Gül KOZASI

By 0Astrolojik

892K 53.3K 22.7K

"Demez mi anası, topallığına bakmadan benim kızıma göz koymuş diye? Der. Bu konuyu bir daha açma anne." *****... More

1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
bölüm değil
39. Bölüm

29. Bölüm

18.8K 1.2K 926
By 0Astrolojik

750 ⛧ 700 yorum sınırımız olsun.

⛧⛧⛧⛧

Parmak uçlarıma üflenen korlu bir cehennem gibiydi yeniden arabaya binmem için elime tutunmuş eli. Gözlerinde hep gördüğüm ve sanırım hep görmek isteyeceğim kızıl lekeleri avuçlarında hissettiğim cehennemin bir parçası olduğunu düşünüyordum. Az evvel zaten sağlam olmayan direksiyona yumruk atan kendisi değilmiş gibi dingin olan haliyle beni saşkınlığa uğratıyordu. Ani geçişlerlerden hoşlanmıyordum. Frenlenemeyen öfkesinin önüne katıp savuracağı bir dal parçası kadar değersiz olmak istemiyordum.

"Beraber gidelim," dedi yeniden eliyle beni esir tutarken.

"Çok kolay kırıyorsun." Sesime binen yorgun ton benden bağımsız halde kendini ele veriyordu Sancak'ın gözleri önünde. "Hissettiğin ya da içine düştüğün her olumsuzlukta bana bunu yaşatamazsın."

Gözlerini yavaşça kaparken uzun kirpikleri yanaklarına döküldü birer gölge gibi ve başını yere doğru eğip nefeslendi. Göğsü her nefesinde inip kalkıyordu. Gözlerini açıp başını kaldırdı. "Haklısın. Haklı olduğunu bildiğim, hatta tepki vermekte gecikmeyeceğini bilsemde elimde degil. Sanki bu zamana dek çok zaman kaybetmişiz gibi hissediyorum." Tepeden topladığım saçlarımın bir kısmı yanaklarıma değiyordu. Yanağıma düşen saç tellerini parmaklarıyla tepeden topladığım yığının etrafına dolamaya başladı. "Bana biraz katlanamaz mısın? En azından gerçekten sabah söylediğin gibi sevgilim olduğuna inanmak istiyorum." Sabah bunu dile getiren ben olmamış olsam tıpkı diğer günlerde olduğu gibi zırhlı bir duvar gibi semsert olacaktı önümde.

"İnanmadığın için mi kalbimi kolayca kırabiliyorsun?" diye başladığım cümleyi devam ettiremeden dört parmağını aynı anda dudaklarıma örttü. "İnanıyorum. Hatta son zamanlarda inandığım tek şey diyebilirim. Sen her şekilde benimdin ama bu yol o kadar uzadı ki ben bana geleceğin yolu hep birilerinin tıkadığına kendimi inandırdım. Şimdi ise yanımda oluşunun bana verdiği korkunç cesareti bilemezsin. Eğer sen benim yanımdan geçen yıl daha iyi ayrılmış olsaydın ki bence şu an durumlar benim senin elini tutup çıkmama neden olurdu. Bunu yapamıyor olmanın verdiği huzursuzluğu bilemezsin. Evet yanımdasın ama bu benden sıkılmayacağın, seveceğin anlamına gelmiyor. Ve tabii tüm bu durumlar ortaya çıktığında yengemin beni senin yanında istemeyeceğini düşünüyorum. Haksızlık ediyor olabilirim ama anne olarak senin için en iyisini isteyebilir." Parmaklarını dudaklarımdan çeksede elini parmaklarımdan çekmeden diğer eliyle az önce oturduğum yerin kapısını açtı. "Beraber gidelim. Akşama kadar yemek yaptın şimdi bir de evde uğraşacaksın."

"Tek başıma yapmadım," dedim konuyu dallandırıp budaklandırmadan kesmek için çünkü benim içinde tehlike arz ediyordu bu konular.

"Ama en çok sen yaptın," dedi ısrar eden bir sesle.

"Niye pay ölçer mi koydun ortayada bu kadar eminsin?" Koltuğa oturmam için gözleriyle işaret ettiğinde yeniden oturdum. Sancak'ta az önce oturduğu yere oturup işaret parmağıyla burnuma ufak bir fiske attı. "Benim gözlerim pay ölçerden daha çok iş görür emin ol. O yüzden en çok sen yaptın diyorsam sen yapmışsındır."

Yüzümü kapıdaki cama dönerek bu meseleyi nasıl olurda toparlarım onu düşünmeye başladım. Evin taş duvarının yanına geldiğimizde ikimizde ezan vaktine az kaldığından hızla indik. Annem verandadaydı ve ikimizin üzerindeydi keskin gözleri. "Anne halam iftara davet ediyor," dedim utana sıkıla. Zaman yemek yaparken su gibi akıp gitmiş giderken aklımıda götürmüştü. Annem son dakika çağrılan ortamlara gerçekten istenmiyor olduğunu düşünerek gitmez bana da hep bunun doğruluğunu birçok kez ispat ederek benim de yapmama engel olurdu.

"Halan beni aramış ama uyuyordum ben," dedi annem ben verandanın merdivenlerini hızlı hızlı çıkarken. Hemen arkamdan da Sancak'ın iri bedeninin yarattığı ses verandanın ahşap basamaklarında duyuldu. "Tansiyonum yükseldi heralde uyuyup kalmışım. Telefonun sesini bile duymadım hiç."

"Şimdi nasılsın?" dedim solgun benzine avuçlarımı yaslayıp bakarken. Annemi kaybetme korkusunu her gece, her sabah sanırım abartısız şekilde günün her dakikası yaşıyordum. Bu özgüven eksikliğinden ya da kimsesizlikten korkmakla ilgili degildi; annem benim hayat yoldaşım, beni en iyi tanıyan kişi ve koşulsuz sevdiğim, sevildiğim kişiydi. Onunla beraber olmayı seviyordum.

"Şimdi bir parça iyi gibiyim."

Geldiğinden bu yana hiç konuşmayan Sancak, "Hadi gidelim o zaman," diyerek dudaklarını aralamış oldu.

"Ezanın okunmasına ne kaldı şurada? Bu saatten sonra gidilir mi?" Aslında anneme hak veriyordum. Ben de olsam gitmeyi tercih etmezdim. Bunu ben yapamazken annemden istemekte hoş olmayacaktı.

Sancak'ın benimle gelmesi yalnız ona zaman kaybettirmiş üstelik yorgun olan bedeninide hepten yormuştuk. Sol tarafımda kalan Sancak'a dönerek, "Sen git o zaman Sancak," dedim. "Bıraktığın için teşekkür ederim."

Yüzüne şeytani bir gülüş oturtarak, "O kadar şey hazırladın sence ben seni almadan gider miyim?" dedi. Gözlerinde gördüğüm o inatçı çocuk büyük olan Sancak'ı zaman zaman ele geçiriyor ve istediği şeyi elde edebilmesi için sınırlarını zorluyordu. Şimdi de gözlerinde aynı inatçılık vardı.

"Eline yapışmadı ya oğlum. Afiyet olsun yiyenlere," diyen annemle Sancak'ın yüzüne oturttuğu garip tepkiye bakıyorduk. Yüz ifadesinden geçenler burada kendi borusunu öttüreceği, o boruyu öttürürkende hiç sesini kısmayacağını alenen görüyorduk. Annem hâlâ ona bakarken Sancak'ın görüş açısına doğru kaşlarımı ufacık kaldırdım bu tutumunu sürdürmemesi için.

"Hadi Gülseli hazırlanın," dedi yeniden. Üstelik benim devam etmemesini istemiyor olmama rağmen. Sonra anneme hitaben yeniden konuştu. "Gülseli'yi almadan gitmem yenge o da seni almadan gitmez biliyorum. En iyisi hiç yok deme." Sancak konuşurken ensem terliyor, dizlerim benden bağımsız titriyordu. Verandanın korkuluklarına elimi yaslayarak olan bitenden en sağlıklı şekilde kurtulmaya çabalıyordum. Biliyordum Sancak inatçıydı ve buradan ya hep beraber gidecektik ya da annemi bayıltana kadar ısrarına devam edecekti.

"Sancak kaç yaşına geldin yemin ediyorum aynı inatçılık be oğlum. Bir insan hiç mi değişmez?" dedi annem tıpkı onun gibi gülerek. Ezanın okunmasına çok az kalmıştı ve biz hâlâ veranda da Sancak'ın ve annemin inatlaşmalarının sonunu bekliyorduk.

"Hiç değişmedim," dedi aynı yüz ifadesiyle ve sol kolunu omzuma attı sıradan bir şey yapıyormuş gibi. Kalbimin çığlık seslerini duyuyordum. Kalbim yerinden sökülürken kaburgalarım parçalanıyordu dizime değen dizi, koluma değen kolu olurdu birileri yanımızdayken ama hiçbirinde bu kadar açıktan temas etmemiştik. Stresten nereye koyacağımı bilediğim ellerimle elbisemin kumaşını avuçlarıma topladım. Duygularım çocukların ellerine verilmiş emanet ipler gibi kırmızısı mavisi, sarısı turuncusu birbirine karışmış haldeydi. Sancak'ın parmaklarını sol omzuma baskı uygularken hissettiğimde yüzümü kendisine dönme gafletinde bulundum. O da benim yüzüme bakıyordu üstelik az önce olduğu gibi inatçı tutumuna devam ederken. "Ayıp olur değil mi Gülseli onca insan bekliyor?"

Dudaklarımdan onaylama benzer bir mırıltı çıksada net bir kelime söylememiştim. Annem Sancak'ın omzumda duran eline bakıp verandanın diğer ucuna kurduğu masanın üzerindeki tepsiyi eline aldı. "İyi madem gidelim diyorsanız gidelim." Annemin bu ani kabullenişi ve tabii gözlerini değdirdiği nokta etimi geriyor düşüncelerim arasında hızlı geçişler yaşıyordum. Annem tepsiyle yanımızdan geçtikten sonra Sancak'ın kolunu omzumdan ittim.

"Bu gösterinin amacı neydi şimdi?" dedim sorgu soran bir tonla gözlerine bakarak. Yüzünde hâlâ o gülümse vardı. Belli ki kolunu omzumdan itmeme bozulmamış keyif almıştı. "Sabahkinin rövanşı," dedi keyfi bir sesle.

