Graduati || Sekai

De Wu_GalaxyHun

29.5K 3.1K 3.4K

Laboratuvarda onun sürekli eşinin ben olacağımı söylemişti ama onunla yaptığım hiçbir şey de sağlıklı davrana... Mai multe

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm |M|
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm |M|
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm |M|
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
19. Bölüm |M|
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
Sonun Başlangıcı
Cape Town Sehun
Cape Town Jongin
2. 1. Bölüm
2. 2. Bölüm
2. 3. Bölüm |M|
2. 4. Bölüm
2. 5. Bölüm
Final

18. Bölüm

637 73 59
De Wu_GalaxyHun

Bu bölümü mieko_'ya ithaf ediyorum♥️♥️

Herkes derslikten sıkılmışlıkla çıkarken ben daha yerimde oturuyor ve bilgilerim tazeyken düzeltmem gereken yerleri düzeltiyordum.

Artık takip etmeyi bıraktığım bilmem kaçıncı haftanın cuma günü, son dersindeydim. Günlük hayatımın sevgilimle vakit geçirmem sonucu farklı bir boyuta taşınmasıyla planlı programlı ders çalışamaz olmuştum. Bu yüzden, daha bu sınıfta ders işlenmeyeceği için olduğum yerde kalmış, en eksik olan ve zor dersim romatoloji için çalışıyordum. Sehun'a da mesaj atmıştım, bugün hastaneye gelemeyeceğime dair. Öyle umuyordum ki, kabul ederdi. Ancak ben bunu düşünürken sınıfın kapısının yalancı bir öksürük eşliğinde tıklatılmasıyla başımı refleksle oraya çevirdim.

"Bay Oh?"

"Jongin." Gülümseyerek söylerken derslikten içeri girip kapıyı kapatmıştı. Onun dersiyle dersim çakışıyordu.

"Dersin bitti diye biliyordum?"

"Evet, bitti ama bugün hastaneye gelmek istemiyorum. Ders çalışmalıyım." Resmen ona isteğim karşısında yalvarır vaziyette bakıyordum.

"Sana çalıştıracağımı söylediğim hâlde çok gerginsin." Amfinin en ön sırasında otururken hemen önümde, ayakta duran öğretmenim söylediğinde geriye yaslandım.

"Bana nasıl ders çalıştıracaksın ki? Yan yana gelince rahat durmuyoruz." Sonlara doğru sesimi kısıp söyledim. O da gelip sıranın üstüne, yan bir şekilde oturup bana doğru eğildi.

"Yaklaş, kaç saattir senden yoksunum haberin var mı?" Söylediği şey beni mutlulukla güldürürken yaklaşıp yaklaşmamakta kararsızdım. Ancak yine de biraz yaklaştım ve sesimi kısarak "biri gelir." Dedim. O da sadece beni taklit etmek amaçlı sesini kısarak "laboratuvarı hatırlatırım bebeğim." Dedi.

Büyük bir suç işlemiş afacan çocuk gibi dişlerimi kapayıp ağzımı açarak güldüm. Sonra ona yaklaştım, Sehun da biraz eğildiğinde benim dolgun, onun ufak dudaklarının birleşmesi kaçınılmazdı. Bir eli yanağımdayken diğeri ensemle birlikte sanki her tarafımı kavramış gibi hissettiriyordu.

İştahlı bir şekilde beni öperken, aynı zamanda çok rahat bir yerdeymişiz gibi tadını çıkara çıkara, yavaş yavaş öpmesi beni mayıştırıyordu. Kendimi tamamen onun kollarına bırakasım vardı. Bu şekilde, her an, dudaklarımın her bir tarafının tadını çıkara çıkara öpeceği bir zaman istiyordum. Hiç bitmesin istiyordum. Hatta öyle ki, sınıfa biri girer korkusuyla bile emdiği ve emdiğim dudaklarımızı ayırmak istemiyordum.

