Tanrıyı Doğurmak

By Wicca111

1.5K 454 49

İşte kaos. Biz buna entropi mi diyorduk? Her şey gittikçe bozulur. Kader, bozulma çizgisinde yamuk yumuk iler... More

1.Bölüm: Marsa Gezegeni
2.Bölüm: İntikam
3.Bölüm: Duygular
4.Bölüm: Kahin
5.Bölüm: İlk Temas Asla Unutulmaz
6.Bölüm:Mor Dudaklar ve Sardunyalar
7.Bölüm: Bir İntihar Mektubu
8.Bölüm: Ölüm ve Yancısı
10. Bölüm: Ve Tanrı Oluştu
11.Bölüm: Bir'likte Yalnızlaşmak
12.Bölüm: Boş
13. Bölüm: Kahramanını Kaybetmek
14.Bölüm: Bir Yıldız Kaydı
15.Bölüm: Tanrı-(ÇA)Yla Tanışma
16.Bölüm: Ruhunu Kıskandı Dünya
17.Bölüm: Duydun mu?
18.Bölüm: Dönüm Noktası
19.Bölüm: Her Bitiş Bir Mucizedir
20. Bölüm: Sırlar
21.Bölüm: Mavi
22.Bölüm: Son Yemek
23. Bölüm: Tanrılar Sofrası

9.Bölüm: Yeniden Diriliş

54 19 0
By Wicca111

  Bugün ki konumuz ne? Yine başımıza neler gelecek? Ben Dünya'nın Tanrısı kadar çalışkan değilim maalesef. Henüz bir sene boyunca tüm kullarımın neler yaşayacağını ayarlayamıyorum. Yanlış anlamayın gücüm yetmiyor diye değil, ben tembel bir tanrıyım. Kahvemin yanına bir sigara yakarım ve kalemimi elime alıp rastgele yazmaya başlarım. İlham perilerim yok benim, sadece durmadan usanmadan çalışan bir beynim var ve bu beni yeterince yoruyor. Gözlerim parmaklarımın ritmine ayak uyduramıyor ve ben bazen kelimeleri yanlış yazıyorum. Aslında beynimin hızına yetişemeyen parmaklarımın isyanını haykırıyor gözlerim! Bir dur, nefes al diye haykırıyor bana kalbim ama beynim buna izin vermiyor. O kadar çok fikir ve zikir var ki kafamın içinde, yazmakla bitmiyor. Gidenlerin yerine yenileri geliyor ve yeniler geldikçe fikirlerim değişiyor. İnancım sorgulanıyor ve ben sizlerin yaptığı gibi kendime bir Tanrı yaratamıyorum. Çünkü hala kendimi inşa etmekle meşgulüm ve henüz temelini bile atamadım. Başkalarıyla pek işim olmaz, biliyorsunuz bencil, ukala ve kibirlileri kimseler sevmez. Benim kullarım bile bana ibadet etmez! Çünkü kibrini insanoğlundan kattım onlara, o yüzden çıktıkları yeri beğenmezler. Birleşsin devri alem, gelin bir kadeh şarap açalım ve bugün terk edilmemin acısına bir şampanya patlatalım... Tanrılar da terk edilir, bunu unutmayalım. Kaderi durmaksızın yazabilen ve yakalan bir Tanrınız var, kadınlarım, bunu kutlayalım ve intikam oyunumuza devam edelim. Sonunda sonsuza kadar sadece sevişelim ve Dünyayı yok edecek Tanrılar doğuralım.

Marsinsan koltuğa uzandırdığı kızın yanı başında durmuş ve onu izliyordu. Ne yapması gerektiğini biliyordu, durumu imparatorlara haber vermeliydi ama bir umutla beklemeye devam ediyordu. Ölümün çaresi varmış gibi bekliyor ya da hala marsotunun etkisindeyimdir diye düşünüp uyanmayı bekliyordu. Gözlerini mi açmalıydı yoksa sonsuza dek gözlerini o da mı kapamalıydı bilmiyordu. Yaptığı sadece ağlamak ve durmaktı. Oysa eskiden olsa bunu yapan kişiyle dalga geçer ve vaktini ne kadar da verimsiz kullandığıyla yakınırdı. Ama artık kendisi de hissediyordu. Bir insan kadar iyi hissediyordu duyguları, acıyı, aşkı, sevgiyi, merhameti, pişmanlığı... Her şeyi ama her şeyi aynı anda hissediyordu. Tanrı cehennemin bütün ateşini kalbinde yakmıştı ve hiçbir gözyaşı bu ateşi söndürmeye yetmezdi. İçindeki fırtına daha da artıyor, ortalığı tozu dumana katan rüzgar içindeki alevi daha da harlıyor ve büyütüyordu.

