FANTOM ETKİSİ doğa dönüyor

By Talkinglibrary

1.1M 40.7K 16.3K

Yaşamı boyunca hiç kimsenin onu "tehlikeli" olarak nitelendireceğini düşünmezdi. Eh, hayat bazen hoş olmayan... More

Bölüm 1
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
İLAHİ BAKIŞ AÇISI
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Evreni ve karakterleri tanıyalım
Bölüm 27

Bölüm 2

72.2K 3.2K 2.2K
By Talkinglibrary

Bölüm düzenlendi. Bu yüzden eski yorumlar aşağıda görünecek! ❤️‍🔥
(Kitap halinde ekstra bölümler vardır.)

BİR RÜYANIN İÇİNDEN...

Karşımda duran renk cümbüşüne baktım. Ağaca dolanan fosforlu sarmaşık; boyum kadar uzun olan mavi, sarı, yeşil ve daha birçok renge sahip mantarlar. Biraz solumda kalan pembe bir akarsu. Ne kadar zamandır bu görüntüyü izlediğimi merak ettim. Gözlerimi ne kadar zamandır açık tutuyorum? Ayaklarımın altındaki yumuşacık çimeni hissedebiliyordum. Ne kadar zamandır ayakta duruyorum?
Bakışlarımı nereye çevirdiğimin bir önemi yoktu, içimdeki tanıdıklık hissinden kurtulamıyordum.
Sonra dikkatimi o çekti. Bana bakıyor, kafasını yana yatırıyor ve gülümsüyordu. Bu bakış kalbime tanıdık bir acı vermişti. Ama sebebi neydi? Bundan bir sonuç çıkaramamıştım, kalbim de sebebini bulamıyordu.
"Kimsin sen?" dedim panikle. Genç adamın dalgalı turuncu saçlarının önündeki iki tutam bembeyazdı. Sorum karşısında kocaman aheste bir kahkaha atmıştı.
"Asıl sorman gereken şey, güzel Alessia," Usulca etrafımda döndü ve parmaklarıyla çenemi tutup havaya kaldırdı. "Sen kimsin?" Her hareketi ahenk içinde, pürüzsüz ve bir erkeğe yakışır şekilde nazikti.
Sorusu düşüncelere boğulmama sebep olmuştu. Nedensizce aşina olduğum parlak mavi mantara ve onun dehşet verici çılgın bir mavilikle parlayan gözlerine baktım. Karşılaşmamız içimde çok yükseklerden aşağıya düşüyormuşum gibi hissettiren bir boşluk yaratmıştı. Bir öfke. Bir aşk. Sanki... bu adamın gözleri sihirliydi. Hemen ardından bütün bedenimin huşuyla dolduğunu hissettim.
"Ben kimim?" diye sordum gözlerimi kırpıştırarak. Cevabı bildiğimden emin değildim, ipleri daha yeni kesilmiş bir kuklanın zihnine sahipmişim gibi hissediyordum.
Tekrar nahif bir hareketle elini saçlarından geçirdi. Her parmağında yüzükler vardı. Bir kez daha etrafımda dönüp hemen arkamda durdu. Kendimi o kadar kaptırmıştım ki, az önce tuttuğu çenemi bıraktığında sendeleyen bedenimi ondan gizleyememiştim.
"Sen Alessia'sın." Bunu kulağıma fısıldayarak söyledi. İşte bunu biliyordum!
"Pek yardımcı olmuyorsun," dedim sahte bir alayla. Benimle eğlendiğini düşündüğüm için kaşlarımı çatmıştım.
Ama o arkamda durmaya devam ederken ellerini dirseklerimden avuçlarıma doğru kaydırmıştı. Dokunuşunun yarattığı arzu çok tanıdıktı. Bir öfke. Bir aşk. Gözlerimi kapattığımda sözlerini tekrar etti.
"Sen Alessia'sın."
Aynı kelimeleri söylemiş olmasına rağmen sesi kanlı bir gül kadar asildi, benimle eğlendiğini düşünmeme sebep olan tüm fikirleri uzaklaştırmıştı. Yanılıyordum. Benden sanki bir şeyleri çözmemi, bir şifreyi kırmamı istiyordu. İşaret parmağımın üstüne bir dal yerleştirdi. Küçük dal parçasının esnek ve canlı bir şeymiş gibi parmağımı sarmaladığını hissettim. Bunu nereden ya da ne zaman çıkardığını bilmiyordum ama zaten kollarının arasındayken bunları düşünemeyecek kadar uyuşmuştum.
Nasıl olduysa aklımı kullanarak, "Seni tanıyor muyum?" diye sormayı başardım. Bir an sonra, onun artık tam karşımda duruyor olmasına inanamadım.
Ne kadar hızlı olduğunu düşünmüyorum. Düşünmüyorum çünkü o gülümsüyor. Tanıdık dudaklarıyla.
"Evet." Sesi az öncekinden daha boğuk ve mesafeliydi. Elini kalbimin üstüne koyup gözlerini kapattı. "Ben buradayım."
Görüntüsü uzaklaşmaya başlamıştı.
İlk önce onun uzaklaştığını sanıyordum. Ancak iki yanımdan kayıp giden dünya uzaklaşan kişinin kim olduğunu bana gösteriyordu. Bir şey bedenimi olduğum yerden geriye doğru çekiyor, aynı zamanda boğazımdan yukarı beni nefessiz bırakan bir su kütlesi yükseliyormuş gibi hissetmeme sebep oluyordu.
Boğuluyordum.

