Our Broken Shore |Minsung|

By farukmitat

4.4K 370 402

One Shot Minsung Angst More

Silent Cry
Another Day
Haven
Hellevator
Sorry I Love You
Pacemaker
Wish You Back
Veda Galiba

B(with) Me

362 38 54
By farukmitat

"Çok geç. Sana dönen son tren de durdu. Acele etmeliydim, artık pişman olmak için çok geç. Gökyüzü hala mavi ama neden her şey bulanık? Bulanık görüşümde sadece seni net görebiliyorum."

"Hala bir haber yok mu?"

Chan bıkkınlıkla telefonuna bakıp patronuna döndü. "Yarım saat önce sorduğun gibi yok, hiçbir şey yok. Çocuk yerin dibine girdi sanki."

Genel olarak sessizliğin hakim olduğu toplantı salonunda günlerdir aynı konu dışında hiçbir şey konuşulmadığı için herkesin siniri iyice gerilmişti. Minho dışında.

Önünde Jisung'un en sevdiği kahvenin kokusu burnuna dolarken daha önce onunla kaç kere kahve içmeye gittiklerini düşündü. Bir saniye sonra kafasını hızlıca sallayıp önündeki masanın üzerindeki anahtar izine odaklanmaya çalıştı. Eski alışkanlıkları peşini bırakmıyordu. Hala yaptığı her eylemin sonucunu Jisung'a bağlamamayı öğrenememişti.

"Daha kaç gün daha insanların önüne çıkmamayı düşünüyorsunuz Chan? Bir anda ortadan kaybolmanızın sonucunun ne kadar ağır olduğunu en iyi senin bilmen gerekmiyor mu? Daha grubundaki adamlara bile sahip çıkamıyorsun."

Masada Jisung dışında bütün üyeler vardı ve hepsinin gözleri şaşkınlıkla önce patronlarına sonra Chan'a döndü. Kaç günün birikmişliğini tamamen üzerinde hisseden Chan sinirle yerinden kalkıp alaylı bir şekilde "İnsanlar." Dedi. "Tek derdin bu değil mi? İnsanlar, şirket, para, itibar. Sikmişim hepsini, ben sana tek derdimi söyleyeyim mi? Jisung. Günlerdir çocuktan tek bir haber alamadım. Onun ne kadar hassas biri olduğuna yıllardır şahit oluyorsun, başına gelebilecekleri düşündün mü hiç? Çok sevgili şirketinin pr kampanyaları arasında aklına geldi mi?" Odadaki hiç kimseden çıt çıkmazken Chan bir iki adım yaklaşıp patronuna eğildi. "O çocuğa bir şey olursa seni de içinde bırakarak bu şirketi yakarım beni anladın mı? Burada milleti toplayıp beni azarlayacağına o siktiğim köpeklerine söyle Jisung'u bulsunlar. Çünkü biraz daha bulamazlarsa ortada bir grup kalmayacak."

Karşısındakinin ne söyleyeceğini dinlemeden hızlı adımlarla kapıyı çarparak çıktı. Patronlarının şok ve sinirden yüzü kıpkırmızı olmuştu. Daha önce o da dahil odadaki hiç kimse Chan'ın bu halini görmemişti ve Minho için şaşırtıcı bir manzara değildi. Chan'ın Jisung'a ne kadar değer verdiğini çok iyi biliyordu. Neredeyse bütün grubu onunla beraber kurup buraya kadar beraber getirmişlerdi. Jisung her zaman böyle biri değildi. Grubunu ve işini sevdiği dönemleri de olmuştu. En azından Minho buna inanıyordu.

"Siz hepininz kafayı sıyırmışsınız." Dedi patronları ayaklanırken. "Bunun bedelinin ne kadar ağır olacağını göreceksiniz."

Söylediği şeyler hiç kimsenin umrunda olmazken onun kapıdan çıkışının ardından sessiz geçen 5 dakikanın sonucunda Seungmin "Minho seni de mi aramadı?" dedi.

Minho şaşkınlıkla ona bakıp "Beni neden arasın Seungmin?" diye sordu.

