PORTOLA VALLEY 2∣ Tamamlandı ♚

bsrarikan_ द्वारा

167K 12.6K 2.9K

Dudakları dudaklarına değdiği an hayat boyunca beklediği anın bu olduğuna karar verdi.Vücudu alev alev yanıyo... अधिक

♚Tanıtım♚
♚1.bölüm♚
♚2.bölüm♚
♚3.bölüm♚
♚4.bölüm♚
♚5.bölüm♚
♚6.bölüm♚
♚7.bölüm♚
♚8.bölüm♚
♚9.bölüm♚
♚10.bölüm♚
♚11.bölüm♚
♚12.bölüm♚
♚13.bölüm♚
♚14.bölüm♚
♚15.bölüm♚
♚16.bölüm♚
♚17.bölüm♚
♚18.bölüm♚
♚19.bölüm♚
♚20.bölüm♚
♚21.bölüm♚
♚22.bölüm♚
♚23.bölüm♚
♚24.bölüm♚
♚25.bölüm♚
♚26.bölüm♚
♚27.bölüm♚
♚28.bölüm♚
♚29.bölüm♚
♚30.bölüm♚
♚31.bölüm♚
♚32.bölüm♚
♚33.bölüm♚
♚34.bölüm♚
♚35.bölüm♚
♚36.bölüm♚
♚37.bölüm♚
♚38.bölüm♚
♚39.bölüm♚
♚40.bölüm♚
♚41.bölüm♚
♚42.bölüm♚
♚43.bölüm♚
♚44.bölüm♚
♚45.bölüm♚
♚46.bölüm♚
♚47.bölüm♚
♚48.bölüm♚
♚49.bölüm♚
♚50.bölüm♚
♚51.bölüm♚
♚52.bölüm♚
♚53.bölüm♚
♚54.bölüm♚
♚56.bölüm♚
♚57.bölüm♚
♚58.bölüm♚
♚59.bölüm♚
♚60.bölüm Son'ların Engin Sınırsızlığı Gözyaşıyla Kuşandı "final"♚
♚Özgürce Savruluş Töreni ♚

♚55.bölüm♚

813 97 37
bsrarikan_ द्वारा

Kötüler, kötülüklerden kötülük seçerken...diye başlar Michael Ende dünyaca ünlü Momo'sunun bir bölümüne. Kötüler her daim kötülük seçerler çünkü fıtratlarının gereğidir bu. Peki ya hikayenin sonunda her daim kazanan iyiler?

İyi olmak aptallık gibi gelir sana önce sırtını yasladığın dağın un ufak parçalandığını görürsün sonra. Büyük anlamlar yüklediğin bedenlerin küçücük ruhlara sahip olduğunu öğretir hayat sana.

'Neden?' sorusu dolanır diline. Sonra harfleri yutarsın, susarsın. Fıtratının gereğini yaparken çıra olur yanarsın.

Ruhunun aynası yeşil gözlerdeki yansımasına bakarken, dalgalı düşünceleri iki kadını ayıran okyanusun üstüne bu kadar mesafe yetmezmiş gibi bir de köprü inşa ediyordu.

"Kızım..."

Birbirine hasret iki beden tarifsiz bir özlemle kucaklaşırken yüreğindeki kelepçelerin hafiflediğini hissetti. Birkaç damla düştü çenesinden aşağı. Gurbet gönülden ırak olmaksa eğer küçük bir kız çocuğu olup annesinin gözlerinde saklanmak isterdi yine.

Dakikalar birbiri üstüne devrilirken güzel bir rüyadan uyanırcasına kol kola içeri girdiler. Gecenin kalanını adeta sürünerek geçirdi. Annesi kalbini kör bir halatla bağlamıştı sanki; özlem, acı, öfke, sevgi, kafa karışıklığı hepsini hissediyordu. Güzel başlayan bir günün kalp ağrısına dönüşmesinden nefret ediyordu.

"Sen Tanrım...nasıl geldin?"

"Şu yakışıklı polis beni arayıp tatlı diliyle ikna etmeseydi, şimdi kilometrelerce uzakta bir toplantının ortasında olacaktım. Bu nazik davete icabet etmemek kabalık olurdu kuşkusuz."

Annesinin akıcı İngilizcesi aksanlı bir ninni gibi geliyordu kulağına. Çenesi Gamzeli ona dünyanın en güzel doğum günü hediyesini vermişti : Annesini.

Aslında itiraf etmesi gerekirse onun bir başkasının aramasına gerek kalmadan kendiliğinden gelmesini her şeyden çok isterdi. Annesinin uzattığı narin ellerine tutundu.

"Nelson Johansen..." yutkundu neye nasıl başlayacağını bir türlü bilemiyordu. Bir başkasının yenilgisinde gölgelenmek ruhunu katmanlarına ayırıyordu. Canı ölesiye yanıyordu.

