İkinci Yaşam 1-2

By amendoeira_

1.1M 115K 55.5K

| WATTYS 2021 KAZANANI | Melis Aksoy, her yerde görebileceğiniz türde sıradanlığa sahip bir genç kızdı. Onu d... More

İkinci Yaşam -1-
İkinci Yaşam -2-
İkinci Yaşam -3-
İkinci Yaşam -4-
İkinci Yaşam -5-
İkinci Yaşam -6-
İkinci Yaşam -7-
İkinci Yaşam -8-
İkinci Yaşam -9-
İkinci Yaşam -10-
İkinci Yaşam -11-
İkinci Yaşam -12-
İkinci Yaşam -13-
İkinci Yaşam -14-
İkinci Yaşam -15-
İkinci Yaşam -16-
İkinci Yaşam -17-
İkinci Yaşam -18-
İkinci Yaşam -19-
İkinci Yaşam -20-
İkinci Yaşam -21-
İkinci Yaşam -22-
İkinci Yaşam -23-
İkinci Yaşam -24-
İkinci Yaşam -25-
İkinci Yaşam -26-
İkinci Yaşam -27-
İkinci Yaşam -28-
İkinci Yaşam -29-
İkinci Yaşam -30-
İkinci Yaşam -31-
İkinci Yaşam -32-
İkinci Yaşam -33-
İkinci Yaşam -34-
İkinci Yaşam -35-
İkinci Yaşam -36-
İkinci Yaşam -37-
İkinci Yaşam -38-
İkinci Yaşam -39-
İkinci Yaşam -40-
İkinci Yaşam -41-
İkinci Yaşam -42-
İkinci Yaşam -43-
İkinci Yaşam -44-
İkinci Yaşam -45-
İkinci Yaşam -46-
İkinci Yaşam -47-
İkinci Yaşam -48-
İkinci Yaşam -49-
İkinci Yaşam -50-
Julian'ın Kararı - Ara Bölüm
İkinci Yaşam -51-
İkinci Yaşam -52-
İkinci Yaşam -53-
Final
Özel Bölüm
İkinci Kitap, Merak Ettikleriniz
Karakterler
İkinci Şans - Kim Bu Cassandra?
İkinci Şans -2-
İkinci Şans -3-
İkinci Şans -4-
Ölmedim Yaşıyorum
Özet
İkinci Şans -5-
İkinci Şans -6-
İkinci Şans -7-

İkinci Şans -1 -

10.9K 1K 395
By amendoeira_



Yeni yılın ilk bölümüyle karşınızdayım! Hepinize mutlu yıllar

Bir yıldır bölüm atmıyorum sjsj (özr dlrm yapmak zorundaydım...)

Her neyse, iyi okumalarr

***


Boşluk...

Ucu bucağı görünmeyen; tıpkı ölümün okşayıcı bir tınıyla yeni misafirlerini ağırlaması gibi sakin, soğuğu iliklerinde hissettiren ağır bir hava hakimdi etrafa. Varlık ile yokluk arasında gidip geliyordu burada insan. Kendi benliğini unutuyor, yaşamın gerçekliğini sorguluyor ve kalbinin en ücra köşelerinde bir zehir gibi dolaşan korkuları sarmalamaya başlıyordu ruhunu.

Bu boşlukta asılı kalmak delilikten de ötesiydi benim için. Her gün daha da kim olduğumu unutmaya başlamak elimde değildi. Vazgeçmek istiyordum, daha fazlasına yetecek gücüm olmadığını düşünmeye başlamıştım. Ancak ne zaman pes etmeye dair minik bir adım atsam, aklımdan söküp atamadığım pişmanlıklarım en ağır eziyetleriyle işkence ediyordu bedenime.

"Bugün son," diye mırıldandım kendi kendime. Kimsenin beni duyamayacağını bilsem de benliğimi kaybetmemek için elimden gelenin en iyisi buydu. Aslında içten içe biliyordum bunun sonunun gelmeyeceğini. Umutsuz bir şekilde zihnimin derinliklerine inmeye çalışıyor, bu amacımın yakınından bile geçemeyerek şiddetli sarsıntılarla gerçekliğe dönüyordum.

