YUVA

By renklerinacisi

158K 12.6K 3.2K

Kendi çocukluğunun eksikliğini kapatmak için, mesleğini bu yönde seçen bir kadın; Afra Deniz Güneri. Ailesin... More

2 - Küçük Bedenlerin Mutluluğu
3 - Boşluğu Dolduran Huzur
4 - İçerideki Güç
5 - Yeni Keşfedilen Hisler
6 - Ruha İyi Gelen Melodi
7 - Hafifleyen Duygular
8 - Farkındalığın Yüzü
9 - Gitme Korkusu
10 - Gerçek Acılar
11 - Kabulleniş
12 - Aidiyet
13 - Asıl Yuva
14 - Kesinlik
15 - Kalbin İhtiyacı
16 - Gözlerin Aynası
17 - Aşk Kokan İlaç
18 - Yapboz Parçaları
19 - Aile Huzuru
20 - Oyun Başlıyor
21 - Gerçekler/Birinci Kısım
22 - Gerçekler/İkinci Kısım
23 - Yaşam

1 - Yuva'nın Sıcak Kalpleri

19.6K 787 185
By renklerinacisi

Yuva, dünyadan kaçıp sığındığımız yer.

-

Geleceğimizi şekillendiren en önemli faktör, çocukluğumuzdur. Tavırlarımız, duruşumuz, kalbimiz tamamen çocukluğumuzun esiridir. Anne babasından ne görürse onu yapmaya çalışan çocuklar, ileride de bu hareketlerini devam ettirirler.

Hiçbir şey görmeyenler ise kendi kendini büyütmeye çalışırlar.

Mesleğime olan ilgim buradan geliyordu. Bir çocuğun gece yatmadan önce anne babasının yanında olduğunun hayallerini kurması ne demek çok iyi bilirdim. Yatağına yattığında annesine sarılırmış gibi yastığına sarılması, babasından masal dinliyormuş gibi sessizce uyumaya çalışması ve dahası.

Gecenin karanlığını izlerken, elimde döndürdüğüm kalemin mürekkebi parmaklarıma akmaya başladı. Sanki bu anı bekliyormuşum gibi öfkeyle sıktım dişlerimi. Bütün uykusuzluğumu, gerginliğimi şu kalemden alabilirdim. Sabah spordan çıkar çıkmaz buraya gelmiştim ve nöbete kalmam da tuzu biberi olmuştu.

Kalemi masamın altındaki çöpe atarak ayaklandım. Pencereyi kapattıktan sonra mürekkebi ıslak mendile silip odadan dışarı çıktım. Çocukları uyandırmamak için ekstra sessiz olmaya çalışıyordum.

"Afra abla..."

"Güneş?"

Elinin ayasıyla gözlerini ovuşturarak yanıma geldi Güneş. Tek dizimin üstüne çöküp karışmış saçlarını geriye attım. Boyuyla eşit hizaya gelebilmiştim.

"Neden uyandın güzelim?"

"Bizim kattaki tuvaletler bozuk." dedi. Gözlerini ovuşturmayı bırakarak iki elini de serbest bıraktı.

"Borular patlamıştı..." diye mırıldandım sıkıntıyla. Ayağa kalkıp elinden tuttum. Bu kattaki tuvaletlere ilerlerken konuşuyordum.

"Yarın usta gelecek, bakacak. O zamana kadar idare edelim olur mu?"

Başını sallamakla yetindi. Tuvalet kabinlerinden birine girince ben de lavaboya ilerledim. Elimdeki kurumuş mürekkebi ovalayarak sildikten sonra yüzüme su çarptım.

Bu yurtta, çalışan adına fazla kişi yoktu. Kimi zaman ben gece burada kalırdım, kimi zaman da müdür yardımcımız Sema. Aşçımız Gonca ablanın temizlik yaptığı günler de olurdu.

Çocukların psikolojileriyle ilgilenmek görevim olsa da çoğu evrak işini de ben hallederdim.

Güneş tuvaletten çıkınca ona döndürdüm bakışlarımı. Henüz dört yaşındaydı. Buradaki altıncı ayını doldurmak üzereydi.