"Babam...Seri katil sıfatıyla yakalandı."

Gözünden düşen bir damla yere damladı, neyi ne kadar anlatması gerektiğini kestiremiyordu. Sacramento'da olanlar; Darrow ile başardıkları, gözlerinin önünde acımadan öldürülen kadının anısı zihninde dalgalandı.

"Canım çok ağır şeyler yaşamışsın hayatındaki genç adam bana her şeyi anlattı. Ben bilmiyordum...Doğrusunu istersen Sacramento'ya gitmeni asla istememiştim. Nelson'un bu kadar ileri gidebileceğini tahmin bile edemezdim. Sana zarar verme ihtimalini düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum. Sen iyisin değil mi? O alçak canını yakmadı değil mi?"

Bahar bir an için Tyra'nın gebeliğinden ve kollarında narin bir kelebek gibi solduğundan bahsetmek istedi ancak gerekli şeyleri Brendan'ın anlattığından emindi.

"Ben iyiyim anne merak etme. Kötü şeyler yaşadım. Haksız yere bir cinayetle suçlandım ancak aklandım. Her şey yoluna girecek. Ben...Biz üstesinden geleceğiz."

"Seni o kadar yalnız bıraktım ki...Beni affet Bahar'ım senin hak ettiğin gibi bir anne olamadığım için beni affet. Kendimce sebeplerim vardı ve bunların hiçbiri küçük bir kızı sevgisiz bir babayla baş başa bırakıp kaçıp gitmenin bahanesi olamaz kuşkusuz ama okyanus ötesinde de olsam yüreğimde her daim seni taşıdığımı bilmeni istiyorum."

Gözyaşlarıyla dolup taşan gözleri uzak bir noktaya daldı.

"Beni affet bebeğim. Seni bir caninin kucağında bıraktığım için kendimi hiç affetmeyeceğim."

Unutulmuş eski anıları canlandırmak üzerine yıkılan geçmişi diriltiyordu. Oysa romantik ve tatlı anılarını dinlemek isterdi. Anne ve babasının nasıl tanıştıklarını herkesi karşılarına aldıkları gözü kara sevdalarını...İç çekti.

Güzel gözleri, omuz hizasında kesilmiş küllü sarı dalgalı saçları, bej rengi kumaş pantolonuyla uyumlu zümrüt yeşili bluzuyla karşısında kendisinin yirmi yıl sonraki hali gibi duran annesini süzdü. Göz kenarlarındaki kırışıklar son birkaç yılda oluşmuş olmalıydı. Tanrım, yan yana olmak kameralı sohbetten öyle farklıydı ki...Bir an için annesiyle Los Angeles'ın herhangi bir kasabasında yaşama fikri içini ısıttı. Mesela Portola Valley'de ama bunun mümkün olmadığını biliyordu.

O şimdilik yanındaydı ancak hiç şüphesiz çok yakında yine Türkiye'ye dönecekti. O çok yoğun toplantılarını başarılı iş kadını edasıyla yönetecekti. Boşandıktan sonra kendini kariyerine veren annesini anlamaya çalışıyordu. Belki onunla gitmeliydi. Yepyeni bir sayfa açarlardı anne kız ancak Ela Gözlü, Soylu, Çenesi Gamzeliden uzaklaşamayacağını biliyordu. Daha fazla pişmanlıklara keşkelere yer vermeksizin başını annesinin dizine koydu. Ayrı yapraklar gibi rüzgarın ikisini savuracağı anı beklemeye koyuldu. Gözlerini kapamadan evvel duyduğu son şey;

"İyi ki varsın, iyi ki puslu mart güneşi gibi içime doğansın. Nice güzel yaşlara kızım..."

*

Dışarıdan kuşların sabah ötüşleri duyuluyor, dalgaların kayalıklara çarpan sesi uysalca çağlıyordu. Kumsalın yamaç kısmındaki ağaçlar yeşilin bin bir tonunu sergiliyor, helikopterin açık camından içeri ılık ve temiz bir esinti doluyordu.

Half Moon Bay unutamayacağı anılar arasındaki yerini almıştı çoktan. Birlikte geçirdikleri birkaç güzel günü takiben annesinin sağ salim Türkiye'ye uçmasının ardından Redwood City'e dönüş hazırlıklarına başlamışlardı. Çavuş Wiseman her bir detayı Anthony ile paylaşmış cinayeti ve elde ettikleri bulgulardan üstü kapalı bahsetmişti. Anthony sabırsızlıkla kardeşini ve -her ne kadar ketum kardeşi detay vermemek de ısrar etse de- müstakbel gelinleri olduğuna emin olduğu Bahar'ı bekliyordu.20 Mart gecesi düzenlenecek maskeli balo herkes için bir dönüm noktası olacaktı.

"Hey, rahatla biraz mevsim. Oyunun sonuna geldik."