***
Günümüz:
İnce bir ışık huzmesi göz kapaklarımın arasından içeri sızdı. Bu büyük ihtimalle gerçekliğe uyandığımı gösteriyordu. Bir rüyaydı. Turuncu saçlar, ıssız bakışlar, usul ve ahenkli yürüyüş, uyuşturucu bir dokunuş. Hepsi bir rüyaydı işte.
Nerede olduğumu anlamam için bilincimin aydınlığa bir adım daha atması yeterli olmuştu. Bir küvetteydim. İçimde benliğime dair biriktirdiğim kırıntıları aramaya başladım. Alessia. Adım bu. Kollarım soğuk suyun altında küvetin sert köşelerine çarpıyordu. Görüntü henüz netleşmemişti ancak küvetin kenarından merakla beni izleyen biri olduğunu fark etmem için bir gözlüğe ihtiyacım yoktu. Yanan burnumun ve acıyan boğazımın geçmesini umarak bir defa yutkundum.
Geçmedi.
"İşte böyle," dedi sadece siluetini seçebildiğim kişi. Bir kız olduğunu nazik sesinden hemen anlamıştım. "Artık iyisin." Elini avucumdan çektiğinde boşluğun getirdiği soğukluktan uzun süredir elimi tutuyor olduğunu fark ettim.
Ah, bir de çıplak olduğumu...
Panikle oturur pozisyona geldiğimde başıma bir ağrı saplandı. Hissettiğim utanç ve acıyla yanaklarımın içini ısırdım. Sanki dakikalar önce gerçekten boğulmuş gibiydim. "O bir rüya, Alessia. Sadece bir rüya." İçimdeki sesi uysalca kabullendim.
Karşımdaki kız artık bir siluet olmaktan çıkmıştı ve çıplaklığımı sorun etmiyormuş gibi görünüyordu. Sadece yüzümü inceliyor, muhtemelen iyi olduğumdan emin olmaya çalışıyordu. Onu tanıyordum. Sanırım. Kahverengi saçlarını ve yüzüyle uyumlu çekik gözlerini bugüne kadar her gün görmüştüm. Neredeyse her gün. Evet, tabii ki onu tanıyordum.
"Ss...?" diye kekeledim. Adı dilimin ucundaydı. Gülümseyerek sözlerimi tamamladı. "Sosha. Adım Sosha. Beni tanıyorsun."
Evet! Ne kadar da aptalım!
Onu tanıyordum. Her günü birlikte geçirir, öğünlerimizi birlikte yer ve bazen de okuduğumuz kitapları paylaşırdık. Son defasında ondan bir kitap ödünç aldığımı hatırlıyordum. O gün yılın en soğuk günlerinden birini yaşıyorduk, okumak için şöminenin başını seçmiştim. Soğuk havanın ısırıkları ateşe biraz daha yaklaşmamı sağlamış ve en sonunda şömineden sıçrayan minik bir kıvılcım aniden kitabı tutuşturmuştu. Sosha'ya durumu kıvranarak açıkladıktan sonra moraran yüzünü görüp ona kendi kitaplarımdan hediye verebileceğimi söylemiştim. Hediyeyi kabul etmişti ama artık bana kitaplarını ödünç vermiyordu. Her şeye rağmen, onun sahip olduğum tek dost olduğunu biliyordum.
Ona unutkanlığımın verdiği mahcubiyetle baktım. Neler olduğunu hemen anladı.
"Sorun değil. Suyun içinde bayılmıştın. Biraz daha geç kalmış olsaydım eğer..." Şimdi mahcup bakışlar atma sırası ondaydı. Sözlerine devam etmeden önce ıslak bir tutamı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Ayağa kalk ve kurulan. Bir fareninkiyle eşdeğer sayılabilecek bağışıklığının havadan nem kapacağına şüphem yok." Sinsi gülümsemesi yüzünün her yerine yayılmıştı, eğer düşüncelerim buğulu olmasaydı neşesine eşlik edebilirdim.
Havluyu uzattı ve banyodan tamamen ayrılmadan önce kafasını kapı aralığından uzatıp yüzümü inceledi. Bu attığı son denetleyici bakış olmalıydı. "Kapının önünde seni bekliyor olacağım."
Yalnız kaldığım ilk anda kendimi zihnimin içinde kurduğum sorgu masasına oturttum.