Ellerini yıkadıktan sonra kağıt havluyla sildi. Çöpe atarak yanıma ulaşınca tekrardan elimi tuttu.

Yukarı kata çıkarak Güneş'in kaldığı odanın önüne geldik. Spor ayakkabılarımı çıkarttım hemen. Güneş de terliklerini çıkartmış, çoktan içeri girmişti.

Bütün odalar duvardan duvara halıyla kaplıydı. Böylece çocuklar kendilerini evlerinde gibi hissediyorlardı.

Sessiz olmaya çalışarak Güneş'in peşinden gittim. Bu odada dört kişi kalıyorlardı.

Pencerenin önünde uzun bir çalışma masası bulunuyordu. Karşılıklı iki duvarda yataklar vardı. Kapının yanında da dolapları bulunuyordu.

Güneş kendi yatağına girdiğinde battaniyeyi üzerine örttüm. Yan dönüp elini yanağı ve yastığının arasına sokarak bana döndü. Yatağın boşluğuna oturup sessizce konuştum.

"Akşam yemeğinde az yemiştin, mutfakta bir şeyler hazırlayıp getireyim mi?"

"Hayır," dedi o da sessizce. "Aç değilim."

"Yarınki kahvaltıda gözlerim üzerinde, haberin olsun."

"Tamam." diye yanıtladı gülümseyerek.

Güneş'e iyi geceler dileyip ayağa kalktım. Odadaki diğer kızların da üzerlerini sıkıca örttüm. Dağılmış oyuncaklarını masanın üzerine bıraktıktan sonra odalarından çıkıp kendi odama geçtim. Geniş, rahat koltuğuma oturup başımı geriye yasladım.

İşime sevgiyle bağlıydım. Bu çocukların yüzünde gördüğüm tek bir tebessüm benim mükafatımdı.

Odadaki sabit telefonun sesi yankılandığında ayağa kalkıp masaya ilerledim hemen. Güvenliğimiz Ahmet abi dışında kimse aramazdı, zaten o da gece gece rahatsız etmezdi.

"Efendim?" dedim gergin bir ses tonuyla.

"Afra kızım, bahçeye çıkabilir misin?"

"Geliyorum Ahmet abi."

Telefonu kapatarak montumu giydim hızlıca. İçimdeki endişe duygusu her adımımda daha da yükseliyordu. Bahçeye çıkıp, ışıkları yanan güvenlik kulübesine ilerledim. Ahmet abinin öfkeli sesi kulaklarıma doluyordu. Kapıyı açtığımda bakışlar bana döndü.

"Bir sorun mu var?" diye sordum. Kat görevlisi Cenk, işaret parmağıyla dışarıyı gösterdi.

"Dışarıda kar fırtınası var, kömürleri getiren adamlar bu gece yola çıkacak kamyonu iptal etti. Ahmet abi de beni suçluyor!"

"Oğlum ben sana demedim mi bu işleri sabah hallet diye? Gece gece kömür mü gelir?"

"Bu gece nöbetçiyim ben, o yüzden bu saate verdim siparişi."

"Bir dakika," diyerek araya girdim hemen. Cama vuran rüzgarın uğultusu kulaklarıma doluyordu. "Hiç mi kömürümüz yok? Fırtına dinecek gibi değil."

"Son kömürü atalı saatler oluyor, sabaha kalmadan petekler söner."

Cenk'in söyledikleriyle kaşlarım çatıldı anında. Kızlar daha çok küçüktü, hastalanmaları da çok kolay olurdu.

"Tamam, ben şimdi gidip battaniye falan ne varsa kızların üzerlerini örteceğim. Sabah da erkenden gelir kömürler, değil mi?"

Ahmet abinin umutsuz bakışları, Cenk'in yorgunlukla kendini sandalyeye atışı iyice gerilmeme neden oldu. Geceyi beyazlatan kar taneleri, hızını iyice arttırmaya başlamıştı.

"Ne yapacağız?" diyerek, yelkenlerimi suya indirmiş oldum.

"Şu fırtınanın bitmesini beklemekten başka çaremiz yok." dedi Cenk. Soğuk bir şehirde yaşıyorduk, böyle şeylere alışıktık ama kömürün bitmesi sinirlerimi bozmuştu.

