KAN VE ZEHİR

By serpziyagil

733K 13.6K 5.1K

*Tüm hakları şahsıma aittir. Çalınması, uyarlanması ve kopyalanması durumunda yasal işlem başlatılacaktır.* More

1. Bölüm | TAKINTI
2. Bölüm | SİREN
3. Bölüm | CESARETİN KANATLARI
4. Bölüm | LABİRENT
5. Bölüm | YAĞMURU DİNLEMEK
7. Bölüm | SÖZLEŞME
8. Bölüm | RUH KATİLİ
9. Bölüm | AY PARÇASI VE RUHSUZ HEYKEL
10. Bölüm | DAVETSİZ MİSAFİR
11. Bölüm | ELİ KAN KOKAN ADAM VE RUHU KANAYAN KADIN
12. Bölüm: DEJAVU
13. Bölüm: ADI ÖZGÜRLÜK
14. Bölüm: MASALIN ÖTEKİ YÜZÜ
15. Bölüm | ÖDEŞTİK
16. Bölüm: RUH YARASI
17. Bölüm: KUKLACININ OYUNU
18. Bölüm | OYUNCAK MÜZAYEDESİ (PART 1)
18. Bölüm (PART 2) | OYUNCAK MÜZAYEDESİ
18. Bölüm (Part 3) | OYUNCAK MÜZAYEDESİ
19. Bölüm | AŞK VE KORKU
20. Bölüm | KALPLE SAVAŞ
21. Bölüm | AJAN
22. Bölüm | ATEŞTEN URGAN
23. Bölüm | LAFÜGÜZAF
24. Bölüm | ÖLÜLER AF DİLEMEZ

6. Bölüm | PAMUK

34.4K 702 506
By serpziyagil

Selamm! Nasılsınız? Düşüncelerinizi yazmadan geçmeyin bölüm sonunda!

Yine heyecanın dorukta olduğu bir bölümle geldim!

Bölüm şarkıları:

Barış Diri - Derinden Derinden

Farazi - Dokunmayarayaparsın

Halsey - Still Learning

The GodFather Theme

Berkay Altunyay - Hatam Çok

6. Bölüm: Pamuk

Geceden karanlıktı ışığım. Beni siyaha, boyayacak kadar karanlık. Bitmek bilmeyen bir savaşın ön safhındaydım.

Savaşan bendim.

Savaş bendim.

Benim savaşım kendimleydi. Ne yazık ki bitmeye niyeti olmayan bir savaştı. Adalet arzusuyla, nefes aldığım bu evde eli kanlı bir katil olmuştum. Katil, deyip iğnelediğim insandan ne farkım kalmıştı şimdi benim?

Ben miyim suçlu? Yoksa beni buna mecbur bırakan şerefsiz mi? Kan kokuyordu. Titreyen kanlı elime baktım. Kan bana ait değildi. O pisliğe aitti. Bir elimde hala sıkıca tuttuğum soğuk metal silahın ağırlığı vardı. Duvara yaslanmış, dizlerimi kendime çekmiş ona bakıyordum. Bedenim titriyordu ve kontrol edemiyordum. Yerimde sallanırken, gözümü bi an olsun kırpmamıştım. Bakışlarım yerde boylu boyunca uzanan bedendeydi.

Hareket etmiyordu. Ölmüştü.

Bildiğim tüm ilk yardım bilgileri aklımdan uçup gitmişti. Tam 11 dakika olmuştu. Onu göğsünden vurmuştum. Neden hala polis gelmemişti? Apartmandakiler aramış olmalıydı. Benim teslim olmam gerekiyordu.

Ben onu öldürmüştüm.

Çok fazla kan vardı. Kan kokusu sinmişti ciğerlerime. Midem bulanıyordu. Terden yüzüme yapışan saçlarımı çekecek gücü kendimde bulamadım. Beynim durmuş gibiydi. Ne yapacaktım ben?

Her şey saniyeler içinde olmuştu. Ansızın ve beklenmedik. Bir doğal afet gibi tepetaklak etmişti beni.

Çelik kapının sertçe kapanma sesini duydum. Polise mi aitti gelen adım sesleri? Yerde yatan kanlı bedene bakmaya devam ettim dakikalardır olduğu gibi. Titriyordum ve tek hissettiğim buydu. Ruhuma kadar titriyordum.

"Siktir." Faruk'un sesini duydum. Dönüp bakmadım. Elimdeki silahı daha sıkı kavradım.

Poyraz'ın cesetiyle arama bir beden girdi. Kokusu, kan kokusunu sildi ciğerlerimden. Berkan elini yanağıma koydu. Yüzüne bakmadım. Yüzüme yapışan saçları yavaşca, kulağımın arkasına koydu. Yumuşak dokunuşlarla alnımdaki teri sildi. Hala yüzüne bakamazken, göğsüne bakıyordum. Üzerinde beyaz bir gömlek vardı.

"Gözlerime bak." Sesi dokunuşlarından daha yumuşaktı. Başımı iki yana salladım bir kaç kez. "Öldürdüm o-onu." dedim şaşkınca. Kendime, ben bile inanamıyordum. Hayat ne kadar tuhaftı. İnsan asla yapmam dediği her şeyi yapabiliyordu. İstemeden bile olsa.