"Onunla en yakın sensin neden aramasın?"

Minho bu cümle karşısında gülmek istese de gülemedi. Onlara parktan ve aralarındaki geçen konuşmadan ya da Jisung'un uyuşturucu kullanmasından bahsetmemişti. Haber vermesi gerektiğini ve bu şekilde Jisung ortada olmayıp ne yaptığı belli değilken onu daha da fazla tehlikeye attığının farkındaydı. Ama yapmıyordu, içinden gelen her neyse ona bunu yapmamak konusunda ikna etmişti. 1 haftadır düzenli olarak işe geliyor, dans pratiği yapıyor, yemek yiyor ve uyuyordu. Sanki hayatında Jisung hiç var olmamış, onu hiç sevmemiş gibi davranmak zor değildi. Ölüydü, kalbinin atmadığını hissediyordu ama zor olmamıştı.

"O sabah Jisung'un montuyla geldin."

Jeongin ifadesiz bir şekilde gözlerini Minho'ya dikti. Normalde araları gayet iyi olsa da son zamanlarda onun da kendisine karşı soğuk olduğunu hissedebiliyordu. "O gün de söyledim Jeongin. Mont benim, Jisung'un değildi."

Jeongin gülüp kafasını salladı. "Gelir kendin anlatırsın diye ben o gün üzerine gitmedim ama 1 hafta oldu Minho. Daha kaç gün daha yalan söylemeyi düşünüyorsun bize. O gün Jisung'un yanından geliyordun. Üzerinde onun montu vardı, bunu gayet iyi biliyorum çünkü o montu aylar önce Jisung'la alışveriş yaparken alması için ben seçmiştim."

Minho gerginlikle yerinde kıpırdanırken yakalanmış olduğu mahcubiyeti hissetmek yerine nasıl bir yalan söyleyeceğini düşünüyordu. Jeongin'in devam etmesini ummuyordu fakat tekrar konuşmaya başlayınca gözlerini ona çevirdi.

"Ayrıca üzerinde onun montu olmasa bile Jisung'un yanından geldiğini yine söylerdim. İki gündür çıkmadığın yatağından pijamalarınla seni kaldırıp getirecek tek kişinin kim olduğunu hepimiz biliyoruz Minho. Amacım senin duygularını herkesin içinde saçıp dökmek değil ama çok da saklanacak bir şey kalmadı zaten. Lütfen bilmemiz gereken bir şey varsa söyle artık. Jisung neredeyse söyle çünkü Chan haklı, o dönene kadar gerçekten ortada grup kalmayacak."

Minho bu konuşmayı grubun en küçüğünden dinlemeyi beklemiyordu. Yaşadığı kültürün aksine yaş ayrımlarından hiçbir zaman hoşlanmamıştı fakat Jeongin'le yine de arasında bir sınır vardı ve o bunu rahatlıkla geçmiş onun duygularından bile bahsedebilme cesaretinde bulunmuştu. Haftalardır kendisini düşürdüğü acınası durumları varsayarsa insanların ona böyle davranmaları normaldi. Herkesin gözünde hastalıklı aptal bir aşıktan fazlası değildi.

"Minho, ben neyin doğru neyin yanlış olduğunu artık bilemiyorum ama bir şey biliyorsan lütfen söyle." Dedi Felix. "Dayanamıyorum artık."

Minho onun kızarmış gözlerine bakıp çok oyalanmadan kafasını çevirdi. Felix için zor bir süreç olduğunu tahmin edebiliyordu. Duygusal biriydi, Jisung için endişeleniyordu. Jisung'u aslında ne kadar çok seven kişi vardı. Keşke biraz olsun o da bunu görmek isteseydi.

Changbin'le göz göze geldiğinde onun da bir şey demesini bekledi. Fakat Changbin tek kelime etmeden ona bakmaya devam ediyordu. Bu konuya karışmayacağını anlamıştı. Bu iyi bir şey miydi yoksa daha mı kötüydü bilemese de bu sefer gözlerini Hyunjin'e çevirdi.