Yanından ayırmadığı firuze taşlı kolyeye dokundu.

"O gece, o evden ayrılışım şüphe doluydu. Şimdi ailenin karşısına hiçbir şey olmamış gibi çıkmak kanıma dokunuyor. Anthony, Melinda... sence de bir açıklamayı hak etmiyorlar mı?"

Brendan kolyeyi tutan avucuna uzandı.

"İnan bana onlar bilmeleri gereken her şeyi fazlasıyla biliyorlar üstelik..."

"Üstelik?"

"Dinle, biz Newcastle'a gittiğimiz zaman Çavuş herkesi sorguya çekmiş. Anthony'de bildiklerini anlatmış. Senin benim yanımda olduğundan emin olsa da bir an bile açık vermemiş. Vincent'i de kontluk zırvalarını da biliyor."

Ne söylerse söylesin içi bir türlü rahat etmiyordu. Erica Woodrow'un buz gibi bakışlarını ensesinde hissettikçe huzursuz oluyordu. Ablasının kocasına aşık bir kadın ne kadar ileri gidebilirdi bunu düşündükçe içi içini yiyordu.

Gergin olduğunda yaptığı yegane şeyi yaptı, tırnaklarını kemirmeye başladı.

"Ben...bilemiyorum dedektif. Ya katil gelmezse?"

"Larissa Nolan'ı kim öldürdüyse sevgililer günü organizasyonuna polis memuru David Ramsey'i de ortadan kaldıran aynı kişi ve ben seni tehlikeye atmaktan hiç hoşlanmasam da Çavuşa güvenmek zorundayım. İnan bana gelecek. Eğer o gelmezse ben gideceğim ve o lanet piç kurusunu saklandığı delikten çıkaracağım."

Helikopter yolculuğunu takiben Anthony Wilder'ın yolladığı özel şoförlü lüks Mercedes ile Redwood City boyunca kader dolu yolculuklarına devam ettiler. Sessizlik yol boyu onlara eşlik etse de aklı Portola Valley'de Doktor Giselle'de kalmıştı. Ahraz ile bahsettiği seyahate çıkmış olmalıydı. Söylediği şeyi düşündü Rex ile yarım kalan hikayesini Brendan ile tamamlaması sahiden mümkün olur muydu?

Her sorunun kilit noktası Charlie McKinley'e dayanıyordu. Douglas'ın ifadesi bu karanlık adamın ardındaki güçlere işaret ediyordu. Amacı neydi? Larissa asıl kurban mı yoksa yalnızca piyon muydu bunu öğrenmek için can atıyordu.

Redwood City eşi benzeri olmayan bir yerdi. Sanki burada birbirinden çok farklı iki dünya vardı. Zıt ama yan yana yaşamayı becerebilen iki farklı yaşam aynı kentin kucağında soluyordu.

Bütün binalar çok yüksek ve eskiydi. Taş mimari, kemerli pencereler, geniş saçaklar ve gösterişli tavan süslemeleri çoğu binanın karakteristik özelliğiydi. Bu tarz mimari detaylara, okuduğu kitaplardan aşina olmasına rağmen canlı olarak görmek bambaşkaydı.

Caddelerin yanındaki sıra sıra ağaçlar o kadar güzeldi ki nutku tutulmuştu. Bazılarının upuzun dalları yer çekimine meydan okurcasına değişik şekiller almıştı. Sahil şeridine paralel yoldan geçerken gördüğüm koya bakan o eski, kocaman evler karşısında ağzı bir karış açık kaldı. Üç ya da daha çok katlı olan evlerin her bir katında ayrı bir veranda ya da teras vardı. Göz kamaştırıcı bu evler gün ışığı vurunca akşam kızılın en güzel tonuna, sarının en sedefli haline bürünüyordu.

İşlemeli demir parmaklıklara yaklaşırken içindeki panik giderek artıyordu. Oysa; doğum gününde her şeyden o kadar emindi ki...Havada belli belirsiz keskin bir parfüm kokusu vardı.

Görkemli yuvarlak havuzun etrafındaki melek heykelleri onu selamlar gibi gelmişti. Araç geniş toprak yol boyunca ilerlerken üç ay önceki o lanet geceyi düşünmeden edemiyordu.

Şoför kapısını açana kadar zamanın donmuş olduğunun farkında değildi.Nezaketen gülümsediği adamı ardında bıraktı.

"Valizleri odaya taşıyın."

"Derhal Bay Wilder."

Girişte beyaz verandanın altından geçtiklerinde dejavu hissi ılık bir rüzgar gibi tenini yaladı.

"Sanırım içeri girmek kapıda durmaktan daha akıllıca bir hareket olur Bayan Johansen."

Çift kanatlı kapılar bir kez daha açılırken, buraya ilk geldiği gün yine aynı cümlelerle onu içeri buyur eden Çenesi Gamzeliye bakıyordu.

