FANTOM ETKİSİ doğa dönüyor

By Talkinglibrary

1.1M 40.7K 16.3K

Yaşamı boyunca hiç kimsenin onu "tehlikeli" olarak nitelendireceğini düşünmezdi. Eh, hayat bazen hoş olmayan... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
İLAHİ BAKIŞ AÇISI
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Evreni ve karakterleri tanıyalım
Bölüm 27

Bölüm 9

41.6K 1.3K 704
By Talkinglibrary

Benim için çok değerli olan oylarınızı vermeyi unutmayın. 🥰 iyi okumalar. 💜


Düşündüm de, temasımızla önümüze serilen görüntülerin hiçbirinde ellerine o iç gıcıklayan eldivenleri takmıyordu.

Şimdi ortasında dikildiğim yatak odası bana tamamen yabancı gelmişti. Gözlerinden baktığım Alessia'ya karşı tamamen hükümsüz biçimde çevremi izledim. Ancak onun baktığı yerele bakabiliyor, onun hissettiklerini hissedebiliyordum. Örneğin, pürüzlü zeminin çıplak ayak tabanımda bıraktığı his gibi. Sonrasında karşımda onu gördüm. Onu görmeyi bekliyor olsam da gerçek benliğimin dahi kanı damarlarında çağlamaya başlamıştı. Benim gibi öylece dikilirken gerçek Müphem'in gözlerinin ardında olup olmadığını merak ettim.

Üstü çıplak, pantolonu kasıklarında duruyordu. İçinde bulunduğum Alessia'nın şehvet ve arzusunu, onun çıplak tenine dokunma ihtiyacına karşı çıkmak için yumruk yaptığı ellerini hissediyordum.

Öncesinde aramızda bir diyalog geçmiş gibiydi. Biraz yaklaşıp çevremde tur attıktan sonra arkamda durdu. Göğsü sırtıma değiyordu. Tenlerimizin temasını engelleyen kıyafetlerimin hepsini yakmak istedim.

''Henüz kaçmadın. Tehlikenin farkında olduğunu hiç düşünmüyorum.'' Asıl tehlike sesinin tonuydu.

''Tehlikeden kaçacak biri olduğumu düşünmen en büyük hatan olurdu.'' Ben konuşurken saçımın göğsümde duran tutamını arkaya çekmişti. Bunu yaparken ılık dokunuşu omuzuma temas etti. Yer gök aşkına. Biri gelip bu odanın dışında hayatın devam ettiğini kanıtlamadan buna inanmayacaktım. Dokunuşu çok...yakıcı bir temastı. Kulağıma eğildi. Yanağıma çarpan nefesinden ürpermemek işten bile sayılmazdı.

''Benimle, hatırladıkça elini kullanmak isteyeceğin bir gece geçirmek ister misin, güzel Alessia? '' Belki de bu sorudan utanmam gerekiyordu. Ayrıca arlanmam da yoktu zaten. Daha önce birkaç defa kendi kendini tatmin etmeyi denemiş biri olarak yüzüm dahi kızarmadı. Zaman bulduğumda bu düşüncenin hangi Alessia'ya ait olduğunu uzunca bir düşünmek istiyordum.

''Bana ayırabileceğin sadece bir geceyse teklifini bir daha düşünmem gerekecek.'' İlk anda kabul edip üzerine atlamadığım için kendimi tebrik ettim. Bu libido seviyesiyle başa çıkmak epey güç harcatıyordu. Ufak ama keyifli bir kahkaha attı. Gülüşü bulaşıcı olmuştu, kendimi kıkırdamaktan alamadım.

''Sen bile bunu söylerken bir geceyle sınırlı kalacağına inanmıyordun,'' Parmak uçları omuzlarımdan bileklerime inerken dokunuşu öyle hafifti ki ufak bir sıtma bedenimden geldi geçti. ''Tenim senin gibi koksun isterim. Sen de ister misin, güzel Alessia?'' Fısıldarken dudakları kulağımın hemen altına değiyordu. Bu defa hiç beklemeden başımı onaylar anlamda salladım. İrade buraya kadardı.

Elini, başımı yatırmam için havaya kaldırdı. Böylelikle boynum dudaklarının önünde tamamen onu bekleyen bir sofra gibi açıkta kalmıştı. Dışarıdan, bir vampir tarafından ısırılmayı bekliyor gibi göründüğüme bahse girerdim.

Dudakları kulağımın arkasından köprücük kemiğime, oradan omuzuma doğru öpücükten bir yol izledi. Tenime her dokunuşunda dudaklarının arasından tadıma bakan dilinin sıcaklığı ve ıslaklığı bu dünyadan olmayan bir uyuşturucuyu kanıma karıştırıyordu sanki.

Omuzuma kadar indiğinde bu defa aynı yolu gerisingeriye diliyle çizdi. Utanmasam hırlayabilirdim. Vahşi bir hayvan gibi. Biraz sonra birbirine bastırdığım dudaklarımın ardından küçük bir mırıldama kaçtığında bunun onu da delirttiğini fark ettim. Sırtıma kadar vuran kalp atışları kendini ele veriyordu.

En fevri şekilde beni belimden tutarak kendisine çevirdi. Turuncu saçlarının diplerine tırnaklarımı geçirmek, o kıvrımlı saç tellerini parmaklarıma dolayıp çekiştirmek istiyordum. İşin kötüsü bu, istediklerim arasında en masum olanıydı.

Gözlerinden hoyrat bir kıvılcım geçti. Bu bakışı önceki görüntülerden hatırlıyordum. Yüzünü yüzüme yaklaştırmaya başladığında gözlerimi kapatmaya hazırdım. Beklediğimin aksine ılık nefesini dudaklarıma üfledikten sonra artık karşımda durmuyordu. Yok olmuş, sanki havaya karışmıştı. Hiç var olmamış gibi...

