PSİKOLOG BEY

By welkamtuhell

3.5M 206K 64.8K

❝Seninle birlikteyken kendimi çok güvende hissediyorum, sanki evimdeymiş gibi.❞ Kleptomani hastası olan Naz... More

0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3
2.4
2.5
2.6
2.7
2.8
2.9
3.0
3.1
3.2
3.3
3.4
3.5
3.6
3.7
3.8
3.9
4.0
4.1
4.2
4.3
4.4
4.5
4.6
4.7
4.8
4.9
5.0
5.1
5.2
5.3
5.4
5.5
5.6
5.7
5.8
5.9
6.0
6.1
6.2
6.3
6.4
6.6
6.7
6.8
6.9
7.0 • final
önemli açıklama

6.5

18.1K 1.2K 446
By welkamtuhell

selammmm. nabersiniz, nasıl gidiyor?
benim çok berbat ve yoğun ve stresli...🥲

son feci bisiklet - galiba sevmiyorlar

🩺

Başım çatlıyordu.

Bir süredir yarı uyur yarı uyanık vaziyetteydim ama yatakta uzanıp hiç uyanmamış olmayı diliyordum çünkü bu ağrı beynimin tam orta yerine saplanıp kalmıştı. Düne geri dönme şansım olsa içmemeyi tercih ederdim, ya da en azından başıma ağrı saplanmasına sebep olmayacak kadar içerdim.

Sızlanıp yatakta yan döndüm. Saat kaçtı bilmiyordum ama Alaz yatakta yanımda değildi. Telefonumu o günden sonra annemden almadığım için Alaz'dan da bir haber alamıyordum. Muhtemelen yine erkenden çıkıp hastaneye profesörünün yanına gitmesi gerekmişti. Bu sefer kolumun altında günaydın notuyla birlikte duran bir buket çiçek yoktu ama. Sen de iyi alıştın bu çiçek işine Naz.

Oflayıp duvardaki saate baktım ve gözlerimi tekrar kapattım. Uykumu alamamıştım ve uyanmak istemiyordum. Başıma saplanıp kalan ağrı da uyanık kalmak istememe hiç yardımcı olmuyordu. Bugün de okula gitmesem ne olabilirdi ki? İçimde oluşan ufak vicdan azabıyla birlikte yatakta yatmaya devam ettim. Kendime gelecek için bir takım sözler verdiğim hayatımın ilk gününden dersleri bu kadar kaytarmam hoş değildi ama zaten işin ucu kaçmış vaziyetteydi. Belki de bugün, o azimle çalışacağım hayata başlangıç yapmak için uygun bir gün değildi. Hem bugün pazartesi bile değildi.

Tam uykuya tekrar teslim olacakken odanın kapısı birden bire açıldı. Evden benden başka birinin olmadığını düşündüğüm için olduğum yerde irkilip hızla gözlerimi açtım. Aynı anda apar topar yatakta oturur vaziyete geldim. Alaz omzunu kapının kenarına yaslamış gülümseyerek bana bakıyordu. Sabah sabah bu enerjiyi nereden bulmuştu hiçbir fikrim yoktu. Ama benimle ilgilenmekten en sonunda keçileri kaçırmıştı sanırım zira ben ortada sabahın köründe gülümseyerek ifade edilecek bir şey göremiyordum.

"Ne yapıyorsun sen be evde?" dedim uyku sersemi bir halde. Adamın kendi evinde ne yaptığını sorgulamak da tam sana yakışan bir hareketti Naz. "Ben seni hastaneye gittin sanmıştım." dedim sonradan durumu toparlamaya çalışarak. Sabah salaklığım da ayrı bir utanç verici oluyordu. Bir elimle yüzümü ovuşturdum. "Ondan sordum yani..."

"Gitmedim daha ama asıl sen ne yapıyorsun hala yatakta. Saat kaç oldu, okul için hazırlanman gerekmiyor mu?"

"Hazırlanıyordum zaten." diye beyaz bir yalan söyledim. Bembeyaz bir yalan. Üzerimdeki pijamalar ve hala gözümde duran çapaklar bu yalanımı ele verdi tabii. Alaz'ın kaşları şüpheyle havalandığında pes eder gibi bir nefes verdim. Bir şey demeden elini yataktan çıkmam için hızlı hızlı salladı. Bir yandan da halime gülüp kafasını iki yana sallıyordu. "Hadi, hadi kalk. Git elini yüzünü yıka sonra da hazırlanıp kahvaltıya gel. Amma uyuşuk bir şey oldun sen."

Ters bir bakış attıktan sonra üfleyerek ve sürünerek yataktan çıktım. Yanından geçip giderken eliyle zaten karmakarışık olan saçımı dağıttı. Yüzümü arkaya doğru çevirip ona kötü bir bakış daha attım. Odadan çıkıp mutfağa doğru ilerlediğinde ben de ayaklarımı yerde sürüye sürüye lavaboya doğru ilerledim. Aynanın karşısına geçip musluğu açtıktan sonra yüzüme uykumun açılması için birkaç defa soğuk su çarptım.

Havluyla ıslak yüzümü hafifçe kuruladıktan sonra doğru direkt mutfağa doğru ilerledim. Karnım açlıktan sırtıma yapışmış vaziyetteydi, bir şeyler yemeden evden çıkabileceğimi sanmıyordum. Ama kendime kahvaltı hazırlayacak kadar uzunca bir vaktim olmadığı için ayaküstü bir şeyler atıştırmaya karar verdim. Bir şeyler atıştırmak için girdiğim mutfakta karşımda kocaman bir kahvaltı sofrası hazır şekilde duruyordu. Şaşkınlıkla gözlerim açılırken, midem kendini bana hatırlatır gibi sessizce guruldadı.

"Yuh, bu ne?" dedim olduğum yerde kalırken. Alaz masanın bir ucuna oturmuş telefonundan bir şeylere bakarken bir yandan da elindeki bardağıyla çayını içiyordu. Sabahın çok erken saatinde kalkıp her şeyini halletmiş gibi rahat bir görüntüsü vardı. Kıyafetlerini giymiş, saçını özenle taramış ve Zihni benimkinin aksime açılmış gibi de duruyordu. "Sen bize kahvaltı mı hazırladın?"

"Kahvaltı yapmadan mı gidecektin okula?"

"Cık." dedim dilimi damağıma vurup itiraz ederken. "Çok açım zaten."

"Hadi gel." dedi yanındaki sandalyeyi geriye doğru çekerken. Daha fazla bekletmemek için hızlıca yanına gidip oturdum. Saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken sofraya alıcı gözüyle baktım. Kırılmış yumurtadan tut da kızartılmış ekmeğe kadar her şey vardı. Çaydanlıktan bardağıma çay doldurduğunda ben de ekmeklerden birine uzandım. Üzerine heyecanla reçellerden biri sürdüm. Yaptığı reçellerin ne kadar güzel olduğuna hâlâ inanamıyordum.

"Şu suratının haline bak bir." dedi çaydanlığı yerine geri koyarken. "Bu kadar küçük şeylerden mutlu olabiliyor olmanı çok seviyorum ve takdir ediyorum." dedi bana bakıp çayından bir yudum almadan önce. Ağzıma attığım ekmek dilimiyle birlikte ona bakıp gülümsedim. Bu kadar küçük şeylerden mutlu olabilme sebebim oydu. Bana yaptıklarıyla kendimi değerli hissettiriyordu ve hazırladığı bu kahvaltı o detaylardan yalnızca ufak bir kısımdı.

"Sen yemiyor musun?" diye sordum önceden bir şeyler yemiş olduğunu tahmin etmeme rağmen. Yine de elimdeki ısırmış olduğum ekmek diliminden bir parça koparıp ona uzattım. İtiraz etmeden uzattığım parçayı yese de sonradan kafasını geriye doğru çekti. "Sen ye, senin onlar. Ben masayı hazırlarken yaptım kahvaltımı. Saat erken diye uyandırmadım ama seni."

İtiraz etmeden elimdeki dilimi bitirdim. Sahanda kırılan yumurtadan çatal yardımıyla bir parça aldım ve ardından çayımdan bir yudum içtim. Sıcak çay boğazımdan geçerek hem ayıltıcı hem de rahatlatıcı bir his bıraktı. Geç kalmamak için hızlıca yaptığım kahvaltıdan sonra bulaşıkları toparlayıp makineye yerleştirdim. Alaz da bana yardımcı oldu. Daha sonra odaya geri dönüp onun dolabından kendime giyebileceğim bir şeyler bulmaya çalıştım. Aynı hafta içinde ikinci kez aynı kıyafetle okula gitmek istemiyordum.