"Hiç bana öyle bakma herkes gerekenleri söyledi zaten, eğer bir şey bilip de saklıyorsan gerçekten öldürürüm seni Minho."

Diğerlerine kıyasla Hyunjin'le olan yakınlığı böyle bir konuşmada bile oluyordu. Changbin'in tam yanında oturmuş kendince sinirli olduğunu düşündüğü yüz ifadesini takmıştı. 5 yaşındaki bir çocuktan farksız görünüyordu. Bir an gözü Changbin'le ikisi arasında gidip geldi. Dışarıdan ne kadar farklı gözüküyor olsalar da gerçekten uyumlu duruyorlardı. Changbin'in sert mizacına karşılık Hyunjin'in her an gülecek gibi olan mimikleri onları dışarıdan izleyen biri için eğlenceliydi.

Yakışıyorlardı. Jisung'la da hiç böyle yakıştıkları bir an olmuş muydu?

Changbin onun kafasından neler geçtiğini anlamış gibi öksürerek sandalyesini Hyunjin'den biraz olsun uzaklaştırdı. Minho'nun kafasını dağıtmasının yolunu böylece engelleyerek arkadaşlarına vermesi gereken bir cevabı olduğunu farketti.

"İşinize yarayacak hiçbir şeyi bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum bilsem neden söylemeyeyim bu zamana kadar."

Söylediği yalana karşılık hepsinin yüz ifadesini incelerken Jeongin bıkkınlıkla önünde bitmiş bardağını ittirdi. Zeki biri olduğu her halinden belliydi ve Minho'nun Jisung hakkında söylediği tek bir şeye inanmıyordu. Seungmin de aynı şekilde sorgulayıcı tavırlarını sürdürürken Minho burada kalmanın bir anlamı olmayacağını farketti.

"Benim biraz işim var sonra haberleşiriz." Diyerek odadan çıktı. Saatine baktığında 1 saat içinde orada olması gerektiğini farkedip adımlarını hızlandırdı. Bugün her şeyin bitiş günüydü. Minho bunu yataktan kalktığı an söylemişti. Fakat ne için söylediğinin daha kendisi bile farkında değildi.

Daha önce defalarca girdiği binadan adımını atarken hastane kokusunun rahatsızlığı karşısında yüzünü buruşturdu. Son kez diye düşünüyordu. Son kez her şeye katlanabilirdi.

Kapıyı tıklattığında sevecen bir sesle "Ben de seni bekliyordum Minho, hoş geldin." Dedi terapisti. Aslında onu neredeyse seviyor bile sayılırdı. Çoğunlukla üzerine gitmez bazen dakikalarca sadece susarlardı. Fakat bugün herhangi birinin samimiyet göstergesinden bile tiksindiği için girdiği odanın onu ne kadar boğduğunu farketti.

Kendi yalanlarının onu boğduğunu anlayamadı.

"Bugün nasıl hissediyorsun?"

Her seansın başlangıç sorusu bu oluyordu. Minho sadece bu kısımda kendisinden bahsediyor geri kalan tüm süreçte Jisung'u anlatıyordu. Bugün böyle bir konuşma yaşanmayacaktı.

"Aslında sizinle konuşmak için gelmedim buraya. Bir daha gelmeyeceğimin haberini vermek istedim."

Terapistinin kaşları kalkarken "Böyle bir kararın nedenini öğrenebilir miyim peki?" dedi.

O kadar istiyorsa elbette öğrenebilirdi. Minho'nun artık herhangi birinden gizlisi saklısı kalmamıştı zaten. "Çünkü artık iyileşmemi gerektirecek bir durum yok. İlaçlarımı attım, günlüğü de yaktım. Bu konumda sizi de bırakmam gerekiyor çünkü bir anlamı olmayacak."

Terapisti onun bütün soğukkanlılığıyla anlattıklarına içten bir şekilde gülümsedi. "Ne geçti Jisung'la aranızda Minho?"

Minho sorusu üzerine kendini yine o sokağın ortasında ayakları üşürken buldu. Ayakkabısının içinde parmaklarını sıkarken "Bugün size Jisung'u anlatmayacağım" dedi. Aslında bugün size hiçbir şeyi anlatmayacağım."

