KAN VE ZEHİR

serpziyagil

729K 13.4K 5.1K

"Bin." "Neye?" "Motor-" Duraksadı. Dudağının kenarı sinsice kıvrıldı. "Neye binmek isterdin?" dedi beni başta... Еще

1. Bölüm | TAKINTI
2. Bölüm | SİREN
3. Bölüm | CESARETİN KANATLARI
4. Bölüm | LABİRENT
5. Bölüm | YAĞMURU DİNLEMEK
6. Bölüm | PAMUK
7. Bölüm | SÖZLEŞME
8. Bölüm | RUH KATİLİ
9. Bölüm | AY PARÇASI VE RUHSUZ HEYKEL
10. Bölüm | DAVETSİZ MİSAFİR
11. Bölüm | ELİ KAN KOKAN ADAM VE RUHU KANAYAN KADIN
12. Bölüm: DEJAVU
13. Bölüm: ADI ÖZGÜRLÜK
14. Bölüm: MASALIN ÖTEKİ YÜZÜ
15. Bölüm | ÖDEŞTİK
16. Bölüm: RUH YARASI
17. Bölüm: KUKLACININ OYUNU
18. Bölüm | OYUNCAK MÜZAYEDESİ (PART 1)
18. Bölüm (PART 2) | OYUNCAK MÜZAYEDESİ
18. Bölüm (Part 3) | OYUNCAK MÜZAYEDESİ
20. Bölüm | KALPLE SAVAŞ
21. Bölüm | AJAN
22. Bölüm | ATEŞTEN URGAN
23. Bölüm | LAFÜGÜZAF
24. Bölüm | ÖLÜLER AF DİLEMEZ

19. Bölüm | AŞK VE KORKU

17.5K 238 69
serpziyagil

AYYY KIZLARRR (VE ERKOLAR) ÇOK ÖZLEDİM SİZİİ ❤️‍🔥

Biliyorum sizde beni özlediniz dkwkdlwldlw

Bölüm sonunda bekliyorum sizii. Medyadaki şarkıyı, açmanız gereken yeri yazdım. İsteyen şarkı ile okuyabilir o sahneyi.

Keyifli okumalar tepkilerinizi okumak için sabırsızlanıyorum!

🌙

19. Bölüm: Aşk ve Korku

İnsan kalbi; iki kulakçık ve iki karıncık olmak üzere dört odacıklıdır. Sağ kulakçık ve sağ karıncık arasında üçlü kapakçık (triküspit) vardır. Sol kulakçıkla sol karıncık arasında ise, ikili kapakçık (biküspit-mitral) bulunur.

Tıp jargonları bir yana, kalp hep romantize edilen bir organ olmuştur. Kalbi hızlandıran çok güçlü iki duygu vardır.

Aşk ve korku.

Kalbim öyle hızlı atıyordu ki, göğüs kafesim delinse şaşırmazdım. Korku, içime nüfuz etmişti. İnsan canını önemsizleştirenin, yine insan olduğu bir gezegende yaşıyorduk. Kurşun çıktığı namluyu tanımıyor, akıtacağı kana uçuyordu.

Bir mermi delip geçmişti geceyi. Herşey çok hızlı olmuştu. Üzerime yığılan bedenle, yere düşmüştüm. "Sinem." diyebildim. Korkudan algılarım kapanmıştı. Etrafımdan gelen sesler, bozuk bir uğultu kadardı. "Ah." Acıyla inledi Sinem. Sesini ilk kez duymuştum ve bu acı bir haykırıştı. Sessiz bir inilti. Dikkatlice üzerimden itip, sırtüstü uzanmasını sağladım. Kolundan yaralanmıştı. Kanı elbisenin açıkta bıraktığı koluma ve boynuma bulaşmıştı. Bilinci açıktı. "İyi olacaksın. İyi olacaksın." Uzun eldivenlerimi çıkartıp, koluna turnike yaptım. Sıkıca bağladığım için daha fazla kan kaybını önleyecekti ama hemen hastaneye gitmemiz gerekiyordu. İlk yardım derslerinden aklımda kalan bu kadardı.

Yere düşen silahın kabzasını kavrayıp yerden kalktım. Kızların önümüzde etten duvar ördüğünü, yerden kalkınca farkedebilmiştim. "Hemen çekilin önümden, bi daha tekrar ettirmeyin bana! Kime güveniyorsunuz, iki saattir tanıdığınız o kıza mı? Unutmayın bu saçmalık bitince yine benim elime kalacaksınız nankörler sürüsü sizi!" Kath havaya tehditler savuruyordu. Kızların omuzlarına dokunup, kenara çekişmelerini bekledim. Kızlar isteksizce çekilince, Kath ile yüz yüze gelmiştik. Yine.