"Cenk, son kömürü kullanana kadar aklın neredeydi? Son birkaç poşeti görünce neden sipariş vermedin?"

"Aklımı başımdan aldıysan demek..." diye mırıldandı, anın verdiği sinirle güldüm.

"Çocuklar hasta olacak hâlâ ne derdindesin, pes!"

Kulübeden çıkarak hızlı ve dikkatli adımlarla yurda ilerledim. Bir yandan da telefonumu çıkarıp, Sema'nın numarasını tuşlamıştım.

"Afra?"

"Sema, çok özür dilerim gece gece rahatsız ediyorum ama büyük bir sorunumuz var."

Birkaç hışırtı sesi duydum, endişelenmişti. Sema bu yurttaki kızları, kendi çocukları gibi çok severdi. Ben henüz bir ay önce atanmıştım buraya ama ben de bağlanmıştım.

"Ne oldu?"

"Kömürler bitmiş, fırtınadan dolayı kamyon da yola çıkmıyormuş. Sabah olmadan peteklerin söneceğini söylüyor Cenk."

"Ne demek bitmiş ya!" diye bağırdığında, kulağımdan biraz uzaklaştırdım telefonu. Yurdun personel odasına girip telefonu hoparlörlere vererek kenara koydum.

"Ben birazdan arabamı çalıştırmayı deneyeceğim, don tutmadıysa yavaş yavaş gitmeye çalışacağım ama yeterli kömür alabileceğimi sanmıyorum. Sen yurda kahvaltı ayarlayabilir misin?"

"Saçmalama Afra!" dedi telaşla. Arkadan Tolga'nın ne olduğunu soran sesini duydum, Sema'nın eşiydi.

"Yurtta bekle, ben bir şeyler bulacağım. Bu fırtınada araba falan sürme sakın."

Telefon kapandığında dolaptaki battaniyeleri tek tek indirdim. Birkaç tanesini üst üste koyup kucakladığımda derin bir nefes alarak üst kata çıkarttım. Merdivenlerin başına koyduktan sonra tekrar aşağı inip, diğer battaniyeleri de sırtlandım. Onları da ikinci kata, üçüncü kata derken kendimi duvara yaslanmış, dinlenirken buldum.

Saat gecenin dördünü gösterirken hareketlerimi hızlandırdım. Kattaki bütün odaların kapıları açtım.

"Kızlar," diye mırıldandım bir battaniyeyi alıp odaya girerken. "Hadi kalkın."

"Afra abla gelmiş, uyanın." dedi Elif. Merakla ayaklanmışlardı. Yan yana duran dört kızın önüne gidip diz çöktüm. Yurdun en büyük kızlarıydı. Dokuz yaşındaydılar.

"Bana yardım edebilir misiniz?" diye sorduğumda tereddüt etmeden başlarını salladılar.

"Merdivenin başına battaniye bıraktım. Bu kattaki her odaya bir tane battaniye verin olur mu? Arkadaşlarınıza da söyleyin, hepsi bir yatağa girip bütün battaniyeleri üzerlerine örtsünler."

Ardından kucağımdaki battaniyeyi yanımda duran yatağa bıraktım.

"Ben de sizin yatağınızı hazırlayacağım."

Beni onayladıklarında, hızlıca odadan çıktılar. Yataklarındaki ince battaniyeleri bir yatakta topladım, getirdiğim battaniyeyi de en üste koyduktan sonra üst katlarla ilgilendim.

"Afra abla,"

"Efendim bir tanem?"

"Sema abla gelmiş, seni arıyordu." dediğinde, Elif'i onaylayıp fazla battaniyeleri alarak aşağı indim. Tolga ve Sema eşofmanlıydı, yanlarında üniforması üzerinde olan birkaç asker vardı. Tolga onlara haber vermiş olmalıydı. Kendisi de bir üsteğmendi.

"Geldi." dedi Sema, beni göstererek. Geniş koridordaki herkesin bakışları bana döndü. En öndeki adamla gözlerimiz kesişirken kendisi, birkaç adımda yanıma geldi. İfadesiz yüzüyle kucağımdaki battaniyeleri aldı. Gözlerini gözlerime sabitleyen adamdan bir adım uzaklaştım. İkimizin de göz rengi aynıydı, sanki yansımamız gibiydi.

