PSİKOLOG BEY

Por welkamtuhell

3.5M 206K 64.8K

❝Seninle birlikteyken kendimi çok güvende hissediyorum, sanki evimdeymiş gibi.❞ Kleptomani hastası olan Naz... Más

0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3
2.4
2.5
2.6
2.7
2.8
2.9
3.0
3.1
3.2
3.3
3.4
3.5
3.6
3.7
3.8
3.9
4.0
4.1
4.2
4.3
4.4
4.5
4.6
4.7
4.8
4.9
5.0
5.1
5.2
5.3
5.4
5.5
5.6
5.7
5.8
5.9
6.0
6.1
6.2
6.3
6.4
6.5
6.7
6.8
6.9
7.0 • final
önemli açıklama

6.6

16.3K 1K 373
Por welkamtuhell

melike şahin, mert demir - pusulam rüzgar
tom rosenthal - home

🩺

"Off! Bayılacağım şimdi yorgunluktan."

Hafta sonu olmasına rağmen sabahın erken saatinde kalkıp eşyalarımın olduğu kolileri Alaz'ın arabasına yerleştirmeye başlamıştık ama bu iş asla sona erecek gibi durmuyordu. Alaz elindeki koliyi bagaja bıraktıktan sonra iteleyip düzgünce bir yere yerleştirdi. Ellerinin birbirine vurarak silkeledikten sonra yüzünü bana çevirdi.

"Tamam son bir koli kaldı yukarıda zaten. Sen otur arabada ben onu da alıp geleyim." dedi bagajın kapağını kapatırken. Arkasını dönüp eve doğru yürüyecekken kolundan tutup onu durdurdum.

"Dur, beni de bekle. Olmaz öyle. Evin anahtarlarını benim vermem lazım Mualla teyzeye."

Başını sallayarak beni onayladıktan sonra arabayı kilitledi ve birlikte tekrar apartmana giriş yaptık. Sızlana sızlana merdivenleri çıktıktan sonra cebimdeki anahtarı çıkarıp bugün için belki de yüzüncü kez kapıyı açtım. Alaz eğilip kapının yanındaki koliyi alırken ben de son kez evin içine girip unuttuğumuz bir şey var mı diye kontrol ettim. Ardından kapıyı kapatıp anahtarı bir kez döndürerek kilitledim.

İşte her şey bu kapının ardında kalmıştı. Üniversite yıllarım ve hatta hayatımın tamamında yaşadığım en güzel anılarımla arama bir kapı girmişti. Şimdi hepsini arkamda bırakıp gidecektim. Bu karadan pişman değildim ama içimde tuhaf bir burukluk hissi de yok değildi. Derin bir iç çektikten sonra yavaşça merdivenlerden inip Mualla teyzenin dairesinin olduğu kata geldik.

"Arabaya gidiyorum ben direkt. Sen de anahtarı bırakıp gelirsin hayatım."

Onaylar bir mırıltı çıkarırken kapının yanındaki zile kısa süre parmağımla baskı uyguladım. Alaz merdivenlerden inip gözden kaybolduğunda karşımdaki kapı açıldı. Kapıyı açan Mualla teyze ile göz göze geldiğimizde yüzüme hemen bir tebessüm yerleştirdim.

"Günaydın Mualla teyze. Rahatsız etmedim inşallah?"

"Yok kızım ne rahatsızlığı. Buyur gel içeriye." dedi bir adım geri çekilip eliyle içeriye geçmem için işaret verirken. Başımı sallayarak usulca reddettim.

"Yok, hiç gerek yok. Zaten çok durmayacağım." dedim ve elimi öne doğru uzatıp avucumu açtım. "Anahtarı geri vermek için gelmiştim."

"Acele etmeseydin ya kızım. Atlı yoktu arkanda." dedi bir anahtara bir de bana bakarken. Israr eder gibi avucumu yeniden uzattığımda anahtarı kendi avucuna aldı. Yüzünü tebessümle karışık bir mahcubiyet kaplamıştı.

"Acele etmedim. Zaten çok bir eşyam yoktu, kısa sürdü toparlanmak."

"Var mı peki kalacak bir yerin?" diye sordu kapının kenarına dayanırken. Bu sefer içten bir tebessümle karşılık verip başımı salladım. "Var. Bir arkadaşımda kalacağım."

"Dünkü arkadaşında mı yoksa?" dedi yarı meraklı yarı yargılayan bir sesle. Bu durumun onun için normal olmadığını anlayabiliyordum. Her ne kadar kafa dengi olsa da farklı bir nesilde yetişmiş bir kadındı Mualla teyze. Kendi oluşturduğu doğruları, uyulması gerektiğini düşündüğü kuralları vardı. Benim doğrum ona yanlış, onun doğrusu bana saçma gelebiliyordu.

"Evet. Onun yanında yaşayacağım bir süre. En azından kendime başka bir ev bulana kadar." dedim biraz olsun içini rahatlatabilmek için. Başka bir eve çıkamayacağımı fark edemeyecek kadar salak değildim. Alaz dışında en olası seçeneklerim öğrenci yurtları veya arkadaşlarımın eviydi.

"Aman dikkat et kızım." dedi nasihat verir bir tonda. "Başına bir iş gelmesin. Kimin ne olduğu belli değil bu dönemde. Güvenme öyle herkese."

"Alaz, öyle biri değil." dedim savunma iç güdüsüyle. Onun hakkında böyle konuşması hoşuma gitmemişti doğal olarak. Ama oturup burada ne kadar iyi biri olduğunu anlatacak zamanım da yoktu, ki bu ömrümün sonuna kadar sürebilirdi. O yüzden konuşmayı kısa kesmeye çalıştım. "Teşekkür ederim ama yine de. Beni annemmiş gibi uyardığın için."

"Ben de senin annen sayılırım yavrum. Az mı vakit geçirdik birlikte." dedi eliyle omzumu okşarken. Yüzüne de samimi bir tebessüm yerleştirmişti. İster istemez ben de aynı şekilde karşılık verdim. "Bir sıkıntın olduğunda kapımızı çalmaktan çekinme."

"Çekinmem. Siz de hakkınızı helal edin."

"Helal olsun, o ne biçim laf. Allah yolunu bahtını açık eylesin. Dikkat et kendine." dedi. Kollarını açıp bana sarıldığında ben de ona karşılık verdim. Birbirimizden ayrıldıktan sonra son kez vedalaştık ve yavaşça merdivenleri inmeye başladım. Apartmandan çıkmadan önce ardımdan kapanan kapının sesini işittim. Dış kapıdan da çıkıp yola bir adım attığımda bu apartmanla ilişiğimi tamamen kesmiş bulundum. Arabaya doğru ilerleyip sürücü koltuğunun yanına oturdum. Alaz arabayı çalıştırmış olsa da hareket ettirmemişti.

"Bir türlü vedalaşamadın herhalde." diye bana takıldı. Beceriksizce gülümseyip ona karşılık verdiğimde beni hemen anladı. Hafifçe yan dönüp beni kendisine doğru çekip kollarını sırtıma doladı. Sıcak ve tanıdıklık hissi bedenimi sardığında daha iyi hissediyordum. "Tamam üzülme ama artık. Bak bundan sonra her şey çok daha güzel olacak. Sen ve ben her şeyin üstesinden beraber geleceğiz, artık yalnız kalmayacaksın."