Ellerimi arkama koyup, ona doğru bir kaç adım attım. "Ne diyordun tatlım, beni öldürecektin en son sanırım değil mi?" Dudağımı büzüp arkasında duran, korumalara baktım. Hepsinin beli doluydu. Korkuyordum. Korku bir silahtır. Sen kullanmazsan, karşındaki sana doğrultur. Kendi korkunu, kendin dize getireceksin ki, korkularınla vurmasın kimse. Bedenimi gevşetip, küçümseyerek süzdüm karşımdakileri.

"Yalnız ufak bir ayrıntı var bilmediğin." dedim kinayeyle. "Kapa çeneni artık!" Kath yeniden silahını bana doğrulttu.
"Otelin içinde 10 tane uzaktan kumandalı bomba var." deyip bileklik olan elimi kaldırdım. "Bileklik çip ile kontrol ediyor bombaları. Elimi bir kez sıkarsam, bileklik bronz olur ve bombalar aktifleşir, geri sayım başlar. İkinci kez yumruğumu sıkarsam, bileklik kan kırmızısı olur ve bom!" dedim gözlerimi belerterek. Kath alayla beni süzdü. Bana inanmamıştı ama içine kuşku tohumu ektiğimi biliyordum. Korumalar birbirine bakıp, aralarında konuşuyordu.

"Blöf yapıyorsun."

"Hayır." Blöf yapıyorum. Berkan'ı, korkutmak istemiyordum ama şuan buna mecburdum. Kızlar için. Sinem için. Yumruğumu sıktım. Bileğim havada olduğu için, hepsi görüyordu bilekliğin renk değiştirmesini. "Geri sayım başladı. Yarışmacı arkadaşlara bol şans." deyip elimi sallayarak reverans yaptım. Korumalar korkuyla küfür ettiler ve arkalarını dönüp koşmaya başladılar. Korumalardan biri panikle silahını da yere atmıştı. Umarım bir daha silah almazdı eline. "Geri dönün salaklar!" Kath sinirden kırmızıya dönmüştü ama korumalar geri dönmedi.

Kızlar tedirgince bana bakıyordu. Onlarda inanmıştı belli ki yalanıma. Korumalar gidince Kath yalnız kalmıştı. "Kızlar Sinem'i de alıp arka çıkışa gidin." Kızlar sorgulamadan itaat ettiler. Birbirleriyle göz teması kurup, iki kişiyi yanımda bıraktılar. Diğerleri Sinem'in koluna girip çıkışa yöneldiler. Onca yaşadıklarına karşı, beni korumak istemeleri paha biçilemezdi.

"Sen öldürüyordun beni, noldu? Çok kırıldım ama vaz mı geçtin?" deyip alayla güldüm. "Bu burada bitmeyecek Candice!" Kath arkasını dönüp, otelin ön çıkış kapısına doğru yürümeye başladı. Kızlardan biri -Adı Ambar'dı- korumanın yere attığı silahı alıp, Kath'in arkasından ateş etti. Çok hızlı koşmuş ve tetiği düşünmeden çekmişti. Ağzım açık bakakalmıştım. Kath acıyla yere yığılmıştı. Sırtından vurulmuştu. Yutkundum.

Yanına koşup, yere diz çöktüm. Yüzünden dağılan saçlarını çektim. Bilinci kapalıydı ama nefes alıyordu. Sertçe yutkundum. Kan geçmiş tramvalarımı tetikliyordu. Titreyen bacaklarıma inat, yerden destek alarak ayağa kalktım. Kızlar manzaradan memnun şekilde duruyorlardı.

"Gidelim." Berkan'a sarılmaya ihtiyacım vardı. O hepsini hallederdi. Sinem'in yarasını iyileştirir, Kath için ambulans arar ve kızları güvenli bir yere götürürdü. Tüm bunlar şuan çok fazla geliyordu. Kan, geçmişimi bana sunuyordu katran kokan bir tepside. Berkan'a sarılırsam geçer miydi bu da?

"Ambulans aramalıyım." Çıkışa doğru yürürken, kendi kendime konuşuyordum. Her yerime bulaşan kanın, çürük metal kokusu midemi bulandırıyordu. "Kimse ölmeyi haketmez." Bacaklarım titrerken yürümek daha güçtü. Arka kapıya ulaşınca, ciğerlerim temiz havayla doldu. Derin nefesler aldım. Berkan, gelmeliydi artık. Kaç dakika olmuştu?

