BEYEFENDİ

By GriKelebekkk

615K 48K 91.5K

Büyük bir hayranlıkla taparcasına adadım kendimi ona. Bunu yaptığımda öyle küçüktüm, öyle küçüktüm ki, yaptığ... More

1. Bölüm: "Köşk"
2. Bölüm: "Geri Dönüş"
3. Bölüm: "Cehalet"
4. Bölüm: "Anneye Veda"
5. Bölüm: "Çiftlik"
6. Bölüm: "Darağacına İlk Adım"
7. Bölüm: "Bağrı Veran"
8. Bölüm: "Sessiz Naralar"
9. Bölüm: "Baykanlar"
10. Bölüm: "Şeytanın Tebessümü"
11. Bölüm: "Keşfetmek ve Reddetmek"
12. Bölüm: "Nefretin Sebebi"
13. Bölüm: "İhtimaller"
14. Bölüm: "Sabır ve Sınır"
16. Bölüm: "Ölüm İyiliği"
17. Bölüm: "Bir Umut"
18. Bölüm: "Sessiz Fedalar"
19. Bölüm: "Zafiyet"
20. Bölüm: "Gerçek Bir Beyefendi"
21. Bölüm: "İlk Yenilgi"
22. Bölüm: "Yüreklerdeki Mezarlar"
23. Bölüm: "Sansasyon Silsilesi"
24. Bölüm: "Değişen Saltanatlar"
25. Bölüm: "Yeni Sahve ve İkici Perde"
26. Bölüm: "Çocukluk Hayali"
27. Bölüm: "Geç Olmadan Gel"
28. Bölüm: "Yoldaşın İhaneti"
29. Bölüm: "Pandora'nın Kutusu"
30. Bölüm: "Yozlaşma"
31. Bölüm: "Bambaşka İnsanlar ve Yeni Şanslar"
32. Bölüm: "Karanlığın Doğuşu"
33. Bölüm: "Yitirilen İnançlar"
34. Bölüm: "Mirasçı"
35. Bölüm: "Veda Sanrısı"
36. Bölüm: "Kesişme"

15. Bölüm: "Duvarlar ve Yıkılışı"

22.8K 1.6K 4.6K
By GriKelebekkk

21.11.2021
Bölüm müziği: Barış Manço - Dönence

Şükür kavuşturana. 🎊🎊🎊

Sizi çok özledim yahu.
Siz de beni özlediniz mi?

Uzun bir bölümle geldim. Güzel güzel yorumlar yapın da motive olayım zaten motivasyona çok ihtiyacım var şu sıralar. Oy vermeyi de unutmayın lütfen.

Sizi çok seviyorum.
İyi okumalar...

"Bazen bazı şeyler insana ağır gelir." demişti Beyefendi. "Lakin seçim hakkın olmadığında yutmak zorunda kalırsın."

Bu durumu açlık yüzünden çöpten yemek yemek zorunda olmaya benzetirdi.

"Yutar insan; insan yutar, yutar. Ama insanın unuttuğu bir şey vardır ki o da bazı şeylerin kişinin fıtratına aykırı oluşudur."

Hani bazen bir yemeği midemiz kabul etmez ya, kokusu bile öğüttür bizi... işte öyle bir yemeği zorla yutmak gibidir bu durum. Midenizin kabul etmediği bir yemeyi zorla yutarsanız ne olur?

"En sonunda kusar insan." derdi ve eklerdi. "Ama unutmamak gerek; insan bünyesine ağır geleni kusar."

"İnsan neyi yutarsa onu kusar."

Şimdi çok daha iyi anlıyorum ne demek istediğini. Bilhassa da çocukken gördüğümüz muameleler bizim ruhumuzu besler. Şiddetle büyüyen, gördüğü şiddeti yutan bir çocuk bir gün mutlaka bunu kusar. Çabuk öfkelenen insanların çok büyük bir çoğunluğu çoçukluğunda sevgisizliği yutmuştur.

Mesela Beyefendi'ye bakıyorum da ne de çok kibirli ne de çok yenilmez bir adam. Oysa çocukluğuna dönüp baktığımda hep güçsüz olmuş, hastalığı ona hep bir kambur hep bir kelepçe olmuş. Acaba diyorum, acaba kimin kibri altında ezildi de şimdi onu kusuyor?

Gözüm masanın üzerinde duran halata ve hemen onun yanında duran keskin bıçağa kaydı. Gözümden bir yaş aktı.

Peki ben neden kusamamıştım?

Fıtrat demişti Beyefendi. Ben fıtratıma o kadar ağır gelen şeyler yutmuştum ki direkt olarak zehirlenmiştim zaar. O yuttuklarım, bana yutturdukları o kadar ağır gelmişti ki içimden atacak gücüm bile kalmamıştı.

Şimdi tek bir seçim hakkım vardı; halat mı yoksa bıçak mı?

Yine de, ölümün kıyısındayken bile bir parçam hala hayal kuruyor. Keşke diyorum; ah keşke o gece onun dudaklarından dudaklarıma ecel şerbeti aksaydı da şu dünyada en mutlu olduğum an veda etseydim.

Keşke son hatırlayacağım şey bir katliam değil de onun dudakları olsaydı...

Küçükken ona izlediğim vakitlerde istemeden de olsa acaba derdim; acaba gerçekten onların insanlığın geri kalanından üstün ve kutsal olma ihtimali söz konusu olabilir miydi? O kadar mükemmel,öylesine kusursuzdu ki bunun Allah tarafından verilen bir mesaj olup olamayacağını düşünürdüm. En azından görünürde.

Titreyen ellerimi kontrol altına alabilmek adına yüzüne uzattım ve ilk kez birine dokuyormuşum gibi büyük bir keşifle yanaklarını okşadım. Sahi ben daha evvel kimseye böyle dokunmamıştım ki, ne yapacaktım?

Gözümü güzel dudaklarından çekip gözlerine baktığımda toyluğumu anlamış olacak ki hafifçe çenesini kaldırarak yüzünü bana doğru uzattı ve minicik bir kapı aralar gibi dudaklarını araladı. Bir elimi göğsüne indirdim ve kalbinin sesini dinledim.

Gerçek miydi?

İçinde bulunduğum durumdan emin olabilmek için göğsünde duran elimi yavaşça kaldırdım ve yeniden göğsüne yerleştirdim. Gerçekti. Yanağındaki elimle yavaşça tenini okşadım. Aman Allah'ım gerçekten bir hayale kapılmamıştım, bu bir serap ya da bir düş değildi. Gerçekten karşımdaydı. Uzun uzadıya izlemeye bile çekindiğim bu adam karşımdaydı ve ben ona dokunabilme hakkına sahiptim.

Sıcak nefesini yavaşça bıraktığında o sıcaklık benim dudaklarıma da dokundu. Gözlerimi kapatmak istedim ama kendi kendime mani oldum. Ona bakmak istiyordum. Ona korkmadan, bakışlarımı yakalarsa ne düşünür acaba diye düşünmeden bakmak istiyordum.

Yavaşça yüzüne doğru eğilirken belimde duran eli de sessizce sırtıma doğru uzandı ve tüm parmaklarının varlığını vücudumda hissetmek titrememe sebep oldu. Dudaklarımızın arasındaki mesafeyi azalttıkça o da eş zamanlı olarak hafifçe dudaklarını aralayarak bana biraz daha açtı kapılarını.

Ve bin yılın ardından dudaklarım dudaklarına dokundu.

Neyi nasıl yapacağımı, neyin nasıl hissettireceğini bile bilmeyecek kadar toy ve cahildim ama dili dilime dokunduğunda vücudumda dalga dalga yükselen bir titreme ile sarsıldım ve odada minik bir inilti sesi yankılandı.

Bu sesin bana ait olduğunu anlamam bile birkaç saniyemi alırken ne yapacağımı bilmesemde vücudumun hissettiği daha fazla temas ihtiyacı ile kendimi ona doğru ittirdim ve bedenim onun çıplak bedenine dokundu. Dudaklarımız ayrıldığında yavaşça yutkundu ve ona bakarken refleks olarak ben de yutkundum.

Gözlerimi zar zor dudaklarından kaldırıp gözlerine baktığımda onun da hala dudaklarıma baktığını gördüm. Gözlerini gözlerime çevirdiğinde ne düşündüğünü bilmiyordum ama nefesim kesilmişti. Nefesim ilk kez böylesine elle tutulur bir şekilde kesilmişti.

Titreyen ve buz kesen ellerimi omuzlarına koydum ve alt dudağına bir öpücük daha bıraktım. Sonra bir tane daha ve tane daha. İlk seferinde onu öptüğüm an yüreğimi müthiş bir korku ve pişmanlık kaplamıştı ama şimdi... şimdi onu her öptüğümde beynimdeki sesler ve yüreğimdeki korkular daha da karanlığa gömülüyordu. İlk kez kendimi hem tüm korkularımdan hem de tüm zincirlerimden arınmış bir şekilde özgür ve cesur hissediyordum.

Dudaklarımı neredeyse telaşlı bir şekilde yanağına uzattım ve orayı öptüm. Sonra geri çekildim ve hızlı hızlı sevdim yüzünü. O biliyor muydu bilmiyorum ama özlem vardı içimde, hasret vardı ama sanki o yıllar süren sefer bitmiş, ben hasretimi söndürecek sevdiğime kavuştum. Bu yüzdendi telaşım. Sevdiği askerden dönmüş bir sevgili gibiydim adeta. Veyahut parkta kaybettiği çocuğunu bulan bir anne gibi.

Başımı hafifçe kaldırıp bu sefer dudaklarımı boynuna uzattım ve derin bir nefes alıp kokusunu içime çekerek orayı da öptüm. Yüzümü boynundan çekmeden biraz önce bacağımın üzerine sakince bıraktığı elini aldım ve diğer elinin yanına sırtıma uzattım. Sarılsın istiyordum bana. Ben ona sarılırken o da sarılsın istiyordum. Başımı hafifçe kaldırdım ve bu kez omzuna bir öpücük bırakmak yeniden minik bir kuş gibi boynuna sokularak kollarımı boynuna doladım.

Bir elini saçlarıma uzatarak yavaşça okşadı ve "Şşt." dedi ılık bir sesle. Beni sakinleştirmeye çalıştığını hemen anladım ama sebebini anlamam için birkaç saniye geçmesi gerekmişti. Tüm vücudum sanki keskin bir soğuğa maruz kalmışım gibi titriyordu ve sanki kilometrelerce koşmuşum gibi nefes nefese kalmıştım. Hissettiğim adrenalin kaldırabileceğimin çok ötesindeydi.

Ne yapmam, nasıl ilerlemem gerektiğini kestiremeyerek başımı kaldırıp yeniden dudaklarına eğildim ama o kadar hızlı nefes alıp veriyordum ki onu öpmeyi bile beceremedim. Boynundaki elimi çıplak göğsüne ve oradan da karnına indirdiğimde daha fazla indirmeme izin vermeden bileğimi kavradı ve boğuk bir sesle "Tamam." dedi. Başımı hızla iki yanıma sallayarak yeniden dudaklarına eğilmek istediğimde bu kez yüzümü ellerinin arasına aldı ve alını alnıma yasladı. "Tamam Utku yeter, dur."

"Lütfen." dedim. Sesim neredeyse ağlamaklı çıkmıştı. Parmaklarıyla ıslanan saç diplerimi okşadı ve "Bu sen değilsin." dedi, sesi fazla kısıktı, neredeyse şöminenin içinde çatırdayan odunların bile bastırabileceği kadar kısık.

"Burdan sonrasında duygular değil dürtüler devreye girer ve..." Sustu ve yutkunarak gözlerime baktı. Parmaklarının baskısı tenimde artarken alnını da canımı hafifçe yakacak kadar alnıma bastırarak dişlerini sıktı ve "Senin aksine duygularımı kontrol edebiliyorum ama dürtülerimi sınamadım Utku." dedi.

"Etme." dedim. Yüzüme neredeyse bana kızdığını düşüneceğim sertlikte bir bakış attı ve dudaklarını hoşnutsuzlukla büzerek geri çekildi. Eş zamanlı olarak beni de nazikçe kendinden itti ve yeniden arkasını döndü.