"Biliyorum." diye mırıldandım. Kollarını bedenimden ayırıp geriye çekildi. Yüzümü avuçlarının arasına almıştı. Hafifçe tebessüm ettim. Bana söylediği şeye inanmaktan başka bir çarem yoktu çünkü geri dönüşü olmayan bu yola çoktan çıkmıştım. "Ama ilerisini düşünmeden duramıyorum."

"Ne olacak ben sana söyleyeyim o zaman. Bak şimdi evimize gideceğiz..." dedi küçük bir es verip. Bu sırada arabaya da bir manevra verip ana yola çıktı. "Karabiber bizi kapıda bekleyecek. Eşyalarını yukarıya taşıyacağız. Sonra seninle ben çok güzel bir akşam yemeği hazırlayacağız."

"Yemekle falan uğraşmasak, dışardan söylerdik."

"Olmaz. Öyle güzel olmuyor tadı. Biz içine sevgimizi de katacağız." dedi çok gizli bir sır veriyormuş gibi. Neden uğraştırıcı işler bulmaya çalıştığını anlamayacak kadar aptal değildim. Ellerim kadar zihnimi de meşgul etmeye çalışıyordu. Bu çabasını minnetle takdir etsem de ne kadar çabalarsa çabalasın gün sonunda aklıma gelecek düşünceler değişmeyecekti.

"Pekiii. Sen ne dersen o." dedim daha fazla itiraz etmeden. Şu saatten sonra kontrolü birazcık da olsa ona bırakmak istiyordum. Bir şeyler için uğraşmak yerine kendimi akışa bırakmaya ihtiyacım vardı. Olacağı varsa zaten bir şekilde gerçekleşiyordu, üzerine saatlerce düşünmemin de bana bir faydası olmuyordu. Yolun geri kalanını arabanın içinde çalan yatıştırıcı müziklerle birlikte katettik.

Uygun bir yere park ettikten sonra arabadan indik. Elimize alabildiğimiz birkaç kutuyla birlikte Alaz'ın evine doğru ilerlemeye başladık. Apartmana girmeden önce tüm katları gözlerimle tarafım. Sanki yargılayıcı gözleriyle bizi izleyen birilerini arıyor gibiydim. Ama bunun yerine sakin bir sessizlikle karşılaştım. Görünüşe göre buradaki herkesin, bizi yargılamaktan daha önemli işleri vardı.

Arabaya bir kez daha git gel yapıp eşyaların tümünü asansöre yerleştirdik ve Alaz'ın evinin olduğu katın düğmesine bastık. Asansör yukarıya doğru yükselirken sabırla bekledim. Kata geldiğimizde ben asansör kapısı tuttum Alaz da eşyaları dışarıya çıkarttı. Anahtarıyla kapıyı açtıktan sonra geriye doğru ittirip geçmem için yer verdi. İçeriye girdiğimde Karabiber sanki bu anı bekliyormuş gibi bizi hararetli bir şekilde karşıladı.

"Annecim." dedim, elimdeki kutuyu yere bırakıp boşta kalan elimle başının üzerini okşadım. Hemen ayaklarımın dibine gelmiş kuyruğunu sağa sola hızlıca sallıyordu. "Özledin mi sen bizi? Ben de seni çok özledim."

Alaz'ın kutulardan birini içeriye taşırken "Şanslı kerata." dediğini duydum. Kıkırdamamı dudaklarımı bastırarak kontrol altına aldım. Tüylerini okşamaya devam ederken Karabiber'in normalden daha hareketli olduğunu fark ettim. Muhtemelen dünden beri dışarı çıkmadığı için birtakım ihtiyaçları birikmişti.

"Alaz, benim Karabiber'i yürüyüşe çıkartmam gerek." dedim. Elindeki kutuyu bıraktıktan sonra doğrularak ayağa kalktı. "Tamam, akşam yemeği için alışveriş de yapmamız gerekiyordu. Şu kutuları içeriye taşıyayım sonra ikisini beraber hallederiz."

"Tamam o zaman."

Kutuların devamını almak için tekrar koridora çıktığında ben de valizlerimi koridorun ucuna doğru sürükledim. Nereye yerleştireceğimi bilmiyordum ama ayak altında durmasını da istememiştim. Evinde bir boş oda daha olduğunu bilsem de ona sormadan o odaya yerleşecek değildim. Yaşıyacağım eşyalar bittiğinde tekrar kapıya doğru ilerledim. Alaz içeriye girip elindeki son kutuyu da valizlerin yanına doğru bıraktı. Boş odanın kapısını açtıktan sonra kutuyu yerden alıp bana seslendi.

"Bu odaya koyuyorum tüm eşyalarını. Sonra yerleştiririz, olur mu?"

Onaylar bir ses çıkarttığımda odaya girip gözden kayboldu. Yanına yardım için gideceğim sırada iki valizi de odanın içine çektikten sonra odadan çıkıp kapıyı kapattı. Eşyaları taşımanın bittiğini söylediğinde markete gitmek için hazırlanmaya başladık. Son olarak Karabiber'in tasmasını bağladım ve birlikte evden çıktık. Merdivenleri inip apartmanın dışına çıktığımızda yakında bulunan bir marketi işaret etti. "Şu yakında bir süpermarket var. Hem hayvanlar da girebiliyordu sanırım, Karabiber için de sorun olmaz."

Elimi tutup parmaklarımızı birbirine geçirdiğinde yürümeye başladık. Muhabbetimizin ortasında Karabiber çalıların arasına girdiğinde durumu anlayıp durdum ve işinin bitmesini bekledim. O işini hallederken Alaz da benimle ilgilenip zamanın daha kolay geçmesini sağladı. Çalıların arasından çıkıp yanımıza geri geldiğinde tasmasını Alaz'a verdim ve oraya bıraktığı şaheseri poşetle alıp en yakın çöp kutusuna attım.

Çantamdan çıkarttığım kolonya ile elimi temizledikten sonra tasmayı geri aldım ve el ele markete doğru yürümeye devam ettik. Bu yolu sevmiştim çünkü ne arabayla gitmemizi gerektirecek kadar çok uzaktı ne de insanın yürüme hevesini kursağında bırakıyordu. Marketin manav kısmına geldiğimizde bir sorun olmayacağından emin olmak için sorabileceğim birini buldum.

"Şey pardon, buraya hayvanların girmesi yasak mı acaba?" diye sordum manav tezgahının başındaki çocuğa. Üzerindeki marketin rengiyle aynı renkteki tişörtten ve yakasına asılı olan isim kartından burada çalıştığını tahmin ediyordum. Dikkatini elindeki işten çekip bize çevirdikten sonra hafifçe gülümsedi. "Hayır efendim, yasak değil. Birlikte girebilirsiniz."

Aldığım cevapla birlikte kafamı memnuniyetle sallarken Alaz ve Karabiber ile birlikte otomatik kapıdan geçip içeriye girdik. Alaz hemen köşede duran alışveriş arabalarından birini aldı ve ben de arabanın ön bölümüne Karabiber'i yerleştirdim. Çantamı da omzumdan çıkartıp sepetin içine koyduğumda arabayı sürmeye başladı.