Üzerimde gerçekliğinden şüphe ettiğim beyaz elbisenin eteklerini titreyen parmaklarımla kavradım. Üç ay geçmişti Elizabeth ile iletişim kurmaya çalışırken. Üç aydır istisnasız her gün bir hiç uğruna kendimi hırpalıyordum. Bir sonuç alamayacağımı bilsem de yapmak zorundaydım bunu, vicdan azabımı bir nebze de olsa azaltmamın tek yolu buydu.

"Son bir kez, yalvarıyorum sana Elizabeth."

Tenimi okşaması gereken hafif bir esinti elbisemin uçlarını havalandırırken hiçbir şey hissedemedim. Buranın olayı buydu, bir hiçmişsin gibi hissedene kadar aklınla oynuyordu. İnsanı insan yapan hisler sökülerek alınıyor, en dibe batana kadar hissizlikle baş başa bırakıyordu.

Yalvarmam hiçbir işe yaramamışçasına bomboş olan beyaz mekanda yankılandı. Her zaman olan buydu. Kendimi aciz hissettiren, sokağa atılmış bir eşyadan farkım olmadığını gösteren bu boşluk karşılıyordu beni.

"Elizabeth, iyi misin?"

Delirmeye başlayacağım anda beni bu boşluktan çekip kurtaran nazik ve kalın erkek sesi, bulunduğumuz zamana geri getirdi. Tıpkı açlık sınırında olan birinin yemeğe kavuşması gibi duyularım beni kucakladığında, içimde büyük bir coşkuyla gözlerimi açmaya çalıştım.

Başta bir acı dalgası saplandı başıma. Yüzyıllar sonrasında gün ışığı yüzüme vurmuştu sanki. Açmaya çalıştığım göz kapaklarım, suratıma vuran sert ışıkla sertçe geri kapandı. Kendimi biraz daha zorlayarak başımı aşağı eğdim, kısarak baktığım gözlerimi yanımda duran Nicholas'a çevirdim. Açık kahveyi andıran gözlerindeki endişe parıltılarını çok net görebiliyordum.

"Başarısız oldum. Her zamanki gibi."

"Biliyorsun, kimse senden böyle bir şey istemiyor," dedi beni ikna etmeye çalışırcasına. Bunu biliyordum. Hiçkimse Elizabeth ile iletişim kurmamı beklemiyordu benden, çünkü haberleri yoktu ve asla olmayacaktı. Tek bilgisi olan Nicholas'tı ve ona da gerçeği söylememiştim, bir tür büyü üzerinde çalıştığımı ve faydası olacağı hakkında birkaç şey sallamıştım. O da hemen inanmıştı.

"Neyse artık. Bugünlük benden bu kadar," diyerek Nicholas'ın omzuna tutundum, onun da yardımıyla telepatiden yorgun düşmüş bedenimi zorla da olsa ayağa kaldırdım. Böyle durumlarda çok çabuk güçten düştüğüm için Elizabeth'in bedenine acayip sinir oluyordum ama elden bir şey gelmiyordu.

Bulunduğumuz gizli kütüphanenin tekli koltuklarında yan yana oturuyorduk. Julian'a ricam sayesinde rahatça kullanabilmeye başlamıştım burayı. Günün çoğunluğunu bu küçük kütüphanede geçiriyor, az da olsa krallığa yardımcı olmak için çırpınıp duruyordum. Şu ana kadar pek faydam olmamıştı aslında, ama hâlâ deniyordum.

Zamanımın çoğunu geçirdiğimden dolayı rutubet kokan burayı bir güzel düzenlemeden de geçmemiştim. Eskiden tozdan geçilmeyen odanın solundaki yan yana dizilmiş kitaplıklar temizlenmiş, kırık veya hasarlı olan yerleri onarılmıştı. Odanın içinde dağınık bulunan kitapların hepsinin tozları alınarak düzgün bir sıra hâlinde duruyordu raflarda. En önemlisi de, odayı tamamlayan bu küçük ama rahat tek kişilik koltuklar odanın köşesine kitaplıklara dönük bir şekilde yerleştirilmişti. Bir enkazdan mükemmel bir oda yaratmıştım ve övünmek gibi olmasın ama hepsi benim sayemdeydi.