Verdiği tepkiden ne çıkarmam gerektiğini dahi idrak edemeyerek kaşlarımı çattım. İstekli olmam mı onu rahatsız etmişti yoksa yakınlaşmamız onda hoş olmayan bir his mi yaratmıştı? Her halükarda gerilen kaslarından bile az önce olan şeyden bir pişmanlık hissettiğini anlayabiliyordum ve bu yüreğime bir ateşten balyoz yememe sebep oldu.

Şöminedeki odunlar acı acı çatırdıyor, yelkovan ve akrep sinsice ilerliyor, bozulan musluk sinir bozucu bir ritimle damla damla su akıtıyor ve bizim aramızdaki sessizlik de diğer tüm bunlara ayak uyduruyordu.

"Açık olacağım." dedi, en sonunda yüzüme bile bakmadan. Bu iyiydi zira sesi şöminedeki ateşi bile söndürecek bir soğukluktaydı ve gözlerindeki o dondurucu ifadeyi görmek beni hiç şüphesiz yere sererdi.

"Kişisel olarak sana değer veriyorum ve her zaman hayatımda olmanı istiyorum." Gözümden bir yaş aktı ama yüzümde mimik oynamadı. Birleştirdiğim ellerimi sıktım ve boş gözlerle omzunun üzerinden şöminedeki ateşe baktım. Orası şimdi yüreğimin aynası gibiydi.

"Bana olan ilgin bir noktada egomu okşadı ve sanırım biraz da ne kadar ileri gidebileceğini sınamak istedim." Derin bir nefes aldı ve omuzları yükseldi ama sonra aynı netlikte devam etti. "Çocuk değilim ve bu duruma gelmemizde benim de payım olduğunu kabul ediyorum ama kabul edersin ki sen benim için bir çalışandan öteye asla geçemeyecek bir pozisyondasın ve şu geldiğimiz noktadan anlıyorum ki aramızda arkadaşlık yahut dostluk ilişkisi bile olması söz konusu değil." Görmeyeceğini bildiğim halde başımı sallayarak onu onayladım ama yutkunmadım bile.

"O yüzden bundan böyle aramızda senin ve benim yerimi ayıran net bir çizgi olacak. Çünkü az önce gördüm ki senin halin o çizgiyi her an aşabileceğin bir duruma gelmiş ve ben bu riski alamam." Histerik bir nefes vererek gülümsedim. Benden yana bir cevap gelmeyince en sonunda başını bana çevirdi ve sanırım gülümsememi beklemiyor olacak ki bu duruma kaşlarını çatarak karşılık verdi.

"Neden gülümsüyorsun?" dedi ama ona da cevap vermedim.

Neden gülümseyecektim ki, bildiğim Beyefendi'den alışık olduğum muamele buydu özünde. Benim yaşayacağım korku, benim yaşayacağım pişmanlığın ihtimali bir yana asıl önemli olan oydu. Hep o olmuştu ve iş ciddiye bindiğinde de hep o olacaktı.

Öyle bir bakayım dedi halime, hoşuna da gitti galiba acizliğim ilk başta ama sonra baktı iş ciddiye gidiyor bu çocuk ona gerçekten yanmış hemen toparlandı.

Benim aşkım lafta sandı galiba ama gördü gerçekten neleri göze alabileceğimi. O ise kaybetmekten korktuklarını göze alamadı. Bana da canı sağ olsun demek kaldı.

"Bir şey söyle Utku."

Gözlerimi ağır ağır şömine ateşinden çektim ve yüzümdeki tebessümü bırakmadan "Ben anladım sizi Beyefendi." dedim. "Merak etmeyin sizin için hiçbir zaman bir tehdit oluşturmam." Hiçbir şey demeden sadece belli belirsiz başıyla onayladı ve gözlerini kaçırarak yatağa uzandı.

Yatağın bir köşesinde gün ağarana kadar oturdum. Sonra usulca kuruyan kıyafetlerimi üzerime geçirdim ve sessizce önce odadan sonra da evden çıkarak biraz öteye oturdum. Sabah ayazı içimi titretmişti ama o an soğuk canımı en az acıtan şeydi.

Kırılmıştım. O kadar kırılmama rağmen hala nasıl olupta kırılabildiğimi anlayamıyordum ama kırılıyordum işte. İçimden bir ürperti geçince titrememe sebep oldu ve gözümden bir yaş düştü.

Neden beni sınamıştı ki? Bu kadar mı endişe ediyordu ona olan sevgim yüzünden bir gün geleceğine gölge düşüreceğimden? Madem öyle o zaman neden beni kendine yakın tutuyordu?
Tamam ben iyi bir hizmetkardım, kendi menfaati için beni isteyebilirdi.

Ama şiirler okumuştu bana. Kimseyle yapmadığını söylediklerini yapmıştı. Annesini anlatmıştı bana. Madem sadece bir çalışan olmamı istiyordu neden böyle yapmıştı?

"Avram seni yatağa kabul etmedi mi?" İrkilerek hemen ayağa kalktım ve iki eli de cebinde pek de iç açıcı gözükmeyen Cihan Bey'e baktım; saçı başı dağılmış, gömleği kırılmıştı ve göz altlarının morluğuna bakılırsa o da uyuyamamıştı.

"Benim Beyefendi ile aynı yatakta uyumam mümkün değil ama kardeşinizin sizi istemediğini söylerseniz şaşırırım." Hafif bir homurtuyla gülümserken elini cebine uzattı ve bir sigara paketi çıkararak benim kalktığım yerin yanına oturdu. Ben ona bakarken "Otursana." dedi hala ayakta dikildiğimi görünce. Sessizce kalktığım yere yeniden oturdum ve uzattığı sigarayı kibarca "Kullanmıyorum." diyerek reddettim.

Bir süre sessizlik oldu ama başımı yavaşça ona çevirdiğimde sanki bunu bekliyormuş gibi "Uyuyamadım." dedi. "Yerinizi mi yadırgadınız?" dedim sormuş olmak için. Aslında hiç konuşacak halim yoktu ama saygısızlık yapmak da olmazdı. "Yerimi değil, Meryem'i yadırgadım." dedi alaycı bir ses tonuyla.

Cihan Bey gerçekten şahsına münhasır bir adamdı. Görmüş geçirmiş biri olduğuna şüphem yoktu ama bir yanı da hep tabiri caizse şöyle bir halk adamı olarak kalmıştı. O Beyefendi gibi değildi, ince ince laf sokmaz direkt olarak ne düşünüyorsa onu söyler çok asabı bozuldu mu da küfür ederdi. Espriler yapar, güler ama o neşe perdesi kalktığı vakit de içinden bir ağır abi çıkardı; tıpkı şimdi olduğu gibi.

"Onunla aramızda sadece incecik bir duvar olması düşüncesi bile heyecanlandırıyor." Başını hala daha gri olan gökyüzüne kaldırdı ve haline acırcasına gülümseyip dudaklarının arasından dumanı bıraktı. "Ne kadar eziğim değil mi?"

"Estağfurullah, o ne demek öyle?"

"Ezik demek kendisini istemeyen ve aşağılayan bir kadını bile unutacak yüreği olmayan adam kılıklı herifler demek; o benim işte."

"Siz kendinizi gördüğünüz gibi biri değilsiniz Cihan Bey." dedim, boğazım acıdığı için sesim pek yüksek çıkmamıştı ama onun yanında gür bir sese ihtiyacım da yoktu çünkü dinliyordu beni. "Meryem Hanım'ı çok sevmenize rağmen gerektiğinde onun yolundan çekilmişsiniz, kim size yüreksiz diyebilir?"

"Ben diyorum." dedi, sesi de parmaklarının arasında duran sigara da titremişti. "İçinde Meryem'in aşkı olmayan yüreğe yürek demem ben." Dudaklarımı araladım ama ne diyeceğimi bilemeyince yeniden sustum. Ah keşke onu anlamasaydım. Keşke sözleri bu kadar nokta atışı yapmasaydı kalbime ama ne çare, onun yandığı ateşin aynısında ben de yanıyordum.

"Sevmek için sevilmek gerekmiyor Cihan Bey. Hatta sevmek için onun kendisine bile gerek yok. O olmasa bile seviyor yürek; varsa varlığını yoksa yokluğunu." Bana dönerek elini omzuma koydu ve babacan bir tavırla sıktı. "Senden güzel masa arkadaşı olur Utku." Gülümsemeye çalıştım ama gülüşüm sekteye uğradı. "Ama varlığıyla kutsanan sevgisi nefes olurken yokluğunda o sevda zehir oluyor, öldürüyor adamı." Büzülmesin diye belli belirsiz alt dudağımı ısırdım ve gözlerimi kapatarak başımı salladım.

"Bunu söylemek benim haddime değil biliyorum ama bence Meryem Hanım da sizi seviyor. Kavuşamamak çok acıdır amenna ama en azından onun da sizi sevdiğini biliyorsunuz."

"Affedersin ama öyle aşkın sevgisini sikeyim ben." Bu defa gözlerinde ateş aniden parlayarak bana döndü ve parmağını sallaya sallaya konuşmaya başladı. "Hayatta her şey emek İster Utku anlıyor musun? İstediğin kadar zengin ol istediğin kadar güçlü ol. Yemeğini sana altın kaşıkla uzatan olsa bile o yemeği çiğnemek zorundasın yoksa ölürsün. Meryem'de şu kadarcık cesaret olmadı, biraz olsun zora gelmeyi almadı gözü. Vazgeçti hemen benden; o gözümde de göğsümde de büyüttüğüm sevgiyi iki dakikada çöpe atmaktan çekinmedi, demek ki o aşka hiç değer vermemiş ki iki dakikada gözden çıkarabilmiş."

Sözleri bir yandan benim göğsümdeki ateşe de odun atıyordu ama yutkundum ve "Bilemezsiniz." dedim yatıştırıcı bir ses tonuyla. "Neler yaşadığını kendisi bilir."

"Vazgeçti diyorum Utku sana, vazgeçti lan; benden, bizden vazgeçti. Ben Meryem'in en çok saçlarını severdim, beline kadar uzanan saçları vardı dokunmaya kıyamazdım." Aniden durdu ve ani bir acı saplanmış gibi yüzünü buruşturdu.

"Ben onun benden vazgeçtiğini tek bir gecede saçlarını kestiğinde anladım. Saçlarını sevdim diye saçlarını bile kesti ulan. Kadın beni öyle bir sildi ki hatıramı bile reddetti!"

Daha fazla dinlemeye tahammül edemeyeceğimi anladığım için bir şey demedim, hoş zaten diyecek bir kelimem de kalmamıştı. "Ama ona da bazen çok görmüyorum." diye devam ettiğinde bir an kalkıp gitmek istedim ama nereye gidecektim ki? Odaya gitmek daha kötüydü.

"Hasta ruhlu bir babanın egemenliğinde saçma sapan kalıplara sığdırılarak büyütülmüş. On bir yaşında annesi ölmüş ve hem kendisi hem de babası tarafından üzerine küçük bir kızın kaldırabileceğinin çok daha ötesinde sorumluluklar yüklenmiş. Üstelik bir ara annesinin intihar ettiğine yönelikte söylentiler çıkmıştı ama kimse bu teorileri sesli tartışacak cesareti gösteremedi. Yine de eğer öyle bir durum varsa da kadın kesin kocasına tahammül edememiştir."

"Lütfen bana bunları anlatmayın." dedim hızla. "Beyefendi özel hayatının ihlalinden hiç hoşlanmaz ve ben de buna saygı duyuyorum."

"Avram Martino." dedi harfleri uzatarak. "Namıdiğer Beyefendi." Sesindeki alay mı daha baskındı yoksa kin mi çözemedim ama sohbetin rengi değişmeye başlamıştı ve bu beni huzursuz ediyordu. "Şimdi pek cool takılıyor ama ben onun eski hallerini de hatırlıyorum."

Sesli bir nefes alarak "Cihan Bey ne diyorsunuz?" dedim, sesim bıkkın çıkmıştı. Onu sevmiyor olabilirdi ve bunun için haklı sebepleri de olabilirdi ama öfkesi yüzünden içi boş yargılarını dinleyecek takatim yoktu.

"Annesi öldükten sonra babası bunu liseye kadar din esaslı bir yatılı okula göndermiş. İnsan içine ilk karışması liseye başlamasıyla oldu. Biz lise sondayken bizim okula geldi." Onu susturmam gerektiğini biliyordum ama bir yanım dinlemek istiyordu. Bir de ben sus desem bile susmazdı ki. Ya da susardı ama ben demiyordum.