"İlk önce kasap reyonuna gidelim. Alınacak birkaç parça şey var." dedi işaret parmağıyla ileriyi gösterirken. Onu onaylayıp yanında yürüdüm. Kasap reyonunun önüne geldiğimizde yarım kilo yağsız kıyma siparişini verdi. Adam siparişimiz hazırlarken ben de diğer raflara göz gezdirdim. Kağıda sarıp paketlediği kıymayı fiyat etiketiyle birlikte aldıktan sonra arabaya yerleştirdi.

Arabayı sürmeye devam edip marketin içinde dolaşacağımız sırada ani bir gürültü yükseldiğinde kafamı sesin geldiği yöne çevirdim. Kalabalık bir grup genç bir çocuğun çevresini kaplamıştı. Bağırarak ona bir şeyler söylüyorlardı. Konuşmalar dikkatimi çekip merakla yanlarına yaklaştığımda Alaz da arabayla birlikte peşimden geldi.

"Hiç mi utanman yok senin! Hırsızlık yapmak ne demek? Anan baban yetiştirememiş seni besbelli!"

Adam, kendisine korkak gözlerle bakan çocuğun üzerine doğru yürüyerek bağırıyordu. Zarar verebilecek kadar öfkeli duruyordu. Kimse bir şey yapmazken tam adama engel olmak için aralarına girmeyi düşündüğüm sırada biri adamı gövdesinden tutup geriye doğru uzaklaştırdı. Bağıran adam sinirle elini kolunu sallayarak geriye attığı adımlarla çocuktan uzaklaştı.

"Rezil. Terbiyesiz." dedi yanımdaki kadın çocuğa bakarak. Şaşkınlıkla ona döndüm. Daha gencecik bir çocuğa sırf yaptığı bir hatadan dolayı hem de nedenini bile bilmeden öfke kusuyorlardı. Ağzımı açıp teyzeye bir şeyler söyleyeceğim sırada Alaz kadınla aramıza girdi. Kocaman açtığım gözlerimle ne yapıyorsun der gibi baktım. Sonra da kafamı gövdesinin arkasından çıkartıp kadına ters ters baktım.

"Uğraştığına değmez." dedi fısıldayarak. Bir yandan da belime doladığı koluyla beni kontrol altında tutuyordu. Güvenlik görevlisi gelip çocuğu ortamdan uzaklaştırırken kalabalıktan hâlâ net anlaşılmayan söylemler yükseliyordu. Kimi pislik diyordu kimi de hak ettiği cezayı almasını umuyordu. Alaz beni oradan uzaklaştırana kadar herkese tek tek ters bakış attım.

Alışveriş arabamızın başına geri döndüğümüzde Alaz beni arabayla arasına sıkıştırıp sürmeye devam etti. Karabiber sepetin içinden bize bakarken sakinleşmek için derin nefesler aldım ama fayda etmedi. Sonunda yüzümü geriye çevirip Alaz'la konuşmaya başladım.

"O daha gencecik bir çocuk. Adam çocuğu sırf hırsızlık yaptı diye dövecekti neredeyse. Ayrıca belki hasta, belki istemeden yaptı. Resmen meydan dayağına çevirdiler ortamı. Ne güzel ağzının payını verecektim neden engel oldun bana?"

"Bu konudaki hassasiyetini biliyorum hayatım ama biraz daha sakin olman gerek. Dediğin gibi olabilir tabii ama olmayabilir de. Emniyette belli olur zaten o durum." Kafasını hafifçe alçaltıp alnımın yanına bir öpücük bıraktı. "Yani, çocuğu dövmelerine ben de müsaade etmezdim ama teyzelerle de gereksiz bir laf dalaşına girmene gerek yok."

"Engel olamadım ama kendime, ne yapayım? Öyle aptal aptal konuşuyordu." Az önce yapacağım şey şu an o kadar mantıklı gelmese de yine de geri adım atmıyordum çünkü kadın fazlasıyla sinirimi bozmuştu. "Hem sen susarsan ben susarsam nasıl düzeltecek bu insanlar kendilerini?"

"Kendilerini düzeltebilmeleri için öncelikle buna direnç göstermemeleri gerekir. Sen ne söylersen söyle onlar kendi bildiklerini doğrudan sayıyorlar ve sayacaklar."

"Her şeye de hazır bir cevabın var." dedim kinayeyle. Kaşlarım çatılmış dudaklarımı birbirine bastırmıştım. Yüzümün halini görünce ufak bir kahkaha attı. İtiraf etmem gerekirse haklıydı ve haklı olduğunu bilmek birazcık sinirime dokunmuştu. Çünkü ben konuşarak farkındalık yaratabileceğime inanmak istiyordum. İnsanlar bu kadar sığ olmamalıydı.

"Bırak hadi surat asmayı da alışverişimize devam edelim." dedi ve içeceklerin olduğu yere doğru ilerledi. Arabanın içine bir paket de maden suyu koyduktan sonra baharatların olduğu bölüme doğru ilerledik. Gerekli olan baharatları da aldı ve böyle böyle yemeğimiz için lazım olan eşyaların hepsini arabaya doldurup alışverişi tamamladık. Elimizde poşetlerle birlikte eve geri döndüğümüzde kollarımdaki kaslar ağrımaya başlamıştı bile.

"Şuraya bırakıyorum." dedim elimdeki poşetleri tezgahın üzerine koyarken. Onaylar bir ses verip hemen arkamdan mutfağa girdi. O da bileklerine kadar çıkmış olan poşetleri yere yavaşça bıraktı. Sonra içindekileri tek tek tezgahın üzerine çıkartmaya başladı. "Hadi hazırlan, yemeği hazırlamaya başlayacağız birazdan."

"Ne başlaması ya! Ölüyorum yorgunluktan."

"Ohoooo... Baksana saate akşam oldu neredeyse, gece olunca mı yiyelim yemeğimizi? Yoksa boşu boşuna mı bu kadar alışveriş yapıp poşet taşıdık?"

"Üfff tamam ya." diye pes ettim. İki dakika naz yapmamıza bile izin vermiyordu beyefendi. Ellerimin avuç içlerini belime yerleştirip mutfaktan çıkarken konuştum. "Bekle iki dakika, üzerimi değiştirip geliyorum o zaman."

Koridorda ilerleyip eşyalarımın ve valizlerimin olduğu boş odanın önüne geldikten sonra kapıyı açıp içeriye girdim. Odanın içinde birkaç adım attıktan sonra anlık bir duraksama yaşadım çünkü beklediğimin aksine burası artık boş bir oda değildi. Hatta eski odayla alakası bile kalmamıştı. Merakla Alaz'ın ismini seslendikten sonra şaşkınlıkla odaya bir daha baktım.

Odanın bir duvarında yeni beyaz bir giysi dolabı vardı, içi askılarla doluydu. Pencerelerin önüne yere kadar uzanan iki perde takılmıştı. Yere çok da büyük olmayan bir halı serilmişti. Ve bir de tek kişilik yatak duvarın yanında duruyordu. Renk olarak birbirine uygun olmasalar da burayı yaşanabilir bir odaya çevirmek için yeterli olmuşlardı. Alaz içeriye girdiğinde kafamı ona doğru çevirdim.

"Efendim hayatım?" Bir süre gözlerimi tekrar odada dolaştırdıktan sonra ona doğru döndüm.