Dediği araba buradaydı. Büyük bir arabaydı ama hepimizi almazdı. Ayakkabılar bileğimi sıkıyordu. Bir kaç sarsak adım atıp, arabanın arkasında kalan kaldırım taşına, kızların yanına oturdum. Diğerleri de yorgunlukla oturmuştu. Hava soğumuştu ve hepimizin üzeri çok inceydi. Özellikle onlar hala saten sabahlıklarla duruyorlardı. Yine de mutlu görünüyorlardı. Sinem solgundu. "Hastane." diye mırıldandım. Kath'in durumu daha kötüydü, ölebilirdi. "Ambulans." diye ekledim. Elimdeki silahı kaldırama koydum. Ayakkabıların bilek bantlarını çözüp, ayağımdan çıkarttım. Bileklerim kızarmıştı. Bileğimi yavaşca ovdum. Gözlerim doldu. Her şey çok ağırdı ama en ağırı kan kokusuydu.

Hayır.

En ağırı, sarılmayı beklediğim adamın kan dökerek bana gelmesiydi.

"Yalvarırım sözünü tutmuş ol Mehir."

Gelmişti.

Adımı mı söylemişti o? Adım yakışmıştı sesine. Sesindeki bariz korku beni göremediği içindi. Ayağa kalkıp çıplak ayaklarla, arabanın arkasından çıktım. Beni görünce derin bir nefes aldı. Yanıma gelip, beni göğsüne çekmiş ve sıkıca sarılmıştı. "Çok korktum." İtiraz etmeden kollarımı boynuna sardım. Başımı göğsüne yaslayıp, bal kokusunun beni rahatlamasını bekledim. "Bende korktum." dedim kokusunu solurken. Yüzümü avuçlayıp, geri çekildi. Kolum, boynumdaki kan lekelerine baktı. "Ne oldu sana? Ya-ralandın mı?" dedi kekelereyek. Hızla başımı iki yana salladım. Yanaklarımdaki ellerinin üzerine, ellerimi koydum. "Hayır ama çok kötü şeyler oldu." Yutkunup, arkamı işaret ettim başımla.

Berkan, arkamdaki kızları yeni farketmiş olmalı ki geri çekilip bana 'ciddi misin?' der gibi baktı. Başımı yere eğdim. "Onları bırakamazdım." diye mırıldandım. "Yoruldum." diye ekleyip iç çektim. Berkan, ayaklarıma bakıp ağzının içinde küfür mırıldandı. Belimden tutup, beni arabanın kaputuna oturttu. "Neden çıplak ayak geziyorsun?" diye azarladı beni. "Bileğimi sıktı ayakkabılar ama boşver daha önemli konularımız var şuan." Soğuktan kızaran burnuma, vurdu işaret parmağıyla. "Seni boşvereceğime söylerken inandın mı?" deyip göz kırptı. Beni ciddiye alması gerekiyordu çünkü gerçekten durum vahimdi. "Hayır ama cidden daha önemli sorunlar var. " deyip arabanın kaputundan yere atladım. Elinden tuttum. "Kan bana ait değil ama benim için canını feda eden birine ait." dedim. Berkan, gözlerini kısıp devam etmemi bekledi merakla. İlgisini çekebilmiştim. Dikkatle ağzımdan çıkacak sözleri bekliyordu.

"Kath biz çıkarken peşimizden geldi. Yanında silahlı adamları vardı. Beni vurmak istedi ve ateş etti." Elimdeki eli kasıldı. Elini bırakmadan, arabanın arkasına yürüdüm. Peşimden geliyordu ama sinirinin damalarında attığına adım kadar emindim. Arabanın arkasına gelince, elini bıraktım. Tam arkamdaydı. Sinem, kızlardan birinin omuzuna başını koymuş acıyla iniliyordu. Alnı boncuk boncuk terlemişti. "Sinem önüme atladı. Benim yüzümden yaralandı." deyip ona döndüm. "Sinem'i hastaneye götürmeliyiz. Bir de ambulans çağırmalıyız acilen. Kath vuruldu ve durumu kötü." deyip nefes almak için sustum. Berkan duydukları sindirmek ister gibi yutkundu ard arda. Elini kaldırıp, "bir dakika ver bana." demişti. Takriben bir dakika olmadan olanları idrak edip, cebinden telefonunu çıkarttı.