İçinde bir nefret oluşmaya başladı aniden. İmparatorlara karşı! Bu intikamın ateşiydi. Canı acımıştı ve bu sadece intikamını almakla geçerdi diye düşündü. Sonra durdu, bu intikam kendisine Wicca'yı geri getirmeyecekti. Keşke kahinden panzehri alsaydım diye düşündü! Çok yıkıktı. Hareket bile edemiyor sadece kıza uzun uzun bakıp ağlıyor, aklındaki deli düşüncelere hakim olmaya çalışıyordu. Ama içindeki ateş bir yılan gibi boynuna dolanmış ve boğazını içten içe yakıyordu.

Bir an hızlıca ayağa kalktı. Ne yapıyorum ben diye düşündü. "Bu benim görevimdi. Wicca kendisi yapmasaydı zaten ben yapacaktım." Kız sadece işini kolaylaştırmıştı işte. Eğer bunu kendisi yapsaydı daha fazla acı çekecekti. Ne olacaktı sanki. Burada onunla kalıp, liseli ergenler gibi aşk mı yaşayacaktı? Evlilik hayalleri kurup, nikah günü mü alacaklardı. İmparatorlar illaki bulurdu onları ve ikisinin de işini bitirirlerdi. Şimdi bu durumu imparatorlara bildirecek ve görevi tamamladığı için asıl ödülünü alacaktı. Bu hissettikleri gerçek duygular değil sadece birer yanılmaydı, Tanrının lanetiydi. Ama alacağı ödül gerçek duyguları barındırıyordu. Derin bir nefes aldı ve gözyaşlarını sildi. İletişim için gerekli olan marsotunu çantasından çıkarmaya yeltendi ve bir an kalbinde bir elektrik oluştu. Elini kalbine koyup tekledi...

Sonra arkasında bir hareketlenme oluştuğunu hissetti. Yavaşça arkasını döndü ve kızın yataktan doğrulduğunu gördü. Kızın kalbinin yeniden atışını, Marsinsan'ın kalbi önceden haber vermişti ona. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı Marsinsan'ın. Şok içindeydi:

-Ama nasıl olur? Sen ölmüştün. Ben kendi ellerimle yokladım nabzını. Bu ellerle! Sen ölmüştün buna eminim.

Kız kaşlarını çatarak Marsinsan'a baktı. Sonra etrafına. Etrafına bakarken başı döndü, eliyle kafasını tuttu:

-Olamaz, yine mi ölemedim. Bu sefer işe yarar diye düşünmüştüm.

Marsinsan gözlerini hiç kırpmadan kıza bakıyordu. Daha önce de ölmeyi denemiş. Bu kız gerçekten yaşamak istemiyor:

-Sen manyaksın! Gerçekten kendini öldürmeyi mi denedin?

Diyerek başını sağa sola salladı Marsinsan ve sinirle yerinden kalkıp Amerikan tarzı mutfağa hızlı adımlarla ilerleyip kahve hazırlamak için iki bardak aldı ve söylenmeye başladı:

-Sen gerçekten psikopatsın. Manyak bu kız. Nereden çattım bu deliye. Hayır anlamıyorum sen ölmüştün. Geri nasıl dirildin bilmiyorum ama sanırım seni ben öldüreceğim beni bu kadar telaşlandırdığın için.

Derken bir an duraksadı. Cümlesinin doğruluğu altında sadece yutkunabildi. Şu an onu geri kazandığı için sevinmeli ve ona sarılmalıydı.

-Sen niye telaşlandın ki?

Diyerek kafasını sağa yatırdı kız. Uzunca Marsinsan'ı süzdü ve onu göz hapsine aldı.

-Ben. Sonuçta sen de bir insansın yani. Kim olsa telaşlanırdı.

Marsinsan bir an açıklama yapamadığını fark etti. Kız onu umursamıyordu bile. Kendi kendine aşık olmuştu kıza. "Onun umurunda bile değilim. Beni öylesine öpmüş."

