Lena ❧ Jungkook

By mrslumiere

16.3K 1.6K 542

Soğuk bir rüyada kaybolurken geçmişe doğru düşüyorum. Elimi tut sadece ve bana yolu göster. Işığım olmanı ist... More

1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
24.Bölüm
25.Bölüm
26.Bölüm
27.Bölüm
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
36.Bölüm
37.Bölüm
38.Bölüm
39.Bölüm
Final Bölümü

10.Bölüm

409 53 16
By mrslumiere

[10]Küçük Bir Anı Parçası

Hwang Ji Na

Son günlerde bana sıklıkla yöneltilen bir soru vardı, özellikle de Ha Na tarafından yöneltiliyordu.

‘Neden’ sorusu.

Karakolun önünde gördüğümden beri tekrar görmediğim Jeon Jungkook’un geçmişinde gördüğüm şeyler rahatsızlık vericiydi. Her şeye tesadüf deyip geçmek belki o an için içinizi ferahlatabilirdi ama ben bunu yapamıyordum. Sürekli olarak o geçmiş parçasını düşünüyordum ve bir şekilde inanılası gelmiyordu açıkçası.

Onun benimle birkaç gün arayla Amsterdam’dan dönmesini, döndükten kısa bir süre sonra mezarlıktaki ilk karşılaşmamızı tesadüfle açıklamak mümkün müydü? Bana kalırsa değildi ve ben daha çok öğrenmem, gerçeği bulmam gerektiğinin farkındaydım. Tüm bunlara rağmen her yaptığım hareketi irdeleyen ve çoğunda da beni durdurmaya çalışan Ha Na, beni sürekli sorguluyordu.

Elimden geldiğince yıllardır bu yeteneği kullanmamaya çalışmıştım. Gerçi düşündüğümde, kontrol edemediğim için de doğru düzgün kullanamıyordum zaten. Bir çizgisi, bir kuralı ya da her neyi varsa bunu anlayamıyordum. Şansımla ilerliyordum ama sadece şans beni bir adım öteye taşımazdı. Bu yüzden son birkaç gündür özellikle Ha Na ile çalışma yapıyordum. Elini tutuyor ve onun anı parçalarını görmeye çalışıyordum ama tam anlamıyla bir verim aldığım söylenemezdi.

Ha Na ise sürekli neden bunu yapmak istediğimi soruyordu ve olanların bazılarını anlatıp bazılarını anlatamamak da baş ağrısı sebebiydi. Onun endişelenmemesi için bazen susuyordum ya da çok az şey söylüyordum.

Şimdi ise bu yeteneği tam anlamıyla kontrol edene kadar yakınında durmaya karar verdiğim Jeon Jungkook’un, resimlerini yapmak için kullandığı yerdeydim. Geniş sayılabilecek bir yerdi burası. İçerisi ışık doluyordu, caddedeki gürültüden uzak ve sakindi, huzurluydu. İkimiz dışındaki her şey huzurluydu sanırım şu an.

“Ödevi gerçekten ciddiye aldığını bilmiyordum.” diye mırıldandı kollarını göğsünde bağdaş yaparken. Bakışları ciddi ve sesi de biraz huysuzdu. Onu hafta sonu gününde arayacağımı beklemiyor olmalıydı. Aramızda da ödev grubu eşi olmaktan başka bir ilişki yoktu ne de olsa. Haklıydı fakat onun yanında olabileceğim tek bahane de buydu.

Henüz Hoseok ile konuşmaya bile cesaretim yoktu ama Jeon Jungkook, beni daha sabırsız ve cesur bir insan haline getiriyordu sanırım.

“Senin yüzünden son dönemimi mahvetmek istemiyorum. Tek başına olduğun derslerde nasıl istiyorsan öyle davranabilirsin.”

