Nyx • Pietro Maximoff

By nyksblack

68.3K 5.1K 3.4K

𝐵𝑖𝑟 𝑀𝑎𝑟𝑣𝑒𝑙 𝐻𝑖𝑘𝑎𝑦𝑒𝑠𝑖... Korkuyordum ondan, çünkü yavaş yavaş beni kendine aşık ettiğini biliy... More

𝓟𝓻𝓸𝓵𝓸𝓰𝓾𝓮
𝓟𝓻𝓸𝓵𝓸𝓰𝓾𝓮
Giriş
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12 - Sokovia savaşı (part-1)
playlist
13 Sokovia savaşı (part-2)
14
ÖZEL BÖLÜM
15 ÖZEL BÖLÜM
16 - Kırmızı zırh / Kırmızı kan
17
18
19
20
21
22
24
25
26
27 ve 28. BÖLÜMLER
29
30
31
32
33
34
35

23

894 87 88
By nyksblack

Selam! Tekrar ve tekrar hoşgeldiniz.

Fazla uzatmadan, iyi okumalar.


Cedric evin önündeki boş alana arabayı park etmişti. Arabadan kastım 2007 model Doblo'ydu, İzmir'e gelince işleri kolaylaştırsın diye ikinci el Doblo almıştım. En azından beyaz değildi, kendimi bununla avutuyordum.

Arabadan indikten sonra bizim birkaç metre ötemize park edilen beyaz dobloyu gördüm.

"Lanet olsun." Diye mırıldandım kendi kendime.

"Ne oldu?" Cora yanıma doğru geldi.

"Eniştemler burada." Dedim bıkkınlıkla.

Nerden anladığımı sorduklarında bizim arabanın önünde duran arabayı gösterdim. "Eniştenin miydi o ya?" Dedi Cedric kafasını kaşıyarak. "Girecek miyiz o zaman?"

Kısa bir an gözlerimi kısarak düşündüm. Ben Carissa Stark'tım, birkaç sıradan insandan tırsacak değildim. Ki bu sıradan insanlar Hydra ajanı bile değildi, Onlar benden tırssındı.

"Gidiyoruz." Dedim net bir sesle, beyaz demir kapıya bakarken. "Ama içeri."

Yaklaşık dört metre eni, üç metre de boyu vardı. Sıradan bir arabanın rahatça girebileceği büyüklükte ve iki kanatlıydı. Sağ tarafı ise insanların girmesi için olan minik kapıydı. Kilidi yokladığımda kilitli olduğunu gördüm, içeriden açılması gerekiyordu. Ama kapıyı bana ilk açan kişinin teyzem olabilmesi ihtimalini zihnim kabul etmedi.

Elimi beyaz demire dayayıp mor bir ışını diğer tarafa gönderdim ve kilidi açtım. Biraz ittikten sonra içeriye de bir göz attım. Kocaman olan avlunun içinde biri büyük, biri küçük olan iki ev karşılıklı duruyordu. Sağ tarafımda kalan büyük evin ilerisinde geniş bir bahçe vardı. Yüzümü ihtiyatlı bir gülümseme kapladı, o bahçeden yediğim çileklerin tadını bir daha hiçbir şeyden almamıştım.

Tek duvarı bahçeye komşu olan bir kümes vardı hemen solunda, onun yanında ise eskiden koyunların durduğu bir ahır. Ahırın önünde dedemin arabasının bulunduğu bir garaj bulunuyordu, onun kapısı da bahçe kapısı gibi demirdendi ancak insanların girmesi için yapılan kapı tahtadandı.

Ve hemen sol tarafımda küçük ev vardı, kışın buraya gelirdik, diğer ev kapanırdı. Yazın teyzemler geldiği için büyük ev de kullanılmaya başlanırdı.

Demir kapının sesine terasa çıkan adamı gördüm, üzerinde kahverengi kumaş bir pantolon ve beyaz gömlek vardı. Demek hala evin içinde bile olsan takım elbiseyle geziyorsun, ha yaşlı adam?

Gözleri ilk önce balkonun baktığı yolu tarayarak beni buldu. "Kime bakmıştınız?" Dedi üzerimi süzerken. Ona alttan bir bakış attım. "Kendi torununuzu tanımamak büyük kabalık, Mehmet Bey."

Artık daha da kırışmış olan gözleri beni tekrar süzdü şokla. "Alya'm?" Ayağına kapının önünde duran ayakkabılarını tek seferde giyip 5 basamaklı merdivenden aşağı indi. "Kızım?" Dedi yanımda biterken.

