KAN VE ZEHİR

By serpziyagil

729K 13.4K 5.1K

"Bin." "Neye?" "Motor-" Duraksadı. Dudağının kenarı sinsice kıvrıldı. "Neye binmek isterdin?" dedi beni başta... More

1. Bölüm | TAKINTI
2. Bölüm | SİREN
3. Bölüm | CESARETİN KANATLARI
4. Bölüm | LABİRENT
5. Bölüm | YAĞMURU DİNLEMEK
6. Bölüm | PAMUK
7. Bölüm | SÖZLEŞME
8. Bölüm | RUH KATİLİ
9. Bölüm | AY PARÇASI VE RUHSUZ HEYKEL
10. Bölüm | DAVETSİZ MİSAFİR
11. Bölüm | ELİ KAN KOKAN ADAM VE RUHU KANAYAN KADIN
12. Bölüm: DEJAVU
13. Bölüm: ADI ÖZGÜRLÜK
14. Bölüm: MASALIN ÖTEKİ YÜZÜ
15. Bölüm | ÖDEŞTİK
16. Bölüm: RUH YARASI
17. Bölüm: KUKLACININ OYUNU
18. Bölüm | OYUNCAK MÜZAYEDESİ (PART 1)
18. Bölüm (PART 2) | OYUNCAK MÜZAYEDESİ
18. Bölüm (Part 3) | OYUNCAK MÜZAYEDESİ
19. Bölüm | AŞK VE KORKU
20. Bölüm | KALPLE SAVAŞ
21. Bölüm | AJAN
23. Bölüm | LAFÜGÜZAF
24. Bölüm | ÖLÜLER AF DİLEMEZ

22. Bölüm | ATEŞTEN URGAN

16.4K 229 129
By serpziyagil

SELAM AŞKLARIMM 💓

Bölüm sonunda bekliyorum, özledim sizii.

Keyifli okumalar.

🌙

"Bir şırayla yok olmak"

22. Bölüm: Ateşten Urgan

Hayaletler ordusu beynimin silsilesinde, yakıyor geçmişi şöminede kırık bir şırayla.

Tutuşan şıra önce kendini yakıyor ateşiyle, ardından etrafını veriyor ateşe.

Yanan geçmiş değil, siluetler.

Acıyan geçmiş değil, bugünüm.

Poyraz'ın bana bakan korkulu gözlerinde, ölümünün yansımasını yani kendimi görmüştüm. Tek derdim kendimi korumaktı. Bana dokunan elleri, uzaklaşsın istemiştim. Vucüduma çarpan nefesi kesilsin. O silahı ateşlemeseydim, o eller bana dokunmaya devam edecekti. Kendimi korumak isterken, bir cana mââl olmuştum. Ben o gün ölmemek için öldürmeyi seçmiştim. Her şey bir anda olmuştu. O tetiği çektiğim andan sonrası yoktu kafamda. Yerde dizlerimi kendime çekmiş, titreyek önümdeki ceseti kaç dakika izledim bilmiyordum. Berkan gelip, bana sesleninceye kadar gerçeklik algımı yitirmiştim. O gelmiş ve beni kaybolduğum karanlıktan kurtarmıştı. Işık olmuştu.

Şimdi ise bir karakolun önünde, Berkan ile yan yana duruyorduk. Poyraz'ın kayboluşu, benim için sır perdesinin ardında gizliydi. Ceset neredeydi, hastaneye götürsek yaşar mıydı? Bilmiyordum. O silahı ben ateşlemiştim ama Berkan, katil olmadın, demişti. Son darbeyi kendisinin vurduğunu, üstü kapalı söylemişti. Katil olmayım diye, kan dökmüştü. Katil olmayım diye, günahlarına bir yenisini eklemişti. Cehennemin kavurucu ateşinde yanmayı göze almıştı. Benim için.

Berkan'ın arabasına yaslanmış, ayakta duruyorduk. Berkan, biten sigarası yere attı. Ayakkabısının ucuyla izmariti ezdi. Yanan alev sönmüştü. Aldığımız telefondan sonra, evden çıkmıştık. Rüya'da gelmek istemişti ama Berkan izin vermemişti. Ona sarılıp 'geleceğim bebeğim korkacak bir şey yok' demiş ve kardeşini Faruk'a emanet etmişti. Gelemeyebilirdi. Yüzlerce cinayet işlemiş ve yakalanmamıştı. Koruyucu kimliği hala gizliydi. Yüzlerce cinayette yakalanmayan adam, benim yüzümden buradaydı. Benim işlediğim cinayeti, o devam ettirmişti. Burada olmasının suçlusu bendim.