"Jisung'u anlatmayacaksan hiçbir şeyi anlatmazsın zaten. Ondan başka bir şey konuşmadık ki hiç."

Terapistinin en çok bu açık sözlü tavrını seviyordu. Diğer donuk doktorların aksine fikrini açıkça belirtiyordu ve çoğunlukla Minho'ya tokat etkisi gibi çarpsa da buna ihtiyacı olduğu için iyi geliyordu.

Gülümsedi. "Hiçbir şeyim kalmadığı için tedaviyi bırakıyorum."

"Tedavin sen ne kadar kabul etmesen de sadece senin içindi Minho. Jisung'un sende yarattığı etkileri düzeltmek için buraya geliyordun evet. Ama önemli olan sendin. Anladığım kadarıyla onu kaybettiğini düşünüyorsun fakat bu böyle olsa bile sende bıraktığı izler daha geçmedi. Bütün geldiğin zamanlardan çok daha kötü bir şekilde karşımda oturup tedaviyi bıraktığını söylüyorsun. Bu şekilde hayatına devam edebilecek misin gerçekten?"

Minho her geldiğinde yaptığı gibi duvardaki okyanus resminin üzerinde gözlerini gezdirip yutkundu. "Onun bende bıraktığı izleri geçirebilecek herhangi bir ilaç ya da tedavi yok. Onu kaybetmedim çünkü daha onu kazanmanın yanından bile geçemedim bu saatten sonra geçemeyeceğim. Ve bu hikayede ben diye bir şey yok, Jisung var birde Jisung sayesinde yaşadığını hisseden ben varım. O yoksa ben var olurum evet. Ama yaşamam. Yaşamayan bir bedenin de bir doktora ihtiyacı olmaz değil mi?"

"İnanılmaz yanlış düşünüyorsun."

"Belki." Dedi Minho. "Ben hep yanlış düşünürüm, görmem gerekenleri görmem, çabuk umutlanırım büyük dağılırım. Yine dağıldım, ama bu sefer kimsenin toplamasına gerek yok. Çünkü ben hep Jisung için toplandım ve artık Jisung yok."

Terapistinin bir şey söylemesine izin vermeyip ayağa kalktı. "Teşekkür ederim yaptığınız her şey için. En azından denediniz ve benden aylarca dünyamdaki tek önemli şeyi dinlediniz. Ama gördüğünüz gibi" dedi Minho. Kendisini gösterdi ve sanki çok komik bir şeyden bahsedermiş gibi güldü. "Umutsuz bir vakayım. Daha fazla çabalamanın kimseye bir katkısı olmayacak. Kendinize iyi bakın."

**

Gürültü ve kötü kokudan tamamen bunalmış kafasını önündeki bar tezgahına koyup gözlerini kapattı. Nerede sabah nerede akşamı ettiğini bilmediği günlerin verdiği yorgunluk tamamen üzerine çökmüş gibiydi. Başı ağrıyordu, kalbi ağrıyordu, kalan son insanlığı ağlıyordu.

"Hala burada mısın sen?"

Duyduğu tanıdık sesle kafasını kaldırmadan gözünü açıp karşısındaki barmene baktı. Günler önce onun kim olduğunu tanımış buralarda kimseye belli etmeden dolanmasına izin vermişti. Parktaki geceden beri torbacısına gidememişti. Onun bir kez daha kendisine dokunma ihtimalinden o kadar çok tiksinmişti ki 3. Arayışından sonra ismini bile görmek istemediğini farkedip engellemişti.

Minho'dan nasıl sevildiğini dinledikten sonra o kirli seslerin kulağına dolmasına izin vermeyecekti.

"Viski versene bana."

Barmen önündeki boş bardağı doldururken "Saatlerdir saçma sapan şeyler içiyorsun zaten bu son olsun." Dedi.

Jisung alayla gülüp "Beni mi düşünüyorsun sen?"dedi. "Noldu aşık mı oldun?"

