Son Öpücük

By janekkum

10.1K 544 147

"Filmlerde böyle bir sahne olduğunda, genelde erkek kızı öper," dedim yanaklarım kıpkırmızı. "Öpmeli mi... More

GİRİŞ
1. Bölüm | Felek Sana Limon Uzattıysa, Sen Üstüne Tekila ve Tuz İste
2. Bölüm | G Şahsını Pişman Etme Davası
3. Bölüm | Gülüşün diyorum, içmeden nasıl sarhoş edebiliyor insanı?
4. Bölüm | Beş Günde Devr-i Antalya
5. Bölüm | Ona Karşı Koyabileceğini Mi Sanıyorsun?
6. Bölüm | Günün En Güzel Saatleri Bunlar Yanımda Kal
7. Bölüm | Var Olmayan Bir Kadının Hayaliyle Savaşmaya Gücün Var Mı?
8. Bölüm | Ellerime En Çok Senin Ellerin Yakışıyor
10. Bölüm | Özledim Dedi Adam Hemde Delicesine
11. Bölüm | Hiç Gitme Desem Hep Benimle Kalır Mısın?
12. Bölüm | Seni Kıskandırıyorum Beni Affet
13. Bölüm | Ayrılığın Ön Gösterimi
14. Bölüm | Anneyle Tanışmak Mı Giyotin Mi Deseler Zerre Değeri Olmaz Hayatımın
15. Bölüm | Yazar Öyle Savsaklamış Ki Ruhum Yara Aldı Resmen
16. Bölüm | Gökten Murat Dalkılıç Yağsa Bana Cemil İpekçi Düşer
17. Bölüm | Daha Ne Kadar Beklemek Zorundayım Seni?
18. Bölüm | Aşk, Geçmiş ve Gerçek Kavga Edince Taş Üstünde Taş Mı Kalır?
19. Bölüm | Bir Baba Kızıyla Sevgilisini Yakalayınca Kan Çıkar Mı?
DUYURU
20. Bölüm | Benimsen Benimsindir, Kusura Bakma Kimseyle Paylaşamam!
Gecikme Özrü ve Final Duyurusu
FİNAL: Bende Sana Aşığım...

9. Bölüm | Ben Bu Şehirde Sadece Seni Sevdim

316 26 5
By janekkum

      Teknenin sallantısı geçene kadar Deniz sıkıca tuttu beni. Birkaç saniye bana birkaç ömür gibi gelmişti. Ben bu adamı ne zaman bu kadar çok sevmiştim? Sallantı geçtikten sonra üst kattaki yerimize geçip sohbet etmeye başladık. Az evvelki sarılma, ya da koruma, hala etkilerini gösteriyordu. Yat turunun ardından birer dondurma alıp şemsiyeli sokağa geçtik. Bir sürü fotoğraf çektirdim Deniz’e. Burcu hepsine bayılacaktı. Sokak restoranlardan oluşuyordu tamamen ve her tarafta yemek kokusu vardı. Karnımın guruldadığını hissedebiliyordum. Restoranların birine oturup yemeklerimizi yedik. Deniz hesabı hallettikten sonra aheste aheste kayalıklara ilerledik.

      “Sevdin bence sen bu şehri,” dedi sesinde bariz bir neşeyle.

      “Bilemem…” diye gülümsedim.

      Kısa sürede ulaştığımız kayalıklara Deniz’in yardımıyla oturdum. Ilık rüzgar kafamdaki tüm düşünceleri uzaklaştırıyor, yanımdaki adamın kokusunu ciğerlerime dolduruyordu. Deniz fotoğraf çekerken bende çaktırmadan onu izliyordum. Birkaç fotoğraf daha çekip makinayı çantasına attı. Yerine iki meyve suyu çıkarıp pipetini taktığını bana verdi.

      “Senin hazırladıkların gibi olmaz ama bu da lezzetlidir,” dedi. Sessizlik içinde meyve sularımızı içtik. Ardından Deniz boş kartonları çantasına koyup bana çevirdi gövdesini.