"Dünyayı en çok kimler sever biliyor musun Utku?" Bana döndü ve işaret parmağını hafifçe kaldırdı. "Hiç şüphesiz Yahudiler. Yahudiler kadar dünya hayatını seven bir ırk göremezsin. Herkes korkar ölümden ama bunlardan bazıları artık korkularından doğan bir nefretle ahireti reddetme derecesine kadar bile gelmiştir. Bu senin Beyefendi kılıklı şeytan da öyledir, çok düşkündür kendine."

"Onun hastalığı var."

"Onun ruhu hasta ruhu." dedi savunmamı anında reddederek. "Sen hiçbir şey bilmiyorsun inan bana. Okula geldi bu kimse ile konuşmuyor, sadece herkese düşmancıl bakışlar atıyordu, artık o gittiği okul kılıklı yerde beynine ne doldurdularsa. Ben de anlamadım tabii ilk içine kapanık sandım nerden bileyim ben bunun böyle bir şeytan olacağını Meryem gibi değildi ki hiç. Ellerinde deri bir eldiven olurdu her zaman aman eli kesilir bir şey olur mazallah(!). Bu millete böyle mutfak lavabosunda hamam böceği görmüş gibi bakınca millet de bir süre sonra tabii parlıyordu doğal olarak. Sırf Meryem üzülmesin diye kaç kişiyle arasına girdim."

Üçüncü sigarayı yaktı ve hiç beklemeden ondan da derin bir nefes çekti. "Demin dedim ya bunların canı çok kıymetlidir diye, işte bu Avram'ın canından daha öte bir şey varsa o da itibarıdır. Bir gün okulun kafeteryasında oturuyoruz bu girdi içeri, her yeri kan içinde." Geçmiş zaman olmasına rağmen kontrol edemediğim bir endişe kapladı içimi, hafifçe yerimde doğrularak ona döndüm. Bu halimi fark etti mi bilmiyorum ama üzerinde durmadı.

"Alnı yarılmış ve dudağı patlamış ama hastalığı yüzünden her yeri kan revan. Meryem'i ilk kez o gün ağlarken gördüm. Bu hastalığının ciddiyetini de o zaman fark ettim. İki adım attı bayıldı. Tabii hemen hastaneye götürdük ama işin asıl olayı sonra çıktı." Kaşlarını çatarak bana döndü ve hayret içinde "Henüz on beş yaşındaki bir çocuk nasıl böyle kötü olabilir?" diye sordu.

"Okuldan bir çocuğa iftira attı beni bu dövdü diye halbuki dayak yiyecek tip mi var onda. Çocuk okuldan atıldı bu piç yüzünden." Başımı iki yanıma salladım ve "Beyefendi böyle bir şey yapmaz." dedim kendimden emin bir şekilde. "Sırf biri okuldan atılsın diye kendi canını ortaya koymaz."

"Çocuk en son 'annen hakkında söylediklerim için özür dilerim lütfen doğruları anlat' diyordu Utku. O günden sonra kimse ona karşı tek bir hareket yapamadı." Ne diyeceğimi bilemeyerek ayağa kalktığım sırada gözüm evin penceresine kaydı ve tepeden bize bakan gümüş gözlerle göz göze geldim. Cam kapalıydı o yüzden bizi duymadığına emindim ama yine de onu görmek iyi hissettirmemişti. Gözlerimi hemen yere indirdim ve "Ben içeri gireyim Cihan Bey, sohbetiniz için teşekkür ederim." diyerek ilerlemeye başladım.

"Utku." Sadece başımı çevirdiğimde "Dikkatli ol." dedi sadece.

İçeri girdiğimde Beyefendi hariç herkesin evin holüne toplandığını gördüm. Ezra ve Meryem Hanım'ın makyajı pek iyi durumda değildi ve Ezra da bunun farkındaymış gibi eliyle yüzünü kapatarak hemen yanında duran Ufuk'tan gizlenmeye çalışıyordu. Ufuk ona garip garip bakıp gözlerini devirdi ve sonra gömleğinin cebinden çıkardığı ipek mendili Ezra'ya uzattı. "Al bununla sil suratını tahriş etmez." Ezra bariz bir şekilde gülümsedi ve gözlerini kaçırarak mendili aldı. "Ay çok teşekkür ederim, cildim çok hassastır benim."

Biraz sonra Beyefendi de aşağı indi. Hepimize nazaran en iyi görünen yine oydu, en azından saçı başı düzgündü. "Kocan geldi mi?" dedi köşede duran kadına. Kadın başını kaldırdı ve ilgisiz bir ses tonuyla "Çıkalı oldu epey gelir bi-" Kapıdan ses gelince duraksadı ve "Ha geldi işte." diyerek yeniden önüne döndü. İçeri giren adam şapkasını çıkardı ve "Dediğin numarayı aradım yolu da tarih ettim hemen yola çıkacaklarını söylediler." dedi. Sonra kaşlarını çattı ve ilgiyle Beyefendi'ye baktı. "Sen kolu uzun birine benziyorsun, doğru mu?"

Beyefendi sadece belli belirsiz gülümsedi ve "Yanlış adamı kazıklamaya kalktın ihtiyar." diyerek köşede hala yanmakta olan muma üfledi.


"İyi misiniz?" dedi Alisa Hanım bir Ezra'ya bir de Beyefendi'ye bakıp. "Üstünüz başınız neden bu halde bir şey olmadı değil mi bir yerinize?"

"Utku'nun-"

"Ben onu mu soruyorum Ezra?" Alisa Hanım'ım ses tonundaki kinayeyi umursamadan kimseye bir şey demeden müştemilata ilerledim ve içeri girer girmez uzun süren bir duş aldım. Sonrasında daha fazla dayanamayarak uyudum.

Gözlerimi açtığımda saat akşam beşe doğru geliyordu. Takvime göre haftaya okul başlıyordu ve ben buna sevinmeli miydim yoksa üzülmeli miydim karar veremiyordum. Köşkte daha az vakit geçireceğim için memnundum ama okulda da Ufuk vardı ve onunla ikide bir göz göze gelmek de kötü hissettiriyordu. Hem artık orada da tek başıma kalmıştım, Ufuk dışında pek bir arkadaşım yoktu ki benim.

Ne kadar da hata etmiştim aslında. Şu dünyadaki varımı yoğumu tek bir kişiye yüklemiştim. Tüm sevgimi, tüm zamanımı, tüm emeğimi ona vermiştim. O gidince de böyle alelen ortada kalmıştım işte. 

Gözüm komodinin üzerinde duran kitaba kayınca kırık bir tebessüm bulaştı dudaklarıma. En azından kitaplarım vardı. Artık şiir okumak gelmiyordu içimden lakin roman okurdum.

"Olsun." dedim kendi kendime. "Kendi kendime de gezebilirim. Mesela sinemaya giderim. Beyefendi sinemaya gitmeyi sevmezdi ve Ufuk'ta tarihi filmleri sevmezdi bu yüzden hiç öyle filmleri sinemada seyredemiyordum, artık kendim kendimle izlerim." Boğazıma bir yumru oturdu ama omzumu silktim. "Hem sinemada kimse anlamaz tek başıma olduğumu, kimse kimse ile konuşamıyor."

Başımı kaldırarak karşı odanın kapısına baktım ve işte o an gözlerim yine doluverdi. "Anneme daha sık zaman ayırırım." dedim kırık bir sesle. Gözümden bir yaş aktı ama hemen sildim ve "Kütüphane." dedim hemen. "Tabii ya kütüphaneye giderim orası bana çok uygun." Neredeyse hiç harcamam olmadığı içim yıllardır bankada benim için epey sayılabilecek bir para birikmişti. İstediğim birçok şeyi yapabilirdim.

Telefonu elime aldım ve aklıma gelen şeyle hemen arama motoruna girerek güvenilir bir ehliyet kursunun numarasını buldum. Ehliyetimi de alacaktım ileride elbet işime yarardı. Sınıf grubuna gelen mesajla arama motorundan çıkarak gruba girdim ve sadece ismen bildiğim, sınav haftası dişinde pek sohbetimin olmadığı çocuğun attığı mesajı gördüm.

"Doğum günü partim akşam sekizde başlıyor, hepinizi bekliyorum."

Ekranı kapatarak kitabı elime aldım ama aniden aklıma düşen şeyle duraksayarak bir telefona bir de kitaba baktım. "Yok canım." Yeniden kitaba döndüm ve rastgele bir sayfa açtım ama sonra ister istemez yeniden telefona döndüm. Teknik olarak ben de davetli oluyordum değil mi? Gruba girerek elimi klavyeye uzattım ve çekinerek de olsa yazdım.

"Adres neresi?"

Hızla ekranı kapattım elimi çeneme uzattım. Ya seni davet etmedim derse ne diyecektim? Ya da ya dalga geçen olursa ne yapacaktım? Belki de-

Gelen bildirim sesiyle düşüncelerim bile yarıda kesildi ve yutkunarak telefonu aldım. Ekranı açmama fırsat kalmadan aniden birkaç bildirim daha gelince kalbim acıyla kasıldı ama yine de gruba girdim.

Gökhan: Ooo Utku sen yeter ki gel ben seni evden bile alırım.

Elif: Grubun açıklamasında yazıyor mutlaka gel çok eğleneceğiz.

Kerem: Gelecek misin cidden?

Koray: Gelmeyecektim ama geliyorum.

İlkay: Utku üç ay sonra benim doğum günüm de olacak buraya gelirsen oraya da gelmek zorundasın ona göre.

Gerginlik yerini heyecana bırakırken yutkunacak gülümsedim. Belki de sandığım kadar yalnız değildim de hep ben kendimi içimde olduğum ortamdan uzaklaştırmıştım. Geleceğime dair bir mesaj daha attım ve hızla hazırlanmaya başladım. Normalde olsa mutlaka Beyefendi'den izin alırdım ama aramızdaki ilişki sadece bir işveren- çalışan ilişkisinden ibaret olacaksa o halde izin günümde ne yapacağımı bildirmem absürt kaçardı.

Üzerime boğazlı bir kazak, onun üzerine de bir gömlek ve siyah bir jean pantolon giydikten sonra saçlarımı yapmaya çalıştım. Saçlarım dalgalıydı bu yüzden şekil vermem çok zor olmamıştı. En sonunda da bir saat taktım ve parfüm de sıkıp aynaya baktım. Bir garip gelmiştim gözüme. Özellikle saçlarım normalinden daha farklıydı ve elimle dağıtmamak için zor duruyordum.

Hazırlanırken aradığım taksiyi beklemek üzere ceketimi de alarak evden çıktım ve kapıya doğru ilerlemeye başladım. "Utku." Kerim ağabey merdivenlerden eliyle beni çağırınca hızla yanına gittim. Halime garip bir bakış attı ama soru sormak yerine "Meryem Hanım seni çağırıyor." dedi ve ekledi. "Büyük salonda."

Taksi daha gelmemişti neyse ki. Başımı salladım ve hızlı adımlarla salona girdim.  Meryem Hanım ve Beyefendi karşılıklı koltuklara oturmuş kahve içiyorlardı. Meryem Hanım beni görünce tam dudaklarını aramamıştı ki şöyle bir süzdü ve kaşlarını çatarak "Utku?" dedi son harfi uzatarak.

Birkaç adım daha  attım ve "Buyrun Meryem Hanım?" dedim ama o cevap vermek yerine derin bir nefes aldı ve "Vav." dedi coşkulu bir sesle. "Parfüm şişesini mi içtin aslanım bu ne koku?" Gerilerek hızla dudaklarımı yakama indirdim ve bir nefes aldım. "Kö-kötü mü kokuyor Meryem Hanım?" Ben pek parfüm sıkmazdım.

"Yooo." dedi bana doğru yaklaşarak. "Çok çekici kokuyorsun da," Gözlerini kısınca refleks olarak hafifçe başımı iki yanıma salladım. "Parfümler sıkılmış, cool cool giyinilmiş, efendime söyleyeyim saçlar yapılmış. Bir yere mi hazılandın birine mi?"

Gözlerimi köşede oturan adama uzatmamak adına dişlerimi sıktım ve derin bir nefes aldım. "Partiye gideceğim de ondan hazırlandım." Meryem Hanım dişleri görülecek şekilde gülümsedi ve elini omzuma koyarak başını kardeşime çevirdi. "Avram," dedi yine harfleri uzatarak. "Senin haberin var mıydı bu parti işinden?"