"Hoş geldiniz beyefendi, hanımefendi."

Brendan üzerinde taşıdığı özgüvenin haricince lacivert kot pantolonun üzerine geçirdiği V yaka beyaz tişörtü içinde hem buraya ait hem de Portola Valley'e aitti.

"Beyefendi, ağabeyiniz sizi salonda bekliyor."

Kolunda taşıdığı vazgeçilmez siyah deri montu yaşlı adama uzattı, gülüşü içtendi.

"Teşekkür ederiz Benjamin."

Uşak uzaklaşırken, ela gözler kalbine dokundu.

"Gel benimle,"

Mor taç kapılarla süslenen altın rengi simli duvarlardan, oyma şöminelere kadar her şey hafızasında işlediği gibiydi.

"Bren, seni kaçak davetiyemi sonunda aldın demek."

Gök mavisi gözleriyle Anthony Wilder uçuk mavi polo tişörtü ve bej rengi kumaş pantolonuyla her an golf oynamaya hazır gibi görünüyordu. Bahar genç adamın yana yatırdığı jöleli saçlarına baktı. Dağınık özgür kestane rengi saçlardan hoşlandığına karar verdi. İki kardeş zıt kutuplar kadar farklı olsalar da sarılmaları içtendi.

"Evime gelmek için davetiyeye ihtiyacım olduğunu sanmıyorum."

"Ah, elbette."

Yakışıklı yüzü Bahar'ın üzerinde dolaştı. Mevsimlik beyaz elbisesinin üzerine giydiği toz pembe hırkasıyla ufak bir kız çocuğundan farksızdı.

"Merhaba, Bay Wilder."

Uzattığı elini sıcak bir ifadeyle sıkıp zarifçe dudaklarına götürdü.

"Anthony diye hitap etmen konusunda anlaşmıştık diye düşünüyorum. Yanılıyor muyum yoksa?"

"Ben...Elbette, çok şeyler yaşandı misafirperverliğiniz için size teşekkür etme fırsatı bulamadım."

"Mor çiçekli valizin hala odanda. Hoş geldiniz."

Melinda'nın naif sesi odayı kuşattığında geçmişten gelen yakın bir arkadaşa ne kadar özlem duyduğunu fark etti. Lacivert şık saten elbisenin içinde kusursuz görünüyordu. İki genç kadın kucaklaşırken Molly'nin amcasına sarılması görülmeye değerdi.

Salona en son teşrif eden Erica olmuştu. Yeğenini soğukça kucaklarken Bahar'ı da başıyla selamlamıştı. Bu kızdan haz etmiyordu. Anthony ya da Brendan'ın başına bela açacağından emindi nitekim o yağmurlu gece de bunun ispatı olmuştu. Rex'le alakalı şeylere elini uzattığına dahası bilmemesi gereken sırlara vakıf olması ondan haz etmemesine neden oluyordu. Tanrı aşkına, Melinda bir kraliçe gibiydi ancak Brendan'ın bu basit kızda ne bulduğu tamamen bir muammaydı. Yeğeninin zevkine anlam veremiyordu. Brendan Newcastle maceralarını anlatırken kibarca gecenin kalanında odasına çekilmek istediğini belirttiğinde kimse bunu yadırgamadı.

Melinda "Yolculuk sizi yormuş olmalı masayı hemen hazırlamalarını söylesem iyi olacak." dediğinde Brendan ayağa kalktı.

"Sanırım odamızda bir şeyler atıştırsak fena olmayacak yarın gece için hazırlanmamız gerek."

Genç kadın anlayışla gülümsedi.

"Ah, elbette."

Tanrı aşkına, Soylu, Ela Gözlü, Çenesi Gamzeli az önce 'odamız' mı demişti yoksa yanlış mı duymuştu?

"Haydi mevsim."

"İyi akşamlar."

Geniş merdivenleri tökezleyerek çıkarken soyut figürlü tablolar başını döndürüyordu.Dar koridor boyunca ilerlerken görmek istediği ağaç figürü şeklinde dizayn edilmiş altın rengi çerçevelerin önünde durdu.

John Rex Wilder.

Çerçevenin önünde zarifçe eğildi. Onlarca kelime vardı söylemek istediği milyonlarca his...Ama hepsi yumruk olup boğazında toplanmıştı. Ensesine değen sıcak nefes eşliğinde kalp atışlarını stetoskop olmaksızın duyuyordu. Leydi Jessica Wilder'ın tablosunun karşısındaydı şimdi, portrenin hüzünlü bakışları eşliğinde genç adamın ardı sıra sürüklendi.

"Dinlenmeliyiz, yarın uzun bir gün olacak."

O an kendi kendine ant içti. Bu hikayenin sonu mutlu bitecekti.