"Bunlar ne böyle? Senin yatağın değil mi bu, burada ne işi var? Dolap nereden çıktı? Ne oldu bu odaya?" diye şaşkınlıkla sordum. Artık burada mı yatacaktık? Bu oda benim miydi? Ya da benim için yatak mı almıştı? Bunları da sormak istiyordum ama o daha ilk soruma bile cevap vermemişti. Muhtemelen şaşkınlıktan donakalmış olan suratıma bakıp gülümsedi ve elini bana doğru uzattı. "Gel, sana göstereceğim bir şey daha var." dedi.

Yok artık daha neler, demek istedim ama sustum. Yapabileceklerinin bir sınırı olmadığını sonunda fark etmiştim. Sorgulayan bir bakış atsam da gizeminden taviz vermedi. Tereddüt etmeden elimi avucunun içine bıraktım. Beni kendisine doğru çekip arkama geçti ve avuç içlerini gözlerimin üzerine kapattı. "Bir süreliğine gözlerin ben olacağım ve sana yolu tarif edeceğim. Karşıya doğru bir adım at bakalım."

Ellerimle destek almak için onu bileğinden yakaladım. Dediğini yapıp küçük adımlarla ilerlemeye başladım. Kalbim heyecandan şiddetle atıyordu. Nereye gittiğimiz hakkında en ufak bir fikrim yoktu ve evi hala ezbere bilmediğim için kafam karışmıştı. Onun direktifleriyle ilerlerken duvarlara çarpmamak için ellerimle kendime siper oluşturdum. Köşeyi dönerken bir duvarla temas ettim ve bir odaya girdik.

"Hazırsan açıyorum gözlerini?" dediğinde kafamı hızlıca olumlu anlamda salladım. Yavaşça gözlerimin önündeki karaltı kalktı ve gözlerimi kırpıştırarak açtım. Gördüğüm şeyle yalnızca gözlerim değil dudaklarım da aralanmıştı. Karşımda odanın ortasında duran ve daha paketinden yeni çıktığı belli olan çift kişilik bir yatak vardı. "Alaz bu ne?"

"Çift kişilik bir yatak." diye açıklama yaptı. Sorumun cevabı tabii ki bu değildi. Dönüp yüzüne baktığımda yatağı eliyle işaret etti. "Tek kişilik yatakta rahat edemiyorum diyip duruyordun. Ben de uzun bir süre birlikte yatacağımızı göz önüne aldığımda yatağı değiştirmenin iyi bir fikir olduğuna karar verdim."

"Şaka yapıyorsun?" dedim ciddi olduğunu görmeme rağmen. Odaya gelene kadar aklımdan türlü türlü ihtimaller geçse de benim için yatağını değiştirmiş olması onlardan biri değildi. Ve o sırf benim için bunu yapmıştı. "Alaz..."

"Yatağın sağ tarafını mı istersin yoksa sol tarafını mı? Benim için fark etmez o yüzden sen karar ver."

Sorusunu duymazdan gelerek bir iki adım ilerleyip aramızdaki mesafeyi kapattım ve hızlıca boynuna sarıldım. Nedenini benim bile bilmediğim bir sebepten gözlerim dolmuştu ama gülümsüyordum da. Sanırım buna mutluluk gözyaşları deniyordu. Elleri çok geçmeden belime yerleştiğinde sarılmamızı sıkılaştırdı.

"Ben... Ne diyeceğimi bilemiyorum." Doğru sözcükler yine bir yerlere saklanmış gibiydi. "Sadece seni çok seviyorum, biliyorsun değil mi?

"Ben de seni seviyorum."

"Yok bu öyle de değil. Ben sana çok farklı hissediyorum." dediğimde hafifçe kıkırdadı. Sevginin ne sınırlarının ne olduğunu bilmesem de seviyorum demenin benim içimdeki hisse yeterli geldiğini hissetmiyordum. Elleri belimi okşadı. "Ben de sana, ben de sana Naz."

Yanaklarımın bu itiraflarla kırmızılaştığına neredeyse emindim bu yüzden kafamı daha çok boynuna doğru yaklaştırdım. Hissedilen duyguların karşındaki kişiye nasıl bugüne kadar deneyimlemediğim için söylerken kendimi tuhaf hissediyordum. Gereksiz yere bir utanç basıyordu. Yine de kendime engel olamadan boynuna bir öpücük bıraktım.

"Sana inanamıyorum." dedim hala boynuna sarılırken. Geriye çekildiğimde ellerimi omzuna yerleştirip şaşkınlıkla sorularımı yöneltmeye devam ettim. "Nasıl? Nasıl yerleştirdin bunları bir günde. Daha geçen gün buradaydım ben, hiçbiri yoktu bunların."

"Dün hastanedeyken Doğukan'a vermiştim yedek anahtarı. Akşamüstü biz senin evindeyken buraya gelip o ilgilendi bunlarla." dedi parmaklarıyla saçlarımı geriye doğru tararken.

"Onun da haberi vardı yani. İnanmıyorum size ya. Hiç de çaktırmıyor var ya."

"Tembihledim herhalde. Hadi çok oyalandık, üzerini değiştir de gel. Mutfaktayım." dedi ve yanağıma bir öpücük bıraktıktan sonra beni odada tek başıma bırakıp gitti. Son kez mutlulukla yatağa baktıktan sonra yatak odasından çıkıp üzerimi değiştirmek için eşyalarımın olduğu odaya geçtim.

Kıyafetlerimi değiştirip mutfağa geri döndüğümde Alaz'ın malzemeleri tezgaha yaydığını gördüm. Benim geldiğimi fark ettiğinde duvardaki askıya uzandı ve önlüğü eline aldı. Bana doğru uzattığı önlüğün askısını kafamdan geçirdikten sonra arkama uzanıp sıkı olmayan bir düğüm attım. Önlüğü bağladıktan sonra da musluğa doğru ilerledim. Ellerimi yıkayıp tezgahtaki bez ile kuruladım ve yüzümü Alaz'a doğru döndüm. "Ben hazırım şefim."

"Tam olarak değil." dedi yanıma doğru gelirken. Bileğindeki, bir zamanlar benim olan, tokayla saçlarımı avuç içinde birleştirip ensemin üzerinde küçük bir at kuyruğu yaptı. Ardından da ensemde karıncalanmaya sebep olan bir öpücük bıraktı. "İşte şimdi hazırsın."

"Ne yemek yapacağız?" dedim sesimi kontrollü tutmaya çalışarak. Heyecandan içim titremişti.

"Sodalı köfte, fırında elma dilim patates ve pirinç pilavı. Nasıl hoşuna gitti mi menü?"

"Sodalı köfte mi? Daha önce hiç yemedim ben."

"Değişik bir tadı var ama seveceğine eminim. Şu pirinci hallettikten sonra onu da ben yapacağım zaten. Sen patateslerle başlayabilirsin." dedi elindeki kapta duran pirinci sudan geçirirken. En azından en basit olan işi bana verdiği için sevinirken aldığımız patatesleri torbadan bir kaba aktardım.

Muslukla işi bittiğinde bu kez ben o tarafa geçip patateslerin dış kabuğunu sudan geçirdim ve üzerine yapışan toprak parçalarından arındırdım. Ardından bir bıçak yardımıyla kabuklarını elimden geldiğince ince olacak şekilde soydum. Ben tüm bunları yaparken onun ne yaptığını görmek için kafamı merakla arkaya çevirdim.