"Şöyle oldu," dedi içimden bir ses. Böylece taze anıların zihnimde belirmeye başladığını hissettim. Artık lambama sarmaşık tozu toplamak için ormana gittiğimi ve gelir gelmez kendimi banyoya attığımı anımsıyordum. Her ne olduysa bayılmış, sonrasında da suyun altına kaymış olmalıydım. Bu durum aynı zamanda burnum ve boğazımdaki yanmayı da açıklıyordu. Tanrım! Neredeyse gerçekten boğuluyordum.
Havluma sıkıca sarılmış bir şekilde kapıdan çıktığımda tırnaklarını kemiren Sosha'yla göz göze gelerek duraksadım. Bana attığı bakışlar tedirgindi. Bir şeylerden emin olmaya çalışıyordu ancak sağlığım konusunda olmadığını bir şekilde biliyordum.
Farkındalığın yarattığı can sıkıcı bakışmamızı bir gülümsemeyle bozdum. "Uyuyacağım," diye fısıldadığımda hızla başını salladı.
"Mutlaka iyi bir şekilde dinlen." Gözlerini kırpıştırarak gülümsedi.
Yürümeye devam etmeden önce onu son bir kez süzdüm. Bu bakış onu çok iyi tanıdığım hakkında bir güvence veriyordu ama aynı zamanda da küçücük bir an için tamamen yabancı olduğu hissine kapılmama neden olmuştu. Sanki biri zihnimin içinde gerçeklere dair bir şeyleri filtreliyordu. Bir an için, emin olduğum bir şeye doğru uzanıyor ve hemen sonrasında kendimi boşluğa düşerken buluyordum. İçimdeki ses çok gecikmeden tamamen kendi iradesiyle harekete geçerek -ki bu çok korkunçtu- duruma bir yorum yaptı.
"Saçmalık."
Islak veya kuru olmam önemli değildi. Sadece uyumak istiyordum, bu yüzden odama doğru ilerleyip hızlıca yorganın altına girdim. Kendimi öylesine yorgun hissediyordum ki, üstümdeki havludan kurtulup giyinecek gücü bir türlü bulamamıştım. Uygun pozisyonu bulamama gerek bile yok, diye düşündüm hızlıca. Her şekilde uyuyabileceğim bitkinlik dolu anlardan birini yaşıyordum. Buna rağmen uykuya direnip bedenimi yan taraf doğru çevirdim.
Tam o sırada göğsümün altında, kaburgalarımda bir fazlalık hissettim. Üstelik ufak bir sızıyı da beraberinde getirmişti. Hızlıca yorganı üzerimden attım.
Bir bandaj kaburgalarımın üstündeki küçük bir alanı kapatıyordu. Islanmış ve biraz kirlenmişti. Ne tür bir yara aldığımı, bu pansumanı ne zaman yaptığımı hatırlamaya çalıştım. Başaramadım. Bu yüzden üstümü giyinip Sosha'nın odasına doğru yürümeye başladım. Aklımda en kötü ihtimallerle sarmalanmış binlerce senaryo dönüyordu.
Kibar denemeyecek kadar hızlı bir şekilde odaya girdiğimde içinde bir şeyler aradığını fark ettiğim çekmeceyi aceleyle kapattı. İç ses zihnimin arka planında olaya tekrar dahil olmuştu. "Şüpheli."
"Bir sorun mu var?" Bunu çekmecesine yaslanırken söylemişti. Onun neden burada benimle birlikte olduğunu düşündüm. "Alessia?"
Kazağımı sıyırıp bandajı gösterdim. "Bu konuda bir bilgin var mı?" Nasıl filizlendiğini bilmediğim şüphelerim yüzünden mesafeli bir ses tonuyla konuşmuştum. Bunu fark ettiğinde yüzünde beliren şaşkınlığı gördüm. Fakat hemen kendini toparladı.
"Evet, evet tabii." Rafında duran kutudan bandaj, pamuk ve antiseptik çıkardıktan sonra yanıma geldi. "Biraz kirlenmiş görünüyor. Eminim bugün ne kadar dikkatsiz bir arkadaş olduğumu düşünüyorsundur." Yüzünde eğreti görünen bir şefkatle gülümsüyordu. Ensemden yukarı bir ürpertinin tırmandığını hissettim.
"Ben hallederim," dedim. Asıl sorduğum şeye cevap vermeyi inatla erteliyordu. "Nasıl oldu bu? Sanırım kafam hâlâ karışık."