-Ben insan değilim.

Marsinsan bardaklara kahveyi koymayı yarım bırakıp kıza döndü:

-Nasıl yani, o zaman nesin?

-Bilmiyorum, ama ben insan değilim, bundan yüzde yüz eminim.

Uzaklara daldı kız ve gözleri doldu. İnsan olmadığına üzülmüyordu, ne olduğunu bilmediğine üzülüyordu. Ne için yaşadığını, hayat amacının ne olduğunu ve diğerlerinden neden farklı olduğunu bilmiyordu. İnsanın cevaplamakta en çok zorlandığı şeyi ömrü boyunca soruyordu beyni kendine: "Ben kimim?"

-Ciddi olamazsın! Yani herkes insandır.

Diyerek güldü ve kahveleri doldurmaya devam etti Marsinsan.

-Sence insan olsam çoktan ölmüş olmam gerekmez miydi?

-İyiki insan değilsin o zaman küçük.

-Beni sen mi kurtardın? Çünkü bu sefer ölmek için her şey tamamdı. İçinde kanı olmayan bir canlı nasıl yaşayabilir ki?

Marsinsan kahveleri aldı ve kızın ayakucuna oturup ona uzattı:

-Belki sende görünmez bir kan daha vardır ve o sinsice seni hayatta tutuyordur.

Kız kocaman gözlerle Marsinsan'a baktı:

-Olabilir mi?

Marsinsan güldü ve gülerken gözleri doldu. Bu kız gerçekten de çift kan taşıyordu. Hem kırmızı hem de beyaz kan. Bu yüzden ölmüyordu. Dünyada kırmızı kanı akıyorken beyaz kanı onu koruyor ve her soğuk mevsim geldiğinde kızı daha da güçlendiriyordu. Ama o bunu bilmiyordu işte. Bu kıza hiç mi kimse bir şeyler söylememiş, onu korumaya çalışmamıştı:

-Gerçekten seninle ne yapacağım ben?

-Benimle bir şey yapmana gerek yok. Kahvemi içtikten sonra gideceğim.

Kızın kahve içerkenki huzur dolan yüz ifadesine baktı Marsinsan:

-Kahveyi seviyorsun.

Kız huzurla kapadığı gözlerini araladı ve Marsinsan'a daha dikkatli bakmaya başladı:

-Sen ağladın mı?

Marsinsan telaşla yüzünü kızdan başka tarafa çevirdi:

-Hayır, neden ağlayayım ki?

-Belki seni trende öptüğüm için bana aşık olmuşsundur.

Marsinsan kızın bu kadar açık konuşması karşısında donakaldı. Bir an kaşlarını çattı ve kıza alaycı bir bakış attı. Sonra yüzünün kızardığını hissetti:

-Bir öpücükle aşık olacağımı sanmıyorsun değil mi küçük?

-Neden olmayasın ki? Gerçekten içten ve duygularla yapılan her eylem zamana bakmaksızın gerçekleşebilir, bu mümkün.

-Benim duygularım yok küçük!

-Adımı unuttun galiba, Wicca! Ayrıca her insanın duyguları vardır.

-Ben insan değilim, küçük!

Dedi Marsinsan kızı taklit ederek.

-Yani benim gibi, öyle mi koca adam!

-Bakıyorum da birbirimize çok benziyoruz. İkimiz de insan değiliz, ikimiz de birbirimize adımızla hitap etmiyoruz ve, tabi ya, bu gün ikimizin...

-İkimizin de doğum günü.

Dedi kız başını öne eğerek. İçinde ufak bir acı hissetti. Çünkü doğum gününü kutlayacak kimsesi yoktu. Bu zamana kadar babasından başka kimse onun doğum gününü kutlamamıştı ve ilk defa bu doğum gününde babası da yoktu.

-İnsan neden doğum gününü ölüm günüyle birleştirmek ister ki?

Diye sormaktan kendini alamadı Marsinsan.

-İkisini aynı güne getirip masraftan kısmak istedim belki de.

-Senin hiç kimsen yok mu küçük? Baksana kuzenin bile seni aramaya çıkmadı. Yani bu saate kadar haber alınmadığı için çoktan bir yaygara kopması gerekmez miydi?

-Kuzenimi nereden tanıyorsun sen?

-Sorularıma sürekli soruyla karşılık vermekten sıkılmadın mı?