İster istemez Beyefendi'ye baktığımda onun da bana baktığını gördüm. Gözlerini gözlerimden çekmeden "Hayır." dedi. "Sen de tutma çocuğu sonra konuşursunuz." Meryem Hanım aramızdaki gerginliği hissetmeden omzunu silkti ve bana döndü. "Kimin partisi bu?"

"Sınıftan bir erkek arkadaşımın." Tam o sırada telefonuma bir mesaj gelince hem Meryem Hanım'ın hem de benim gözüm eş zamanlı olarak ekrana kaydı.

Ezgi: Utku sen de hediye almadıysan önden buluşup beraber bir şeyler alalım mı ben de alamadım da.

"Ezgi mi?" Meryem Hanım'ın bu halinde bir ablanın sıcaklığı vardı ve bu hali içimi ısıtabilirdi, tabii erkek kardeşine aşık olmasaydım. Hissettiğim utançta başımı eğdim ama o bunu farklı yorumladı ve "Aşk olsun Utku benden mi çekiniyorsun?" dedi omzumu dürterek.

Bir saniyeliğine gözlerimi kapadım ama sonra aralayarak başımı kaldırdım. "Ezgi, Ufuk'tan hoşlanıyor Meryem Hanım. Muhtemelen bizim arkadaşlığımızın bittiğinden haberi olmadığı için benimle yakın olmak istedi." Meryem Hanım'ın gülüşecekse kramp girerken odayı tiz bir ses kapladı.

"Ne?" dedi Ezra hızlı adımlarla gelirken. "Sizin sınıftaki şu çalı bacaklı Ezgi, Ufuk'tan mı hoşlanıyor? Ve siz partiye mi gidiyorsunuz?"

"Sen niye bu kadar yükseldin?" Meryem Hanım kaşlarını çatınca Ezra hızla saçını kuşağının arkasına itti ve "Yükseldim." dedi ve boğazını temizledi. "Yükseldim doğru ama bir sor neden yükseldin diye?" Meryem Hanım ona düz düz baktı ve "Sordum ya zaten." dedi duvara laf anlatır gibi.

Ezra bana baktı ama sonra yeniden Meryem Hanım'a döndü. "Çünkü ben davet edilmedim partiye çok sinirlendim ben basım davet edilmem partiye ya? Hem de Ezgi bile davet edilmiş ve Ufuk bile?"

"Sınıf arkadaşım dedi ya çocuk. Sen Utku ile aynı sınıfta mısın Ezra?" Meryem Hanım kollarını göğsünde birleştirdi. "Üstelik ben olsam ben de doğum günümde seni görmek istemezdim." Ezra bu iğnelemeye göz devirdi ve bana döndü. "Ama ben doğum günü çocuğuyla arkadaşım. Adı neydi ya, şey..."

"Gökhan." dediğimde hızla başını salladı. "Hah Gökay. Ben Gökay ile çok yakınım kesin aramıştır da görmemişimdir. Utku bekle beni beş dakikaya geliyorum."

İsmini bile yanlış söylemesini dillendirmedim. "Ezra Hanım ama taksi gelmiştir." Ezra hızla gözlerini açtı ve "Bekle dedim." dedi. "Hem zaten ne taksisi ya Kerim ya da Yaser bırakır bizi. Hediyeyi de alırız üçümüz sen yaz Ezgi'ye ben çok güzel hediye bulurum ona da bulurum."

Hiçbir şey diyemeden merdivenlere koştuğunda derin bir nefes aldım. Hevesim kaçmıştı.

"Gerçekten salak bu kız." Meryem Hanım mırıldandı ve bana döndü. "Neyse otur o zaman bekle. Ben de aslında seninle bir şey konuşacaktım ama sonra konuşuruz." Bir şey demeden köşeye oturdum ve gözlerimi halıya diktim. Görevlilerden biri Meryem Hanım'a bir şey sordu ve sonra ikisi de gözden kayboldu.

Şimdi kocaman salonda sadece ikimiz kalmıştık. Başımı kaldırmadan öylece durdum. Sessizlik dalga dalga büyürken en sonunda sessizliği bozan o olmuştu. "Paran var mı?" Sesindeki mesafe elle tutulacak cinsten somut ve yakacak kadar soğuktu. Soğukta bir noktadan sonra yakar.

"Var efendim, sağ olun."

"Niye yüzüme bile bakmıyorsun?" Başımı kaldırarak yüzüne baktığımda bir eli çenesinde, tek kaşını manidar bir tavırla kaldırıp beni süzdüğünü gördüm. Neredeyse bana gülecek gibi bir hali oluşu ilk defa beni kırmanın yanında kızdırdı.

Dişlerimi birbirine bastırdım ve "Lüzum yok." dedim tıpkı onu taklit eden bir soğuklukla. Bakışlarındaki ifade değişirken bacak bacak üzerine atmayı bıraktı ve elini çenesinden çekerek oturduğu yerde dikleşti ama merdivenlerden inen Ezra'yı görmemle hızla yerimden doğruldum ve "İyi akşamlar efendim." diyip hemen arkamı döndüm.

Ezra iyi ki gerçekten de hızlı hazırlanmıştı. Birlikte çıkışa doğru yürürken "Ya seni partiye almazlarsa?" diye sorunca bir kahkaha attı. "Tatlım ben hem güzelim hem zenginim hem de soyadım Martino. Kim kimi nereye almıyor?"

"N'oldu Utku?" Kerem şişeyle omzumu dürterek bağırdı. "Ortam açmadı galiba seni?" Müzik sesi o kadar yüksekti ki kendi sesimi bile zor duruyordum. "Fazla kalabalık sadece." dedim ama beni duymadı bile.

"Neden hiçbir şey içmiyorsun kanka?" Kanka diyen kişiyi tanımıyordum ama bozuntuya vermedim. "Ben alkol kullanmıyorum." Çocuk kaşlarını çatarak "Niye kusuyor musun?" dedi ve beklemeden ekledi. "Bir şey olmaz be kus anasını satayım ben senin enseni tutarım."

"Tercih etmiyorum bilader sağ ol."

"Utku ben sana alkolsüz mojito getiririm bekle sen." Ezgi yanımdan ayrılınca Ezra hemen bana döndü. "Bu ne yalakalık ya, hem Ufuk nerde?"

"Ezra nereden bileyim ben Ufuk ile artık görüşmüyorum ki."

"Ay geldi geldi vallahi geldi çekil şuradan." Ezra hızla piste doğru ilerlerken ben de elimi alnıma yasladım. Doğum günü partisi derken bar beklememiştim ne bileyim daha kafe gibi bir yer olur sanmıştım.

Ezgi tanıma gelerek içinde lime olan küçük bardakların olduğu bir tepsiyi bıraktı ve gözlerini Ufuk'un olduğu yöne uzattı. "Çağırmayacak mısın?" Cevap vermek yerine bardağı aldım ve tek seferde hepsini içtim, bardaklar pek büyük değildi zaten. Soğuk sıvı iyi gelmişti ama alttan alttan da genzimi yaktı. "Ne var bunun içinde biraz acı?" Ezgi bana dönmeden "Lime ve asitli içecek birleşince o yakmıştır alkollüler daha acı oluyor bu bir şey değil." dedi.

İlk başta rahatsız eden yüksek ses sonralarda hoşuma gitmeye başlamıştı. Öyle ki son iki şarkıdır dans ediyordum. Bunu gören Ezra şok olmuştu ama durumu lehine çevirerek gidip beni Ufuk'a gösterdi. Sanki Ufuk beni görmüyordu. Yanıma geldiğinde gülümsedim. "Ne yapıyorsun?"

"Utku sen alkol mü aldın?" Kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. Benim gülüp eğlenmem için ille de günaha mı batmam gerekiyordu? "Alkol falan almadım." dedim huysuz bir tonla. "Alkolsüz mojitoymuş bu Ezgi söyledi ama sen şimdi bırak bunları. Sen bana söyle, neden yanıma gelmiyorsun?" Elini ağzına götürerek gülüşünü bastırdı ve masadaki bardaklardan biri alıp kokladı.

"Ezgi'nin günahsız içeceklerine haram bulaşmış galiba Utku." Dehşetle gözlerimi açtım. "Haram mı bulaşmış? Kim bulaştırmış çok günah." Ufuk dayanamayarak bir kahkaha attı ve "Bu halin çok komik olmuş lan." dedi gülmeye devam ederek. Sonra boğazını temizledi ve "Yanına gelmedim çünkü sen benimle küstün unuttun mu?" dedi. "Hem sen buraya nasıl geldin? Beyefendi'n nasıl izin verdi?"

Dudaklarımı şişirerek ofladım. Bu da kendini akıllı sanıyordu. Sanki ben bilmiyordum işine geldiğinde Beyefendi'ye gıcıklık olsun diye küsmemişiz gibi yanımda olduğunu. "Ben kimseden izin almam bir kere benim izin günüm bugün." Şimdi hayretle gözlerini açma sırası Ufuk'taydı. "Utku sen çok mu sarhoş oldun?"

"Ben çok sarhoş olmuştum ama beni ayılttılar Ufuk. Sarstılar böyle kendine gel dediler bana. Tam için ısındı derken bir kova buzlu suyu üzerime döktüler. Ben sarhoş olmadım ben asıl ayıldım ayıldım." Ufuk ne dediğimi anlayamayarak yüzüme bakarken "Bu gece eve gitmek istemiyorum." dedim. Gözlerim yanmaya başladığında yutkunacak masaya döndüm ama altı yedi tane bardağın hepsi boştu. "Ezgi nerde bana biraz daha alkolsüz içecek getirsin."

"Nerede kalacaksın peki?" Elimi enseme uzatırken kime gidebileceğimi düşündüm. Düşündüm, düşündüm ve en sonunda elimi havaya kaldırarak bağırdım. "Hüseyin'e gideceğim."

"Hüseyin senin köydeki arkadaşın değil mi Utku?" Onaylayarak başımı salladığımda gözlerini devirdi. "İstersen bizde kalabilirsin. Ama önce benim de sarhoş olmam lazım çünkü o zaman bana kızamazsın." Birlikte bara doğru ilerlerken elimi omzuna attım. "Ben sana ne zaman kızdım aşk olsun."

**************

Boş yolda ilerlerken ikimiz de gülüyorduk. Neye güldüğünü bilmiyordum ama çok komikti.

Ufuk kolunu omzumdan çekmeden diğer elimi arka cebine uzattı ve telefonunu çıkardı. "Şarkı acacağım, partidekiler bok gibiydi zaten pek sevmiyorum o Gökhan'ı." Yüzümü büzerek ona döndüm. "O zaman neden geldin?"

Yüzüme bakıp başını yana doğru yatırdı ve "Bu da soru mu?" dedi sevimli bir sesle. "Tabii ki senin için geldim, lavuk kalkmış seni evinden alırım yazmış bu ne samimiyet lan ben bile seni evinden almadım hiç." Bir kahkaha attım ve "Gelsin gelsin, İshak Bey de onu bekliyordu." dedim.

"İshak deme bana bir ürperti geçti içimden." Gülmek istemedim ama gülmeden duramıyordum. Allah'ım çok komikti ya. Sahi, komik olan neydi?

"Başım köpük köpük bulut. İçim dışım deniz." Ufuk ağzını doldura doldura bağırmaya başlayınca ona döndüm. "Ben bir ceviz ağacıyım, Gülhane Parkı'nda." Telefonumu alarak bizi videoya almaya başladığında ben de şarkıyı söylemeye başladım. Sesim ilk defa bu kadar gür çıkıyordu.

"Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz. Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında." İkimiz de nakaratı söylerken adeta bir takım taraftarı gibi yerimizde zıplamaya başladık. Sonra aniden yere oturdum ve siyaha boyanan denize baktım.

"Ben bir ceviz ağacıyım, Gülhane Parkı'nda." Sesim müziğin ritminden çok uzak, çok daha buhran doluydu. Gözlerim dolu dolu bağırdım. "Yapraklarım ellerimdir, Tam yüz bin elim var
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a." Sonra o da benim yanıma oturdu ve başını omzuma yaslayarak benimle söylemeye başladı. "Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım. Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u. Yüz bin yürek gibi, çarpar çarpar yapraklarım."