*

Redwood City, 1868'den beri -şehir konumuna geldikten bir yıl sonra- Wilder ailesinin yıllardır düzenledikleri, her yıl gerçekleştirilen büyük bir partiye ev sahipliği yapardı. Bu, soyluların kendini en şatafatlı halleriyle gösterebildikleri büyük bir organizasyondu. Bu yıl her zamankinden farklı olarak gizemli bir maskeli balo olması kararlaştırılmıştı. Brendan Kuzey Carolina'dan gelecek misafirleri düşündü. Ağabeyi dünyanın dört bir yanındaki tanınmış ailelere her parti öncesi özel davetiye hazırlardı. Bu Brendan'a hep saçma gelmişti. Telefonla arayıp haber vermek yerine şatafatlı davetiyeler evin her yerini kaplardı; fakat bu yıl oldukça farklıydı katılanlar arasında kendisi ve Bahar'da olacaktı.

Elindeki altın yaldızlı davetiyeyi inceledi. Bu, katili ateşe çekmek için iyi bir sebepti. Genç kadının Wilder malikanesinde kaldığı geceyi anımsadı yarı çıplak vaziyette yanına sokulduğunda irileşen gözbebekleri gülümsemesine neden oldu. O gecenin üzerinden asırlar geçmiş gibi hissediyordu. Gün ışığı odaya hakim olana dek geçmişten söz etmek yerine Camilla Perdue'nun hazırladığı otlu Fransız peyniri Brie, tütsülenmiş hindi ve çikolatalı kremşantiyle doldurulmuş kekler eşliğinde bir şişe kırmızı şarabı yudumlamışlardı.

Gece lacivert pelerinini sıyırdığında, yol yorgunluğuyla Bahar akşama kadar uyumuş olduklarının yeni farkına varıyordu.

"Tanrı aşkına,"

Brendan gerinirken büyük anın gelip çattığının farkına vardı.

"Zamanı geldi ha?"

"Bence biraz daha tembellik edersek geçecek bile."

"Gergin görünüyorsunuz konuşmak ister misiniz Bayan Johansen?"

Aynada göz göze geldiler. Çavuş Wiseman'ın planı netti. Bahar gece boynunda Firuze taşlı kolye ile arzı endam edecek, Darly ve adamları gece boyu malikanenin farklı yerlerinde herhangi bir şüpheli duruma karşı devriye gezeceklerdi. Brendan ise gözünü bir an olsun üzerinden ayırmayacaktı.

"Konuşması gereken sizsiniz yanılıyor muyum Bay Wilder."

Genç adam sessizce güldü, her şeye cevabı olan bu kadını seviyordu. Bir şey diyecek oldu sonra vazgeçti.

"Atlanda'daydım.En azılı suçluların ortalıkta gezindiği zamanda."

"Tahmin edebiliyorum."

"Kötü zamanlardı, detayları duymanı istemiyorum. Bazen Rex...Yani babam kadar cesur olup olmadığımı sorgularken buluyorum kendimi. Gece nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın yanında olduğumu bilmeni istiyorum."

"Rex'in malikanesinde olmak...Onunla bir zamanlar soluduğu havayı teneffüs etmek inan bana onun yaralarına dokunuyormuşum gibi hissettiriyor."

Ela gözleri öyle bir baktı ki...tenine yalnızca bakışlarıyla dokunabilirmiş gibiydi. Teninin cam gibi gerildiğini hissetti.

"Yaralar yalnızca yüzeydedir Bahar...Savaşın asıl hasarı insanın kafasının içindedir."

Genç kadın gözlerini kapadı eğer ona böyle bakmaya devam ederse gözlerindeki yaralı ifadeyi ortadan kaldırmak için cinayet işleyebilirdi. Ellerini usulca genç adamın kalbine uzattı.

"Mutluluğun sırrını bilir misin dedektif? Mutluluğun sırrı özgürlüktür. Özgürlüğün sırrı ise cesarettir. Cesur bir adamsın. En az baban kadar..."

John Rex Wilder her ne kadar sevdasına karşı cesaret timsali olmasa da Bahar, kafasında kurduğu mahkemede kendini defalarca yargıladığına emindi.

"Pekala, hazırlanmaya başlasam iyi olcak konukları daha fazla bekletmeyelim. Çavuş Darly'i tanımıyorsun unutma."

Genç adam giyinme odasının ardından devasa banyoya doğru ilerlerken Camilla kapıyı çaldı. Kahvaltılık tepsisinin ardından gece için hazırlanan kıyafetleri bıraktı.

Kızarmış ekmeğin üzerine vişne reçeli sürerken bir yandan daha evvel dikkatini çekmeyen arka duvara sokuldu. "Ah, vay canına," duvar tamamen camdan oluşuyor ve kesintisiz vadi manzarası sunuyordu. Bu odaya geldiği ilk gece dikkatini çekmeyen bir ayrıntı daha. Neyse ki o geceki apar topar gidişi üzerinden kimse yorum yapmamıştı.