"Ben göstereceğim sana rövanş neymiş. Manyak!" Korkmuş muydum bilmiyorum ama ben tedirgin oluyorken onun keyif aldığını görmek sinirlenmeme neden oluyordu. Suratındaki gülümsede gerçekten bir boksörün rakibini yendiği anda ki kadar galibiyet havası vardı. "Manyak olduğumu biliyordun zaten. Sen bulaştın. Olacaklara katlanmak istersen devam et. Ben keyif alırım." İşaret parmağını göğüs kafesime doğrulttu bir anda. "Onu şeyi değiştir."

"Neyi?" dedim işaret ettiği noktaya bakarak ve Ayşe'nin benim telefonu kendi telefonu zannetmesiyle başlayan konuşmalarda yazdığı şeyden bahsettiğini anlamıştım. Onca konuşmasına beynim takır takır cevap bulurken beni fiziken kışkırtması daktilomdan çıkan tıkırtıları durdurmuştu. Tam dudaklarını aralayacakken karın boşluğuna elimi geçirdim. "Pisliksin."

"Biliyorum."

"Manyaksın da."

"Biliyorum."

"Tam bir Dağ Ayısısın," diyerek elimi yeniden karnına geçirdim.

"Bana bilmediğim bir seyler söylesene. Ben zaten bunları biliyorum," dedi kolumdan tutup beni evin kapısına doğru yönlendirirken. Kızgın gözükmüyordu. Garip ve sinir bozucu derecede sevimli davranıyor beni suçlu çıkarabilecek şekilde monoton cevaplarla geçiştiriyordu. "Değiştirmiyorum ya. Sen niye benim adıma karar veriyorsun?" Annem sesimi duyacak diye verdiğim tepkilere yakışmayan sesimle Sancak'a laf anlatmaya çalışıyordum.

"Değiştir," dedi sesinde bariz hissettiğim o düşük tonlamayla. "Bir sürü kişi gelecek birazdan. Gelenlerin gözü sana dokursa diye korkuyorum. Hadi değiştir. Bir sürü dingil gelir şimdi. Bırakalım herkesin gözü yerinde dursun Gülseli."

"Siz yine kavga mı ediyorsunuz?" diyen ses annemin odasından geliyordu. Annemin sesini duymamla Sancak'ın yanından hızlı adımlarla ayrılarak odama geçtim. İlk iş aynanın karşısına geçtim gerçekten siyah sütyen dikkatli bakıldığında belli oluyordu ve Saffet ile Canan'ın akrabalarının geleceğini biliyordum. Üzerine yemek kokusunun sindiğini bildiğim elbiseden kurtularak askıda duran elbiselerden birini geçirdim sırtıma. Annemin hazırlanmış halde evden çıktığını duymamla banyoda duran kuru şampuanı elime alarak salona doğru koşturdum. Annem evi anahtarıyla veranda da dikiliyor Sancak merdivenleri iniyordu. Ayakkabılarımı ayağıma geçirirken kuru şampuanı verandanın ahşap zeminine bıraktım. Annemde o sırada kapıyı kilitleyip merdivenlerden inmiş Sancak'ın arkasından bakarak bana hitaben söylendi. "İnsan annesini bu saate kadar aramaz mı Gülseli? Hazır sofraya gitmek hiç adetim değildir bilmiyor musun kızım? Feride akşama kadar yorulmuştur çok ayıp oldu çok." Hata çoğunlukla bendeydi gerçekten. Ben olsam ben de gitmek istemezdim. Son dakika annemin gelmesi ise tamamen büyüğüne duyduğu hürmet ve Sancak'ın bariz belli ettiği inadından kaynaklıydı.

"Aslında tek başıma gelecektim ben ama Halam çok ısrar etti." Gitmeyi annem rahat edemeyeceği için zaten istemiyordum bu da üzerine tuz biber olmuştu. Hem apaçık bir şekilde annemi aramayı unutmuş olmanın verdiği o karmaşık his, hem annemi istemediği bir etkinliğe zorla götürüyor olmanın verdiği hisle bugün mutfakta yorulmadığım kadar yormuştu. Omuzlarıma ve sırtıma anında yük bindi. Ailem beni bu zamana kadar hiçbir şey için zorlamadığından çocukları olarak anneme bunu yapmış olmak kaba hissettiriyordu. Zorla misafirliğe götürülmemiş, tanımadığım insanların elini öpmek zorunda bırakılmamış, istemediğim kıyafetleri giymem için direktif almamış seçimlerimi hep kendim yapmıştım. Annem bu isyanında sonuna kadar haklıydı. Yere bıraktığım kuru şampuanı elime alarak annemle beraber merdivenlerden inerken. "Özür dilerim," dedim.

Arabanın yanına vardığımızda Sancak kendi arabasını garajdan çıkarıyordu. "Ver ben sıkayım," dedi annem elimde duran şampuandan bahsederek. Konuşuyor olması iyiydi bu meselenin çok uzamayacağı anlamına geliyordu. Uzatacak olsa hepten gerilecektim. Zaten Sancak'ı saklıyor olmak saçma sekilde yalancı hissettiriyordu ama henüz iki gün bile olmamışken açıklamakta aynı derecede saçma olacaktı. Arabanın arka koltuğuna oturduğumuzda annem eline aldığı şampuanı saçlarıma püskürterek sönmüş olan saçlarımı canlandırdı. Sancak'ın ara ara dikiz aynasından baktığını görüyordum. Dikiz aynasından gözgöze geldiğimiz sırada göz kırparak ufacık gülümsedi. O rahatken ben geriliyordum her saniye. Halamın bahçesine girdiğimiz anda okunan ezanla biraz olsun rahatlamıştım kimseyi yok yere bekletmediğimiz için. Balkona kurulan sofranın birinde büyükler diğerinde gençler oturuyordu büyüklerin oturduğu tarafta iki kişilik diğer tarafta tek kişilik yer vardı yönümü hemen otuz yaş altı kişilerin olduğu tarafa çevirirdim.

"Senin yerin şu taraf," dedim  peşimden gelen Sancak'a annemlerin oturduğu yeri işaret ederek onun kadar sinir bozucu olduğunu düşündüğüm bir tonla. "Burası otuz yaş altı olanların."

"İyi işte çocuk bakarım bende," dedi hiç duraksamadan. Gözlerimi devirerek sofradaki boşluğa oturdum. Sağ tarafımda ufak bir boşluk vardı boşluğun öbür tarafındaki kişi Burak'tı ve Sancak o ufak boşluğa oturmak için Saffet'in hayli geniş olan bağdaşına gözlerini dikti. "Misafir çocuğu gibi otur Saffet."

"Abi ben ufak oturamıyorum," dedi Saffet bacaklarını toparlarken.

"Öyle mi paşam? E madem söyleseydin tahtını kurardık şuraya bir yere," dedi alay ettiği her halinden belli bir tavırla. Saffet ise bugün fark ettiğim kadarıyla bile isteye böyle şeyler yapıyordu. "Şahsen kurarsın diye bekledim ama sormadın bile, gücendim. Üstelik ben taze damat sayılırım."

"Taze taze, çok taze damat," dedi Sancak imayla. Saffet'in yanında oturan Canan'a, "İnsan sever sever de bunu mu sever Canan? Yok illa bir şey seveceksin kedi sevseydin bir sevaba girerdin."

Saffet'in gözlerinde bir kıvılcım yandı ve o kıvılcımlı gözleriyle Canan'ın gözlerine baktı. Gözündeki kıvılcımların aynı Canan'ın gözünde de belirdi. Sevmek bulaşmıştı belki birbirlerine gözlerinden. Saffet görmek istediği o kıvılcımı gördüğünde Sancak'a döndü. "Vallahi abi bence sen kendini düşün. Hortlakların Gülbeyaz'la çok işin var." Bu cümle ezan bittikten sonra oluşan sofradaki çatal kaşık sesini kesmiş herkes bir Saffet'e bir Sancak'a bakar olmuştu. Saffet ise aniden diğerlerinin durmasıyla hareketlerine son verdi Sancak'ın gözlerini hiç çekmeden kendine son derece ciddi bakan gözlerine odaklandı. Her nedense bu cümle üzerine düşünüldüğünde beni yoruyordu. Belki annem Feride Teyze gidelim dediğinde gitmiş olsaydı şimdi parmağında yüzük sol yanında benim çocukken azılı düşmanım olan Gülbeyaz olacaktı. Maçtan sonra çayın kenarına beraber gittikleri gün aklıma geldikçe ben ne yapıyorum diye sorgulasam bile onun yanında olmak istiyordum.

"Hortlaklardan duymuş annem Gülbeyaz'ı isteyeceğinizi," dedi yerinde kımıldanarak Saffet.

"Yok öyle bir şey." Sancak açılan boşluğa oturduğunda dizi bacağıma temas etti. Temas eden böyleyi hemen çekerek Ayşe'nin yanına doğru yaklaştım. Sancak'ın sesli bir nefes verdiğini duyuyor ama elimden geldiğince umursamıyordum. Kalbime batmış olan kıymıklar canıma okurken onunla temas halinde olmak canımı daha çok yakıyordu. Sancak'ın sık sık bana baktığını hissetsemde şimdilik ona bakmak istemiyordum. Kıskançlık mıydı emin değilim ama etime saplanan paslı çiviler nefesimi kesmeye yetiyordu. Kendimde tanımadığım şeyleri keşfetmek dünyaya yeni gözlerini açan bir bebek gibi hissetmeme neden olsa da bu hissi sevmemiştim. Asya, Ayşe ve Canan ile havadan sudan bahsederek yemek yerken halamın bahçesine İlber abinin lüks otomobili giriş yaptı. Ayşe'nin gözleri önce Asya'ya sonra bana değdi muhtemelen beklemiyordu.

"Abi," dedi sanki kurtarıcı bir meleğe seslenir gibi. Sancak benim yanımda oturan kız kardeşine göz kırpıp yanağından makas aldıktan sonra yerinden kalktı. Sancak kalktıktan sonra bende yerimden doğrularak bahçeye girdiğinden itibaren herkesin gözünün değdiği kişinin yanına inmek için merdivenleri inmeye koyuldum. "Gülseli," dedi annem, "İlber abinin arabası mı o?"