"Dedem?" Dedim dolan gözlerimi saklama çabasına girmeden. Daha fazlasına ihtiyacı yoktu, kollarını aceleyle bana doladı, yüzünü boynuma gömdü.

Onun da gözleri ıslanmıştı, sesi titredi. "Hâlâ Mehir'im gibi kokuyorsun." Bu son damlaydı, ayakta kalmamı sağlayan son gücümü de çekip aldı bu cümle benden.

"Benden onu aldılar." Diyebildim son sesimle. "Özür dilerim, engel olamadım."

"Şşt, şşt, biliyorum kızım biliyorum." Dedi saçlarımı okşarken. "Sen ne yapabilirdin ki? Daha çocuktun, güçsüzdün."

"Güçsüz değilim artık." Dedim titrese bile net bir sesle. "Başka birini almayı daha denediler, izin vermedim." Ağlamam şiddetlendi. "Bir kişinin daha ölmesine müsaade etmedim, kurtardım onu."

"Geçti artık, geçti."

Ağlamam dinene kadar orada, avlunun ortasında benimle birlikte bekledi. Cora ve Cedric yanımıza gelip gelmeme konusunda kararsız kalmış ama sonunda bizi kapıdan izlemeye karar vermişlerdi.

Birkaç dakika sonra içeriye doğru adımladık. Cedric koluma girip bana destek olmaya çalışsa da dedem onu gizli bir imayla tersledi ve kolumdan ayrılmadı. Tepkisi alttan sırıtmama neden olmuştu, yıllar bazı şeyleri asla değiştirmiyordu, dedemin ailesi üzerindeki kıskançlığını da.

Terastan geçip önce mutfağa sonra da salona ilerledik. "Anneannem yok mu?" Diyebildim en sonunda. "Yıldız'ın canı mangal çekmiş, et almaya gittiler."

Onaylar anlamda başımı salladım, gözlerim fotoğrafların asılı olduğu duvarlarda gezindi. Tam karşımdaki duvarda Yıldız vardı, benden bir yaş küçük olan kuzenim. Duvardaki onlarca resim ondan ve kardeşi Derya'dan oluşuyordu. Tabii teyzemin de azımsanmayacak kadar resmi vardı, bunlar sadece salondakilerdi, eminim yatak odasında daha bir dünya vardı.

"Ne zaman gelirler?" Diye sordum.

"Bilmem, en fazla 10 dakika." Diye mırıldandı. Bunca zaman ne yaptığımı sormak istiyordu, neden hiç haber bırakmadığımı, arayıp sormadığımı... ama soramıyordu. Haklı sebeplerim vardı ama o an bu sebeplerden hiçbirini söyleyemedim.

İkimiz de konuyu açmadık zaten.

İki yakın arkadaşım oturdukları yerden duvardaki fotoğrafları inceliyorlardı. Birkaç dakika sonra kapı çaldığında dedem bana döndü. "Alya, sen burada yokken çok fazla şey değişti." Dedi ciddi ama sakin bir ses tonuyla. "Her şeyi bıraktığın gibi bulamayabilirsin."

Kalkıp kapıyı açtığında ilk önce küçük kuzenim Derya girdi içeri, şimdilerde 15 yaşında falan olmalıydı. Elindeki çikolata poşetini sallaya sallaya gülerek salonun ortasında durduğunda durasadı ve üçümüzü birden gözleriyle süzdü.

"Dede bunlar kim?" Diye sordu. Arkasından giren teyzem ve büyük kuzenim Yıldız da bizi gördü. Teyzemin kaşları çatıldı ve elindeki poşetleri yere bıraktı. "Baba?" Diye sordu dedeme dönüp.

"Gözüm bir yerden tanıyor ama çıkaramadım." Dedi Yıldız. "Akrabamız mı?" Hâlâ aynı şekilde patavatsızdı. Dedem yanılıyordu, her şey bıraktığım gibiydi, hâlâ iyi ki bırakmışım dedirtiyordu.

"Evet," dedi dedem. "Akrabamız."

Derya bir anda konuştu. "Birine çok benziyor, internette fotoğrafı fazla yok ama Tony Stark'ın kızını andırıyor biraz."

Kendi kendime sırıttım, teyzem çoktan kim olduğumu anlamıştı. Ama o olmamı istemiyordu, nefret ettiği kız kardeşinin çocuğunu bu evde tekrar istemiyordu, bu şehirde, bu ülkede olmamı kendine yediremiyordu.