Her şeyin bir sonu olduğu gibi ellerimi göğüslerine koyup hafifçe ittirdim onu ve başımı geri çektim. Kulağıma güzel gelen bir şapırtı eşliğinde ondan ayrıldığımda hülyalı bakışlarım ve tebessümümle ondaydı gözlerim. Benim bakışlarım ona etki etmiş olacak ki şefkatli ve sevgi dolu bakan gözleri gözlerimdeydi. Bir elini çeneme koydu, oradan yanağıma çıkardı.

"Ah, Sehun..."

"Efendim bebeğim?"

İkimizin de ses tonu, çaresiz aşıklar gibiydi. Ve ben daha da mest olmuştum.

"Seni ölesiye seviyorum. Seni çok seviyorum Sehun." Başımı yanağımdaki eline yasladığımda "düzgün konuş" dedi. Ama daha önce dediğinkinden çok daha yumuşaktı.

"Ne dedim sanki?"

"Beni çok sev, ama ölesiye değil. Ve hiçbir birlikte olduğumuz an da lanet olsun, kahretsin sözlerini de kullanma. Ben her anımız için şükrediyorum." Oturduğu sıranın üstündeki bacağında tuttuğu elimi seviyordu. Bana söyledikleri, birçok şeyi aklıma getirdi. Bunların en başını da ilk zamanlardaki Doktor'umun tavırları çekiyordu. Şimdilerde daha yumuşak daha sevgi dolu hissettiriyordu. Bende gözlerine, parlayan gözlerimle baktım.

"Sen farklılaştın Sehun." Bunu çok hoş bir şey yapmış gibi söylerken gülümsüyordum. O ise kaşlarını çattı, ama anlamak istercesine.

"Bu ne demek?"

"Bana çok hoş davranıyorsun, çok güzel sözlerle de taçlandırıyorsun. Seninle birlikte olduğum ilk zamanlar beni korkutmuştun. Şimdi güvende hissediyorum." İlk zamanlar ondan korktuğumu ilk defa kendime itiraf ederek şimdi farketmiştim. Ona ilk andan itibaren o kadar kapılmıştım ki, ondan ayrılacak olma, gölgesinden bir an düşecek olma ihtimali beni daha korkuttuğu için bunları kendime söyleyememiştim. Ancak şimdi bir çırpıda onun yüzüne söylüyordum. Çünkü şimdi ikimiz de farklıydık, birbirimize daha yakındık. En azından ben böyle hissediyor ve hislerime inanıyordum. Sehun'sa söylediğimle beraber hafifçe gülümsedi. Anlamlı bakan gözlerinin bana söylediği şey, bunun farkında olduğuna dairdi.

"Seni korkuttuğum için özür dilerim. Artık senin yanında baskıcı tarafımı en aza indiriyorum. Çünkü zaten sen baskılamaya gelemeyecek kadar narinsin, benim her şeyime gözün kapalı gelecek kadar seviyorsun, artık bende sana karşı ne oluyorsa tamamen istemsiz gelişiyor..." Tıpkı bir liseli gibi bir dirseğinin üstüne hafifçe uzanır gibi bana yaklaşırken söylediğinde hiç de 35'lik bir Doktor havası vermiyordu. Tamamiyle seksi bir aşıktı ve ben ona aşıkça gülümserken devam etti. "Öylesine benimsin ki, bayılıyorum sana Jongin." Ve ah... Evet, sıranın üstündeki aşığımın dudaklarıma bir kez daha kapanması, beni gülüşümden öpmesi kalbimi titretmişti. Parmak uçlarından daha hassas hisse sahip dudaklarımız düşündüğüm ve odaklandığım tek şeydi. Sadece onun küçük dudaklarını masum ve yavaş öpücüklerle dolduruyordum. Son olarak dişlerini hafifçe alt dudağıma geçirip yavaşça çekerek bırakmıştı. Biraz geri çekildiğinde çenesinde olan parmak uçlarımı sıkılaştırdım. "Bir daha yap..." Dediğimde yüzümü ona yaklaştırdım tekrardan. O ise daha ihtiraslı bir şekilde alt dudağımı dişleri arasına alıp bütün uzuvlarıma uyarıcılar gönderirken dişlerini sürterek geri çekildi. Benimse ağzımdan kısıkça, kısa bir an için çıkan 'ıh...' ifadesi olmuştu.