"Tabii ki karışık. Çünkü eve gelmeden önce düşmüşsün. Geldiğinde kaburganın kanadığını fark ettik ve sana yardım ettim. Bana kafanı vurduğunu da söylemiştin. Eminim aklındaki sıkıntı bundan kaynaklanıyordur." Bunları söyledikten sonra göz kırptı.
"Aynen öyle oldu," dedi içimdeki ses. Görüntü zihnimde canlandı, ormanda bir sarmaşığa takılıp küçük taşların üzerine düşmüştüm.
Sosha koluma girip beni odasının dışına çıkardı ve elime pansuman malzemelerini tutuşturduktan sonra uzunca yüzüme baktı.
"Dinlenmeni rica ediyorum, Alessia. İyi görünmüyorsun." Son defa gülümseyip kapısını yüzüme kapattı. Büyük ihtimalle şüpheci tavrım canını sıkmıştı. Ancak soru işaretleri peşimi bırakana kadar şüpheci tavrımdan sıyrılamayacağım konusunda emindim.
Buna rağmen söylediğini yaparak odama geçtim. Pansuman malzemelerini bir kenara bırakmıştım, onlar biraz bekleyebilirdi. Zaten her şey başımı yastığa koymamla birlikte son bulacaktı. Rüyalarda kaybolmam için saniyeler yeterdi.
Saatler sonra yatakta doğruldum. Uyandıktan sonraki ilk dakikalarda kendimi daha dinç ve sağduyulu hissetmiştim. Kollarımın dallarla sarmalandığı rüyaya dair küçük parçaları hatırlayana kadar zihnimdeki soru işaretlerinin yerinde yeller esiyordu. Sonrasında turuncu saçlar yine aklımı karıştırmıştı. Yüzümde dolaşan nazik parmaklar, bir elmas gibi parlayan dehşet verici mavi gözler ve her türlü sağlığı tehdit eden o gülüş; insanın zihninde bin bir çeşit kaos ve şüpheye yol açabilirdi. Nihayetinde, bunu gerçekten de yapmıştı.
Bir kitap karakterini anımsıyor olabilir miydim?
Kendime sorduğum bu sorunun cevabı yoktu. Fakat arkasında saklanan gerçeği bulmak bir düğümü çözebilir ve beni omuzlarımdaki yükten kurtarabilirdi. O yüzden, Evet, dedim. Öyle olmalı.
Birkaç dakika sonrasında paketlenmiş kahvaltımla birlikte bisiklet sürüyordum. Evden çıkarken arkamdan seslenen Sosha'nın gittiğim yer hakkındaki sorularını duymuş, yüksek sesle beni merak etmemesini söyleyerek ona cevap vermiştim.
Patika yolda ilerledikçe kendimle tartıştığım soruları bir saniyeliğine durdurdum ve aralarına bir yenisini daha ekledim.
Neden etrafta herhangi bir insan göremiyordum?
"Çünkü burası ıssız bir mülk," dedi içimdeki ses. Aniden konuşmasıyla irkilmiştim. "Lanet olsun. Kes şunu!" Bir an saçmalıyormuş gibi hissederek utandım. Tabii ki beni duyan birilerinin olup olmadığımı kontrol etmeyi de ihmal etmedim.
"Tam bir utanç kaynağısın, Alessia."
Korkunçtu. Bir insanın iç sesi en ufak bir fikrinin dahi olmadığı şeylere cevap vermemeli ve bu kişi onu susturmak için, "Kes şunu!" diye bağırmak zorunda kalmamalıydı. Tekrarlandığı her seferde içimde bir kusma isteği uyanıyordu. Normal insanların iç sesinin sürpriz bilgiler üretmediğinden emindim.
"Tamam," derken ormanın ortasında durdum. "Burası ıssız bir mülk," dedim sesi azarlayarak. Seni arlanmaz ses.
Buraya sürekli yaptığım bir şeyi gerçekleştirmek için gelmiştim. Dallardan toplayacağım kitaplar için sepetimde yer açtım. Elbette kitap ağaçları diye bir şey yoktu, bu gerçekten çok hayalperest bir yaklaşım olurdu. Ormanın bu bölgesinde bazı gizemli insanlar ağaç dallarına ciltsiz el yazımı kitaplar asıyordu. Ben ise onları okuyup ciltledikten sonra kasabada satması için Sosha'ya veriyordum. Kendimi kitapları burada unuttuklarını düşünerek avutuyordum. Ancak hat safhada vitamin eksikliği çeken biri olmadığı sürece, hiç kimse böylesi periyodik ve gizemli bir unutkanlık sergileyemezdi.
