HIRÇIN GÜVERCİN

By sibelgns

2.3M 103K 13.5K

Geçmişin karanlığından kurtulmak isteyen küçük bir kız çocuğuydum sadece. Aynaya her baktığımda gördüğüm kesi... More

TANITIM
1.Bölüm "Bana Aitsin"
2. Bölüm "Ne iz ne de hatıralar..."
3. Bölüm "Ben yaptım, hepsi benim suçum"
4. Bölüm "Bana Güvercin Demeyi Kes!"
5. Bölüm "Birbirinizden Hiç Farkınız Yok!"
6. Bölüm "Güvendesin Güvercin"
7. Bölüm "Buradayım, Yanındayım..."
9.Bölüm "Öğreneceğimi Öğrendim"
10. Bölüm "Ufaklık"
11.Bölüm "Pamuk Prenses"
12. Bölüm "Senin Aklını Alacağım Eymen BOZOKLU"
13. Bölüm "Eros ve Ok'u"
14. Bölüm "Demek Seni Delirtmeyi Başardım Ufaklık"
15. Bölüm "Hadi Güzelim Nefes Al!"
16. Bölüm "Sen Öyle San Güvercin!"
17. Bölüm "Sadece Bir Öpücük mü?"
18. Bölüm "Sen Onun İlkisin!"
19. Bölüm "Sen Benim En Zorlu Sınavımsın."
20. Bölüm "Güvercin Sana Emanet"
21. Bölüm "Ben Senin Neyin Oluyorum Güvercin?"
22. Bölüm "Sakın Beni Bir Daha Öpmeye Kalkma!"
23. Bölüm "Eymen Bozoklu'nun Sadizm Tutkusu"
24. Bölüm "Eymen Yağız Buluşması 1"
25. Bölüm "Eymen-Yağız Buluşması,Sürpriz Ziyaretçiler"
26. Bölüm "Fırtına Öncesi Sessizlik." Alıntı
26. Bölüm "Fırtına Öncesi sessizlik"
27. Bölüm "Sorgu Odası"
28. Bölüm "Sakın Yakalanma Güvercin!"
29. Bölüm. "Bazen aşk ilk görüşte insanın yüreğine düşer"
30. Bölüm "Ben de seni seviyorum Güvercin."
31.Bölüm "Sen Ömrümde Gördüğüm En Güzel Kadınsın Güvercin."
32. Bölüm "Sebebi Aşk Yağız, Sebebi Deli Sevda."
33. Bölüm "Ey Aşk Sen Nelere Kadirsin!"
"34. Bölüm "Korkuyorum Yağız, Çok Korkuyorum Sevgilim."
35. Bölüm "Mutfakta Aşk Başkadır."
36. Bölüm. "Lütfen Yağız, Gitme!"
37. Bölüm "Ne olur Aç Gözlerini Beni Böyle Ağlatma Sevgilim."
38. Bölüm "Sen Ağlamamı Hiç İstemezdin..."
Kısa Bir Ara
Alıntı 1
Alıntı 2
39. Bölüm "DESTUR!"
40. Bölüm "Bunu sana ödeteceğim Fahişe!"
41. Bölüm "Seni Hiç Bir Yere Bırakmam Güvercin."
42. Bölüm "Öpüşmemizi Ateşli Buldun Yani!"
DUYURU
ALINTI 1
ALINTI 2
43. Bölüm "Benden Uzak Durmanı Yasakliyorum!"
44. Bölüm "Bırak Bedenim Bulansın Tenine"
45. Bölüm. "Senin Bir Suçun Yok Güvercin!"
46. Bölüm. "Nefesimi Sevdiğim Adamın Dudaklarına Emanet Ettim"
47. Bölüm "Sen Onu Bile Hak etmiyorsun!"
48. Bölüm "İstediğin Yere Gitmekte Özgürsün!"
49. Bölüm "Bana O Evde Dokundu! Defalarca..."
50. Bölüm "Ne Demek Gitti Lan?"
51. Bölüm (1. Kısım) "Kıskançlık Damarı"
51. Bölüm (2. Kısım) "Vücudun Aklımın Karışmasına Sebep Oluyor."
52. Bölüm " Ağlamandan Nefret Ediyorum!"
53. Bölüm "Seni Deliler Gibi İstiyorum Güvercin! (+18)
Alıntı
54. Bölüm "Ukala Dümbeleği"
55. Bölüm "Kokusuna Bulandım..."
Lütfen okuyun!
56. Bölüm 1. kısım"Orospuluğun Lüzumu Yok!"
56. Bölüm 2. Kısım "Söz Vermişti, Gitmeyecekti!"
57.Bölüm "Durmak İstemiyorum"
58. Bölüm "Benimsin (+18)
59. Bölüm "Herşeyim..."
60. Bölüm "Sen Beni Öldüreceksin Kadın!"
Adsız Bölüm
61. Bölüm "Geçmişin izleri..."
62. Bölüm "Davet"
63. Bölüm "Eskiden De Olduğu Gibi Benimsin!"
64. Bölüm "Nehir Yok Demir! Eymen Onu Kaçırmış!
65. Bölüm "Tadın Güzelmiş. Daha Fazlasını Tatmak İçin Sabırsızlanıyorum"
66. Bölüm "Ruhum Dayanmaz..."
Duyuru
Ön Okuma
67. Bölüm: "Yüreği Yangın Yeri..."
68. Bölüm "Dünyalar Güzelim."
69. Bölüm "En Kıymetlim"
70. Bölüm "Ruhum Zangır Zangır Titriyor." Part 1
Ufak bir not!
71. bölüm
Açıklama

