren kişinin kim olduğunu iyi biliyordum. Armando Giovanni büyük göbeği, esmer teni ve kısa boyuyla bana bakıyordu.

Beni büyük bir kinle incelerken, yedi adamı etrafımda çember oluşturmuştu.

"Demek benim tonluk malımı batıran sensin?" derken çevremde tur atıyordu. İspanyolca konuşuyordu. "Ama hiç sorun değil, bana daha çok para kazandıracaksın."

"Eğer biraz kafan biraz olsun çalışıyorsa beni hemen öldürürsün. Yaşarsam öldürmediğin her saniye için acı çektireceğim sana." dediğimde mide bulandırıcı bir kahkaha attı.

"Sana ne yapacağım biliyor musun?" devam edecekti ki beni buraya getiren seri katile döndü.

"Sen gidebilirsin, görevini tamamladın."

"Hayır, tamamlamadım. Benim görevim öldürmek ve onu öldüren biri olacaksa bu ben olacağım." dedi orak. Bunlar da ne meraklıydı beni öldürmeye.

"Hemen öldürmeyeceğim, bir süre işkence edip eğleneceğim." derken biri kamera yerleştirmişti tam karşıma. "Sonuçta bu katilimizin sevgilisi de önemli bir mafya, neden bunu da koz olarak kullanmayalım ki?" Sarı dişleriyle güldü. "Dirisinden hayır gelmeyene kadar işkence görecek. Sonra da hala diriyken tek tek organlarını alacağım. Vücudunu parça parça ayırıp açık arttırmaya çıkaracağım. Senden nefret eden o kadar insan var ki, uyuşturucudan daha çok para kazandıracaksın bana. O kadar çok adamı parçalara ayırıp, işkence ettin ki aynılarını sana yapmak isteyen en az kırk adam tanıyorum."

Yüzümde korku ifadesi görmezken, hala çok keyifliydi. Eli yanağıma gitti. "Çok da güzelmişsin, seni öldürene kadar si,"

"Ben seni öyle bir sikeceğim ki ne okyanusa batan tonluk uyuşturucun, ne de seni yakın korumanla aldatan karın seni bu kadar sikmemiş olacak." dediğimde gülüşü solmuştu.

Yüzüme sert bir yumruk attı. Ardından o geri çekilirken adamları üstüme doğru geldi. 

Ne kadar çok dayak yediğimi bilmiyorum ama tenimde patlamayan ya da morarmayan hiçbir yerimin kalmadığını biliyordum. Bunu yaparlarken de özellikle kayıt almışlardı. Başım hala dik dururken, hiç bağırmamış ve yalvarmamıştım.

"Onu yalvartamayacaksın, hemen durmazlarsa ölecek." dedi seri katil.

"Durun!" diye emir verdi. "Bugün ölürse, diğer günler ona işkence edemem. Kan kaybından ölmesini engelleyin."

"Ben biliyorum, ne yapacağımı." dedi ve karşıma geçti seri katil. Odada herkes çıkarken ikimiz kalmıştık.

"Boyun eğ, onu kışkırtma." dediğinde kan dolu ağzımla güldüm.

"Ben sadece öldüğüm gün boyun eğerim."

"Daha kötü olacak."

"Neden yardım ediyorsun? Sen de mi merhametli katilsin?" dediğimde eline aldığı bezlerle kanamalarımı durdurmaya çalışıyordu. Daha fazla konuşmadı, pansuman yaptı ve ayrıldı yanımdan.

Başımı kaldırdım, burada ölecek gibiydim. Ölmekten hiç korkmamıştım, korkmayacaktım da. Bilincimi yine kaybederken aklımda sadece Ateş'in sesi yankılanıyordu.

"Dayan Ateşpare" diyordu.

                                                                     🔥

Kaç gün geçtiğini bilmiyordum ama vücudumda kırılmadık az kemiğin kaldığını biliyordum. Yemek yemem için bile kollarımı açmıyorlar, serumla besliyorlardı.

Yine kapı açıldı ve Armando başta olmak üzere yedi adamı daha yanındaydı. Hemen arkalarından da seri katilimiz gelmişti.

Bu sefer adamların eli boş değildi, ellerinde testere ve türlü kesici aletler vardı. Demek kurbanlarımı öldürdüğüm şekilde ölecektim.

"Bugün seni oldukça kıvamda gördüm." dedi itici şekilde beni süzerken Armando. "Parçalanmaya hazırsın, önce bacaklarından başlayın. Sen de şu bıçağı ısıt, kestiğimiz yerleri dağlayalım da kan kaybından ölmesin." derken zaten adamlar ne yapacaklarını biliyorlardı ama o bana psikolojik işkence etmek için söylüyordu.

"Başlayın!" dedi bağırarak ve elinde testere olan adam bana yakınlaştı. Testereyi çalıştırıp bacağıma yakınlaştırdı.

"Armando, şu büyük düşmanın olan bir adam vardı ya. Adı neydi? He hatırladım, Alferdo. Sen benimle uğraşırken, o büyük ihtimalle şu an çiftliklerini ele geçiriyor."

"Dur!" dedi adamına ve yakınlaştı. "Alferdo'yu tanıyor musun?"