Pilav tenceresini ocağın üzerine yerleştirmiş üzerine suyunu ekliyordu. Yeterli miktarda suyu ekledikten sonra ocağın altını yakıp tencerenin kapağını kapattı. Ardından poşetteki kıymayı çıkartıp harcı yoğurmaya başlamadan önce içine eklenecek malzemeleri hazırlamaya başladı.

O tüm bunları yaparken benim yaptığım tek şeyin patatesleri soymak olduğunu fark ettiğimde olduğum yerde dikleştim ve daha ciddi bir konum aldım. Bu yemek işlerinde pek de eli çabuk biri olmadığımı biliyordum ama kendime beceriksiz de dedirtmezdim. Herkesin bir gururu vardı sonuçta.

Patatesleri kalın dilimler halinde kestikten sonra bir başka kapta hazırladığım yağ ve baharat karışımının içine daldırdım ve tepsinin üzerine yerleştirdim. Diğer patateslere de aynı işlemi uyguladıktan sonra tepsiyi alıp önceden ısıttığım fırının içine yerleştirdim. Patateslerle işim bittiğinde ve yapılacak başka bir yemek kalmadığını fark ettiğimde salata yapmak için buzdolabına gidip yeşillik çıkarttım.

Yeşillikleri bol suyla yıkadıktan sonra kesme tahtasının üzerinde ince ince doğramaya başladım. İçine biraz renk katması için mor lahana ve havuç da ekledim. Ben her ne kadar salatada maydanoz olmasını tercih etmesem de Alaz maydanozu çok sevdiği ve sevmediğimi söylediğim zamanlarda bana nutuk çeker gibi faydalarını anlatmaya başladığı için içine bir demet de maydanoz doğrayıp ekledim.

Ocaktan gelen cızırtı sesleriyle kafamı arkaya çevirdim. Alaz tavanın içine köfteleri yerleştirip pişirmeye başlamıştı. Pişirmenin çok uzun sürmeyeceğini bildiğim için derin bir cam kase alıp salata malzemelerini içine boşalttım. Üzerine nar ekşisi, limon, tuz ve biraz da yağ ekleyip karıştırdım. Bu sırada Alaz yanıma gelip üflediği köfte parçasını dudaklarıma doğru yaklaştırdı. Sıcaklığını kontrol ettikten sonra parçayı ağzıma alıp tadına baktım. Dediği gibi evde yapılan köftelerden daha farklı bir tadı vardı, sanki mangalda yapılmış köftelere benziyordu.

"Çok lezzetli olmuş." dedim ağzımda kalan köfte parçalarını da yutarken. Ağızda bıraktığı tat yüzünden yedikçe yeme isteği uyandırıyordu. Fırından patateslerin piştiğini belirten ses geldiğinde elime eldiven geçirip fırının kapağını açtım ve tepsiyi tezgahın üzerine doğru çıkarttım. Alaz memnun olmuş şekilde gülümsedikten sonra yanımdan ayrılıp hazırladığı diğer köfte parçalarını pişirirken ben de masayı hazırlamaya başladım.

Masa da hazırlandıktan sonra tekrar yanına döndüm. Pişen köfteleri tabaklara ayrıştırıp yanlarına birer kepçe pilav koyduktan sonra tabağı bana doğru uzattı. Elinden aldığım tabağa ben de birkaç dilim patates dilimi koyduktan sonra masaya yerleştirdim ve elinden diğer tabağı alıp aynı şekilde onu da masaya koydum. O da ellerini yıkadıktan sonra yanıma oturdu.

Karabiber etin kokusunu alır almaz salondan koşup yanımıza geldi. Onun kabına da birkaç parça köfte koyduğumda Alaz dikkatlice onu incelemeye başladı. Yemeğini bitiren Karabiber sevinince yaptığı gibi iki kez havladı ve böylece Alaz'ın köftesine geçer not vermiş oldu. Biz de yaptığımız yemeğin kritiğini ve Doğukan'ın dedikodusunu yaptığımız yemek saatinin ardından masayı toplayıp kirlileri makineye yerleştirdik.

Ellerimi yıkayıp temizlendikten sonra asıl yorgunluk sebebim olacak olan valizlere doğru ilerledim ve fermuarlarını açtım. Kışlık eşyalarımı dolabın üst raflarına yerleştirirken ben de yazlık olanları kullanım alanlarına göre ayırmaya başladım. Alaz kışlıkları yerleştirme işi bittiğinde taburenin üzerinden inip dolabın kapağını kapattı.

"Hayatım yemek yaparken hep üstüm başım koktu. Ben bir duş alacağım. Halledemediğin bir şey olursa bana bırak ben çıkınca hallederim." dedi kafamın üzerini öpüp odadan çıkmadan önce. Onu onaylayan bir mırıltı çıkardım. Elimdeki, katladığım tişörtü de diğer tişörtlerin üzerine yerleştirdim.

Kıyafetleri ayırma işlemi bittiğinde bazılarını dürüp rafa yerleştirdim, diğerlerini de askılara astım. Valizin içinde sadece bornozumun kaldığını gördüğümde dolabın kapaklarını kapatıp bornozu elime aldım. Ayağımla valizin de kapağını ittirerek kapattıktan sonra ışığı söndürüp odadan çıktım ve banyoya doğru ilerledim. Alaz muhtemelen hâlâ içerideydi çünkü banyonun kapısı kapalıydı ve içeriden ışık sızıyordu.

Bornozumu asmak için banyo kapısının önünde beklerken birden kapının kilidi açıldı ve yoğun sis buharıyla birlikte Alaz dışarıya çıktı. Belinin biraz altından bağladığı koyu gri havlu diz kapağına kadar uzanıyordu. Elindeki küçük havluyla da saçlarını bir sağa bir sola savurup kurutmaya çalışıyordu, saçlarından akan sular gövdesine damlayıp ince bir yol çiziyordu.

Görmeyi beklediğim görüntü bu olmadığı için yüzümdeki şaşkınlığı gizleyemedim. Kocaman açtığım gözlerimi kontrol altına alıp sertçe yutkundum. Gözlerimi üzerinden çekmem gerekiyordu belki de ama kendime engel olamadım. İnsanın bakmadan duramayacağı bir manzara gibiydi. Sabaha kadar karşımda böyle dursa gözümü kırpmadan onu izlerdim.

"Sıhhatler olsun." diye mırıldandım ağzımın içinde. Gülümseyip teşekkür ettikten sonra saçını kurulamayı bırakıp havluyu omzunun üzerinden geriye attı. Merakla bana baktığında elimdeki bornozu havaya kaldırdım. "Son olarak bu kalmıştı da... Onu koyacaktım bir yere."

"Gel ben sana göstereyim."

Önden banyoya girdi. Bu kadar dar yere beraber girmemizin mantıklı bir fikir olduğunu düşünmesem de onun arkasından ben de içeriye girdim. Kapıyı arkamızdan kapatıp elimdeki bornozu aldıktan sonra beni kapı ile arasına sıkıştırdı ve askılığa bornozu astı.

"Kullanacağın zaman buradan alırsın."