Panikle kendi etrafımda döndüm. ''Müphem?'' Tüm odayı çatık kaşlarla taradım fakat artık burada olmadığı kesindi. Az kalsın yaşananların hepsinin hayal ürünüm olduğundan şüphe edecektim ki ufak bir esinti ensemi okşadı. Şaşırtıcı bir bilinçle yeniden arkamda olduğunu biliyordum.

Dudağının bir köşesi şehvetle kıvrılmış, kirpiklerinin altından yönelttiği bakışlar talepkardı. Ona yaklaşırken ellerinde tuttuğu iki muma baktım. Yüzüne düşen gölgelerin hareketi her nasılsa onu daha ilahi gösteriyordu.

''Ne yapacaksın bunlarla?'' Parmaklarımı, pürüzsüz çenesine gitmesinler diye arkamda birbirine kenetlemem gerekmişti.

''Lütfen ellerini kaldır, güzel Alessia.'' Rica ediyor olmasının aksine sesi olduğundan daha karanlık, daha hilekar çıkmıştı. Önce ne yaptığını çözebilme umuduyla biraz yüzüne baktım. Ah yüceler! Ona ne kadar çok bakarsam onu az öncekinden daha çok istiyordum. ''İstemiyor musun?'' dedi. Daha çok ''korkuyor musun?'' der gibi sormuştu.

Dediğini yaparak ellerimi kaldırdım.

Erimiş mumun temine damlamasıyla tısladım. Acıdan dahi zevk duyuyor olmam durumun mahiyetini çok ileri taşıyordu. Topal şeytan! Mumları devrilmeye en müsait şekilde avucuma dikmeye başladı. En ufak hareketimde odayı ateş içinde bırakabilirdim.

''Ne yapıyo-''

''Şşşt'' Parmağını dudağıma bastırdıktan sonra dilime dokundu. Parmağını ısırmamak için tüm irademi kullanmam gerekmişti. ''Sen hiç tehlikeden kaçacak biri değilsin ya hani...'' Kendi silahımla vurulmak tedbirli kişiliğimin sesini kesiyordu.

Odanın ortasında etten bir şamdan gibi dikiliyordum. ''Ne yaparsam yapayım hareketsiz kalmak zorundasın, güzel Alessia.'' Evet, evet yoksa yanarız. Parmakları dudağımdan belime oradan da atletimin içine doğru yol izledi. Sarsılmış olmalıyım ki alevler titriyordu.

Eli tenimin tadını çıkararak aheste dokunuşlarla yukarı tırmandı. Bu sırada bakışlarımız bir saniye olsun gözlerimizden başka yöne dönmemişti. Sanki göz kapaklarımın zevkten titreşip kapandığını görmeyi bekler gibi bakıyordu. İçimde ki şeytanın tek kişilik koltuğunda zıplayıp sapkın kahkahalar attığını duydum. Dur biraz. Bunu yapan şimdiye kadar bastırılmış libidomda olabilirdi. İri elinin parmakları göğsümün altında ileri geri hareket ediyor, her an yuvarlaklığını kıskıvrak avucuna alıp sıkacak gibi beklentide bırakıyordu.

Mumları bırakıvermeye o kadar hazırdım ki...Tenine dokunmak istiyordum. Hatta şu an için bu en büyük rüyamdı.

''Ne yapıyorsun?'' dedim tekrar. Bu defa lafımı kesmedi.

''Dudaklarımı gezdirebileceğim yerler keşfediyorum.'' Muzip ama şaka olmadığı belli bir tonda söylemişti bunu. Göğsümün ucunu baş ve işaret parmağı arasında naifçe yuvarlamaya başladığında dizlerim titriyordu. Burnumdan nefes alıp vermeyi bırakmıştım. Boştaki eliyle atletimin askısını indirdi. Askının yerini hemen dudakları doldurdu. Ve bir saniye sonra her nasılsa atlet bir anda paramparça olup toz bezi gibi yeri boyladı. İçimden alaylı bir tüh geçti. Bir süreliğine çıplaklığımı neyle örteceğimi düşünmeyecektim. Göğüs ucumu biraz daha sert sıkıştırdığı aynı anda avucuma mum damladı. Dudaklarımdan koskoca bir 'Ah' çıkmasına mani olamamıştım.

Kıkırdadığını duydum. Bundan haz almıştı.

Ahşap ayaklı puf koltuğu önüme çekip oturduğunda kafası tam olarak iki göğsümün arasında kalıyordu. Hiç zaman kaybetmeden göbeğimden başlayıp göğüslerimin arasına kadar öpücük sıraladı. Dudakları ve dişleri olmasını istediğim yere o kadar yakındı ki... ''Zorlanıyor musun?'' dudaklarını tenimden çekmeden konuşmuştu. Başımı olumsuz anlamda salladım. Şu an için sesimi kullanabileceğimden tam olarak emin değildim. Elleri eteğimin altından kalçamla bacağımın birleştiği yeri kavradı. Parmakları okşar gibi hareketliydi.

Malum bölgede atan nabzı durdurmak için bacaklarımı birbirine sıkı sıkı bastırmak istedim. Tabii bunu durdurmak için başka bir çözümde bulunurdu.

Nihayet göğüs ucumu dudaklarının arasına aldı. Bu ansızın boşluğa basmak kadar uçurucu bir histi. Nazikçe öpüyor ardından aç bir bebek gibi emiyordu. Topal şeytan! Ağzımdan çıkan anlamsız seslere hakim olmam imkan dahilinde değildi. Tıpkı artık hareketsiz kalamıyor oluşum gibi.