Sessizlik içerisinde odada göz gezdirirken Nicholas'ın sesi kulaklarımda çınlayarak bana hatırlamak istemediğim gerçeği acı bir şekilde yüzüme vurdu.

"Toplantıya gitsek iyi olacak."

Nicholas'ın huzursuzlaşan esmer suratını seyrederken sıkıntıyla ofladım.

"Sadece psikolojimizi bozmak adına sevgili kralımız tarafından oluşturulan iskenceden farksız toplantıdan bahsediyorsun galiba. Şu işe bak, bugün de gidemeyecek kadar halsiz hissediyorum kendimi."

"Hadi ama," dedi huzursuz yüzüne neşeli bir ifade kondurmaya çalışarak. Yaşanan tüm bu olaylardan sonra Nicholas gibi biri bile daha ciddi bir karaktere bürünmüştü, işte beni en çok da üzen buydu.

"Pekala, pekala!" dedim ellerimi havaya kaldırarak. "Gitmek zorunda olduğumu biliyorum. Sadece...bunca olay arasında onu çekecek modda değilim. Bana hâlâ tahtta olması yanlış geliyor. Onun yerine daha çok hak eden biri varken."

Nicholas'ın eğlendiğini belirten kahkahası, toplantı salonuna ilerlediğimiz koridorda yankılanmıştı. 

"İtiraf et," dedi pişkin pişkin. "Onu özlüyorsun."

"Ah, kapa çeneni."

Korumam olduğunu gram umursamadan benimle şakalaşması gülümsetmişti. Bu üç aylık sürede Nicholas ile daha iyi anlaşır olmuştum. Zack'in yokluğunu hâlâ hissediyordum ama Nicholas da iyi biriydi. Mutsuz olduğum her an, neşelenmemi sağlıyordu.

Krallığın durumunu gözden geçirmek adına belirli aralıklarla toplantı yapılıyordu. Gerekmedikçe, yani Julian beni zorla getirtmedikçe orada bulunmuyordum. Bulunmak da istemiyordum zaten. Fakat bu sefer biraz daha farklı bir konu üzerine değinilecekti. Büyücü loncasıyla olan ilişkimiz değerlendirileceğinden katılmam kaçınılmaz olmuştu. Malum, bana hiçbir büyünün işlememesi Julian için hâlâ büyük bir gizemdi.

Bir de Cindy vardı tabii. Kendisi sarayda büyücüleri temsil edecek tek kişiydi, onun da geleceğini tahmin ediyordum. Yani, zorla getirtileceğini. Hiçbir büyücü aşağılanacağı bir toplantıya bile isteye katılmazdı. Ama bu Julian'ın umrunda olmadığından, Cindy için de kaçış yoktu. Tıpkı benim gibi.

Toplantının olduğu odanın tavana kadar uzanan altın kaplamalı kapısına o kadar hızlı varmıştık ki, aniden geldiğim yolu geri dönme isteği uyanmıştı içimde. Ancak bunu yapmama imkan yoktu. Zira darbe sonrası güvenliğin artırılması üzerine koridorda bulunan sayamadığım kadar korumanın bakışları altında böyle bir hareket yapmam, Elizabeth adına leke düşürürdü. Zaten riskli bir konumdaydım. Bu yüzden ne kadar istemiyor da olsam içeri girmek zorundaydım.

Kendi kafamda yaşadığım tartışma sürmeye devam ederken korumalardan biri kapıyı çoktan benim için açmıştı. Karşımda beliren, odanın büyük bir kısmını kaplayan geniş toplantı masasının başında kafasında parlayan altın işlemelerle kaplı tacıyla Julian oturuyordu.

Bir cümle kurma gereksinimi kurmadan içeri geçtim. Arkamdan kapanan kapı sesiyle birlikte kaldırdığım başım, ciddi bir ifadeyle Julian'a çevrilmişti.

Ne zaman onu masanın başında görsem, savaşı durdurmak için apar topar bu odaya daldığım zaman aklıma geliyordu. O gün, dağlara gönderilen askerlerin hayatını kurtarmış, ve yine o gün, Kral Alphonse'a Alexander ile olan nişanımı atmak istediğimi söylemiştim.