Ondan en az on yaş büyük olan barmen kahkaha atıp "Beni o küçük okul formalı hayranlarınla karıştırma ufaklık." Dedi. "Ölüden farkın yok başıma iş açma diye söylüyorum. Komaya girersen seni hastaneye götürecek biri yok burada."

"Eğer komaya girersem hastaneye götüreni siksinler zaten." Dedi Jisung bardağını fondiplerken. Mal bulması lazımdı. Bütün barı da içse kafasındakileri susturamayacağını biliyordu. Etrafına şöyle bir göz gezdirdikten sonra bulunduğu ortam buna oldukça müsait olduğu için alışveriş yapan iki kişiyi farketti. Gözleri üzerinde fazla takılmış olacak ki barmen "Sakın ondan bir şey almak gibi bir hata yapma." Dedi. "Kullandığın hafif oyuncaklara benzemez çıkamazsın buradan."

Jisung omuz silkerek "Umrumda değil." derken ayaklandı. Cebinde kalan son paranın tamamını çıkardıktan sonra yeterli gelmesini umarak adamın yanına doğru ilerledi. Günlerdir yıkanmadığı her halinden belli olan adam başlangıçta itiraz edecek gibi olsa da Jisung'un elindeki yüklü miktar parayı görünce pis bir şekilde sırıtıp bir enjektör ve onun en büyük aşkı olan zehrini verdi. Jisung neredeyse mutluluktan ağlayacak gibiydi. Beynindeki uyuşma katlanırken tuvaletlere doğru hızlı adımlarla yürüdü. Gitmeden önce barmenin onaylamaz bakışlarıyla karşılaşınca sırıtarak hareket çekti.

Gülerek, şakalaşarak ölümüne gidiyordu Jisung. Ve bunun farkında bile değildi. El çabukluğuyla malzemeleri hazırlayıp kolunda damarını aramaya başladı ve çok oyalanmadan iğnenin keskin ucunu derisinin altından geçirdi. Dozunu ayarlarken ki dikkatsizliğinin farkında olmamasının hayatına mal olacağını bilmeden vücudundaki rahatlamayla gülümseyip arka cebinden bir sigara çıkardı.

Tüm gece içmişti, uyuşturucu kullanmıştı ve ona eşlik etmesi gerekecek son arkadaşı olarak sigarası vardı. Girdiği kabinin kirli zemininde oturmuş sigarasındaki dumanların uçuşmasının arasından onun parlayan gözlerini gördü. Kendisini anlatırken ki o büyük parlak gözler yine karşısındaymış gibi hissedince aynı sıcaklık ılık ılık vücuduna aktı. Şu an tam olarak ona ihtiyacı vardı. En azından sesini duyması gerekiyordu.

Hırkasının cebinde günler öncesinde sessize aldığı telefonu eline aldığında gelen yüzlerce mesaj ve cevapsız aramayı görmezden geldi. Bir tek o aramamıştı, bir tek o günlerdir nerede olduğunu sormamıştı. Çünkü gerçek Jisung'u bir tek o görmüştü.

İsminin üzerine tıkladığında saatin 01.03'ü gösterdiğini gördü. Yine çok geç bir saatte onu arıyordu. Yine ona ihtiyacı vardı.

"Jisung?"

Ve yine aynı şekilde telefonu açmıştı.

"Balım."

Minho'nun titrek bir nefes aldığını hissetti Jisung. Ona bunu yapmaktan nefret ediyordu ama böyle seslenmek istemişti. Yine karşısında onun aşık olduğu Jisung olsun yine çocukluk arkadaşını görsün istemişti.

"Artık gelmen gerekiyor."

Nerdesin dememişti. Bu kadar zamandır nasıl böyle sorumsuzca davranırsın diye kızmamıştı. Sadece gelmesi için onu çağırmıştı. Onu yine çok özlemiş miydi?

"Senin için mi grup için mi?"

Aynı nefesi yine aldığını duydu Jisung. Yutkundu, başının deli gibi dönmeye başlaması normal miydi?

"Neden bana bunu yapıyorsun?"