"Cenk hangi deliğe girdi kim bilir," diye söylenerek yanıma geldi Sema. "Ortalıklarda yok."

"Onunla şimdilik ilgilenemeyiz zaten. En yegane sorunumuz kömür."

"Komutanım, gidip alayım geleyim diyorum kış lastiğini yeni taktırdık zaten."

"Hayır dedim Cihan, uzatma." dedi yanımdaki adam. "O kadar uzağa savunmasız gönderemem kimseyi."

"Ben birkaç yer aradım, geri dönüş bekliyorum."

Konuştuktan hemen sonra yerdeki poşetlerin birkaçını aldı Tolga. Geri kalanını diğer iki asker alırken, yanımdaki adam da konuştu.

"Siz mutfağa geçin, başlayın. Ben şu Cenk midir nedir onunla konuşup geleyim." Bana çevirdi vücudunu. Keskin çene hattına kayan gözlerimi gözlerine çıkarttım. Kaşlarıyla battaniyeleri işaret etti.

"Güvenlik kulübesine gidecekti onlar." dememle başını salladı. Yurdun çıkışına yöneldiğinde Sema'ya döndüm.

"Petekler sönmeden kahvaltıyı hazırlayalım diye çıkacaktım evden." diye açıklama yaptı. Sema ve Tolga, yurda çok uzakta olmayan lojmanlarda oturuyorlardı. Gelmeleri kolay olmuş olmalıydı.

"Tolga arkadaşlarını da toplayıp yardıma geldi, daha hızlı bitiririz dediler."

"Sağ olsunlar." dedim buruk bir tebessümle. Aşçımız gelene kadar kömür bitebilirdi. "Ben de gelirim birazdan mutfağa."

Sema'dan ayrılıp dışarı çıktım. Ahmet abiyle konuşan adamın yanına hızlı adımlarla giderken yerdeki buz, ayak bileğimi burkmamı sağladı. Yüzüm acıyla buruşurken daha temkinli adımlarla yanlarına ulaştım.

"Afra, ne oldu kızım?"

"Bir şey yok Ahmet abi, ayağım kaydı. Kulübe sıcak değilse sen de gir yurda." diye cevap verdim. Kızların kaldığı katlara çıkmaları yasaktı ama giriş kat, bizden izin aldıkları sürece serbestti.

"Yok kızım, ben yerimde kalırım."

Yavaşça başımı salladığımda kulübeye girdi. Yanımdaki adamın kalın ses tonunu duydum.

"Bileğini mi burktun?" diye sordu.

"En son düşüneceğim şey bu olabilir şu anda."

Dudağının kenarı yavaşça kıvrıldı. Üzerindeki üniforma kalın mıydı değil miydi tam anlamasam da, bu havada üşümüyormuş gibi durması hayret ediciydi.

"Daha önce görmemiştim seni."

"Geçen ay geldim buraya, ondandır." dedikten sonra elimi uzattım. "Afra Deniz Güneri. Çocukların psikolojik danışmanıyım."

Gözlerimden çektiği gözleri elimi buldu. Büyük eli, elimi kavradığında sıcak avuç içi anında ısıtmıştı.

"Üsteğmen Özgür Işık."

Ellerimizin teması gereğinden uzun sürünce boğazımı temizleyip elimi çektim. Uzun boyundan dolayı boynumu hafifçe kaldırdım.

"Cenk bodrum katta olabilir, götürebilirim seni."

"Olur." dedi sadece. Kolunu uzattığında şaşkınlıkla ona baktım.

"Her yer buz olmuş, diğer ayak bileğini de burkma şimdi."

Uzattığı kolunu tuttum. Aramızdaki mesafeyi kapatarak daha iyi tutunmamı sağlamıştı. Büyük adımları küçülmüş, bana ayak uyduruyordu. Yurdun merdivenlerini çıkarken diğer eliyle de kolumu tutarak destek olmuştu.

Bodrum katına indiğimizde karanlıktan başka bir şey yoktu. Yalpalamamaya dikkat ederek duvarda gezdirdim elimi. Bulduğum düğmeye basarak loş, beyaz ışığı açmış oldum.