      “Bugüne kadar fazla olmasa da en sevdiğim yerlere götürdüm seni Antalya’da. Eğlendin mi?” dedi.

      Sen yanımdayken eğlenmemem ne mümkün…

      “Yani, kötü değildi,” diye gülümsedim.

      “Bir anda sevemezsin bir şehri, biliyorum. Ama muhakkak sevdiğin bir şey olmuştur, yanılıyor muyum?”

      Öyle bir şey vardı ki, ben hiçbir şeyi böylesine sevmemiştim…

      “İddiayı kaybettim. Ne istersin?”

      “Henüz ne istediğime karar veremedim, aklıma geldiğinde sana söyleyeceğim ama merak ettim, neyi sevdin?”

      Seni, sadece seni sevdim…

      “Düden Şelalesi…”

      İçimdeki ses kendini duyurmak için çabalasa da dudaklarım ona itaat etmiyordu. Bu koca şehir cehennemdi benim için ama bu adamın varlığı merhem sürüyordu tüm yanıklarıma. O yanımda olduğu sürece, olduğum yer çöl olsa, çöplük olsa severdim. Evet, sevecek hiçbir şey göremeyen gözlerime kirpikleriyle mil çekmişti ve görebildiğim tek şey onun gülümsemesi olmuştu.

      “Orayı sevdiğini tahmin etmiştim!” diye güldü. Yüzündeki zafer o kadar aşikardı ki onun gülüşüne tebessüm etmekten alamadım kendimi…

      “O zaman biraz daha oturalım, sonra ben seni markete bırakayım. Birkaç işim var, onları halledip alırım seni,” dedi.

      Başımı salladım. Sürpriz… Ne sürprizi olabilirdi ki bana? Aklıma takılmıştı bu fena şekilde. Ne kadar düşünürsem düşüneyim Deniz’in ne yapacağını bir türlü tahmin edemiyordum. Pek kafa yormamaya karar verdim, sürpriz dediyse sürprizdi, tahmin etmek hem o anın büyüsünü bozar hem de Deniz’in hevesini kırardı. Biraz daha oturduktan sonra Deniz beni markete bıraktı, kendisi de arabadan bile inmeden gitti. Boş sepetle birkaç tur attıktan sonra pizza yapmaya karar verdim. Evet! Bugün Deniz Kamer EVLİYAOĞLU’na beş hafta boyunca bana katlandığı için tam teşekküllü bir yemek hazırlayacaktım. İlk iş kolumdaki sepeti arabayla değiştirdim. Hemen ardından pizzanın malzemelerini doldurdum içine. Pizzanın yanına en iyi bira giderdi, ikişer tane de bira aldıktan sonra meyve reyonuna gittim. Tatlı diye aşırıya kaçmamak lazımdı. Mevsim meyvelerinden de biraz aldıktan sonra benim favorim olan, Ayşegül’ün kökünü kuruttuğu kahvenin son paketini arabaya attım. Nane likörü kahvenin yanında en sevdiğim içecekti. Kalıp kalmadığından emin olmak için Ayşegül’ü aradım ve ardından bir şişe de likör aldım. Babam bu kadar alkol tükettiğimi görse saçlarımdan sürüklerdi beni kesinlikle. Şöyle bir düşününce babam benim bu halimi görse beni evlatlıktan reddederdi. Arada bir Ayşegül’ün sigarasından otlanıyor, arkadaşlarımın yanında çakır keyif olmaya bayılıyor ve evimde bir erkeğe yemek yapıyordum. Beş hafta boyunca finallere çalışmayıp onunla şehri turlamam da cabası! Kendim gibi evladım olsa evden burnunu bile çıkartmazdım… Ama babam asla ve katiyen başını yere eğdirecek bir şey yapmayacağımı bilirdi. Alışverişi tamamlayıp kasaya dudak uçuklatacak bir miktar bıraktıktan sonra elimde poşetlerle Deniz’i beklemeye başladım. On dakika sonra nihayet gelebilmişti. Poşetleri elimden alıp arka koltuklara bıraktıktan sonra bin bir özrüne yanıt vererek eve ulaştık. Önden çıkıp kapıyı tuttum ve Deniz elindekileri mutfağa bıraktı.