Şarkı bitene kadar öylece oturduk ama en sonunda Ufuk, "Utku." dedi. Başımı ona çevirmenden belli belirsiz mırıldandım. "Bizim ev nerdeydi?" Bir süre düşündüm. Ben onların evine hiç gitmemiştim ki. Sonra düşünceli bir şekilde kaşlarımı çattım. "Sen Cihan Bey ile aynı evde yaşıyordun değil mi?"

"Evet."

"O zaman Cihan Bey'in evi neredeyse orada."

"Aaa evet doğru." Başını omzumdan kaldırdı ve güldü. "Çok mantıklı lan, abimin nerede yaşadığını biliyorum ben hadi gidelim."

Güç bela bir taksi bulduktan yaklaşık kırk dakika sonra evin önünde inince başımı kaldırarak büyük eve baktım. "Sizin eviniz de epey büyük ama biraz hareket ediyor neden?" Ufuk da başımı kaldırıp eve baktı ve şaşkınlıkla dudaklarını aralayarak. "Aa hakikatten oynuyor." dedi. Sonra bana döndü ve omzuma bir yumruk attı. "Ben onca yıldır fark etmedim sen ilk bakışta fark ettin vallahi helal olsun sana ya."

Anahtarla kapıyı araladı ve parmağını dudağına bastırdı. "Saat üçe geliyor sessiz ol tamam mı?" Parmağımı tıpkı onun gibi dudağıma uzattım ve başımı sallayarak "Sessiz sessiz." dedim fısıldayarak.

Eve girer girmez beni merdivenlere doğru götüreceğiz sırada durdum ve "Salona bakabilir miyim?" dedim sessizce. Başını sorar gibi iki yanın sallayınca başımı yere eğdim. "Cihan Bey İran halılarını çok methetti de çok merak ettim." Ufuk gülüşünü bastırmak için yumruğunu dudağına bastırdı ve beni kolumdan çekiştirirken "Benim odamda da İran halısı var." dedi. "Yürü ben sana göstereceğim İran halısını."

Baykanlar eve girerken ayakkabı çıkarıyordu  ama o kadar uzun süre Martinolar ile yaşamıştım ki ayakkabıyı çıkarmak garip gelmişti. Sonra garip gelmesini de garipsedim. Müştemilata girerken ben de ayakkabımı çıkarıyordum.

Ufuk'un odası tam hayal ettiğim gibiydi. Şimdi Beyefendi olsa 'hayal mi ettin?' derdi. Beyefendi'yi hatırlamak yine burnumu sızlattı. Onu o kadar özlemiştim ki. Ellerini, gözlerini, dudaklarını. Dudaklarını öpmesem de olurdu yeter ki gülümserken görseydim ona da razıydım.

"Utku neden ağlıyorsun?" Ufuk'un sözleriyle parmaklarımı yanağımda hissettiğim ıslaklığa uzattım. Ne ara o yaşlar yine gözümden almıştı fark etmemiştim ama hissettiğim yalnızlığa lanet ettim. Yanımda ne kadar insan olursa olsun o olmayınca kendimi hep yalnız ve güçsüz hissedecektim bundan kaçış yoktu.

"Bilmiyorum." dedim söyleyecek bir yalan bulamayınca. "Uykum var." Gözlerimle odayı bir kez daha taradığımda bir koltuk göremeyince başımı yere çevirdim. "Bir bir yastık ve battaniye verir misin?" Ne demek istediğimi anlayınca "Saçmalama." dedi absürt bir sesle. "Yerde mi yatacaksın birlikte uyuruz."

Hiçbir şey demeden öylece ayakta dikilmeye devam edince Ufuk elimi omzuma koydu. "Ben Martino değilim Utku, ben senin arkadaşınım ve sen de benden daha aşağıda değilsin yerde yatmana gerek yok birlikte uyuruz." Gözlerimi kapatarak başımı salladım ve sonra onun giymem için verdiği eşofman takımını giyerek yatağa uzandım. Ufuk ile fiziklerimiz neredeyse aynıydı bu yüzden eşofman takımı çok rahat olmuştu.

Ne ara uykuya daldığımı hatırlamıyordum ama bilincim açıldığında ilk hissettiğim şey başımdaki ağrı ve Ufuk'un ensemdeki eli olmuştu. Gözlerimi açmayı denediğimde başıma ani bir sancı saplanınca boğazımdan minik bir inilti döküldü. Ufuk hafifçe kıpırdanıp uykulu bir ses tonuyla mırıldandı. "Utku?" Cevap vermek yerine ona biraz dana yaklaştım, üşüyordum.

"Utku dur senin ateşin mi var?" Yorganı üzerimden itmeye çalışınca karşı koydum. "Dur dur açma." Yorganı çekmeyi bıraktı ama benden uzaklaşarak elini önce alnıma sonra da yanağıma koydu. "Utku ateşin var kalk elini yüzünü yıkayalım."

"Ufuk, Beyefendi beni aramış mı?"

"Ne Beyefendi'si oğlum ateşin var diyorum kalk hadi." Yorganı çeneme kadar çekerek hafifçe gözlerimi araladım. Ufuk da pek iyi görünmüyordu bana kalırsa. "Telefonuma bakar mısın?" Oflayarak yerinden kalktı ve telefona bakıp bana döndü. "Yok, ne Beyefendi ne Meryem Hanım hiçbiri yazmamış ve aramamış." Hemen gözümü kapattım ve bacaklarımı karnıma çektim.

"Hadi bak bir elini yüzünü yıkayalım, kahvaltı edelim. Alkol ağır geldi galiba bünyene." Son cümlesi beynime bir şimşek gibi çakılırken hızla yerimden doğruldum ve dün geceyi düşündüm. Hatırlıyordum ama çoğu şey uzak bir hatıra gibiydi. Ellerimi nereye koyacağımı bilemeyerek "Ben alkol kullanmam ki." dedim. "Ben nasıl alkol almış olabilirim ben hiç kullanmam biliyorsun."

Yatağın üzerinden eğilerek omzuma dokundu ve "Sakin ol." dedi. "Alkolsüz kokteyl ile alkollü olanlar karışmış bilerek içmediğini biliyorum." Hissettiğim rahatsızlık ile ellerimi şakaklarıma uzattım. "Utku bilerek içmedin rahatsız hissedeceğin bir durum yok."

"Her şey mahvoluyor." En sonunda dayanamayarak yumruğumu yorgana geçirdim.  "Hiçbir şey istediğim gibi olmuyor, hiçbir şey benim lehime gerçekleşmiyor bıktım sabretmekten bıktım umut etmekten." Hiçbir şey demeden öylece bakınca bir yumruk daha attım. "Ben neden mutlu olamıyorum Ufuk? Neden mutsuzluğumun suçunu bile kendimde görecek kadar acımasızken kimseye karşı boynumu bile dik tutamıyorum?" Gözlerimden akan yaşları bu sefer silmedim ve başımı tavana kaldırdım. "Kötü biri olmayı dileyecek kadar iyilik yolunda ezildim ama kötü biri olmaktan da ölesiye korkuyorum. Ne kadar ezilirsem ezileyim bu korku hiç gitmiyor."

Beni kendine doğru çektiğinde ona direnmeden başımı göğsüne yasladım ve omuzlarım sarsılacak bir gürültüyle ağladım. Öyle birini sevmiştim ki ben, acısını dahi en yakınımla bile konuşamıyorum.

Öyle birini sevmiştim ki ben, halim bir idam mahkumun can vermeden önce son kez çırpınışı gibiydi; acının son raddesinde ama can bedenden hala çıkmamış.

Sesim içime çekilip sessiz iç çekişlerine dönüşene kadar saçlarımı okşadı. Onunla yeniden konuşmanın da benim için çok ağır bir bedeli olacaktı. Gerçi daha nasıl bir bedeli olabilirdi ki? Beni işten mi kovarlardı? Kovsunlar, daha iyi. Bu iyi bile olurdu çünkü benim istifa edecek yüreğim yoktu.

Saçımdaki eli yanağıma kayınca gözlerimi kapattım. "Sen çok iyi bir insansın Utku." dedi. "Ben seninle her türlü yola çıkarım. Kendimden şüphe ederim ama senin adaletinden, sadakatinden ve merhametinden şüphe etmem. İçindeki bu ateşin sebebini bilmiyorum ama lütfen kendine biraz kıymet ver kardeşim. İnsanlara baktığın o pembe gözlüklerle biraz da kendine bak."

Başımı kaldırarak yüzüne minnetle ve suçlulukla bakarak "Bu hayatta belki de haksızlık yaptığım tek insan sensin Ufuk." dedim. "Herkese baktığım o pembe gözlükleri sana bakarken çakardım ama hala benim için böyle güzel şeyler söylüyorsun." Samimiyetle gülümsedi ve arkadaşça omzuma bir yumruk attı. "Yaptığın şey üzülmeme sebep oldu ama senin bir suçun değildi ve bu yüzden kendini kötü biri gibi görmen bile aslınsa senin ne kadar iyi olduğunu kanıtlıyor."

Derin bir nefes alıp gülümsemekten başka bir şey yapamadım ama o da zaten herhangi bir şey dememi beklemeden yataktan kalkıp beni de bileğimden çekiştirdi. "Hadi hadi elini yüzünü yıka da kahvaltı edelim hemen sonra da bir ilaç al." Dediği gibi elimi yüzümü yıkadım ve birlikte aşağı kata inerek hali hazırla bizim için kurulmuş olan sofraya oturduk.

"Eee," dedi neşeyle. "Bir Martino sofrası ile aşık atabilir mi?" Ben de gülümsedim ve çayımdan bir yudum alarak "Lütfen Ufuk." dedim. "Yemek sofrasında konuşulması kati suretle hoş karşılanmaz." Ani bir kahkaha atınca elindeki çatal tabağına düştü. "Tam da Martinolar uygulansın diye koyulmuş bir kural. Biz de kahvaltılarda hiç susmayız malum iş güç, okul derken yan yana geldiğimiz tek yer yemek masası oluyor."

"En azından yemeğin ailece yenmesi konusunda ortak bir paydada buluşmuşsunuz." dediğimde yüzünü buruşturdu. "Ortak payda deme tansiyonum düşüyor." Gülümseyip ekmeği elime aldım ama aklıma gelen şeyle aniden ona döndüm. "Dün partiye cidden benim için mi geldin?" Lokmasını çiğnersen sadece başını salladı ve yutkunduktan sonra "Tabii ki." dedi. "Sen partiye katılıyorsan kesin bir şeylik vardır diye düşündüm. Bu arada cidden ne alaka partiye geldin?"

Gözlerimi kaçıracak omuz silktim. "Gelemez miyim?" Ufuk imalı bir sesle "Utku." dediğinde başımı yeniden ona çevirdim. "Yeme beni oğlum mide fesatı geçirirsin. Ben seni tanımıyor muyum? Hem o kız ne alaka seninle gelmiş?"

"Ezra mı?" dediğimde başını salladı. "Evet o. Bu ara fazla yanında sanki. Ne oldu evde koalisyonlar arası geçiş mi yaptın?"

"Ne münasebet." dedim kaşlarımı çatarak. "Ezra da partiye gelmek istedi sadece." Yine bir şeyler çiğnerken tek gözünü kırparak soru sorar gibi başını iki yanına salladı. Ben de onu taklit edince gözlerini devirdi ve "Niye niye?" dedi. "O kız bizim sınıftan bile değil ne alaka?"

Hiçbir şey demeden sadece uzun uzun gözlerine bakınca bu sefer ciddi bir ifadeye büründü ve sandalyesine yaslandı. Sonra "Olmaz." dedi keskin bir şekilde. "Beni filmi bir kere izledim. Abimin halini de rol model almak gibi bir niyetim yok. Hem o kız bana göre değil fazla şıkır şıkır." Aslında verdiği tepki beklediğimden çok daha nazikti. Yani ne bileyim yüzünü buruşturmamıştı mesela.

"Ezra güzel bir kız ama." İşte şimdi yüzünü buruşturarak "Martinolar'ın hepsi güzel." dedi. "Meryem de güzeldi neye yaradı? Senin Beyefendi de dışarıdan çok janti duruyor. O gözler, o saçlar, o endam ama neye yarıyor?" Boğazımdaki lokmayı zorla yutkundum. İçime oturan şey çiğneyemeden tçyuttuğum lokma mıydı yoksa onun adı mı karar veremedim.

"Öyle." dedim sessizce. "Güzeller."

"Sen daha güzelsin kanka." İster istemez güldüm ve başımı iki yanıma sallayarak yemeğime devam ettim.