Alaz'ın dolabını kurcalarken geçenlerde üzerinde gördüğüm ve çok beğendiğim lacivert gömleği buldum. Şöyle bir alıcı gözüyle gömleği inceledikten sonra yüzümü aynaya çevirip gömleği üzerime doğru tuttum. Benim için fazla büyük olduğu ilk bakışta belli olsa da bunu umursamadan omuz silkip gömlekle birlikte odadan çıktım. Oversize giymeyi tercih edeceksin diyelim biz ona Naz. Doğru. Hem bol giyinmek şu aralar modaydı, modaya uymak lazımdı.

"Alazz..." diye bağırdım evin içinde dolanırken. Mutfaktan çıkan sevgilimle koridorda denk geldik. Yüzümde bir sırıtışla gömleğini hızlıca üzerime doğru tuttum. "Okula aynı kıyafeti giymek istemiyorum da, ben bugün bunu giyebilir miyim? Yani senin için özel bir anlamı falan yoksa tabii. Ama giymemi istemezsen kendime başka bir şey de bulurum."

Her çok konuştuğumda yaptığı gibi kollarını göğüsünün altında birbirine doladı. Durumu anlayıp susmak için dudaklarımı birbirine bastırdığımda hafifçe kıkırdadı. Kocaman açtığım gözlerimle vereceği cevabı beklerken kafasını yukarı aşağı ağır ağır salladı ve "İstediğini giyebilirsin." dedi, bir yandan da ağır ağır bedenimi süzdü. "Ama biraz büyük olur o sana sanki?"

"Biliyor musun..." diye bir duraksamanın ardından arkamı dönüp gömlekle birlikte odaya doğru ilerledim. "O kısım hiç önemli değil."

Arkamdan sağlam bir kahkaha sesi duydum ve hemen ardından "Delisin, deli." diye söylendi. Gömleği askısından çıkartıp yatağın üzerine bıraktıktan sonra askıyı dolapta yerine astım. Ardında kendi üzerimdeki pijamayı çıkarttım. Dünkü açık mavi pantolonumu geri giydim ve ardından gömleği üzerime geçirdim. Birkaç düğmesini ilikledikten sonra gömleği uçlarından pantolonumun içine soktum.

Üstten iki düğmesini iliklemediğim gömlek, üzerime tam oturmadığı için yakası normalden biraz daha açık kalırken aramızdaki kilo farkı nedeniyle sırtımdan da potluk oluşmasına neden olmuştu. Ceketle üzerini kapatabileceğim için o potluğu önemsemeden aynanın karşısına geçtim. Saçımı taradıktan sonra açık bırakmaya karar verdim. Çantamdan bulduğum kapatıcı ile göz altlarımdaki morluğu gizledim ve Alaz'ın parfümünden birkaç fıs sıkıp çantamı da omzuma asarak odadan çıktım.

Salonda oturmuş beni bekleyen Alaz'a seslenirken, benim uyuşuk hazırlanmam yüzünden ortaya çıkan geç kalabileceğimiz ihtimali ile birlikte, bir yandan da ayakkabılarımı giymeye çalıştım. Askıdaki ceketimi alıp içinden kollarımı geçirirken Alaz da yanıma geldi. Beni baştan aşağıya süzdükten sonra yanıma doğru yavaş yavaş ilerlemeye başladı. Ceketin içinde kalan saçlarımı dışarıya çıkartırken alttan alttan ona baktım. Bir adım daha atıp aramızdaki o son küçük mesafeyi kapattı.

Kafasını boynuma doğru eğerken bir eliyle de belime sarıldı. Burnunu boynuma dayadıktan sonra derin bir nefes aldı. Onun aldığı nefesle birlikte benim gözlerim kapanırken dönmeye başlayan başımla birlikte elimi kolunun üzerine yerleştirdim. Zaman kavramını unutmak üzereydim. Onun çekimi altına girmemek imkansıza yakın bir şeydi. Birden boynuma bıraktığı ıslak öpücükle birlikte gözlerimi açıp kendime geldim.

"Benim parfümümden sıkmışsın." dedi. Sesi neredeyse boğuk çıkıyordu. Kafası hâlâ boynumun yanındayken sertçe yutkundum. Kalbimin ritmi altüst olmuş, dört nala koşuyor gibi çarpıyordu. Boğazımdan çıkardığım mırıltıyla onu onayladım. Dudaklarımı aralasam bile sesim dışarıya çıkar mıydı şüpheliydim. "Tenine çok yakışmış."

Kollarımı kafasının üzerinden dolayıp ona sıkıca sarıldım. Dudaklarımı alnına bastırıp yumuşak bir öpücük bıraktım. Sonra da kafamı biraz kıpırdatıp burnumun uçunu saç diplerine sürttüm. Derin bir nefes alıp bana daha sıkı bir şekilde sarıldığında birden bire duvarda asılı duran saate bakıp onu omuzlarından ittirerek uzaklaştırmaya çalıştım.

"Yapma. Hadi geç kalacağız." dedim ikimiz de daha fazla kontrolü kaybetmeden. Son zamanlarda bu konudaki tutumunun değiştiğini fark etsem de şu an bunun hiç yeri ve zamanı değildi. Bu kadar erkenden kalıp da derse geç kalmaya hiç niyetim yoktu. Bu tepkinin,özellikle de dün geceden sonra, benden gelmesine şaşırdığını hissetsem de dediğimi yapıp yavaşça benden uzaklaştı.

Evet dün geceyi tüm rezil anlarıyla birlikte hatırlıyordum ama bunu hiçbir şekilde ona söylemeyecektim.

Ayağımızın dibinde durup bize bakan Karabiber ile vedalaşmak için dizlerimin üzerine çöktüm. Ön patilerini bacağımın üzerine yerleştirip avuç içimi yaladı. Ben de başının üzerini sevdikten sonra bir öpücük bırakıp ayağa geri kalktım. Alaz, ceketini kolunun üzerine attırmış bizi bekliyordu. Başımı hadi der gibi eğdikten sonra dış kapıya doğru yürüdüm, o da arkamdan geldi.

Evden çıkıp apartmanın merdivenlerin aşağıya inmeye başladık. Geç kalma telaşına kapıldığım için onun bana yetişmesini beklemeden acele ile zemin kata kadar indim. Apartmandan çıkmak için dış kapıyı açıp o gelmeden kapının kapanmaması için kapının önünde dikildim. Yanıma geldiğinde avuç içini kapıya yaslayıp önden geçmem için bir işaret yaptı. Hafifçe gülümseyip dışarı çıktım. Arkamızdan duyulan kapının kapanma sesiyle birlikte omzumun üzerinden attığı koluyla beni kendine doğru çekti.

"Ne var bu kadar telaşa kapılacak, anlamıyorum ki? Ne olursa olsun tam vaktinde yetiştiririm ben seni." Uzaktan kumanda ile kilidi açtı. Arabanın yanına geldiğimizde birbirimizden koltukların olduğu tarafa doğru ayrıldık. Arabaya binip şöför koltuğunun yanındaki koltuğa yerleştim.

"Fazla mı abartılı konuşuyoruz acaba? Hayır yani trafik denen bir şey var." dedim emniyet kemerimi kilidine yerleştirirken. O da arabaya bindikten sonra kapısını kapatıp kemerine uzandı. "Hah." der gibi alayla gülümsedi. Kemeri taktıktan sonra vitesi birkaç hamleyle değiştirdi. Araba park ettiğimiz yerden ayrıldı ve yola karıştı.

"Senin şu sevgiline güvenmeme huyun beni öldürüyor gerçekten."

"Güveniyoruum!" diye itiraz ettim. Böyle söylemesi kendimi savunmaya geçirmek zorunda bırakmıştı. Yakın geçmişte bu konu hakkında sorunlar yaşamış olsak bile zamanla ona gerçek anlamda güvenir olmuştum. Herhangi biri bana onun hakkında bir şey söylese, söyleyen kişiden çok Alaz'ın bana ne diyeceğine inanırdım. Artık yanlış anlaşılmaları önlemek için onunla açıkça yüzleşmem de cabasıydı.

"Yanlış anlama beni. Güvenmek zorunda değilsin. Zamanla-"

"Ya gerçekten güveniyorum!" dedim bir kez daha tekrar edip. Ne desem onu ikna edebilirdim, emin değildim. Önceden de böyle söylediğimi biliyordum ve bunun için de fazlasıyla pişmandım ama bu seferki farklıydı. Karşındakinin hoşuna gitsin diye ezbere kurulan cümlelerden biri değildi. Tamamiyle içimde hissediyordum.

Direksiyondan çektiği elini yanağıma yerleştirip okşadı. Beni sakinleştirmeye çalışıyordu sanırım ve bunda başarılıydı da. Belki az önce sesim biraz yüksek çıkmış olabilirdi, söylediklerine inanılmaması bazen tetikleyici oluyordu. Kafamı eline doğru hafifçe eğdim.

"Bunu duyduğuma ne kadar sevindiğimi sana anlatamam." dedi yüzüme kısa bir an bakıp. Yüzünde hafifçe belli olan bir tebessüm vardı. "Teşekkür ederim."