Keşke sebebini kendisi de bilebilseydi. Keşke biraz olsun cesareti olabilseydi. "Minho sen o sokaktan ayrılabildin mi? Ben ayrılamadım. Hiç böyle hissetmedim, hiç bu kadar farklı olmadım ben. Günlerdir beynimde hala aynı yerde oturup hala senin gözlerini görüyorum. Bana ne yaptın orada? Beni bu duruma nasıl getirdin?"

Birkaç saniye sessizlik oldu Minho titreyen sesini gizleyemeden "Sadece nasıl sevdiğimi gösterdim." dedi. "Benim seni sevdiğimi daha önce görmüş olabilirsin ama nasıl sevdiğimi ilk defa gördün. O benim yıllardır herhangi bir günüm Jisung. Seni bu kadar etkileyeceğini düşünememiştim, özür dilerim."

Jisung sesli bir şekilde kahkaha attı, telefonun ucundaki titreyen nefes sesi yine geldi. "Uzun zamandır hayatta olduğumu en hissettiğim an için benden özür mü diliyorsun Minho? Ben günlerdir tekrar aynısı hissederim korkusuyla senin karşına çıkamadım. Evimize gelemedim. Senin bu kadar yıl sonra benim kalbime umut tohumları ekmeye hakkın yok. Ben bittim, burada bitti. Ama ne düşünüyorum biliyor musun Minho? Belki başka bir evrende, ikimizin de çok farklı gözüktüğü çok farklı işler yaptığı belki bambaşka bir hayatta bizim de bir şansımız olur, ne dersin?

"Başka bir evren yok Jisung anlamıyor musun?" dedi Minho. Sesi yüksek çıkmıştı, ama öfkeli değildi sadece acı çekiyordu. "Bizim sadece bir hayatımız bir evrenimiz bir işimiz olacak. O da burası. Nerede olduğunu bilmeden cümlelerini bile doğru düzgün toparlayamadan bana başka ihtimallerimizi düşündürüp beni var olmayacak masallara inandırmaya çalışıyorsun. Çok üzgünüm bütün hayatın boyunca bunlara inanıp farklı bir şeyler beklediğin için. Ama dünya çok basit Jisung, buradayız şimdi varız ve sonrası yok, hiç olmamış bizim için de olmayacak. Ve biz de bu hayatı kaybettik. Ama zaten kaybetmeyi göze almıştık değil mi?"

Jisung vücudunda hissettiği şeylerin Minho'nun sözleri mi yoksa aldığı uyuşturucunun etkisi mi ayıramıyordu. Gözleri kapanmaya başlarken "Minho." Dedi. "O zaman bu hayatta her şeyi düzeltmeye çalışmama yardım eder misin? Madem başka bir hayatımız olmayacak, o gece içime ektiğin o sıcaklıkla bütün hayatımı boyayabilir misin? Çünkü benim bu siktiğimin dünyasında senin sevginden başka başarabildiğim hiçbir şey yok."

Yine sessizlik oldu. Öncekinden daha uzun bir sessizlikti. Jisung bir an telefonun kapandığını zannedip gözlerini açmaya çalıştı ama açamadığını farkedince Minho'nun sadece orada olabilmesini umdu.

Son umudu, tek umuduydu.

"Gelmezsin ki." Dedi Minho çaresizce. Jisung tekrar onun sesini duyunca gülümsedi. "Eğer o gece bir zerren olsun benim sayemde mutlu olduysa ben büyün hayatımı sana veririm Jisung. Vermediğim şey değil inan hiç zor olmaz benim için. Ama şu an bile ne kadar sarhoş olduğun sesinden belliyken asla yapamayacağın sözler söyleme bana boşuna. Sen gelmezsin biliyorum. Ama benim de artık kendi dağınıklığımı toparlayabileceğim bir yanım kalmadı."

"Gelirim." Dedi Jisung. "Söz, serçe parmak sözü."

Aldığı cevap yine sessizlik olunca Jisung bu sefer Minho'nun bir şey demesine fırsat vermeden devam etti. "Serçe parmak sözümüzü hatırlıyor musun Minho?"