Omuz silkti kız ve kahvesinden bir yudum daha aldı. Derin bir nefes alıp gözlerini tekrar kapadı:

-Bu kahve çok farklı kokuyor. Bana çok tanıdık toprakların kokusunu hissettiriyor sanki. Sanki... uzayda savrulan göktaşlarından kalma bir is cenneti yaratmış ve toprak bu yanmış aleve biraz şevk, biraz zevk, biraz da alev katmış. İçimden bir parça kadar yakın bana. Cennetin geyikleri üzerinde top oynamış, oksijenden yoksun hava tüm arzusunu bu tohumlara bırakmış... Bu benim hayatımda içtiğim ve kokladığım en iyi şey. En yakın şey... Sanki bu benim.

Kız yavaşça gözlerini açıp Marsinsan'a baktı:

-Nereden aldın bunu?

Marsinsan çok şaşkındı. Bu kız onu her defasında daha da şaşırtıyordu. O gerçekten bir Marsan kanı taşıyordu, hatta iki Marsan kanı, kırmızı ve beyaz. Çünkü bu kahve tohumları Marsa'nın cennetinde yetişmişti ve kız bunu hissetmişti. Kendi topraklarına hiç ayak basmadan nereye ait olduğunu tanıyordu. Ait olduğu yerin nasıl yaratıldığını bile görüyordu. İnsan hiç bilmediği bir şeyi nasıl tanımlayabilir ki! Her ne kadar bir Marsan da olsa aynı zaman da yarı insandı o da. Korktu Marsinsan. Bu kız kimsenin gitmeye ve görmeye cesaret edemediği cennete sadece bir koku vasıtasıyla ulaşmış ve görmüştü. Çok güçlüydü. Kim bilir daha neler yapabilirdi. Onun bu gücü bir başkasında olsa...

-Nereden aldın bunu dedim, cevap vermeyecek misin?

-Ah, kusura bakma. Bunları kendi yetiştirdiğim kahve tohumlarından yaptım.

-Nerede yetiştirdin?

-Bunu söyleyemem. Bu çok gizli bir bilgi.

Diyerek kızın burnuna dokundu alaycı şekilde Marsinsan. Şakaya vurmak zorundaydı çünkü başka çaresi yoktu. Bu gerçekten de gizli kalması gereken bir bilgiydi.

-Bunu söylemesen de ben bulurum, bunu biliyorum.

Kafasını kıza yaklaştırdı Marsinsan ve alaycı bir tavırla sordu:

-Nasıl bulacaksın?

-Ben hemen hemen her şeyi görebilirim çünkü.

-Nasıl yani?

Kahin Marsinsan'a böyle bir bilgi vermemişti. Marsinsan korktu.

-Yani eğer istersem gözlerini gözlerime kitler ve aklını okuyabilirim. Geleceği görebilir ve hatta çok zorladığımda dudaklarından geçmişi okuyabilirim.

Marsinsan'ın beyninde şimşekler çakmaya başladı:

-O zaman sen o gün trende...

-Evet, o gün aslında zihnine girmek için seni öptüm.

Kız yaptığından utanarak başını öne eğdi. Marsinsan kafasını kızdan geriye doğru çekti.

-Bunu nasıl yaparsın. Oysa sanmıştım ki...

-Ne, ne sanmıştın?

-Boşversene.

-Söyle ne sanmıştın?

-Beni gerçekten arzuladığını sanmıştım!

-Seni gerçekten arzuluyorum.

Bu kız gerçekten aklından geçeni hemen söylüyordu. Marsinsan bir süre sadece baktı kıza.

-Bakma öyle. Seninle aramda değişik bir şeyler var sanki. Sanki seni tanıyor gibiyim. Aynı bu kahve kokusu kadar tanıdık geldi dudakların bana.

-Bahanen bu mu yani. Dur! Sen ne demiştin? Dudaklarından geçmişi mi okuyorum demiştin?

-Evet.

-O zaman sen her şeyi biliyorsun.

-Evet, seni annemin yolladığını biliyorum.

-Bir dakika, yani bildiğin tek şey bu mu?

-Evet. Zaten o yüzden senin bahçende ölmek istedim ya! Belki bu durumu anneme yetiştirirdin ve o da belki... gelirdi.

Marsinsan'ın kafası iyice karışmıştı. Eliyle alnına vurdu:

-Senin annen kim ki?