"Gözlerime bak Mehir." dediklerimi görmezden gelip, yeniledi sözlerini. Dolu dolu gözlerimle, gözlerine baktım. Titreyen göz bebeklerinde, kendi yansımamı gördüm. Silah olan elimi okşadı, gözlerime bakarken. "Sakince silahı bana ver Pamuk." Kirpiklerimi kırpıştırdım. "Pamuk mu?" diye mırıldandım anlamlandıramayarak. Dudağının kenarı yukarıya kıvrıldı. Gamzesi belirdi yine. Gözlerim dudağının yanındaki çukura kaydı. "Evet Pamuk. Tenin pamuk gibi." Kendimi güvende hissettiğim için silahı tutan elim gevşemişti. Gözlerini gözlerimden ayırmadan, soğuk metali elimden aldı.

Berkan ayağa kalkınca, görüş açıma yine Poyraz'ın hareketsiz bedeni girdi. "Ben katil oldum. Onu öldürdüm." Bana yalvarması kulağımdan gitmiyordu. Bende yalvarmıştım 'yapma' diye. O neden durmamıştı? Ben sadece kendimi korumak istemiştim. Bu ülkedeki milyonlarca kadın gibi sadece kendimi korumak istemiştim. Kendimi korumaya çalışırken katil olmuştum. Sahi o pislik yüzünden hapishaneye mi atılacaktım? Acaba bende bir takım elbise giyip, hakime 'pişmanım' desem beni özgür bırakır mıydı adalet?

Bırakmazdı. Çünkü ben erkek değildim. Ben o adamı taciz etmemiştim. Şayet aksi olsaydı eminim, tutuklamazdı beni hakim. Özgür bırakırdı ama hayır, ben bir kadınım ve tek amacım kendimi korumaktı. O yüzden maalesef suçlu sayıp, hapishaneye atacaklardı beni. Adalet bu muydu? Maalesef buydu. Biz kadınların hayatı bu kadar önemsizleştiriliyordu.

"Ne oldu burada amına koyayım?" Şaşkınlıkla bi bana, bi yerdeki Poyraz'a bakıyordu Faruk. "Kapa çeneni lan. Görmüyor musun kızın halini." Berkan'ın bağırmasıyla yerimden sıçradım. "Bana saldırdı. Be-ben kendimi korumak istedim." dedim kekeleyerek. Hala şoktaydım. Faruk öfkeyle yerdeki bira şişesine tekme attı. Yeni farkediyor gibi boş bira şiselerine baktı. Kendi kendine küfür mırıldandı.

Berkan şişeleri yeni farketmiş gibi durmuyordu. Tuhaf bir dikkat yeteneği vardı. Buraya ilk girdiği an tüm olayı kendisi anlayıp kafasında durum tespiti yaptığına dair bahse girerdim. Berkan, Poyraz'ın yanına eğilip, iki parmağını boynuna koydu. Nabzına bakıyordu. Gözümü kırpmadan vereceği cevabı bekledim. "Yaşıyor şerefsiz." deyip derin bir nefes verdi. Yaşamasına sevinmemişti ama ölmedi diye rahatlamıştı. Belki de o da, katil olmamı istememişti?

Dakikalardır döktüğüm ecel terleri son buldu. Ölmemişti. Kahkaha attım içtenlikle. "Katil olmadım. Yaşıyor." Duvardan destek alarak ayağa kalktım. Faruk bana çekinerek bakıyordu. Berbat bir haldeyken gülmem onu korkutmuştu.

"Siktir. Faruk ilk yardım çantasını getir hemen." diye bağırdı Berkan. Faruk sorgulamadan salondan çıktı koşarak. Berkan, Poyraz'in gömleğini tek hamlede ikiye ayırdı. Göğsü açıkta kaldı. Nabız ve solunum var mı diye, bak-dinle-hisset yöntemi uyguladı.

Berkan'ın arkasında olduğum için yüzünü göremiyordum. "Ne oldu?" diye mırıldandım endişeyle. Berkan omuzunun üzerinden bana baktı. "Kalbi durdu." Gözlerimi yumdum. Koltuğun kenarına tutunup, yavaşca koltuğa oturdum. Başım dönüyordu, midem bulanıyordu. Gözlerimi açıp Berkan'a baktım. Poyraz'ın burnunu kapatıp, ağzına nefes verdi kuvvetlice. Beş kurtarıcı solunumdan sonra kalp masajı yapmaya başladı. İki göğüsünün ortasındaki boşluğa, sertçe bası uyguluyordu. "4... 5... 6..." ilk yardım konusunda tecrübeli olduğu belliydi. Kolundaki saatten dakikada kaç bası uyguladığını kontrol ediyordu.

Faruk elinde ilk yardım çantasıyla koşarak geldi. Berkan'ın yanına, dizlerinin üzerine çöktü. Berkan kalp masajı yapmayı bırakmadan, "adrenalin ver." dedi. Faruk enjeksiyon çıkartıp, tüpteki sıvıyı çekti. Berkan enjeksiyonu alıp hiç düşünmeden, göğüsüne sapladı. Poyraz'ın gögüs kafesi yukarıya kalktı. Gözlerini bir kaç saniye açıp, nefes almaya başladı. Gözlerini yeniden kapatmadan önce başı, yana dönük olduğu için göz göze gelmiştik. Ürpererek kollarımı kendime sardım.