Her suçun gölgesinde, saklanan bir suçlu vardır. Cinayet işlemek sadece birini öldürmekle olmaz. Bu suçun, suçlusu bendim.

Pars'ın telefondaki sözleri canlandı zihnimde.

"Karakola sen mi gelirsin yoksa biz mi gelip alalım onu sormak için aradım. Yarım saat içinde karakolda ol, başsavcı bekliyor. Poyraz davası çözüldü. "

Beynim bulanıyordu. Berkan'ın hapishaneye girme düşününcesi bile ruhumu sıkıştırıyordu.

Yeni bir anı istila etti zihnime. Uçaktayken, Pars'ın uyarısı. Berkan'ın, koruyucu olduğundan şüpheleniyordu. Hatta ben Pars'ın şüphesinden sonra gözümün önündeki gerçeği görmüştüm. Berkan'ın, koruyucu olduğunu anlamıştım.

"O adamdan uzak durmalısın Mehir. Neyi ne kadar biliyorsun, bilmiyorum ama o adam bir cani. Çok tehlikeli biri."

Peki ya Pars, Berkan'ın koruyucu olduğunu kanıtlarsa? Eğer Berkan, Poyraz cinayeti ile yargılanırsa Pars'ın şüpheleri kesinleşecek ve eline delil geçecek. Elimi boğazıma götürüp derin bir nefes aldım. Koruyucu olduğu ortaya çıkarsa, düşmanları akbaba gibi tepesine binerdi.

Berkan, deri ceketini çıkartıp açık camdan arabanın içine koydu. Üzerinde kaslarını saran uzun kollu, siyah ince kazak vardı. Camı kapatıp, arabayı kilitledi. Karakola gitmek için bir adım attı. Kolunu tutup, durdurdum. "Korkuyorum, geri dönelim." derken sesim titremişti. Korku, çok acı veriyordu. İnsan sevmediği şeylerden korkardı. Sevmediği şeyler insana acı vermezdi ama bu öyle bir korkuydu ki... Canımı acıtıyordu.

Kaybetme korkusuydu bu.

Bana döndü. Tek kaşını havaya kaldırmıştı. "Neden korkuyorsun?" diye sordu tekdüze bir sesle. "Gitme." Başımı yere eğdim. Neden korktuğumu, söylemedim. Bir kaç adımla, arabayla arasına aldı beni. "Hani gitmemi istiyordun? Senden gitmemi?" Beni köşeye sıkıştırmanın keyfini sürüyordu. Hem somut hem soyut olarak.

"Gitme." diyebildim sadece. Daha fazlasını demek istedim ama kelimeler dökülmedi dilimden. "Neden gitmeyim?" deyip elini yanağıma koydu. Konuşmam için ısrarla geri çekilmiyordu. "Gidersen Rüya üzülür. Çok üzülür, ağlıyordur şimdi evde. Eve dönelim. Pars ile konuşayım ben, neyi ne kadar biliyorlar öğreneyim. Eğer hapise gireceğin kadar güçlüyse eli, kaçarsın bu ülkeden." dedim nefes almadan. Dediklerimle ilgilenmeyip, bambaşka bir soru yöneltti. "Başka kim üzülür? Sadece Rüya mı?" Yanağımdaki elini, çeneme indirdi. "Faruk da üzülür." Ben de üzülürüm.

"Başka?" derken sabrının sonuna geldiğini anlamıştım. Dişlerini sıkıyordu. Sinirlenmişti. "Bu kadar." Ben çok üzülürüm ama bunu sana diyemem. Dersem umut vermiş olurum. Ben kendi duygularımdan kaçarken sana umut verirsem, o umutla boğulurum. "Pek de üzülen yokmuş, o yüzden gevezelik etme." deyip bana arkasını döndü. Karakola gidiyordu.

"Ben üzülürüm!" Durdu. Omuzunun üzerinden bana baktı. Karakolun önündeki polis arabalarının, yanıp sönen ışıkları yüzüne vuruyordu. "Üzülmezsin. Biraz önce anladım ki, sen bu dünyada beni sevecek son kişi bile değilsin. Gitmek istiyordun ya hani, ayağına kapanırdım 'benimle kal' diye ama beni gerçekten istemeyen bir kadına söyleyecek tek cümlem yok. Tükettin. Benim cümlelerimi tükettin bu gece. Git şimdi." deyip karakola doğru yürümeye devam etti. Göğsümde bir kırılma hissettim. Elimi sızlayan kalbime koydum. İlk kez bana böyle davranmıştı. İlk kez biri bana 'git' dedi diye, ağlamak istiyordum.