"Cenk?" diye seslendim boş koridorda. Özgür'ün karşıdaki odaya girdiğini gördüm.

"Yok burada," dedi çıktıktan sonra. "Kömürlerinizi taşıyan kamyona ulaşmam lazım, sende onların numarası var ?"

"Hayır, Cenk'te vardı sadece."

"Koskoca yurt, gelen kömürlerin kaynağını bilmiyor mu yani?" dediğinde kaşlarım havalandı. Kısa saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım.

"Bu yurdun görevi çocuklarla ilgilenmek yalnız."

"Kömür olmadan bu soğuk şehirde çocuklarla ilgilenemezsiniz yalnız."

"Laf atmaya falan mı geldin?"

Ne ara belime koyduğumu anlamadığım ellerime baktı. Yeterince gergin ve uykusuzdum, sinirlenmek için fazlaca nedenim vardı.

"Laf atmak?" diyerek bana doğru adım attı. "Soru sormak ne zamandan beri laf atmak anlamına gelir oldu?"

"Senin sorunun altında ima vardı."

Geri adım atmadığımı fark ettikçe üzerime gelmeye devam ediyordu. Aramızda bir iki adımlık boşluk kaldığında durdu.

"Anlıyorum, gerginsin ama ters bir şey söylemedim."

"Tamam." dedim sadece, uğraşmamak için. Yorgunluğum hat safhadaydı.

Gözlerini kısarak bana bakmaya devam etti. Bakışmamızı bozan ses, Sema'dan gelmişti.

"Afra! Neredesiniz?"

Geri çekilip merdivenlere yöneldim. İki basamak çıktıktan sonra o da peşimden geliyordu ki, arkamı dönerek yüzüne baktım. Ne olduğunu anlamadığını belirterek sağa sola salladı başını.

"Işıkları kapatmadık."

"Açık dursun, ne olacak?"

"Sabır..." diye mırıldandım. Bir basamak indiğimde kolumdan tutup durdurdu beni.

"Ben hallederim, ayağını incitme." diyerek tekrar indi. Dudaklarımı birbirine bastırarak güldüm. Alt tarafı ışık kapatacaktı.

Mutfağa girdiğimde gördüğüm görüntü hoşuma gitmişti. Herkes bir işin ucundan tutmuş, kahvaltı hazırlıyordu.

"Elinin ayarına tükürdüğüm, bütün bidonu boşaltsaydın!"

Askerlerden, Cihan olduğunu öğrendiğim kişi yanındaki askere sinirle bakıyordu. Yanındaki omuz silkti.

"Zeytin iyidir, bol bol yesinler. Çok severim ben de."

"Ben zeytin hiç sevmem." diyen Cihan, gözlerini büyüttü. "Lan Ali, zeytin teorisini mi tutturduk biz? Oğlum ben kızlardan hoşlanıyorum!"

"Ne teorisi oğlum?" dedi Ali de ters ters. Yanımda hissettiğim hareketlilikle o tarafa döndüm.

"Var mı bir haber?" dedi Özgür. Eşiyle beraber domates salatalık doğrayan Tolga dilini damağına vurarak olumsuz ses çıkarttı.

"Bizimkilere söyledim, karakoldaki ısıtıcıları getirecekler. Bir süre idare edeceğiz."

"Çocukları salona toplarız biz de." dedi Sema bana doğru. "Orayı ısıtırız, kapıları da kapatırız."

U şeklindeki tezgahın ucuna ilerledim, Sema'yı onaylarken. Elimi yıkadıktan sonra kesme tahtasını önüme çektim. Ekmekleri dilimlemeye başladım.

"Komutanım, salam öyle mi dilimlenir?" diyen Cihan'a kaydı gözlerim. Özgür kaşlarını çatıp kestiği salamı havaya kaldırdı.

"Bir salam diliminden beklentin ne Cihan?"

"İnce," dedi Cihan, havadaki dilimi alıp kesme tahtasına koyarken. "Zarif," diye ekledi. Kesilmiş olan salamı biraz daha inceltti. "Ve göz alıcı."