Burası ormanın en renkli ve bana göre sihirli bölgesiydi. Bana göre diyordum çünkü Sosha buranın sıradan ve sıkıcı bir yer olduğunu savunduğu için gelmeyi tercih etmez, hatta bu güzelliklere karşı hiçbirini görmüyormuş gibi davranırdı. Biraz huysuz bir insandı.
Sepet attığım her adımda bacağıma sürtünüyordu. Ormanın keskin, neon parlaklığındaki renklerine defalarca baktım. Burası rüyamda yalnızca bir tanıdıklık hissi vermekten öteye gidememişti, şimdiyse tüm ömrümü onu ziyaret ederek geçirdiğimden emindim. Belki de bir rüyaya olması gerekenden fazla anlam yüklüyordum.
Bir anda gözüme bir şey takıldı. Tam karşımdaki ağacı bir yılan gibi saran sarmaşığa asılmıştı. Dal biraz yüksekte olduğu için zıplamaya başladım. Yanlışlıkla yırtmamak için birkaç çikolatamı bile feda edebilirdim.
Böyle olmayacaktı. "Pekâlâ," diyerek ağaca tırmanmaya başladım. Bir cesaretle başladığım tırmanış ilk önce ayakkabımın kayması, ikinci olarak da pelerinimin ayağıma dolanmasıyla sonuçlanmıştı. Sinirle ağaca bir tekme attım.
Tamam. Ona bu kadar çok yüklenmemeliydim.
Ayakkabılarımı ve pelerinimi çıkarıp ağaca tırmanmaya başladım. Yapışkan sarı sarmaşık ellerime, dirseklerime, bedenimin her yerine sıvısını bulaştırıyordu. Belki de yakından o kadar güzel sayılmazdı.
Her şeye rağmen başardım. Dalın üzerinden uzanıp kitabı sarmaşıktan kurtardım. İçimden zafer çığlıkları atıyor, pelerinime ve ayakkabıma doğru sadece yalnızken sergileyeceğim ayıp el hareketleri yapıyordum. Bunu gerçekten kutlayabilirdim.
Bir çatırtı sesiyle irkilerek hemen dala yapıştım. Dengem kaybolmuş ve sağlam duruşum bozulmuştu. Hemen ardından ormanda bir kükreme yükseldi. Küçük bir hayvandan çıkamayacak kadar gür bir sesti.
Sesin geldiği yere doğru bakttığımda buraya tamamen zıt olan simsiyah bir beden gördüm. O kadar parlıyordu ki, kısacık bir an için onun ne olduğuyla ilgilenmeyi bırakıp sadece tüylerini izledim. Hayatımda ilk defa canlı bir puma görüyordum. Neyse ki ağacın üzerindeyim, diye düşündüm. Sonuçta güzel olması beni parçalamayacağı anlamına gelmiyordu.
Ona daha dikkatli bakınca dişlerinin arasında kalın bir şey tuttuğunu fark ettim. Bir kitaptı.
Hayır!
Muhtemelen ağaçların birinden düşen sayfaları kapmıştı. Birkaç saniye sonra kitabın paramparça ve salya içinde olacağından emindim. Ama öyle olmadı. Puma tek hamlede biraz ilerideki ağacın üstüne atladı. Sonra kitabı sarmaşığın üstüne bırakıp ters yöne doğru yürümeye başladı.
Affedersin ama...
NE?
Düşünürken nefesimi tutuyordum. Anlam veremediğim olaylara bir yenisi daha eklenmişti. Buradaki tüm kitapları bir pumanın bırakıyor olma ihtimali var mıydı? Bilmiyordum ancak durumun bir açıklaması olacağından emindim. Eğer bir seçme hakkım varsa, kendiliğinden mantıklı olan açıklamayı istiyordum.
Yere inip eşyalarımı topladım. Puma'nın az önce bıraktğı kitabı da aldıktan sonra yoluma devam edecektim. Oldukça kolay uzanabileceğim bir noktaydı. İki diş izinin süslediği ilk sayfayı istemeden okuyuvermiştim.