Bir kuble ateşte kavruldu ruhum. Ateş kükrerken yüzüme, dumanı ciğerimi tıkadı. İnsanı beklediği insan değil, beklemediği hançerleyince, anlıyordu bazı kelimelerin zehrini. Kelimelerinden ruhuma dökülen zehir, içimi kavuruyordu. Daha önce kelimelerin bu kadar acıttığını bilseydim, ruh katilimi kelimelerimle asla hançerlemezdim.

O beni hançerleyinceye dek anlamamıştım onda açtığım yarayı. Şimdi anlıyordum ki, bazı kadınlar geç anlarmış ve şimdi kabul ediyorum ki, hiç bir acıyı başına gelmeyince anlamazmış insan.

Yanağıma süzülen yaşı kolumun tersiyle sildim. Bilerek yapıyordu. Ona kızıp gideyim buradan istiyordu çünkü teslim olacaktı. Eğer Poyraz cinayeti gerçekten çözüldüyse, suçu kabul edecekti.

Benim işlediğim cinayetin tüm suçunu omuzlarına alacaktı. İtiraz edip, kendimi ele vermeyim diye bana bunları söylemişti. Emindim bundan çünkü şimdiye kadar ona ne yaparsam yapayım sesini çıkartmayan adam, 'gidersen üzülürüm' dediğim halde gitmezdi. Bana o acı sözleri söyleyip gitmezdi. Ardında kanayan gölgemi bırakıp gitmezdi.

Karakola çoktan girmişti. Ağlamamak için olduğum yerde ayağımı sallıyordum. Güçlü durmam gerekiyordu. Elimi saçımdan geçirip, saçımı karıştırdım. Korkunun işlediği kalbim, göğüs kafesime hızla çarpıyordu. Etrafa bakındım. Bir kaç polis karakolun köşesinde, bankta oturmuş sigara içiyordu. Yerdeki kırık kaldırım taşı gözüme çarptı. Eğilip taşı aldım. Taşı sıkıca tutup, karakola doğru yürüdüm. Berkan, zeki bir adamdı. Gidip ben öldürdüm Poyraz'ı dersem, ne söylersem söyleyim polisleri ve başsavcıyı ikna ederdi benim suçsuz olduğuma.

Kaldırım taşını, polis arabasının camına fırlattım. Cam paramparça olmuştu. Arabanın sinyalleri yanıp sönerken, rahatsız edici sesler çıkarıyordu. Bankta oturan polisler -kaçacakmışım gibi- koşarak yanıma geldiler. Yüzümde mimik oynatmadan, ellerimi polis memuruna uzattım. Bana sinirle bakan adam, sertçe kelepçeyi taktı ellerime. "Nerede ruh hastası varsa bizi buluyor." diye söylenerek, beni karakola doğru yürütmeye başladı. Zorluk çıkartmadan yürüyordum. Diğer polisler hala arabaya bakıyorlardı. Karakola girince, sessizliğimi bozma vaktim gelmişti.

Başsavcı ve Pars müdürün odasında olmalıydı. Emniyet müdürü, bir başsavcı ve MIT ajanını kendi odasında ağırlamıyor olsa gerekti. Müdür odası yazan kapının yanından, geçerken durdum. Ben durunca, kolumu tutan polis de durup bana ters ters bakmıştı. "Yürü." demişti sakin olmaya çalışarak. Sanırım sinirli günündeydi ya da arabaya üzülmüştü. "Bırak beni! Dokunma!" diye bağırmaya başladım. Polis memuru şaşkınca bana bakıyordu. "Derdin ne senin. Kapa çeneni yürü, ifadeni alacağım." deyip hafif ittirdi beni yürümem için.

"Lan! Ben kırmadan çek o elini!" Berkan'ın gür sesi karakol koridorunda yankılanmıştı. Müdür odasının kapısında hiddetle, kolumu tutan adama bakıyordu. Polis memuruna dönüp, üzgünce baktım. Berkan'ın gözlerindeki cani ışıltıları tanıyordum. Daha önce oyuncak müzayedesinde görmüştüm, zehirlediği adamlar yere yıkılırken. "Özür dilerim ama bu biraz acıtacak." dedim sadece onun duyabileceği tınıda. Dediğimi duymuştu ama anlamamıştı. "Ne acıtacak?" demesinin üzerinden bir kaç saniye geçmişti ki... Bomba patladı.