"Evet, dosyalarını falan unuttu heralde." Bunu söylerken kesinlikle böyle olduğunu düşünmüyordum. İlber abi disipli bir adamdı ve işlerini hep çok ciddiye alırdı. Merdivenleri çıplak ayakla inip arabanın yanına kadar yine çıplak ayakla yürüdüm. Toprak sertti tıpkı bir beton gibi o yüzden kirli ya da pis hissettirmiyordu. "Ayağına niye bir şey giymiyorsun sen?" dedi yanımda yürüyen Sancak. Cevap vermek yerine omzumu silkerek arabadan elinde kağıt bir çantayla inen İlber abinin yanına ilerledim.

"Bir şey mi unuttun abi?" İlber abinin üzerinde kavruk tenine çok yakışan yazlık salaş gömleklerden vardı kolları dirseklerinin bir tık altına kadar katlı, yakasız gömleğin v yakası şeklinde olan kesimi ve toprak tonları olan pantolonunun üzerine düşen kırık beyaz renk çok hoş gözüküyordu. Orjinal parfümünün kokusunu on metre öteden bile almak mümkündü. Bileğinde duran deri bileklikler ise avukat kimliğinin yanında eğlenceli biri olduğunu anlatmaya çalışan ufak detaylardı.

"Unutmadım," dedi v yaka olan gömleğin ucuna taktığı gözlüğü arabanın içine bırakırken. "Vazgeçtim."

"Neyden vazgeçtin?" dedim aklıma gelen tek detay Ayşe ile olan konuşmalarıydı. Ayşe'den vazgeçtiğini düşünme hissi midemde ufak bir çalkantıya sebep olurken gözlerim ve kulaklarım İlber abinin söyleyeceklerindeydi.

"Ben Turgut abiyle kendim konuşmaya karar verdim," dediğinde önce rahatlasamda Sancak'ın vereceği tepkiyi merak ediyordum.

"Ne konuşacaksın babamla?" Sancak yanımda tüm heybetiyle dikilirken balkondan bizi gözleyen Selvinaz halam kulağını kapatan başörtüsünden kulağını çıkararak korkuluklara yaslanmış vaziyette dinlemeye çalışıyordu. Mesafe çoktu kolay kolay duyamazdı.

"Bayramdan sonra geleceğimizi söyleyeceğim. Ayşe kendisi söylemek istedi ama ben düşündüm olmaz öyle. Turgut abinin rızasını, Feride ablanın onayını almadan gitmem."

"Ayşe kendim konuşmak istiyorum demiş sana." Sancak gözlerinde gördüğüm memnuniyetin aksine konuşuyordu.

"Olmaz öyle. Hem niye tek başına konuşsun ki, adaletsizce. Sanki önem vermiyormuş gibi."

"Tilki gibi adamsın yemin ediyorum. Her haltı da Adalet diye diye elde etmez bir insan," dedi Sancak tuhaf bir tespitte bulunarak. "Sırf sağlama almak için döndün degil mi lan onca yolu? Ne pis bir huyun var oğlum senin."

İlber abi zerre bozulma etkisi göstermeden elinde duran karton çantayı Sancak'a uzattı. "Bunu Ayşe'ye verirsin."

"Ne bu?" dedi Sancak torbayı eline alırken. Bende merak etmiştim ama Selvinaz Halamın bizi dinleme çalışmalarını izlemek şimdilik daha keyifli geliyordu. Neredeyse balkon korkuluklarından sarkar vaziyete gelmişti. "Telefon. Kargoyla falan uğraşamam."

Balkonda sarkmış olan Halamın yanında oturan Turgut Amca'ya, "Halamı tut Turgut Amca Allah vermesin düşecek şimdi," diye seslendim bir yandan gülerek.

"Gelinde burada konuşun biz de duyalım. Bir de dalga geçiyor çırpı bacaklı." Sofradakiler Halama gülerken rahatsız olmuş olacak ki kendini bir parça toparladı ama asla dinlemekten vazgeçmedi.

"Tabii," dedi Sancak dalgaya alarak. "Beyimizin acelesi var. Biz telefonalmayı bilmiyoruz."

"Ha sen almışsın ha ben almışım ne fark eder oğlum? Sonuca odaklan. Alındı mı? Alındı Mesele bitmiştir." Gömleğini çeki düzen verdikten sonra yanımdan geçerken elini omzuma koydu.  "Bana şans dile."

"Senin şansa ihtiyacın yok. Dünyaya şans olarak gelmişsin zaten. Ama benden söylemesi Ayşe bu işe bozulacak."

"Niye bozulsun canım. Ben ciddiyetimi göstermek istiyorum belki." İlber abi gömleğinin yakasını eliyle havalandırdı yanımızdan geçerken.

"İban numaranı yolla bana," dedi Sancak. Telefon almasına bozulmuş gibiydi. Maddi anlamda büyük bir hediyeydi neticede ve sanırım kendisi almak istiyordu.

"Ne sorunlu herifsin oğlum sen. Vermiyorum iban falan."

"Sorunluymuş!" Sancak başını iki kez sağa sola salladı inanamaz bir edayla. "Sana mı kaldı oğlum telefon almak?"

"Sonuca odaklan. Telefona ihtiyaç vardı ve alındı. Sen Gülseli'yi Kastamonu'ya götürmek istediğinde ben yardım etmedim mi? Bunu da öyle düşün." İlber abinin bizi elele gördükten sonra verdiği tepkiyi hatırladığımda Sancak'ın öncesinde onunla konuştuğunu anlamıştım ama bu kadarını bilmiyordum.

İlber abi uzaklaştıktan sonra Sancak cebinde duran arabasının anahtarını çıkararak kapıyı açtı. Yanından ayrılacağım sıra az önce konuştuğundaki gibi olan ses tonuyla konuştu. "Gitme." Arabanın içine torbayı bırakıp bana döndü. "Daha bu sabah it olabilirsin diyen sen niye benim yüzüme bakmıyorsun? Gülbeyaz meselesi her konuşulduğunda böyle mi olacak?"

Kastamonu'da arabada yer değiştirirken konuştuğumuz meseleye değinince gülümsememe engel olamadım kızmak isterken. "İt olmanda sorun var dedim mi? Demedim. Hem bu itlik değil," başımı göğe dikip doğru kelimeleri bulmak için çaba harcarken dikkatle beni izliyordu. Zihnimin kör kuyları kelimelerimi yutarak derin bir karanlığın kıskacında tutuyormuş gibi tüm zihnim yalnız ikisini yanyana hayal ediyordu. "Aklı başında olan bir insan nasıl Gülbeyaz'ı ister anlayamamak." Sancak hiç tatmin olmamış tavrıyla beni incelerken merdivenin en başına çıkmış olan İlber abiye yetişmek için adımladım.

"Kıskandın," dedi arkamda kalan Sancak'ın sesi alayla karışık. "Sana temas etmemi istemeyecek kadar hemde." Dudaklarından saçılan ufak kıkırtıyla beraber iki göğsümün arasında sanki badem çiçekleri uçuşuyordu. Ama bunu belli edebilecek kadar rahat hissetmiyordum kulağını çekmiş olsa da gözleriyle aralıklarla kontrol eden Halamdan sebep.

"Kıskanma değil," dedim ufak ufak yürümeye devam ederek. "Ama böyle ağır bir his. Kızgınlık gibi." Peşimden geliyordu. Ayak seslerini duyuyordum. "Kıskandın."

"Uf," dedim en sonunda sinirle. "Tamam, belki biraz. Üstelik bugün de yolumuza çıktığını unutmadım."

"En güzel şeyleri unutuyorum hep demiştin geçen yıl," dedi kitaplardan bahsettiğimiz bir konuşmayı hatırlatarak. "Kötüler hep aklımda demiştin. Ama biz bundan sonrasında iyi şeyleri hatırlayalım." İnerken olduğu gibi merdivenleri çıkarkende peşpeşe çıktık. Herkesin odak noktası olan İlber abi büyüklerin olduğu sofraya çoktan oturmuş önüne konulan sudan yudumluyordu.

"Niye o kadar yolu geri döndün oğlum?" dedi annem telaşlandığı her halinden belli bir sesle.

Elindeki bardağı bırakıp hiç lafı dolandırmadan konuştu. "Hayırlı bir iş için inşallah Teyze." Yüzünde biriken gülümsemesi yanaklarındaki oyukları meydana çıkarıyor suratı olduğundan daha karizmatik duruyordu. Kendine olan keskin güveni ise hiç yıpranmıyordu.

"Abooo," dedi Selvinaz Halam olabildiğine uzatarak. "Kız Fatma hiç demedin Gülseli'yi yeğenine vereceğini. Madem yeğenine verecektin niye demiyorsun? Ben de Sancak'a al diye söylenip duruyorum ya." Halam söylenip dururken Turgut Amca yanımda oturan Sancak'a dikti gözlerini, Feride Teyze ise zaten ne için geldiğini tahmin ettiğinden bir  Ayşe'ye bir oğluna bakıyordu. Halamın boşboğazlığı yüzünden bana bakan her gözden tedirginlik duyuyordum. Oturduğum yerde  kımıldanırken Sancak'ın sofranın altından bacağımı tutan eliyle yüzüm ona döndü. Gözlerinde yanan kızıl ışık hiç sönmemecesine parlıyordu. Gözünü bir kez kırparak rahatsız olan benliğimi biraz olsun rahatlatmıştı.

"Ne Gülseli'yi istemesi Hala," dedi annem bozulmuş suratıyla. "Yok öyle bir şey."

Annemin söylediklerinden sonra Turgut Amca nihayet gözlerini çekebilmişti. Ayşe ise İlber abi buraya geldiğinden beri sofrada küçüldükçe küçülmüş eline su bardağından başka bir şey alamaz hâle gelmişti. Alt dudağını dişlerinin arasına alıp bırakarak rahatsızlığını dışa yansıtıyordu.

"O zaman kimi alacak bu oğlan burdan? Vermiycen sen Gülseli'yi Sancak'a." Yazmasının annemden taraf olan kısmını gözüne doğru çekip gün içinde attıği triplerden birini daha attı. "Sancak," dedi Halam annemden tarafı kapattığı yazmasının üzerine elini koyarak. "Saffet kadar olamadın lan. Tut kolundan şu çırpıyı al git."

"Hala sen niye benimle uğraşıyorsun? Bak ne güzel Saffet ile Canan kaçmışlar sen onlara versene tüm enerjini. Niye her olaya beni dahil ediyorsun? Onu da geçtim bak burada Ayşe'de var niye hiç onunla kavga etmiyorsun? Sıkılmadın mı benimle kavga etmekten?" Annemi suçlaması, beni germesi, Sancak'ı gazlaması bir yana herkesi de eşit derecede huzursuz ediyordu.