"Asıl ben özür dilerim. Önceden yaşanan durum için."

"Özür dileme, geçmişte kaldı sonuçta. Bizim için önemli olan şu an." dedi araç okulun kampüsüne giriş yaparken. Arabayı buraya park ettikten sonra kendisi de hastanenin bahçesine doğru ilerleyecekti. Okulumuzun en ve belki de tek sevdiğim özelliği hastanenin, kampüsün dibinde olması olabilirdi. Birkaç adımlık mesafede olmasını seviyordum.

Herkes sınıflara çekildiği için bahçe neredeyse boştu. Arabadan indikten sonra etrafında dolaşıp onun olduğu tarafa doğru ilerledim. O da arabadan indiğinde kapıyı kapattı ve anahtarla arabayı kilitlemeye odaklandı. Kilide basarken o daha ne olduğunu anlamadan yanağına hızlı bir öpücük bırakıp geriye çekildim. Şaşkınlıkla kafasını bana doğru çevirdi.

"Teşekkür ederim." dedim. Her durumu karşılayan bir teşekkürdü bu çünkü hayatımda ona teşekkür edeceğim çok şey vardı. Beni bugün okula bıraktığı içindi bu teşekkür. Tüm olanlara rağmen benden vazgeçmediği içindi. Anlayışlı olduğu içindi. Aynı zamanda en başından beri yanımda olduğu için ettiğim bir teşekkürdü. O olmasaydı kendimde ne bugün okula gelecek gücü ne de kendi ayaklarımın üzerinde durabileceğimin cesaretini bulamazdım.

Bunların hepsini tek bir cümleye sıkıştırmak ya da her ne kadar hissettiklerimi anlatıyor olsa da klasikleşmiş o kalıp cümleleri kurmak ona yaptığım bir haksızlıkmış gibi hissettiriyordu. Ona tüm bu yaptıkları için söyleyebileceğim başka cümlelerim olsa sabaha kadar uzun uzun konuşabilirdim. Ama sanki bir şey dilimi bağlıyor, beni çaresiz bırakıyordu. Tek dileğim ne hissettiğimi söyleyemesem bile anlayabiliyor olmasıydı.

Farklı yönlere gideceğimiz için ayrılmadan önce arabanın önünde öpüşüp sarıldık. O okulun yanındaki uzmanlık eğitimi aldığı hastaneye doğru ilerlerken ben de dersliğimin olduğu fakülteye doğru ilerledim. Ara ara merakla geriye dönüp ona baktığımda sanki hissediyormuş gibi her defasında o da bana baktı. En sonunda gözden kaybolmadan önce son kez el sallayıp gülümsedim.

Kısa bir yolu yürüdükten sonra kendi fakültemin önüne geldim. Fakültenin merdivenlerinden çıkarken tanıdık birileriyle karşılaşmamak için gözlerimi basamaklardan ayırmadım. Dersin işleneceği sınıfa girdikten sonra en arkalara geçme yerine en ön sıraya eşyalarımı bırakıp sandalyeye oturdum.

Dersin başlama saatinden birkaç dakika sonra hocamız dersliğe geldi ve eşyalarını masasına bıraktıktan sonra hızlı bir şekilde dersi anlatmaya başladı. Bir yandan anlattıklarını dinlerken diğer yandan da çıktılarım yanımda olmadığı için söylediği her şeyi not almaya çalışıyordum. Yorucu birkaç dersin ardından öğle arasına girdik ve bende az da olsa nefes alabileceğim bir zaman dilimi bulduğum için derin bir nefes verdim.

Eşyalarımı çantamın içine toplayıp askılarından omzuma astıktan sonra ceketimi de elime alarak sınıftan çıktım. Sıla'nın bugün dersi yoktu, o yüzden onun dersliğine gitme fikrini direkt aklımdan sildim. Tekin'le konuşmak istemiyordum. Yanında rol yapmama gerek olmayan, halimden anlayan birilerine ihtiyacım vardı ve Tekin kesinlikle onlardan biri değildi. Okulda şu aralar olan şeyleri oturup konuşmak isteyeceğim yakın olduğum başka birileri de olmadığı için kampüsten çıkıp yan taraftaki hastanenin bahçesine doğru ilerlemeye başladım, bir umut belki Alaz'ı görebilirim diye.

Bahçede ilerledikçe bu fikri aptalca bulmaya başladım çünkü telefonum yoktu ve kocaman hastaneyi didik didik ederek onu aramak istemiyordum. Daha kötüsü Alaz'ı bulabilsem bile yanına gidebileceğimden emin değildim. Şu an onunla konuşamayacağım kadar çok yoğun olabilirdi. Profesörü benimle konuştuğunu görürse ona kızabilirdi. Ayağına bağ olacaktım belki de. Bu düşüncelerle adımlarım yavaşladı ve sonra da durdum.

Derin bir nefes aldıktan sonra bu fikrin aptalca olduğuna kesin bir şekilde karar verip hastane kapısına arkamı döndüm. Birkaç adım attığım sırada çalıların arasında kısa duvarın üzerine oturmuş olan Doğukan ve Alaz'ı gördüm. Ellerindeki karton bardaklarla bir şeyler içip aynı zamanda da sohbet ediyorlardı. Birden Alaz'la göz göze geldik ve anlatmaya devam ettiği şeyi yarıda kesti. Doğukan da Alaz'a baktıktan sonra ne olduğunu anlamak için kafasını benim olduğum tarafa çevirdi.

İkisiyle de göz göze gelince omuzumun hizasında havaya kaldırdığım sol elimi salladım ve yüzüme beceriksizce ani bir tebessüm yerleştirdim. Doğukan elini havaya kaldırıp yanlarına gelmem için bir işaret yaptı. Havada duran elimle çantamın askısını kavrarken ağır adımlarla yanlarına doğru ilerlemeye başladım. Alaz oturduğu yerden hızlı ama basit bir hamle ile aşağıya indi, böylece onu baştan aşağıya süzme fırsatı buldum. Sabahki kıyafetlerinin üzerine giydiği beyaz önlüğü çok yakışmış, hatta sanki ayrı bir çekicilik katmıştı. Sıkıntılı bir nefes verdim.

Aramızda kapatılması gereken son birkaç adım kaldığında sol kolunu açarak bana yaklaştı. Yarattığı o boşluğa doğru sokulup kolumu beline doladım. O da hemen ardından bana sıkıca sarıldı. Kafamı göğüsüne yaslarken gözlerimi de yavaşça kapattım. "Selam."

"Ve aleyküm selam." diye yanıtladı Doğukan.

"Hayırdır Doğukan?"

"Dünden sonra içkiye tövbeliyim." dedi Şaşkınlık ve şüpheyle kaşlarım havaya kalktı çünkü aramızda alkole en düşkün olan kişi Doğukan'dı. "Birkaç günlük falan tabii... Sende durumlar nasıl?"

"Bok gibiyim. Ağrıdan başım çatlıyor." diye dürüstçe yanıtladım ufak bir sızlanmayla birlikte. Bir elimi de alnıma götürüp hafifçe masaj yaptım. Sabahki ağrı hocanın aralıksız işlediği ders yüzünden ağrı şiddeti dozunu arttırmıştı. "Bir daha sabahına okulun olduğu günün akşamı içeni..."

"Al benden de o kadar. Ama Miray bizden de beter durumda." dedi elini durumun berbatlığını anlatmak için sağa sola sallarken. "En son odada bıraktığımda yanında bir kovayla birlikte yatıyordu. Kusmak için kalkacak hali bile yok. Dur hatta uyanmıştır artık, ben bir onu arayayım."

Cebinden telefonu çıkartıp birkaç noktaya bastıktan sonra kulağına yaklaştırdı. Alaz ve ben anlamsız bir şekilde telefonla konuşmalarını bekledik. Telefon açılıp Doğukan'ın yüzü gülümsediğinde aniden omzumun üzerinde bir baskı hissettim. Kafamı çevirdiğimde Alaz'ın çenesini omzuma dayadığını gördüm.

"Sen nereye gidiyordun öyle?" diye merakla sordu Alaz. İlk başta anlamasam da sonra kafasıyla yolu işaret edince yanlarına gelmeden önce beni gördüğünü hatırladım. Tüm bu konuşmalardan sonra takıldığı noktanın bu olmasına ise şaşırmadan edemedim.

"Geri dönüyorum kampüse." dedim usulca. Yalan da sayılmazdı hani. "Öğle arası diye yanına gelecektim ama vazgeçtim sonra. Koskoca hastanede dolaşıp seni aramak istemedim."

"Telefonun hâlâ yok değil mi?" diye bir durum tespiti yaptı. Başımı evet der gibi salladım. Telefonun ne kadar önemli bir araç olduğunu ondan haber alamadığımda fark etmiştim. İnsanın bir uzvu gibi oluyordu, özellikle de hayatında değer verdiği birisi olduğu zaman. "Yedin mi bir şeyler peki? Aç mısın? İstersen kantinden bir şeyler hazırlatırım sana."