      “Yemek için alışveriş yap dedim sen resmen kiler doldurmuşsun Umay,” diye güldü.

      “Sen şimdi çeri geçip otur, ben halledeceğim her şeyi. Televizyonun kumandası sehpanın üzerinde, DVD’nin kumandası cihazın yanında, ünitede filmler var, istersen izle,” dedim malzemeleri dolaba yerleştirirken.

      “Kapat kapını, aç müziğini, ben başımın çaresine bakarım,” diye gülümsedi.

      “Pekala, iki saate kalmaz yemek hazır olur.”

      Deniz kapıyı çekip çıkınca bende telefondan bir şarkı açıp tekrar moduna aldım. Eski, yabancı şarkılar her zaman favorim olmuştu ve Deniz müzik zevkimin uyuştuğu nadir insanlardandı. Elvis Costello içli sesiyle şarkısını söylerken bende hamuru yoğurup mayalanmaya bıraktım. O sırada malzemeleri doğramayı hallettim. Bir saat içinde pizza fırına girmiş, patatesler ve kroketler kızarmaya başlamıştı. Kapı açılınca Deniz’in sesi kulaklarıma doldu.

      “She who always seems so happy in a crowd whose eyes can be so private and so proud no one’s allowed to see them when they cry… ( O, kalabalıkta her zaman mutlu gözüken öylesine onurlu ve özel gözlerinin ağladığını kimsenin görmesine izin vermedi)”

      Bir sürü yeteneğin bir insanda toplanması her zaman beni sinir ederdi. Allah boy vermiş, yakışıklı bir yüz vermiş, şairlik vermiş, espri yeteneği vermiş yetinememiş bir de ses vermiş. Kim bilir benim görmediğim daha neleri neleri vardı. Kıskanmak mı? Ben mi? Asla! Sadece birazcık uyuz oluyordum ama o da çok ama çok çok az.

      “Bitti mi işin?” dedi kızarttığım patateslerden ağzına atıp. İkinciye uzanan eline hafiften vurdum.

      “Beş dakikaya tavadakileri alacağım, pizza da on beş dakika daha dursa yeterli olur,” dedim. Eli tabağa uzanınca bir kez daha vurdum.

      “Yeme şunlardan, az sonra birlikte yiyeceğiz!”

      Birden gözüme yeni evli bir çift gibi gözüktük. Ben yemek yaparken Deniz mutfağa geliyor, bana sarılıp çaktırmadan yemekten araklamaya çalışırken yakalanıyor, sonra ben ona şakadan kızıyorum, sonra beni öpüyor…

      “Yüzümde bir şey mi var?” sesiyle kendime geldim.

      “Ha! Yok, yok bir şey!” diye geveledim.

      “Neden sırıtıyorsun o zaman?” dedi Deniz şaşkınca. Rezil olmuştum! Yine, yeni ve yeniden!

      “Suç mu?” diye terslendim kızartmaları tabağa alıp. Ardından bir tepsiye çatalları ve dolaptaki içecekleri koyup salona geçtim. Sehpanın üzerine yerleştirdikten sonra mutfağa, Deniz’in yanına gittim.

      “Film izlemek ister misin yemek yerken yoksa televizyonda ne varsa onu mu izleyelim?” dedim pizzayı kontrol edip.

      “Fotoğraf makinasını bağlayalım mı? Beş haftayı gözden geçiririz.”

      “İyi fikir. Geç hadi içeri, az sonra hazır yemeğin.”

      “Önce benimle gel,” dediği gibi bileğimi kavradı. Ne olduğunu anlamadan odamdaydık.

      “Sürprize hazır mısın?” dedi hevesle.