"Ayşe'ye bir şey deyince ağlıyor. Hem seninde abin olaydı onu da ona alalım diye kavga eder bol bol sevaba girerdim. Yuva yapana çok sevap var."

İlber abi ayağına gelen topu gole çevirmek üzere olan bir futbolcu ciddiyetiyle lafa giriş yaptı. "Aynen bende onun için gelmiştim Halacığım. Gülseli benim kuzenim doğal olarak abisi sayılıyorum." Ayşe'nin suratında tam bir kaos hakimdi. Sık sık abisinin gözlerine bakarak yardım istiyordu.

"Nasıl bir beleşçilik bu," dedi Sancak kulağıma doğru fısıltıyla.

"Gol atmasını biliyor diye beleşçi mi oldu? Ne var adam fırsatları iyi değerlendiriyorsa? Zekiceydi. Kabul etmelisin." Büyüklerin olduğu sofrada oluşan sessizlik annem ve Feride Teyze tarafından alt edildiğinde Selvinaz Halamın İlber abiye bakışları değişmiş yemek yemesi için ısrar eder hale gelmişti. Yemekten sonra balkonu hızla toparlamış çıkan bulaşıkları yıkayarak biraz sonra geleceklerini tahmin ettiğimiz misafirlerin oturabilecekleri ortamı hazırlamıştık.

İftardan sonrası tam bir kaostu. Önce Saffet'in ailesi gelmiş Canan'ın ailesi ise Selvinaz Halamın Sancak ile beraber evlerine kadar gidip dil dökmesiyle gelmişlerdi. Canan'ın babası eline uzanan kızına ne elini vermiş ne yüzüne bakmıştı. Canan'ın annesinin akıttığı gözyaşları ise annemi ve Feride Teyzeyi de ağlatmaya yetmişti.

"Selvinaz Hala," dedi Canan'ın babası güneşte çalışmaktan kızarmış alnına biriken terleri avcuna hapsettiği peçeteyle silerken. "Hiç olacak şey mi kaçmak? Benim hiç mi eşim dostum düşmanım yok? O beni saymadıysa ben de onu saymıyorum! Teyzesi ne yaşadıysa o da aynısını yaşayacak ben bilmiyor muyum?" Canan bir köşede oturmuş göz yaşlarını birbiri ardına akıtıyordu. Tam karşı koltukta başı yere eğik oturan Saffet kaşlarının altından gözlerini kaldırarak sessiz göz yaşı döken Canan'a bakıyordu.

"Allah'ın emriyle kaç kere geldiler vermedin," dedi Halam yerinde dikleşerek. Sonra konuşmasını pek beklemediğim kişi annem konuşmaya koyuldu. "Bugün burada kızını yalnız bırakırsan ömür boyu kızın yalnız kalacak. Yarın bir gün affetmiş olsan bile şuradaki herkes gibi kızında bugünü hatırlayacak. Hem biz ana baba olmuşsak onların sahipleri mi olduk. Bugün varız yarın yokuz. Eşmiş, dostmuş, akrabaymış kim bilecek senin kızına olan sevgini? Sen kızının sahibi olma, babası ol. Ha oldu ki birgün yine senin yanına gelmek gerekti o zamanda yine kızın aynı kızın. Canan'a yaşından sebep kızıyorsan o başka ama Saffet'i sevdi diye de kızma." Annem, annesi ve babasıyla her görüşmek istediğinde babası tarafından nefretle reddedildiğinden baba evinden gelinlikle çıkmak hep içinde kalmış. O dönemlerde kaçanlara düğün kolay kolay yapılmazmış babaannem düğün yapılmasını istememiş ama Gülseli babaannemin deli dönemlerine denk geldiğinden inat ederek torunun düğününü üç gün üç gece yaptırmış.

"Yaşı evlenmeye uygun. Tam yirmi dört yaşında," dedi Canan'ın babası. Ne sehpadaki çayına uzanmış ne tatlısına dokunmuştu. Bu cümlesi kısaca Saffet'i ve ailesini istemediği anlamına geliyordu.

"Sen bizi niye beğenmiyon Bahtiyar abi?" dedi Saffet'in annesi Saniye Teyze gücendiği her halinden belli tavrıyla. "Ergül'e kız verdiniz ama yeminim olsun daha istemiye gittiklerinde annesini arayıp vermeyin dedim. Kaynımın oğlu olmayla evimin oğlu mu oldu Ergül? Onun anası babası başka biz başkayız. Kaçmışlar bir cahillik yapmışlar. Bir de biz cahillik edip çocuklarımızı milletin diline vermeyelim. " Harun Amca ve Turgut Amca da aralara girerek Bahtiyar abiyi yumuşatmaya yönelik konuşmalar yaptılar. Sorunları biraz olsun çözüldüğünde Halam Bahtiyar abiye büyük yeminler ettirdi eve gittiklerinde Canan'a kızmaması için.

Biz bize kaldığımızda neredeyse pilim bitmişti ama İlber abinin cümleyi nasıl toparlayıp nasıl bitireceğini merakla bekliyordum. Asya, ben , Harun amca ve Ayşe aynı kanepeye oturduğumuzda tam çaprazımızda İlber abi, Sancak, Burak ve annem karşımızdaki yer zaten halamın makamıydı ve Feride Teyze ve Turgut amca ile beraber oturuyorlardı. Ayşe'nin gerilidiğini sık nefeslenmesinden, ara ara dolan gözlerini alakasız noktalara kilitlemesinden, söylenenleri duymamasından anlayabiliyordum. Biz uyuklasakta sofrada duyduğu ve aniden misafirler geldiği için araştıramadığı hayırlı iş mevzusunu anlamak isteyen Halam yaşlı gözlerini İlber abiye dikip derince soluklandıktan sonra kollarını birbirine kavuşturdu.

"Hayırlı iş diyorduk oğlum."

"Geç oldu Hala," dedi Sancak kız kardeşinin tedirgin haline bakarak. Belki de bu konuyu sadece aile arasında konuşup kız kardeşini utandırmak istemiyordu.

"Yo," diye uzatabildiğince uzatarak elini havaya kaldırıp indirdi halam. Bu hareketi yapmışsa bu konu açılıp saçılmadan katiyyen kapanamazdı. "De bakalım hayırlı işin aslını oğlum sen. Ama bak o hayırlı iş Gülseli olmasın. Sancak'la Gülseli'yi başgöz edecem en kısa zamanda." İnanarak kurduğu cümleyi kimse ciddiye almasada yanaklarıma hucum eden ateşi hissedebiliyordum. Kalbimde çatlak bir kuyu kaynayan sularını damarlarımda dolaştırarak oturduğum yerden beni yakıyordu. Annem yüzümdeki utancı farkettiğinde işaret parmağını dudaklarına bastırıp çekti. Halama cevap verirsem bu konuyu uzatabildiğince uzatacak beni çileden çıkaracak sonra belki ben tükürdüğümü yalamak zorunda kalacaktım. Bunlarında olmasını istemiyordum. Ama halam susmamı yanlış anlamış olacak ki yeniden konuşmaya başladı.

"Bak ikisininde sesi soluğu çıkmıyor," dedi anneme, Feride Teyzeye ve Turgut Amcaya bakarak. Yüzünde keskin bir inanç vardı. "Evlendirin siz bunları."

"Hala kaç yaşlarına gelmişler senin benim sözümü mü dinlerler," dedi Feride Teyze bu konunun uzatılmasından son derece yılgın olduğunu belli eden ifadesiyle. "Siz önlerinden kardeşti abiydi derseniz olmaz zaten o iş Feride."

Halamın bitmek bilmeyen enerjisinin yanında benim enerjim neredeyse tamamen bitmiş üzerine bir de gece olmasına rağmen dinmeyen sıcaklık vardı ki oturduğum yerden rahatsız olmuştum. Yerimden doğrularak, "Hadi gidelim anne," dedim kapanmak üzere olan gözlerimi zorlukla açarak. Annem oturduğu yerden bunu bekliyormuş gibi doğrulup penyesini ve eteğini düzeltti. 

"Kız ne kalktın hemen?" dedi Halam yerinde dikleşerek. "Sanki hemen şimdi evlenin dedik." Ayağa kalkmış annemin penyesinden tutup yanına oturması için çekiştirmeye başladı. "Sancak'a vereceksin Gülseli'yi duydun mu beni Fatma!"

"Duydum Hala," dedi kendini tutan Halamın koluna avuç içini yumuşakça vurarak. Günlerdir herkesi bu konudan bezdirdiğinden kimse yeteri kadar şaşkınlık ifadesi sergilemiyordu. Annemin kolunu aldığı cevapla bırakan Halam yerinden henüz kalkan gömlekle çok terlediği, bunaldığı gözüken Sancak'a yönlendirdi keskin kelimelerini. "Gülseli'yi almazsan gözlerim açık gider Sancak."

"Almak ne Hala," dedi Sancak son derece keskin bir sesle. Bu kelime beni son derece rahatsız eden ama insanların diline son derece rahat oturmuş kalıplardandı. "Sanki alınıp verilen bir şeyden söz eder gibi bahsedip duruyorsun." Bu cümleyi kurmuş olması, hele ki bu ortamda bu kadar insanın yanında kesin bir netlikle ifade etmesi kalbimde babam tarafından inşaa edilmiş olan o kapı aralamıştı.

"Evlenin demek ne demek olacak başka. Evleneceksiniz duydunuz mu beni." Halam ufak bir çocuğun dondurma isterken tutturmasındaki gibi ağlamaklı olan tonlamasıyla konuşuyor kimsede sırf o kırılmasın diye ses edemiyordu.

"Olur evleniriz Hala," dedi Sancak olduğum yere çivileyen bir sakinlikle. Sesinde ne bir alay etme belirtisi, ne çekince, ne geçiştirme vardı. Olduğum yerde kilitlenmiş paslı bir çivi gibi kalmıştım. Karnıma batan keskin bir hançer varmış gibi dizlerimin bağı çözülmüş yürümek isteyen ayaklarım beynimden aldıkları komutları iki üç saniyeliğine yerine getiremez olmuştu. Halamın keskin gözleri benim üzerimdeydi ve eğer tepki vermezsem bugün buraya beraber gelişimizden, oldukça fazla yanyana vakit geçiriyor olmamızdan aramızda olan ve henüz ikimiz arasında yaşansın istediğim ilişkinin ortalığa saçılması demekti.