"Manzarayı seviyorum," diye soludu Brendan. Salaş beyaz bir gömlek ve üzerine göre dikilmiş siyah bir kumaş pantolon giymişti. Ayakları çıplaktı.

"Yağmur yağdığında dünyada olunabilecek en güzel yer burası. Ne yazık ki bir yanım burada yaşamıyor."

Dudağındaki vişne reçelini yalarken zarifçe gülümsedi. Camilla'nın getirdiği özenle paketlenmiş elbiseyi alarak giyinme odasına geçti. Tanrı aşkına, iddialı bir renkti ve hiç kuşkusuz Melinda'nın hediyesiydi. Etiketine baktı:  Morgene Le Fay. Tanrım, Cezayir menekşesi rengindeki muhteşem elbise elbiseden çok kostümü andırıyordu. Saten korsesinin ipleri çapraz bir biçimde beline bağlanıyordu.

Odaya döndüğünde smokini içinde Çenesi Gamzeliyi doğum gününde hediye ettiği B harfli kol düğmelerini özenle takarken buldu. Cezayir menekşesi rengi elbisesinin içinde olağanüstü görünüyordu. Gözlerinin içi gülüyordu.

"Muhteşem görünüyorsun mevsim. Şey... doğrusunu istersen yaldızlı takım elbiseler hiç bana göre değil. Fakat aile geleneği bazı geceler şatafatlı olmamız gerekiyor." Göz kırptı.

"Soylular gibi bilirsin."

"Özel gece ailenden kalan bir gelenek mi?"

"Aslında öyle bizzat annemin ailesinden. Varines Hanedanlığından. Büyük annemler eski İngiliz soyuna mensup ve sadece iki kızları vardı : annem ve Erica teyzem. Hayatlarını kaybettiklerinde sahip oldukları mal varlıkları iki kız kardeş ve çocukları arasında bölüştürüldü tahmin edersin ki teyzem bundan hiç hoşlanmadı."

Makyaj fırçasını bırakarak Brendan'a sokuldu. Cezayir menekşesi rengindeki kravatını düzeltti.

"Annen kulağa çok asil bir kadın gibi geliyor."

"Seni tanısaydı muhtemelen senden hoşlanırdı. Tabi babam da öyle."

Bundan pek emin değildi. Rex'i düşününce bir an için irkildi. Gördüğü kabusun en net hali zihninin oyuklarında süzülüyordu.

Genç adam birden cebinden kadife bir kutu çıkardı.

"Senin için,"

Lacivert kadife kutuyu görünce yeşil gözleri irileşti.

"Bu ne için?"

"Sadece ufak bir hediye sende kalmasını istiyorum."

Kutuyu açarken titreyen zarif parmaklarını umursamamaya çalıştı. Kasabaya geldiğinden beri her şey fazlaydı, çok çok fazlaydı.

"Ah, Tanrım bu gerçekten çok güzel."

"Annemden kalan ufak bir hatıra, beğeneceğini düşündüm."

Tanrım, üzerinde 'V' harfinin işlendiği işlemeli ince bilekliğe hayranlıkla baktı. V harfi Varines Hanedanlığını simgeliyor olmalıydı.

Başını iki yana salladı.

"Bu...şüphesiz çok değerli bir armağan ve ben bunu kabul edemem."

"Bu gece bunu takmanı istiyorum. Ve emin ol bu şey senden daha değerli değil. Takabilir miyim?"

Brendan nazikçe bileğine uzandığında genç kızın kalbi titredi. Minik elmas ve incilerle bezenmiş bileklik bileğinde zarifçe ışıldıyordu. Giselle'nin hediyesi karahindiba çiçeği uçlu bilekliğin yanında. Tıpkı Brendan'ın kalbinde ışıldaması gibi.

Hafif makyajını kendi yapsa da saçlarını Melinda'nın ayarladığı genç bir kuaför yardımıyla salaş dağınık topuz olarak yaptırdı. Melinda Wilder soylulara has bir özgüvenle gece için bir de maske kutusu yollamıştı.

Ah, hadi ama maske seçmesi konusunda kararlıydı anlaşılan maskeli balonun ruhuna uyabilecek maskelere tek tek baktı: ağırlıklı olarak menekşe moru, gri ve siyah kullanılmıştı. Bazıları pullu bazılarında ise kuştüyü asılıydı. Çenesi Gamzelinin yönlendirmesiyle çelik grisi kenarları boncuklu maskede karar kıldı.

Aykırı dedektifinin uzattığı koluna girerken katilin alt katta bir yerlerde gizleniyor olma ihtimali başını döndürüyordu.

"Sıra bizde leydim. Hazır mısınız?"

"Her daim lordum."