Küçükken bana yaptıkları gözümün önüne geldi. Canını yakmak istedim, insanları korumak için edindiğim bu gücü kullanarak onu incitmek istedim. Kalbine iğneler batırmak, zihnine balta saplamak istedim. Kanı akmasın ama ölüm döşeğine gelsin istedim. Yapacaktım da, eğer içimdeki kime ait olduğunu bilmediğim ses beni durdurmasaydı, onu oracıkta ölüm için yalvarttırırdım.

Ama kendimi tuttum, ben o değildim. Kendimden daha güçsüz biri için bu gücü kullanmazdım, onun aksine. Henüz 7 yaşındaki bir kıza yaptığı işkenceler onu gözümde daha da düşürüyordu.

Evet, ben Suzan Kaplan'dan gerçekten nefret ediyordum. Hatta bu nefret Arthur veya Conan'a duyduğum nefretten kat kat daha fazlaydı. Onlar bir amaç için ellerindeki yetişkin bir esire işkence yapmışlardı. Ama teyzem henüz hiçbir şeyden haberi olmayan, daha 10 yaşına bile girmemiş bir kızın çocukluk travmasıydı.

Annem kendini ailesine ilk gösterdiği andan itibaren nefret etmişti ondan. Yıllardır ailenin gözbebeği olarak, eli sıcak sudan soğuk suya değmeden yetişmişti. Yine de dört yaşından itibaren bir suikastçi olarak yetiştirilen, sadist ve sosyopat insanların elimde büyüyen ablasını kıskanmakta hiçbir sakınca görmüyordu.

Aşık olduğu adamla evlenmesini para avcılığı, çocuğunu ise boşanma durumunda kullanmak için doğurduğu iddiasını yıllardır sürdürüyordu.

Sadece birkaç yıl süren mutluluğuna bile göz koymuştu annemin. Çağın gözde dahisi ve milyarderiyle evlenmesi en büyük suçu olmuştu, çünkü teyzem, kendisinden daha iyi kimseye tahammül edemezdi.
Tıpkı kızları gibi.

Anneannem ile aynanda giren eniştem, minicik odanın içindeki kalabalığı gördüğünde bize baktılar. Anneannemin elindeki poşetler yere düştü. "Mehir?!" Diye sordu bana bakıp.

"Dııt, yanlış cevap." Dedim gülerek.

Şaşkınlıktan nefesi içine kaçtı. "Alya?"

Başımı onaylar anlamda salladım, buraya gelmenin kötü bir fikir olduğunu nihayet anlamıştım. Hiç gelmemeliydim. Eniştem bana, kurdukları ve inşa ettikleri her şeyi yıkacakmışım gibi bakıyordu.

Durumum o kadar ironikti ki, bana acı çektiren insanların arasından kaçarak, bana acı çektiren başka bir insan topluluğuna gelmiştim. Bazı şeyler kafama dank etti, bu insanlardan bazıları beni gerçekten istiyordu, ama ben özellikle onlardan kaçıyordum.

O gün herkes ikiyüzlü bir şekilde benimle kucaklaştı, bana sarılan her bir kolla kusmak istedim. Bu samimiyetsiz konuşmaları yapmayalı o kadar uzun zaman oluyordu ki. Belki de bir otele gitmek en iyisiydi, Cora ve Cedric'i bu insanlarla aynı ortamda bulundurmak gerçekten hiç içime sinmiyordu. Ama yine de sonuç olarak geceyi burada geçirdik.

Büyük evdeki iki kanepeye yastık yorgan serdik. Ben, sol taraftaki kanepeye geçtim ve Cora ve Cedric de sağ tarafa. Kapıyı kapatmıştım ama koridorun diğer tarafındaki kapıda iki kuzenimin kalıyor olması uyumamı engelliyordu.

Babamın olmadığı zamanlar yani burada kaldığım süre boyunca Yıldız'ın benimle dalga geçtiğini hatırladım, anılarım sürekli yerine geliyordu ve bu içimde büyük bir çığlık atma isteği uyandırıyordu.

Hayatımı mahvedenler neden hep, aynı kanı, aynı soyu paylaştığım kişilerdi. Bana sadece zarar vermişlerdi, eğer o kadar hasarı almasaydım bu kadar güçlü olur muydum bilmiyordum. Ancak ne olursa olsun asla bu insanları affetmeyecektim.