"Evet, neler yapacağını da biliyorum." Aslında bir halt bildiğim yoktu, sadece adını biliyordum.

"Neler yapacak?"

"Sana suikast düzenliyor, seni öldürüp senin mıntıkana da sahip olmak istiyor. Bunun için çok iyi bir planı var ve kısa süre içinde öleceksin."

"Ne ne planı var?" derken telaşa düşmüştü.

Seri katil bıyık altından sırıtıyordu, ne yaptığımı anlamıştı.

"Seni yakalayıp, taşaklarını canlı canlı köpeklerine yedirecekmiş. Ama bence köpekler aç kalacak." dedim keyifli şekilde, histerik bir kahkaha atarken. Armando sinirlendi.

"Devam edin!" Testere tekrar çalıştı, bu sese alışkındım. Gözlerimi yummadım, seyrettim. Hareket eden testerenin önce havasını hissettim hemen ardından da acı çekmeyi bekledim ancak acı çekmedim. Onun yerine silah sesi duydum.

Seri katil, iki elinde iki silahıyla herkese ateş etmiş ve Armando da dahil odadaki herkesi saniyeler içinde öldürmüştü.

"Neden?" dediğimde sadece bana bakıyordu dikkatle.

Bu sırada içeriye, üstünde yelekler giyinmiş iki kadın ve iki adam girdi. "Neden daha erken davranmadın? Öldük seni bekleyene kadar." diyordu adamlardan biri İngilizce.

"Çene çalmayın Alanguva gelmek üzere, hemen şu çipi yerleştirelim." dedi kadınlardan biri de. Hızla yanıma ulaşıp, saçlarımı kaldırdı ve çırpınışlarımı umursamadan enseme sertçe bir şey batırdı.

Bu bir iğne olamayacak kadar kalındı. Ne çipi olduğunu bilmiyordum ama onlar aynı hızla çıkmaya hazırlanırken seri katil yanıma ulaştı.

Vücudumdaki tüm zincirleri çözdü, beynim uyuşuyordu. Konuşamıyordum bile. Yüzümle aynı hizada durdu ve gülümsedi.

Gözleri parlarken, dudakları aralandı. Ve Türkçe konuştu. "Oyun yeni başlıyor V."

                                                                🔥🔥🔥

Merhabalar! Nasılsınız ateş parçalarım? Umarım iyisinizdir. Bölüm hakkındaki görüşlerinizi bekliyorum, son zamanlarda yorum sayılarımız düşmüş ve bu beni üzer. Her bölümü paylaştıktan sonra kahvemi alıp, yorumlarınızı baştan sona okuyorum. Sonrasını takip edemesem de ilk gelen yorumları kaçırmıyorum, satır aralarındaki tepkilerinizi görmek Wattpad'in en iyi özelliği kesinlikle.

Vee 51. Bölüm Ateş'in bakış açısından anlatılacak. Vizelerimi atlatır atlatmaz yazmaya başlayacağım, siz okumak için ne kadar sabırsızsanız ben de yazmak için o kadar sabırsızım.

Yarın, 26 Mart Cumartes, günü Ankara'ya imza için geliyorum. Saat 14.00 imzamın başlama saati. Hemen ertesi günü de 27 Mart Pazar, yine aynı saatte bu sefer İstanbul fuarında imzada olacağım. Yanınızda kitap olmaması hiç sorun değil, Ateşpare okurları posterlerle ya da düz bir kağıtla dahi gelebilirler. Önemli olan sizlerle tanışmak, hepinizi heyecanla bekliyorum.

Bölüm tarihleri, imza günleri ve diğer tüm haberler için beni sosyal medya hesaplarımdan takip edebilirsiniz.

Büyük ihtimalle ben bu bölümü attığım sıralarda 12 Milyon okunma sayısına ulaşmış olacağız. Bu kadar hızlı büyümemiz hala şaka gibi geliyor bazen. İlginiz, sevginiz bana ilham veren en büyük şey. Sizleri çok seviyorum, iyi ki varsınız ateş parçalarım. 🔥

Instagram: cerennmelek

Twitter: cerennmeelek / #Ateşpare

Tiktok: cerennmeleek

Continue Reading

You'll Also Like

1M 93.2K 39
"Aşk mıdır beni,sana bu kadar bağlayan?" Diye sorduğumda derin bir iç çekti. Soruma cevap vermesini beklerken beni yanıltmış o da bana soru sormuştu...
1.6K 362 13
İhanetinin bedelini canıyla ödeyecek avcının yasak elmaya aşık oluşu. Peki yasaklar çiğnenecek, cehennemin kapıları aralanacak mı? Mary'nin her sabah...
Noche By Noche.

Teen Fiction

2.9K 182 4
Medusa'nın çocukları, 7 çocuk. Athena'nın muhafızları, 7 Azrail. Her biri için birer kader. Her biri için birer ölüm. Yıllardır şekillenen bir kehane...
918K 39.5K 35
İnsan ne dilediğine dikkat etmeli, zira kalbinden geçen iyi ya da kötü hiçbir dilek gerçekleşmeden peşini bırakmaz, derler. Ben, ölüm diledim. Bir ö...