Wilder malikanesinin görkemli salonu, gece asil bir güzelliğe bürünmüştü. Salon şimdi, Victoria döneminden esintiler taşıyan şamdanların soylu gölgeler oluşturduğu -Bahar'ın en son gördüğünden- son derece farklı bir yerdi. Üç yüz davetli için kurulan yuvarlak masalara baktı.

Beyaz gömlekli genç adamlar ellerinde aperatif tepsileriyle salonda dolaşmaya başlamışlar ve bu şatafatlı dekorun önünde şık gece elbiseli hanımlar smokinli beylerle Michael Buble'nin seslendirdiği Dream a little Dream parçası eşliğinde dans ediyorlardı.

Redwood City malikanesi, kontluk varislerinden Brendan Wilder'ın geceye birlikte katıldığı gizemli kadını görmek isteyen insanlarla doluydu.İnsanlar fısıldaşacaklardı Bahar bunu biliyordu. Önce 8 Aralık doğum günü partisi ardından Sacramento' da Noel partisi, Newcastle'da Sevgililer günü organizasyonu ve şimdi de maskeli balo Tanrı aşkına, kendini aşmıştı. Melinda ve Anthony çiftini görünce rahat bir nefes aldı.

Melinda üstüne, zarif beline kadar dekoltesi olan fildişi rengi, ipek bir gece elbisesi giymişti. On santimlik topuklu ayakkabıları, bacağının üst kısmına kadar açılan yırtmacından görünüyordu. Büyüleyiciydi. Sonradan öğrenilemeyecek bir zarafete ve sadece dış görünüşle kalmayan bir güzelliğe sahipti. Beyaz taşlı maskesiyle konukları büyülüyordu. Bahar'a içten bir gülümseme sundu. Anlaşılan o ki elbise seçiminden de eserinden de memnundu.Her şey yolunda gülümsemelerinden birini sundu.

Brendan'ın mesafeli sert yüz hatları ve tasarımcı elinden çıkma siyah smokinini dolduran vücudu teninde karıncalanmaya sebep oluyordu. Adam varlığıyla bile mekana egemendi. Gözleri onun vücudunda dolaşırken dudaklarının köşeleri yukarı doğru kıvrıldı .Onun yanı harika bir yerdi ve geçmişi tarihi hikayelerle doluydu.

Tepede toplanmış buklelerine dokunurken, ince boynunda firuze taşlı kolye parlıyordu. Brendan'ın peşi sıra konuklara merhaba derken bir an Çavuş Darly Wiseman ile göz göze geldi. Tecrübeli adam nezaketen baş selamı verdi; ancak hepsi bu kadar. O an kalabalık arasında çevresinde kaç adet polis olduğunu kestiremedi.

Bir an için eteklerini düzeltme, arkasını dönüp kaçıp gitme gibi aynı anda gelen dürtülerine direnmeye çalıştı. Katıldığı her özel gece kötü olaylara gebeydi. Salonun ucunda sakin bir noktaya vardılar ve yan yana sessizce dikildiler, dans eden diğer insanların zeminde halk dansıyla figürler yapmalarını izlediler.

"Sanırım flört edeceğiniz başka hanımefendiler yok?" diye takıldı Bahar. Brendan'ın ilgisini çekmek için çevresinde akbaba gibi dolanan genç kadınlardan sıkılmıştı. Bir içki içse saçmalar mıydı acaba?

Ela Gözlü yapmacık bir üzüntüyle başını salladı.

"Korkarım ki bir tane bile yok leydim. Bu gece bekar kont olarak görevlerimden azat edildim."

"Ah, şu leydi akbabalar için üzüldüm."

Dans edenleri bir süre izledikten sonra sessizce "Her şey yoluna girecek merak etme," diye fısıldadı.

Bahar sükûnet maskesini kaybetme korkusuyla ona bakmadı. Genç adam bir yandan etrafı dikkatle izlerken, çağrı cihazının çalma olasılığına karşı tetikteydi. Onlarca insan Brendan Wilder adındaki genç dedektifin ve yanında duran yeşil gözlü kumralın kaderleri için savaştığından tamamen habersiz, büyük salonda içkisini yudumluyordu.

Darly, kısa bir an yanına sokuldu Brendan'ın kaba tavırlarını umursamayacak bir olgunlukla kaşlarını çattı.

"Sen doğru olanı yaptın evlat. O masum. "

Masum. Yalnızca bir kelime binlerce his. Çavuş içkisini tazeleme bahanesiyle uzaklaştığında doğru olanı yaptığını biliyordu.

Eski dostunu gördüğünde mevsim iyiden iyiye sıkılmış gecenin yükünü omuzlamıştı. Brendan onları tanıştırmak için bir adım öne çıktı. Vincent Dashner'ı Newcastle'da her türlü yardımlarına koşan bu genç adamı nazikçe selamladı .

"Bay Dashner sizinle tanışmaktan ne büyük onur duyduğumu anlatamam."