Gördüğüm tek şey çıplak vücuduyken odağımı ne kadar toplayabilirdim, emin değildim. Burnuma duş jeli yüzünden, ferah bir nane kokusu geliyordu. Gözlerimi kapatıp sabaha kadar onun kokusunu ciğerlerime nefes niyetine çekebilirdim. Ellerimde karşı koyamadığım bir sırtına sarılma arzusu da baş gösteriyordu. Gözlerimi yavaş yavaş vücudunda gezdirip yukarıya doğru baktım.

"Hıhıı..." diye onayladım. Elindeki bornozumu askıya asıp avuç içini başımın yanında kapıya yasladı. Şimdi gözümün önüne başka güzel bir manzara serilmişti; damarlı kolları. Gözümün kaymasına engel olamadığımda onun dikkatle bana baktığının farkındaydım.

"Sevdin galiba?" dediğinde aniden gözlerimi yüzüne çevirdim. "Banyoyu." diye bir ekleme yaptı sonra. Kaşlarım gibi havaya kalktığında durumdan eğlenir gibi bir gülümseme yüzüne yerleşmişti.

"Hmmmm." diyebildim sadece. Beynimi bulabilsem çok şey konuşacaktım ama... "Ayrıca sen böyle-" dedim gözlerimle vücudunu işaret ederken "karşımda çok durma bence. Hayır benim için sıkıntı yok ama sonra iyi şeyler olmuyor, senin açından."

"Hmmm?" dedi bu sefer o bana doğru bir adım atıp yaklaşırken. Sertçe yutkunmak zorunda kaldım.

"Hııı... Hadi git giyin." dedim düz bir sesle. Benden zaman istediğinden beri ona karşı olan hareketlerimde olabildiğinde dikkatli olmaya çalışıyordum ama ben de bir insandım ve benim de bir sabrım vardı sonuçta. Biraz daha karşımda böyle durursa düşüp bayılmam an meselesiydi. Ya da daha farklı şeyler yapabilirdim tabii ama bu onun ne kadar hoşuna giderdi orası biraz karışık bir konuydu. Geriye çekilip gülerek banyodan çıktığında rahat bir nefes verdim.

İçerideki sıcak su buharı yüzünden daraldığımı hissettiğimde elimle kendime yelpaze yapıp banyodan çıktım. Tavırlarındaki çekingenlik eskiye nazaran yok olmak üzereydi ama bunun benim için iyi mi yoksa kötü mü olduğuna henüz karar verebilmiş değildim. Kıyafetlerimin olduğu odaya gidip kendime bir pijama takımı seçtim ve oyalanmadan üzerimi değiştirdim. Işığı kapatıp yatak odasına doğru ilerledim.

Kapıyı tıklatıp "Müsait misin?" diye sordum kapının arkasından. Sorumu onaylayan bir cevap aldığımda kapının arkasından çıkıp odaya girdim ve kapıyı arkadan geri kapattım. Alaz üzerini değiştirmiş halde yatağa yeni nevresimleri geçiriyordu. Üstüne her ne kadar bir şeyler giymiş olsa da az önce oldukça yakın bir mesafeden kıyafetlerinin altında olan görüntüyü görmüş olmak hayal gücüme pek de yardımcı olmuyordu.

Nevresimlerle olan işini bitirip örtünün ucunu kaldırdığında ben de odanın ışığını kapattım.  Gözlerim karanlığa alıştıktan sonra odanın içinde ilerleyerek yatağın diğer ucuna gittim ve örtüyü kaldırarak altına girdim. Başımı yastığa koymamla birlikte aslında bugün ne kadar yorulduğumun anca farkına varabildim. Üzerimden tır geçmiş de tüm kemiklerim kırılmış gibi hissediyordum. Bu histe yeni yatağın etkisi de büyüktü tabii.

Tüm yorgunluğuma rağmen yan dönüp uzandığım yerde biraz süründüm ve Alaz'ın yanına doğru yaklaştım. Yatak ikimiz için oldukça geniş olmasına rağmen ondan uzakta yatamıyordum. Benim yakınlaştığımı fark edince kolunu başımın altından geçirdi. Kolumu karnının üzerine bıraktıktan sonra kafamı omzunun üzerine doğru yasladım.

"Çok yorulmuşum."

"Normal. Kolay şeyler yaşamadın." Parmakları saçlarımın arasında usulca dolaşırken gözlerimi kapattım. Göz kapaklarım ağırlaşıyordu ama hemen uyumak istemiyordum. Onunla yatakta yaptığımız konuşmaları seviyordum. Benim rahat bir uyku çekmemi sağlıyordu. Daha sıkı sarılmak istiyordum. Günün tamamında yorgunluktan canım çıkmış olsa da şu an arasında olduğum kollar bu yorgunluğu alıp götürüyordu.

"Biliyor musun? Seninle birlikteyken kendimi çok güvende hissediyorum, sanki evimdeymiş gibi." dedim neredeyse fısıldayarak. Sanki yüksek sesle konuşsam bu anın büyüsü bozulacakmış gibi hissediyordum. "Zaten sen neredeysen artık benim evim de orasıdır."

"Sadece burası değil..." dedi elimi kavrayıp. Avuç içim kalbinin üzerine denk gelecek şekilde yerleştirdi. "Burası da senin evin, bunu unutma."

Hafifçe tebessüm ettim. Bu sözler, bu hareketler sadece ondan geldiğinde kendimi değerli hissettiriyordu. Uzanıp elimi kavrayan elini öptükten sonra başımı tekrar omzuna yasladım. Vücudundan yayılan o eşsiz koku ve sıcaklık beni her geçen dakika mayıştırıyordu. Kollarını bedenime dolayıp sarıldığında gözlerimi kapattım.

"Annenlerle bu durumu konuştun mu hiç?" diye sordum. Konu dönüp dolaşıp yine buraya gelmişti ama onların haberi olmadan buraya taşınmış olmayı aklımdan bir dakika bile uzaklaştıramıyordum. Ne tepki vereceklerini bilmemekle birlikte fazlasıyla gergin hissediyordum.

"Tek başıma konuşmamamı istememiştin. Henüz bir şey söylemedim."

"Teşekkür ederim." dedim hâlâ konuşmamış olduğu için. Bu konuşmayı ailesiyle benim tek başıma yapmam gerektiğini hissediyordum. İzin alması gereken kişi bendim. "Yarın sabah ilk işimiz anneni aramak olsun. Müsaitlerse öğleden sonra onlara gidelim. Bir an önce konuşmak istiyorum."

"Tamam gideriz, merak etme." dedi, parmakları sırtımda küçük bir gezintiye çıkarken. Sesi çok kısık çıkıyordu, muhtemelen o da uyumamak için ekstra bir çaba sarf ediyordu. Ona daha fazla işkence etmemek için gözlerimi kapatıp konuştum. "Hadi uyuyalım o zaman. Çok yorulduk bugün zaten."

Onaylar bir mırıltı çıkarttı. Yatakta kıpırdanıp bana biraz daha yaklaştıktan sonra kollarını sıkarak beni kendisine doğru çekti. Derin bir nefes verdikten sonra alnıma bir öpücük bıraktı ve birkaç dakika sonra odada onun düzenli alıp verdiği nefes seslerinden başka bir şey duymadım.

...