Berkan nabzını kontrol etti yeniden. "Şimdilik yaşıyor." Faruk ayağa kalktı. Kapalı perdeyi hafif aralayıp dışarıya baktı. "Bu bina boş ama yan binalara silah sesi gittiyse polisi aramışlardır." deyip perdeyi kapattı.

Berkan, Poyraz'ın hayatını kurtarmıştı ve ben onun sayesinde şuan katil değildim. Ayağa kalkıp karşımda duran tekli koltuğa oturdu. Geriye yaslandı koltukta. Cebinden sigara paketini çıkartıp, bir dalı dudaklarının arasına koydu. Çakmakla ucunu yaktığı sigaradan derin bir nefes aldı. "Mehir'i götür. Ben burayı hallederim." derken dudaklarından duman çıkıyordu. Bakışları yerde yatan Poyraz'daydı. Yüzü ifadesizdi ama bakışlarından tonla duygu geçiyordu. En baskını nefretti. Faruk gergince saçını karıştırdı. "Nereye götüreyim?" diye sordu.

Berkan bir ayağının bileğini, diğer ayağının dizine yasladı. Sigarasından çektiği dumanı, başını geriye atıp üfledi. "Benim evime." dedi bana bakarak. Gözlerine baktım. "Ambulansı aramalıyız hemen." dedim üzerine basa basa. Demesem onların aramaya niyeti yoktu. Berkan, başını yana yatırıp, beni izledi sadece. "Neden öyle bakıyorsun?" diye sordum kaşlarımı çatarak. Berkan iç çekti. "Çok korktun mu?" diye sordu. Sesi titremişti sorarken. Kirpiklerimi kırpıştırdım. Cevap veremedim.

Çok korktum, diyemedim.

"Ambulans çağırmalı-" Berkan sözümü kesti. "Eve gidin. Akşam yemeğinde görüşürüz." Sinirle soludum. Yeniden konuşacağım sırada, Faruk başıyla kapıyı işaret etti. Oflayarak ayağa kalktım. Kan kokusu hala midemi bulandırıyordu. Yüzümü buruşturup, elimle ağzımı kapattım. "İyi misin?" Berkan'ın sorusuna gözlerimi devirdim. "Çok umurunda sanki. Harikayım! Kaçırıldım, sonra tacize uğradım ve neredeyse katil oluyordum. Hatta arttırıyorum o şerefsizi hastaneye yetiştiremezsek katil olmuş olacağım! Gerçekten harikayım! Çok iyiyim!" dedim bağırarak. Dolan gözlerim yüzünden buğulu görüyordum. Ağlamamak için gözlerimi sıkıca yumdum.

Hala onlanları sindiremiyordum. Bir el beni göğsüne çekip, sıkıca sardı bedenimi. Kan kokusu yerini, bal kokusuna bıraktı. Tütün ve balın harmanlanmış kokusu bedenimi gevşetirken, bende sarıldım Berkan'a. Sarılmak iyileştirir miydi? Ben iyileştiğimi hissettim. Bir kaç saniye sürdü ama o his tarif edilemezdi. Başını boynuma yaklaştırdı. Sıcak nefesi, kulaklarımı ısıttı."İyi olman için her şeyi yapacağım." Kulağıma fısıldadığı sözcükler, sanrı mı gerçek mi? Ayırt edemedim.

"Adam yerde geberiyor, bunlar koklaşıyor amına koyayım." Faruk'un kendi kendine konuşmasıyla, transtan çıkarak geri çekildim. Yüzülerine bakmadan salondan çıktım. Ben çıkarken Berkan'ın, Faruk'a küfür etmesini duymuştum. Derin bir nefes alarak kendime gelmeye çalıştım. Biraz önce ne olmuştu öyle? Yaşadıklarım ağır geldiği için karşılık vermiştim sarılmasına. Yoksa iterdim. Evet, kesinlikle öyle. Bileğimdeki tokayla saçımı at kuyruğu yaptım. Çok sıcak olmuştu ev.

Faruk gelince, beraber evden çıktık. Binadan çıkınca, külüstür arabayı aradım gözlerimle. Faruk, son model BMW G08 BEV'in kapısını açtı. Ağzım açık arabaya baktım. "Kapa ağzını kapa, sinek girecek." dedi alayla. İlk kez bmw görümüyordum. Bizim de iyiydi durumumuz ama o külüstürden ve bu yıkık dökük binadan sonra şaşırmıştım. "Çaldınız mı yoksa?" diye sordum gözlerimi kocaman açarak. Faruk kahkaha attı. "Hayır ama çok kırıcısın." deyip yanağımdan makas aldı. Eline vurdum. "Hoşt." deyip es verdim ve ekledim. "Benim ki de soru. Seri katillerin parası olmasın da kimin olsun!" dedim iğneleyici bir tonla.