"Sana çek o elini demiştim!" deyip adamın yüzüne yumruk attı. Polis geriye sendelerken, geriye doğru bir kaç adım atmıştım. Polis memuru hırsla iadeyi ziyaret yapmış ve Berkan'a yumruk atmıştı. Berkan, son anda yüzünü çekmişti ama yumruktan kurtulamamıştı. Pars ve başsavcı olduğunu düşündüğüm kadın müdahale etmek için koşarak gelmişlerdi ama her şey çok hızlı gelişmişti. Seslere gelen polislerin yarışı Berkan'ı tutarken, diğerleri arkadaşlarını tutuyordu. "Neler oluyor burada biri açıklasın hemen!" müdür odasından çıkan yaşlı adam, emniyet müdürü olmalıydı. Oldukça dinç görünüyordu.

"Bu kız dışarıdaki polis arabasının camına taş attı amirim. Kamu malına zarar vermekten, tutukladım ifadesini almaya götürüyordum birden bağırmaya başladı. Sonra nereden çıktıysa şu adam gelip, bana vurdu." Polis memuru sinir sinirli olayı anlatırken, Berkan ne yapmak istediğimi anlamış, şaşkınlıkla karışık bir sinirle bana bakıyordu. Bana bu kez gerçekten sinirlenmişti. Gözlerimi kaçırıp diğer tarafa bakınca, Pars'ın şaşkın bakışlarıyla karışlaştım. Bu kez başımı eğip, ayakkabıma baktım.

"Atın bu ikisini nezarete." dedi müdür ve yanındaki kadına döndü. "Kusura bakmayın sayın başsavcım, buyurun odama geçelim biz." deyip eliyle odasının gösterdi. Doğru tahmin etmiştim, kadın başsavcıydı. Güçlü kadınları görmeyi seviyordum. Kadın bana ve Berkan'a ilgisizce baktı. Berkan'ın yaşlarında duruyordu. Tahminen yirmi yedi civarı olmalıydı. üzerinde taş rengi, kalem etek ve blazzer ceket vardı. Saçlarını ensesinde sıkıca topuz yapmıştı. Pars'a başıyla odayı işaret edip, müdürle odaya girdi.

Pars, polis memurlarına baktı. "Adamı götürün nezarete, kızı ben getireceğim." dedi. Berkan, dişlerini sıkarak Pars'a bakıyordu. Polis memurları Berkan'ı götürürken, zorluk çıkartmadan yürümüştü. Berkan gözden kaybolunca, Pars yanımızda kalan polislere baktı. "Herkes işinin başına." deyip dağılmalarını sağladı. Yumruk yiyen adam kanayan burnunu tutuyordu ve bana bakışları pek insan canlısı değildi. Baş başa kalmıştık.

"Neden yaptın bunu?" diye sormasını bekliyordum ama O, "İyi misin?" diye sormuştu. Başımı iki yana salladım. Değildim. Titrekçe nefesini üfledi. "Pekâla, seni nezarete götürmek zorundayım burada bir yetkim yok ama müdür ile konuşup ifaden alınana kadar polis odasında beklemeni sağlayabilirim. İşlemleri de hızlandırırım." deyip elini omuzuma koydu. "Yemek yedin mi sen? Ya da istediğin başka bir şey var mı? Polis odasına getireyim gelirken." İçtenlikle güldüm. Geçmişte ne yaşarsak yaşayalım, o benim için hep harika bir dost olmuştu. Hatta beni aldatmasaydı, kesin hala arkadaş kalırdık.

Kelepçeli elimi uzattım. "Her şey için teşekkür ederim Pars ama gerek yok bunlara. Şimdi işini yap ve beni onun yanına götür." Yutkundu. "Seviyor musun onu?" diye sordu aniden. Nefes aldım sakince. "Bilmiyorum." dedim dürüstçe. "Tek bir bakışıyla mutlu oluyorum. Kötü bir söz söylese canım yanıyor. Ona bir şey olma düşüncesi, kafayı yiyecekmişim gibi hissettiriyor." dedim dalgınca ve gözlerine baktım. "Sence seviyor muyum onu? Ben bilmiyorum ki aşk ne." Yutkunamadı. Boğazına oturdu bir yumru, gözlerimin önünde.

"Sevmiyorsun." Bana mı dedi, kendine mi bilmiyorum ama sustum. Ellerimi tutup, anahtarla kelepçeyi açtı. Elini belime koyup, boştaki eliyle koridoru gösterdi. "Bu taraftan." Yürümeye başladık. Sağ tarafa dönüp, biraz yürüyünce demirli parmaklıklarının önüne gelmiştik. Berkan'ı görünce ıslık çaldım. "Analar neler doğuruyor be!" dedim alayla karışık. Berkan, yere oturmuş, sırtını duvara yaslayıp, tek ayağını uzatmış ve diğerini kendine çekmişti. Dalgınca yere bakıyordu ama sesimi duyunca yerden kaldırmıştı kafasını.