Donuk gözleri en güzel, etkilenmiş hâliyle bana yakından bakarken benim gözlerim, hatta kaşlarım bile bayıktı.

"Bugün bana kaç." Ciddiyetle dediğine ister istemez güldüm.

"Mümkün değil, hem hani hastaneye gidecektik?" Ona istediğini vermediğim her an ki gibi kötü bir surat ifadesi takındığında dudaklarımı büzdüm.

"Bugün bana kaçmayı kabul edersen hastaneye gelmek zorunda kalmazsın."

"Sana kaçmayı ne kadar çok isterim bilemezsin. Ancak ailem varken olmaz. Hem geçen sefer yanına geldiğimde yalan söylemekte o kadar zorlanmıştım ki neredeyse anlayacaklardı. Bir daha gelemem." Son cümlemi kısık sesle söylediğimde sıradan inerken ellerini hayret edercesine yukarı kaldırıp indirdi.

"Ne zaman gidecek şu ailen? Artık içimde büyük bir nefret büyümeye başladı." Avuçlarını sıraya yaslayarak eğildiğinde söylemişti.

"Hayır, öyle hissetme Sehun. Hem yarın gidiyorlar." Çocuk gibi karşı çıktım. Derin bir nefes alıp verdi. Sonra keyfi yerine gelmişçe bana bakmaya devam etti.

"Sen kabul et, ben sana en sağlamından yalanlar bulurum." Verdiği teklif karşısında kahkaha attığımda amfi de yankılanması nedeniyle ağzımı kapattım. Sonra sahte kızgınlık ve yüzümdeki gülüşümle birlikte "Yalana çok alışkınsın heralde?" Dedim.

"Tecrübeliyiz diyelim." Diyerek karşılık verdi. Defter, kitabımı ve kalemlerimi çantama koyup ayağa kalkarken "Tamam. Güzel, mantığıma uygun bir yalan bulursan bugün sana kaçabilirim." Deyip çantamı omzuma aldım. Cevabım karşılığında yan bir şekilde gülümseyip aynı anda hem "afferim" dedi hem de kalçama - nasıl bilmiyorum ama - tutkulu bir tokat yapıştırdı. Belki de eli kısa bir süre de olsa orada asılı kaldığı için böyle hissetmiş olabilirdim. Bu da demekti ki, gün boyunca arzulu hissedecektim.

Amfiden birlikte çıkarken biraz çekiniyordum. Sehun herkes tarafından seçiliyordu, muhtemelen de beğeniliyordu. Ancak bunların yanı sıra burada yüksek öğretim görevlisiydi, bense öğrenciydim ve görülüp ardımızdan konuşulacağını düşünmek biraz can sıkıcıydı. Öyle umuyordum ki, bizi sadece arkadaş sanarlardı. Hem ben onun asistanıydım değil mi?

"Şimdi nereye gideceğim?" Yanımda, bir adım önümde ilerlemesine izin verirken sordum. Başını çevirmeden "Eve gidebilirsin." Dedi. Yani sınıfta söylediği öylesine değilmiş.

"Madem bu kadar kolaydı neden hastaneye çağırdın beni?" Sorarken gülümsüyordum.

"Çünkü bugün bana birkaç ilaç kolisi gelecek ve Navy hamile, ne kadar sorun olmaz dese de ona asla taşıttırmam. Bana biraz yardım edersin diye düşünmüştüm."