Faruk gözlerini devirdi. Sürücü koltuğuna oturup, binmemi bekledi. Etrafa bakındım. Kaçsam ne yapacaktım ki? Katil olmaktan beni kurtaran kişileri katil, diye şikayet mi edecektim? Şimdilik tek istediğim düşünmekti. Doğru bir karara varabilmem için sağlıklı düşünmem gerekiyordu. Arabaya binip, kapıyı sertçe kapattım. Faruk'a alaylı bir bakış attım. Erkekler arabalarına düşkün olurdu. Faruk beni şaşırtarak sırıttı. Kendi kapısını açıp, benden daha sert şekilde kapattı. "Araba Berkan'ın. Para kaynağı o yani, istediğin gibi kır dök." deyip göz kırptı. Somurtarak geriye yaslandım. Emniyet kemerimi bağladım. Faruk arabayı çalıştırdı. Hızlı gidiyordu ama hızı sevdiğim için ses çıkartmadım.

Ellerimdeki kurumuş, kan lekelerine baktım yol boyunca. Umarım ölmezdi. Araba durunca Faruk'a döndüm. Yol boyu ikimizde konuşmamıştık. "Evimize hoş geldin!" dedi gereksiz bir neşeyle. Gözlerimi devirdim. "Benim için ev değil hapishane." dedim, arabadan inmeden önce.

Ev dediği, villaya baktım. Kocaman bir bahçesi vardı. Arabayı süs havuzunun yanına park etmişti. Etrafta bir kaç takım elbiseli koruma geziyordu. Üç katlı büyük bir evdi. Arka tarafında da bahçe olduğunu tahmin ediyordum ama buradan görünmüyor. Evi çevreleyen yüksek duvarlar, buraya hapishane dememi doğruluyordu.

Hapishane dediğim yere yuva diyeceğim günlerden, habersiz boş gözlerle inceledim evi.

Faruk yanıma gelince beraber yürüdük. Evin kapısına gelince, kapıdaki koruma başıyla selam verdi Faruk'a. Zile bastım. "Hoş geldin abi." Faruk sevecen bir tavırla omuzuna vurdu adamın. "Hoş buldum Harun." dedi. Kapıyı 40'lı yaşlarında bir teyze açtı. Gülümseyerek bizi içeriye davet etti. "Hoş geldiniz." Gülümseyerek başımla selam verip, eve girdim. Kapıyı açan teyze evde çalışan personeldi sanırım. Faruk'un peşinden küçük adımlarla yürüdüm. Bu katta bir kaç kapı vardı. Biri salon, biri mutfak olmalıydı. Diğerlerini kapılar kapalı olduğu için bilmiyordum. Merdiveni es geçip, salona girdik. Faruk önümden yürüdüğü için yapılı vücudundan hiç bir şey göremiyordum.

Salonu incelemek için kenara geçip, yanında durdum. "Bu kız da kim?" Beni baştan aşağıya süzen sarışın kızın bahşettiği kişi bendim. Boydan boya cam kapının önünde renklere boyanmış bir tuval vardı. Tuvalin önündeki taburede oturuyordu. Elinde resim fırçası ve palet vardı. Parke zeminde rengarenk küçük boya kutuları duruyordu. Üzerinde tek omzu düşük askılı, göbeğini açıkta bırakan beyaz bir body vardı. Altında siyah şort vardı. Ellerinde yer yer kurumuş boya lekeleri vardı. Sarışındı. Sarı kıvırcık saçlarını dağınık topuz yapmıştı. Gözleri maviydi. Burunda bir kaç tane çili ona ayrı bir albeni katıyordu.

Şaşkın bakışlarla beni süzüyordu. Bu eve fazla yabancı gelmediğini belli ediyordu bakışları. Ayaklarımdan başlayıp bende inceledim kendimi. Berkan'ın bana bir kaç beden büyük eşofmanı ve tişörtü, ellerimdeki ve üzerimdeki kan lekeleri, at kuyruğundan çıkan perçem tutamları... Berbat görünüyordum.

Acaba bu kız, geçen gece Berkan'ın telefonla konuştuğu kişi miydi? İçime oturan huzursuzlukla yutkundum.

"Mehir, misafirimiz Rüya." deyip bana döndü Faruk. "Bu da Rüya. Bizim baş belası, gerçi sen varken ona baş belası demek haksızlık olur ama neyse. İyi anlaşırsınız siz." dedi alayla laf sokarak. Gözlerimi devirdim. "Sensin bela." diye homurdandım. Adının Rüya olduğunu öğrendiğim sarışın kız tek kaşını kaldırıp bana baktı. "Hoş geldin Mehir." deyip boyalı ellerini havaya kaldırdı. "El sıkışma faslını sonra hallederiz." dedi gülümseyerek. Nezaketen gülümsedim. Tatlı bir kıza benziyordu. Tahminen 23 yaşlarındaydı. Yani benim yaşlarımda. "Abim nerede? Bugün de gelmezse evi terk edip, isyan bayraklarını çekeceğim!" dedi, isyan ederek. Tatlı bir sitem vardı sesinde. "Aksam yemeğe yetişirim, dedi sevgili abin." dedi koltuğa otururken Faruk.

Abim mi demişti? Berkan abisiydi demek ki. Dudağımın kenarı yukarıya kıvrıldı istemsizce. Boğazımı seslice temizleyip kendime geldim. "Ayy sonunda, özledim abimi." diye şakıdı Rüya. Benim yaşlarımda olabilirdi ama ruhen daha enerjik ve çocuksuydu. "4 gündür görmüyorsun alt tarafı abartma." diye söylendi Faruk.