Daha küçücükken bile fark ederdim, zorunlu olarak kaldığım bu evde beni gerçekten isteyen tek kişi dedemdi. Teyzemin dolduruşlarına gelen anneannem de çok değil, birkaç ay sonra bana zulmetmeye başlamıştı.

Gözlerimden birkaç damla yaş aktı, boğazım düğümlendi, eskiden olduğu gibi yorganı burnuma kadar çekip nefeslerimi tutmaya başladım. Çok değil 2 metre ötemde iki arkadaşım uyuyordu, sessiz olmam lazımdı.

Saniyeler dakikalara, dakikalar saatlere dönüştü. Uyku vücudumdan içeri girmemeye yemin etmişti sanki. Sessizce kalkıp gıcırdayan kapıyı minimum sesle açtım ve koridora çıktım. Tam karşımda mutfak kapısı, sağımda ise balkona çıkan koridor vardı. Sol tarafımda ise üç küçük oda, banyo ve tuvalet bulunuyordu.

Balkona doğru ilerledim ve demir kapıyı açarak turuncu koltuğa oturdum, eve balkondan giriliyordu, bir tarz veranda gibiydi aslında. Demir kapıyı tekrar kapatsam da anahtarı üzerindeydi.

Tam bayırın üzerinde yapılmış olan evden dışarı baktığımda karanlık olmasına rağmen yansıyan ışıkları seçebildiğim denize baktım. O kadar huzur dolu bir yerdi ki, eğer en kötü çocukluk anılarım burada geçmeseydi her hafta soluğu burada alabilirdim.

Uyuyamıyordum, kendi kendime güldüm, birkaç hafta önce Steve'e bu konu hakkında nasihat vermiştim. İnsan gerçekten yaşadıktan sonra anlıyordu, uykusuzluk zordu; özellikle de seni uyutmayan, uyumana izin vermeyen şeyler olduğunda daha zordu.

Ne yapmam gerek onu da bilmiyordum. Balkona açılan demir kapının sesiyle sağ tarafıma döndüm, gözlerimi manzaradan ayırıp. Teyzemin memnuniyetsiz yüzünü gördüğümde bir iç çekip tekrar önüme döndüm.

İkimiz de hiç bir şey söylemeden gelip sol tarafıma oturdu, birkaç saniyelik sessizliği bozan da o olmuştu. "Neden?" Dedi düz spontane bir ses ile.

"Ne, neden?" Sesim meraktan uzaktı.

"Neden bir anda hayatımızın ortasına dalıyorsun, bunca zaman sonra neden şimdi?"

"Seninle bunları konuşmak için değil," kibirli bir bakış attım. "Bilakis, bunları konuşacağım son insan bile değilsin."

"9 yıl sonra aniden hayatımızın ortasına düşerek kurduğumuz her şeyi yıkmaya izin veremem."

"Hiç bir şeyi yıktığım yok, ama eğer benim bunu yapmamdan korkuyorsan, hanedanlığını yeterince güçlü kuramamışsındır." Sesim netti ve o bu lafımın üzerine hiçbir şey söylemedi.

"Anneannem ve dedem," dedim. "Hala söylediğin her şeye koşulsuz şartsız inanıyorlar mı?"

Sessizliğini korudu. "Demek öyle." dedim. "Hala yaptığın her şeyin arkasındalar, iyi yada kötü olsa bile."

"Bu seni neden bu kadar rahatsız ediyor."

"Çünkü haksızlığa gelemiyorum." Dedim tereddütsüz ve düz bir sesle. "Sen kırkını geçeli çok oluyor ama hala cahilsin, hala küçük bir çocuk gibi kaprislerin var, babam haklıydı, sen hiçbir zaman olgunlaşamıyorsun."

"Ben değilsem kim olgun? Yıllarca babasının biricik kızı olarak pamuklara sarılı bir şekilde büyüyen sen mi? Güldürme beni Alya, Carissa yada her neyse işte." Dedi sonlara doğru bıkkın bir sesle.

"Hala bir ergen gibisin." Dedim iğrenerek. "Hala insanların hayatlarını bilmeden yorum yapıyorsun, hala empati duygusundan yoksunsun."

"Sen çok mu farklısın sanki?" Dedi alayla beni süzerek. "Farklısın gerçi, boyun uzamış, son gördüğümde fazla çelimsizdin, kısaydın da; Tony Stark sana iyi bakıyor olmalı."