Koyu gri koltukta geriye doğru yaslanırken, bende onun gibi kollarımı göğsümde kavuşturdum. Bir yandan da etrafı inceliyordum. Bir şeyler yakalamak için değil de, sadece meraktan yapıyordum bunu. Etraf genellikle koyu tonlardaki şeylerle döşenmişti ve bakıldığında da çok eşya yoktu. Birkaç koltuk, küçük bir kitaplık ve kitaplıktaki tek tük kitapların arasında bulunan bir vazo, kalan kısımda ise bazılarının üzeri siyah örtülerle örtülmüş tablolar vardı. Bizim tam karşımızda ise bembeyaz, tek bir çizik dahi atılmamış boş bir tuval duruyordu.

Bizden bir şeyleri birleştirip birlikte çizmemizi istiyorlardı ve bununla birlikte de attığımız her fırça darbesinde bir şeyler anlatmamız gerekiyordu.

“Çok kararlı olduğuna göre aklında da çizmek için bir şeyler vardır.” oturduğu tekli koltukta tek kaşını kaldırıp konuştuğunda bakışları meydan okuyor gibiydi. İkimizden de geçen günkü tavrına dair ses çıkmıyordu. Geçen gün geçmişini görmeden önce sorduğum sorunun cevabını alamamam da cabasıydı. O gün olanları yok sayıyor gibiydik.

O gün bileğini parmaklarım arasından kurtardığında o örtülü bakışlarında ilk kez bir şeyi netlikle görebilmiştim. İstemeden, anlık bir dürtü ile yaptığım hareket onu öfkelendirmemiş, daha çok endişeyle bana bakmasına neden olmuştu ve bunu bana öfkelenerek örtmeye çalışmıştı. Tek kelime etmeden ve ardına bakmadan gidişi bu yüzdendi. Gözbebeklerine yerleşen ışıkların titreyişini çok net hatırlıyordum.

Bir an için aklım o güne daldı ve ben nedenini bilmediğim şekilde orada oyalanmak istediğimi fark ettim. Yine de bunu yapmayı erteleyerek bana söylediği şeye bir cevap verebilmek adına başımı belli belirsiz sallayıp kendime gelmeye çalıştım.

“Bunu birlikte bulmalıyız, bu bir grup ödevi.”

Söylediğim şeyle bakışlarını üzerime diktiğinde, ciddi olup olmadığımı sorguluyor gibiydi.

“Öyleyse boş tuvale bakıp düşünelim.” Benim yaptığım gibi oraya bakmaya başlamadan önce söyledikleri karşısında istemeden de olsa dudağımın kenarına küçük bir tebessüm yer etmişti. Benim sorgulamama gerek yoktu, kendisi bunu yaparken oldukça ciddiydi.

Yaklaşık yarım dakikalık bir sessizlikten sonra aniden bana döndüğünde “Baksana. Bir gelişme var mı?” diye sordu. Neden bahsettiğini anlamıştım ama verebileceğim olumlu bir cevap yoktu. Boş tuvale bakarken kısa bir an için olsa da dünya durmuş gibi hissetmeme rağmen, sorduğu soru beni gerçek kaosun içine fırlatmıştı.

‘Her şeyin bir anda tepetaklak olması’ adını verdiğimiz bir resim yapabilirdik belki de.

“Hayır.” dedim başımı iki yana sallarken.

“Korkmuyor musun peki?”

Beklemediğim sorusu ile başımı yerdeki zeminden çekip ona çevirdiğimde merakla, anlamaya çalışarak bana baktığını gördüm. Şimdi bakışları yumuşaktı, acıma duygusundan uzak ama nazikti. Bir an utandığımı hissederek elimi boynuma götürdüğümde henüz çok da yakın olmadığım, üstelik bir şekilde karşılaşmamızın tesadüf olmadığını düşündüğüm bu adama ne cevap vereceğimi kestiremedim. Yoksa kendime korkmadığımı söylediğim gibi ona da böyle mi söylemeliydim? Gerçek çok başka olmasına rağmen.