Öyle ki mumlardan biri az kalsın devriliyordu. Müphem mumu yanan yerinden tutarken ateş tenini hiç etkilemiyor gibi yerine yerleştirip elini eski yerine koydu. ''Bir daha olmasın, güzel Alessia. Görüyorsun ya...Az kalsın yanıyorduk.'' Yine şehvetli sesi keyifle çıkıyordu.

Zaten yanıyorduk. Kırbaçlanmayı dahi arzulayabilecek bir yanım onun bu tavrına karşı çıkan feminist kişiliğimi susturuyordu.

''Sana dokunmak için küçük bir bedel olurdu.'' dedim. Bakışları olabilirmiş gibi daha da karanlık bir tona büründü. Mumları üflerken gözlerini gözlerimden bir an olsun çekmemişti. Uçsuz bucaksız iki mavi çukur. Sıcak bakışlarına rağmen buz gibi...

Zifiri karanlıkta onun tarafından kucaklandım. Yüksek ihtimalle yatağa yürüyorduk ve bu esnada meme ucum dişlerinin arasındaydı. Nihayet parmaklarımı turuncularına daldırdığımda nahoş bir sarhoşlukta savruluyordum.


***

Görüntü zihnimi terk etti. Tüm hakimiyetin elimde olduğu bedenime dönmüştüm. Dudakları tenimden ayrılmış olsa da varlığıyla aramda santimler vardı. Bu yakınlığı göz önünde bulundurulduğunda hakimiyetin elimde olmasıyla ilgili söylediklerimi yeniden düşünmem gerekiyordu. Sesini düzeltirken kendini tamamen geri çekti. Yüzlerimizde her görüntüden sonra oluşan o aptal şaşkınlık asılıydı.

Kalbim, her ucu ellerden oluşan bir kırbacı duvarlarına vuruyordu sanki. Sesinin dışarıdan duyulup duyulmadığını merak ettim. Birbirimiz yüzüne pürdikkat bakarken onunda az önce önümüze serilen yepyeni uygunsuz görüntülerin üstesinden gelmeye çalıştığını biliyordum. Bu halimizi düşünce kocaman bir kahkaha boğazımda takılı kaldı. Ona komik gelmeyeceğini biliyordum bu yüzden kıkırdamamak için dudaklarımı birbirine bastırdım.

Hızla ayağa kalktı. Birkaç defa sağa sola yürürken ellerini arkada birleştirmiş bakışları yerdeydi. Tüm bunları yaparken onu izledim. Bir an sonra aniden durup yeniden yüzüme baktı. Biraz mahcup fazlasıyla da düşünceliydi. ''Affedersin Alessia. Hala bunun sebebini bulamadım ve benim bunu yapmamam gerekiyordu. Etkileyici sahneler olduğunu kabul ediyorum ama özel alanına-''

''Kesinlikle etkileyici,'' dedim bir an boş bulunarak. Kaşları çatıldıktan hemen sonra havalandı.

''Ne dedin?''

Açık ettiğim fikrimin arkasında durma cesaretini göstererek tekrarladım. ''Kesinlikle etkileyici.'' İri gözlerle başını sallamaya başladı. Bir şeyleri doğru anladığından emin olamıyordum. Yüzünde rahatladığını ve duyduklarından hoşnut olduğunu belli eden bir gülümseme belirene kadar bundan şüphe duydum. Nedense bu görüntünü karşısında göğsümde beliren o hisse karşı bir tanıdıklık seziyordum. Varlığı kafa karıştırıcı ve bir o kadarda yatıştırıcıydı. Bu bana eli silahlı yabancılardan daha tehlikeli geliyordu. O anda kapının dışından gelen seslerle irkildik.

''Şey...'' kapıyı gösteren parmağına baktım.

''Evet, evet tabii. Ne olduğuna bir bakalım.'' Koridora çıktığımız ilk saniyeden beri şeylerin ters gittiğini biliyordum. Bir karmaşanın ortasına düşmeye kendimi hazırladığımı düşünsem de bu hiçbir seferinde beklediğim gibi sonuçlanmıyordu.

Nanta'nın meydanına yaklaştıkça sesler kulağa daha öfkeli gelmeye başladı. Müphem kapıdan çıktığımız andan itibaren lider kişiliğine bürünmüş, adımlarını daha sağlam atar olmuştu. Başka biri olmuştu. Yanımda başkalaşıyor olması iyi miydi ? kötü müydü? Belki her ikisi de.

Tüm ruhların bir arada olduğunu ilk defa görüyordum. Çok fazlaydılar. Fazla ve sarsılmış. Kimi bir köşede tesellisiz ağlıyor, kimi bir diğerine sinirini kusuyordu. Kimi de...onları biraz solgun gördüm. Bir ruh için bile fazla solgun. Karşımızda duran manzara tamamen kakafoniden ibaretti.

Müphem kemerinde asılı duran keselerin birinden çıkardığı tozu havaya fırlattı. Toz bir süre yer çekimine karşı gelip havada asılı kaldıktan sonra her zerresi kulakları sağır eden bir şiddetle patlamaya başladı. Ellerimle kulaklarımı kapattım.  Görevini yerine getiren toz taneleri yere inerken bana havai fişek gösterilerini anımsatıyordu. Bunun dikkatleri üzerimize çekmek ve sessizliği sağlamak için olduğunu biliyordum. Nitekim öyle de olmuştu.

Onlarca göz -yine- dinmemiş öfkeyle bize bakıyordu.