"Biliyorum değiştim," dedim kendimden emin bir şekilde. "Ama görebildiğinden daha fazla. Artık elinde sigara söndürüp sustarabileceğin bir çocuk değilim, ve inan bana bunun sebebi babam değil, kendimim. Artık genç değilsin, güzel de değilsin." Alayla güldüm. "Bir zamanlar kalbinde iyilik var mıydı bilmiyorum, ama şuan yok. Zekaya gelince, hiçbir zaman olmadığına eminim." İnsanları aşağılamaktan hoşlanan birisi değildim, ama o bunu hak etmişti.

"Ben ise çağın en zeki ve zengin adamının kızıyım, daha 20 bile olmadım ama henüz liseye giderken bile en prestijli üniversiteler peşimden koşuyordu." Yüzümü tekrar karanlık denize döndüm. "Bir savaş başlatmak istiyorsun, kazanacağını düşünerek. Ama ben son elli yılın en kanlı savaşından bile canlı çıkmış yegane insanım. Magazin takip ediyorsun, ettiğini biliyorum, özellikle de ölü ablanın kocasına yıllarca asılan bir kadın olarak, yaptığına eminim." Gözleri şokla açılsa da onu susturdum.

"Başıma gelenlerin bir kısmını biliyorsun, medyaya yansıtıldığı kadarını, yine de anneannem ve dedeme kaçırıldığımdan ya da ölüm döşeğine geldiğimden hiç bahsetmedin. Hatta şımarık olduğumdan bahsedip onları benden soğutmuş bile olabilirsin. Ama unuttuğun bir şey var, ben artık çocuk değilim ve kendi bilincim, iradem var. Ola ki bir savaş başlatırsan, ben kazanırım; ama şunu bil ki, senden atak gelmediği sürece sürtüşme yaratmayacağım, ben senin aksine yuva yıkmam."

Kapıyı tekrar açtım ve sağ ayağımı içeri attım. "Merak etme," dedim umursamaz bir sesle. "Kocana, babama aşık olduğunu söylemeyeceğim." Arkamdan bir şey söylemesine fırsat vermeden hızlı adımlarla salona girip kapıyı sessiz olmaya çalışarak kapattım. Gıcırdadığı için bu pek mümkün olmamıştı, ama yine de kimse uyanmamıştı.

Yüzümdeki gülümsemeyle birlikte kanepeye tekrar yattım, bu sefer uyuyacaktım, biliyordum. Geçmişimden canavarlardan bir tanesini daha yok etmiştim, ama daha çok vardı, hepsinden teker teker kurtulana kadar da rahat edemeyecektim. Ama yine de, yıllardır içimde biriken tüm nefreti kusmuştum, canavarları geri püskürtmüştüm. Bu, bu gecelik güzel bir uyku çekmem için yeterliydi.

Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Carissa'nın aile yönünden pek bir şansı yok, üzgünüm kızım sana çok fazla travma yüklemişim...

Sanırım onu mutlu etmek için yapabileceğim tek şey hayatına onu koşulsuz seven birini sokmak:)

Bu kişiyi hepimiz biliyoruz ama iki bölüm sonra aktif olarak görebileceğiz.

Sorular;

Kuzenleri ve teyzesi hakkında düşünceleriniz?

Dedesi ve anneannesi hakkındaki düşünceleriniz?

Cora ve Cedric'i seviyor musunuz?

Sizce Tony ne zaman hikayeye geri dönecek? Carissa onu nasıl affedecek?

Bölümü atıp duşa giriyorum, döndüğümde yorumları okurum:)

Başka bir bölümde görüşmek üzere.

Yazarınız, Nyks.


Continue Reading

You'll Also Like

98.4K 4K 32
Yabani evrenindeki çiftimiz Asi ve Alaz'ın hayatları farklı bir şekilde kesişeydi, mesela Asi, Soysalan Üniversitesi'ne bomba gibi düşseydi, nasıl ol...
127K 22.1K 17
oğlum sadece en sevdiği oyuncakları kırıyor. ben onun yok ettiği kumdan kalelerin kralıyım omegaverse, etl texting
29.8K 1.2K 43
Bu kitap Yabani dizisinin 28. bölümünden sonra ASLAZ cephesinde yaşanan olayları konu aldığım bir kitaptır. Görmek istediğimiz fakat tüm beklentileri...
2.5M 215K 33
okumayın for vanilla baby