8.Bölüm "Avare Bir Serçe"

39.2K 1.9K 116
By sibelgns

Bu bölümü yaptığı yorumlarla hikayeme ve bana çok şey katan sevgili arkadaşım, canım yazarım @Adenay 'a ithaf ediyorum. Hala yazarımızın "Kalbimdeki Ay Tutulması" kitabını okumadıysanız hemen başlayın derim. Gerek kurgusu gerek yazım diliyle okuyanları etkisi altına alan bu hikaye sizinde içinizi ısıtacaktır. Benden söylemesi ;)  

Yağız sakinleştiğimi anladığında beni yalnız bırakmıştı. Yattığım yerden kalkmak bile içimden gelmiyordu. Kalksam da ne yapacaktım zaten? Birkaç yaramı görüp bana acımış olan bu adama mı güvenecektim? O da en az Eymen kadar acımasızdı gözümde. Çıkarları için beni yanında tutuyordu. Ona karşı nasıl davranmam gerektiğini bilemiyordum.

Belki de her şeyi anlatsam bırakırdı beni. Vicdanı olan hiçbir insan beni tekrar o adama teslim etmezdi. Yıllarca, olanları kendime bile kabullendirememişken, nasıl olur da bir başkasına anlatmayı becerecektim bilmiyorum. İstesem de yapamazdım. Bu hatayı bir kez yapmıştım zaten, ikinci defa yapmayacaktım. Annem bile bana inanmamışken, bu yabancı mı bana inanacaktı. Boşuna düşünüp kafa yormamalıydım. En kısa zamanda buradan kaçmaktan başka kurtuluşum yoktu.

Uzandığım koltuktan kalkmaya çalıştığımda, unuttuğum boynumun acısıyla yüzümü buruşturdum. Elimle boynuma bir müddet masaj yapıp ağrıyan yeri yumuşattıktan sonra ayaklandım. Görünürde kimseler yoktu. Etrafta göz gezdirirken mutfaktan gelen tıkırtıları duyduğumda Yağız’ın orada olduğunu tahmin etmiştim. Yağız değilse bile Demir’di.

Çıplak ayaklarımın zeminde bıraktığı sessiz vuruşları kimselerin duymayacağını bildiğimden emin adımlarla mutfağa doğru yürüdüm. Açık olan mutfak kapısından tezgâhın üstünde bir şeyler yapan Yağız’ı gördüğümde bir müddet onu sessizce izledim. Arkası dönük olduğundan beni fark etmemişti.

“Siktir!”

Ağzından çıkan küfrün sebebini düşünürken bıçağı tezgâha fırlatıp, elini musluğa uzattı. Muhtemelen parmağını kesmişti. Hala beni fark etmediğini düşünerek hiçbir şey yapmadan onu izlemeye devam ettim.

“Öylece arkamda durup beni mi dikizleyeceksin Güvercin?” dedi. Hala bana bakmıyordu. Oysa ben yeteri kadar sessiz geldiğime emindim. Nasıl olmuştu da beni fark edebilmişti.