Şimdiyse onun yerinde oturan Julian, yaşantımızın ne denli değiştiğinin en büyük kanıtıydı. Eskiden oturduğu yerde, yani hemen sol tarafında Cindy oturuyor, yüzünde sert bir ifadeyle karşıdaki duvarı seyrediyordu. 

Odada olması gereken diğer devlet adamlarının hepsinin burada olduğunu görmem geç kalmış olduğumu kavramama yetti. Fakat nedensizce bunun sıkıntısını çekmiyordum. Boşuna toplandığımızın farkındaydım çünkü.

Ben her zamanki yerime, Julian'ın sağ tarafına oturduğumda Cindy ile karşılaşan gözlerimiz birkaç saniye birbirinde takılı kaldı. Onunla aram hâlâ bozuktu. O, benim kendisini zindana tıkmama sinirliydi. Ben ise arkamdan iş çevirmesini ne kadar zaman geçse de hazmedememiştim. 

Kömür karası gözlerini benden çekti, buzdan farksız bakışları bu sefer Julian'ı buldu.

"Antonia gelmeyecek herhalde?"

"Muhtemelen," dedi Julian. Umursamaz sesi kendinden o kadar emin çıkıyordu ki, otoritesini odada bulunan herkes hissedebiliyordu.

Günün değerlendirmesi yapıldı önce. Bir işe yaramadığını düşündüğüm soylulardan bazıları gereksiz yorumlarını abarta abarta anlatıyor, krallığa hiçbir faydası dokunmayacağını bilmelerine rağmen sırf Julian'ın gözüne girmek için ütopik konuşmalar yapıyorlardı.

Söylenenlerin hepsi saçmalıktı.

Burada bulunmam saçmalıktı.

Ruhum başka bir yerdeyken bedenim bu odaya hapsedilmişti sanki.

Yanlış kişilerin yanındaydım. Ethan giderken beni de götürsün diye yalvarmalıydım belki de. Böylece daha çok işe yarar şeyler yapabilir, bu krallığa tıkılı kalmazdım.

Sorun bu ülke ya da bu insanlar değil Melis. Sadece sen, baktığın herkeste onun bakışlarını arıyorsun. 

"Tüm bu fikirler elbette ilgi çekici ancak ben asıl meselemize gelmek istiyorum majesteleri. Büyücüler bu savaşımızda nerede bulunucaklar, aklınızdan neler geçiyor?"

Dakikalardır bitmek bilmeyen insanların önerileri, akıllardaki asıl sorunun bir cesaretle dillendirilmesiyle kesilmiş; yüzlerdeki sahte nezaket maskeleri çatlayarak herkesin yapmacıklığını gözler önüne sermişti.

Konuşan kişi kendinden emindi. Tabii ki de emin olacaktı, odada adı bilinen en ünlü soylardan birinden geliyordu. Etrafa yaydığı güçlü aura koridordan bile hissedilebilirdi.

Julian'a yönelttiği soru dudaklarından dökülür dökülmez sanki ona baktığımı hissetmiş gibi, boşluktan farksız gri gözlerini kenetlemişti bana. Samimi bir tavırla yüzüne yerleştirdiği gülümsemeyle yaşının getirdiği kırışıklıklar belirginleşti, içimi okumak istercesine yüzümü incelemeye başladı.

Karşımdaki adam Antonia'nın babası, Elizabeth'in babasının en büyük rakibi, Gerard Rivera'dan başkası değildi. Anlayamadığım bir şekilde, katıldığım her toplantıda ilgisinin bir kısmı asla üzerimden ayrılmıyordu. Zehirli oyunlarının bir köşesine beni de yerleştirmek istiyordu belki de.

"Saraya verilen hasarlardan sonra toparlanmak için çok zaman harcadık. Bir yerden destek almamız bizim açımızdan iyi olacaktır. Onların büyücüler olup olmadığı ise bize bağlı olacak."

Üzerine bir elbise gibi giydiği otoritesi ile Julian, Gerard'ın sorusunu en sakin hâliyle cevapladı. Her toplantıda takındığı donuk ama anlayışlı yüz ifadesi yine suratında asılı duruyordu. Buna rağmen insanlarla arasına koyduğu o dağ gibi mesafe, olduğu yerde duruyordu.