Berkan, gözlerini yanımdaki Pars'a dikmiş bakarken, Pars belimdeki elini çekmeden, demir parmaklıkların kapısını açıyordu. Berkan'ın yanındaki nezarete girdim. Pars kapıyı kapatıp, bize bakmış ve gitmişti. Berkan ile aramda kocaman demir parmaklıklar vardı. Onun olduğu taraftaki duvarın dibine çöküp, yere oturdum. Dakikalardır içimi kemiren kurt döküldü dudaklarımdan. Başımı yere eğip, parmaklarımla oynamaya başladım. "Dışarıda bana söylediklerin..." Sözümü kesti. "Yalandı. Yalan söyledim eve git diye çünkü seni tanıyorum. Bir delilik yapıp, suçu üstlenmenden korktum." Suçu üstlenen kendisiydi. Poyraz'ın katili bendim. İlk mermi benim tuttuğum silahtan çıkmıştı.

"Esas suçlu benim Berkan. Benim yüzümden hapise girmene izin vermem. Gerekirse itiraf ederim suçumu." Güldü. Gamzesini gösterecek kadar içten güldü. "Beni mi koruyorsun sen?" Başımı salladım sessizce. "Koruma. Ben bizi korurum. Sen sadece bana yosun güzeli gözlerinle bak yeter." Hislerin kokusu yok sanırdım, taa ki sesindeki huzurla denk düşene kadar. "Bakarım ama ya Poyraz'ın ölümü hakkında bir delil buldularsa?" diye mırıldandım. Korkuyordum. Başsavcı dahi buraya kadar gelmiş ve Berkan'ı ifadeye çağırmıştı.

"Korkma. Poyraz meselesi sabahın ilk ışıklarıyla, kapanacak."

"Ama nasıl?"

"Güveniyor musun bana?"

"Evet."

"O halde soru sorma ve bekle." Ona güveniyordum. Bir bildiği olmasa, bunları söylemezdi. Konuyu değiştirmek  için demir parmaklıklara baktım. "Demirden duvar girdi aramıza." dedim kinayeyle. Gülsün istiyordum. Gamzesini görmek huzurlu hissettiyordu. Yan yanaydık ama aramızdaki parmaklıklar aşılamazdı.

"Demirden bir duvar vardı zaten aramızda." dedi kinayeyle.

"Nasıl?"

"Sen varsın."

Kaşlarım çatıldı. "O nasıl benzetme? Element miyim ben." deyip dudağımı büzdüm. Haksız sayılmazdı, aramızdaki tek duvar bendim ama haklı sebeplerim vardı. Bir sene boyunca beni takip etmesini sindiremiyordum. Başını duvara yaslayıp, gözlerini yumdu. "Elementsin sen ama sadece benim dünyama özel." derken sesi uykulu geliyordu. Kafamı duvara yaslayıp onu doğru döndüm. Çok güzel görünüyordu. Elmacık kemiğinde hafif kızarıklık vardı. Yumruk yediği için olmalıydı. Parmaklıklar arasından elimi sokup, uzanmaya çalıştım yanağına ama yapamadım. "Acıyor mu?" diye sordum yanağına ithafen. Elini sol göğsüne koyup iç çekti, hala kapalıydı gözleri. "Çok." dedi kalbini tutarak. Dolan gözlerimi gizlemek için çabalamadım çünkü görmüyordu beni. "Bilmiyorsun sen ama benim de acıyor." deyip es verdim. "Belki uyursak geçer." diye ekledim.

Dilini damağına vurdu olumsuzca. "Cık. Sarılsak geçer." Aramızdaki demir parmaklıklardan, onu izlerken sarılmamızın mümkün olmadığını biliyordum. O da bunu bildiği için, gözlerini bir an olsun aralamamıştı zaten.

"İyi geceler Ay parçam."

"Buonanotte anima mia." dedim italyanca konuşarak. Dudağının kenarı yukarı kıvrıldı uykusunda. İçimden tekrar ettim ve gözlerimi kapattım.

İyi geceler ruhum.

🌙

Sabah olmuştu.

İnsanın arzusu imtihanı olur, sözünün ütopyasını yaşıyordum. Adalet yerini bulsun çok istiyordum. Kendimi bildim bileli, katiller cezasını çeksin istemiştim. Bunda en büyük katkı payı, annemi öldüren katillerdi. Ben adalet istedikçe, işler aleyhime dönmüştü.

Bir katil ile yollarımız kesismiş, hayatlarımız birbirine ateşten bir urganla bağlanmıştı. O katil bana aşıktı. Ben ise, kendimden kaçtığım bir uçurumun eşiğinde dolanıyordum. Başlarda cezasını çekip, hapise girsin istediğim katil, hapise girmesin diye bir polis arabasını taşlamıştım. Hemde bir kaldırım taşıyla. Kendime inanmakta güçlük çekiyordum. Bir adam için nezarete atılmıştım ve ben her şeyi boşvermiş ve soğuk betonda oturmuş, uykusunda onu izliyordum.