Yavaşça ona doğru yürürken. “Sen nasıl…” dememe kalmadan cümlemi yarıda kesti.

“Kokun bütün mutfağı sardı.” dediğinde utancımdan yerin dibine girmeği istedim. Her yeri Ben-Gay kokutmuştum.

“Senin yüzünden leş gibi kokuyorum.” dedim kendimden iğrenerek. Yanına geldiğimde parmağını musluğun altından çekip ağzına götürdü.

“Elini mi kestin?” diye sordum parmağına uzanarak. Ne yaptığımı fark edince geri çekildim. O sadece beni kaçıran adamdı. Bu şekilde ilgi görmeyi hak etmemeliydi.

Yaptığım hareket karşısında dişleri sıkılmış, yüzü gerilmişti.

“Ufak bir kesik sadece” diyerek dolabın üstündeki çekmeceye uzanarak yara bandı çıkarttı. Yara bandını açamadığını görünce elindeki bandı alıp açtım ve parmağına doğru uzattım. Ben buydum işte. Her ne kadar umursamaz olmaya çalışsam da başaramıyordum. Ne Eymen kadar acımasız; ne de Yağız kadar merhametsizdim.

“Yardımına ihtiyacım yok.” deyip tuttuğum yara bandını elimden çekip aldı.  Sergilediği bu tavır karşısında ne yapacağımı bilememiş, öylece ayakta dikilmiştim.

“Sana yardım edende kabahat.” diye kendi kendime mırıldandığımı duysa da umursamayıp tekrar tezgâhtaki bıçağa uzandı. Az önce yarım bıraktığı domatesleri kesmeye devam etti. Beceriksizce yaptığı bıçak hareketlerinden bu işte tecrübesiz olduğunu anlamıştım. Domateslerin kabuğunu bile soymadan büyük küçük nasıl rast getirirse kesip, ocaktaki tavaya atıyordu.

Aramızdaki gerginliği unutup ufak bir kahkaha attım. O sırada eline aldığı soğanı incelemekle meşguldü. Sesimi duyunca sinirli sinirli yüzüme baktı.

“Komik olan ne?”diye sızlandı.

“Sensin” dedim bakışlarımı kaçırmadan. Hala yüzümde engel olamadığım ifade ile sırıtıyordum.

Duyduğu cevap karşısında gerilse de hiç bir şey demeden işine devam etti. Elindeki soğanı dört büyük parçaya bölüp domateslerin içine attı. Ben şaşkınlıkla ona bakarken artık kendimi tutamamış kahkahalarla gülmeye başlamıştım.

Sinirli sinirli tekrar bana döndüğünde aniden gülmeyi kesip, ağzıma fermuar çeker gibi bir hareket yaparak ciddi bir tavır takındım. Usulca boğazımı temizleyerek “Daha önce yemek yaptın mı?” diye sordum.

“Belli olmuyor mu?” dedi eline aldığı biberi rastgele kesmeye çalışırken.

 Gerçekten işkence çeker gibi bir hali vardı ve ben bu durumuna gülerek daha fazla onu sinirlendirmek istemiyordum. Elindeki bıçağa uzanarak “Bana bırak” dedim. Yüzündeki rahatlamış ifadeyi görünce doğru yolda olduğumu anlamıştım. Bu adam değil yemek yapmak, yumurta dahi kıramayacak kadar acemiydi.

“Gerçekten daha önce hiç yemek yapmadın değil mi?” diye sordum biberleri doğrarken. O ellerini yıkayıp bütün işi bana devretmiş, masayı hazırlamaya başlamıştı.

“Hayır.”

“Yemek yapmayı bilmeyen birisi için menemen iyi bir başlangıç olmasa gerek.”

“Demir anlatırken kolay gibi gelmişti.

“Zor değildir aslında” dedim. Yumurtaları kırmış son karıştırma işlemini yapıyordum. Yağız hazırladığı masaya oturduğunda ben de menemeni getirip masaya koydum. Dört kişilik mutfak masasında karşılıklı oturmuştuk.

“Demir yemeyecek mi?”

“Hayır.”

“Neredeyse sabah oldu. O da acıkmış olmalı.”

“ Yemeyecek.” dedi menemenden bir kaşık alıp tabağına koyarken.