"Majesteleri, çok üzgünüm ama büyücüler ile anlaşma yapma gibi bir lüksümüz olduğunu sanmıyorum. Hatta hepsini toplayıp hapse koymamız daha güvenli olabilir. Başta problemin sebebi onlardı, güvenmemiz imkansız." 

İçeridekilerden birisi, tartışmanın başlayacağını hissetmiş ve ateşi fişekleyen olmak için can atıyormuş gibi hararetle savurmuştu sözlerini. Kurduğu cümleler arasında Cindy'e attığı kısa, küçümser bakışı da kaçırmamıştım.

Yüzünü gölgeleyen siyah saçlarını ardına gizlenircesine başını önüne eğen Cindy, sadece derin bir nefes verdi dışarıya. Öfkelendiğini biliyordum, konuşan kişinin kemiklerini kırmak istediğini de anlayabiliyordum. Hareket etmemesinin tek sebebi, büyücülerin daha kötü bir imaja sahip olmasını engellemekti.

Kendime hakim olamadım, onu savunma dürtüsüyle dolmuştu içim. Aşağılıkmışçasına Cindy'e bakan soyluya dönen keskin gözlerim, bir şey dememe bile gerek olmadığını belirtiyor olmalıydı. Konuşmak için ağzımı açacaktım, ancak Elizabeth'in babası ne yapacağımı sanki hissetmiş gibi aniden sohbete ortak oldu, cümlelerimi ağzıma tıktı.

"Burada katılmadığımı söylemeden geçemeyeceğim. Lütfen, söyleyin bana," dedi dudaklarında duran minik tebessüm ile. Şaşkın bakışlarımı hiç önemsememiş, odada dolaşan gözlerini son olarak Gerard'da durdurmuştu.

"Ne zaman büyücülerle savaşabilecek konuma geleceğimizi düşünüyorsunuz? Veya büyücüler kadar güçlü yandaşları nereden bulacağımızı düşünüyorsunuz? Aklınıza, mantığınıza sığıyor mu bu?"

"Boşuna Mladenovski Krallığı'na yardım eli uzatmadık ya? Eğer onları yanımıza çekiyorsak eğer, büyük askeri güç de bununla birlikte gelir. Sırf bu amaç uğruna krallığımızın diğer prensleri hâlâ orada."

Başkasının konuşmasına fırsat vermeden karşı atakta bulunmuştu Gerard. Öyle emin, öyle temkinli bir tonda konuşuyordu ki salondaki birçok kişiden hak veren mırıltılar yükselmişti. Bununla beraber yüzünde oluşan iğrenç gülümseme daha da genişledi; midemin bulanmasına, kusma isteğimle baş etmek zorunda kalışıma yol açtı.

"Evet, evet! Üç ay oldu ama ekselansları ne durumda hiçbir fikrimiz yok. Haber verildiği, bir an önce gelecekleri söylendi. Ancak kaç ay geçti, ses seda yok."

Kimin konuştuğunu anlamama fırsat kalmadan odada bir curcuna koptu. Son kurulan saygı çerçevesideki isyankar cümle, herkesin içindeki ateşi filizlendirmişti. 

Ethan'nın ve ikizlerin gelmesini istiyorlardı. Ancak bu, onlara duydukları derin sevgiden kaynaklı değildi. Sahte endişelerinin ardındaki asıl neden, tahta geçecek kişiyi belirleyebilmekti.

Darbe öyle bir anda olmuştu ki kral koltuğuna oturabilecek nitelikte tek Julian vardı ülkede. Bu yüzden, doğru düzgün bir meclis kurulmadan, taç giyme töreni yapılamadan gerçekleşmişti her şey. Julian'ın kral olmasını isteyenler kadar istemeyenler de vardı. Ve bu kişiler, kendi istedikleri kişinin tahta geçmesini amaçlıyordu.

Kendilerine bir kukla arıyorlardı, Julian ise kukla yapılamazdı. Aksine, en büyük cehennemi yaşatırdı onlara.

Kargaşa büyümeye devam ederken Julian'ın elini masaya vurmasıyla sanki hiç tartışmamışlar gibi bir sessizlik çöktü odaya. "En kısa zamanda gelecekler. Sözlerimin doğruluğunu sorgulamaya cüret ederseniz eğer, ben de sizi sorgularım. Anladınız mı?"