Telefondan bir numara tuşlayıp aradı. "Faruk, K98 görevi kordinatlarına güvenli hat üzerinden bir ambulans çağır. Bir de kızlar için gelecek araca söyle hızlansınlar. Araç gelmeden ambulansı aramayacaksın." deyip karşı tarafı dinledi. Hattın ucundan Faruk'un sesi geliyordu. Berkan, telefonu kapatıp ceketinin cebine koydu. Ceketini çıkartıp, omuzlarıma koydu. Arabanın kilidini açıp, bagaji açtı. "Mehir arabaya bin. Ayakların çıplak." demişti bagajdan ilk yardım çantasını alırken. Cekete sarıldım. Sinem, benim yüzümden bu haldeyken, çıplak ayaklarımı düşünemezdim.

Berkan, kaldırıma dizlerinin üzerinde çöktü. İlk yardım çantasını açıp, eline tıbbi eldiven giydi. Sinem'in koluna bağladığım bez parçasını çıkartıp, yarayı kontrol etti. Ilk yardım çantasından aldığı malzemelerle yarayı temizlemeye başladı. "Kurşun sıyırmış korkulacak bir yara değil." deyip yaptığı işten başını kaldırmadan, bizi bilgilendirmişti. "Bu biraz acıyacak." dedi Sinem'e ve elindeki enjeksiyonu deriye enjekte etti. "Lokal anestezi yapıyorum. Dikişi hissetmeyeceksin." diye yaptığını anlatıyor ve Sinem'i sakin tutmaya çalışıyordu. Ondan çok iyi bir doktor olurdu ama o kötünün iyisi bir katil olmayı seçmişti. Neden seçmişti bu yolu?

Dikişi attılırken Sinem tepkisizdi ama onun yerine benim canım acımıştı izlerken. Berkan, temizlediği yaranın dışına iyot içeren endürdiyotu sürüp, yaranın içine antibiyotik krem sürmüş ve sargı beziyle kapattığı yeri bandaj ile sarmıştı. O, tüm bunları yaparken ben sadece durmuştum.

Olduğum yerden bir milim dahi kımıldamamış ve küçük nefesler alırken, izlemiştim. Korkulacak bir şey yok, demişti Berkan. Ona inanıyordum ama ard arda yaşadığım yoğun duygu geçişleri beynimi bulandırmış ve beni yormuştu.

Sinem'in gözleri yavaş yavaş kapanıyordu. "İyi olacak mı?" deyip tüm kızların sormak isteyip, soramadığı soruyu dile getirdim. "İyi olacak sadece kan kaybetti ve vücudu acıdan yorgun düştü." dedi.

Sokağa ard arda iki büyük araç giriş yaptı. Berkan, öndeki arabaya yaklaşıp,
Telefonuyla birini aradı. Şoförün olduğu kapalı siyah cama bakarken telefondan komut veriyordu. Berkan, telefonu kapatınca araçların arka kapıları otomatik şekilde açılmaya başlamıştı. Geri dönüp Sinem'i kucağına aldı. Araçlardan birinin arka koltuğuna yatırdı Sinem'i. Yanına gidip, omuzlarımdaki ceketi Sinem'in üzerine örttüm. "İyi olacaksın." diye fısıldadım. Beni duymadığını biliyordum ama bunu söylemeye ihtiyacım vardı. Berkan, bana dönüp kızları işaret etti başıyla. Gözlerimle onayladım onu. Ne olursa olsun kızlar Berkan'ı tanımıyorlardı ve karşı cins birine güvenemezlerdi başlarına gelenlerden sonra.

Kızlara yaklaşıp kollarımı iki yana açtım. "Ayrılık vakti geldi. Araç sizi ailelerinize götürecek ya da nereye gitmek isterseniz oraya. Sinem iyi olunca beraber sizi arayacağız." dedim. Gözlerim konuşurken dolmamıştı ama kızlar aynı anda bana sarılınca ağlamamak için alt dudağımı ısırdım. Bir çember yapıp, beni içine almışlardı. "Bölmek istemem ama vaktimiz yok. İçerideki kadın ölmek üzere." Bunu diyen adamın en fazla yarım saat önce, bu otelde bir katliam yarattığını bilmesem ciddiye alabilirdim. Trajikomik bir durumdu. Kızlar sırayla araçlara binmeye başladı. Hepsi binince araçların kapıları kapanmış ve araçlar sokaktan çıkmıştı.