      “Hazırım!” dedim. Masamın karşısına dikilip yanına çağırdı beni. Yanına gittiğimde şaşkınlıktan gözlerim büyüdü. Gittiğimiz yerlerde benden habersiz çektiği fotoğrafları büyük boy kağıtlara bastırıp çerçeveletmişti ve duvara asmıştı. Öyle doğal, öyle güzel duruyordu ki hayranlıkla izliyordum. Böyle bir sürpriz gerçekten aklıma gelmezdi.

      “Bu şehirden ne zaman nefret edersen bu fotoğraflarına bak, nasıl güldüğünü görünce nefretin geçecektir. Ayrıca arkadaşım olduğun için, bana katlandığın için ve omuz silkmeden istediğim tüm yemekleri yaptığın için teşekkür ederim Umay. Seninle gülecek, ağladığında mendil uzatacak, kafanın takıldığı konularda sana fikir sunacak ve delirdiğinde seninle sinirin geçinceye kadar kavga edip ardından hiçbir şey olmamış gibi davranacak birine ihtiyaç duyarsan ben hep yanında olacağım,” dedi. Gözlerim dolu dolu olmuştu. Bu adam sevilmez de ne yapılırdı?

      “Ayrıca G şahsını pişman etme davası tarafların arkadaşlığı sonucunda düşürülmüştür,” dedi masanın üzerindeki kağıdı işaret edip.

      Utançtan yanaklarım kızardı, başımı yere eğdim. O kağıdı oradan çıkarmayı unutmuştum ve Deniz onu alıp yerine fotoğrafları asmıştı. Gerçekten rezil olmuştum bu sefer. Onu görüp de bana böyle sözleri nasıl edebilmişti? Ben olsam değil o lafları etmek, fotoğrafları bile ona göstermeden yok ederdim.

      “Şey… Ben özür dilerim… Pizza! Pizzaya bakmam lazım!” deyip mutfağa koştum. Arkadan gelen kahkaha sesi içimi rahatlatmıştı. Bu adam kadar yüce gönüllü olmak için kaç fırın ekmek yemem gerekirdi ki?

      Yemeğimizi yerken beş haftadır çektiğimiz yüzlerce resme baktık. Bazıları gerçekten çok güzelken bazıları en olmadık zamanlarda yakalanmış çok komik yüz ifadeleriydi. Deniz’in yakaladığı manzara fotoğrafları tam duvar kağıdı formundaydı.

      “Ellerine sağlık, çok güzeldi yemek,” dedi Deniz bulaşıkları mutfağa götürdükten sonra.

      “Teşekkür ederim, az sonra birde kahve yaparım ben sana bol köpüklü. Bu arada bende teşekkür ederim. Gerçekten çok güzel bir hediye olmuş ama hiç gerek yoktu.”

      “İddiayı kazanacağım en başından belliydi. Biraz hilekar hissettirdi bu beni. Herhangi bir şey yapmadan senden bir şeyler istemek bana yakışmazdı.”

      “O kadar gezdirdin beni, yeterliydi bu.”

      “Bana nedense pek yeterli gelmedi. Dedim ya başta senin sayende bende kafamı dağıtmış oldum diye. Gel hadi içeri,” deyip gitti. Biraz daha sohbet ettikten sonra kahveleri hazırlayıp G planını ayrıntılarıyla anlattım. Kızmasını beklerken o bunu çok eğlenceli bulmuştu. Hatta o kadar çok gülmüştü ki gözlerinden yaş eksik olmamıştı. Biraz daha sohbet ettikten sonra Deniz’i yolcu ettim. Ona bu kadar yakın durmak kalbimi nasıl etkileyecekti hiç ama hiç bilmiyordum. Acaba hediye olarak benden ne isteyecekti? Ne isterse istesin değerdi buna, bu devirde hiç kimse onun yaptığı şeyleri yapmazdı bir başkasına.

      Geziler bittikten sonra yoğun bir final haftasıyla burun buruna kalmıştım fakat hepsini başarıyla geçmiştim. Tamam, pek de büyük bir başarı değildi ama en azından alttan ders bırakmamıştım. Sınavlar arasında bile Deniz’le görüşmeye, onun şiirlerine vakit bulabilmiş ve kalbimdeki aşkı daha da katlamıştım. Ona yakın durmak o anlık beni mutlu etse de uzun vadede acıdan başka bir şey değildi. Babam beni eve götürürken bir karar aldım. Tatil sırasında Deniz’le iletişimimi olabildiğince az tutacaktım. Birkaç ay içinde onu unutmalı ve normal arkadaş olarak devam etmeliydim. En doğrusu buydu!