"Ne meraklıymışsın beni evlendirmeye Hala. Sanki evlenenin başı göğe eriyor."

"Komşunuzun oğlu olacak Sünepe Sincap gibi değil diye mi istemiyorsun sen Sancak'ı?" Kemal'in ismini bile ağzıma almama rağmen Sema Teyze'nin vahlanmalarına kulak misafiri olan Halam o günden beri aklımın Kemal'e kaymasından korktuğunu söylemişti ama şu anda bu cümle beni çok öfkelendirmişti.

"Hala," dedi Sancak ayağa tek tek dikilenleri yerinden sıçratacak tonlamasıyla. Kızabilir, kavga edebilir, bazen kabullenir, kimi zaman çirkefleşir ve cevap verirdim Halama ama bugün bu cümleyi kurmuş olmasına son derece öfkeliydim ve kimseyi beklemeden salondan çıkıp bahçeye indim. Benim arkamdan annem, İlber abi ve diğerleri indiler. İlber abinin arabasını açmasıyla arka koltuğa geçip oturdum içimden taşan öfkeyle. Babam insan ilişkileri hakkında emin olana dek gizli kakmasını hep dillendirmişti. Şimdi bunun nedenini çok daha iyi anlıyordum. Kemal ile aramızda bağ olmamıştı; ne ben ona gitmiş, ne o bana gelmişti.

Eve geldikten sonra kısa bir duş alıp yatağa zorlukla attım kendimi. İlber abi onca yolu gelmiş ama Turgut Amcalarla konuşamadan bize geçmiştik Halamın bitmek bilmeyen meraklı yanını susturamadığımızdan. Ben duşa girerken annemle beraber bu konu üzerine konuştuklarını duymuş olmama rağmen sohbetlerine dahil olmak istememiştim. Saçlarıma doladığım havluyla odama geçip çok rahat edemediğim yastığa başımı yasladım. Rahat ettiğim yastığım Sancak'ın yatağının üzerindeydi. Yorgun olduğum günleri seviyordum uyumak konusunda zorlanmıyordum. Gözlerimi kapattım hiçbir şey düşünmemeye odaklanarak ama durmaksızın Sancak'ın sesi kulağımda yankılanıyordu. Sağa dön sola dön derken saatler süren beyin yorgunluğuyla kabullenmiştim uyuyamıyor olmayı. Odamın camı tıklatıldı sadece iki kez. Uzandığım yerden kalkıp ince perdeyi kenara çektim. Saçlarımdaki ıslaklığı emen havlu başımdan kayarak yatağa düştü. Karanlığın içinde ayakta dimdik durup gözlerini bana kilitlemiş olan Sancak vardı. Pencereyi açıp tek kelime etmeden dikilen adamın gözlerine baktım. Ceplerinde duran ellerini çıkarıp sağ elini penceremden içeri sokup karmakarışk duran saçlarımı düzeltti.

"Sen niye yemek yemeden uyuyorsun?" Sağ elini saçlarımdan yanağıma indirerek baş parmağıyla yüzümü ufak ufak okşadı. "Bize çağırıyor annem sizi."

"Alışkınım ben," dedim gayet olağan olmasına dikkat ettiğim sesimle. Sorgulasın istemiyordum uyku düzensizliğimi. "Uykum bölününce daha huzursuz oluyorum."

"Bu iyi bir alışkanlık değil Gülseli. Hem Asya gidecek birazdan. Seni görmek için mutlaka uğrayacaklardır." Eli durmaksızın yanağımı okşarken duyumsadığım şefketle neredeyse olduğum yerde uyuyacaktım. Sancak'ın da gözlerinden bariz şekilde uyku akıyor sesine bulaşıyordu bu yorgunluk. Yanağımda duran elini boynuma oradanda enseme doğru kaydırınca refleksle omzumu kaldırıp elini hareketsiz bıraktım. Sancak sesli şekilde güldü. Gülerken yanağındaki oyuk dikenli teller gibi yüzünü sarmış olan sakallarından bile belli oluyordu. Kırmızı dudakları aralanıyor güzel dişleri gözüküyordu. 

"Bebeken ensenden huylanırdın," dedi kolunu sıkıştırmama rağmen parmaklarını hareket ettirek. "Şimdi hiç huylanmıyorum çünkü," diyerek ensemdeki elini çektim. "Bilmem bana pek huylanıyormuşsun gibi gelmedi." Gözlerinde zaman zaman gördüğüm prangalar şimdi yine oradaydılar ve bu parangalara tek tutsak olan ben oluyordum. Sustum. Ona bir şeyler açıklamalı mı yoksa sormasını beklemeliydim bilmiyorum
bildiğim bir şey varsa o da gözlerinde gördüğüm sivri prangalardan sonsuza denk kurtulup yalnız kızıl tohumlarla başbaşa kalmaktı. Sancak'ta benim gibiydi kolay kolay hissettiklerini bedenine, diline yansıtamıyordu. Ketumdu. Ketumdum.

"Halamın evinde söylediklerim için mi böyle bakıyorsun?" Bu cümleyi Sancak kurdu ona nasıl baktığımı bilmeyen bana. Gözleri gözlerimin her hücresinden hesap soruyor gibi davranıyordu. Pencerenin pervajından çekmediği elini yüzüne kondurup gözümün altına baş parmağını sürttü. "Evleniriz dedim diye mi kızdın?"

"Söylediğin şeye kimse takılmadı niye sorun olsun?" Bir de buna takılsalardı hepten sıkışmışlık hissinin dibime doğru çekilirdim. Pencereden içeri giren yaz esintisi nemli saçlarımı uçuşturuyordu. Sancak'ın eli sıcaktı. Yüzüme sürtünen nasırları etimin üzerinde oluşunu daha hissedilir kılıyordu.

"Birileri takılsaydı sorundu yani öyle mi?" Yarı sorgulayıcı tonda sorduğu soruyla yeniden aynı limana demir attığımızı anlamıştım. Elini yanağımdan çekerek dört parmağını pantolonunun cebine soktu.

"Sorgulamalarını istemezdim biz önümüzü görene kadar. Şimdi öğrenecek olsalar herşey çok hızlı gelişmek zorunda kalacak. Bu olsun istemiyorum."

"Ben böyle kötü hissediyorum. Özelliklede annene karşı. Ayşe'nin böyle bir şey yapmasını istemediğim gibi seninde istemiyorum. Ortaya çıktığında sana değer vermediğimi zannedecekler." Son derece ciddi kararları böyle aniden verip sonrasında her iki taraftan biri pişmanlık yaşadığında olanın hep aile üyelerine olduğunu az çok görmüştüm. Bunu ikimizin aileside kaldıramazdı.

"Seninle barışmam için 3 şart sunmuştum sonra sen sonuncuyu kabul etmeyince hakkını gizli tut demiştin hatırlıyor musun?" dedim yüzüme oturtmaya çalıştığım gülümsemeyle. "O hakkımı şimdi açmak istiyorum. Bir süre birbirimize kalalım. Anlıyorum rahat edemiyorsun. Eğer sana iyi gelecekse birileri varken çok sık yanyana gelmeyiz iyi hissedebilmen için."

Gözlerime dimdirek bakan gözlerinde çakan yıldırım neredeyse bedenimi ele geçirmişti. Olduğum noktada buz kessem ancak bu kadar hareketsiz kalabilmeyi başarırdım. Aynı hareketsizliği Sancak'ın bedeninde de hissettiğimde söylediğim şeyin onu kızdırdığını görebiliyordum. Ceplerinde eğreti duran ellerini pencere pervazına dayayıp hiç ama hiç beklemediğim bir ustalıkla bedenini açık olan alana sokup üzerinde bağdaş kurarak oturduğum yatağa dizlerini dayadı. Açık olan pencereyi ve perdeyi ard arda kapattı.  Bu kadar hızlı olmasına şaşkındım. Buraya girmesi iki saniye kadar sürmüştü. Dizlerinin üzerinde dikilirken bana üssten bakıyordu.

"Ben senden ayrılmak istemezken sen o küçük aklından neler geçiriyorsun Kakırca?" Oturduğum yerden başımı kaldırıp hala nasıl böyle hızlı girdiğini çözemediğim Sancak'a bakarken sorduğu soruyla çokta ilgili değildim.

"Ne kadar hızlı olduğunun farkında mısın?"

"Bıraksan başka şeylerde de hızlı olabilirim ama tutuyorsun. Üstelikte sana gizli tut dedigim hakkını bu kadar boktan bir meselede kullanıyorsun." Başımı öne eğerek ilerisi için doğru olabilecek konuları sıraya dizmeye çalışıyordum. Henüz tam olarak birbirimizi tanımıyorduk. Bana karşı hissettikleri yalnız çekimse eğer ileride çok kırılabilirdim. Sancak gerçekten çok yakışıklı, güçlü, birçok işten anlayan birisiydi ve eğer hayatıma tamamen girdikten sonra gitmek isterse tamamen dibe inebilirdim. Bana karşı hissettiklerini iliklerime kadar hissetmek istiyordum. Sancak'ın dizleri üzerinde durduğu taraf hareketlendiginde gözlerimi o tarafa çevirdim. Karşımda oturuyordu.

"Halamın bahsettiği kişi kim Gülseli?" Sorusu gayet netti. Sormasını beklemiyordum bile. Sancak bana karşı netken ondan kaçmak istemiyordum.

"Komşumuzun oğlu Kemal. Bizim sokakta oturan Nazlı diye biri var onunla nişanlılar. Kemal'in annesi Nazlı'dan çok haz etmiyor bildiğim kadarıyla," dedikten sonra Sancak'ın kaşları havalandı.

"Kendi mi girecekmiş koynuna? Onu yakıştıramadı çünkü zaten aklında sen vardın değil mi?" dedi kızgın bir tonlamayla.

"Ha yani sen Gülbeyaz'ın," dedim hiç planlamadığım şekilde ama elini dudaklarıma kapadı. Dudaklarıma örtülen eli sıcak, gözleri buz gibiydi. Bugün Halam da dahil Saffet'in bu konuda da laflanması pek hoş olmamıştı. Resmen bütün köy Gülbeyaz'ı isteyeceklerini zannediyordu.