"Ah, kıyamam." Son heceyi kısık sesle, tatlı bir şekilde uzatarak söylediğimde gerçekten kıyamazdım. "Ben sana yardım ederim ki." Aynı şekilde son heceyi yine uzattığımda Sehun'un yanak içini ısırdığını görebiliyordum.

"Arabada seni devirmemi istemiyorsan şöyle konuşma." Ah, etkilenmişti. En sevdiğimden.

"Ama Sehun." Bu sefer tatlı olduğuna emin olduğum bir sesle Hun'un 'u'sunu uzattım. Yere bakan gözlerini kısa bir süre yumdu. Sonra açıp donuk gözlerini bana çevirdi.

"Seni mahvedeceğim Jongin." Söylediğinde ana dış kapıdan çıkmak üzereydik ki gözlerinin içine bakıp gülümseyerek yine uzatarak "oluuuur" dedim. Sonra baştan aşağı ona sinir dalgası yüklenmiş olacak ki "Tanrım!" Diyerek önden yürüdü. Kıkırdayarak ona yetiştiğmde arabasına binmemiş, şoför koltuğundan bir çanta alıp kapıyı kapatmıştı. Anlamamazlıkla kaşlarımı çattığımda arabasının anahtarını bana doğru uzattı.

"Bu ne?"

"Ehliyetin var değil mi?" Sorduğu şeye başımı salladım.

"Arabayı sen al." Söylediği şey gözlerimi kocaman açmama neden olurken korkunç bir teklifmişçesine bir adım geri attım.

"Hayır, neden alayım?"

"Çünkü o yolu taksiyle gitmeni istemiyorum. Beni hastanede bırakırsın, sende eve gidersin." Bu teklifi bana fazla gelmişti, o yüzden şaşkın ve olumsuzdum.

"Sehun... Evliymişiz gibi davranıyorsun, bu kadarı çok. Hem ben bu devi kontrol edemem." İlk söylediğime kızacağını biliyordum ve kaşları çatılmıştı.

"Söylediğim şeyin boşa çıkmasını sevmediğimi kaç kere söylemem gerekiyor Jongin? Çok veya az olması beni ilgilendirir sana al diyorum ve sen beni ikilettiriyorsun. Üçlemeyeceğim." Söylediğinde o kadar netti ki hem daha fazla karşı gelmeye cesaretim olmadığı için ürkerek ve çekinerek anahtarını aldım hem de hissettirdiği güçlü auradan tatmin oldum. Şu sıralar öyle düşünüyordum ki, ona benzemeye başlamıştım. Sürekli dengesiz tavırlar ve ruh hâli içindeydim. Bu yaşadığım ikilem de bunun gösterdesiydi.

"Hiç sağ da direksiyonu olan araba sürmemiştim. Biraz korkuyorum." Diyebildim ancak. Etrafa bakındı, muhtemelen az sonrası için birinin olup olmadığını kontrol etmişti. Ardından gülümseyip bana yaklaştı, boynumu öptü ve ben yine ayakta eridim.

Başını çekip burnumun ucunda durduğunda "Ben yanındayım, korkma." Deyip bir de burnumun ucunu öptü. Huylanıp güldüm ve burnumun ucunu kaşıdım.

"Hadi geç şimdi." Elindeki ufak çantayı ceket montunun cebine sokarak benim her zaman oturduğum yere geçti ben de hem heyecanlı hem de korkak bir vaziyette şoför koltuğuna geçip oturdum. Koltuğu kendime göre ayarlayıp direksiyonu da indirdim. Bunları yapmak bile iki dakika kadar zamanımı almıştı. Her şeyi ayarladığımda arabayı çalıştırmak için anahtarı döndürmüştüm ki o güçlü motor sesi sanırım ortalığı inletmişti.