"Bir şeyler yemedim ama aç da değilim." dedim bu sefer de kafamı iki yana sallarken. Aslında bir şeyler yiyebilirdim ama yürümeye üşeniyordum. Ayrıca şu an bulunduğum yer, yani Alaz'ın kollarının arası, ayrılmak istemeyeceğim kadar rahat ve sıcaktı, bunu bırakmak da istemiyordum. O sırada Doğukan ve Miray da yaptıkları telefon konuşmasını sonlandırdılar

"Ben açım. Hem de çok açım." diye araya girdi Doğukan. Telefondayken nasıl aynı anda bizim muhabbetimize dahil olmuştu hiçbir fikrim olmasa bile, onun aç olduğu bir an olmadığından emindim. Ağzının boş kaldığı her anda kendinin aç olduğunu sanıyor olması da yüksek bir ihtimaldi tabii. "Yemek konuştunuz daha da acıktım. Kantine gideceğim ben."

"Biz de gelelim." dedi Alaz. Eğer onu şu kadar zamanda az buçuk tanıma fırsatım olduysa ne yapıp ne edip bana kantinden bir şeyler alıp yedirecekti. Aç olmadığıma inanmıyordu. Ona göre ben, günün belli saat aralıklarında yemek yemezsem açlıktan ölecek vaziyette ortalıkta geziyordum.

"Hadi o zaman. Oyalanmayalım, birazdan molamız da bitecek zaten." Doğukan'ın ilerlemeye başlaması ile biz de dediği gibi oyalanmadan onu takip etmeye başladık. Böylece ben de sıcak ve rahat kolların arasından çıkmak zorunda kaldım. Ben huysuz bir şekilde söylene söylene yürürken Alaz da ellerimizi birleştirip yanımda yürüdü. Kantine girdiğimizde küçük bir sıra olduğunu gördük. Doğukan tavandan asılı olan panodan yemek istediği şeyi seçerken ben de aynı listeye baktım.

"Ne yiyeceksin?" diye sordu Alaz. Kafasını yine kafamın yanına getirmişti. Ona yandan bir bakış attıktan sonra gözlerimi devirdim. Hafifçe kıkırdayıp yanağımı öptü. Sinirli görünmeye çalışarak dudaklarımdan kaçacak olan ufak bir tebessümü gizledim.

"Bak..." dedi ciddi bir sesle. Tekrar ona baktığım zaman bana gizli bir bilgi verecekmiş gibi fısıldamaya başladı. "Buranın çift kaşarlı tostu efsane oluyor. Yaptırayım sana bir tane."

"Alaz ya..." dedim sonunda dayanamayarak kıkırdarken, bana ne var der gibi kafasını salladı. "Ne inatçı keçisin. Tamam, yaptır bakalım." dedim pes ederek. Olduğu yerde kıpırdanıp kocaman gülümsedi. Bu gülümsemeyi tanıyordum, zafer gülümsemesiydi. Ağzımı açıp bir şeyler söyleyecektim ama neyse ki sipariş sırası bize gelmişti.

"İlhan abi, benim hesaba iki tane çift kaşarlı tost yaz." dedi eliyle havaya hayali bir karalama işareti yaparak. Tamam kabul etmeliydim ki bu havalı bir hareketti, şu eliyle yaptığı hani. Ama benim yemeklerimi onun ödemesini istemiyordum. Ve ne yazık ki akşamüstü psikiyatri seansıma gideceğim için şu an buna karşı çıkacak kadar bile param yoktu. En azından onu kendim ödemeliydim.

Tostumuz hazırlanırken bu sefer de etrafı incelemeye başladım. Hastane ortamlarını genelde pek sevmesem de şu an burada böyle durmaktan memnundum. Kendimi hastanede gibi değil de sokak büfecisinin birinde gibi hissediyordum. İçerisi çok renkli dizayn edilmişti.

Tostlarımız hazır olduğunda elimize alıp masalardan birine geçtik. Doğukan bizim aksimize tam anlamıyla bir öğlen yemeği siparişi vermişti. Bir tabak dolusu makarnayla birlikte masaya yerleşti. Alaz onun karşısındaki sandalyeye ben de Alaz'ın yanına oturdum.

"Bugün Atilla bey ile seansım var." dedim ortaya doğru. Alaz kolunu sandalyemin arkasına uzatınca fırsatı kaçırmadan başımı koluna yaslamıştım o yüzden yüzüne bakamadım. Doğukan şaşkınlıkla kafasını yemeğinden kaldırdı.

"Aaa bizim Atilla hoca mı?" dedi Alaz'a doğru. Alaz onu başını sallayarak onayladı sonra da bana döndü. "Kaçtaydı randevu? Benim bugün normalden biraz daha fazla hastanede kalmam lazım." dedi Alaz. Doğukan aniden kahkaha atacak gibi olup elini ağzına kapattı. "Birileri sağ olsun..."

"Öğleden sonra beşte. Ama sorun değil. Kendim giderim zaten ben." Emin misin der gibi baktığında bir kez de başımı sallayarak onay verdim. "Tamam o zaman. Sen işin bittiğinde kliniğe geç, ben de seansın çıkışına yetişmeye çalışırım. Birlikte döneriz eve." dedi.

...

"Bugünlük bu kadar olsun mu? Haftaya devam ederiz seansımıza."

"Şey..." dedim kısık bir sesle. "Ben bir sonraki seans için ne zaman gelebilirim bilmiyorum. Bu aralar okul yüzünden biraz yoğunum da..."

"Tamam hiç sorun değil. Bir sonraki seansı senin uygun olduğun bir gün için ayarlarız o zaman." dedi Atilla bey gözlerini bilgisayarın ekranından çekmeden. Oturduğum yerden ayağa kalkıp çantamı omzuma astım. Bana doğru uzattığı kağıtları elime alırken "Bunlar da ilaçlarının listesi. Etkisini görebilmen için ataklarından önce değil de düzenli olarak kullanman gerek ama."

"Tamam." dedim panikle başımı sallarken. "Dikkat ederim."

"Kendine iyi bak Naz." dedi ben odadan çıkarken. Aynı anda da defterine bir şeyler not alıyordu. Beni görmeyeceğini bilsem de saygıyla başımı eğip odadan çıktım. Kapıyı kapattıktan sonra sırtımı kapıya dönüp elimdeki kağıtlara baktım. Yapılan kan testiyle birlikte hormonlarımın kanımda normalden daha az bir seviyede bulunduğunu tespit ettiklerini söylemişti. Bu bazı hormonların eksikliği de dürtülerimin ortaya çıkmasına sebep oluyormuş.

Bu hormonların kandaki seviyesini normal seviyesine ulaştırmak şu an için tedavimin ana odağıymış. Böylelikle ataklarım azalacak ve hatta bir süre sonra benim bile fark etmeyeceğim bir noktaya gelecekmiş. Öyle söyledi yani Atilla bey. Bu sebeple de bana birkaç ilaç yazdı. Bu ilaçlar bana yıllardır istediğim o huzuru sağlayacaktı belki de, tabii düzenli kullanmam şartıyla.

Elimdeki kağıdı çantama sokuşturduktan sonra danışmana gidip seansın ücretini ödedim. Cüzdanımı, içinde kalan son elli lira ile bakıştıktan sonra fermuarını çekip çantama attım. Sanırım ilaçları almak için biraz daha beklemem gerekecekti, çünkü şu an bunu karşılayacak maddi güce sahip değildim. Kliniğin binasından çıkıp bahçedeki bankların birine oturdum.

Böyle bir güne kendimi daha önceden hazırlamamış olduğum için kendime kızıp duruyordum. Eğer zamanında kendim için biriktirdiğim bir miktar param olsa muhtemelen bugün bu kadar zorlanmazdım. Artık bir yerde çalışıp kendi paramı kazanmak zorundaydım ama ondan önce de yoluna koymam gereken bir okul hayatım vardı. Bugünkü dersi her ne kadar sıkı takip etmiş olsam da öncesinde girmediğim derslerin eksikliği fazlasıyla hissediliyordu.

Durumumun işin içinden çıkılamaz bir noktaya ilerlediğini fark ederken kliniğin önüne park eden tanıdık bir aracı fark ettim. Kısa süre sonra içinden gözlerimi üzerinden çekemeyeceğim kadar yakışıklı bir adam indi ve yanıma doğru yürümeye başladı.

"Hayatım?" dedi nasılsın der gibi bir tonlamayla. Bu aptal kelime insanın aklını başından alıp götürmemeliydi ama götürüyordu işte. Hem de geride kocaman bir aptal bırakarak... "Hmmm..." diye mırıldanabildim yalnızca.

"Bitti galiba, değil mi? Yetişemedim kusura bakma. Çok beklettim mi?"