Rüya, gözlerini devirip elindekileri parke zemine bıraktı. Ayağa kalkıp, karşıma geçti. "Gel Mehir, ben sana odanı göstereyim. Benimkilerden kıyafet de veririm idareten." İtiraz etmeden Rüya'yı takip ettim. Zaten bu durumda itiraz edecek değildim. Merdivenleri çıkıp ikinci kata geldik. İki tarafa ayrılmış karşılıklı odalar vardı koridor boyunca. Üç sağ, üç sol tarafta oda vardı. Koridorun sonundaki sol taraftaki odaya girdik.

Oda geniş ve ferahtı. Misafir odası olduğu belliydi. Fazla eşya yoktu. Gri tonlarda mobilyalar ve duvar kağıdı vardı. Yatak, dolap, çalışma masası ve küçük bir kitaplık rafı monte edilmişti duvara. Odanın içinde bir kapı daha vardı. Rüya o kapıyı açınca, banyo olduğunu anladım. "Sen güzel bir duş al. Temiz havlu banyo dolabında. Bende sana kıyafet getirip yatağının üzerine bırakırım. Sen toparlan sonra dertleşiriz bol bol." dedi içtenlikle. Gözlerindeki şefkatli ifade, Berkan'ın bakışlarını anımsattı. Berkan'ın gözleri kahverengiydi ama bakışlarındaki şefkat aynıydı. Gülümsedim minnetle. "Teşekkür ederim Rüya." diye mırıldandım. Bana iyilikle gelen birine soğuk nevale gibi davranırsam içim rahat etmezdi. Ben herkes bana nasıl geliyorsa, misliyle karşılık verirdim. İyiye, iyi. Kötüye, kötü. "Kendi evin gibi rahat et lütfen." deyip odadan çıktı. Rüya gidince kendimi direkt banyoya attım. Sıcak ve uzun bir duş almak istiyordum. Suyu ayarlayıp, duş başlığını düzledim. Kuvet dolurken, üzerimdeki kıyafetleri çıkarttım. İç çamaşırlarımla kalınca, banyo dolabının aynasından yansımama baktım. Saçımdaki tokayı çıkartıp, siyah saçlarımın omuzlarıma dökülmesini seyrettim.

Bugün neredeyse katil olacaktım.

Katil diye tutuklatmak istediğim adam sayesinde katil olmamıştım. Bugün yeni bir gerçeklikle tanışmıştım. İnsan bazen zorunluluktan, karanlık tarafa geçebiliyormuş. Bir saniyede ışığı kararabiliyormuş. Dolan kuvetin içine girdim. Elimdeki kanlar beyaz suyu kızıllaştırmıştı. Duş başlığından akan su saçlarımdan, vucüduma doğru yol çizdi. Bacaklarımı kendimi çekip, başımı dizlerime koydum. Belki de, Berkan o gün istemeden öldürmüştü o adamı? O sokak arasına ben girmeden önce neler olmuştu, bilmiyordum ki. Bunu hiç sorgulamamıştım. Katil, damgası yapıştırmıştım direkt. Ona, pişman mısın? diye bile sormamıştım. Çünkü o gözümde pislik bir katildi. Ya yanıldıysam?

O gün yeniden canlandı zihnimde. Bileğimi okşadım. Babamın bana hediye ettiği, çok sevdiğim bir bileklik vardı. Üzerinde ismim ve soyadım yazıyordu. O sokak arasında bilerek yere atmıştım bilekliği. Polis bilekliği bulduysa, babam peşime düşmüş demekti.

°3. Kişi bakış açısıyla yazılmıştır.°


Genç adam parmakları arasında duran sigaradan derin bir nefes daha aldı. Biten sigaranın izmaritini yerde kanlar içinde yatan adamın üzerine attı. Bu dördüncü sigarasıydı. Dakikalardır yerdeki avını izliyordu. Adam kan kaybediyordu ve ölmesi yakındı. Berkan ayağa kalkıp salondan çıktı. Bu evdeki odasına girdi. Yatağın üzerindeki siyah çantadan eldivenleri çıkartıp giydi. Üzerindeki beyaz gömleğin birazdan kan olacağını biliyordu ama önemsemedi. Çantaki uzun namlulu siyah silahlarda gezdirdi parmaklarını. Vazgeçip, gözüme kestirdiği bıçağı aldı. Ölmek üzere olmasa o şerefsizi işkenceler yaparak öldürürdü. Lakin ölmek üzereydi ve elini hızlı tutması gerekiyordu.

Bıçağı elinde çevirerek salona girdi. Şuan gözlerinin açık olmasını ve acı çekerken çığlıklar atmasını yeğlerdi ama bilinçsiz şekilde yatıyordu Poyraz. Berkan'ın prensipleri vardı. Asla masumlara dokunmazdı. Kadın ya da erkek farketmez, bir insan masumsa elini sürmezdi. Poyraz'ın, Mehir'e saldırdığını öğrendiğinden beri aklından türlü işkence senaryoları geçiyordu. Bedeni kasılıyor, avuçları kaşınıyordu. Kan, akıtmak istiyordu. Mehir'e dokunan o parmakları kerpetenle sökmek, canlı canlı etine yeniden dikmek ve sonra yine kesmek istiyordu. Düşüncesi bile tatmin etmiyordu ama ne yazık ki ölmek üzereydi pislik. Yere çöküp, tek dizini büktü. Elindeki metalin parlayan sivri ucuna baktı. Gözünü kırpmadan kalbine sapladı bıçağı. Bıçağı çıkartmadan serçte çevirdi. Bucağı çıkartıp, halının üzerine attı. Biraz önce atmasını sağladığı kalbi şimdi, tek hamlede durdurmuştu.