Araba daha önce de gelmiş olduğum tanıdık sokağa yaklaştığında derin bir nefes aldım. Heyecandan ellerim titriyordu.

Sabah uyanıp kahvaltımızı yaptıktan sonra ısrarlarım eşliğinde Alaz'ın annesini aramış ve müsaitlerse öğlen onlara geleceğimizi söylediğimizde, bizi kahve içmeye davet etmişlerdi. İçimde oluşan heyecan ve gerginlik kıpırtıları eşliğinde bir an önce hazırlanıp onlara doğru yola çıkmıştık. Yol tahminimden daha kısaEv görüş açıma girdiğinde derin bir nefes verdim.

"Annenle ben konuşacağım." diye önden belirttim. Hiçbir annenin oğlu kendisinden bir şey rica ettiğinde ona karşı çıkabileceğini sanmıyordum. Zaten Selma annenin de oğluna ne kadar düşkün olduğunun farkındaydım. Ayrıca bu durumda izin alması gereken kişi de bizzat ben oluyordum. "Sen konuşmaya katılmayacaksın, lütfen."

"O neden?" diye sordu arabayı yavaş manevralarla ilerleyip park ederken. El frenini çekip anahtarı kontaktan çıkarttığında emniyet kemerimi çözüp arabadan dışarıya çıktım. "Çünkü sen onun evladısın ve anneler evlatlarının üzülmesini istemez." En azından normal anneler.

"Ne oluyormuş ben onun evladı olduğumda?"

"Sen ne istersen kabul edecek. Ve hatta, belki de seni üzmemek için, normalde kabul etmeyeceği bazı şeylere bile göz yumacak. Kendimi zorla kabul ettirmek istemiyorum."

"Annem öyle bir şey yapacak birisi değildir." dedi elimi avuç içine alıp yürümeye başladığında. Ben de onu takip ettim. "Kendisi bir zamanlar, yani emekli olmadan önce, oldukça disiplinli bir sınıf öğretmeniydi ve ben de onun öğrencilerinden biriydim. O zaman bile bana asla taviz vermezdi."

"Olabilir, sen yine de ısrar etme hiçbir şey için. Uygun görmezlerse zaten kısa sürede kendime kalacak başka bir yer bulacağımı söylerim. Miray da bende kalabilirsin demişti zaten, en kötü oraya giderim."

Bir cevap vermek yerine sıkıntılı bir nefes verdi. Onu zorladığımın farkında olsam da aksi bir durum olursa onun evinde kendimi rahat hissedemeyeceğimin de farkındaydım. Şu an tek yapabileceğimiz şey annesinin benim Alaz'la birlikte yaşamamı bir sorun olarak görmemesini dilemek olabilirdi.

Bahçe kapısından içeriye girip çelik kapının ziline bastıktan sonra bir süre bekledik. Normalde onların yanında kendimi bir aile gibi hissetsem de şu an fazlasıyla gergindim. Çok geçmeden kapı açıldığında annesi gülümseyen yüzüyle bizi karşıladı. Birbirimize sarıldıktan sonra içeriye geçtik ve mutfaktan geçip arka bahçeye doğru ilerledik.

Alaz'ın babası, Hikmet amca, elinde gazetesiyle birlikte bahçe koltuklarında oturuyordu. Onda en sevdiğim özellik her aktivite için belli saat aralıklarının olduğu düzenli bir programı olmasıydı. Okuduğu köşe yazısına fazlasıtya odaklanmıştı, dikkatini bölmemek için sessizce karşısındaki koltuklara oturduk.

Hikmet amca bizi fark ettiğinde elindeki gazeteyi katlayıp koltukta yanına koydu ve ayağa kalktı. "Oo hoş geldiniz çocuklar." Alaz'la sarıldıktan sonra benim için de kollarını açık tuttu. Hafifçe gülümseyip ilerledim ve babasına sarıldım. Daha sonra karşılıklı olarak koltuklara oturup sohbet etmeye başladık.

Selma teyze de bahçeye geldiğinde muhabbete dahil oldu. Görüşmediğimiz günlerde ne yaptığımızı konuştuk. Selma anne Alaz'a babaannesinin söz dinlememesini şikayet etti. Onun bu haline hem üzüldüm hem de gülmeden edemedim. Neyse ki kendisi o tarz kaynanalara benzemiyordu. Konudan konuya geçerken sonunda Selma teyze benimle göz göze geldi.

"Hadi kahveleri hazırlayalım." dedi bana hitaben. Kafamı sallayarak koltuktan kalktım ve arkasından mutfağa ilerledim. Bu aslında baş başa konuşabilmemiz için harika bir fırsattı. Beraber mutfağa girdiğimizde Selma teyze oyalanmadan kahve kavanozunu çıkartıp tezgaha koydu. Ben de duvarda asılı olan cezvelerden birini alıp içine su doldurdum. Selma teyze fincanların olduğu dolaba yönelirken cezveye dört kaşık kahve koydum.

"Selma teyze..." diye seslendim elimdeki kahve kavanozunu tezgahın üzerine bırakırken. Fincanları çıkartmayı bırakıp yüzünü bana doğru döndü. Sanırım sesimdeki gerginliği o da fark etmişti. Devam etmem için tebessüm etti. "Benim sizinle konuşmam gereken bir konu var. Aslında böyle ayaküstü konuşmak belki doğru olmaz ama ben sizinle baş başa konuşmak istedim."

"Hayırdır kızım?"

"Ben kirada kaldığım evimden ayrılmak zorunda kaldım." dedim özet geçme açısından. "Annemlerle birkaç gün önce bir takım olaylar yaşadık. Artık bana maddi destek sağlamayacaklarını söyleyince evi boşaltmak zorunda kaldım."

Yüzüne bir şaşkınlık yayılsa da devamını dinlemek için sessiz kaldı.

"Bir yurda yerleşecektim ama hem dönem ortasında bir yer bulamadım hem de henüz bir işe girmediğim için onun ücretini karşılayamazdım."

"Biz ücretsiz kalacağım bir yer bulmanda yardımcı olabiliriz istersen." dedi hızlıca. Benim için endişelenmiş ve çözüm bulmaya çalışıyor gibi görünüyordu. Samimiydi. "Eminim Alaz'a da söylersen o da sana yardımcı olur."

"Evet. Söyledim. Aslında o bana başka bir şey teklif etti." dedim tepkisini ölçmek için. Merakla söyleyeceğimin devamını bekledi. "Bana evindeki boş odada kalabileceğimi söyledi."

Selma teyzenin kaşları aniden havaya kalktı. Yüzüne durumu anladığına dair bir ifade yerleşti. Bundan sonrasını devam etmek düşündüğümden daha zordu. İnsan rahatça karşısındaki kişiye sizin evinize yerleştim diyemiyordu.

"Ben de gidecek bir yerim olmadığı için kabul ettim." Bunu sesli söylemek bile berbat bir histi. Kendimi bana ait olmayan bir şeyin üzerine konmuş gibi hissediyordum. "Ama bir süreliğine tabii. En azından ben kendime bir iş bulana kadar... Sonrasında kalacak başka bir yer bulurum, size yük olmam."