"Yosun gözlü kız?" Berkan'ın hayret dolu yüzüne elimi koydum. "Söyle ruh katilim?" dedim. Bedenim aniden havalanınca kollarımı, boynuna doladım. "Neden çıplak ayakla duruyorsun? Sana arabaya bin demiştim." Ses tonu alışkın olduğumun aksine sert ve ciddiydi. "O an odağım Sinem'di. Hayatımı borçluyum ona." dedim hafif çatık kaşlarımla.

Berkan, iç çekti. "O sana olan can borcunu ödedi seni kurtararak. Kaldı ki bir borç varsa ben öderim senin yerine. Hasta olacaksın soğuktan gidelim artık." Konuşurken beni ön koltuğa bindirmiş ve emniyet kemerimi bağlamıştı. Kendi sürücü koltuğundaki yerini alınca, aracı çalıştırdı. Biz arka sokaktan çıkıp, İtalya'nın en gösterişli otelinden uzaklaşırken bir ambulans yanımızdan geçmişti. Dikiz aynasından otelin sokağına döndüğünü görmüştüm. "Umarım ölmemiştir." dedim kendi kendime.

"Umarım ölmüştür." dedi buz gibi sesiyle. Sustum ve sadece baktım. İtiraz etmedim çünkü Kath gerçek kötüydü. O kızlara yaptıkları saf kötülüktü. Ayaklarımı koltuğa çıkarıp, dizlerimi kırdım. Kollarımı kendime sarıp, başımı dizlerime yasladım. Ani bir fren yaparsa, tahtalı köyü boylayabilirdim ama şuan rahattı pozisyonum. Yağmur çiselemeye başlamıştı. Arabanın camına minik damlalar su lekesi bırakıyordu.

"Bir gün. Bugün değil ama bir gün seni inandıracağım. Kendime söz veriyorum." diye mırıldandım, yan profilinden onu izlerken. Berkan'nın mimiklerini izlemek çok keyifliydi. Mesela şuan dediğimi anlamamış ve kaşları yay gibi gerilmiş, alnında ince bir çizgi boy göstermişti. "Neye inandıracaksın Yosun gözlüm?" diye sordu. Bana bakıp, yeniden yola dönmüştü. "Ölümün tek çözüm olmadığına. Suçluları cezalandırmanın tek yolunun, canlarını almak olmadığına." dedim inanarak. Yüzünde alaylı bir tebessüm belirip, kayboldu. İnanmıyordu, dediklerimin olacağına. İhtimal dahi vermiyordu.

"Sen gül. İnanma hatta dalga geç istersen ama ben inanıyorum. Bugün değil ama bir gün Ruh katilim, öldürmek için değil yaşatmak için kullanacaksın o ellerini. O gün anlayacaksın, ölüm yaşamın ikizi." deyip iç çektim. Uykum gelmeye başlamıştı. Dediklerim öylesine kelimeler değildi. Her bir harfine İnanıyordum. Öldürmek değil yaşatmak yakışırdı o ellere. Başka bir evrende tanışsak nasıl olurdu acaba? Mesela onun doktor olduğu bir evren. Araba aniden durunca, başımı torpidoya çarpacağım sandım ama Berkan çevik bir hareketle beni tutup arkama yaslamıştı. "Yuh yavaş!" diye bağırdım korkuyla. "Açıkla." dedi sadece.

Gözlerine boş boş bakmakla yetindim. Kurduğum hayali bozmuş, neredeyse kafamı yaralamama sebep olacaktı ve tek söyleyeceği 'Açıkla' mıydı? Başka bir evren -hayalimi- teorimi sesli mi düşünmüştüm acaba biraz evvel? Hayır, öyle olsa farkederdim henüz o kadar uykulu değildim. Düzeltiyorum. Ben hiç bir zaman o kadar uykulu değilim. "Neyi açıklayayım?" deyip ofladım, bulamaç olmuştu kafamın içi. "Ölüm yaşamın ikizi, dedin. Açıkla." dedi çatık kaşlarıyla sertçe. Eli hala üzerimdeydi ve koltuğa yapışık vaziyetteydim. Ellerine imayla bakınca, geri çekti kendini. Koltuktan doğrulup, sorusuna odaklandım. "Her insan ölmek için doğar ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar ama biliriz ki ölüm her an ensemizde. Düşünsene, ölüm olmasaydı yaşam olur muydu? Yahut kim yaşamadan ölebilir ki? Bir gün de yaşasan, bin bir gün de yaşasan sonun ölümken, inkar edebilir misin ölüm ve yaşamın birbiri için yaratılmadığını?" dedim.

Durdu.

Kafasında dediklerimi tartıyor ve düşünüyordu.