Kafayı yemediğime inanmak zordu. Pekte sağlam olmayan psikolojim, beni korkutma işinde oldukça başarılıydı. Uzun kıvrık kirpikleri, koyu kahve gözlerini kapatıyordu. Alnına dökülen bir kaç tutam saçı, çekmek istiyordum ama aramızdaki demirler buna engeldi. İçindeki karanlığa tezat sürekli beyaz giyiyordu ve beyaz dünya üzerinde bir insana ancak bu kadar yakışırdı. Kan olmasından korkmuyordu üzerindeki beyazın çünkü emindi kendinden. Her cinayetinde, üzerine beyaz giyebilecek kadar güveniyordu zekasına.

"Berkan." diye seslendim çekinerek. Uyandırmak istemiyordum ama bir saattir uyanıktım ve acıkmıştım. "Hı?" diye mırıldandı, yerinde hafif kıpırdanmış ama uyanmamıştı. "Berkan." diye tekrar ettim bu kez hafif sistemle. "Söyle Ay parçam." Uyku mahmurluğuyla araladı gözlerini. "Acıktım ben." deyip elimi mideme koydum. Midem gurulduyordu. Yaslandığı yerden doğruldu esneyerek. Gerçekten yorulmuş olmalıydı ki hala uykuluydu.

"Birazdan çıkarız buradan." dedikten bir kaç saniye sonra, Pars geldi. "Avukatın dişli çıktı." dedi Berkan'a bakarak ve es verip bana döndü. "Yine de Mehir'e dua et çünkü şikayetçi olan polis memurunu ve müdürü dosya açmamaya, ben ikna ettim." dedi. "Kapıyı aç ajan." deyip ayağa kalktı Berkan. Boynunu kütletti, uyurken uyuşmuş olmalıydı tüm vücudu. Pars önce benim bulunduğum nezaretin kapısını açtı anahtarla. Yerden destek alarak ayağa kalktım. Pars, Berkan'ın kapısını açarken, ben kapıdan çıktım. İkisi yine birbirine düşmanca bakıyordu.

"Pars..." Elimi koluna koydum. Berkan ile göz temasını kesip bana döndü. "Ben teşekkür ederim. Bizi kurtarmak zorunda değildin ama yaptın." dedim minnetimi sunarak. Pars ikna etmeseydi yine çıkardık buradan biliyordum ama beni korumak için çaba göstermişti ve teşekkürü hakediyordu. Pars, elini yanağıma koydu çekinerek. Eli titriyordu. "Zorundaydım çünkü senin kötü olman demek, benim kötü olmam demek. Teşekküre gerek yok Pıtırcık." deyip son kelimede iç çekmişti.

Gülerek tekrar ettim. "Pıtırcık. En son bunu söylediğinde bir parktaydık. Salıncakta oturuyorduk." O gün kafamda kendini tekrar ederken, Pars tamamladı cümlemi. Onun aklı da, o güne gitmişti. "Ayrılık konuşması yapıyorduk. Hayatımda yediğim en sağlam yumruğu yemiştim." derken elmacık kemiğini işaret etti. "Haketmiştin." dedim gülerek. Hayat ağladığımız günleri, gülerek yâd ettiğimiz garip bir oyundu. "Haketmiştim." dedi burukça. O gün beni aldattığını öğrenmiştim ve parkta buluşmuştuk. O gün sevgilimi değil, en yakın arkadaşımı kaybetmiştim. Pars'a asıl öfkem o yüzdendi. Beni aldatmak yerine anlasaydı, ben onunla arkadaş kalırdım çünkü biz zaten arkadaş gibiydik hep.

"Teşekkür faslınız bittiyse yürü. Çıkalım şuradan çünkü şu herif yanağına bir saniye daha dokunursa, elini kıracağım." Duyduğum mekanik sesle, irkilip Pars'tan uzaklaştım. Berkan, dokunsam alev alacak bir mayın tarlasını andırıyordu. "Tekrar teşekkürler Pars. Görüşürüz." deyip Berkan'ın koluna girdim. "Unutmadan, dün yarım kaldı ifaden ama tekrar gelmene gerek yok. Poyraz Karadağ cinayeti dosyası delil yetersizliğinden, başsavcı Ankara Alora'nın yetkisi dahilinde bu sabah kapandı." dedi. Kalbim tekledi. Kurtulmuştuk.