Müphem onlara bir adım daha yaklaştı. ''Sorun ne?'' Az önce bir aslan gibi kükremelerine şahit olduğum ruhlardan çıt çıkmıyordu. Durum ne kadar ciddiydi? Doğru soracak olursak...Durum neydi? Aralarından gözümün oldukça ısırdığı bir kız çıkıp haşin adımlarla bize doğru gelmeye başladı. Her adımı korkudan tamamen uzak ve saldırganlık yayıyordu. Asabiyetin kişilere ruh bedeni içinde bir promosyon olarak verilip verilmediğini düşündüm. Daha önce Ophelia hariç gerçekten keyifli olanını görmemiştim.

Biraz sonra kızı tanıdım. Onu daha önce Ophelia'nın yanında görmüş ve birbirlerine arkadaşların yapacağı türden gülücükler attıklarına şahit olmuştum. Siyahi tenine ek olarak başka birçok açıdan Ophelia'ya benziyordu. Sadece ona göre daha ince dudakları, kemikli suratı ve ona çekicilik katan badem gözlere sahipti. Yamuk burnu sevimli görünümünü hiç bozmuyordu.

Bir anda tokadı yanağıma indi. İşte bu tüm sevimliliğini bozmuştu. Canımın acısını unutup şaşkınlıkla yüzüne baktım. Müphem ikimizin arasına girmiş, onu olduğu noktadan geriye yani benden uzağa itiyordu. İçime tokadın intikamını alma arzusu çöktü. Nasılda arzuladığı an bana bu şekilde vurabileceğini düşünmüştü?

Hala Müphem'in kolları arasında debelenip üzerime gelmeye çalışıyordu. ''Seni uğursuz iblis!'' İşaret parmağını gördüğü en çirkin şeyi gösterir gibi yüzüme doğrulttu. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Sabrın beni bulması için daha doğru bir an düşünemiyordum. Yüzünü yere çarpma arzuma yenilmeme ramak kalmıştı. ''En baştan beri senin gibi bir süprüntünün buradaki varlığının başımıza iş açacağını biliyordum. Geldiğin dakika seni ateşe vermeliydik.'' Kelimeler yüzme az önceki tokattan daha sert yapışmıştı. Üzerine yürümeye yeltendiğimi göğsümdeki el beni durdurunca anladım. Müphem bana bakıp gözlerini uzunca kırptı. ''Ben halledeceğim'' demeye çalışıyordu.

''Zara.'' Dişlerinin arasından söylediği bu isim sus uyarısı taşıyordu. Zara geri çekilip üzerini düzeltti. ''Onunla böyle konuşma.'' Kız ağzını açacak gibi olunca Müphem bu defa ''Devamını getirme.'' diyerek nokta koydu. Zara burnundan soluyordu.

''Şimdi biri ne olduğunu açıklasın lütfen.''

Yüzlerine bakınca, gürleyen kişi Zara olsa da bunu hepsinin adına yaptığını anladım. Kalabalığın içinden bir erkek sesi yükselti. ''Kime ait olduğu belirsiz bu kıza olan takıntın yüzünden Hanzeb'in adamları burayı bastı.'' Öncesinde beni hırsızlıkla suçlayan bu adamı tanımıştım. ''Ben kimseye ait değilim,'' dedim tıslayarak. Yine de benim yüzümden başlarına geleni deli gibi merak etmekten kendimi alamıyordum. Bu vicdanıma ne kadar yük olacaktı?

''O zaman burası olmayan bir yerde kendine bir sahip edinse-''

''O sesini kes veya benim kesmemi bekle.'' Müphem'in tavrı az öncekinden çok daha farklıydı. Öyle ki yüzündeki ifadeyi gördüğünüzde susmanız gerektiğini bilirdiniz. ''Derhal olanı biteni anlatın.''

Kalabalık ortadan ikiye bölünmeden önce gözlerim Asher'ınkiler ile bir saniyeliğine kesişti. Onun bakmaya devam ettiğini hissediyordum. Nefretle ve elinde kalan çöpü nereye atacağını düşünür gibi. Önümüzde açılan boşluğun sonunda, herkesin ortasında yerdeki o şeyi gördüm. En başta zihnim onun ne olduğuna anlam veremedi. Birkaç kaç adım daha yaklaşınca kusacak gibi oldum. Ellerim buz kesmişti. Görünen o ki yerde duran şeyin sahibi bunu bir daha deneyim edemeyecekti.

Yerde, bilekten itibaren koparılmış kanlı bir kadın eli duruyordu.

Safra boğazımdan yükselirken Müphem'e baktım. An itibariyle onunda diğer herkes gibi rengi solmuştu. Gözlerini et parçasından ayırmaya başaramadığına ve kendini bu olandan en az benim kadar sorumlu tuttuğuna yemin edebilirdim. Asher tam karşımıza dikildi. Kopan parçanın etrafında adli bir üçgen oluşturmuştuk. Yine bana bakarak Müphem'le konuşuyordu. ''Eğer beni dinlemiş olsaydın şimdi Ophelia aramızda, eli bileğinde olurdu.''

***

Kendimi bırakırsam gözlerimden yaş yerine ateş fışkıracaktı. İçime dolan intikam arzusundan yas tutmak şöyle dursun kelimeleri bir araya getiremez olmuştum. Birilerini delip geçmek için kapıları zorlayan büyümü her seferinde geriye ittim. Açıkçası itmek yapmayı çok istediğim bir şey değildi. Onun narin bileğine kesici darbeyi indiren elleri kollarından itibaren sökmeyi pekala da kendime görev bilebilirdim.

''Beni onlara ver, karşılığında Ophelia'yı iste,'' dedim kararlılıkla. Beni odama getirmiş ve yatağımda öylece uzanıp kalmıştı. Mavi gözlerini diktiği tavana baktım.

''Bu söz konusu bile değil, Alessia.'' Ardından aldığı derin nefes göğsünü şişirdi. Sözleri kaşlarımı çatarak ona tepeden bakmama sebep oldu.