Tartışma en hızlı yolla çözülmüş, Julian'ın tehditi şu anlık işe yaramıştı. Ancak içlerinde kendisinden hoşlanmayan kişilerin hoşnutsuzluğu da yavaş yavaş nefrete dönüşmeye başlamıştı. Önünü kesmeye çalıştığı durum, ilerisi için hâlâ büyük bir tehlikeydi.

Bunca gerginliğin ardından hiçkimse başka bir cümle kurmaz diye tahmin ediyordum fakat saniyeler sonra temkinli ve aynı zamanda saygılı bir tona bürünmüş birinin sesi odayı doldurdu.

"Efendim, benim fikrim büyücüleri sorguya çekmek yönünde. Onların yüzünden bu hâle geldik, ama dedikleri gibi güçlü bir yandaşa ihtiyacımız var. Hepsini sorguya çekersek eğer, hain olanları eler ve diğerlerini amacımıza katarız"

Şimdiye kadar dikkatimi bir kere bile çekmeyen genç bir soylunun cümlesi, toplantı boyunca dikkatimi çeken ilk fikir oldu. Fikrin ilginçliğinden değildi bu, saçmalığından dolayıydı. Büyücüler bir insan değil de, çürük birer meyvelermiş gibi konuşuyordu resmen. Karşı çıkıp söz söylememe fırsat kalmadı, Cindy'nin sinirli gülüşü odanın gerginliğini arttırdı.

"En asil kişileriniz bile bunun gibi akılsız kişiler ise eğer," dedi sıktığı dişlerinin arasından. "Hükümdarlığın uzun sürmez." Zifiri karanlığı andıran gözleri direkt Julian'ı hedef alıyordu.

Sonunda patlamıştı işte. Bunca suçlayıcı göze, saçma sapan fikirlerin ağırlığı altında ezilmeye katlanamamıştı. Aslında konu Cindy olduğundan iyi bile dayanmıştı. 

Julian sakinliğini bozmadı. Üzerine oturan rahat tavrıyla bizimkilerden daha yüksek olan koltuğunun arkasına yaslandı. Cindy'e üstten bakan küçümseyici bakışlarını esirgemedi.

"Aslında haksız sayılmaz. Sarayı koruması gereken büyücü birliğinin bu denli zayıf olması kabul edilemez. Bir iş planladıklarını düşünmek muhtemel."

Sözleri bitmiş gibi soğuk bir gülümseme kapladı suratını. Sonra, çok daha tehlikeli bir ifadeyle dudaklarını yaladı.

"Neden saraya gönderildiğini unutma. Onlar için bir piyondan fazlası değilsin."

Cindy'nin kargaşa çıkarmamak için kendini çok zor tuttuğunu görebiliyordum. Normalde olsa onun yanında bulunurdum ama dediğim gibi, aramız eskisi gibi değildi ve ben, onun yanında durmaktan çekiniyordum.

Kızışan ortalığın farkında olan Julian, odadaki gereksiz kişilerin gitmesini emretti. Zaten insan kalabalığından başka bir şey değillerdi, neden onların burada olduğunu anlayamıyordum. 

Gerard çıkmadan önce son bir kez bakışlarını bana çevirdi. Elizabeth'in babasının tehdit saçan yüzünü görmeseydi eğer bakmaya devam da edecekti. Fakat bu kadar tartışmanın yeteceği kanaatına varmış olmalı ki, gevşek tavrıyla odayı terk etti.

Oda boşalınca bunca zaman sandalyemin yanında ayakta bekleyen Nicholas, heyecanla tuttuğu nefesiyle Cindy ve Julian'a döndü. Aralarındaki atışmayı izlemek için oldukça hevesli duruyordu. Bunu fark ettiğimde içerideki tek aklı başında insan olduğum tekrar yüzüme çarptı.

"Şimdi söyle bakalım, büyücüleri sorguya çekmekten daha iyi bir fikrin var mı?"

Julian, normal bir sohbet ediyormuşçasına bir kolunu masaya dayamış yüzünü ellerinin üzerine konumlandırmıştı. Onun bu hâli, hiç şaşırtmayacak şekilde Cindy'i daha da çileden çıkardı.