"Tanıdık bir simaya hasret gözlerim yabancılar arasında buz kesti, ruhum küçülen bedenimin altında kaldı. Bir sokak düşündüm. Bir yıldız ve bazı tanıdık gülümsemeler. Zihnim gidemeyişimi yâd ederken bu görüntüleri sermişti ayak ucuma. Hasret belki aşka ait değildi, belki de insana duyulmazdı sadece. Camının önüne koyduğun bir zambak ya da her gün kapını tırmalayan yabancı bir kedi hasret adı altında ekilebilirdi içime. Dört mevsim geçerken bedenimden, zalim zatürre umudumu yataklara düşürdü. Gözlerimi aralayıp bana ait olmayan bir odayla karşılaşana kadar kayan yıldızlarım, kapımda kedim, camımda bir çiçeğim vardı."

Gülümsedim, hatta bu satırlarda bir kelime olmak istedim. Aşk. Oldukça yabancı ama bir o kadar da tanıdık geliyordu bana. Ah, şu satırlar... Kitabı ciltledikten sonra satılmasına göz yumabileceğimin güvencesi an itibariyle yok olmuştu. Yazarın adı dahi yazmıyordu. Bulduğum kitapların yazarını hiçbir zaman öğrenememiştim. Zaten bir önemi de yoktu.
Aniden az önce duyduğum hırlama hemen omzumun üzerinden yükseldi. Sıcak bir nefes kulağımın üzerinden akıyordu. Lanet olsun.
Arkamı dönmeye cesaret edemedim. Bu yüzden çok yavaş bir şekilde ileriye doğru adımlar atmaya başladım. Ancak bu girişim puma sepetime pençe atana kadar sürmüştü. Nasıl olduysa kendimi onun gözlerine bakarken buldum. O kadar aşinaydım ki bu gözlere, bir şeyler dilimin ucana gelip geri dönüyordu. Camgöbeği diye adlandırılan bir çift mavi göz karşımda duruyordu. Uzun bir süre bakan kişiyi çılgınlığa sürükleyebilirdi, bir insanın ondan gözlerini kaçıracak gücü bulması kesinlikle mümkün değildi. Elbette ben de bunu yapamamıştım.
Gözlerinin ardından içime incecik bir ipin uzandığını hissettim. Bu ipin önceden ruhumu emanet ettiğim bir şey olduğunu biliyordum. Beni harelerinin içinde gördüğüm karmaşaya hapsetmek istiyordu. Orada hem şefkat hem de kâbuslar vardı. Ona izin verebilirdim, bakışlarına giderek daha çok esir oluyordum.
Pençesiyle kitabı biraz daha yakınıma savurdu. Bu kilitlenen bakışlarımızın bozulmasına sebep olmuştu. Gözlerimi çeker çekmez adeta ruhani bir boşluğa savruldum. Uzun ve karabasanlı bir rüyadan uyanmış gibi hissetmiştim.
Kitaba odaklandım. Metrelerce yakınıma sürüklenen o kitabı almak istiyordum. Artık bu mesele canımı kurtarmaktan ibaret değildi. Okuduğum o paragraftan sonra kitapla aramda oluşan tarifi imkânsız bağı terk edemezdim. Bu kitaplar beni içine sıkıştığım sıradanlıktan kurtaran tek gerçekti.
Gözlerimi pumanın bedeninden küçücük bir an bile ayırmadan ayaklarımı kitabın olduğu yere sürükledim. Artık gözlerine bakacak cesareti bulamıyordum. O irislere bakarsam odağımı yeniden kaybedebilirdim. Bakışlarımı kaçırmakta zorlanmıştım çünkü öyle parlak tüyleri vardı ki göz yanılsaması olup olmadığından şüphe ediyordum.
Kitaba dokunduğum anda puma hareketlendi. Ben de öyle.