Minho hatırladığı halde "Hatırlamıyorum." dedi. Jisung onun hatırladığını adı gibi biliyordu. Gülümsemesi yüzünde yayılırken "Hatırlatayım o zaman." dedi.

"Japon mitolojisine göre Tanrı, ruh eşi olan çiftleri, serçe parmaklarından, görünmez kırmızı bir iplikle bağlarmış. Kaderin kırmızı ipi inancında, ipin bağlı olduğu yerler ya da hikâyeler değişse de, değişmeyen şey iki insanın kaderini birbirine bağlaması ve asla kopmamasıymış. Hayatın boyunca kaç kişiyle beraber olursan ol, ip seni kaderindeki insana, götürecekmiş. Sana bunu ilk anlattığımda ne kadar heyecanlandığını hatırlıyorum. Ve sana ilk ruh eşim dediğimde artık birbirimize serçe parmaklarımızdan kırmızı iplerle bağlıyız ve ne olursa olsun ayrılmayacağız demiştim. Bunları hatırladığını biliyorum Minho. O zaman en yakın arkadaşıma veriyordum serçe parmak sözünü. Şimdi yine en yakın arkadaşıma veriyorum sadece artık ona arkadaştan daha fazlasını hissetmek istiyorum. Lütfen buna izin ver."

"Jisung." Dedi Minho. "Sen bana bu sözü ne zaman versen hep tuttun. Bunu ağzından o kadar uzun süredir duymuyorum ki kendi kafamda kurduğum şeylerden biri olduğunu düşünüyordum." Bir an duraksadı. "Jisung gerçek misin? Bütün bu olanlar gerçekten oluyor mu?"

Jisung'un kolu daha fazla telefonu tutamayacak hale gelince yere düştü. Jisung da onunla beraber iğrenç bir barın tuvaletinde olmasını görmezden gelerek yere yattı. Minho'nun sesini bir saniye daha fazla duyabilmek için iyice yakınlaştı. "Gerçeğim balım, inan her şey gerçek. Senin inandığın bu hayat kadar gerçek. Yarın o kadar güzel bir gün olacak ki. Buradan çıktığım gibi yanına geleceğim. Belki beraber yine Han nehrine gider bisiklet süreriz ne dersin? Sonra senden tek isteğim, bana biraz daha anlatır mısın beni? Senin dünyandaki Jisung bana o kadar yabancı ama o kadar güzel ki. Ben o kişi olmak istiyorum Minho. Ben senin zihninde yıllardır seninle yaşayan Jisung olmak istiyorum. Bana onu o kadar çok anlat ki her bir kelimesini ezberleyeyim ve bir gün gerçekten ona dönüşebileyim. "

Minho'nun hıçkırığını duydu Jisung. Yine gülümsedi. Bugün ne kadar çok gülümsemişti. "Ne olur şu an gel. Neredeysen gel şimdi gel Jisung. Sana yıllarca seni anlatırım. Film izlerken ne kadar heyecanlanıp yüzünün girdiği yüzlerce mimiği anlatırım. Yemek yerken yanaklarının tamamını doldurup ufacık bir çocuk gibi gözükmeni anlatırım. Şarkı yazarken birden kocaman bir adam olup sana saatlerce hayran hayran bakılası biri olabileceğini anlatırım. Yemin ederim her şeyi anlatırım şimdi gel. "

Jisung onun yanına gitmeyi her şeyden çok isterdi. Ama gücü yoktu. Buradan ayağa kalkıp tuvalet kabinini açabilecek kadar bile gücü yoktu. "Gelemem ki birtanem, bu gece gelemem. Ama sana söz. Yarın her nerede olursan ol ben geleceğim sana. Serçe parmak sözü."

Minho onu bu gece getiremeyeceğini anlayınca çaresizce "Tamam." Dedi. "Sen dinlen o zaman yarın gel olur mu?"

"Tamam." Dedi Jisung da. Kendisini hiç olmadığı kadar huzurlu hissediyordu.

"Jisung?"

"Efendim"

"Seni çok seviyorum."