''Gittiğim takdirde beni kullanamayacağın için üzülüyorsan eminim yerime geçecek başka bir yaşam kanını eninde sonunda bulursun. Aslında bakarsan bunu senden beklemem büyük hata. Belki de bir yerde oturup beni bulmalarını beklesem bu daha hızlı bir çözüm olur.''

''Bunu ancak ölümü garantilemek isteyen biri yapar. Özellikle de bu kişi sensen. Ayrıca,'' dedi, dirsekleri üzerine kalkarken. Yüzünde kırgın bir ifade belirmişti. ''Seni kullanmak mı? İstediğim bu mu sanıyorsun? Onlara teslim olsan bile Ophelia'yı geri vereceklerinin garantisi yok. Yüzlercesi o küreden geri çıkmadı.'' Hava da asılı olan o karanlık bulut topundan bahsettiğini anlamıştım. ''İstediğin ne?'' diye sormak istiyordum. Cevabının kalbimin ritmini değiştirecek bir şeyler olmasını ne kadar arzulasam da bu, şu an için kulağa çok bencilce geliyordu.

''Yani öncesinde de kaçırılanlar olduğunu mu söylüyorsun?''

''Evet. Fakat Hanzeb genelde ruhları yaşayanların evrenlerinden çalar. Öncesinde her birine kendi çıkarlarına hizmet edecek bir teklifte bulunur, eğer kabul edersen yaşamana izin verir.''

''Diyelim ki kabul etmedi?'' Yüzümden bile okunan bir merakla sormuştum.

''O zaman ruhlarını zamansızca bedenlerinden söküp, damak tadına hitap edecek şekilde süsler ve onlarla beslenir.'' Kelimeler ağzından bir kerede, sanki bu olanları canlı canlı izlemiş gibi çıkmıştı. Anladığımdan emin olamayarak yanına oturdum. Hala dirsekleri üzerinde duruyordu.

''Anladığımı sanmıyorum.''

''Onları yiyor, Alessia. O bir ruh yiyen.'' Bir anda odanın daha da karardığını düşündüm. Elim ağzıma kapanmıştı. Böylesine çirkin bir durum gözümde bile canlanmıyordu. Ruh yiyen ve cehennemin kralı. Şimdi midem az öncekinden daha çok bulanıyordu.

''O bir Şeytan.'' diye fısıldadım.

''Ve maalesef bu mecaz değil, güzel Alessia.'' Gözlerini sıkı sıkı kapattıktan sonra oturur pozisyona gelerek yüzüme baktı. ''O defterden başka seçeneğimiz yok. Eğer şanslıysak defteri bulduğumuzda Ophelia hayatta olur. Ambriose'nin günlüğü, arafın ve Hanzeb'in zamansız alacağı tüm canların tek kurtuluşu.''

''Onu bulmak bu kadar zahmetliyse neden benden önce onu hiç aramadınız?'' Eldivenli eliyle önüme düşen bir tutamı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Gözlerimi kapatıp bunun tadını çıkarmamak için kendime engel olmam gerekmişti. Parmak yanağımdan çeneme süzüldü. Gözlerimin içine bakarken dokunuşu altında nasıl eridiğimi de görüyor muydu?

''Bir yaşam kanı olmadan onu bulsak bile yeniden saklamamız gerekecekti. Bu durumda Hanzeb onun peşine düşer ve yüksek ihtimalle de bizden alırdı. Eminim şu an gizlendiği yerde bizim onu saklayacağımız yerden daha güvendedir.''

Çok mantıklıydı. Hatta belki onların bulduğu ipuçlarıyla günlüğe onlardan bile önce ulaşabilirdi. Az önce de söylediğim gibi... Nihayetinde o bir şeytandı. ''Peki bahsettiğiniz o kişi...Merga. O defterin yerini biliyor mu?''

''İyi tahminleri olduğuna eminim,'' Beni baştan aşağı belli bir şüpheyle süzdü. ''Ne o, defterin peşine tek başına mı düşeceksin?''

Ona sorunun hoşuma gitmediğini belli eden bir bakış attım. Bu cevap vermeyeceğim bir soruydu. ''Ophelia için hiçbir şey yapmayacak mıyız?'' Huzurlu bir nefes almamı sağlayacak planı olmasını diledim.

Fakat o bunun yerine ''Bu diğer bütün ruhları tehlikeye atar,'' dedi.

Burnumdan güldüm. ''Onu apaçık karşına almaktan korkuyorsun.''

''Seni yanımda tutarak onu karşıma almış oluyorum zaten.'' Sesi bir şeyleri anlamamı bekler gibiydi. Ben de aynı şeyi ondan bekliyordum. Ophelia'yı ''şansımız varsa'' diyerek kaderine terk edemezdik.

''Öyleyse zaten tüm ruhları tehlikeye atmıyor musun?''

İki eliyle yüzümü kavrayıp bizi biraz daha yaklaştırdı. ''Alessia, anlamıyor musun? O günlüğü alıp kullanmazsak sadece ruhların değil, gözünün görüp görmediği herkes ve her şey tehlikeye girer. Cehennemle yetinmeyecek biliyorum. Biliyorum çünkü daha önce arafla yetinmedi. Anlasana...seni verirsem Ophelia gibi bir sürü ruhu kurban etmiş olurum.''

Başımı eğip dudakları tenime değmeyecek şekilde saç diplerimden öptü. ''Ayrıca kendime saklamak istediğim nedenlerden ötürü de seni vermeyeceğim.'' Bu söylediğini açıklaması için ona zorlayacaktım ki başını sallayarak beni susturdu.

Kapıdan çıkmadan önce varlığımdan emin olmak isteyen son bir bakış atıp gözden kayboldu.