Adaletin keskin kılıcı, zalimin sert zırhına yenik düşmüştü.

Haksız olan bizdik ama kurtulan da bizdik. İçimde hep kanayacak bir yara daha açılmıştı. Ben adalete dilsiz olmuştum ve bu suskunluk, bir adamın ölümünü perdeliyordu. Her insanın adalet yerini bulsun sevdası, namlunun ucu kendine dokunana kadardı.

Asla bir mezarın olmayacak, katillerin dışarıda dolaşacak ve ben kendimi bu konuda asla affetmeyeceğim ama bu hikayenin masumu sen değilsin.

Yatacak yerin yok ama huzur içinde yat Poyraz Karadağ.

"Görüşürüz Mehir." dedi Pars. Kapıya yürüdüm ama o hareket etmeyince durup, kolunu sıktım. Buradan çıkmak istiyordum. "Görüşeceğiz ajan." deyip kolumdan çıktı ve elimi tuttu. Biz kapıdan çıkarken, Pars yumruklarını sıkmış, arkamızdan bize bakıyordu.

Karakoldan çıkana kadar, iç mahkememde hesaplaşmaya devam ettim. Dışarının serin rüzgarı yüzümüze vurunca, nefes aldığımı hissettim. "Kurtulduk." deyip Berkan'ın boynuna atladım. Belimden tutup, beni havaya kaldırdı. Bacaklarımı beline sardım. "Onu bu gece öldürmemem için bana bir sebep ver." Başını boynuma gömmüştü. Sıcak nefesi boynuna çarpıyordu. Kaşlarım havalandı. "Anlamadım?" diye sordum. Poyraz dosyası kapanmıştı ve şuan tek düşündüğüm buydu.

"Yanağına dokunan o iti, öldürmemem için bana bir sebep söyle Yosun gözlü kız." O ciddiydi. Bedenim kaskatı kesildi. Ülkece aranan bir seri katilin, bunu söylemesi şakaya vurulamayacak kadar ciddiydi. "Poyraz dosyası kapandı ve senin derdin Pars mı?" diye sordum. Kucağından inip, yüzüne baktım. "Benim tek derdim sensin ve o adam sana dokundu Mehir." dedi dişlerini sıkarak. "O adam benim çocukluğum ve onu öldürürsen çocukluğumun katili olursun Berkan. Al sana koca bir sebep!"   deyip arabaya yürüdüm.

Arkamdan geliyordu. Arabaya binecekken, gelip kapıyı tuttu ve sertçe kapattı. "Bir daha bana arkanı dönmeyeceksin! Sabrediyorum. Ne yaparsan yap, kırılma diye beni parçalamana izin veriyorum ama yeter! Sana sabrım çok ama sonsuz değil Mehir." dedi bağırarak. Bana bağırması yabancısı olduğum bir eylemdi. Kaşlarımı çattım.

"Bağırma bana!"

"Bağırtma sende!"

"Evime gitmek istiyorum." deyip arabaya bindim. Kapıyı sertçe kapattım. Arabanın önünden dolanıp, sürücü koltuğuna bindi. Konuşmadan arabayı çalıştırdı. İkimizde sinirliydik, susmamız daha hayırlıydı. Gereksiz kıskançlık yapıyordu! Kaşlarım çatıldı. Kıskançlık yapıyordu? Dudağımın kenarı kıvrıldı istemsizce. Beni kıskanıyordu. Vites beşteydi. Çok hızlı gidiyorduk. Kısa sürede ana caddeye çıktık. "Sola döneceksin." dedim yolu tarif etmek için ama dönmedi. "Niye dönmedin? Kendi evime gideceğim ben." Onun evine giden yoldan gidiyorduk. "Bavulun bizde, onu alalım götüreceğim evine merak etme." deyip ters ters baktı. Kollarımı göğsümde bağlayıp, diğer tarafa çevirdim kafamı. Altımızdan kayıp giden yolu izlerken, aklımı meşgul eden tek meşgale ruh katilimdi.

Eve gidene kadar beraber sustuk. Yolda yemem için hamburger ve portakal suyu almıştı. Acıktığımı, sinirinden unutmamış olması ince detaydı.  Araba büyük demir kapıdan girip, süs havuzunun yanında durdu. Kapıyı açacakken beni durdurdu. "Sen bekle, zaten toplamıştın bavulunu. Ben alıp gelirim, oyalanmayalım işlerim var." deyip arabadan indi. Aramıza görünmez bir perde çekmişti. Ona benden uzaklaştıran bu perdeden nefret etmiştim. Haklı olduğunu biliyordum ama Pars'ı öldürmesine izin veremezdim. Sinirini benden çıkartmasına razıydım.