"Ölüm yaşam kadar yakınken, ben yaşamadan ölmek istemiyorum." deyip arabadan indi. Yağmur hala çiseliyordu. "Ne-" arabadan inince susmak zorunda kalmıştım. Arabanın etrafında dolanıp, kapımı açtı. "Benimle dans et. Bu gece yarım kalan dansımızı tamamlayalım." dedi baloda beni dans ederken, yalnız bırakıp gidişine ithafen. "Hayır etmiyorum. Yine dans ederken, defolup gidersin falan hiç gerek yok, almayayım ben." Kollarımı göğsümde bağlayıp, başımı diğer tarafa çevirdim.

(Medyadaki şarkıyı burada açabilirsiniz Ay parçalarım <3 )

"Sana soru sormadım Ay parçası." Belimden tutup beni kucağına aldı. Refleksle omuzlarına tutundum. Bakışları çıplak ayaklarıma kaydı. Beni arabanın kaputuna oturtup, ayakkabılarını çıkartmaya başladı. "Ne yapıyorsun?" diye sordum şaşkınca. Yağmur ılık ılık üzerimize yağıyordu. Ayakkabısını, çıplak ayağıma giydirdi yavaşca. "Ne yapıyorsun?" diye yeniledim sorumu şaşkınca. Ayak bileğimi nazikçe kavrayıp, diğer ayakkabıyı da giydirdi. "Hasta olmayalım diye önlem alıyorum çünkü dans edeceğiz." Cevap vermemi beklemeden arabaya döndü. Kapıyı açıp radyoya uzandı. Telefonuyla bir kaç şey yaptıktan sonra, radyodan şarkı sesi yükseldi. Arka bagaji açıp, siyah kaban tarzı bir ceketle geri döndü. Çalan şarkının melodisi tanıdık değildi ve sözlerine daha girmediği için adını bilmiyordum. Kabanı omuzlarıma koyup, kollarımdan geçirdi. Kaban buram buram Berkan kokuyordu. Bal ve henüz ne olduğunu çözemediğim o nota...

Belimden tutup, beni arabanın üzerinden indirdi. Ayakkabılar çok büyük gelmişti ayağıma. Ellerini belime sıkıca sarıp beni kendine çekti. Başını şakağıma yaslayınca, ellerimi boynuna sardım. Olduğumuz yerde sallanıyorduk. Aksi halde bu ayakkabılarla değil dans yürüyemezdim bile tökezlerdim. Yağmur saçlarımızı ıslatmıştı çoktan. Berkan'ın ıslak saçlarından yüzüne yol çizmişti su damlaları. Gözlerini kapatmış, tüm varlığıyla kendini bu an'a adamıştı sanki.

An'ı sadece yaşamıyor, hissediyordu her zerresiyle. Şarkının sözleri döküldü coşkuyla dudaklarından. "Kan ve gül, gülle diken, aşkım ve sen
Birbirine dönük sırt sen ve ben
Kan ve gül, gülle diken, aşkım ve sen
Birbirine dönük sırt sen ve ben
Bilmem, anlatabiliyor muyum?" Elini belimden sırtıma kaydırdı. Şarkı ve yağmur sesi birbirine karışıyordu.

"Seviyorum, seviyor musun?
Ağlıyorum, gülüyor musun?
Özlüyorum, gidiyor musun?
Sevdikçe itiyor musun?
Peki, öyle olsun." diyordu şarkının sözleri. Berkan iki adım geriye çekilip, elimi tuttu. Beni kendi etrafımda yavaşca döndürüp, kendine çekti. Kahkaha attıp, yeniden boynuna sarıldım. Kendimi çok huzurlu hissediyordum. Berkan, gülüşüme mest olmuş gibi bakıyordu. Gamzesi, gün yüzüne çıkmış bir güneşten halliceydi. Şarkı ikinci kez bitene dek dans ettik yağmurun altında. Soğuktan parmaklarım uyuşmuştu ama buna değerdi. Berkan, geri çekilip beni kucağına aldı. "Buz gibi oldun özür dilerim." derken beni arabaya bindirmişti. Kendi de arabaya binip, ısıtıcıyı açtı. Soğuktan kızaran ellerimi klimaya uzattım. "Niye kabahat işlemişsin gibi özür diliyorsun?" diye sordum, şaşırmıştım. "Üşüdün." dedi kendi suçuymuş gibi. "Sende üşüdün. Ben senden özür diliyor muyum?" diye sordum tek kaşımı kaldırıp. Afalladı. Başını iki yana salladı itiraz ederek.