"Sorun değil sevgilim. Yeni çıktım zaten ben de." Yüzümün yanlarından sarkan saçlarımı geriye doğru tarayarak yüzümü daha da ortaya çıkarttı. Sonra da alnıma ufak bir öpücük bırakıp geri çekildi.

"Hallettin mi her şeyi? Doktorun bir ilaç listesi falan verdi mi sana?"

Ne diyeceğimi bilemediğim için bir süre yüzüne bakakaldım. Ona karşı yalan söylemek istemiyordum ama eğer şimdi doktorun verdiği listeyi ona gösterirsem ilaçlarımı neden temin etmediğimi sorgular ve nedenini çok geçmeden anlardı. Ona ilaçlarımı ödetmek zorunda kalmak istemiyordum, benim için para harcamasını istemiyordum. Bu yalnızca bana kendimi kötü hissettirmiyor aynı zamanda ona da gereksiz bir yük oluyordu.

"Naz..." dedi bir şeyler söylemediğimi fark ettiğinde. "Bana her şeyi anlatabilirsin, biliyorsun değil mi?" diye hatırlatmada bulundu. Bir şey söylemeden yavaşça kafamı olumlu anlamda salladım. "Peki kan tahlilini ne için yaptırdığını, daha doğrusu tedavinin şimdiki aşamasının ne olduğunu bildiğimi de biliyorsundur herhalde?"

"Biliyorum."

"Güzel, o zaman bana söylemekten çekindiğin şey ne? Neden ben şu an yüzünde endişe görüyorum?"

"İlaçlarımı alamadım henüz." diye cevap verdim. Kelimeler sanki suçunu itiraf eden bir suçlu gibi çıkmıştı birden bire dudaklarımın arasından ama ona yalan söylemek istemediğime karar vermiştim. "Şu an alabilecek kadar param yok ama bana onları senin almanı da istemiyorum. Sürekli bir şeylerimi ödüyorsun. Lütfen yapma bunu. Kendimi kötü hissediyorum."

"Anlıyorum." diye sakin bir cevap verdi. En azından durumumu anlayıp isteğime itiraz etmemesi iyi bir şeydi. Ama kabul etmiş de sayılmazdı. Kafasında bir şeyleri ölçüp biçiyor, bir karara varmaya çalışıyor gibi duruyordu. En sonunda alt dudağını ıslatıp konuştu. "Peki borçla alsan?"

"Anlamadım. Ne demek istiyorsun?"

"Borç versem ben sana. Uygun bir zamanında geri ödersin, istersen. Onunla alsan ilaçlarını. Olmaz mı?"

Hiçbir şey demeden öylece kalakaldım. Durup düşünmek için değil, bana bu teklifi yapacak kadar düşünceli olduğunu kavrayabilmek için kendime zaman tanıdım. Onunla tanışmak için hangi iyiliği yaptığımın farkında olmasam bile minnettardım. Benim iyiliğimi düşünürken beni kırmayacak bir yol bulmaya çalışması içimde ona aşık olmaktan daha fazlasını hissetmeme sebep oluyordu.

"Sen neden böylesin ya?" diye mırıldandım en sonunda. Nasılım der gibi baktığında konuşmaya devam etme ihtiyacı hissettim. "Yani bu kadar ince düşünüyor olabilmen hiç mantıklı değil. Gerçekten artık sana ne diyeceğimi bilemiyorum."

"Evet diyebilirsin mesela." diye fırsattan istifade bir cevap verdi. Gözlerimi devirirken gülüşümü gizlemeye çalıştım. Sonra da usulca kafamı salladım. "Peki tamam, öyle olsun. Geri ödeyeceğim ama sonra sana."

Cevabımdan memnun olduğunu yüzüne yerleşen gülümsemeden anladım. Önden yürümem için elini ileriye doğru uzattı. Omzuma asılı olan çantamı askısından kavradıktan sonra en yakın eczaneye doğru yürümeye başladım, o da beni hemen arkamdan takip etti.

Eczaneye girmeden önce beni durdurup cüzdanından bir miktar para çıkarttı. Bu paranın borç olduğunu ona tekrar hatırlatarak aldıktan sonra içeriye girdiğimizde genç bir kız bizi karşıladı. Çantamdan çıkarttığım listeyi ona uzattım. Kısa bir süre inceledikten sonra arkadaki raflara doğru dönüp listeden yazan ilaçları tezgahın üzerine çıkartmaya başladı.

Üç kutu farklı hapı poşete yerleştirdikten sonra bana ne kadar tuttuğunu söyledi. Ücreti ödedikten sonra para üstünü de alıp poşetle birlikte dükkandan çıktım. Alaz kapının yanında kollarını göğüsünün altında dolamış şekilde dikilmiş beni bekliyordu. Ona paranın üstünü geri uzatmaya kalktığımda almayı reddetti.

"Borç verdiğim paranın tamamı şu an senin. Onu da lazım olan başka bir şey için harcarsın. Kalsın sende." İtiraz etmeden parayı cüzdanıma koyduğumda hızlı bir şekilde konuyu değiştirdi. "Evimize mi gidiyoruz?" diye sordu ben merdivenlerden inerken. Boğazımdan çıkan bir mırıltıyla onu onayladığımda yüzüne ani ve kocaman bir tebessüm yayıldı. Elimi avuç içine aldıktan sonra parmaklarımızı birbirine geçirdi.

Gün içinde yaşadıklarını bana anlatıp arabanın olduğu yere doğru ilerlerken duyduğumuz tanıdık bildirim sesiyle Alaz'ın adımları yavaşladı. Elimi serbest bırakıp cebinden telefonu çıkartırken ben de biraz daha ilerleyip kaldırıma çıktım. Muhtemelen işiyle ilgili hastaneden bir mesaj gelmişti. Son zamanlardaki yoğunluğu ile ben de bu duruma alışmaya başlamıştım.

"Naz." diye seslenip beni durdurdu. Arkamı dönüp yüzüne baktığımda elinde telefonunu tuttuğunu gördüm. "Bu mesaj sanırım sana." dedi elindeki telefonu bana doğru uzatırken. Şaşkınlıkla telefona doğru uzanıp avucumun içine aldım. Ana ekranda beliren mesaj daha çok uzun bir paragraf gibiydi. Kalbim sebebini henüz çözemediğim bir sebepten gümbürderken ekranda yazanları hızlıca okudum.

Kalp Hırsızı : Bugün Mualla Hanım'la konuştum, bundan sonraki ayların kirasını ona bizim değil senin ödeyeceğini söyledim. Evin anahtarı da onda. Bu telefonu da evde bırakıyorum ama sanma ki başın sıkıştığında bizi arayabil diye. Babam da ben de bugün seni hayatımızdan siliyoruz. Numaramızı da değiştiriyoruz, bize ulaşmaya çalışma. Dilediğin zaman gidip anahtarı kadından alırsın. Artık bizim desteğimiz olmadan da o evde dilediğin gibi yaşar, okulunu bitirirsin. Hoş bunu tek başına becerebilir misin babanla birlikte ondan pek emin değiliz ama artık bu gereksiz detayları önemsemiyoruz. Sadece bugün o çok güvendiğinin yarın yanında olmayacağını biliyoruz. Kimse seni sonsuza kadar çekemez çünkü. Şimdi sen ona güveniyorsun ama bir gün o çocuk senin nasıl bir kız olduğunu anlayacak, ve seni o gün bırakacak. Bunu yaşayarak deneyimlediğinde bu dediklerimi hatırlayacak, beni anlayacaksın. Ancak o gün geldiğinde başın sıkışırsa bile bizi arama, kendi başının çaresine kendin bak. Ne de olsa senin arkanı toplayacak bir ailen yok artık.

Gözlerimi cümlelerin üzerinde tekrar tekrar dolaştım. Okuduklarımı anlamaya, anladıklarımı sindirmeye çalıştım. Şu andan itibaren tamamen hayatımdan çıkmışlardı yani. Yerli yersiz azar işitmeyecektim. Aniden kapıma dayanıp karşımda belirmeyeceklerdi. Beni kontrol edemeyeceklerdi. Beni aramayacak, ne durumda olduğumu sormayacaklardı. Beni merak etmeyeceklerdi. Beni hiçbir zaman sevmedikleri gibi bundan sonra da sevmeye çalışmayacaklardı. Aile sevgisi ne demek hiçbir zaman öğrenemeyecektim.

Telefonu Alaz'a doğru geri uzatırken nefes alabilmek için başımı gökyüzüne doğru kaldırdım. Aniden yaşadığım farkındalığın yüzüme çarpmasıyla sersem gibi olmuştum. Bu durumu sindirmek için ufak da olsa zamana ihtiyacım vardı. Şu an her şey bana fazlasıyla gerçekdışı gibi geliyordu, inanamıyordum. Dudaklarımın arasından bir nefes verirken alt dudağımın titrediğini hissettim. Kulağıma ulaşan sesler boğuklaşmıştı. Duyabildiğim tek ses boğazımda atan kalbimin sesiydi. Elimi istemsizce üzerinde bir ağırlık varmış gibi hissettiğim göğüs kafesime götürdüm.