Ağzıma sessiz bir "oo" şekli verirken gülümsüyordum. İfademi gören Sehun ise seslice gülüyordu. Bende gülümseyen bir suratla ancak endişeyle yavaşça gaza dokundum. Dilimin ucunu hafifçe ısırırken arabayı iyice yola soktum. Bu kadar yapabildiysem gerisini de başarırım düşüncesindeydim, bu yüzden biraz daha rahatladım ve gözlerimi yoldan ayırmadan "Hastaneye gelebilirim." Dedim. Ona kıyamıyordum, yardım etmeye gönüllüydüm.

"Hayır, sen evime gidip beni bekle."

"Bugün senden takılmamı istiyorsun." Dedim gülerek. "Ama aileme eve geleceğimi söyledim, çünkü yarın gidecekler. Evine giderken onlarla karşılaşabilirim, o yüzden önce eve gitmeliyim. Eve geldiğinde mesaj atarsın." Sözlerime devam edip bitirdikten sonra başımı kısa bir an Sehun'a çevirdim. Kolundaki klasik, gümüş rengi saatine bakıyordu. Başımı tekrar önüme çevirdim.

"Tamam. Sadece birkaç saat..." Son sözlerini kendine söylerken gaza biraz dokunduğumda zıplayan arabayı kontrol etmeyi bırakıp ana yola çıktığımda artık arabanın hakkını veriyordum.

"Beni bıraktıktan sonra dikkatli git." Demesiyle telefonu çaldı. Fazla sürmedi ki cebinden çıkarıp kulağına götürdü.

"Efendim Yixing?"

"Sehun, bir sorunumuz var."
Duyduğum cümle kaşlarımı çatmama neden olurken yan bir şekilde baktığım Sehun telefonunun sesini kısıp benim tarafımda tuttuğu kulağından diğerine aldı.

"Ne oldu?" Dedi. Ama sesi her zamanki cesaretinde değildi.

Ne konuşuyorlardı bilmiyordum, Yixing'in biraz bile sesi gelmiyordu. Fakat Sehun'un değişen yüz ifadesi, pantolonunu sıkan iki parmağı ve arabanın içini dolduran kötü aurası beni hem korkutmuş hem de germişti. Aynı zamanda başlayan yağmur beni biraz daha rahatsız etmişti ama en azından çiseleyerek yağması iyidi.

"Tamam, yavaş konuş." Yine korkutucu bir sakinlikle söyledi.

"Tamam, halledeceğiz Yixing." Kaşları çatılmış, düzensiz nefes alış verişleriyle telefonu kapatırken sanki bir bağırış sesi duymuştum.

Arabanın hızını yavaşlattım, ona bakmam gerekiyordu. O ise yavaşça telefonu arka cebine koyuyordu.

Korkarak "Ne oldu Sehun?" Diyebildim. Yalandan gülüşüyle başını sağa sola salladı. "Sorun yok."

"Kötü bir yalancısın." Doğrusunu söylerken bile kızacak diye korkuyordum, çünkü hâli hoş değildi ve her an durumundan kurtulmak için bana sinirlenebilirdi. Ve o bilemediğim, güvenemediğim ufacık tarafım 'işte! İşte Sehun da güvenemediğin ve bir şeyleri sakladığını düşündüğün konu bu' diyordu. Ama değil gibiydi de, sinirlendiği fakat bana yansıtmak istemediği ailevi bir konu da olabilirdi.

"Malesef öyleyim." Bana karşılık söylemişti.

"Önemli mi?" Dediğimde başını aşağı yukarı salladı.

"Ailevi mi?" Dediğimde "hayır" dedi.

"Bana anlatmak ister misin?"
Şansımı zorladığımı düşünsem de iyi gidiyorduk. "Doğrusu istemiyorum" dedi. Kırılmadım, çünkü onu anlıyordum. Sıkıntısını da hissedebiliyordum, üstüne gitmek istemiyordum.