"Aynı şey değil." dedi.

"Aynı şey." dedim.

Cevap vermedi bu kez. Kabullendiğinden mi yoksa uzatmak istemediğinden mi, sessiz kalmıştı bilmiyordum. Otele gidene kadar konuşmadık. Otele gelince, arka personel kapısından girmiştik otele. Odamıza çıkınca, bir kaç parça kıyafet alıp banyoya girmiştim direkt. Sıcak bir duş alıp, siyah eşofman ve sweatimi giymiştim.

Saçımı havluyla kurutarak, içeriye geçtiğimde Berkan, üzerini değişmiş koltukta kahvesini yudumluyordu. "Yorucu bir geceydi." deyip karşındaki koltuğa oturdum. Elindeki tableti masaya bıraktı. Masadaki boş fincana, french press ile kahve doldurdu. Fincanı bana uzatınca, elinden aldım. "Teşekkür ederim." deyip kahveden bir yudum aldım. Sıcak sıvı boğazımdan akıp gitmişti ve geriye hoş bir tat bırakmıştı. "Otelden ayrılmadan önce biz yemek yerken, sana bir şey söylemiştim. Hatırlıyor musun?" Bana yönelttiği soruyla bakışlarım, yemek yediğimiz amerikan mutfağın masasına kaydı. Zihnimde canlandı o an.

Ortadaki tabakta duran pizzadan bir dilim alıp ısırmıştım. "Düş güzeli nedir bilir misin Mehir?" demişti ekrandan ayırmadan bakışlarını. Kaşlarım hafif çatılırken, içimi kemiren kurdun yabancısıydım. Bana ismimi kullanmasının yabancısı olduğum gibi. "O ne öyle masal aleminde mi yaşıyoruz?" demiştim alayla. Kadehten büyük bir yudum almıştım. Telefonu kilitleyip masaya koymuştu. Konuşmak için dudaklarını aralamıştı ama telefonu çalınca isteksizce ekrana bakıp ayağa kalkmıştı. Yanıma gelip başımın üzerini öpmüştü. "Yemeğini ye geliyorum ben birazdan, buna bakmak zorundayım."

"Evet telefonun çalınca gitmiştin." diye mırıldandım düşünceli şekilde. Berkan, başını hafif salladı. "Ve daha sonra söylerim, demiştim balkonda." Merakla gözlerine baktım. "Dinliyorum." dedim. Derin bir nefes alıp, bana doğru eğildi.

"Düş güzeli demek, düşlerimde güzelsin demek. Düşler gerçeklerden daha çok mutlu eder bazen insanı. Düş kurarken kimseye hesap vermezsin, sana ait ve özeldir o anlar. Bazen, bak her daim demiyorum ama bazen... Gerçeğinden daha çok sever insan düşlerini çünkü gerçeklerin acıtmak gibi bir huyu vardır. Anladın mı şimdi ne demekmiş düş güzelim?" dedi tane tane, her bir mimiğimi izleyerek. Yavaşca yutkundum. Kelimenin sonuna koyduğu aitlik eki, dengemi altüst etmişti. Birine ait olma fikrini hiç bir zaman sevmemiştim ama onun düş güzeli olmayı çok sevmiştim.

"Anlamıyorum. Sürekli yaptığın imalar, bakışlarının içindeki parıltılar, cümlelerindeki gizler... Hepsi çok fazla şey ifade ediyor biliyorum, öylesine kurulmuş cümleler değiller ama anlam veremiyorum. Ben düzlükten ötesini göremiyorum. Ya bana yardım et dümdüz ol ya da yapma artık yorma ruhumu." diye sitem ettim yorgunlukla. Onu hem çok iyi anlıyor, hem de hiç anlamıyordum. Zoraki bir nefes aldı. Dudaklarını ıslatıp, iç çekti.