“Ona da ayıralım o zaman. Ben bir tabak getireyim.” Tam ayaklanmıştım ki kolumu sertçe tutmasıyla olduğum yerde kaldım.

“Demir’in yemek yiyip yememesi seni niye bu kadar ilgilendiriyor” dişlerinin arasından tıslar gibi çıkan cümleyi duyduğumda, elimde tuttuğum çatalı masaya düşürdüm. Ne diyeceğimi bilemeyip anlamsızca gözlerine bakarken, tutuğu kolumu ellerinin arasından beceriksizce çekmeye çalıştım ama başaramadım.

“Ne yaptığını sanıyorsun? Bırak!” diye bağırdım. Gözlerim, sıktığı kolumun acısıyla yaşarmıştı.

“Demir’in yemek yiyip yememesi seni niye bu kadar ilgilendiriyor diye sordum.” Sıkıp bıraktığı dişlerinin etkisiyle, çenesi bir nabız gibi atıyordu.

Neden bu kadar gerildiğine anlam verememiş, acıdan kıvranırken bir kez daha kolumu güçlü ellerinden kurtarmaya yeltendim. “Lütfen, canımı acıtıyorsun.”

Söylediğim cümle ile yaptığının yeni farkına varmış gibi ellerini aniden çekti. Boştaki elimle acıyan kolumu kavrayıp masaj yapmaya çalıştım. Tuttuğu yer fena halde kızarmış, parmaklarının izi çıkmıştı.

“Barbarsın” dedim fısıldayarak. Aniden oturduğu yerden kalktığında irkildim. Hiç bir şey söylemeden buzdolabına doğru gitti. Kolumu usulca ovmaya çalışırken bir yandan da Yağız’ı izliyordum. Buzluktan çıkarttığı buzları bir poşete koyarak yanıma geldi. Kolumun üstündeki elimi çekmeye çalıştığında izin vermedim.

“Çek şu elini” dedi elimi tutarken.

“Daha fazla acıtasın diye mi? Sağ ol ama ben almayayım”  diye sesimi yükselttim. Deli cesareti gelmiş olmalıydı. Gözlerime mühürlenmiş ateş parçalarının çıkartabileceği yangını hiçe sayarak kafa tutmak da neyin nesiydi anlamamıştım. Sonuçta bu adam beni kaçırmış ve masum bir insanın canına kastetmişti.

“Gerçekten sabrımı zorluyorsun.” dedi önüme buz torbasını sinirle bırakırken. “Şunu koluna koy da morarmasın.”

Az önce kalktığı yere oturup sahandaki menemeninin bir kısmını tabağına boşalttı. Kalan kısmını da benim tabağıma koyarak yemeğini yemeye başladı. Önümde duran buz torbasını alıp usulca koluma koydum. Gerçekten canım acımıştı. Karşımda afiyetle yemeğini yiyip arkasına yaslandı. Bakışlarını üzerime dikmiş öylece beni izliyordu. Bütün iştahım kaçmıştı. Bayıldığımda beni teselli eden, şefkat gösteren adam ile karşımda ifadesiz oturan adam aynı kişi miydi? Kaç Yağız vardı suretinde yüreğinin…

Buz torbasını masaya bırakıp, sofrayı toplamak için kalkacakken Yağızın sözleriyle oturduğum yerde kaldım.

“Tabağındakileri bitirmeden bu masadan kalkmayacaksın.”

“Aç değilim.”

“Aç olmasan da tabağındakileri yiyeceksin.”

Bu adam gerçekten sinirime dokunmayı çok iyi biliyordu. Yaptığı yetmezmiş gibi bir de karşıma geçmiş bana emirler yağdırıyordu. “ Oradan Sen ye dediğinde yiyecek, otur dediğinde oturacak, kalk dediğinde kalkacak biri gibi mi gözüküyorum?” diye sordum sinirle.

Duydukları hoşuna gitmiş gibi dudağının bir kenarı kıvrıldı. “Hala kafa tuttuğuna göre öyle olmadığın kesin Güvercin.” dedi gözlerini kaçırmadan. “Yalnız, farkına varamadığın şey şu ki; itaat etmemek uğruna girdiğin bu savaşta en çok yarayı alacak olan da sensin.”