Cesedi omuzuna atıp, banyoya girdi. Kuvetin içine gelişi güzel attı. Banyo dolabından büyük içi kimsayal dolu bidonları çıkarttı. Eldivenine bulaşan kanı beyaz gömleğine sildi. Bidonlardaki asitli kimyasal karışımı cesetin üzerine döktü. Sıvı bedenini eritecek ve o şerefsizler geriye sadece kanı kalacaktı. İkinci bidondaki sıvı karışımıda döküp duvara yaslandı. Dakikalar geçerken, ceset erimeye başladı. Bedeni ve organları erirken her saniyesini izledi. Ceset tamamen eriyince, kuvetin içi kan gölüne dönmüştü. Elini sokup, tıkacı kaldırdı. Kuvetin içi boşalınca geriye sadece bir kaç et ve kemik parçası kalmıştı.

Genç adam banyo dolabında benzin bidonunu aldı. Yere dökerek banyodan çıktı. Benzini dökerek salona geldi. Bidon boşolana kadar her yere döktü benzini. Kan kokusuna benzinin baskın kokusu karışınca ortaya tuhaf bir koku çıkmıştı. Berkan, burnunu kırıştırdı. Boşalan bidonu yere fırlattı. Halının üzerindeki kanlı bıçağı ve Mehir'in, Poyraz'ı vurduğu silahı aldı. Odaya gidip siyah çantasından naylon, çıt çıtlı torba alıp, cinayet aletlerini içine koydu. Torbası çantaya koyup, çantanın fermuarını kapattı. Üzerine siyah kapşonlu ceketini giydi. Çantayı alıp, odadan çıktı.

Çelik kapıya gelince Genç adam, çantayı yere atıp cebinden sigarasını çıkarttı. Acele etmeden sigarasını içti. Sonuna gelince zehirli dumanı son kez ciğerlerine çekti. Ucu hala alevli olan izmariti halıya fırlattı. Saman alevi gibi hızla tutuştu halı. Benzini döktüğü yerler saniyeler içinde alev almıştı. Kapşonunu başına geçirip, çantayı omuzuna attı Genç adam. Evden çıkmadan önce, yarattığı yangına keyifle baktı.

Genç adam sadist değildi. Belki canavar, belki caniydi kimine göre. Oysa onun tek derdi adaletti. Adalet olmayan ülkenin, adaletini sağlamak zordu ama imkansız değildi. Genç adamın kıvrak zekasıyla yapamayacağı iş yoktu ama o en zorunu seçmişti. Adaletsiz bir ülkenin, sesi olmayı. İşlediği cinayetlerden zevk alması onu cani mi yapardı? O halde o, bir caniydi. Masumların, masum kalması için bazılarının elini kirletmesi gerekirdi yoksa pislikler yok olmaz çoğalırdı. Genç adam, elini kirleten azınlıktan biriydi. Masumluğunu kanla yıkamış ve kirli dünyanın karanlığına adım atmıştı. Onu herkesten farklı kılan ise bunu kendi isteğiyle yapmıştı. Kendi yolunu, kanla çizmişti.

°Mehir'in bakış açısıyla devam.°


Masaya tabakları dizerken, Rüya ve Faruk'un atışmasını izliyordum. Faruk sarma yemeye çalışıyordu masadan ama Rüya eline vurup kızıyordu. "Ya bozmasana masanın düzenini. Abim gelecek!" deyip yeniden Faruk'un eline vurdu. Eli cidden ağırdı. Faruk elini tutarak yüzünü buruşturdu. "Bir tane alsam dünyanın sonu gelmeyecek Kıvırcık." dedi küskün bir tavırla ve yanımızdan ayrılıp, salondaki koltuklara oturdu. Faruk telefona bakarken, Rüya yanaklarını şişirip bana döndü. "Sonunda pes etti. Zıkkım yesin." dedi sinirle. Konuşurken bir yandan, Faruk'u izliyordu. Elindeki telefondaydı bakışları. Gözlerimi şüpheyle kıstım. "Yedin bakışlarınla." dedim imayla. Rüya masaya bakıp, gözlerini kaçırdı. "Sarmaları mı? Evet ya bende çok acıktım. Nerede kaldı abim, arayayım ben bi." deyip söylenerek salondan çıktı. Arkasından kıkırdadım. İşine gelmeyince güzel kıvırıyordu.