Çılgınlar gibi koşuyor, asla arkama bakmıyordum. Beni takip ettiğinden emin bile değildim ama insan her gün bir pumadan kaçmıyordu değil mi? Birkaç defa ayaklarım ve pelerinim dallara takıldığı için yalpaladım. Ne zaman telaş yapsam yere düşerdim. Biraz ileride bisikletimi gördüm, arkama bakmak ve orada olduğundan emin olmak istiyordum. Ondan kaçıyordum ama yine de gözlerine bakmak istiyordum.
Bu yüzden omzumun üzerinden arkama baktım. Oradaydı, çok uzak bir noktadan bana bakıyordu. Çok önceden durmuş gibi görünüyordu. Çenesinin açılıp kapandığını gördüm. Kükrüyor olabileceğini düşünmüştüm ama bu başka bir şeydi. Sanki bir şeyler fısıldıyordu.
Tam o anda yerdeki dallardan birine takılıp uzunca bir süre karnımın üzerinde sürüklendim. Koşarken önüme bakmam gerekiyordu. Özellikle de ormandayken.
Bir an için kaburgamdaki acının canımı alacağını düşündüm, muhtemelen bandaj açılmıştı ve kanıyordu. Hemen sonra bunun gerçekleştiğinden emin oldum, karnıma doğru sıcak bir şey süzülmeye başlamıştı. Ellerim ve dizlerim soyulmuştu ama umursamadan can havliyle kitabı da alıp bisikletime atladım. Yol boyunca arada sırada elimi kaburgalarıma doğru çıkarıp bastırıyordum.
Eve girer girmez kendimi banyoya kilitledim. Bir köşede acıdan bayılır ve yeniden arkadaşım tarafından bulunursam durum gerçekten çok manidar olurdu.
Ha-ha. Çok komik.
Üzerimdekilerden kurtulurken kaburgamdaki bandajın çoktan bedenimden sıyrılmış olduğunu gördüm. Tahmin ettiğim şekilde, mosmor ve şiş tenim yeterince kötü değilmiş gibi üstü de iyice soyulmuştu. Kanı temizlemek için küvete girip hafifçe su tutmaya başladım. Kan kolaylıkla çıkacakmış gibi görünmüyordu. Kurumuştu bir kere, yaranın üstünü biraz ovalamam gerekecekti. Acıtacak.
Tek dokunuşla bile bunun sıradan bir şişlik olmadığını anlamıştım. Derimin altında küçük bir şey vardı. Hatta biraz uğraşırsam hareket bile ettirebiliyordum. Dehşetle dolmuştum. Midem ağzıma gelmiş halde dizlerimin üstünde dururken bununla ne yapacağımı düşünüyordum. Boş bir duvara bakmak hiç bu kadar ilginç gelmemişti. İçimde bir şey vardı. Hareket ediyordu.
Birkaç dakika kustuktan sonra içimdeki şeyden kurtulmaya karar vermiştim. Her travmanın bir sonu vardı. Ancak ben tam olarak sonuna gelmiş sayılmazdım. Çekmecelere, dolaplara ve raflara kesici bir alet bulma ümidiyle bakmaya başladım.
Dakikalar sonra banyoya, mutfağa ve olabileceğini düşündüğüm her yere bakmıştım. Bakmadığım tek bir yer kalmıştı. Sosha'nın odası.
"Yapma," dedi içimden o ses. Belki de bu ses tenimin altındaki o lanet şeye aitti. Eğer öyleyse sesini kesecektim.
İlk önce kapısını çaldım. İçeride olup olmadığından emin olmam gerekiyordu. Eğer odada olsaydı ne diyecektim?
Affedersin, Sosha falçatan var mı? Ah, önemli bir şey değil. Sadece kendimi keseceğim. Neyse ki bir açıklamaya gerek olmadı. Çünkü iki kere tıklattıktan sonra olabilecek en aceleci şekilde içeri daldım. Etrafı arsız hareketlerle karıştırdıktan sonra gözüm o çekmeceye takıldı. Hem istediğim şeyi arayabilir hem de benden ne sakladığını öğrenebilirdim. Bir taşla iki kuş. Yakalanma korkusunu bastırabilmek için dilimi ısırdım. Adrenalinin verdiği his bedenimde hep taze kalıyordu.