Yemekten sonra birkaç saat birlikte vakit geçirdik ama sonra köşke dönmek üzere ayrılmam gerekti. Bu gece de bizde kal diye ısrar etse de bunu yapamazdım. Kıyafetlerimi bir poşete koyup uzatırken "Eşofmanını haftaya okula getirim." dediğimde omuz silkti. "Sana daha çok yakıştı senin olsun."

"Yo, olmaz öyle."

"Yo, olur öyle." dedi taklitçi bir şekilde. Sonra da gelen taksiyi işaret ederek "Hadi bakalım tilki." dedi. "Kürkçü dükkanına geri dönme vakti." Taksiye doğru ilerlerken gerçekten de kendimi kürkçü dükkanına geri dönen bir tikti gibi hissettim; postu çıkarılacak olan bir tilki.

Şoföre parayı uzattım ve arabadan inerek müştemilata doğru ilerledim. Kimse yoktu ortalıkta; ne Kerim ağabey ne Yaser ağabey ne de Fırat amca. Kapıyı yavaşça açıp içeriye girdiğim poşeti bir köşeye bırakarak ağır adımlarla odama ilerlediğim. Tam odadan içeri girmiştim ki yatağın üzerinde oturan Beyefendi'yi görünce korkuyla titredim ve bir adım geriledim. "B-Beyefendi?"

Bir şey söylemeden derin bir nefes aldı ve telefonu bana uzattı, hemen akabinde de odayı Ufuk ve benim sesim doldurdu. Bu video dün geceye ait bir videoydu, Ufuk ile sokakta şarkı söylerken onun benim telefonumla çektiği video. Bir an bunu Beyefendi'ye mi gönderdi diye düşünmüştüm ama sadece WhatsApp durumumda paylaştığını fark ettim. Video son bulana kadar elimi kıpırdatmadı ve sonda sakince telefonu indirip yüzüme baktı.

"Alkol mü aldın sen?" Gözlerimi yere indirdiğim sırada "Yüzüme bak." dedi. "Lüzumu olup olmaması umrumda değil gözüme bak." Dün söylediğim lafın cevabını da verdi. Beyefendi hiçbir zaman hiçbir lafın altında kalmazdı. Başımı kaldırarak yüzüne baktım. "Alkolsüz kokteyl sandım, bilmeden içtim."

Çenesi o kadar gerilmişti ki alt dudağı olduğundan çok daha ince duruyordu. "Dün gece neredeydin?" Cevap vermeyince "Utku." dedi ama aniden "Sizi ilgilendirmez." diyiverdim. "Kerim ağabey de bazı geceler olmuyor ya da Yaser ağabeyim de olmuyor onları sorguluyor musunuz? Hayır. O zaman beni de sorgulamayın."

Aniden ayağa kalkınca iki adım daha geriledim ve yutkunarak yere baktım. "Benimle düzgün konuş çocuk, seni mahvederim." Sertçe dilimi ısırdım ve başımı kaldırarak ben de kaşlarımı çattım. "Evime girmeniz etik değil Beyefendi gider mis-" Aniden boğazımı kavrayınca nefesim kesildi ve parmaklarımın üzerinde yükseldim. Bu halimi Cihan Bey'in köşke geldiği gecedeki haline benzettim.

Gözlerinden gümüş alevler savurarak yüzüme eğildi ve "Burası. Benim." dedi, bastıra bastıra. "Benim ayak bastığım her yer benimdir ve ben istediğim zaman istediğim yere istediğim şekilde gelirim." Cevap beklemeden parkalarının baskısını arttırınca yüzümü buruşturarak ellerimi ellerime üzere koyarak itmeye yeltendim ama kıpırdamadı bile. Gözlerim zonklamaya başladığında başını tehditkar bir yavaşlıkla omzuna eğdi ve "Şimdi elimi çekeceğim ve özür dileyeceksin." dedi ürkütücü bir sakinlikle. "Anladın mı?"

Zoraki bir şekilde başımı salladığımda elini çekti ve olduğum yere çökerek sertçe öksürmeye başladım. Yüzünü buruşturarak bana baktı ve sonra "Kalk ayağa." dedi öfkeyle. Gözlerim dolu dolu yerimden kalktım ve derin bir nefes alarak korkuyla yutkundum. Ağlamamak için derin nefesler alıyordum ama karnım ağrımaya başlamıştı.

"Özür dile." Dudaklarımı araladım ama bir şey beni durdurdu. İçimde bir şeylerim dolduğunu hissediyordum, daha fazla dayanamıyordum. Bu acıya daha fazla dirayet gösteremezdim.

Titreyen ellerimi yumruk yaparak hiçbir şey demeden yanından geçip dolabı açtığımda aynadaki yansımasından kaşlarını çattığını gördüm. "Ne yapıyorsun?" dedi asabi bir tonla ama tanılamadım ve dolabın en üzerinde duran bavulu çıkardım. Bavulu yatağın üzerine bıraktığımda nefesini sertçe dışarı verdi. "Utku ne yapıyorsun?"

"İstifa ediyorum." dedim çatallı bir sesle. Hiç beklemeden kokumu kavradı ve "Kabul etmiyorum." dedi ama kendimi geri çekerek yeniden dolaba döndüm ve kazaklarımı aldım. "İshak Bey eder."

Beyefendi otokontrol konusunda zirve yapmış bir adamdı ama onun bile bir sınırı vardı ve ben o sınırı aşabilen nadir kişilerden biriydim. O gece sabrının sınırlarını aşarak hem kendi duvarlarımı hem de onun duvarlarını yıktım.

Evet, ben yaptım bunu.

Elini dudaklarının üzerine bastırarak çenesinden kaydırdı ve "Utku bırak şu bavulu konuşalım." dedi. Cevap vermeden bavulu kapadım ve elime aldım. "Utku gerçekten sabrımın sınırındayım."

"Ben ise o sınırı aştım. Artık ne sabrım kaldı ne de çiğnenecek bir gururum." Kapıya doğru ilerlerken arkamdan gelerek "Utku tamam, haklısın." dedi ama umrumda değildi. Benim gayem onun aksine hiçbir zaman kazanmak olmamıştı. Ben haklı olmak istemiyordum ki;?mutlu olmak istiyordum ben, sevgi istiyordum, bir aile istiyordum, bir yuva istiyordum. Ve şimdi hiçbirini bulamadığım bu dört duvar arasından haklılığımı da alıp gidiyordum.

Kapıyı açtım ama omzumun arkasından kolunu uzatarak sertçe kapıyı içti ve beni ensemden geriye çekerek kapı ile arama girdi.  "Beyefendi çıkın önümden." Dudaklarını araladı ama ilk defa dudakları kontrol edemediği bir şekilde titriyordu. Konuşamayınca derin bir nefes alarak işaret parmağını kaldırdı ama parmağı bile titriyordu.

"Beni-" duraksadı ve dehşete düşmüş bir ifade ile başını iki yanına sallayarak "Beni terk mi ediyorsun?" dedi. Midemde hissettiğim acıyla bir an bükülecek gibi oldum ama acıya direnerek ayakta kaldım ve sadece "Evet." diyebildim.

Titreyen gözbebeklerine baktım, titreyen dudaklarına, ellerine. Başını belli belirsiz iki yanına salladı ve "Edemezsin." dedi kısık bir sesle. "İzin-" Aniden durdu ve kaşlarını çattı. Eş zamanlı olarak gözlerim burnundan süzülen kana kaydı. İnce bir yol izleyen kan dudaklarının arasına kayıp yön değiştirdiğinde hissettiğim tüm duygular yerine korkuya bıraktı. Onu kaybetme korkusu devasa bir dalga misali diğer her şeyi yuttu.

Hafifçe başını eğdi ve elini burnuna götürerek kana bulanan parmaklarına baktı. Korkuyla bir adım attım ama bunu yapmamla hızla başını doğrulttu ve kilidin üzerindeki anahtarı bir kez çevirerek avucunun içine aldı. "Beyefendi ne yapıyorsunuz kapıyı açık hastaneye gitmemiz lazım."

"Gitmeyeceksin." dedi, ses tonu alçak ve sakindi ama sesi titriyordu. Korkuyla bavulu bıraktım ve bir adım daha attım. "Lütfen kapıyı aç, doktor lazım." Kan şimdi daha yoğun akıyordu dudaklarının yarısı tamamen kırmızıya bulanmıştı. Kanın tadını hissetmiş olacak ki yüzünü buruşturup elinin tersiyle ağzını sildi ve sonra hiçbir şey olmamış gibi yüzüme bakmaya devam etti.

"Hangimiz daha iradeliyiz Utku?" Gözlerimden akan kandan zorla çekerek yüzüne baktığımda hafifçe gülümsedi. "Yarışalım mı?"

Gözümden bir yaş akınca dayanamayarak "Allah aşkıma aç şu kapıyı." diye yalvardım. "Neden yapıyorsun bunu bana? Yalvarırım daha fazla eziyet etme aç kapıyı." Yüz ifadesine bakılırsa yakarışım ona dokunmamıştı bile.

"İpleri senin ellerine bırakırsam bu olur işte." dedi yumuşak bir sesle. "Gidersin, gitmek istersin." Başımı iki yanıma sallayarak "Gitmeyeceğim." dedim pes ederek. "Söz veriyorum gitmeyeceğim hadi açın kapıyı."

"Sen nefsinle hareket ediyorsun ama ben nefsimle hareket etmiyorum Utku. Sen duygularına ve dürtülerine yenik düşüyorsun, geleceği hiç düşünmüyorsun ama ben en ince ayrıntısına kadar düşünüyorum en uzak ihtimalleri bile hesaplıyorum." Gözlerim dolu dolu artık iki elimi birleştirdim ama umursamadı. Kan artık çenesinden damla damla gömleğine akıyordu.

"Sen bana dokunmak istiyorsun, beni öpmek istiyorsun ama ben seni hayatımda istiyorum Utku. Hep hayatımda ol istiyorum; hiç dokunmasam da, benim için bir çalışandan öteye geçmeyecek olasan da, senin için bir patrondan ileriye geçemeyecek olsam da hayatımda ol istiyorum. Birkaç aylık eğlencenin ardından gitme riskini kabul etmiyorum. Kısa vadeli başarısız bir ilişki uğruna senden tamamen vazgeçmeyi kabul etmiyorum."

"Tamam." dedim ne dediğini bile idrak edemeden. "Tamam Beyefendi sen ne dersen o, sen ne istersen onu yaparım sözünden hiç çıkmam bundan böyle söz. Özür de dilerim, çok özür dilerim hadi şimdi aç kapıyı lütfen artık yalvarıyorum!" Sonlara doğru dayanamayarak bağırdım ve ellerimi saçlarıma uzattım.

Ağır bir hareketle anahtarı kilidine uzattı ama başı dönünce gözleri bir an kapanıp anahtar yere düştü. Hemen koluna girdim ve koltuğa yönlendirerek oturttum. "Ben hemen Meryem Hanımlar'a haber veriyorum." Kolumu kavradı ve kısık bir sesle "Bavul." dedi. "Bavulu gizle, baba görmesin." İtiraz etmeden hemen bavulu dolabın içine sıkıştırdım ve koşarak köşke ilerledim.

"Meryem Hanım." Görevliler mutfaktan çıkarken bir kez daha bağırdım. "Meryem Hanım!" Biraz sonra Merhem Hanım ve arkasından Alisa Hanım merdivenlerde belirdi. "Ne oluyor Utku bu en telaş?"

"Meryem Hanım, Beyefendi." Başka bir şey dememe kalmadan Meryem Hanım koşar adım merdivenlerden inerken Alisa Hanım da onu takip etmişti. "Ne oldu Avram'a, nerede?"
Aynı zamanda çakışa doğru ilerlerken "Müştemilatta." dedim. "Aniden burnu kanamaya başladı ne oldu anlamadım."

"Ne kadar oldu kanama başlayalı?" Soğuk rüzgar yüzüme vururken "Tam bilmiyorum." dedim. "Belki beş belki on dakika."

"Ne?" Meryem Hanım'ım ses tonu beni daha da korkuttu. "Neden bu kadar bekledin? Doktoru ara hemen."