"Salamdan bile beklentisi olan adamsın, pes." dedi Ali. Kolumu ağzımın önüne getirip, dirseğime doğru esnedim.

"Afra, sen eve git diyeceğim ama evin uzak. İstersen odanda uyu biraz."

Yanıma gelip fısıltıyla konuştu Sema. Kızıl saçları, tepesinde dağınık bir topuz halinde duruyordu.

"İyiyim, Gonca abla gelene kadar petekler söner. Sönmeden hazırlayalım şu kahvaltıyı."

"Sema haklı Afra. Nöbetteymişsin zaten tüm gece. Hadi uyumaya git."

Tolga da Sema'nın yanında olduğu için konuşmaya dahil olmuştu. Kol saatime baktım. Sabah olmasına az kalmıştı.

"Peki," dedim bıçağı bırakırken. Sabah, sporda biraz fazla durmuştum. Hemen ardından buraya geldiğim için çok uykum vardı.

"Salonda olacağım. Bir şey olursa uyanırım hemen."

Gözlerini kırparak onayladı Sema. Başımı kaldırdığımda Özgür'ün bizi izliyor olduğunu gördüm. Ona baktığımı görünce tekrardan işine döndü.

Mutfaktan çıkıp, büyük salona girdim. Çocuklar burada vakit geçiriyorlardı. Kitaplıklar, etkinlik köşeleri, koltuklar, masa ve sandalyeler vardı.

Oldukça uzun olan, salonun en köşesindeki L koltuğa adımladım. Köşe kısmına oturup bağdaş kurdum. Başımı geriye yaslayarak bulduğum bu rahat pozisyonda çok kısa bir sürede uykuya dalmıştım.

Kısa bir süre sonra uykumu yeterince alamadığımı hissederken üzerime konan ağırlıkla gözlerimi araladım. Sema yanıma oturmuştu. Onun yanında da Tolga vardı. Karısını göğsüne doğru çekmiş, tek battaniyenin altında ısınmaya çalışıyorlardı. Battaniye daha çok Sema'nın üzerindeydi.

Başımı diğer tarafıma çevirdiğimde Özgür'ü gördüm. Kollarını birbirine bağlamıştı. Bir ayak bileği diğer ayak bileğinin üzerindeydi. Onun üzerinde bir battaniye yoktu.

"Gonca ablanın erken gelmesi iyi oldu. En azından doyurucu bir şeyler yapar kızlara." dedi Sema. Tolga mırıldanarak onaylayıcı bir ses çıkarttı.

Battaniyeyi açıp, Özgür'ün bacaklarına örttüm. Birazı da benim üzerimdeydi. Gözlerini bana çevirdiğinde başımı tekrardan koltuğun arkasına yasladım. Hiçbir şey demeden yüzüme bakmaya devam etti.

Yan taraftaki yemekhaneden gelen sesler biraz olsun rahatlamamı sağladı. Çocuklar yemeklerini yedikten sonra ısınmaları daha kolay olabilirdi.

Kapı açıldığında gözlerimi Özgür'den çektim. Ali ve Cihan, arkalarında iki askerle beraber içeri girdi. Elektrikli ısıtıcaları odanın farklı köşelerine koyarlarken ben de yavaşça doğruldum.

"Yollar açılmış mı?" dedim. Camdan dışarıya baktığımda yeni aydınlanan havayı gördüm.

"Tuzlamaya başlamışlar, karları yoldan çekiyorlar." diye yanıt verdi Sema. Ali ve Cihan da yanlarındaki iki askerle Özgür'ün yanına dizildi.

"Sizi işinizden alıkoymadık, değil mi?"

"Yok yenge. Biz de eve geçecektik zaten, buraya gelmiş olduk."

Cihan'ın yanında oturan askere, başını salladı Sema. "Özgür'ün sizi çalıştırmadığı nadir anlardayız Okan, keyfini çıkarın." dediğinde tekrardan Özgür'e baktım.

"Bunun acısı elbet çıkar." dedi. Kollarını birbirine bağlamıştı. Üniformasının üstünü çıkarmış, haki renkteki tişörtüyle duruyordu. Kollarındaki belirginleşmiş şişliklere bakmamaya çalıştım.