Yağız söylediğinde haklıydı. Sadece bu savaşta değil girdiğim her savaştan izler taşıyordum vücudumda. Belki de baştan yenilgiyi kabullenseydim bu kadar yaraya peyda olmayacaktı yüreğim. O zaman da ben, ben olmayacaktım…

“Ooooh mis gibi kokmuş burası be! İnsan bir haber verir. Gizli saklı ne işler karıştırıyorsunuz bakalım siz?”  Yağızla ikimiz de aynı anda kafamızı mutfak kapısına doğru çevirdik. Demir saçı başı dağılmış bir şekilde kapıya yaslanmış arz-ı endam ediyordu. Üstünde düşük bel yırtık kot pantolonundan başka bir şey yoktu.

“ Bu ne hal lan?” dedi Yağız dişlerinin arasından.

“Ne varmış halimde?” Hala ayılamamış kapıda dikiliyordu. Bir yandan da üstünü başını inceliyordu. Gerçekten çıplak olduğunun farkında değilmiş gibiydi.

“Siktir git üstünü giyin. Playboy gibi dolanıyorsun ortalarda.” diye söylendi Yağız.

“Haaa sen onu diyorsun. Nazar etme ne olur çalış seninde olur.” diyerek gelip pişkin bir şekilde masaya oturdu. Yağız’ın gözlerinden adeta ateş çıkıyordu. Sabırla onu izlediğini anlamıştım.

Demir boştaki tabaklardan bir tanesini önüne çekip birkaç parça bir şeyler koydu. Resmen, sesimi çıkarmaya korkuyordum. Masada bir şey arar gibi bakınırken, aradığı şeyi bulamamanın verdiği üzüntüyle “Hani bana menemen?”diye çaresizce söylenerek kafasını Yağız’a doğru çevirdi. “ Aşk olsun kardeşim! Sadece kendinize kadar mı menemen yaptınız?” Cevabını beklemeden bana doğru dönerek “Senden de hiç beklemezdim Güvercin. İnsa...” demesiyle kafasına şaplağı yemesi bir olmuştu.

“Ne oluyor lannnnn” diye bağırarak can havliyle kafasını ovalamaya başladı.

“Siktir git giyin lan. Birde yüzsüz yüzsüz oturmuş hesap soruyor. Yok efendim niye menemen bırakmamışmışız.” Demir neye uğradığını şaşırmış hala kafasını ovuyordu.

Ağzım açık onları izliyordum. Kalbim olanların etkisiyle güm güm atarken Demir hiçbir şey olmamış gibi sırıtarak “Elinde ağırmış maşallah” diye pişkin pişkin söylendi.

“Sen hala burada mısın?”

Demir hızla masadan kalkıp uzaklaşmaya başladı. “Tamam lan tamam” diyerek giderken mutfak kapısının önünde durdu. “ Eğer sen yemeyeceksen ben senin menemenini yiyebilirim Güvercin.” diyerek bana göz kırptı.

“Ne menemenmiş arkadaş.” Sinirli sinirli söylenen Yağız’ın çatalını kapıya doğru fırlatmasıyla Demir gözden kayboldu. “Bir daha ağzından Güvercin kelimesini duyarsam, bir taraflarını kopartıp eline veririm.” diye boş kapıya doğru sinirle bağırdı.

Kapının yanından çıkan Demir’in kafasını görünce elimde olmadan dudaklarımdan ufak bir kahkaha fırladı.

“Neden yasak mı koydun.”dedi yüzsüzce sırıtarak. Aralarındaki samimiyete güveniyor olmalıydı. Yoksa Yağız’ın öldürücü bakışları karşısında değil konuşmak, gözlerine bakmak bile cesaret isterdi.

“Yasak koydum lan var mı?” diyerek ayaklandı Yağız. “Hala gelmiş bana laf yetiştiriyor. Demeyeceksin dedim mi demeyeceksin.” diye söylenirken Demir çoktan toz olmuştu. Olanlara gülsem mi ağlasam mı bilememiştim. Yağız’ın kapıyı çarparak kapatmasıyla yüzümdeki gülümsemeyi yavaşça sildim.

Göz göze geldiğimizde yüzündeki ifade biraz olsun yumuşamıştı. Gelip karşıma oturarak beni izlemeye başladı. “E hadi yesene ne bekliyorsun?” dediğinde tartışmaya girmeyip uysalca yemeğimi yemeye başladım. Aramızdaki gerginlik gitmişti. Meyve suyunu da içtikten sonra kahvaltı faslı benim için bitmişti.