"Ben senden başkasıyla aynı yatağa girmeyi hiç düşünmedim." Elini dudaklarımdan çekmeden kurduğu cümleyle iki elimle dudağımdaki elini çektim. "Ama onunla evlenmeyi düşündün. Hatta ben hayırlı olsun bile dedim."

Evin içinden duyduğum kapı sesiyle yönümüz aynı anda odadaki kapıya döndü. Ayak sesleriyle birlikte kalbim deli gibi hızlandı. Geceleri sık sık kötü rüya gören biri olarak kapımı kilitlememem gerektiğini öğrenmiştim. Şimdi de kapım kilitli değildi sadece kapalıydı. Dudaklarımdan çektiğim eli iki elimle birden sıkmaya başladım. Sancak'a gizli tutmak istediğimi söyleyip belki kabul ettirebilmişken odamda yatağın üzerinde yakalanmak istemezdim.

"Kapıyı kilitlemişsindir niye bu telaş?" dedi ferah bir sesle. Babamı kaybettiğimden beri kaç kez kapı kilitlemişsem bin kez pişman olmuştum. Sorumluluklarım ruhumu yaşlandırsada bedenime esir olan korku hâlâ diriydi.

"Kilitli değil," dedim fısıltılı bir sesle. Az önce rahatça yerinde oturan Sancak pencereden girdiğinde ne kadar atik davranmışsa kapıyı kilitlemek içinde aynı atiklikte davranıp kilidi çevirirken oluşan sesi bile engellemişti ağırca çevirerek. Kilidi çevirdikten sonra yönünü bana dönüp sorgulayan bakışlarla bakmaya başladı. Sessiz adımlarla yanıma yaklaşıp az önce olduğu gibi karşıma oturdu. Sanki Sancak'ın kapıyı kilitlemesini bekliyormuş gibi annemin sesi kapının ardından duyuldu. "Gülseli uyanık mısın?" Ne cevap vereceğimi bilemeden öylece donup kaldım. Annemin bizi bu saatte ve benim odamda bu halde görmesini onun sağlığı açısından istezdim. "Uyuyor galiba İlber," dedi annem kapı kulpuna bastırırken. Sancak kapıyı kilitlemesine rağmen açılacakmışta bizi görecekmiş gibi hissetmekten alıkoyamıyordum kendimi.

"Aslında o kapıyı hiç kilitlememeliydim." Sancak'ın sıkıntıyla kurduğu cümleyle odağımı kapıdan kendisine çevirdim. Son derece ciddiyetle kurduğu cümleye suratımı buruşturdum. "Annemin kalpten falan gitmesini mi istiyorsun?"

"Beraber olduğumuzu öğrenince daha büyük tepki verecek demek oluyor yani öyle mi?" Konuşurken kalkan kaşları, konuştuktan sonra zaten kırmızı olan dudaklarını diliyle ıslatması tedirgin olduğunu belli ediyordu.

"Biz beraber falan olmadık saçma sapan konuşma."

Sancak suratına tokat yemiş gibi bir tepki verip yüzüme dikkatle baktı. O bana bakarken annemler muhtemelen söyleyecekleri şeylerden vazgeçmişlerdi. Evin dış  kapısının açılıp kapanma sesini duyduğum sırada Sancak'ın ciddiyetli suratının yerine gülmemek için direndiği suratıyla karşılaştım. "Beraberlik deyince aklına sadece sevişmek mi geliyor Gülseli?" Kurduğu cümleyle birlikte şaşkınca ona baktım. Benim şaşkınlığımı gördüğünde karanlığa rağmen yüzünde bariz şekilde oluşan eğlenir ifade kahkahasıyla beraber beni hiç utanmadığım kadar utandırmaya yetmişti. Onun bana yaptığı gibi ellerimi dudağına örtmeye çalışsamda tüm bedeniyle beni engelleyip kahkasını büyüterek konuştu.

"Aklın nerede? Beraberlik deyince sevişmeyi kast ettiğimi zannetmeni anlarımda bunu onlara söyleyeceğimizi düşünmeni anlayamam. Gerçekten gece söylediğin gibi durdurulması gereken kişi sensin Gülseli." Son derece mantıklıydı. Bunu hangi akılla söyledim bilmiyordum ama yüzümde oluşan yanmayı hissediyordum. Gülerken çıkardığı erkeksi ton ise kulaklarıma değen en iyi sesti.  Ellerinden kurtardığım avuçlarımı omzuna, koluna, karnına pek sert olmayacak şekilde vurmaya başladım. Bazen en iyi savunma silahlanmaktı.

"Sen daha kötü olur dediğin için öyle düşündüm. Hep senin suçun." Sancak'ın gülerken sarsılan omuzlarıma yeniden vurduğumda bileklerimi aynı anda kavradı. Bileklerimi kurtarmaya çalışırken cırlamayıda ihmal etmiyordum ama sımsıkı tuttuğu bileklerimi bırakmasına yetmiyordu. "Ayı," dedim hırsla. "Tabii ayı olduk şimdi. Sen arkanı dönüp git bende bana mı kızdı diye düşünmekten hiçbir bok yapamayım o da yetmezmiş gibi mesajlarıma bakma zahmetine girme. Sonra ayı olan ben olayım. Oh ne güzel dünya!" Bileklerimi çekmek isterken sırtımdan güç alarak bedenimi geriye doğru çektiğim sırada Sancak'ta bedenini bana uydurdu. Başım yastığa değdiğinde Sancak'ın başı boynum ve göğüslerim arasındaki boşluğa denk gelmişti. Bedeni bedenimin yan tarafındaydı ve soluk alışverişlerini göğüs oluğumda hissedebiliyordum. Artık gülmüyordu. Hızlı alıp verdiği nefeslerini duyuyordum. Gözlerim karanlığa alıştığından açık renkli gömleğinin o nefes alıp verdikçe gerildiğini görüyordum. Nefesi tenime çarptıkça hiç bilmediğim garip bir duygu ruhumdan bedenime üflendi. Kalbimde hiç bu denli büyük çaplı depremler hissetmemiştim. Kasıklarımdan karnıma yükselen garip duygu Sancak'ın nefesinin hiç oradan gitmesini istemiyordu.

Sancak'ın saçlarını görebiliyordum bu haldeyken sadece. Başını oynatıp kızıl lekelerini seçemediğim gözlerini gözlerime kilitledi. Çenesi hâlâ göğüs kafesime değdiğinden sakallarının derimi çizişini hissediyordum. "Bana it ol diyen senken yanındayım, yatağındayım ama kuzu kuzu bekliyorum. Benim ellerimi nasıl bağladığını bilsen bizi böyle saklamazdın."

"Ne alakası var Sancak? Ayrıca telefonum şarj da. Bilinçli yaptığım bir sey değil." Sesim evde birileri varmış gibi fısıltılıydı. Ona ulaşmak istiyordum ama onun istediği gibi herkesin hemen öğrenmesini istemiyordum.

"Sana dokunurken bir sınırım olsun istemiyorum." Bileklerimdeki ellerini çözüp birini alnına vurarak konuşmaya devam etti. "En çokta şurada bir sınır olsun istemiyorum. Seni öperken, sana dokunurken sonrasında senin pişman olmanı istemiyorum."

"Niye yalnızca pişman olan ben oluyorum?"

"Bugüne kadar senden başka hiç kimseyi yanımda istemedim. Bilinçli ya da bilinçsiz hep sen vardın. O yüzden böyle bir şey yaşayacaksak bunu en çok ben istiyorum diye yaşamışız gibi hissetmene müsade etmem." Sancak'ın sağ kolu omzumun ve başımın üzerinde parmaklarıysa nemli saçlarımın içinde geziniyordu. Sol eli ise sol omzumun üzerinde duruyordu. Gerdanıma batan sakalları canımı yakmıyordu. Çenesini aralıklarla sürtmesi alevlenmek üzere olan çıra gibi hissettiriyordu. Birimiz yanarken diğeri de ona katılacak olursa eğer durdurulması zor olan doğal bir afet kadar yakıcı olabilirdik. İçimizden birinin kontrollü olması hep iyiydi.

"Evet Gülbeyaz'ı benim için istemeye gitti Feride Teyze. Sonra annem gelinini beğenmeyince yolda vazgeçirdi değil mi?" dedim dalgaya alarak. Sancak'ın kaşları bilinçsizce yanyana gelmek isterken kaşlarının arasında ufak bir oyuk oluştu ilk kez duymuş gibi.

"Yengem mi vazgeçirmiş annemi?"

"Çok mu üzüldün?" dedim serbest kalan ellerimle başını göğsümden iterken. "Hayır ilk iş niye kendine karı arıyorsun anlamıyorum. Bir de neymiş kimseyi hayal etmemiş, yok kimseyi istememişte bilmem ne?" Sancak onu itmeye çalışmama aldırmaksızın benimle mücadele ediyordu. İleri geri derken ikimizde yatağı gereğinden fazla yaylandırmaya başladık. Sancak bu halimizden muhtemelen keyif alıyor olacak ki gülüyordu.

"Gülseli vurma. Kızım elin çok ağır. Sen bana vururken nasıl anlatabilirim." Ellerimi tutmaya çalışan Sancak zannettiğinden fazla karşı koyunca yataktan gelen kırılma sesiyle donup kaldık. İki saniye boyunca birbirimizin yüzüne bakıp aynı anda kahkaha atmaya başladık. Sancak'ı hiç bu kadar kaygısız gördüğüm an olmamıştı. Doyasıya kahkaha atarken Sancak'ın pantolonun cebinde duran telefonunun zil sesi kahkahalarımızı böldü.

"Efendim Asya," dedi suratındaki tebessüm silinmeden. "Geliyoruz. Gülseli'de geliyor." Asya ne söylüyorsa eğer sadece tebessüm etmekle yetindi bir süre. "Geliyoruz hemen." Telefon görüşmesi bitince cebine yeniden sıkıştırdı. "Hadi Gülseli bizi bekliyorlar." Biz kelimesini söylemesi ilginç şekilde hoşuma gitmişti. Yalnızlık ve teklik duvarlar tamamiyle yıkılıyordu. "Giyin hadi."

Duştan çıktıktan sonra düz kesim ince askılı siyah bir crop giymiş altımada beli lastikli olan bir şort geçirmiştim. Yataktan kalkıp dolabıma yöneldiğim sırada Sancak ellerini ensesinde birleştirmiş başını yastığa koymuş bacaklarını uzatmıştı. "Yatağını yeniydi ne ara kırıldı?"