"Özgür'ün acıma duygusu yok hayatım," diyerek Sema'nın omzuna başını koydu Tolga. "Aynı rütbede olmasak bana da şınav pozisyonu al diye bağıracak."

"Şınav pozisyonu mu?" diyen, Okan'ın yanındaki askerdi. "O en masumu."

"Kaşınıyorsun Buğra." dedi Özgür. Buğra, gizli bir fermuar çekti dudaklarına. Gözlemlediğim kadarıyla oldukça neşeli insanlardı.

Aradan geçen kırk beş dakika sonunda etraf iyice soğumuştu. Cenk, petekleri kapatmış olmalıydı. Kollarımı birbirine sardığımda Özgür ayaklandı.

"Açalım şu ısıtıcıları artık."

Diğerleri de ayaklanırken ısıtıcıların kırmızılığı etrafa çoktan yayılmıştı. Ben de ayaklanıp salonun kapısını açtım. Yan taraftaki yemekhaneye girdiğimde kızları inceledim.

Yemeklerini bitirmişler, Gonca ablanın dağıttığı meyve sularını içiyorlardı.

"Günaydın prensesler." dedim gülümseyerek. Hep bir ağızdan günaydın dediklerinde kapıyı gösterdim.

"Bugünlük hepimiz büyük salonda olacağız." dedim, ilgiyle dinlemeye devam ettiler. Bazıları okula gidiyordu, kar fırtınasını nedeniyle tatil olmuştu. Bu yüzden kalabalıktık.

"Yurdun petekleri şimdilik yanmıyor, sorunu çözene kadar salondan çıkmıyoruz. Anlaştık mı?"

"Anlaştık!"

"Özgür abi gelmiş!"

Kızların sesiyle arkama döndüm. Özgür yanıma doğru sırıtarak gelip etrafa bakındı. Yanımdaki kolona omzumu yaslayıp kollarımı birbirine sardım.

Kızlar etrafımızda yarım ay şeklinde kalabalık yaparken Özgür de tek dizinin üzerine çökmüştü. Narin, Özgür'ün önüne geçip boynuna sarıldı.

"Neden uzun zaman gelmedin?"

"Görevdeydim güzelim, ancak gelebildim." dedi Özgür de. Geri çekilip hepsine baktı tek tek. Çocuklara karşı olan tutumu yumuşaktı, sanki kendisi de şu an bir çocuk olmuş gibiydi.

"Beni affetmeniz için size bir hediyem var," dediğinde kızlarımın yüzünde gördüğüm mutluluk paha biçilemezdi.

"Çikolata mı aldın?" dedi kızlardan biri, heyecanla.

"Bilmem, belki daha fazlası vardır. Hadi salona geçin bakalım."

Kızlar koşarak yemekhaneden çıkmaya başladıklarında Özgür de doğruldu. Omzumu kolondan çekip dik durdum.

"İki komutan abimiz var diyip duruyorlardı," dedim. Ellerini cebine koyup bana bakmaya devam etti. Çene hattı belirginleşmişti.

"Biri Tolga'ydı, diğeri de senmişsin demek."

"Öyle."

"Çocuklara sürekli hediyeler aldığını duydum." dediğimde kaşları havalandı.

"Yanlış bir şey mi yapıyorum?"

"Yok, o anlamda demedim. Sadece şaşırdım."

"Üşüdün," diyerek konuyu değiştirdi. Ellerimi montumun cebine sokmuştum. Omuzlarım istemsizce soğuktan dolayı havaya kalkmıştı.

"Salona geçelim."

"Geçelim."

Ellerimi cebimden çıkarıp önden ilerledim. Salona girince gördüğüm kalabalıkla iç çekmiştim. Temizlik görevlimizin katlardan topladığı battaniyeler şimdi de yere seriliyordu. Çocuklar sıkış pıkış oturuyorlardı. Etrafa bakınmaya devam ettim.

Ali, kucağındaki bir kızla camdan dışarıyı izliyordu. Cihan, Okan ve Buğra çalışma masasının yanında çocuklarla boyama kitaplarını çıkarıyorlardı. Sema ve Tolga ise etrafı genişletmek için fazlalık eşyaları topluyorlardı.