“İyi ki aç değilmişsin.” Yağız’a baktığımda suratındaki imalı sırıtışı gördüm.

Tıka basa yemiştim gerçekten. “Birden iştahım açıldı.”dedim gözlerimi kaçırarak. Usulca tabağımı alıp lavaboya koydum. Yağız’ın tabağına da uzandığımda elimi tutarak beni durdurdu. “Bırak sofrayı da Demir toplasın. Belki aklı başına gelir. İkimizde gülümsemiştik. Bakışlarından Demir’e ne kadar kızsa da değer verdiği belli oluyordu.

 Salonda oturan Demir’i gördüğümde kendimi gülmemek için zor tuttum. Üstünü giyinmiş koltuğa yayılmış hiç bir şey olmamış gibi keyif yapıyordu. Bizi görünce toparlanıp ayağa kalktı.

“Kahvaltınız bittiğine göre ben de kahvaltımı edeyim bari.” diye söylenerek mutfağa doğru gitti.

“Masa ve bulaşıklar sana emanet.”

Demir arkasından bağıran Yağız’a dönerek “Bende!” deyip ıslık çalarak gözden kayboldu. Bu çocuk gerçekten yüzsüzdü…  

************

Salonda Yağız ile karşılıklı koltuklara oturmuş boş boş televizyona bakıyorduk. Daha doğrusu o bakıyordu, ben buradan nasıl kurtulabileceğimin planlarını yapıyordum. Aniden çalan telefon beni kendime getirdi. Yağız cebindeki telefonu çıkartıp bir müddet arayan numaraya baktı. Arayan her kimse gerilmişti. Birkaç saniye telefonun çalmasını izledikten sonra kulağına götürdü.

“Bakıyorum da aramadan duramaz oldun.” dedi gerginliğini belli etmemeye çalışarak. Karşı tarafın söylediklerini dinlerken koltukta huzursuzca kımıldamasından sinirlenmemeye çalıştığı belli oluyordu. Kaşları duyduğu şeyle çatıldı.

 “ O kadar emin olma Bozoklu, senden istediğimi biliyorsun. Hisselerime karşılık kardeşin.”

Duyduğum cümle ile kaskatı kesildim. Telefonla konuştuğu kişi Eymendi. Yağız resmen onunla benim için pazarlık ediyordu. Kafasını bana doğru çevirdi. Gözlerimin içine bakarak “İki yıldır yana yakıla onu aradığında göre, seninde bir çıkarın olmalı. En kısa zamanda bunu da öğreneceğim ama önce peşimdeki leş kargalarını uzaklaştır! Sinirime dokunmaya başladın ki canımı sıkanlara neler yaptığımı sen daha iyi bilirsin.”dedi.

Sanki konuştuğu benmişim gibi keskin bakışlarıyla beni yerime mıhlarken, ifadesizce arkasına yaslandı. Yeşillerini üzerimden çektiğinde derin bir nefes alıp biraz olsun rahatlamıştım. Nasıl bir para hırsıydı ki bu; bir insanın hayatıyla oynamak pahasına gözünü kör edebiliyordu.

Yağız, hayatım üstüne kumar oynarken, ben konuşulanları daha fazla dinlemek istemiyordum. Gözlerime dolan yaşları geri ittirerek, oturduğum yerden doğruldum. Kulağındaki telefonu dikkatlice dinlerken bir yandan da bakışlarını üzerime çevirdi. Yanından geçerken bileğimi sertçe tutmasıyla ağzımdan ufak bir çığlık fırladı. Dün gece bileğime verdiği zararın acısı geçmeden yerine yenilerini ekliyordu. Yüzümün aldığı şekilden çektiğim acının ciddiyetini fark etmiş olacak ki elini bileğimden koluma kaydırdı. Bileğimin rahatlamasına sevinemeden kolumun acısıyla yüzümü buruşturdum. Bir hışımla yanına çekerek koltuğa oturmamı sağladı. Elini kolumdan çekip, İşaret parmağını dudağına götürdüğünde sesimi çıkartmamam gerektiğini anlamıştım.