"Sen ciddisin," dedi inanamadığını belirten bir kıkırtı ağzında çıkarken. "O tâcı süs olsun diye kafanda taşıdığına inanmak istememiştim ama cidden öyleymiş."

"İstersem, şu anda kelleni alabilirim."

Cindy dişlerini gösterecek bir şekilde sırıttı. Ellerini masaya vurarak ayağa kalktığında çileden çıkmış olduğunun farkındaydım. 

"Ben de kalbini tek bir el hareketimle durdurabilirim. Hangimiz daha hızlı davranacak, görmek ister misiniz majesteleri?"

Bu âni çıkış bile Julian'ın keyfini bozamamıştı. Yasladığı kafasını hafifçe kaldırarak iki yana salladı. "Çok çabuk sinirleniyorsun, bu cidden senin için kötü. Ayrıca o kadar güçlü olmadığını biliyorum. Gereksiz şov yapacağına fikir üretmelisin." Sonunda lütfetmiş olacak ki, kıymetli koltuğundan kalkarak Cindy'e doğru ilerledi. Aralarında az bir mesafe kalmıştı, Cindy'nin kömür karası siyahlıkta saçlarının öfkeyle inip kalkan göğsüyle dalgalanışını umursamazca izleyerek kollarını bağladı.

"Tekrar soruyorum. Daha iyi bir fikrin var mı?"

Cindy cevap vermedi. Üç aydır Diana ve kara büyücü topluluğunu arıyorduk ve bu çabamızın nafile olduğunun o da farkındaydı. Elimizin kolumuzun bağlı olduğunu hepimiz biliyorduk, ancak kara büyücülerle baş edebilecek tek birlik olan Cindy'nin loncası, pek de ilerleme kat etmiyordu. 

"Tek bir kelime edemiyorsun ama benim hükümdarlığımı sorgulayabiliyorsun." 

Hırçın bakışlarını ondan çeken Julian, masanın arkasında bulunan, tüm duvarı kaplayan cama doğru ilerledi. 

"Bazılarınız hâlâ tahta geçmek için bunları planladığımı düşünecek kadar aptal. Halbuki taht için en büyük şansın bende olduğunu herkes biliyor. Krallığın asayişini sağlamak ve parçalanmasını önlemek için gecelere kadar uğraşmam gerekiyor. Sizce kendime bu zorluğu çıkarmak ister miyim?"

Julian'ın tâcı elinde tuttuğunu gören ilk kişilerdendim. O ânın her saniyesini çok net hatırlıyordum. Kralın kanlar içindeki cesedinin yanına çökmüş, yüzünde anlayamadığım ifadeyle orada öylece dikiliyordu. Elindeki tâcı kabullenemediğini ben bile hissetmiştim.

İlk birkaç gün ben de bunların Julian'ın planı olduğunu düşünmüştüm, kabul. Ancak bu, Julian'ın da dediği gibi, aptalcaydı. Kendisine ait olacak bir krallığı kim böyle yokuşa sürerdi ki?

"Elise'i ne için kaçırdıkları hakkında hâlâ elimizde net bir kanıt yok. En önemlisi de..." Bakışlarını camdan ayırarak ikimizde gezdirdi. 

"Beyaz saçlı birisi onların tarafında. Bu demektir ki, Neville ile bağlantıları var, ya da daha kötüsü, Neville de onlardan biri."

Edindiğim tek yeni bilgi buydu. Beyaz saçlı gencin gitmeden önce benimle konuştuğunu biliyordum. Geldiği anda bir soğukluk sarmıştı bedenimi. Herkes, her şey donmuştu. Zaman durmuştu.

Yanıma eğilişi, buz mavisi gözleri, o ipeksi sesi... Hâlâ bir hayal gibi geliyordu ama maalesef ki gerçekti. O an sadece beyaz saçlarına hayran kalmakla meşguldüm. Sonradan öğrenmiştim beyaz saçın lanetini, sadece Neville'in o saç rengine sahip olduğunu. 

Bunların hiçbirini anlatmamıştım kimseye. Neden bilmiyordum. Sadece, içimde bir yerlerde bunun doğru hareket olduğuna dair bir his vardı.