Omzumun üzerinde hissettiğim bir el ile kafamı gökyüzünden ona doğru çevirdim. Benim için endişelenmiş olduğunu görüyordum ama ona iyi olduğumu söyleyecek tek bir cümle kurmaya bile gücüm yoktu. Hissettiğim yalnızlık hissiyle birden ürperdim ve tüylerim diken diken oldu. Kollarımı birbirine dolayıp kendime sarıldıktan kısa süre sonra bir çift başka kol beni kendine doğru çektikten sonra bedenimin etrafına dolandı.

Elleri güvenle kollarımda ve omzumun üzerinde dolaştı. Derin bir iç çekip başımı göğüsüne yasladım. Bu durumun bana ne hissettiğimi keşfetmekten korkuyordum. Gözlerimin yanmaya başladığını hissettiğimde hızla kapattım. Ağlamayacaktım. Bir aciz gibi ağlamak istemiyordum. Benim bu duruma gelmeme sebep olan onlarken şimdi onlar için tek bir damla göz yaşı bile dökmeyecektim. Kendi celladına aşık olmuş bir zavallı olmak istemiyordum.

İçimde kendi kendime yaşadığım bu kavgayla kollarımı hırsla çözüp biraz geriye çekildiğimde Alaz da beni serbest bıraktı. Dolan gözlerimi daha yaş akmadan, kendi kendime verdiğim sözdeki gibi, elimle hızlı bir şekilde kuruladım. Boğazımda hissettiğim o yumruyu kuru bir öksürükle yok ettim. Elimi yumruk yapma isteğine inat Alaz'a doğru uzattım. Önce elime sonra bana dikkatle baktı. Elimi tutmadığını fark ettiğimde ısrar eder gibi tekrar uzattım.

"İyiyim ben. Hazırlıksız yakalandım, belki biraz da üzüldüm ama bunun olmasını ben istedim. Böylesi benim için daha iyi olacak."

"Emin misin, iyi olduğuna?"

Kafamı sallayarak onu onayladığında elime uzanıp kavradı. Arabaya doğru yürürken kafasını çevirip bana bakmayı ihmal etmedi. En sonunda araç görüş alanımıza girdiğinde uzaktan kumanda ile kilidi açtı. Kendi tarafıma geçip kapıyı açtıktan sonra koltuğa oturdum. Emniyet kemerimi bağlarken o da yanımda yerini aldı. Kemerimi bağladıktan sonra kafamı kaldırıp ona baktım.

"Eve gidebilir miyiz?" dedim tereddütle. Şu an bunu yapmak için doğru bir zaman mıydı emin olmasam da kararımı vermiştim bir kere. "Yapmam gereken son bir şey var." dedim kelimelerin üzerine baskılayarak. Kastettiğim şeyi anlayıp usulca başını salladıktan sonra arabayı çalıştırıp gideceğimiz yere doğru ilerledi.

...

Çok değil en fazla birkaç saat önce durduğum apartmanın önündeydim yine. Bu sefer ne korkuyordum ne de gergindim. Sadece belki bir parça kalbim kırıktı. Duvarda duran kapı zillerinden Mualla teyzeninkine bastım. Kamera sistemi olduğu için çok geçmeden kapı kim, olduğumuzu sormadan, otomattan açıldı. Alaz kapıyı ittirip açtığında ben de arkasından içeriye girdim.

İlk merdivenleri çıktıktan sonra birinci kattaki daireye doğru ilerledik. Mualla teyze kapının kenarında durmuş tebessümle bize bakıyordu. Hafifçe gülümseyip ona karşılık verdim. Kapının önünde durduğumuzu fark edince bir adım geriye çekilip eliyle içeriye geçmemiz için işaret verdi. Arkamı dönüp Alaz'a baktığımda gözlerini hafifçe kapatıp açtı ve bana onay verdi. Ayakkabılarımı çıkartıp evin içine doğru bir adım attım.

"Hoş geldiniz çocuklar."

"Hoş bulduk."

Alaz'ın da içeriye girmesinin ardından Mualla teyze bizi salona yönlendirip kapıyı kapattıktan sonra arkamızdan geldi. En son, kira kontratını imzalamak için girdiğim bu salonda iki yıldır hiçbir şeyin değişmemiş olduğunu fark ettim. Bu sıcaklık beni gülümsetirken sarı ve kahverengi tonlarının beraber kullanıldığı koltuklara doğru ilerleyip oturdum. Alaz da yanıma oturduktan sonra bir elini bacağımın üzerine yerleştirdi ve avuç içiyle okşadı.

"Nasılsın Mualla teyze?" diye sordum, Mualla teyze de salona girdiğinde. "İyiyim Naz kızım, nasıl olalım koşuşturmaca işte." diye bir cevap verdi Mualla teyze diğer odadan gelen çocuk seslerini gösterirken. İki oğlu bir kızı vardı. İlk çocuğundan on yıl sonra olan ikizleri ortaokul son sınıfa gidiyordu. Üstüne bir de evli olan en büyük oğlunun çocuğuna gün içinde o bakıyordu. Çok geçmeden salona Mualla teyzenin eşi Yusuf amca da yanımıza geldi.

"Ooooo. Bizim kız gelmiş. Nasılsın Naz?" diye sordu Yusuf amca.

"İyiyim, sen nasılsın Yusuf amca?"

"Biz de iyiyiz çok şükür kızım." dedi koltuğa otururken. Zamanında bacaklarından ameliyat olduğu için yürüyüşü de hareketleri de fazlasıyla dikkatli ve yavaştı. "Hayırdır bir sıkıntı yok inşallah?"

Gözlerimi yanımda oturan Alaz'a çevirdikten sonra "Aslında ben buraya sizinle bir şey konuşmak için gelmiştim." dedim.

"Kötü bir şey mi oldu kızım?"

"Yok Mualla teyze, kötü bir şey değil. Evle alakalı aslında. Biliyorsunuz ailem ödüyordu benim kiramı." Yavaşça başını sallayıp durumu onayladı Mualla teyze. Yusuf amcaya kısa bir bakış attıktan sonra konuşmaya devam ettim. "En son buraya geldikleri gün artık kirayı daha fazla ödemeyeceklerini söylediler bana."

"Evet bize bıraktılar bugün anahtarı. Onlara da söyledik ama bizi pek dinlemediler. Kiranın acelesi yok, uygun olduğunuz bir ara ödersiniz kızım. Bizim bir yere kaçtığımız yok ya."

"Mualla teyzecim teşekkür ederim ama gerçekten gerek yok. Hazır ay sonu da gelmişken..." Cümlemi toparlayamayacağımı anlayınca sustum. Dolandırmadan söylemek en iyisiydi. "Ben evden ayrılmaya karar verdim. Bana biraz süre tanırsanız birkaç gün içinde eşyalarımı toplar anahtarı da size en kısa sürede geri teslim ederim."

Bunu söylememi beklemiyor olmalılardı ki yüzlerine yayılan şaşkınlığı çabucak fark edebilmiştim. Mualla teyze ve Yusuf amca kısa süre birbirlerine baktıktan sonra Mualla teyze kafasını bize doğru çevirip usulca tamam der gibi salladı. "Peki kızım. Sen nasıl uygun gördüysen artık. Bekle ben sana anahtarlarını getireyim."

Oturduğu koltuktan ağır şekilde kalkıp küçük adımlarla koridora doğru ilerledi. Onun gelmesini beklerken Alaz elimin üzerine elini yerleştirip beni onaylar şekilde gülümsedi. Ona bakıp hafifçe gülümsedim. Verdiğim bu kararla birlikte birçok sorunu da beraberinde getirmiştim aslında. Bir süreliğine de olsa kendime kalacak bir yer bulmam gerekiyordu şimdi.

Parke zeminde ilerleyen terlik seslerini duymamla kafamı arkaya doğru çevirdim. Mualla teyze elinde anahtarla birlikte yanımıza geri gelmişti. Oturduğum yerden kalktığımda anahtarı bana doğru uzattı, avuç içimi uzatıp anahtarı aldım. Ardından da eline uzanıp vedalaşmak için öptüm.

"Biraz daha otursaydınız ya kızım." dedi elini geri çekip bana sarılırken. Sıkı bir sarılmanın ardından yavaşça geriye çekildim. "Gidelim biz Mualla teyze. Daha eşya falan toparlayacağız, çok işimiz var.."

"Sen de haklısın kızım. Bir isteğiniz olursa söyle bize. Yapar, yollarım ben bizim kızla."