"Ben arıyorum." Alisa Hanım'ın yüzüne baktığımda gerçekten onun da endişelendiğini görüyordum. Müştemilata girdiğimizde onu son bıraktığım halinden bile daha çok kan olduğunu gördüm. "Doktorun gelmesiyle olmaz bu hastaneye gitmemiz lazım." Meryem Hanım telaşla konuşurken aynı zamanda koltukta artık pek dik bir şekilde oturmayan Beyefendi'yi doğrultmaya çalışıyordu. "Avram neden titriyorsun?"

Ben dolu gözlerle ellerimi birleştirip öylece ikisine bakarken Beyefendi de kan geriye gitmesin diye başını hafifçe önüne eğdi ve dirseklerini dizlerine yasladı. Meryem Hanım ona bir kez daha uzandığında "Meryem dokunma bana." kısık bir sesle. "Avram ne oldu?"

"Meryem çok gerginim sus." Meryem Hanım bu sefer aniden bana döndü. "Ne oldu?" Hiçbir şey demeden öylece kalakalınca aniden bağırdı. "Ne oluyor diyorum sana?"

"Kes sesini!" Beyefendi'nin gür ses Meryem Hanımı bile bastırırken ayağa kalktı ve kadının kolumu kavrayarak kapının önüne doğru itti. "Ses duymak istemiyorum, kimseyi istemiyorum çık dışarı." Meryem Hanım ona direnmeye çalışarak "Avram saçmalama." dedi. "Bak kan iyice şiddetlendi."

"Çünkü geriliyorum ve damarlarımdaki basınç artıyor Meryem, çık dışarı git faktörü getir." Meryem Hanım daha fazla direnmek yerine evden çıktı ve Beyefendi de derin nefesler alarak yeniden koltuğa oturup gömleğinin kolunu katlamaya başladı.

"Bana ıslak bir bez getir ağzımı sileyim." Hemen arka odaya gittim ve kumaş mendillerden iki tanesini ıslatarak yanına oturdum. Mendili almak için uzandığında mendili vermeden elimi çenesine götürdüm. "Dur, dur sen." Israr etmeden elini indirdi ve yüzünü buruşturdu. Dudaklarını ve yarım yamalak çenesini sildikten sonra göz göze geldiğimizde dayanamayarak dudaklarımı büzdüm ve elimi yanağına uzattım, yüzü bile buz gibi olmuştu.

"Avram!" Daha uzaktan bile duyulan gür bir sesle hemen elimi yanağından çektim ve koltukta biraz kaydım. Birkaç saniye sonra içeri önce İshak Bey ardından elinde enjektör olan Meryem Hanım girdi. Beyefendi başını yerden kaldırmadan elini kaldırdı ve "Gelmeyin." dedi sadece. "Faktörü uzat Meryem."

"Avram ellerin titriyor."

"Meryem ya şu faktörü uzatırsın ya da kendimi odaya kitlerim."

"Meryem ver." İshak Bey'in ses tonuna bakılırsa Beyefendi'nin bu söylediğine yapacağına gerçekten inanmıştı. Meryem Hanım babasına itaat ederek dediğini yapınca Beyefendi de enjektörü açarken "Çıkın dışarı." dedi. İshak Bey geri geri adımlar atarken Meryem Hanım da gözleriyle bana kalkmamı işaret edince yutkunarak yanımdaki adama döndüm. "Be-Ben durabilir miyim Beyefendi hiç ses çıkarmam." Sessiz kalınca Meryem Hanım'a baktım ve o da neyse ki başını sallayarak evden çıktı.

Kapı kapandıktan sonra Beyefendi sakince faktörü enjekte etti ve diğer mendili de koluna bastırdı. Bir süre sonra neyse ki kan akışı durdu ve ara ara kontrol ettiği mendilde daha fazla kan görmeyince daha faza tampon yapmak yerine elini koltuğun üzerine bıraktı ve başını geriye yaslayarak gözlerini kapattı.

Bir süre sessizce bekleyince uyudu mu diye düşünüp elimi yavaşça yanağına uzattım. "Neredeydin?" dedi tek kelime ile. Dün geceye kast ettiğini anlamıştım elbette ama onu daha fazla germekte istemiyordum. "Sonra konuşsak olmaz mı?"

"Olmaz."

"Ufuk ile kaldım." Gözlerini açmadan derin bir nefes daha verdi ve "Nerede?" diye sordu. Yine yutkundum ama cevap verdim. "Onların evinde." Yavaşça gözlerini başını bana çevirince yanağı avucumun içinde kaydı. "Dün geceyi hatırlıyor musun?" Cevap vermek yerine yalnızca başımı salladım. Boğazım o kadar kurumuştu ki konuşurken canım açıyordu. "Bana doğru söyle." dedi, bu söylerken derin bir nefes almıştı. "Aranızda bir-"

"Hayır." Sesim o kadar net çıkmıştı ki daha fazla sorgulamadı ve elini yavaşça kaldırarak parmağını gözlerimin kenarında hafifçe gezdirmeye başladı. "Nasıl hissettirdi?" Bir an duraksadı ama sonra netleştirmek için elledi. "Sarhoş olmak?"

"O an güzeldi ama sonrası kötü." Hafifçe gülümseyince dudaklarına baktım; rengi çekilmiş, gri ile soluk pembe arasında bir tona bürünmüştü. "Birçok şey öyledir." dedi sakince. "O an güzel hissettirir ama sonrasına pişman eder." Neyi ima ettiğini anlamıştım ama bir şey demedim.

"İshak Bey ve Meryem Hanım hala kapıda bekliyor olmalılar." Yavaşça gözlerini kapatıp araladı. "Biraz da beklesinler, bir şey olmaz." Eli yanağıma ve oradan da enseme doğru uzanırken direnmek yerine ben de başımı koltuğa yasladım. "Gerçekten kendinizi kilitler miydiniz?"

Cihan Bey'in anlattıkları aklıma düşünce içimi bir korku dalgası daha sardı. Son raddeye kadar beklediğini söylemişti. "O an evet. Gerçekten gitmek mi istedin?"

"O an evet." dedim tıpkı onun gibi. "Gerçekten mi Utku?"

"Gerçekten." Gerçekten gitmek istemiştim. "Nereye?" diye sorunda diyecek bir şey bulamadım. Sessiz kaldığımı görünce devam etti. "Nereye gidersen git seni bulurum."

"Kanada'ya gitsem bile mi?" Gülümseyerek beni hafifçe kendine çekti ve "Kanada'ya gitsen bile." diye fısıldadı. Gözlerim yine dudaklarına kayınca rahatsız oldum. Bu durumda bile nasıl dudaklarında takılı kalabiliyordum bazen kendimi de anlayamıyordum.

"Çok kan var mı hala?"

"Yanağınıza bulaşmış, bir de burnunuzun ucunda var ve bir de çenenizde var. Gömleğinizi, parmaklarınızı ve benim parmaklarımı saymıyorum."

"Dudaklarımda var mı?" Ani sorusu ile kasılarak başımı kaldırdım ve başımı belli belirsiz iki yanıma salladım. "Sildik ya orada pek yok." Beni hafifçe onaylayarak ensemi kendine doğru çekti yanağımla dudağımın birleştiği yere bir buse bıraktı. "Benim için hiçbir zaman sadece bir çalışan olamayacaksın." Duyduklarım kirpiklerimi bile titretecek bir tesirle vücuduma dalağa dalga yayılırken dudaklarını araladım. "Ama dediniz ki-"

"Hata ettim." dedi aniden. "En doğrusunu, ikimiz için de en iyisini istiyorum ama verdiğim kararlar her zaman doğru olmak zorunda değil, yanlış bir politika izledim." Çaresizlikle gözlerimi odanın içinde gezdirdim ve yeniden ona baktım. "Hep mutsuz oluyorum, hep bir şeylerden mahrum ediliyorum ben."

"Ben de." dedi, ses tonu yumuşaktı ama bu bir şey ifade etmedi. "Ben de mutlu değilim Utku, ben de yapmak istediklerimi özgürce yapamıyorum ama-"

"Ama bunlar senin tercihin." diyerek sözünü kestim. "Sen kendi matematiğine göre bir şeyler alıyorsun ve bir şeyler veriyorsun ama ben öyle yapamıyorum. Ben hiçbir şeye kendim karar veremiyorum. Kiminle görüşüp görüşmeyeceğime, ne zaman nerede nasıl davranacağıma, saat kaçta uyuyup kaçta uyanacağıma hiçbir şeye ben karar veremiyorum hepsine sen kadar veriyorsun ve senin çizdiğin yol çok karışık; ritmin sürekli değişiyor ve ben ayak uyduramıyorum, takılıp düşünüyorum."

"Sana vaatlerde bulunmadım Utku."

"Evet ama umut verdin." dedim. Gözümden bir yaş akınca parmağını uzattı ama geri çekilerek dokunmasına izin vermedim. "Bana hiç olur demedin kabul ama olmaz derken yanaklarımı okşadın. Bana şiirler okudun sen Beyefendi, sana olan hislerimi bile bile neden gözlerimin için bakıp aşk şiirleri okudun? Bana beni öpebilirsin dedin sonra da yüzünü buruşturdun." Göğsüm titreyince yerinde doğrularak beni kendine çekti "Şşş, şşt tamam." dedi. "Özür dilerim tamam ağlama." Sesim çıkmasın siye içime içime ağladım ama omuzlarımın sarsılmasına mani olamadım.

"Lütfen ağlama." dedi. O kadar az lütfen derdi ki bu kelimeyi benim gözyaşlarım için zikrediyor oluşundan etkilenmek bile halimin ne kadar perişan olduğunu bir kez daha yüzüme vurdu. "Seni sevmek istemiyorum." dedim boğuk bir sesle. Geri çekilerek gözlerime baktı.

"Eskiden geceleri sen de beni sev diye dua ederdim ama artık ben seni sevmeyi bırakayım diye dua ediyorum." Başını iki yanına sallarken ben de onun gibi yaptım ve dudaklarımdan bir hıçkırık yükseldi. "Hangisi daha imkansız bilmiyorum.

Başını iki yanına sallayarak yüzümü sildi ama dudaklarından tek kelime "Ağlama." oldu. "Ağlama."

Birkaç dakika sonra ikimiz de yüzümüzü yıkadık sonra da Beyefendi son kez yanağımı ve saçlarımı okşayarak evden çıktı.

Saat sekiz gibi akşam yemeğinden kalkacağım sırada Yasemin abla tezgahın üzerindeki tepsiyi göstererek "Beyefendi'nin yemeği." dedi. "Bu akşam odasında yiyecekmiş ama servisi senden istedi, götürüver hadi."

"Tabii abla." Mendilimle dudağımı silerek ayağa kalktım ve tepsiyi elime aldım. Tam arkamı dönmüştüm ki Yasemin ablanın "Utku." demesiyle duraksadım ve tekrar ona döndüm. "Buyur abla."

"İşe başlayalı o kadar zaman oldu, bu adamın bana kurduğu kelimeler ya bırak ya da servis yap ya da çelişebilirsin oldu. Sorun bende mi diyeceğim de herkesle böyle. Arkadaşı bile yok ama nereye gitse seni yanında götürüyor, seninle çay içiyor sohbet ediyor. Yanlış anlama ama neden sen?" Başımı önce tepsiye eğdim ama sonra omuzlarımı geriye iterek yüzüne baktım ve "Ben bu köşke geldiğimde on bir yaşıma daha yeni basmıştım Yasemin abla." dedim. "Geldikten bir yıl sonra da annemi kaybettim, kimsesiz kaldım."

"Başın sağ olsun." dediğinde "Sağ ol." dedim ve devam ettim. "Kimsesiz kalınca tek ailem bu köşkteki bazı insanlar oldu, onlara gönülden bağlandım. Beyefendi de benim için bir ağabey, bir baba ve bir idol oldu. Hep onun verdiği kitapları okudum, onun açtığı filmleri izledim yani bir bakıma beni o büyüttü, o şekillendirdi hayatımı. Hal böyle olunca da çok şey paylaştık ve paylaşacak çok ortak noktamız oldu."

Yasemin abla kaşlarını kaldırdı ve sonra "Ne güzel." dedi. Gülümseyerek arkamı döndüm ama tekrar mırıldanınca yerimde kaldım. "Ama ne bileyim evindeki hizmetçiye de göl kenarında şiir okumazsın yani."