"İngiltere'den yaklaşık bir hafta önce kaçtım. Ev sahibi Kont Brendan Wilder'ın beni karşılaması için özel helikopter temin edeceğini düşündüğüm o uzun kuyrukta bekledikten sonra ümidimi kaybettim. Sizinle birlikte olmak keyifli olacak su savunma sanatlarını benden öğrenmenizi tercih ederdim zira sizi balo çiçeği olmaktan kurtaracak iksir benim elimde."

İstemeden de olsa ağzı açık bir şekilde kravatını arkadaşının ağzına tepecekmiş gibi görünen Çenesi Gamzeliye baktı. İkisinin eski dost olduklarına şüphe yoktu. Vincent'in sayesinde sahte kimliklerle bir süre saklandıklarına emindi.

Çenesi Gamzelinin kahkahası tedirgin yüzüne bir tebessümün yerleşmesine sebep oldu.

"Leydi Bahar Danielle Johansen, lütfen beni sizi Vincent Dashner ile tanıştırılmak zorunda bıraktığım için affedin. Asker ve devlet adamı, bilge ve ahmak. Bu rollerin hepsini pek çok kişiden çok daha büyük bir başarıyla oynar. Her ne pahasına olursa olsun ondan uzak durmanı öneririm."

Bahar bu iki dost arasındaki çocuksu savaşı izlerken salondaki çok sayıdaki gözün onu incelediğini hissetti. Salona bakınarak dedikodu belirtilerini gördüğünde bile yüzündeki tebessümün solmasına izin vermedi. Eğilen başlar, kıpırdaşan yelpazeler, parlayan gözler, her ne aşağılık drama gelişirse görmek için hevesliydiler.

Vincent sırıttı. Öne doğru eğilip Bahar'ın elini dudaklarına götürerek usulca fısıldadı.

"Tuhaf giyimimi mazur görün leydi Johansen. Zira boyunbağı denen lanet şeyden en az Brendan kadar nefret ediyorum."

Genç adamın griye dönük tuhaf gözlerine üstlerini boyadığına emin olduğu gri saçlarına baktı. Sportif görüntüsü kontluğun ağır görüntüsüne oldukça zıttı.Gri takım elbisenin içinde oldukça yakışıklı göründüğünü itiraf etmeliydi.

"Bu dansı bana lütfeder misiniz?"

Çekici adam Michael Buble'nin puslu sesiyle birlikte dans pistine çektiğinde Brendan'ın gülen yüzü onay veren biçimde değişti.Saniyeler içinde uçarcasına dans ediyordu. Bahar'ın Cezayir menekşesi rengindeki elbisesi şamdanların altında parlıyordu. Brendan onları merak ve kıskançlık karışımı bir duyguyla izledi. Nitekim sonsuz gibi gelen nakaratın ardından uyarıcı bakışları ikilinin arasına düştü.

"Ne diyorum biliyor musun dostum. Bence bu kadarı yeterli."

Beline dolanan güçlü kolları eşliğinde yutkundu. Zihni çırpınarak bilincine tutunmaya çalışıyordu. Uçuyordu,
sanki kollarıyla bacakları bir tüy kadar hafifti .Bir an için boynundaki firuze taşlı kolye tutuştu sandı. Teni yanarken kolye bir ton koyu renge bürünmüştü.

Maskesinin ardından gördüğü şey şaşkınlık içinde gözlerini kırpıştırmasına ve şokla hızlı bir nefes almasına neden oldu. Parmak uçlarıyla istemsizce kolyeye dokundu.

"Neyin var mevsim ne oldu?"

"O," diye soludu "Katil burada."

Bölüm parçası ; Michael Buble_Dream a little Dream

Dikkat Turuncu 'ı es geçmeyin lütfen!





Değerli Portola Valley ailesi, güzel bir Sevgililer Günü akşamına yakışır bir bölüm olmuştur umarım videoyu da izlemenizi öneririm :)

Sevilmeyi en çok hak eden sizlere en içten sevgilerimle. Hayalet okuyucular oylarınızı bekliyorum. Zira beni motive eden yorum ve oylar oldukça bölümler çok daha hızlı gelecek bilginize :)

पढ़ना जारी रखें

आपको ये भी पसंदे आएँगी

6.1M 118K 85
"Elimden gelse hâli hazırda kenetlenmiş ellerimizden güç alıp onu bu evden kaçırırdım. Denizi görebileceğimiz bir yere giderdik belki... Hiç konuşmaz...
4M 115K 73
Lamia: Ayrılık ay dönümümüz kutlu olsun. Mirza: Lamia şaka mısın? Mirza: Sen terkettin beni.
791K 33.1K 50
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
1.1K 212 14
Bazı yolların sonu yoktur. Bazı vedalar baştan yazılır ve bize kalan tek şey o güne dek merhabalara sığınmaktır. Umay böyle düşünmüştü her şeyin deği...