"Teşekkür ederiz." dedim kapıya doğru ilerlerken. Arkamızdan bizimle birlikte kapıya kadar eşlik ettiler. Onları bekletmek istemediğim için ayakkabılarımı hızlıca giyip tekrardan ayağa kalktım. Alaz'ın da hazır olduğunu görünce son kez el sallayıp merdivenlere doğru yürüdüm, çelik kapının arkamızdan kapanma sesi apartman boşluğunda yankılandı.

Merdivenleri çıkıp dairemin olduğu kata geldik. Elimde tuttuğum anahtarı kilide soktuktan sonra çevirip kilidin açılmasını sağladım. Kapı geriye doğru açılırken ayakkabılarımı kolayca çıkartıp evin içine doğru ilerledim. Eve girdiğimde beni eskisi gibi ilk karşılayan sessizliği farkına hemen varamasam da bunu özlemiştim. Onların olmadığı bu ev sanki bana hissi veriyordu. Koridorda ilerlerken merakla etrafı incelemeye çalıştım.  Tezgahın ve sehpaların üzeri bomboş olsa da eşyalı kiralanan bir ev olduğu için o eski halinden pek de farklı değildi.

"Çok bir şey değişmemiş." dedi Alaz da benim gibi düşündüğünü dile getirip. Başımı sallayarak onu sessizce onayladım. Asıl değişikliğin ilk bakışta fark edilemeyecek şeylerle olduğuna emindim. Mutfağa doğru ilerledim ve dolapların içini kontrol ettim. Tam da tahmin ettiğim gibi içleri bomboştu. Diğer dolabı da açtım o da aynı şekildeydi. Annem bu evden alabileceği ne varsa alıp beni sıfır birikimle bırakmak istemişti.

Bir yorumda bulunmadan kapakları usulca kapattım. Kafamı çevirdiğimde Alaz'la göz göze geldim ve durumu kolayca anladı. Bu durum ikimizi de şaşırtmamıştı, üzerine söylenecek pek fazla bir şey de yoktu. Klasik annen Naz. Sıkıntıyla dudağını ıslattıktan sonra birkaç adımda yanıma geldi. Kollarını açıp tam önümde durduktan sonra sıkıca bana sarıldı. Böyle bir zamanda onun varlığı bana kendimi iyi hissettiren nadir şeylerden biriydi.

"Üzülme. Daha güzellerini alırız sana." Bu dediğini yapması söylemesi kadar kolay değildi ama. Bugün ilaçlarımın parasını bile ben karşılamamıştım. Şu anki önceliğim ne yazık ki tabak bardak değildi, en azından bir yerde çalışmaya başlayana kadar.

Bir eliyle kafamın üzerini okşarken saç diplerime küçük bir öpücük de bıraktı. Kollarımı beline dolayıp kafamı göğüsüne yasladım. Her seferinde kalbimi daha fazla kıramazlar derken kırmanın bir yolunu buluyorlardı. Beni üzen şey tabakların ya da bardakların olmaması değildi, beni üzen şey ihtiyaçları olmamalarına rağmen bunları benden geri alacak kadar nefret ediyor olmalarıydı. Onlara hiçbir şey yapmadan neden bu kadar nefretlerini kazanmış olduğumu bir türlü mantıklı bir sebebe bağlayamıyordum.

"Beni hiç sevmiyorlar, değil mi?" dedim gerçekleri duyma isteğiyle. Alacağım cevabın canımı yakacağını bilsem de duymaya ihtiyacım vardı. Böylelikle içimdeki son umut kırıntısını da halının altına süpürüp ortadan kaldıracaktım. Bir daha onlar yüzünden kırılmayacaktım. Kabullenecektim. "Şu tabaklar bile benden daha değerli onlar için. Baksana her şeyi alıp götürmüşler."

"Seni kendilerince cezalandırmak istiyorlar sadece, onlara karşı durduğun için. Gerçekleri yüzlerine çarptığın için." Geriye çekilip yüzümü avuçlarının arasına aldı. Avuç içleri yanaklarımın üzerini kaplamıştı. Hafifçe başını eğip konuştu. "Ama sen cezalandırılacak bir şey yapmadın."

"Umarım." dedim dalgınlıkla. Mesajdaki cümleler kafamın içinde dolanıp duruyordu. Annem hayatımdan ayrılırken zihnimi kaplayacağını bildiği şüpheleri de bir bir ardında bırakmıştı. Bir saniye sonraki halimi düşünmeden edemiyordum. Ya tek başıma ayakta kalmayı başaramazsam ya tökezlersem? O zaman ne yapacaktım?

Göz göze geldiğimizde kendimi savunmasız ve çırılçıplak kalmış gibi hissettim. Açık bir kitap gibi zihnimdeki cümleleri tek tek okuyordu sanki. Kafamın karışık olduğunu biliyordum ve Alaz da en az benim kadar bunun farkındaydı. Elinden gelen çabayla bana bir anlığına da olsa bunu unutturmaya çalışıyordu sadece. "Burada yapılacak bir şey yok sanırım." dediğinde hızlıca konu değişikliği yaşadık.

Son kez mutfakta göz gezdirdikten sonra kafamı usulca salladım. Önden o arkadan ben mutfaktan ayrıldık. Salonu ve banyoyu da kontrol ettiğimizde mutfaktan pek de farklı olmayan bir sonuçla karşılaştık. Sadece kişisel ürünlerimi bırakıp diğer kalan her şeyi alıp götürmüşlerdi.

"Pek toplanacak bir şey de kalmamış." dedim banyoyu baştan aşağıya tekrar incelerken. Bir şeylerle oyalanmaya ihtiyacım vardı. Köşede duran paspası ve kovasını gördüm. "Bari gitmeden önce bir temizlik yapayım, ayıp olmasın şimdi."

"Tamam ben de masanı, eşyalarını falan kutulayayım o zaman. Zaman kazanmış oluruz. Paketleyebileceğim boş kutular var mı?"

"Kilerde olması lazımdı."

"Tamam. Ben bulurum onları." dedi koridorun sonuna doğru ilerlerken. Ben de odama doğru geçip üzerimi değiştirdim ve temizlik yapabileceğim kıyafetlerimden birini giydim. Kısa süre içinde iç içe geçmiş kolilerle birlikte odaya geri döndü. Yanağına bir öpücük bırakıp odadan çıktım ve banyoya ilerledim. O eşyaları kolilerken ben de banyoda hazırladığım kova ile birlikte mutfağa doğru ilerledim.

...

Birkaç dakika öncesine kadar yemekle dolu olan tabağı makinenin içine yerleştirdim. Temizliğe ve toparlanmaya o kadar dalmıştık ki yemek yemeği bile unutacak duruma gelmiştik. Neyse ki Mualla teyze bize akşam yemeklerinden biraz bize de ayırma gibi bir iyilikte bulunmuştu.

"Yemek çok iyi geldi. Sence de öyle değil miydi?" dedim yemekle tıka basa dolu olan karnımı ovalarken. Boğazından kısık bir onaylama sesi çıkarttı sonra da  "Nasıl hissediyorsun?" diye sordu.

"Öldüm galiba yorgunluktan." dedim arkasından ilerlemeye devam ederken. Odaya girdi ve ben de onu takip ettim. Çoğu eşyayı kolilemiş, kıyafetlerimi de valizime yerleştirmişti. Toparlanacak eşya olarak geceyi geçirmek için dışarıda kalan birkaç parça kıyafetim ve iç çamaşırlarımın olduğu dolap kalmıştı yalnızca. Onu da sabah kendim halletmeyi planlıyordum.

"Biraz da gerginim sanırım." dedim dolaba doğru ilerlerken. Dolaptaki kıyafetlerime doğru uzanırken konuşmaya devam ettim. "Neyime güvenip evi boşaltıyorum bilmiyorum, özellikle de hala kendime kalacak bir yer bile bulmamışken, ama yapmak zorundaymış gibi hissettim. Anlıyorsun beni, değil mi?"

"Bir dakika, bir dakika. Ne demek ya kalacak bir yer bulmak? Ben varım ya burada." dedi elini iki yana açarak. Kucağımda toplamayı bırakıp yüzümü ona döndüm. Şaşkın ve kafası karışmış duruyordu. Bir şey söylemediğimde konuşmaya devam etti. "Sen başka bir yerde mi kalmayı düşünüyorsun?"

"Sende kalamam Alaz."

"Neden?"

"Olmaz işte." Kucağıma aldığım kıyafetlerle birlikte odanın kapısına doğru ilerledim. Odadan çıkmadan önce arkamı döndüm. "Ben duşa giriyorum. Üstümden şu teri atmam gerek. Bunu daha sonra konuşuruz, tamam mı?"

Bana dümdüz bakıp susarak cevap verdiğinde derin bir iç çekerek odadan yavaşça çıktım. Kafam zaten fazlasıyla doluyken bu konunun şimdi açılması hiç olmamıştı. Onun bu konuda böyle bir teklifte bulunacağını tahmin ediyordum ama onunla yaşamadığım için kırılacağını tahmin edememiştim.