      Aylardır uğramadığım evimin önündeydim nihayet. Babam bagajdan valizimi çıkarırken bir süre durup seyrettim. Delicesine özlemek denilen şey bu olsa gerekti. Kapıdan girer girmez Burcu’nun boynuma atlamasıyla en az özlediğim kadar özlendiğimi anladım.

      “Ablam! Ablam! Ablam!” diyerek sıktıkça sıkıyordu beni. Bende ona kocaman sarıldım.

      “Gel, sana odamı göstereceğim. Tüm derslerimi geçince babam yeniden düzenlememe izin verdi,” dedi kolumdan sürüklerken.

      “Bekle Burcu, anneme sarılmadım daha,” dedim bileğimi kurtarıp. Hemen annemin yanına gidip sıkıca sarıldım. Pek uzun sürmeden Burcu beni odasına götürmeyi başarmıştı.

      “Nasıl olmuş?” diye sordu hevesle. Gerçekten bu kızda büyük bir zevk vardı. Birbirine aykırı şeyleri özenle bir araya getirebiliyordu ve hiçbiri göze çarpmıyordu.

      “Bayıldım!” dedim.

      “Abla, bütün derslerimi geçtim. Ama içlerinde bir tane iki var,” dedi suratını asıp.

      “O zaman iki dilek hakkın mı oluyor?” dedim.

      “Abla ama çoktan üç tane belirlemiştim!”

      “İki dileğin biri büyük olsun o zaman, ne dersin?”

      “Düşünmem lazım bunu biraz. Ben bir şeyler duydum Ayşegül Ablamdan.”

      “Hadi yaa! Ne duydun?”

      “Tüm Antalya’nın altını üstüne getirmişsin!”

      “Ne ara söyledi onu sana?”

      “Önceki gelişinde anlattı. Çok da eğlenmişsin.”

      “Çok güzel yerler vardı, sana göstermek için fotoğraflarını çektim her yerin. Valizin küçük yerinde makine, koş getir de bakalım hepsine.”

      Burcu hemen makinayı getirdi ve bilgisayara takıp resimlere baktık.

      “Abla! Teklifini kabul ediyorum ama ne olursa olsun dileğimi yerine getireceğine söz ver!”

      “Sana lamba cinin olacağım demiştim, kabul etmekten başka şansım yok. Dile benden ne dilersen!” diye güldüm.

      “Beni Antalya’ya götür ve bu yerlerin hepsini gezdir.”

      “Çok zor, arabamız yok.”

      “Al dedi babam sana ehliyetini abla! Benim birikmiş param var, otobüsle gezeriz ya da şu resimdeki abiden rica ederiz.”

      “Hayır! O olmaz! Yekta Abin oradaysa ona söyleyelim.”

      “Tamam, gidiyoruz değil mi?”

      “Biraz burada duralım öyle gideriz. Hem o sırada benim de burslarım yatar daha çok paramız olur.”

      “Tamam ne zaman gelecek bursların?”

      “İki gün sonra gelecekler ama biz sonraki aya gidelim. Özledim annemleri.”

      “Tamam o zaman. Babamdan izin alırsın sen.”

      “İkinci dileğin ne?”

      “Onu sonra söylerim. Belki Antalya’da istediğim bir şey olur.”

      “Seni bücür!” diye burnunu sıktım.