“Neyse, şu ödevi yapalım öyleyse. Sanırım yakamdan düşmeyeceksin.”

Cevabımı beklemeden konuyu değiştirmesi üzerine ayaklandı. “Aşağıdaki dükkândan içecek bir şeyler alacağım.” Parmağı ile aşağıyı işaret ettikten sonra kapıya doğru adımlamaya başlamıştı ama kendimi tutamadan mırıldanmam üzerine bir an duraksadı. “Sen gerçekten biraz dengesizsin.”

“Ne?” şaşkınlıkla bana bakarken ağzı küçük bir yuvarlak şeklini almıştı ve biraz komik görünüyordu.

“Bazen öfkeleniyorsun, insanları sözlerinle itmeye çalışıyorsun, bazense onlar hakkında bir şeylerle ilgili endişe edip düşünceli davranıyorsun.”

Cümlemin sonlarına doğru tanıştığımızdan beri ilk kez gülümsediği gördüğüm Jeon’a karşılık, bu kez ben şaşkınlıkla bakmaya başlamıştım. O… Güldüğünde gerçekten başka biri gibi görünüyordu. Alnındaki saçları hafifçe dalgalanıyor, kırışan burnu ile gerçekten eğlendiğini görebiliyordunuz.

“Peki sen? Sen çok mu dengeli olduğunu sanıyorsun?” çenesiyle beni işaret edip konuştuktan sonra devam etti. “İnsanlardan bir nedenden ötürü uzak durmak istiyorsun ama içten içe istediğin bu değil, değil mi?”

Sorduğu soruya karşılık yakalanmanın verdiği hisle mahcup hissederek olduğum yerde kaldım. O ise yine bir cevap beklemeden arkasını dönmüş ve bu kez kapıdan çıkıp aşağıya inmişti. İnsanları kendimden uzak tutmaya çalışıyordum ama onlara belli bir derecede mesafeli davranabiliyordum. Yine de içimi okur gibi benim hakkımda buna dikkat etmesi sinir bozucuydu. Sanırım iyi bir insan sarrafına rastlamıştım.

Biraz hava almak adına yerimden ayaklanıp büyük pencereye doğru ilerledim ve elimle daha çok aralayarak başımı dışarı uzattım. Gerçekten sakin ve huzurlu bir sokaktı burası. Hatta çatı katından manzara daha güzel görünüyordur diye içimden geçirmeden edemedim. Böyle bir yerde yaşasaydım, sıklıkla terasa çıkıp bir şeyler içerken müzik dinlerdim sanırım ya da sadece yaşamın sesini dinlerdim.

Gözlerimi kapatıp temiz havayı içime çekmek istediğimde ise kalabalık olmayan sokakta bir ses kulağıma ulaştı. Küçük bir kız çocuğunun sesiydi. “Anne, korkuyorum!”

Bunu duymamla telaşla gözlerimi araladığımda hemen sokağa göz attım. Küçük bir kız, annesinin arkasına gizlenirken sokaktan geçen bir köpeğe karşı bu sözleri sarf ettiğini görmüştüm. Neden o sesle bu kadar gerildiğimi bilmesem de, zararsız görünen köpekle rahat bir nefes aldım. Gerildiğimden kasılan omzumu gevşetip pencerenin pervazına yaslandığımda ise anlık bir görüntü zihnimi doldurmuştu.

“Anne, korkuyorum!”

Zihnimin içinde duyduğum sesle başıma saplanan ağrıya karşı koyamadığımda, sağ elim şakağıma yerleşti. Bu his o kadar keskindi ki zihnim uyuşuyor ama çabalıyordu da. Kafamın içinde parçalar halinde beliren kısa an bize aitti, o güne aitti.

Yangının çıktığı gün annesine seslenen küçük Ji Na’ya aitti.