Seda abla elindeki tepsiyle yanıma geldi. Tepsideki yemekleri masaya yerleştirmesine yardım ettim. Seda abla bu evin çalışanıydı. İlk geldiğimizde bize kapıyı açan kadındı. Çok sevimli ve anaç bir kişiliği vardı. Tüm gün onunla ve Rüya ile yemek yapmıştık. Bol bol sohbet etme ve onları tanıma fırsatım olmuştu. Berkan hakkında laf almaya çalışmıştım ama her seferinde Rüya konuyu değiştirmişti. Ser verip sır vermemişti. Onlar yemekleri yaparken, ben sadece içli köfte yapmıştım. Berkan yerken ki yüz ifadesini çok merak ediyordum. O yüzden hemen gelmeliydi. Masa hazır olunca, Seda abla mutfağa gitti.

Koltukta oturan Faruk'un, kafasına vurup yanına oturdum. "Ne boş insansın. Saatlerdir oturuyorsun." deyip gri L koltuğun önündeki, ahşap oval sehpaya ayağımı uzattım. Üzerimde Rüya'nın verdiği krem rengi triko elbise vardı. Boyu dizimin altına geliyordu. Bir bacağında yırtmaç vardı ve bacağım uzatınca, tenimi açıkta bırakmıştı. "Benim bu günlerde işim sensin. Malum yalnız bırakmaya gelmiyorsun." dedi saçımı karıştırarak. Elini ittip, karnına dirseğimle vurdum.

"Salak."

"Salak."

Aynı anda konuşunca, ikimizde yüzümü buruşturup başka yöne çevirdik bakışlarımızı. Sephadaki kumandayla televizyonu açtım. Oflayarak kanalları gezdim ama hiç ilgimi çeken bir program yoktu. Sehpadaki dizüstü bilgisayar geldiğimden beri bana göz kırpıyordu ama hiç yalnız kalmadığım için dokunamamıştım.

Zil çalınca kumandayı sehpaya koyup, koşarak salondan çıktım. Gülümseyerek kapıyı açtım. Bugün bolca düşünme fırsatım olmuştu ve beni katil olmaktan kurtaran adama biraz iyi davranma kararı almıştım. O bir katil olabilirdi ama içinde bir yerlerde iyilik barınıyordu. Biliyordum çünkü bugün onu görmüştüm. Poyraz'ı kurtarmıştı.

Yüzündeki şaşkın ve karizmatik ifadesiyle beni baştan aşağıya süzüyordu. Bende onu inceledim. Bugün ki kıyafetleri yoktu üzerinde. Kıyafetlerini değişmişti. Siyah bacaklarını saran bir pantolon ve aynı renk gömlek giymişti. Üzerinde uzun dizlerine gelen siyah bir kaban vardı. Baştan aşağıya simsiyah olmuştu. Siyah dalgalı saçları hafif nemli duruyordu. Duş almış olmalıydı. Beğeniyle dudakları kıvrıldı.

"

Hoş geldin ama geç geldin." deyip kolundan tutup içeriye soktum. Yoksa gireceği yoktu! Koluna girip salona yürüdüm. Koluna girdiğim için o da benimle yürümek zorunda kalıyordu. Kolunu tuttuğum elime şaşkınca baktı. "İyi misin sen? En son nefret ettiğin insanlar listesinde baş sırada olduğuma yemin edebilirim." dedi gülerek. En son ondan nefret ettiğim doğruydu ama artık etmiyordum çünkü bugün olanlardan sonra empati kurmaya başlamıştım. "İstersen ışık hızıyla eski halime dönebilirim sevgili katil." dedim yapmacık şekilde gülümseyerek. Berkan sahte olduğu bir metre öteden belli olan gülümsememe baktıp gözlerini kaçırdı. "İstediğin halde durabilirsin Beray. Gözümün önünde kal yeter." derken salona gelmiştik. Kolundan çıktım. Gözünün önünde kalmamı istiyordu çünkü onu ihbar edeceğimden emindi. Peki ya öyleyse ben niçin artık emin değildim?

Rüya kulağında telefonla söylenerek salona girdi. "Arıyorum açmıyor aptal abi-" derken Berkan'ı gördü ve dudaklarını kapattı. Gülerek alt dudağını dişledi. "Sevgili abiciğim!" deyip toparlamaya çalıştı ama çok geçti. Faruk ve ben gülmemek için renkten renge girmiştik.

Berkan sert yüz hatlarına yaraşır bir ifadesizlikle Rüya'ya bakıyordu. Kollarını iki yana açıp bir kaç adım attı Rüya'ya. Rüya koşarak boynuna atladı abisinin. İkisi sarılırken Berkan'ı ilk kez bu kadar huzurlu görüyordum. Gözlerini yumup saçlarını öptü Rüya'nın. "Demek aptal ha?" diye sordu gülmemeye çalışarak. Rüya, Berkan'ın yanağını öptü. "Ağzımdan kaçtı bir an sinirle abi ya. Hem sende yoksun kaç gündür, yine gelmeyeceksin sandım." diye mırıldandı. Abisine koala gibi yapışmıştı ve çekilmeye niyeti yoktu. Abisine çok düşkündü. Görümcesi olacak kişiye acımıştım. "İşlerim vardı güzelim." deyip kolunu omuzuna attı. "Sonra hasret giderin lan açım ben aç." Faruk'un isyanıyla, hep beraber masaya oturduk.

Ortada duran içli köfteden Berkan'ın tabağına üç tane koydum. Gözlerini kısarak bana baktı. "Ben yaptım." dedim hevesle. Yüzümde sahte olduğu zor anlaşılacak bir gülümseme vardı. "Zehir koymuştur bu. Yemeyin içli köfteden." Ağzı dolu dolu konuşan Faruk'a ters bir bakış attım.