Kurduğum plana çok hızlı bir şekilde ikna oldum. İçimden yersiz bir yorum gelmeden önce çekmeceyi açtım. Farklı boylardaki cam tüplerle dolu bir yerdi. Hepsi bir tıpayla kapatılmış, olabilecek en nizami şekilde dizilmiş ve parlak lacivert renkli bir sıvıyla doldurulmuştu. Sanki bir gecenin gökyüzü bu camların içine hapsedilmişti.
Bir tanesini daha sonra incelemek üzere elime aldım ve odadaki arayışıma devam ettim. İşte orada, bir alt çekmecede neredeyse neşter kadar keskin olan bir hançer parlıyordu. Sosha'nın neden bir hançeri var?
Hançeri de alıp kendimi kesmek üzere banyoya geri döndüm. Aniden bir korku dalgası içime yayıldı. Ben kendimi kesemezdim ki!
"Akacak kanı bir düşün," dedi ses. Söylediğini yaparak biraz düşündüm. Tüm bedenim -özellikle de midem- çözülmesi imkânsız, en incesinden bir dikiş ipi gibi düğümlenmişti. O ana kadar içimdeki sesi fazla hafife aldığımı anlamıştım. O şeyi çıkarırsam belki de bu sesten kurtulabilirdim. Hançeri ısıtırken korkudan parmaklarım kasılıyordu. Uyuşturacak hiçbir şeyim yoktu. Belki de korkudan bayılır ve kendimi kesemezdim. Öyle ya da böyle bunu yapacaktım. Kaygı, endişe, korku ve kanıma hız kazandıracak başka hangi dehşet içerikli duygu varsa zihnimde ayrılan koltuklara yerleşmişti.
"Güzel," dedi ses.
Cehenneme git.
Bununla birlikte hançerin keskin ucunu kendime çevirdim. Metal tenime gömüldüğü anda kan yeniden bir çizgi halinde karnıma süzüldü. Çınlayan kulaklarımı görmezden geldim. Çok acıyordu. Askıdaki havluyu dişlerimin arasına sıkıştırdım. Kesiği o şeyi görebileceğim yere kadar derinleştirirken gözlerimin önünde sarı benekler uçuşuyor, yüzüm karıncalanıyordu. Kollarımın kaskatı kesildiğini hissettiğimde bir nefes verdim.
İnce, küçük ve sert cismi çekip çıkarmamla ağzımın kuruması bir olmuştu. Kanlı olmasına rağmen dal parçasını görür görmez tanımıştı. Sıradan bir dal parçası değildi. Biliyordum çünkü aynı rüyamda olduğu gibi esneyip parmağımın etrafını sarmıştı. Dudaklarımdan şaşkınlık dolu bir inleme firar etti.
O zamana kadar, her şeyin bir rüya olduğunu sanmıştım. Asla öyle değildi.

.
.
.
.

Minik yıldıza dokunmak vereceğiniz en faydalı destek olacaktır. Burada olduğunuz için teşekkürler ♥️♥️♥️

Continue Reading

You'll Also Like

70.6K 5.1K 36
Altı elementin bulunduğu bir okul. Bu okula her şeyden habersiz, bir gece yarısı zorla kaçırılıp getirilen bir baş rol. Annesiyle aynı gece kaçırılıp...
86.9K 3.8K 31
Bir berdel hikayesidir.. Havin sevdiğinden ayrılırken nerden bile bilirdi evleneceği adamın kuzeni olduğunu herşeyden habersiz berdeli kabul etmişti...
11.1K 832 29
Hiçbir yere ait olamamak mümkün mü? İnsan bir yere ait olabilir mi? Aidiyeti hissetmek için ne yapabilirsiniz? Nelerden vazgeçebilirsiniz? Doğaüstü...
10.3K 597 6
❝Sevmek: kıskanmak, endişelenmek ya da özlemek değildir. Sevmek sadece acı çekmektir. Ve ben sevgilim. Sevgilim değil, sevdiğim. Sana her baktığımda...