Tarifsiz bir sancı gibiydi. Ruhuma kadar beni köşeye sıkıştırıyordu, nefes bile alamıyordum şu an. Pencerenin olduğu kısımdan kayarak dizlerimin üzerine çökerken, artık iki elimde iki yandan başıma yerleşmişti.

Gözlerimi sıkıca bugüne kapatırken zihnim acı çekerek o kısacık anı yeniden yaşıyordu. Geniş salonda yükselen alevlerin her yeri kapladığı o görüntüde, pijamalarıyla annesine seslenen küçük kızın sesi sayısını bilmediğim kez yankılandı her hücremde.

“Anne, korkuyorum!”

Kurtarılmaya muhtaç küçük halim, o salonun ortasındayken ona doğru koşan kadını da görebiliyordum. Aramıza düşen alevler içindeki tırabzan, derin bir uçurum kadar mesafe bırakmıştı sanki. Ölümü ilk hissedişim buydu.

“Ji Na!”

“Acıyor.” Diye mırıldandım bana telaşla seslenen sesine karşılık fakat duyabilmesi için bir cevap değildi. Başımda fiziksel bir ağrı peyda olmuştu bu küçük anı parçasıyla. Bedenim ve zihnim o anı kutusunu açabilmek için çok fazla çaba harcıyor olmalıydılar.

“İyi misin?” Küçük bir nefesle gözlerim hafifçe aralandığında, karşımdaki bedenin eğilip benim gibi yere çöktüğünü gördüm. Büyük elleri başımın iki yanında ama geride, ellerimin üzerine yerleşip yerleşmeme konusunda kararsız ve çekingen bir şekilde duruyordu.

“Hatırladım.” Dedim küçük bir nefes daha alırken. Bedenimdeki bütün güç az önce zihnimdeydi fakat şimdi o güç gerisin geri beni terk etmiş gibiydi. Bacaklarım aniden güçsüzleşirken dizlerim parkeye temas etmiş, yığılma etkisi ile ellerim de iki yanıma düşmüştü.

“İyi misin?” Bu kez daha yüksek sesle ve daha telaşla yüzümün her yanını süzüp sorduğu soruyla yeniden ona baktığımda, elleri hâlâ havada öylece karşımda duruyordu. Neden bu denli telaşlı olduğunu bilmiyordum, kafa yoramayacak kadar da yorgun hissediyordum kendimi. Bu yüzden yalnızca başımı sallamakla yetindim, oysa iyi falan değildim.

“O günü…” diye başladım cümleme tekrar. Sesim fısıltı gibi çıkıyordu ve dudaklarımın kuruduğunu hissediyordum. Söylerken inanmak konusunda tereddütlüydüm. “Hatırladım.”

Bu güçsüz kafa karışıklığı arasında ise aklımda yalnızca iki şey vardı. Kendinden emin bir dürtüyle içimden gelen bir ses demek belki daha yerinde olurdu. İlki, yıllardır gitmediğim ve ne halde olduğunu bilmediğim o eve gitmem gerekti, ikincisi ise Jeon Jungkook’u araştırmamız gerektiği gerçeğiydi.

Bakalım Jungkook'u araştırdıklarında neler bulacaklar? Lena ve Jungkook ikilisini seviyor musunuz?

Satır arası bol yorum yapmayı ve oylamayı unutmayınız lütfen. ⭐Yorum beklerken nasıl olduğumu da bırakayım şöyle.


Continue Reading

You'll Also Like

363K 33.4K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
21.7K 1.4K 36
"Bazen göz yaşını değil ağlatanı silmen gerekir Rose." DEVAMI GELMEYECEK
256K 24.2K 25
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...
35.4K 1.9K 32
Kızın sesini duyunca Alaz'ın omuzları gevşedi. "Öldüm, Asi." Gözlerini kızın yüzünde dolaştırdı. "Sensiz geçirdiğim her gün biraz daha öldüm." Asi al...