***

Odanın içinde ileri-geri yürümekten başım dönmüştü. Bu şekilde biriken ve her saniye beni başkalaştıran öfkemi biraz olsun yatıştırıp düşünebiliyordum.

Kopuk eli görmemle birlikte bir şeylerden korkabilen o Alessia bir anda tuzla buz olmuştu sanki. Geri döneceklerini biliyordum. Anlaşılan Dustin hiç beklemeden yerimizi yetiştirmişti. Mayası bozuk herif. Dönecekler ve öncekinden daha kararlı olacaklardı. Bu daha fazla kişinin canının yanması demekti. Hazır bekleyen gücümü yokladım. Belki onlar ve Nanta ruhları arasında büyümle bariyer olabilirdim.

Fakat Ophelia...Neşe ve şefkat dolu Ophelia. İşte onun için bir şeyler yapmak zorundaydım. Bir arkadaşımın cesedinin daha sorumluluğunu alamazdım. Ardımda bırakmazdım. Ayrıca içimdeki büyünün sınırlarını bilemezken hiç bilmediğim bir gücün karşısında ruhların bariyeri olmam demek kaçınılmaz ölümdü. Ve anladığım kadarıyla benim ölümüm birçok felaketi beraberinde getirecekti.

Müphem, yeniden büyü yapana kadar yerimi bulamayacaklarını söylemişti. Öyleyse bu dikkatleri Nanta'dan uzak bir yere çekmek için en hızlı seçenek olabilirdi.

Ama önce buradan çıkmalıydım.

***

-MÜPHEM-

Odasına girdiğimde bilmiş tavrıyla kollarını kavuşturmuş, ayağına yere vuran Asher'ı buldum. Bu görüntüyü kapıdan girmeden evvel bile tahmin edebilirdim. Beni kıvrandırmak adına özenle seçilmiş cümleleri sıralamak için her birinin üstünden defalarca geçtiğine ve buna, yeterince acı verici olduklarına kanaat getirene kadar devam ettiğine cebimdeki tüm Pam üzerine bahse girerdim.

Karşısına dikildim. Eminim kötülüklerini kusmak için hazırlanıyordu. Bense ağzının ortasına bir tane geçirmek için bana neden vermesini diliyordum. Sanki öyle daha saygıdeğer biri olabilirmiş gibi çenesini kaldırdı.

''Onu vereceğiz.'' En başından beri istediği şeydi bu. Bunu her fark ettiğimde ona sağladığım liderlik konumunu ayaklarının altından çekmek için ellerim kaşınıyordu. Lakin söz cini kullanmıştık. Adi herif Nanta'ya gelmemizden bile önce, beni buna mecbur bırakmıştı.

''Böyle bir şey olmayacak. Hem onu versek bile durmayacaklar, Dustin yerimizi ispiyonlamış.''

Duruşunda şaşırdığını belli eden bir hareketlenme oldu. ''Dustin mi? O bunu nereden bilebilir?'' Sorarken gerçekten düşünür gibi gözleri yere düştü. Yüce konsey! Casusun o çıkmasını ne de çok isterdim. Böylece eldivenimi çıkarıp boğazına yapışmak için okkalı bir nedenim olurdu.

Tepkisi iyice gözlemlemek için tam karşısına dikildim. ''Nanta içinde kullandığı birileri var. Henüz kim olduğunu bilmiyorum fakat bulması çok zor olmayacaktır.'' Hak verir şekilde başını salladı.

Beden dilini susturmayı iyi bilen tiplerden biri olmasından nefret ediyordum. Kişileri bu şekilde okumak her zaman avantajım olmuşken böyleleri canımı sıkıyordu. Yine de konunun Alessia dışında bir yere çekilmesiyle rahat bir nefes aldım.

Derken, yaklaşıp parmağını yüzüme doğrulttu. Sanırım parmağının müsait bir yerine yakışacağını düşünüyordu. Ah, ona bunun garantisini verirdim. ''Bir hiç uğruna hepimizi tehlikeye atıyorsun. O iblisten ne gibi bir çıkarın var bilmiyorum ama son defa söylüyorum, ondan kurtul.''

''Alessia.''diye düzelttim dişlerimin arasından. İsminin dilimde bıraktığı mayhoş tadı seviyordum. İçimde gerçeğin farkında olan bir ses ''Birazda kalbinde bıraktığı tattan bahset,'' dedi. Bunu yalanlayacak yüzümün olmasını dilerdim.

''Çıkar söz konusu değil. Sadece ona da diğerlerine verdiğim şansı veriyorum. Yaşam şansı.'' Dağılmasını istediğim yüzüne gerçekleri söylemek hem çok kolay hem de dev bir aptallık olurdu.

''Ama o diğer ruhlar gibi sıradan değil.'' Sesindeki aşağılar tonu çevirip yerine yerleştirmek istedim. Bunu en çok ona kirli gözleriyle baktığında istiyordum. Asher'ı tanıyan biri bakışlarıyla onu soyduğunu anlamakta zorluk çekmezdi. Zorluk çekmeyeceğim başka şeyler de vardı elbet. Örneğin iki parmağımı göz çukurlarına gömmek, saniyelerimi bile almazdı. Sanki bu şekilde ona zarar verebilirmiş gibi bakışlarını Alessia'nın naif bedeninden silmek için kendi gözlerimi kullanıyor ve daha fazla sarhoş oluyordum.

Onun sıradan olmadığı fark etmiş olması da cabasıydı. Muhtemelen en az kendisi kadar iğrenç birine dönüşeceğini düşünüyordu. İğrenç onun için hafif bir tanımdı. İlk karşılaştığımızda kardeşlerin büyüsüne uyum sağlamayan sözde kusurluların cesetlerini -yani onlardan geriye ne kaldıysa- yakarken yüzüne yansıyan tatmin duygusu onu iğrenç olmanın ötesinde bir yere taşıyordu. Fakat o an için bunu düşünemeyecek kadar ruh kurtarmanın peşindeydim.