"Ayşe'yle geçen gün birbirimizi çok sevdiğimiz sırada kırdık. Hem sen nereden biliyorsun ki benim yatağımın yeni olduğunu?"

Dolabın kapağını açıp hızlıca giyebileceğim şeyleri ararken Sancak kapaktan dolayı göremediği beni izliyordu. "Biz birbirimizi severken kırarız diye düşünmüştüm halbuki," dedi Sancak eğlendiğini belli eden sesiyle. Dolaptan elime geçen tişörtü Sancak'ın suratına doğru fırlattım. "Pislik." Tişört yüzüne çarpmadan havada yakalayıp yeniden bana fırlattı. Yüzüme çarpan tişörtü üzerime geçirip yeniden kapağın olduğu alana geçerek siyah kot pantolon giyindim. Beni kapaktan dolayı görmediğini biliyordum. Görmesinden çekiniyor muydum bilmiyorum ama Sancak'ın yanındayken huzursuz değildim.

"Pislik biri olsaydım seni izlerdim. Ama bak uslu uslu oturmuş duvarı izliyorum."

"Çatı da erkeğim ben erkek diye bağıranda bendim zaten. Şimdi orada uslu uslu yatıyor olmanın sebebi kendi içsel huzursuzluğun. Benimle bir ilgisi yok."

"Seni sevmemi istiyorsun," dedi bilmiş bir edayla. Tamamen giyindikten sonra dolap kapağını kapadım Sancak'ın son söylediği cümleyle. Sakince kollarını ensesinin altından çıkardı. Ay ışığının gri ışıkları perdemden sızarak erkeksi hatlarına ilahi bir ışık gibi vuruyordu. Çok katı gözüken suratı güldüğü anlarda hiç sertleşmeyecekmiş oluyordu oysa. Yataktan doğrulup bana doğru iki adım attı. "Seni sevebilmem için bana gerçekten güvendiğini bilmeye ihtiyacım var." Beni sevmene ihtiyacım var dememiş güvenmene ihtiyacım var demişti. Sevilmeyi mi küçümsüyordu, güvenmeyi mi yüceltiyordu bilmiyorum ama odaya vuran gri ışık, onun güçlü bedeni beni her an sonu olmayan bir denizin dibine çekiyordu. Elini uzatıp nemli saçlarıma dokundu.

"Sevilmek istemez misin?" Fısıltının verdiği etkiyi yüksek sesin vereceğini düşünmemiş olacağım ki sesimi kemdim bile zorlukla duymuştum.

"Güvenmediğin birini mi sevmek istersin?" Hızla verdiği cevapla birlikte saçımdaki elini çekip arkasını döndü. Odaya pencereden girdiği gibi yine pencereden çıktı. "Kapının orada seni bekliyorum," diyerek ona cevap vermeme fırsat vermeden evin ön tarafına dolanmaya başladı.

Sancak kafamı fazlasıyla bulandırsada ona giderek çekiliyordum. Bazen korkutucu derece suskun, bazense bahar kadar neşeli olabilen hallerine denk gelmiştim. Kızdığını gerçekten delice belli eden kavga etmekten zerre çekinmeyen, haklı olduğunu sonuna kadar savunan ama konu büyükler olduğunda saygısını hep koruyan kişi oluyordu. Ortak birçok korkutucu noktamız vardı; haklı olduğumuzu bildiğimiz konularda katiyyen geri adım atmıyor, saçma şeylere tartışıp bir sonuca bağlayamadan yeniden konuşuyorduk. Dışarıdan sert, içimizden kan ağlıyorduk. Sevilmenin yüceliğindense güven limanını daha gerçek buluyorduk. Kindardık. Kolay kolay affedemiyorduk. Ben nasıl Halamla konuşmuyorsam o da kendi Halalarıyla görüşmüyordu. Severken hep en çok koruyan taraf olmak istiyorduk. Ve tüm bu benzerliklere rağmen deli gibi her hücremle onun kıyılarına vuruyordum. Bu his korkutucu geliyordu.

Onun söylediği gibi evden çıktım. Beraberce salıncağın kurulu olduğu bahçeye doğru yürüdük. Gece olduğundan hava esintiliydi gündüz ne kadar sıcaktan bunalmışsam şimdi onun tam zıttı şekilde üşüyordum. Onların bahçesinin başladığı kısmında kırmızı gül fidanlarının çok olduğu noktada durdu. "Ben evin arka tarafından dolanacağım tamam mı?" Bunu birileri bizi beraber görmesin diye yapıyordu istemeye istemeye. Tam adımı mı ön bahçeye doğru attığımda karnıma doğru uzanmış eliyle olduğum yerde durdum. Arkamdaydı. Diğer kolunu göğsümün üzerine gelecek şekilde bedenime sardı. Sıcaktı. Tişörtümün kapadığı omzuma çenesini yasladı.

"Bugün hiç sarılamamıştık." Çenesini omzuma sürttü. O bunu yaparken bedenimin alev alarak yanmasından korkuyordum. Kollarını biraz daha sıkarak bedeninin tamamı bedenime yasladı. Tişörtümün zayıf kumaşının altına inen sakalları tenimde hoş diyebileceğim bir etki yaratarak ondan rahatsız olmama engel oluyordu. Çenesini omzumdan çekerek kumaşla örtülmüş alanı öptü. Dudaklarını geri çekmeden şah damarımın üzerine bir kaç öpücük kondurdu. Sakalları gıdıklanmama neden olunca istemsizce omzumu kaldırıp engel olmaya kalktım dudaklarımdan dökülen kıkırtıya engel olamadan. "Sancak, dur. Ya sakalların gıdıklıyor beni. Hem buna sarılma falan denmez. Sarılan tek kişi sensin." Durmasını istemiyordum.  Nefesi omzuma değerken huzurluydum aslında ama böyle gülmeye devam edersem herkes sesimizi duyabilirdi.

"Tamam borcun olsun bir dahaki sefer sen sarılırsın." Boynumdan sonra yüzümü peşpeşe öpmeye başladığında yerimizde sarsılıyorduk. Sonra yüzünü çekip sımsıkı sardığı kollarını açtı. Boşluktu. Az önce dopdolu olan tarafım şimdi boştu. Eski telefonumun şarj aletine olan bağlılığı gibi olmaktan korkuyordum. Ona bağlı olursam onun yokluğunda garip bulduğum bu tuhaf boşlukla taşacaktı fikirlerim. Kelimelerimi tüketecek olan sarsak cümleler peşpeşe zihnime doluşarak kendi trajik sonlarını yazacaklardı. Kaybetmiyordum. Yanımdaydı. Ama etrafımdaki birçok kişiyi hızla kaybetmenin acısını çokça yaşamıştım. Evin ön tarafına doğru yürürken bir anda arkamda kalan Sancak'a döndüm.  Uzun boyunu olduğundan daha uzun gösteren siyah pantolon ve açık renk gömlek vardı üzerinde. Elleri cebindeydi. Ona doğru atmaya başladım adımlarımı. "Sancak," dedim fısıldayarak. Bunu bekliyormuş bana döndü. "Borçlu kalmayı sevmiyorum," dedim kollarımı ona doğru kaldırarak. Evlerinin arka tarafındaydık. Karanlık ve bizden başka hiç kimse yoktu. Kollarımı bedenine sımsıkı sardım. Tüm korkularıma zırh olabilsin bu sıcaklık diye göğsüne sokuldum. "Beni şaşırtmıyorsun hiç Çalı."

"Çalıya dolanasıca," dedim uykulu ama onun duyabileceği kadar gür sesimle.

Kollarını bedenime sımsıkı sardı. "Beddua ettiğin adam o çalıya çoktan dolanmıştı be Gülseli." Çenesi başımdaydı. Kalbinin hızlı sesi kulaklarımda... Yanağım tam göğsünde ve üşüyen kollarım kollarının arasındaydı. Durduğum yerde uzanıp boynunu öptüm. Kollarımı gevşeterek geriye gitmek istediğimde alnını alnıma yasladı. "Nefesinden öpmek isterdim."

"O zaman öp," dedim az önce sesimizi duyarlar diye korkan ben. Dudakları yanaklarına doğru çekildi gözleri kapanırken. Ilık nefesi dudaklarıma çarpıyordu. "Olmaz! Şimdi değil. Bunu henüz hak etmiyoruz." Alnını çekti. Avuçlarıyla yanaklarımı sardıktan sonra dudaklarını alnıma değdirdi yağmurun altında şarkı söylediğimiz günde ki gibi. "Hadi git."

Kamelya kalabalıktı. İlber abi ve annem yanyana otururken Harun Amca ve Turgut amca tam karşılarında oturuyorlardı. Ayşe, Asya, Feride Teyze ve evden henüz çıkan Burak ellerinde tabaklar taşıyorlardı. Ayşe beni görünce sadece dudaklarını oynatarak, "Abim nerede?" dedi.

Tedirgin olduğunu her halinden belliydi. Hemen elindeki ufak tepsiyi alıp sessizce ekledim. "Arkanda. Turgut amcaya anlatabildiniz mi?"

"Annem gece anlattı. Babam çok mutsuz gözüküyor."

"Normal," dedim babamı hatırlayarak. "Seni çok seviyor. İlber abiyi de çok tanımıyor sonuçta."

Kamelyanın merdivenlerini çıktığım sırada Selvinaz Halamın Turgut amcanın hemen diğer tarafında oturduğunu gördüm. "Kız sen yine mi geldin?" dedim kendimi tutamayarak. Niye geldiğini biliyordum. İlber abinin ne konuşacağını duymak istiyordu.

"Geldim. Hepte geleceğim Sancak'la seni evlendirene kadar." Elimdeki tepsiyi büyük ahşap sofranın üzerine bırakıp gerisin geri inmeye koyuldum. "Kafayı bana taktı ya kadın. Gidip Almanya'daki torunlarını evlendir sen."  Son basamağı indiğimde  Sancak tam karşımda duruyordu. Yüzünde ufak bir kıpırtı vardı ama kesinlikle gülümsemesine engel olan tarafı daha baskındı.

"Sizden sonra sıra onlara gelecek zaten. Önce siz büyükleri olarak evlenin." Benim merdivenlerden inişime şaşırmış olacak ki ilk saldırıyı anneme yaptı. "Fatma sen hiç demiyon mu evlenin diye? Yaşları geçecek."