Sertçe yutkundum ve tepsiyi daha sıkı tutarak duymamış gibi mutfaktan çıktım. Asansöre doğru ilerlerken içime oturan yumru bir kaya kadar ağırdı. Kapı açılıp gergin adımlarla odaya gittim ve önce tıklatıp sonra içeri girdim. Yataktan oturan adama bakmadan daha önceden getirilen minik masaya tepsiyi yerleştirdim ve "Afiyet olsun efendim." dedim. "Başka bir arzunuz var mı?"

"Sen yedin mi yemek?" Gözlerine bakmadan "Evet efendim." dediğimde huzursuz bir şekilde nefes aldı. "Neden hala böyle davranıyorsun?" Cevap vermeyince "Yüzüme bak Utku gerçekten kendimi iyi hissetmiyorum ve sen de içinde olduğum durumumun zerre lehine davranmıyorsun."

Başımı kaldırarak "Siz haklıydınız Beyefendi." dedim. Kaşları çatılırken "Bizim ilişkimiz hiç etik değil ve bu size zarar verir." diye devam ettim. "Benim bundan böyle sizden hiçbir beklentim olmayacak. Rica ederim siz de bana herhangi bir imtiyaz göstermeyin."

"Utku ne diyorsun, ne oldu anlat." Stresle dudağımı ısırdığımı görünce eline yeni aldığı kaşığı bıraktı ve "Otur." dedi, ikiletmeden oturdum. "Anlat." dedi şimdi de.

"Yasemin abla demin benimle konuştu. Değişik bir üslubu vardı, imalı gibi hissettirdi ve.." Duraksayınca başını salladı. "Ve?"

"Ve sizin bana şiir okumanızın çok garip olduğunu mırıldandı." Kaşları adım adım çatılırken "Ya başkasının yanında da böyle konuşursa?" diye sordum. "Ya İshak Bey'in kulağına gider de İshak Bey kötü şeyler düşünürse?"

"Kötü şeyler düşünürse ne yapar biliyor musun Utku?" Ses tonunda öfke vardı ama bu öfkenin muhatabı ben değildim biliyordum. "Kötü şeyler düşünürse beni karantinaya alır ve seni de öldürtür."

"Ne?"

"Ne demek ne?" diye çıkışınca olduğum yere sindim. Sonra kısık bir sesle "Benim bir kabahatim yok." diye fısıldadım. "Ben insan içine gözümü kaldırıpta size bakmıyorum bile belki biri bakışlarımdaki farklılığı sezer diye."

Bir süre sessizce bekledi ama sonra telefonuna uzanarak kulağına götürdü ve "Alisa odama gel." diyerek telefonu kapattı. Ne hissedeceğimi bilemeyerek ben öylece ona bakarken "Ayağa kalk." diyince dişlerimi sıkarak ayağa kalktım ve ellerimi önümde birleştirdim.

Kapı açılıp içeri giren kadın hem heyecanlı hem şaşkın hem de tedirgindi. Şaşkın ve tedirgin olması neyse de heyecanlı olması yollardır bildiğim ama dillendirmediğim ihtimali destekler nitelikteydi.

"Ne oldu Avram?" Beyefendi eliyle az önce kalktığım yeri gösterince dişlerimi sıkarak dudağımı ısırdım. "Otursana tepemde neden dikiliyorsun?" Alisa Hanım bir bana bir de Beyefendi'ye bakarak yavaşça yatağa oturdu. "Öncelikle doktoru aradığın için sağ ol ama seni buraya bunun için çağırmadım. "İyi misin şimdi?"

Alisa Hanım'ın ses tonunu ilk kez böyle kırılgan duyuyordum. "İyiyim ama konu bu değil. Bu Safiye'nin yerine gelen kadın senin odana giriyor mu hiç?" Alisa Hanım kaşlarını kaldırarak "Yasemin mi?" diyince Beyefendi "Adı her neyse, Yasemin galiba evet."

"Evet, bizim odanın temizliğinden o sorumlu neden ki?"

"Geçen hafta kadın çay servisi yaparken senin gibi kokuyordu, parfümünü şıkmış." Alisa Hanım şaşkınlıkla etrafına bakındı ve "Emin misin?" diye sordu. Beyefendi dişlerini sıkarak "Eminim Alisa." dedi. "Ben senin kokulu bilmiyor muyum? Kadın buram buram sen kokuyordu işte."

Ben senin kokunu bilmiyor muyum?

Kulaklarıma kadar kızardığını hissederken Alisa Hanım'ın da yanakları al al olmuştu ama ikimizin kızarma sebebi farklıydı. "Belki bana özenip aynı kokunun çakmasını almıştır."

"Orijinal kokuyu sahtesinden ayırt edemeyecek kadar aptal mıyım ben Alisa?" Alisa Hanım hemen başını iki yanına sallayarak "Hayır hayır." dedi. "Tabii ki hayır."

"Sadece o da değil." Beyefendi. "Geçen gün izin dönüşü gördüm. Üzerinde senin bluzun vardı. Hani şu kırmızı olan, omuzları açık. Önünü kapamaya çalışıyordu ama gördüm"

Ne yapmaya çalıştığını gayet iyi anlamıştım. Ama kadına iftira atıyordu ve bu beni son derece huzursuz etmişti. Hem neden işten atmak için böyle bir yol izlemişti ki? Canı istediği takdirde gerekçe bile sunmadan birini işten atabilirdi pekala.

"Ne?" Alisa Hanım hızla yerinden kalktı ve "Bu ne cürret?" dedi. "Bu nasıl bir kendini bilmezlik bu terbiyesizlik? Beyefendi bana bir saniye olsun bakmadan "Ben hizmetlilerle muhattap olmayı sevmiyorum o yüzden gereğini sen yaparsın." Alisa Hanım bir an bana dönüp baktı ama sonra aklında geçenleri dile getirmeden "Benimle konuştuğun için teşekkür ederim." dedi. Sonra elini Beyefendi'nin elini üzerine koyarak yavaşça okşadı. "Ben bu durumla ilgileneceğim sen dinlenmene bak. Bir şeye ihtiyacın olursa da bana haber verebilirsin."

Beyefendi elini çekmeden "Sağ ol." diyince Alisa Hanım gülümseyerek kalktı ama beni görünce gülümsemesi soldu. "Sen neden burada bekliyorsun?"

"Onunla bir şey konuşacağım." Cevabı veren Beyefendi olmuştu bu yüzden üstelemedi ve kapıya doğru yöneldi. "Alisa." Alisa Hanım, Beyefendi'ye dönünce "Adımın geçmesini istemiyorum." dedi. "Babam yatak odamda seninle hizmetçiler hakkında konuşamızdan hoşlanmaz." Alisa Hanım sadece başını salladı ve odadan çıktı.

O gittikten birkaç saniye sonra sonra asabi bir ses tonuyla "Gidebilir miyim?" diyince "Gidemezsin." dedi sakince. "Kendi kafanda planlar yapıp bana karşı tavrında değişiklik görmek istemiyorum Utku."

"Sizin yaptığınız gibi mi?" Kaşığı dudağından çekmeden gözlerini kaldırarak kötü kötü bakışlar attı ve "Evet!" dedikten sonra çorbasını içti. "Buz gibi olmuş zaten bari beni huzursuz edip iyice ağzımın tadını kaçırma."

Birkaç saniye yerimde durdum ama dayanamayarak "Yasemin ablam hırsızlık yapmaz." dedim, sinir olsun istemiştim ve başarmıştım da. Kaşığı sertçe bıraktı ve "Hırsız değil ama bahçelerde bizi gözetliyor o Yasemin ablan." dedi.

"İşsiz kalacak şimdi ama."

"Ağzını kapalı tutamadan önce düşünecekti. Baba gelip bana dese ki, sen neden evin hizmetlisine hem de bir erkeğe gölün kenarında şiir okuyorsun dese ben ne diyeceğim?" Elini havada sallayınca ben de elimi belime koydum. "Madem açıklamanız yok niye şiir okudunuz siz bana?"

"Ne açıklaması yapayım? Baba bir müslüman erkek bana aşık oldu ama ben de onu hayatımda istiyorum o yüzden mutlu olsun diye şiir okuyorum, o mutlu olunca ben de mutlu oluyorum mu diyeyim?" Dudaklarımı araladım ama sözcüklerini idrak etmemle aniden kalakaldım.

"S-siz ben mutlu olunca mutlu mu oluyorsunuz?" Rahatsızca yerinde kıpırdandı ve "Ne alakası var?" dedi. "Ben öyle bir şey mi dedim?"

"Evet öyle dediniz." Elini ensesine uzattı ama hemen sonra ekini geri çekti ve "Yemeğim buz gibi oldu zaten bunun tuzu da az kim yaptı bunu?" diye çıkıştı. Lafı değiştirmesine bile bozulmadan yanına giderek boynuna sarıldım ve "Ben de siz mutlu olunca çok mutlu oluyorum." dedim. "Hatta sizin varlığınız bile mutlu olmam için yeterli."

Başını çevirerek bana dönünce burnu burnuma dokundu. Gözleri o kadar parlak ve güzeldi ki keşke dedim, keşke benim de gözlerim böyle güzel olsaydı da o da hep benim gözlerime bakmak isteseydi.

"Senden zerre iğrenmedim." dedi, aniden. Elini yanağıma uzatıp çeneme bir öpücük bıraktı ve alnını alnıma yaslayarak "Beni öptüğünde." diye ekledi. "Asla kötü hissetmedim."

"Sonrasında?" Gözlerini kapatarak başını iki yanına salladı ve "Sonrası pişmanlık." dedi.

Hızla geri çekilmeye çalıştım ama kollarımı kavrayarak beni daha da kendine çekti. "Sonrasında seni durdurmuş olmanın pişmanlığı doldurdu içimi."

"Beni seviyor musun sevmiyor musun anlayamıyorum. Lütfen alay etme benimle." Yavaşça gözlerini araladı ve "Ben bencil bir adamım." dedi. "Yine de söz konusu sen olduğunda hep senin çıkarını düşündüm." Baş parmağını yavaşça alt dudağıma bastırdı ve bu nefesimin kesilmesine sebep oldu. "Ta ki bugüne kadar. Bugün gideceğini söyledin Utku. Ben seni düşünürken sen beni terk etmek istedin."

İtiraz etmek için dudaklarımı aralamaya yeltendim ama parmağını bastırarak mani oldu ve "Sus." dedi. "Hiçbir şey duymak istemiyorum. Sana bir keresinde bir şey söylemiştim hatırlıyor musun? Acı kaçınılmazsa en azından buna değmeli. Seni bu acıdan korumak için elimden geleni yaptım, yalan değil gerçekten denedim ama artık bıçağın ucu bana döndü ve sen gittiğinde ben mutsuz olacağıma gerekirse mutsuz ol ama benim yanımda ol."

"B-bu ne demek?" Yavaşça dudağıma bir öpücük bıraktı ve "Bu demek." dedi. "Ama aynı zamanda bunun doğuracağı bedeller de demek." Zihnimin odaklandığı tek nokta beni öpmüş olmasıydı. O öpücükten sonrasını duydum ama idrak edemedim.

O bedellerin ne olduğunu düşünemedim bile ama bunun ölüm olduğunu idrak ettiğim şu an bile hala bir parçam 'değdi' diyecek kadar çok sevdim onu.

"İstediğin oldu Utku." dedi. "Duvarlarımı yıktın. Şimdi ben sana çok istediğin o aşkın karşılığını vereceğim sen de bana vaat ettiğin her şeyi."

Bölüm sonundan selam.

Vizeler yüzünden bölümü kontrol edemedim yemek yemeye bile zor vakit ayırıyorum. Çok yanlış olduysa kusuruma bakmayın.

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz neler?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

Kendinize çok iyi bakın.
Okur kalın...

Continue Reading

You'll Also Like

28.9K 1.8K 20
Louis William Tomlinson. Harold Edward Milward Styles. |15 OCAK 2016|
1.1M 76.8K 26
[TAMAMLANDI] Öğretmen Yusuf ve Eşkıya Yılmaz'ın hikayesi...
515K 51.7K 40
Kimsenin yüzünü görmediği bir katil. Parmak uçlarında tehlikeyi taşıyan acımasız bir adam, merhameti olmayan bir suikastçı. Kod adı, Duman. Ve Duman...
3.7M 377K 193
[TAMAMLANDI] Bölümler kısadır. Bu kitaba başlamak için No:31 kitabında "K-A" bölümlerini okumanız yeterli... "Kerem," dedi ardından herkesin yüzünd...