      Gittiğim ilk hafta Deniz bir sürü mesaj atıp birçok kez aramıştı ama kısa cevaplar verince aramayı kesmişti. Kalan zamanlarda gittikçe azaldı araması ya da mesaj atması. Babam gönülsüz de olsa Burcu’yu götürmeme izin vermişti. Burcu’yla birkaç gün alışveriş yaptıktan sonra nihayet gitme günümüz gelmiş çatmıştı. Evdekilerle vedalaşıp yola koyulduk. İki saat içinde Antalya’ya iniş yapmıştı uçağımız. Valizlerimizi aldıktan sonra servise binip merkeze ulaşmıştık. Otobüse atlayıp eve gittik. Burcu büyük bir dikkatle evi inceliyordu.

      “Neresi senin odan?” diye sordu. Kapıyı işaret ettim. Hızla odaya girdi. Valizleri alıp bende arkasından gittim. Deniz’in hediyesine bakıyordu.

      “Abla gerçekten evrim geçirmişsin sen liseden sonra,” dedi. Kafasına hafifçe vurdum.

      “Vurma bak aptal olacağım!” dedi vurduğum yeri ovup. “Şu fotoğraf,” dedi bir tane fotoğrafı işaret edip “Çok güzelmiş. Baktığım anda özgürlük geldi aklıma.”

      Alanya sahilinde çekilmiş bir fotoğraftı. Pantolonumun paçalarını dizlerime kadar kıvırmış, ayakkabılarımı elime almıştım. Kumların üzerindeki deniz kabuklarına bakarken rüzgarın uçurduğu saçlarımı diğer elimle hafifçe tutuyordum. Yan tarafımda deniz hafif dalgası ve masmavi rengiyle poz veriyordu. Bu fotoğraflara daha önce hiç Burcu’nun bakış açısıyla bakmamıştım ve evet haklıydı bu özgürlüktü. Diğer fotoğrafları da inceleyince her birinde farklı bir tema çarptı gözüme.

      “Aferin kız! Büyüyünce zeki olacağını biliyordum!” dedim kolumu omzuna atıp.

      “Sen kafama vurmasan atomu bir daha parçalardım ben! Hepsi senin yüzünden!” diye surat astı.

      “Gel hadi markete gidelim. Dolapta bir şey yok aç kalmayalım.”

      “Abla dışardan söyleyiversek?”

      “Mutfak dururken neden dışarıdan söyleyeceğiz? Değiştir üstünü gidelim hadi,” dedim. İkimizde üzerimizi değiştirdikten sonra en yakın markete gittik. Dolaba fare düşse kafası yarılırdı. Ev boş olacağından dolabı da boşaltmış, bozulup çürüyecek hiçbir şey bırakmamıştık. O yüzden ikimizin de ellerinde aşırı ağır torbalar vardı. Burcu otobüsten indiğimiz anda çok şey aldığım için söylenmeye başlamıştı bile. Elindekilerin yarısını alıp yola devam ettim. Evimin olduğu sokağa girince bir araba çekti dikkatimi. Deniz’in arabasına çok benziyordu. Sanırım komşulardan birinin arabasıydı ama bizim evin önüne park etmesi tuhaftı. Biraz daha yaklaşınca sarı saçları gördüm. Sanırım gözüm yanılıyordu. Bu kadar mı özlemiştim de bu adamı hayalini görüyordum. Evin önüne geldiğimiz zaman gördüğümün hayal değil de kanlı canlı Deniz olduğunu fark ettim. Neden buradaydı?

Continue Reading

You'll Also Like

120K 5.6K 45
"Ve siyahtan daha karanlık renkle tanıştım o an. Yenilmişlik rengi." Bir bebek doğar, ağlar. Karnı acıkır, ağlar. Altına yapar, ağlar. Annesini özle...
1.7M 54.8K 39
Üzerime doğru yürümeye devam etti. Gelip tam karşımda durdu. Gözünü kırpmadan yüzümü inceliyordu. Gözlerini gözlerime dikti. Soru dolu bakışlarla y...
119K 6.8K 61
"Birazdan evleniyorum ve hayatım eskisi gibi olmayacak." Valentina gelinliği giydirilirken sadece bunu düşünüyordu. Derin bir nefes aldı. "Biraz kız...
151K 760 6
mesleğini eline alamayınca kendini barlarda escort ilan etmiş bir kızın aşk hikayesi...