''Sen de değildin!'' Asher sustu. Bu şu an için ihtiyacım olan birkaç şeyden sadece bir tanesiydi. Artı olarak, deftere ve Alessia'ya ihtiyacım vardı. Ruhları saklayacak yeni bir yere ve Alessia'ya ihtiyacım vardı. Ophelia'yı kurtaracak akıl almaz bir plana ve Alessia'ya ihtiyacım vardı. Eski arafı geri döndürecek o şansı bize vermesine ve kokusuna...

Tamam. Boku yemiştim.

***

-ALESSİA-

Tabloya ulaşmak için arşınladığımız yol artık ezberimde olduğundan gitmek zor değildi. Zor olan bunu kimseye görünmeden yapmaktı. Ki, böyle hazırlıklı giyinmiş olmak işimi hiç mi hiç kolaylaştırmıyordu. Böyle vaziyetin...

Yakalanmadan tabloya ulaşmak dışında bir diğer temennim tablonun çalışıyor olmasıydı. Aksi durumda gerisin geriye odama dönüp yorganın altında ağlamaktan başka şansım kalmıyordu. Herkes yas ilan edip odasına çekildiğinden Nanta koridorlarında nihayet kimsecikler kalmamıştı. Onlar için üzülüyor da olsam bu, şu an için işime geliyordu.

Bir anda omuzuma konan elle irkildim. Zınk diye durmuş, çığlık atmamak için elimi dudaklarıma kapatmıştım. Arkamı dönüp onu görünce nefesimi tuttum.

Beni baştan aşağı süzüp başını yana eğdi. ''Kaçıyorsun.''

Panikle işaret parmağımı dudaklarıma götürdüm. ''Lütfen sesini çıkarma. Yemin ederim herkesin iyiliği için, Ophelia için.''

Gözlerini sonuna kadar açıp dişlerini görebileceğim kadar sırıttı. ''Sesimi çıkarmayacağım. Çünkü sen gitmezsen onlar bir yolunu bulup seni teslim edecek. Ve bu hiç parlak bir fikir değil ,Koca süpürge.'' İrkildim.

Kalbim telaşla atsa da geride bıraktığım turuncu saçların adını fısıldıyordu. Temasımızın zihnimize sunduğu uygunsuz görüntüler, Kokusu ve gözleri. Hepsi giriştiğim kaçma planından vazgeçip odama dönmek için caydırıcı sebeplerdi. Buradan gitmenin ondan ayrı kalmakla aynı anlama geldiğini hatırlamak midemin burkulmasına sebep oldu. ''Müphem...ona sözümü tutmanın bir yolunu bulacağımı söyle.''

Düşünür gibi parmağını çenesine vurdu. Aynı anda gözlerini tavana dikmişti. ''Belki söylerim. Kaçman sözü zedeleyecek. Yumurtadan uzak dur.''

''Hangi yumurta? Ne yumurtası?'' Zamanım tükeniyormuş gibi hissederek etrafıma bakındım. Elimi alıp avucuma bir kese bıraktı. ''Ne bu?'' dedim bana soru sordurmasından bıkarak.

''Tablo bu toz olmadan çalışmaz seni sivri zeka. Seni nereye düşürür bilmem, Onu Müphem'in zulasından ödünç adım.'' Övünür gibi pembe saçlarını havalandırdı.

''Yani çaldın?'

''Ben öyle demezdim. Sana yardım eden birine iftira mı atıyorsun?'' Sırıtarak birbirimize baktıktan sonra arkasını dönüp uzaklaşmasını izledim. Fakat bir an sonra ani bir aydınlanma yaşadım.

''Dur biraz. Sen tabloyu nereden biliyorsun?''

Sadece kafasını döndürüp omuzunun üzerinden yüzüme baktı. ''Hangi tabloyu?''


Keseyi açtığımda içinde toz olduğunu görmüştüm. Şimdi tablonun karşısında dururken bunu nasıl kullanacağımı hiç düşünmediğimi fark ettim. Murphy gitmeden önce bunu sormak aklıma bile gelmemişti. Sanki cevap verecekmiş gibi...

Müphem'in tablonun etrafında elini gezdirişini hatırladım. Etrafı kolaçan ettikten sonra hareketi tekrarlamak için parmaklarımı keseye daldırdım ve tablonun çerçevesinde gezdirmeye başladım. Resimde ani bir dalgalanma yakaladığımda başarmanın verdiği heyecanla hemen elimi içine daldırdım. Parmaklarım, hala bana korkunç gelen bir görüntüyü ortaya çıkararak tabloda kayboldu. İşte olmuştu.

İllüzyon ortasında gibi hissettiren portaldan bir ağacın dalına düştüm. Üstelik ıslak çamaşır gibi asılı kalmıştım. Aşağı baktığımda epeyce yüksekte olduğumu fark ettim. Kendimi bırakmam durumunda bedenimin toprağa çarpmasıyla çıkacak sesi düşündüm. En iyi ihtimalle sakat kalırdım. Ne de iyi ihtimal ama. Herkes bir yerden düşmeden önce ölme olasılığını hesaplardı.

Büyüm varlığını hatırlatan bir yükselişte bulundu. Doğanın kalbiydim ya hani...Ağaçtan düşüp ölmek fazla ironik olurdu.