"Saçmalama kızım, ne yükü?" dedi ellerini omzumdan koluma doğru indirirken. "En doğrusunu yapmış Alaz. Öğrencisin sen; yemek, okul ücretleri derken çalışsan bile zaten elinde bir avuç para kalacak. Bir de konaklamayla elindekinden olma. Eğer sizin için birlikte yaşamakta bir sorun yoksa, bizim için de bir sorun yok. İstediğin kadar orada kalabilirsin."

"Gerçekten mi? Sorun değil mi?" diye sordum şaşalayarak. Buraya gelirken kafamda türlü türlü olası cümleler kurmuştum. Selma teyzenin ne kadar anlayışlı biri olduğunu tahmin etsem de bu kadarını beklemediğimi en azından kendime itiraf etmem gerekirdi.

Kocaman bir kahkaha attıktan sonra kollarını dolayıp bana sıkıca sarıldı. Ben de sarılmasına karşılık verirken güvenle gözlerimi kapattım. Kendimi onun yanında gerçekten bir çocuk gibi hissediyordum. Bana bugüne kadar hissedemediğim o anne şefkatini çabasızca hissettiriyordu.

"Teşekkür ederim..." dedim kısık bir sesle, "... Selma anne."

"Güzel kızım benim." dedi saçlarımı okşarken. Sonra kafamın üzerine bir öpücük bırakıp benden ayrıldı. "Küçük sorununu da hallettiğimize göre..." Kısa bir süre etrafa bakındı. "Sen hadi kahvelerimizi yap, ben de bahçeye geçiyorum."

Başımı sallayarak onu onayladığımda yanağımı sevip mutfaktan çıktı. Cezveye kahve, su ve şeker koyduktan sonra  kısık ateşte pişirdim. Kahve kabarmaya başladığında ateşten alıp fincanlara doldurdum ve tepsiyle birlikte bahçeye doğru ilerledim.

Yanlarına doğru ilerlememle Alaz ve babasının derin bir sohbetin içinde olduğunu fark ettim. Tekneler üzerine konuşuyorlardı. Alaz'ın böyle bir konuya ilgisi varsa bile bana hiç bahsetmemişti. Kahvelerini uzatmamla birlikte konuşmaları kesildi ve annesi devreye girdi.

"Naz pek bir hamarat, maşallah." dediğini duydum. Yüzümde kocaman bir tebessüm yerleşirken Alaz da bana bakıp gülümseyerek tepsiden kahvesini aldı. Kendimi tuhaf bir şekilde sıcak aile ortamında hissediyordum. İnsan ailesini seçemiyor deseler de bence bu yanlıştı. İnsan kendisini yanlarındayken güvende hissettiği kişileri kendine aile olarak seçebilirdi.

Kahvelerimizi içip birkaç saat daha oturduktan sonra kalkmak için izin istedik. Her ne kadar akşam yemeği için ısrar etseler de Alaz evde yemeğimizin olduğunu söyleyerek tüm ısrarları savuşturdu. Vedalaştıktan sonra bizi kapıya kadar geçirdiler. Arabaya binerken son kez birbirimize el salladık ve arkamızdan kapıyı kapattılar.

Alaz arabayı çalıştırdıktan kısa süre sonra park ettiğimiz yerden ayrıldık ve evimize doğru ilerledik. Her ne kadar konuşmanın sonucunu onunla bir an önce paylaşmak istesem de bunu yüz yüze konuşabileceğimiz bir ana saklamayı tercih ettim. Tepkilerini görmek ve ona sıkıca sarılmak istiyordum.

Yol boyunca ona babasıyla konuştuğu tekneler hakkında sorular sordum. Bana küçükken her yaz deniz kampına gittiğini ve ilerleyen süreçte bir süre kaptanlık eğitimi aldığından bahsetti. Ama üniversite eğitimi başladığında ne yazık ki bunlara ara vermek zorunda kalmıştı.

O bana kamptaki anılarını anlatmaya devam ederken ne ara geçtiğini anlayamadığım bir sürede evimizin sokağına geldik. Arabayı park ettikten sonra dış kapıya yaklaştığımızda bu sabah bana verdiği anahtarla kapıyı açmamı istedi. Yüzümde aptal bir sırıtma ile anahtarı kilide yerleştirdim ve çevirerek kapıyı açtım. Merdivenleri çıktık ve dairesinin bulunduğu kata geldik. O kapıyı da ben açtım.

Karabiber bizim sesimizi duymasıyla havlarken Alaz da ayakkabılarını çıkartıp içeriye girdi. Ben de içeriye girdikten sonra arkamdan kapıyı kapatarak salona ilerledim. Artık annesinin bana verdiği cevabı ona da söylemeye hazırdım. Salona girdiğimde ise adımlarımı duraksatıp gülümsememi ikiye katlayacak bir manzara gördüm. Karabiber onun bacakları arasında dolanarak oyun oynuyordu ve Alaz da buna yerinde sabit durarak izin veriyordu. Bu benim, belki de bu hayatta görebileceğim en tatlı manzaraydı.

"Bu arada yoldayken konusunu açmadım ama kahveleri hazırlarken annenle durumu konuştuk." dedim daha fazla dayanamayarak. Ama susup bekledim. Yüzünü bana doğru döndüğünde meraklı ve endişeli bir hali vardı bu yüzden çok bekletmeden konuşmama devam ettim. "Onlar için bir sorun olmadığını söyledi. Burada istediğim kadar kalabilirmişim."

Rahatlayarak yüzüne bir zafer gülümsemesi yerleştirdi. Ben de bu konuda en az onun kadar rahattım artık. En başından beri aynı cümleleri bana kendisi de kuruyor olsa da annelerinden aynı cevabı almak içime su serpmişti. Birkaç adım atarak bana doğru yaklaştı.

"Sana söylemiştim. Artık kafanı kurcalayacak bir şey kalmadığına göre..."

"O zaman burada biraz daha kalabilirim." diye tamamladım cümlesini, o beni kolları arasına alırken. Kafamı göğüsüne yasladım, benim de yüzüme hafif bir tebessüm yayılmıştı. Burayı seviyordum, güvenli hissettiriyordu. Ev gibiydi. Başımın üzerinden öpüp yanağını kafama yasladı.

"Sonsuza kadar kalabilirsin."

🩺

dan diye bitti bölüm ama bundan sorası hepinizin bildiği rutin hayat olduğu için uyumalarına kadar yazmak istemedim. sonraki bölüm bu kitabın son kaosu var. o yüzden kemerlerinizi bağlayın ve koltuklarınıza yerleşiniz.

finale de 4 bölüm kaldığını buradan 🥹 şu şekil bildirmek isterim. hayır ağlamıyorum.

bir de yaz için yeni bir texting kurgu yayınladım, belki ona da bakmak isterseniz profilimde mevcut🥹

Seguir leyendo

También te gustarán

822 149 25
Sen ağladıkça sevgilim, kalbimdeki delik büyürdü. Delik kalbe sahip bir adamla, o boşluğu dolduracak olan, beynindeki tümörle ve akciğerlerine yapışa...
1M 56.6K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
81.2K 608 6
Hayatım yalan ve entrikalar üzerinden ilerlerken ben sadece birilerinin piyonu olma vazifesini üstlenmiştim. Belirsizlik her geçen gün canımı acıtıy...
132K 12.9K 17
TAMAMLANDI. *** "Yarım kilo kestane alabilir miyim?" ***