Konuşmak için aralandı, hep susmak için kapanan dudakları. "Sene 2022, günlerden 9 Temmuz. Yani bundan 1 sene önce. İş için Ankara'ya gitmiştim. O sıralar Devin ile sevgiliydim. Onunla telefonda konuşuyorduk. Metro durağından çıkıyordum konuşurken. Tartışıyorduk sanırım pek hatırlamıyorum konuyu, önemsiz olsa gerek, neyse o sırada bir kız ile çarpıştım. Bak çarpıştık demiyorum. Çarpıştım çünkü kız başını kaldırıp yüzüme bile bakmadan geçip, gitti yanımdan seher yeli gibi. Telefon kulağımda, Devin konuşuyor ama sesler kayboldu o an. O kısacık çarpışmadan geriye kalan tek şey, portakal çiçeği kokusuydu. Arkasından bakakaldım o kızın. Siyah saçları omuzlarından aşağıya dökülüyordu. Hayatımda gördüğüm en güzel kızdı. Gözleri yeşildi ama sıradan bir yeşil değil. Sertti bakışları, umursamaz ve öfke dolu. Küçük asi, yaramaz bir kız çocuğu gibi bakıyordu." deyip konuşmak için es verdi. Kirpiklerimi kırpıştırdım şaşkınlıkla. "Na-" sorumu engelleyip, devam etti anlatmaya. "Ertesi gün, yine aynı metro durağına gittim. Aynı saatte aynı yerde o kızı bekledim."

"Geldi mi?" dedim engel olamayarak kendime. Dudağının kenarı burukça kıvrıldı. "Gelmedi." dedi ve nefes verdi. "Tekrar gittin mi peki? Gelirdi belki..." Yüzüm düşmüştü. Bence kız bilse gelirdi. Keşke içindeki dünyadan başını kaldırıp, görebilseydi Berkan'ı. "Gitmedim. Gitmedim çünkü bağlantılarımı kullanıp kızı buldum. 11 Temmuz gecesi evine gittim ve penceresinden izledim onu. Ay ışığı vuruyordu bembeyaz tenine. Saçlarını toplamış, çalışma masasında, elindeki kalemle bir şeyler yazıyordu. Oldukça sinirliydi yine, elindeki kağıda üzülmüştüm o gece." dedi sona doğru gülerek.

Şaşkınlıktan küçük dilimle bakışıyorduk, her an onu yutabilirdim. "O kız kalbimin üç odacığını işgal etti bir anda. Ve ben o gece sabaha kadar seni izlerken anladım ki, sen benim sonumu getireceksin." dedi ve en büyük itirafını gerçekleştirdi. En azından ben öyle sanıyordum. "Ben anlamıyorum. Biz 2023'te karşılaştık. O gün beni tanıyor muydun yani?" Kafam allak bullak olmuştu. Bir şeylerden şüpheleniyordum ama bu kadarını beklemiyordum. Bir sene diyordu. Koca bir sene. "O gün seni sadece tanımıyordum." Bana doğru uzanıp elimi avcuna aldı. Nabzımı yavaşca okşadı. "O gün ve bugün en büyük gerçeğim sensin. Sana olan sevgim. Benim her gün hayal ettiğim sensin Düş güzelim." deyip duraksadı. Gözleri gülümsedi sözlerinin rahatlığıyla.

"Seni seviyorum Ay parçam."

🌙

AYY NASIL BULDUNUZ BÖLÜMÜ?

Teorileriniz neler?

Şaşırdınız mı, Berkan'ın 1 senedir Mehir'e aşık olmasına?

Şimdi size kritik bir soru soracağım flsldslldwpdpw yeni bölüm için haftada bir gün belirleyelim mi? Her hafta o gün bölüm atacağım. Hangi gün olsun beraber karar verelim istedim. Benim aklımda cumartesi var sizde yazın düşüncenizi.

Bir okuyucum bölüm sonlarına, vote ve yorum yapmayı unutmayın yazar mısın, ben unutuyorum okurken heyecandan demişti. (O yüzden her bölüm sonuna not düşeceğim kdlwldwlld)

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın sizi çok seviyorum Ay parçalarım <3

Продолжить чтение

Вам также понравится

349K 14.4K 37
Kocam, bin adamın bir kurşunuyla öldürüldü. Ben ise, bin kurşunla tek bir kişiyi öldüreceğim. "AKSİYONUN EN ÇARPICI SERİSİ" Kocası, bir suikastte öl...
Küçük Enişte Şuayb Ege

Короткий рассказ

675 88 10
Kuşatılmışız, dört bir yandan, her açıdan ve her konudan. Hani böyle savaştayken düşmanla karşı karşıya gelirsiniz, sayınız azdır ve artık düşman dör...
1.2K 97 7
"Keşke seni uzaktan izlemek zorunda kalmasam, keşke seninle yan yana olabilsem ama senin gibi bende korkuyorum. Sanki canavarmışım gibi korku dolu b...
KÖZDEN KALPLER ŞATOSU Resma

Детектив / Триллер

4.8K 676 6
İtaatsizlikten yurt dışına sürgün edilen Anka gizli örgüt varisi, halk tarafından sosyetik katil olarak bilinen, Beliz Elzem Zerel örgütün yönetici l...