Sekiz dakika sonra elinde bavulumla geldi. Bavulu bagaja koyup, arabaya bindi ve yüzüme dahi bakmadan arabayı çalıştırdı. "Rüya ve Faruk evde miydi?" diye sordum konuşturmak için. "Hayır sinemaya gitmişler, Seda hanım söyledi." Seda abla izinden dönmüştü demek. "Bizde mi gitsek?" dedim hevesle. Berkan, bana uzaylı görmüş gibi bakıp, yola çevirdi başını. "Benden kurtulmak için dakika saymıyor muydun sen hayırdır?" diye sordu tekdüze bir sesle. Hala kızgındı bana. Dudağımı büzdüm.

"Senden kurtulmak istediğimi söylemedim. Kendi evime gitmek istiyorum sadece. Bu görüşmeyeceğimiz anlamına gelmiyor." deyip duraksadım. "Gelmiyor değil mi?" diye sordum. Onunla görüşmek istemediğimi düşünüyor olamazdı değil mi? Öyle düşünüyordu. Yutkunamadım. "Sinemaya gidemeyiz şimdi. Önemli işlerim var." deyip kulağının arkasını kaşıdı. "Ama istersen eve gitmeden önce seni biriyle tanıştırmak istiyorum." Merakla kirpiklerimi kırpıştırdım. Sinemaya gidemeyeceğimiz için moralim bozulmuştu ama beni kiminle tanıştıracağını merak etmiştim. "Olur. Önemli biri mi?" diye sordum.

Dudağının kenarı kıvrıldı. "Fazlasıyla önemli biri. Poyraz dosyasından bizi kurtaran kişi." deyip direksiyonu sola kırdı ve yolu değiştirdi. Merakım sobadaki ateş gibi harlanmıştı.

"Uzak mı gideceğimiz yer?"

"Biraz."

Üç saat. Tam üç saattir yoldaydık. Sıkıntıyla nefes verdim. "Daha ne kadar kaldı? Hani uzak değildi? Of Berkan." Söylenerek camı açtım. Rüzgar yüzüme değip, saçlarımı dalgalandırdı. Hava almak iyi gelmişti. "Sıkıldın biliyorum ama gözden uzak bir yerde buluşmamız gerekiyordu. Az kaldı." diye açıklama yaptı. Direksiyonu sağa kırdı ve bir dağ evinin, tahta kapısından içeriye girdik.

El frenini kaldırıp, bana döndü. "Geldik."  Camdan evi inceledim. Bir dağ evine göre oldukça büyüktü. Etrafta bir kaç koruma vardı. Tanışacağım kişi gerçekten önemli biri olmalıydı. Beraber arabadan indik. Büyük ahşap ev dubleksti. Üst katının çatısı üçgen geliyordu ve büyük bir terası vardı.

Evin zaten açık olan kapısından içeriye girdik. Salona girince, ilk dikkatimi çeken sırtı bize dönük ayakta duran bir kadındı. Ahşap içki dolabının önünde, viski bardağına içki dolduruyordu. "Bir  hoş geldin yok mu?" Berkan salona inen ahşap iki basamağı inip, kadına yaklaştı. Kadın sesi duyunca bize dönmüştü. "Hoş geldin adaletin kılıcı." deyip kollarını iki yana açtı. Berkan, yaklaşıp kıza sarıldı.



🌙



Finitoooo fkwldlspxapxlls nasıl buldunuz bölümü?

Bölüm hakkındaki teori ve fikirlerinizi yazın ay parçalarım

Sizce o kadın kim?

Alalım teorilerii fkskxosodos

Bölümde en sevdiğiniz sahne ve replik ne?

Yeni bölümde meyhaneye gitcez sizinle rakı sofrası kurcam sizee fjwkfkwkdkwkdksodowod

Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın, ne kadar yorum o kadar hızlı bölüm diyor ve gidiyorum ⭐️

İg: serpziyagil

Continue Reading

You'll Also Like

1M 18.2K 27
🔞Türkiye'nin en büyük mafyası tarafından kaçırılmak ve onla ilişki yaşamak.🔞 🔞Bolca +18 vardır. 🔞
277K 14.7K 48
Alya özer (asil ) küçük yaştan beri ailesinin intikamı için yanıp tututuşur tam herşey bitmişken gerçek ailesi ortaya çıkar.
7.3K 850 18
Taehyun: Bugün okula yeni biri geldi adı Kai Kamal Huening -TAMAMLANDI-
54.4K 2.9K 15
28 yıl önce karıştırılmış bir binbaşının hikayesi.Ben Asena Doğu namı değer Kızıl Dağların Kızılı ismini duyanların korkudan titrediği kadın Bu ben...