Jisung'un kalbi yüksek dozdan durmadan önce dünyada duyduğu son ses bu oldu.

Minho o cevap vermeyince yanlış bir şey söylediğini düşünüp panikle telefonu kapattı. Yerinde duramıyordu. Yaşadığı şeylerin gerçekliği onun için o kadar uzaktaydı ki saatlerce bağırmak bütün sokaklarda koşmak ve kahkahlarla gülmek istiyordu. Yapılacak en mantıklı şeyin uyumak olduğunu düşününce ne kadar zorlansa da yatağına girdi. Bütün gece sağından soluna dönüşlerinin ardından sabaha karşı derin bir uykuya daldı.

"Minho"

Gözlerini araladığında Changbin'i gözleri kıpkırmızı bir şekilde karşısında dururken buldu. Gözü anında saate giderken çoktan öğleden sonrasına geçmiş olduklarını gördü. Yataktan fırlayıp "Siktir nasıl uyudum bu saate kadar? Neden hiçbiriniz uyandırmadınız?" diye Changbin'e söylenirken dolabına yönelmişti. Bugün güzel gözükmek istiyordu. bugün Jisung ona ilk defa daha farklı bakacaktı. Kesinlikle çok güzel gözükmeliydi.

"Minho konuşmamız lazım." Dedi Changbin titreyen sesiyle. Minho ona bir an dönüp şaşkınlıkla baktı. "Senin bu halin ne böyle?"

"Lütfen oturur musun şuraya."

Minho onun ne kadar kötü gözüktüğünün farkında olsa da yine bencilce davranarak sadece Jisung için hazırlanmak istiyordu. "Changbin başka bir zaman konuşsak olur mu? Gerçekten bugün çok önemli bir işim var özür dilerim."

Changbin dolan gözlerini silip "Minho lütfen daha da fazla zorlaştırma." Dedi.

Minho onu duymazdan gelip dolabına tekrar bakmaya başladı. Tişört mü giymeliydi? Hava nasıldı? Pencereden bakmak için kafasını çevirdiğinde Changbin'in kendi yatağında elindeki gazeteyle hıçkırarak ağladığını gördü. Olduğu yerde donarken nasıl onu ağlamaya başladığını farketmediğine şaşırıyordu.

"Changbin sen iyi misin? Ne oldu bu kadar noluyor?"

Changbin onun tam dibinde olduğunu ayaklarından görünce yüzüne bakmaya cesaret edemedi. Böyle bir haber nasıl verilirdi? Minho'nun yüzüne bakıp böyle bir şeyi nasıl söyleyebilirdi?

Titreyen elleriyle gazeteyi Minho'ya doğru uzatınca Minho çatık kaşlarıyla eline aldı. "Ne oluyor anlamıyorum ki." Diyerek gazetenin sayfasında ilgisini çekecek şeyi aramaya başladı.

Ve buldu.

14.03.2022

Stray Kids grubunun üyelerinden biri olan ünlü idol Han Jisung, dün gece gittiği bir eğlence kulübünde aldığı yüksek dozda uyuşturucu sonucunda 22 yaşında hayatını kaybetti. Olay hakkında inceleme başlatılırken Jisung'un cesedi otopsi için devlet hastanesi morguna kaldırıldı. Hayranlarını yasa boğan bu haber karşısında şirketi henüz resmi bir açıklama yapmadı.

Continue Reading

You'll Also Like

111K 6K 33
civciv: sarma mı yaptin gercekten __ #galatasaray 'da 1. 01.08.24 #barışalper 1. #yunusakgün 1. #millitakımlar 1. __ başlama tarihi 19.08.23 bitirm...
7.6K 663 7
"SİKTİR GİT JİSUNG! ÖLMEYİ HAKEDİYORSUN." -M&S-
528K 47.4K 36
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
4K 420 18
!TAMAMLANDI! Gördüğü her çekici erkeğe "aşık" olan Jisung ve 3 yıldır Jisung'tan hoşlanan Minho. Yan shipler: Hyunlix Chanmin Jeongbin #132 fan (01.0...