"Vallahi hala hiç Gülseli'yle senin aranda olan mevzuya girmem. Kışın dersimi aldım ben. İster tartışın ister kavga edin. Hem bugünün konusu Gülseli mi? Ben ne dedim sana evden çıkarken?" Halam annemin sözleriyle susmuştu ama hiç onun imalarını çekmek istemiyordum.

Sancak karşımda duruyordu. İndiğimi görmüştü. Gözleriyle arka tarafı işaret etti. "Hadi çık."

"Sen getirdin değil mi Halamı?" dedim Sancak'a herkesin duyabileceği bir sesle. "Ne dedi? Tansiyonum mu yükseldi dedi." Sancak önümde kale gibi güçlü duruyordu. Çekilmeyeceğini anlamıştım.

"Gülseli gel kızım," dedi Feride Teyze. "Gel kızım gel," dedi hemen sonra Turgut amca.

İndiğim merdivenleri gerisin geri çıkarak boş kalan kısma oturdum. Yemek boyunca İlber abi Halamın her sorusuna uzun uzun cevaplar verdi. Sanki kışın bizim eve gelip giderken hiç görmemiş gibi. Ayşe oturduğu yerde geriliyor ağzına tek lokma atmıyordu. Beden başka kimsenin İlber abiye bakmadığı bir anda Ayşe'ye hızlıca göz kırptığını gördüm. Yemekten sonra Asya'lar ve İlber abi yola koyulacaklardı. Yemek belki biraz bu nedenle hızlı yenmiş ve ortalıktan kalkmıştı. İlber abi kamelyanın sırt yastıklarına rahatça yaslanmış oturuyordu. Annem ondan çok daha gergin duruyordu.

"Turgut," dedi annem gerildiği her halinden belli olan tavrıyla. "İlber'in niye geldiğini anlamışsındır ama ben yinede dile dökülsün diyerek konuşalım diyorum."

Turgut amca gergindi. Feride Teyze ise çok daha rahattı. Ayşe'nin annesiyle paylaştığını onunda Turgut Amca'ya en olurlu haliyle bu gece anlattığını biliyordum.

"Biliyorum yenge," dedi Turgut amca düşkün olan sesiyle.

"Eğer izniniz olursa," diyerek sırtını yastıktan ayırdı İlber abi. Ayşe'nin eli İlber abi konuşurken heyecandan olsa gerek karnının üzerinde duruyordu. Asya'nın gözlerinde hüzünlü bir sevinçle kuzeninin yanında tüm desteğiyle oturuyordu. "Eğer izniniz olursa bayramda ailemle birlikte sizi ziyaret etmek istiyorum."

Turgut amca cevap veremiyordu. Yutkunurken zorlandığı her hinden belli oluyordu. Yüzünü bir tur avuçlarıyla sıvazladıktan sonra Harun Amca'ya hitaben konuşmaya başladı. "Sen zor demiştin de ben inanmamıştım." Ayşe dokunsalar ağlayacak kadar duygusallaşmış vaziyette abisinin yanında oturuyordu. İlber abi konuşurken burada durmak istememişti ama Sancak oturmasını söyleyerek onunda dahil olmasını sağlamıştı. Abi kardeş ilişkileri çok iyiydi. Ayşe alacağı her kararı rahatlıkla danışabiliyor fikirlerini kolayca belirtebiliyorlardı. İlk zamanlar onların ilişkilerine şaşırsamda Sancak'ı hatırladıkça, onları yanyana gördükçe çok olağan geliyorlardı. Burak ve Asya'nın ilişkileride aynı derecede iyiydi. Bir kardeşimin olmasını bu zamana dek hiç şiddetli şekilde istememişken onları gördükçe yalnız olduğumu farkediyordum.

"Daha bu ne?" dedi Harun Amca kızı Asya'ya bakarak.

"Önce Sancak evlenecek," dedi Halam oturduğu köşeden İlber abiyi hedef alarak. "Büyük dururken küçük evlenir mi? Olmaz de sen Turgut."

"Eskide kaldı Hala o zamanlar," dedi Sancak yatıştırıcı bir tonla. "Şimdi kim ne zaman isterse o zaman evlenir."

Gözlerimden uyku akıyordu resmen. Annem ve Feride Teyze'nin arasında oturuyor sırtımı yumuşak minderlere dayıyordum. Kollarım üşüyordu. Ayıp olmayacağını bilsem yatağımla buluşacak yün yorganıma dolanarak yatacaktım. Üşüyen kollarımı annemin koluna dolayıp koala gibi sarıldım. "Üşümüşsün annem," dedi annem diğer kolunu sırtıma atıp sıvazlarken.

"Uykumda geldi," dedim sessizce bir çocuk kadar mızıldanarak. "Aman kıyamam ben sana. Yarın istediğin kadar uyursun annem." Tek çocuk olmanın en iyi yanı büyüdüğünün kabul görmemesiydi. Bu yaşıma kadar hastaneye babam yaşıyorken ailecek, babamdan sonra ise annemle beraber giderdik. Çok sevilerek büyütülmüştüm. Ama bu asla şımarıklık boyutuna varmamıştı.

"El evlensin sen kedi gibi ananın eteğini tut Gülseli," dedi Halam alenen sinirli sinirli. "Sancak'la evlenseydin anana değil aslan gibi adama sarılırdın."

"Tövbe tövbe... Hala sen niye Almanya'ya gitmiyorsun? En güzel anların katili gibisin yemin ederim," dedim sırtımı Halama tamamen dönerek. Halamın gözleri keskindi. Sancak ile beni birçok kez gözetlediğini gördüğümden dikkatli olmaya çalışıyordum. "Hala," dedi Feride Teyze usanmış haliyle. "Çocukları rahat bıraksan. Vallahi birileri duyacak."

"Duysunlar... Ne varmış söylediklerimde," diyerek kendini savunmak istesede Turgut amcanın kaşlarını belirgin düzeyde kaldırarak susturması bir olmuştu.

"Turgut abi," dedi bir kez daha sessizlik sağlandığında konuşmaya başlayan İlber abi. "Biliyorum böyle emrivaki gibi olduğundan ayıp oldu ama ben birebir konuşmanın daha iyi olacağını düşündüm. Eğer izniniz olursa bayramdan sonra gelmek istiyoruz ailemle."

Turgut Amca yutkundu, gözlerini kamelyanın tavanına dikti, soluklandı ama konuşamadı. Ayşe'nin olduğu tarafa asla bakamıyordu. "Buyrun gelin," dedi Feride Teyze yıllardır aynı yastığa baş koyduğu kocasının bu kadar zorlandığını görünce. İlber abinin gözünde tam o anda havaifişekler patlıyordu. Yüzünde garipsenecek kadar hoş bir gülüş peydah oldu ve aynı gülüşle Asya ile yanyana oturan Ayşe'ye baktı. Kısa bir an gözgöze geldiler. İkisininde gözlerinde ufak yıldızlar parlıyordu. Birbirinin ekseninde dönmeye hazırlanan yeni birer dünyaydılar belkide artık. Gözlerini birbirlerinin kıyılarından zorlukla çektiklerinde İlber abi hiç uzatmadan oturduğu yerden kalktı. Onlarla birlikte Harun Amcalarda kalkmışlardı. Evin önünde duran iki tane son model lüks aracın bagajına yerleştirilecek şeyleri hızlıca taşıdılar ve pek kısa sürmeyen vedalaşmadan sonra yolcular yollarına koyuldular.

Çok uykum vardı ama mutfağa bulaşıkları öylece atıp çıkmıştık. Ayşe'ye yardım etmem gerekiyordu. Annem ve Feride Teyze dağılmış kamelyayı süpürüp temizlerken biz de Ayşe ile birlikte mutfaktaki bulaşıkları hallediyorduk. Ayşe mutlu olduğunda kolayca gözyaşı dökenlerdendi. Bugün de İlber abi gittikten sonra mutfağa girdiğimiz ilk dakika kollarını boynuma sararak gözyaşlarını serbest bırakmıştı. "İçimde garip bir mutluluk var. Sanki böyle göğüs kafesimden dışarıya binlerce kuş özgürce uçmuş gibi."

"Çünkü artık gizlin saklın kalmadı," dedim içimden geldiği gibi. Mutfağın önünden geçen Sancak yanımıza girerek kız kardeşinin yanaklarından akan iki damlayı parmak uçlarıyla silerek bağrına bastı. "Birbirinize özgürleştiniz. Kimseden saklaman gereken bir şey yok," dedi göz ucuyla bana baktığında istediği şeyi gayet iyi anladığımdan cevap veremeden etrafı toparlamaya devam ettim.

"Sen babamla konuşmamış olsan ben konuşamazdım," dedi Ayşe abisine minnetle.

"Konuşamayak kadar değersizleştirmezdin." İnanarak kurduğu cümle tüylerimi diken diken etsede bugün fazlasıyla bu konuyla ilgili tartışmıştık. Yeni bir tartışmayı kaldıracak gücüm yoktu bu kadar uykusuzken.

Kendi evimize geldiğimde Sancak pencereden ayakkabıyla girdiği için kirlenmiş olan nevresimlerimi değiştiriyordum. Uyuyacaktım.

KENDİME NOT: KORONA BİTMEDİ.

08.03.2022 Dünya Kadınlar Gününüz Kutlu olsun.

Bu bölümün burcu Balık oldu bakalım diğeri ne olacak.

Dolar 14,5 civarında.


Sınırlar dolmadan bölüm gelmeyecek bu arada. ❤

Continue Reading

You'll Also Like

9.2K 592 50
"Hayat, sen plan yaparken yaşadıklarındır." İnsta: @elifacar.official
14K 769 17
BEN ARAS ULAŞ ÖZ ya da ARAS ULAŞ KORKMAZ MI DEMEMLİYİM? Diğer gerçek ailem erkek versiyon kitaplarından farklı olucak...
1.2K 98 2
"Sen nerelisin?" Merakla sorduğum soruya kalın ses tonu ile cevap verdi. "Orduluyum ben." Kaşlarım istemsizce havalandı.O da benim gibi Karadenizliym...
77.5K 599 38
Tuttukları eller artık kan içinde olan iki genç. Birbirlerine ayrı düşmüş hayatları kana bulanmış. "Nerdesin kimlerlesin bilmiyorum,ama yemin ederim...