Sessizce yanında oturdum. Telefonla konuşurken tek tük bir şeyler söylese de onu işitemeyecek kadar kendimden geçmiştim. Bir şeyler yapmam gerekiyordu. Bu sevgiden nasibini almamış iki adamın elinde paramparça olmadan, kendimi onlardan kurtarmam gerekiyordu. Yağızın bağırmasıyla daldığım düşüncelerden sıyrılıp yerimden sıçradım.

“Lan orospu çocuğu, geçmiş karşıma bir de benimle pazarlık mı ediyorsun. Üç gün içinde ya hisseleri bana devredip karşılığını alırsın, ya da kardeşimin hatırı falan dinlemem kafana sıkarım.”

Telefonu bir hışımla yere fırlattı. Telefonun bataryası bir tarafa ekranı bir tarafa fırlarken, gözlerinden ateşler çıkartacak kadar öfkeliydi. Bana doğru hızla dönüp kollarımdan yakalayarak sıkılı dişlerinin arasından konuştu.

“Bu orospu çocuğunun senden istediği ne? Neden iki yıldır peşinde?”

Sorduğu soru karşısında öylece kalmıştım. Ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Bir tarafım her şeyi anlat kurtul, belki sana acıyıp yardım eder derken bir tarafım da asla söyleme diyordu. Eğer gerçekten her şeyi anlatırsam Yağız’ın eline ölüm fermanımı da vermiş olacaktım.  Yağız, öğrendiklerini Eymen’e karşı kullanırsa, Eymen’in beni almak uğruna düşünmeden hisselerini devredeceğine emindim. Şuan kullanma hakkına sahip olduğu bütün mal varlığı benimdi. Bunun ortaya çıkmaması için elinden geleni yapardı. Yağız’ın da tek istediği hisseler olduğuna göre bu işten tek zararlı çıkan yine ben olacaktım.

“Konuşmak istemiyorum.” diye fısıldadım.

Aldığı cevap karşısında sol gözünün seğirmeye başlamasıyla gerçekten tepesinin attığını ama kendini tuttuğunu biliyordum. Elleri kollarımı daha sıkı kavradı.

“Bana bak Nehir, sana güzellikle bir soru sordum. O puştun seninle alıp veremediği şey ne. Neden iki yıldır saklanıyorsun?”

Kollarımda kesin parmaklarının izi çıkmıştı. Her defasında kontrolsüzce üstümde kullandığı fiziksel güç gerçekten canımı yakıyordu. Huzursuzca kımıldanarak onu itmeye çalıştım.

“Bırak beni canımı acıtıyorsun.”

“Sorduğum soruya cevap vermezsen daha da çok acıtacağım.”

“Senden nefret ediyorum. Allahın cezası!” diyerek sağa sola kendimi savurdum. Ellerimi oynatabildiğim kadar oynatıp bütün gücümle bağırmaya başladım.

“Yeter be yeter! Bıktım artık senden de Eymen’den de. İkinizde canisiniz ikiniz de acımasız ve duygusuzsunuz. Çıkarlarınız uğruna adam öldürmek ve kadınlara zarar vermek hoşunuza gidiyor.” Söylediğim son cümle ile yaptığını yeni fark etmiş gibi ellerini gevşetti. Kollarımı onun ellerinden hızla kurtararak ayağa kalktım. Yağız da benimle birlikte ayaklandı kolumun birini tekrar kavradı. Bu seferki dokunuşunda acı yoktu.  Sadece beni yanında tutmak istediği için yapmıştı. Gözlerindeki öfke yerini merhamet duygusuna bırakırken daha da sinirlendim.

“Sana bırak dedim” diyerek hiddetle kolumu tekrar geri çektim. Tuttuğum gözyaşlarım usulca gözümden dökülürken Yağız’ın karşısında bir kez daha kendimi tutamayıp ağladığım için içimden lanetler ediyordum.

“Eymen sana zarar mı verdi?” Gözleri odağını kaybetmiş gibi boş boş bakıyordu. Sorduğu soruya cevap vermediğimi görünce tekrar bağırdı.

“Sana diyorum Allah’ın cezası Eymen sana zarar mı veriyordu?”

O kadar sinirli bağırmıştı ki ne yapacağımı şaşırmıştım. Vücudum kaskatı kesilmiş titremeye başlamıştı. Dizlerim vücudumun ağırlığını taşıyamaz olunca diz üstü yere çöktüm. Beni yerden kaldırmak için uzattığı elini bir çırpıda iterek uzaklaştırdım. O da karşımda dizlerinin üstüne oturmuştu.