Aslında ona da hak veriyordum ama onun da beni anlaması gerekirdi. Onunla yaşamayı kabul etmememin sebebi bunu istemiyor oluşum değildi, aksine her an ayrı yaşama fikrinden vazgeçip teklifini kabul edebilirdim. Ama bunu yapmamam için geçerli nedenlerim ve mantık süzgecim vardı, neyse ki...

Banyoya girip kapıyı arkamdan kilitledikten sonra suyu açıp ısınmasını bekledim. Bu sırada da kıyafetlerimi çıkartıp çamaşır makinesinin içine attım. Deterjanı ve yumuşatıcı hazneye koyduktan sonra kısa programda çalışması için tuşa bastım. Suyun ısınmış olduğunu fark edince de daha fazla çıplak olarak beklemeden duşakabinin içine girip ılık bir duş aldım.

Yorgunluğumun bir kısmını üzerimden akıp giden suyla birlikte attıktan sonra bornozuma sarılıp kabinden çıktım. Saçlarımı tarayıp kuruttum, Alaz'ın bu konuda ne kadar katı olduğunu biliyordum. Temiz kıyafetlerimi de giyip banyodan çıktım.

Odaya geldiğimde Alaz üzerini değiştirmiş yatakta uzanıyordu. Üzerini değiştirirken görmeyi kaçırdığım manzara için biraz moralim bozulsa da çaktırmadan odanın içinde ilerledim. Bornozumu ve baş havlumu katlayıp valizin içine yerleştirdim daha sonra tekrar odanın girişine yönelip elimi duvara doğru uzattım. "Işığı kapatıyorum?"

Sorumu sadece başını sallayarak onayladı ve ben de sessizce düğmeye basıp ışığı kapattım. Gözlerimin ışıksızlığa alışmasını bekledikten sonra karanlık odanın içinde yatağa doğru ilerledim.

"Seninle kalmıyorum diye küsme bana." dedim yaklaşıp beline sarılırken. Yine bir şey söylemeden kolunu başımın altından geçirdi. Öylece yanımda yatıp konuşmuyor olması bana kendimi kötü hissettirmekten başka bir işe yaramadı. Söylediklerim onun kalbini kırmış olduğunu hissediyordum ama amacım kesinlikle bu değildi.

Bir şeyler daha söyleyeceğim sırada parmaklarıyla saçımla oynamaya başladı. Hafifçe yan dönüp yüzümüzü birbirine çevirdi. Bir süre sadece saçlarıma odaklanıp onları tek tek kulağımın arkasına sıkıştırdı. Gözümün önüne düşen saç teli kalmadığında sonunda gözlerime odaklandı. Karanlıkta o koyu gözleri bir çift elmas gibi parlıyordu. Hâlâ kulağımın üzerinde duran elinin baş parmağı ile yanağımı okşadı. "Naz..." dedi kısık sesle. "Bana taşın. Birlikte yaşayalım."

"Alaz..."

"Neden?" diye beklemeden sordu. Sesi hem kırgın hem de meraklı çıkmıştı. Dakikalardır kafasının içinde kendine bu soruyu sorduğunu fark ettim. Susma sırası sanırım bendeydi, çünkü söyleyeceğim sebebi inkar edeceğine adım gibi emindim. Cevabımı beklerken parmağını çekmeden yanağımı okşamaya devam etti. Sanki beni dokunuşu ile kolayca etkisi altına alıyormuş gibi hissediyordum.

"Orası senin evin." diyebildim en sonunda.

Bu en basit cevabıydı ama sebebim tabii ki bu değildi. Onun evinin varlığına güvenerek ayrılmamıştım bu evden. Çok sevsen bile biriyle birlikte yaşamak zor verilen bir karardı. Üç beş günlük bir durum da değildi ki bu. Aylarca bir evi beraber paylaşmak, beraber yaşadığın kişinin ruh haline maruz kalmak demekti. Ben de birlikte yaşaması kolay biri değildim. Benden rahatsız olma ihtimali çok yüksekti ve ben onun benim yüzümden rahatsız olmasını istemiyordum.

"Senin de evin olsun orası." Ben hayır diyemiyordum ama o da ileride yaşayabileceğimiz sorunları düşünmüyordu. Belki de bu zamana ihtimalleri kadar hiç aklına bile getirmemişti.

"Özel alana ihtiyacın olmaz mı? Ya rahatsız olursan ya sıkılırsan?"

"Rahatsız olmak mı?" diye şaşkınlıkla sordu. Sesi bu ihtimali daha önce düşünmediğini belli eder gibi tereddütlü çıkmıştı, tam da tahmin ettiğim gibi. Tartışmayı kazandığımı düşüneceğim sırada konuşmaya devam etti. "Tamam kabul ediyorum, çok büyük bir ev değil ama yine de birlikte yaşasak bile kendimize özel alan ayırabiliriz bence. Boş bir oda da var eğer kullanmak istersen..."

"Ben senin için söylemiştim. Yalnız yaşamaya alışıksın sonuçta. Evde birinin varlığı rahatsız edebilir."

"Bir evde iki ya da üç kişi yaşamak en ideali bence." dedi gülümserken. Tanıdık gelen cümle ile ben de hafifçe gülümsedim. "Ben sana karşı bir şeyler hissettiğimden beri hayatımı seninle beraber yaşamak istiyorum. Beraber uyumak, beraber uyanmak... Hayatımı seninle geçirmek istiyorum."

Pek iradeli ve kararlı biri olduğum ya da bu cümlelerin bana yardımcı olduğu söylenemezdi. Engel oluşturacak gereksiz bahaneler öne sürmek istemiyordum. İkna olmama neredeyse minicik bir adım kalmıştı. "Ailen ne der?"

"Kimse hiçbir şey demez. Ama içini rahatlatacaksa durumu onlarla da konuşuruz. Eminim anlayışla karşılayacaklardır."

Ne söylersem söyleyeyim ikna etmek için vereceği bir cevabı olduğuna emindim. Henüz bir yerde çalışmıyor oluşum kendime konaklama için bir yer bulmamı zorlaştırırken, onun da istekli bir şekilde benimle birlikte yaşamak istemesi de durumu hiç kolaylaştırmıyordu. Ayrıca onunla bir evi paylaşma düşüncesi...

"Tamam." Ne için tamam dediğimi anlayamadığından kaşları çatıldı. Hemen ardından ekledim. "Ama sadece bir süreliğine."

Dakikalar sonra ilk defa cevabımdan memnun olmuş gibi sırıtıyordu. "Hıhmm." dedi dudaklarıma ulaşmadan önce. Ardından bir cevap vermeme fırsat bırakmadan dudaklarımızı birleştirdi. Bunun bir süreliğine olmayacağını neredeyse ikimiz de biliyor gibiydik. Sanki benim için girişi olup da çıkışı olmayan bir yer gibiydi onun evi. Normal zamanda bile benden ayrılmayan adam bu şartlar altında benim başka bir yerde kalmama tabii ki izin vermezdi.

"Kandırdın beni yine. Biliyorsun, değil mi?" dedim dudaklarımız ayrıldığında. Bir küçük öpücük daha bırakıp geri yaslandı ve kafamı göğüsüne doğru çekti. Bu yeterli gelmemiş gibi biraz daha sokuldum göğüsüne.

"Başka bir ihtimalin olmadığını bilmen lazımdı."

Evet, bilmem lazımdı. Kolları arasında uyuyabileceğim en rahat uyku için pozisyon aldım. Omzum düzenli bir ritimle okşanırken gözümü kapattım. Bugün aldığım o mesajı ya da bundan sonra geçimimi sağlamak için ne yapacağımı düşünmemeye çalışarak bu evdeki son gecemi huzurlu bir uyku ile noktaladım.

🩺

ben bu bölümü sevmedim o yüzden siz de sevmeyin kcmslqöflwöödlwşvmlr, şaka da bir yana hiç hissederek yazmadım muhtemelen size de geçmedi hiçbir şey ve buna rağmen gereksiz uzun oldu neyse görmezden gelelim. şu an bu bölüm için yazabileceğimin en iyisi buydu çünkü

Continue Reading

You'll Also Like

1.6M 81.2K 79
[texting] bade: sevgilim olman karşılığında haftalık 4.000₺? tuğra: güzel şakaymış :d (❕bazı bölümler argo, küfür ve cinsellik içerir. ) 15.07.2022
680K 26.9K 74
Bu kitabı hicbir yazım yanlışlarına yada hatalara takılmadan okuduysanız gerçekten beni çok mutlu ettiniz. Belki şuan değil ama bir sure sonra bu kit...
3.3M 198K 50
Başak, askerdeki abisine saçma sapan mesajlar atıp eğlendiğini zannederken, telefonun ucundaki kişi gerçekten abisi miydi? Rastgele#1 {28.03.2023} Ge...
132K 12.9K 17
TAMAMLANDI. *** "Yarım kilo kestane alabilir miyim?" ***