-Ben onu hiç tanımadım. Ama sen tanıyorsun. O gün zihninde onu gördüm, annemi. Muhtemelen bana göz kulak olman için seni yolladı. Bu da beni çok sinirlendirdi ve bu yüzden senin bahçende kendimi öldürmek istedim. Yanıma kimi koyarlarsa koysunlar beni asla zapt edemeyeceklerini bilmelerini istedim. Gözlerinin önünde kendimi öldürebilirdim ve kimsenin ruhu bile duymazdı. Bir bakıcıya ihtiyacım yok!

-Annen, Büyük Kahin!

-Annem bir kahin mi?

-Hiçbir şey bilmiyorsun küçük!

-Sen biliyorsun ama.

Diyerek Marsinsan'a yaklaştı kız.

-Hayır, sakın gözlerimi gözlerine kilitleyip beni yine kullanmaya kalkma. Bu sefer seni ben öldürürüm ve gerçekten doğum gününde ölmüş olursun.

Kız kafasını önüne eğdi ve gözleri doldu.

-Şey, öyle demek istememiştim küçük, özür dilerim.

Omuz silkti kız.

-Boşversene, zaten ben de dahil kimse yaşamamı istemiyor. O yüzden böyle sözler beni asla incitmez.

Marsinsan yaptığından utandı ve bunu telafi etmek istedi:

-Ben yüzünü güldürecek şeyin ne olduğunu biliyorum ama.

Kız beklentiyle gözlerini büyüttü ve yüzüne baktı Marsinsan'ın.

-Aç mısın?

-Açım, hem de çok.

İşte kızın yüzündeki yine o masum ifade. Marsinsan bu soruyu trende sorduğunda da aynı ifade oluşmuştu. Bu kız yemek yemeyi gerçekten çok seviyordu.

-Sonra her şeyi daha detaylı konuşacağız küçük!

diyerek ciddileşti Marsinsan tek kaşını kaldırarak.

-Pizza mı söylesek.

Ruhların arasındaki bağ beni her daim etkilemiştir. Bu Tanrıların bugını bulmak gibi bir şey. O ruhu hangi bedene koyarsanız koyun yine kendine ait meskenini bulur ve oraya döner. İnanın bu kendiliğinden olur. Beden bilmez, hatırlamaz ama ruh unutmaz. Bedene sıkışmış her ruh kendi meskenini bir gün bulacak ve artık tamamen orada kalmak için bedenini terk edecektir nankörce. Bir teşekkür bile etmeden kaçacaktır bu etten zindandan.

Bir şeyler bir gün size çok tanıdık gelecek. Ben bunu bir yerden biliyorum diyeceksiniz. İşte o his geldiğinde kokunun geldiği yeri takip edin ve ucunu asla bırakmayın. O sizin kurtuluşunuz olacaktır. Çünkü hiçbirimiz bu dünyaya ait değiliz. Hepimizin ayrı toprakları var aslında. Sürekli bir şeyler aramamızın sebebi de budur ya zaten. Yurdumuzu ararız aslında, ait olduğumuz yeri. Kimimiz kendi toprağını başka bedenlerde arar, kimimiz başka başka malikanelerde, kimimiz bir çöp konteynırında arar yurdunu... Ve kimimiz de takılıp kalırız bu dünyada ve kaybederiz ruhumuzu...

Continue Reading

You'll Also Like

ANKA By Ç.T.

Science Fiction

814K 49.8K 41
Bir yaz günü su ve toprak elementlerini kullanabildiğini öğrenen Anka yeni okul yılında kendi gibi beyni gelişmiş insanların olduğu Akademeia'da okum...
225K 13.2K 59
Tamamlandı;) Her şey Eski sevgilisi diye yazdığı adam Yüzbaşı çıkınca başladı 🤭
YASAK DENEY By 👑

Science Fiction

175K 16.4K 34
Tarih boyunca sadece birkaç kez cesaret edilen ve eşine az rastlanan, insanlık dışı bir yöntemle yapılan dil yoksunluğu deneylerine bundan yirmi iki...
AURORA By a d a l i a

Science Fiction

1.8M 144K 44
(Aurora Serisi'nin 1. kitabıdır. Seri iki kitaptan oluşmaktadır.) Özel güçlere sahip 12 insanı başka bir gezegene sürgün etmek ve onları bunun bir...