Avucumun içindeki dala büyümle uzanmaya çalıştım. Cevap aldığımı hissedince keyifle kıkırdadım. Önce küçük filizler belirip bileklerimi sardı, ardından iri dallar bedenime dolandı. Onları birer uzuv gibi kontrol edip asansör mantığıyla beni aşağı indirmelerini sağlıyordum. Her şey güzel gidiyordu ta ki...bir şekilde dalları birbirine dolayana dek. Buna tecrübesizlik derlerdi. Beceriksizliğimde göz önünde bulundurulduğunda tam da benden beklenecek performanstı.

Aniden büyümü çekince dallar yeniden kaskatı oldu. Yeniden uzandığımdaysa düğümün başını bulamadım. Denenecek başka yol varsa da henüz ben bilmiyordum.

''Dilersen oradan çıkmana yardım edebilirim.'' Basılmış gibi hissederek bana tamamen yabancı gelen erkek sesinin sahibine baktım. Önce oldukça pahalı görünen kıyafetleri göze çarpıyordu. Yakaları dik ceketinin içine giydiği yeleği düzeltip reverans yaptı. Ormanın ortasında olmamıza rağmen cilalanmış çizmelerinde tek bir leke bile yoktu.

Arkasını dönüp gitmesi halinde yeniden büyümle kurtulmayı deneyecektim. ''Üstesinden gelebilirim, teşekkürler.''

Rica edip gitmesini bekleyerek yüzüne baktım. Bembeyaz teninde siyah saçları göze çarpan bir uyum ortaya çıkarmıştı. Kollarını kendine dolayıp arkasındaki ağaca yaslandı. ''Pekala, eğlenceli olacak.''

Şaşkınlıkla yüzüne baktım. ''Ne yani, ben debelenirken orada öylece duracak mısın?''

Çok rahat olduğunu belli eder gibi yeniden kıpırdandı. ''Niye, bunun üstesinden gelemez misin?'' Olduğum konumdan çok keyif alıyordu. Anlaşılan ilahi güçlerin espri anlayışı ancak küstah insanları başımdan yağdıracak kadar iyiydi. Geçekten çok iyi.

Onun nereden ve ne zaman çıktığını görmemiştim ve şimdi dakikalardır konuşuyor olmamız beni kuşkuya itiyordu. Güvensizliğim beni koruyabilirdi, bu yüzden ona iyice tutundum.

Bana yaklaşmaya başladığında aynı anda ceplerini karıştırıyordu. ''Peki peki...Fakat bir bedeli olacak.'' Elinde tuttuğu minicik çakıyla tek hamlede kuru dalları ikiye böldü. Harika! dallarım parmak kadar bir silahla bile baş edemiyordu.

''Papucumun doğa anası.'' dedi şeytanım.

Beklemenden yapıştırdım ''Sen sus.''

''Bekle biraz....Ne?'' lafımın bitmesini beklemeden yere indirilmiştim bile. Kızgın olduğunu düşündüğüm bir suratla yüzüne baktım. Ardından mor gözlerine. Mor. ''Bedel falan ödeyemem. Belki sana itiraz edecektim. Çözmeseydin beni.''



Çakısını katlayıp cebine geri koydu. ''Sana seçenek sunmamıştım yosun kafa.''

Düşünürken gözlerimi kıstım. ''Yosun kafa?''  Yine o parlak zekamla neyi kaçırıyordum kim bilir...

Gözlerini devirerek çakıyı koyduğu yerden geri çıkardı. Bir anda saçımı tutup bir tutamını keserken ufak bir çığlık attım. ''Ne cürtle-''

Yeşil saç tutamını yüzümün hizasına kaldırdı. Renginden ötürü benim saç tutamım olduğuna inanmak güçtü. İstemsizce ellerim saçlarımı buldu. Bunun ne zaman ne şekilde olduğunu bilmesem de büyümle alakası olduğuna emindim. Sadece nasıl olmuştu da bunca zaman fark etmemiştim?

Tutamı kıvırıp ceketinin ön cebine koydu. Bu hareketini en az karşımdaki varlığı kadar garipsedim. İçimden bir ses topuklarımı kıçıma vura vura kaçmam gerektiğini söylüyordu. Bende eğilip üzerime takılmış kuru yaprak ve tozları silkelemeye başladım. Eh, bizimde kendimize özgü bir takım sorunlarla baş etme yöntemimiz vardı elbet.

İlk kural: Sorun yokmuş gibi davran.

''Hiçbir zaman işe yaramadı,'' dedi şeytanım.

Yokmuş gibi davranarak ''Sadece sus,'' dedim.

Üstümü silkelemeye devam ederken yüzümün ününde bakımlı bir el belirdi. Kafamı kaldırıp sahibine baktım. Tokalaşmak kulağa pek ölümcül gelmiyordu. Tabii bedenimi kurutup, sönmüş bir balon gibi buruşturmayacaksa.

Biraz tereddüt ettikten sonra elini tutum.

''Ben, Agiel. Fakat bana cerbezeli derler.'' Hemen sonra elimin tersini öptü.



Minik yıldıza dokunmak vereceğiniz en faydalı destek olacaktır. Burada olduğunuz için teşekkürler ♥️♥️♥️

Continue Reading

You'll Also Like

11.3K 853 29
Hiçbir yere ait olamamak mümkün mü? İnsan bir yere ait olabilir mi? Aidiyeti hissetmek için ne yapabilirsiniz? Nelerden vazgeçebilirsiniz? Doğaüstü...
127K 9K 14
Tüm diyar, doğudaki savaş yüzünden kaosa sürüklenmiştir. İmparatorluğu ayakta tutmanın ve Wisteria'yı kurtarmanın tek yolu ise Saige Nerth ve Zaiden...
31.9K 3K 18
(+18 içerik bulunur!) Babasının şeytanla anlaşması üzerine hayatı değişen Jeon Jungkook, Gölge avcısı olarak hayatının daha ne kadar batacağını bilem...
7.5M 342K 65
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...