Fakat şimdi Julian'ın bu hâlini görünce, Cindy'nin ne kadar bitik durumda olduğunu kavrayınca fikrimden cayasım gelmişti.

"Ben..." dedim çatlayan sesimle. Toplantı boyunca ilk defa konuşmamdan olsa gerek, ikisinin de bakışları birden bana dönmüştü.

Tereddüdüm hâlâ yerini koruyordu. Fakat rakibimizin ne kadar güçlü olduğunu düşününce bunun pek de bir öneminin olmadığını düşünmeye başlıyordum.

Elise kayıptı, Diana bir haindi, Neville ile bağlantısı olan belki de Neville'in ta kendisi olan biriyle karşı karşıyaydık ve ben bunlara rağmen sadece iç güdülerimle konuşmamayı seçiyordum.

Buraya geldiğimden beri yaptığımın gerçekleri saklamak olduğunu ele alırsak çok da olağandışı değildi aslında. Hâlâ güven problemlerim vardı.

Yine de konuşacaktım. 

Dudaklarımı yaladım, yutkunup boğazımı temizledikten sonra gerekli olan bilgileri dökülmeye karar verdim.

"Neville," dedim. Ağzımdan çıkan ilk kelimeyle Julian gözlerini kıstı. Sağladığım etkiyle sırıtıp devam etmeyi denedim.

Bu deneyişim, konuşamamamla sonuçlandı. Sanki dilime bir kilit vurulmuş gibiydi, ne ağzımı açabiliyor ne de küçücük bir ses çıkarabiliyordum.

Panik dalgası tüm vücudumu ele geçirirken Cindy ve Julian da bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştı. İlk kez bir büyünün kontrolü altına girmiştim galiba, hissettirdiği garipliği kavrama kabiliyetimi kaybetmiştim adeta.

"Ben de seni zeki sanırdım Melis."

Beynimde yankılanan sesle panik hiç uğramamış gibi yok olup gitti. Şimdiyse, tüm hücrelerimde bir şaşkınlık duygusu asılıydı.

"Elizabeth, sen misin?"

Kendime engel olamadan kurduğum cümleyle Julian'ın kaşları aniden çatıldı. Onun bu hareketini görünce anlamam uzun sürmedi.

Cümlemi bilinç altında kurmamış, dışımdan söylemiştim.

Şimdiyse ikisinin bakışları, bedenimi delercesine üzerimden geçiyordu.

----------------------------------------------------

Melis'in ağzından bir bölüm okumayalı uzun zaman oldu değil mi? Nasıl hissediyorsunuz?

Cindy ve Julian'ı özledik mi bakayım? Sizce sonda yaşanan olaydan sonra ne yapacaklar?

Gerard hakkında düşünceler? Neden Melis'e kafayı takmış olabilir?

Julian'ın krallık yönetimi nasıl olacak, fikirleri alalım buraya^^

Şimdi size sorum, Lamensis Krallığı için kim en iyi kral olabilirdi? Ülkeyi en iyi yönetecek kişi sizce hangi prens olmalı? 

Öbür bölümde öve öve bitiremediğiniz bir karaktere tekrardan merhaba diyeceğiz ;) Kim olduğuna dair fikriniz var mı?

Yeni yılınız çok mutlu geçer umarım ♡ Öbür bölümde görüşürüz!

~~


Continue Reading

You'll Also Like

2.1M 103K 44
On dokuz yaşında, hayatı yalanlarla süslü, güzel, zeki ve cesur bir genç kız. Ettiği intikam yemininin esiri, etrafına korku salan, güçlü ve sevgisiz...
225K 31.9K 50
Geçmiş hayatınızı yaşama şansınız olsaydı ne yapardınız? On yıllık ilişkisi büyük bir ihanet ile son bulduğunda Eda artık bir gerçeği kabul etmek zor...
4.2K 523 54
tozkoparan iskender takım arkadaşı olan asyaya aşık olur onların aşk savaşı
179K 11.7K 47
Bir ritüele kurban edilmişti hayatım, Osmanlı'nın kaderini değiştirmek uğruna 1450'li yıllara itilmiş ve bilmediğim bir çağda yaşamaya mahkûm edilmiş...