“Bu seni neden ilgilendiriyor ki? Bana zarar vermiş olsa ne olacak, sanki sen de bana zarar vermedin mi?”  Kollarımı açarak önüne doğru uzattım. Bileğimde akşamdan kalma kızarıklık yavaş yavaş morarırken oluşan görüntü can acıtıcıydı. Bakışlarını, bir müddet bileklerimden ayırmadı. Sıktığı dişlerinin çenesinde oluşturduğu tümsek gittikçe gerilirken, bir saniyelik de olsa gözlerinde fark ettiğim pişmanlık duygusunu, büyük bir ustalıkla savuşturarak gözlerini kollarımdan çekip, bir şey söylemeden bana baktı. Bense akan gözyaşlarıma bile sözümü geçiremezken, iç çekişlerimin arasından sesim çıktığı kadar konuşmaya çalıştım.

“Bana güvercin diyorsun ama ben; sadece mayın tarlasının ortasında çaresizce dolanan avare bir serçeyim. Önünde sonunda bastığım mayınla parçalara ayrılacağım. Varlığım, kimseye mutluluk vermediği gibi yokluğum da kimsenin yüreğini sızlatmayacak. O yüzden birinin bana zarar verip vermemesi seni ilgilendirmesin. Nasılsa üç gün sonra varlığımı bile hatırlamayacaksın.”

Hala bakışlarının benden ayırmamıştı. Siniri yatışmış yerini acıma duygusuna bırakmıştı ki bundan nefret etmiştim. Tekrar bana doğru uzandığında gözümden boynuma damlayan yaşları elimin tersiyle silip kafamı dağa sola çevirerek uzaklaşmasını ima ettim.

“Sakın ama sakın ola ki bana acıma.”  dedim gözyaşlarım yüzümden süzülürken.

“Sana acımak aklımın ucundan bile geçmez. Nasılsa üç gün sonra görmeyeceğim birine karşı değil acıma hiçbir duyguyu beslemem.”

Yağız’ın sözleri, inanmak istemediğim gerçeği tekrar tekrar hafızama kazırken, içinde bulunduğum çaresizlik hissiyle kollarımı bacaklarıma sararak kafamı dizlerime koydum. Gözümün önünden geçen geçmişe dair sahneler canımı daha da acıtıyordu. Üç gün içinde kaçmayı başaramazsam geçmişte yaşadıklarımın daha fazlasını çekecektim. Yağızın tüylerimi diken diken eden sesiyle kendime geldim. 

“Benim için sen; hala özgürlüğü için savaşan hırçın bir Güvercinsin. İster mayın, ister pamuk tarlasında ol, sen bu inatçılığınla bir şekilde oradan kurtulmayı başarırsın. Her savaşta olduğu gibi sende kendi savaşında yara alacaksın ama şunu unutma ki Güvercin; önemli olan yaralanmak değil, önemli olan yaralanıp yok olacağını bile bile bu savaşa girebilmek. Sen çoktan savaşa girmişsin bile. Sonuçlarını hep birlikte göreceğiz…    

Yağız’ın söyledikleriyle içimde küçük bir umut filizlenirken, gözyaşlarım göz pınarlarımdan akmaz olana kadar ağladım…

Umarım bölümü beğenmissinizdir arkadaşlar. Eğer beğendiyseniz lütfen yıldıza basmayı ve hikaye hakkındaki yorumlarınızı belirtmeyi unutmayın. Hepinizi sevgiyle kucaklıyorum. Okuyan gözlerinize sağlık :)

Continue Reading

You'll Also Like

2.4M 38.4K 55
- Ahh...abim gelicek yapamayız.. Üstümdekileri delice yırtarak çıkardı. - Abini boş ver gece. Bugün gelmeyecek güzelim Erkekliğini boxer'ından çıkar...
Atlas By m

Romance

57.9K 4.8K 20
Bir mantık evliliği hikayesi.
199K 10.8K 23
❝ Konserdeki Sevgilim: Mine, üç ay. Konserdeki Sevgilim: Sadece üç ay çıkıyormuş gibi davranacağız. Konserdeki Sevgilim: O kadar. Siz: Üç ayın sonun...