"Ah! Bacağım..." Faruk acıyla inleyince hepimiz ona döndük. Rüya istifini bozmadan tabağındaki eti kesiyordu bıçağıyla. Rüya yanımda oturuyordu. Berkan ve Faruk karşımızda oturuyordu. Faruk ve Rüya karşı karşıyaydı. Rüya tekme atmış olmalıydı bacağına Faruk'un. Yüzündeki sinsi ifade düşüncemi doğruluyordu. Bu kızı sevmeye başlamıştım. Berkan tabağına koyduğum içli köfteden bir ısırık aldı. Ağzındakini çiğnerken yüzü ifadesizdi. Tepki versin diye pür dikkat yüzünü izliyordum ama mimik oynamadı yüzünde. Somurtarak geriye yaslandım. Bilerek çok fazla tuz atmıştım. Hatta arttırıyorum tuzu boca etmiştim ama adamdan tık çıkmıyordu. Acaba güzel mi yapmıştım?

Berkan ikinciyi yerken içli köfteden bir tane alıp ısırdım. Ağzıma yayılan yoğun tuz tadıyla yüzümü buruşturdum. Sertçe yutkunup sürahiden su doldurdum. Bardağı tek dikişte içtim. Dudağımın kenarını silerken, Berkan ile göz göze geldik. Beni izliyordu. Yapmacık şekilde gülümsedim. Aynı şekilde bana karşılık verince tabağını işaret ettim. Bir tane kalmıştı. Zehir zıkkım niyetine onu yemesi gerekiyordu. Malzeme israfı olurdu. Rüya ve Faruk konuşarak yemeklerini yiyorlardı. Berkan gözlerime bakarak tabağındaki son içli köfteyi de yedi. "Ukala." diye homurdandım kendi kendime. Şov için midesini bozacaktı haberi yoktu.

Rüya içli köfteden tabağına koydu. "Abim kolay kolay beğenmez. O kadar yediyse güzeldir." deyip bir ısırık aldı. Yüzümü buruşturdum. Rüya eliyle ağzını kapatıp sertçe yutkundu. Berkan sürahiden, su doldurup Rüya'ya uzattı. Rüya iki bardak su içti. "Ben dedim zehir koymuştur, diye." Faruk bilmiş bir edayla çatalındaki börekten ısırık aldı. "Zehir değil tuz koymuş." deyip bana döndü ve ekledi. "Mehir yemek yapmayı bilmiyorsan söyleseydin hallederdik biz Sedoş ile." dedi midesini tutarak. "Bir de bayıl Feriha." diyen Faruk'a ilk kez hak veriyordum. Berkan dese anlardım ama bi tane ısırık almış, midesini tutuyordu.

"Mehir çok güzel yemek yapar ama işine gelince." dedi Berkan. Kaşlarımı çatarak ona baktım. Gerçekten güzel yemek yapardım ama bunu nereden biliyordu? Daha önce de ismimi ben söylemeden bilmişti. Eskiden tanışmadığımıza emindim ama beni tanıyordu. Nereden tanıyordu beni? O sokak arasında beni gördüğünde, beni öldürmek yerine peşine takmasının bir sebebi olmalıydı. İlk kez, o an gördüğün biri değildim demek ki.

Merakla kısıldı gözlerim. Bıçağıyla kestiği orta pişmiş etti ağzına atıp, çiğnedi. "Anlamadım, o ne demek?" diye sordum. Elinde bıçak ve çatalı tabağına bırakıp, dirseklerini masaya yasladı. Cevap vermek için dudaklarını araladı. Zil çalınca konuşmaktan vazgeçti.

Seda abla salona gelip, Berkan'a baktı. "Haşim Karadağ geldi. Sizinle oğlu Poyraz Karadağ hakkında konuşması gerekiyormuş." dedi. Tedirgince Berkan'a baktım.

Nasıl buldunuz bölümü?

Düşünceleriniz benim için çok kıymetli o yüzden belirtin yorumlarda lütfen.

Sizce olaylar nasıl gelişecek?

Rüya'yı sevenler kimler?

Yeni bölümde görüşürüzzz!

Spoiler ve yeni bölümden kesitler için beni instagramdan takip etmeyi unutmayın!

İg: Therimedru

Continue Reading

You'll Also Like

406K 21.9K 62
"Sakın, sakın Ala, aklının ucundan dâhi geçirme." Diye burnundan soludu. Sinirle bir adım attım. İşaret parmağımı doğrulttum. "Sakın Yüzbaşı, sakın o...
32.1K 1.9K 28
"Tatlı dile, güler yüze Doyulur mu, doyulur mu?" Sesli kahkahalar eşliğinde Neşet Babaya eşlik ediyordum, rakı bardağını kafama diktim ardından gözle...
2.4M 67.5K 92
s-ssen uzak dur benden!! "Benden kaçışın yok" diyerek adamlarını üzerime saldı..
47.5M 2.2M 89
Korkmuyordum, ne karanlıktan, ne gürleyen gök gürültüsünden, ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünkü ben karanlıktım, ben gürleyen göktüm...