"Komutanım!"

Gelen yüksek sesle aniden arkamı döndüm. Özgür de yanımda, sesin geldiği yöne bakıyordu. Birkaç asker kapının önünde beklediği için kızlar susmuş, korkuyla izliyorlardı.

"Ne oluyor Zafer?" dedi Özgür sert ses tonuyla. Tolga, Cihan, Ali, Buğra ve Okan da buraya toplanmışlardı. Özgür hafifçe önüme geçerken olduğum yerde mıhlanmış gibiydim. Birkaç adım daha gerileyip rahat konuşmalarını bekledim ancak o kısık sesi çok rahat bir şekilde duymuştum.

"Buraya gelecek olan kamyon pusuya düşürülmüş."

Gözlerim irice açıldı. Buraya geldiğim bu bir ayda, ilk defa böyle bir durumla karşılaşıyordum. Hep kulaktan duyma olan olaylar bizzat yanımda yaşanıyordu.

"Siktir..." diye mırıldandı Tolga. Özgür duruşunu bozmadan konuştu.

"Yurdun etrafını koruyun, destek isteyin. Cihan, Ali. Benimle geliyorsunuz."

"Emredersiniz komutanım!" dediler gür bir sesle. Kızlar daha çok korkarken Özgür bir anda arkasını dönüp yanıma geldi.

"Çocuklara travma yaşatmak, isteyeceğim son şey bile değil." dedi sıkıntıyla. "Onları rahatlat, bunu düşünmelerine izin verme."

"Hedefleri burası mı?" diye sordum sadece. Belli ki sadece kamyondaki insanlarla değildi bu kansızların derdi.

Özgür çenesini sıktı. Onun benden istediği, mesleğimi yapmamdı. Bu kadar stresin altındayken bunca çocuğu rahatlatmak zordu  ama imkansız değildi.

"Afra," derken, sesi fısıltı gibiydi. "Kapıyı kapatacağım, güvende olacaksınız. Söz veriyorum."

Verdiği söze öyle inanmıştım ki, sanki onu yıllardır tanıyor gibiydim. Gözlerimiz bir şeyler anlatıyor gibi odaklanmıştı birbirlerine. Güvende olacaksınız, demesi yeterli değildi. Güvende olacağız, demeliydi. Ancak bir asker kendisi için böyle bir söz veremezdi, biliyordum.

"Dikkatli olun." diye mırıldandım sessizliğimizi bozarak. Yüzüne bakmak için kaldırdığım başımı indirmiştim, inip kalkan göğsüyle bakışıyordum. Duyduğum sesle, yan tarafımdaki hareketliliğe kaydı gözlerim. Sema, Tolga'ya sıkıca sarılmıştı. Özgür de onlara kısa bir bakış atıp bana döndü.

"Siz de." dedi. "Siz de dikkatli olun."

-

ikisinin de mesleğine aşığım sanırım...

birbirlerini anlayan, bağırıp çağırmayan çiftleri okumayı seviyorum. bu hikayede de buna özen göstereceğim.

giriş bölümü tadındaydı bu bölüm. aradaki ufak detayları ileride göreceğiz. o kadar minik detaylar var kii...
düşünceleriniz neler?

oy ve yorumlarınızı heyecanla bekliyorum, yeni bölümleri oylarımız arttıkça yayımlayacağım... e yolumuz açık olsun o zamann, başlayalım❃

Continue Reading

You'll Also Like

4.9M 230K 52
"Ulan bari Polat de." dedi. Sesi yalvarır gibi çıkmış gözleri beklentiyle doluydu. "Mirza demiyorsan deme ama en azından Polat de." "Sen yengeye Eli...
55.3K 2.4K 32
Klâsik gerçek aile kurgusuna benzer ama daha olası bir kurgudur; Kızımız eski ailesinden gördüğü baskılar sonucu 18 yaşında ayrı bir eve taşınır ora...
248K 20.9K 38
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...
Kayıp Parça By Rabikce

General Fiction

89.9K 7.1K 14
Balım. Kalabalık bir ailenin en küçük üyesiydi. Babasının göz bebeği, abilerinin prensesi. Ancak annesinin hataları yüzünden hayatı bir anda değişti...