"Sorununuz ne bilmiyorum ama umarım her şey iyi olur. Ve umarım bir gün, aramızda gizli saklı hiçbir şey kalmaz." Ve söylediğime karşılık bir cevap vermedi. Doğru sözlülüğüne inandım, demek ki yalan söyleyebileceği bir şeyi konuşmuyordu. Ya da geçiştirmek için yalan söylediğini belli ediyordu. Ama aramızda saklı kalan bir şeyin olduğunu sessizliliğiyle tescillemesi kalbimi çok kırmıştı. Ancak onunla iletişimimi veya ilişkimi etkilemeyecekti, çünkü doğru bir zaman beklendiği açıktı. Bu konuda onun kibrine sığmayacak kadar cesaretsizdi.

Hastanenin önüne geldiğimde yavaşlamakta sıkıntı çekerek bir süre sonra durdum ve onun yanağımı öpmesine izin verip arabadan çıkmasını seyrettim.

"Dikkatli git bebeğim, akşam görüşürüz." Gözlerine ulaşamayan bir gülüşle söylediğinde aynı şekilde karşılık verip "görüşürüz hayatım." Dedim. Son kelimeyi bilerek söylemiştim, hayatımdaki önemini anlaması için. Ve yüzünde gördüğüm ifade bunu başardığımı gösteriyordu.

Kapıyı kapatıp sanki bir podyum mankeni hâliyle, giyimi kuşamıyla hastaneye girerken bende arabanın rotasını değiştirdim. Şimdi bu arabayla daha da rahatsız hissediyordum. Aramızdaki görünmeyen engel yüzünden yabancı hissediyordum ve sanki yoldan geçen birinin arabasını almış gibiydim işte.

Yola dikkatimi verirken bir şeyleri düşünmek istesem de kafamın içi boştu. Üzerimde ağırlık vardı ve üzgündüm. Uzun zamandır ona çok güveniyordum, her şeyin benim kuruntum olduğuna inanmış ona güvenmeyi seçmiştim. Ama bugünkü ufacık konuşmamız, arabanın içindeki on dakikalık birlikteliğimiz olmasına rağmen bu kadar kısa sürede bir yanlışın içinde bulunduğumu nasıl hissetmiştim bilmiyordum ama hissetmiştim işte.

Her şey, onun yanına yakışmadığımı, onun benden üstün olduğunu düşünmememle neden benimle birlikte olduğunu anlamamazlıkla başlayıp buralara kadar gelmişti. Yanlış bir yerden olaylara dahil olup yanlış anlamıştım ama çıkışım nasılsa doğruydu. Yanlış güvensizlikle başlayıp doğru güvensizlikle son buldurmuştum. Ama yine de güveniyordum, yine de bana olan her tavrı samimi geliyordu.

Direksiyon başında ofladım. Aileme yansıtmamam gerekiyordu. Kendimi toparlamam gerekiyordu, belki beni ilgilendiren bir şey değildi ve boşu boşuna canımı sıkıyordum. Ama Sehun'un canının sıkılması beni de sıkmıştı, bunaltmıştı.

Arabanın camını açtım, biraz hava almak, nefes egzersizi yapmak iyi gelebilirdi.

Boşu boşuna kurgular yapmamam gerektiğini kendime hatırlatarak altımdaki canavarın hızıyla yarım saat içinde site otoparkına geldim. Aklım dağınıktı ve ne ara nasıl arabayı park ettiğimi bilmiyordum.

Otoparkın içinden asansöre binip kısa sürede evime ulaştım. Kapıdan içeri girerken bütün olumsuzluğumu kapının önünde bıraktım.

"Ben geldim!" Sesimi biraz yükselterek söylediğimde mutfaktan babamın gür sesi duyuldu. "Hoşgeldin"

Yağmurdan dolayı kararan hava nedeniyle ışığı açılmış mutfağa ilerlediğimde, tam mutfağa girecektim ki açık olan ışığın kapanması ve içerideki sarı ışık şaşkınlıkla gülmeme neden oldu.

"iyi ki doğdun oğlum!"

"iyi ki doğdun oğlum!"

İki ağızdan çıkan tek cümle ile ellerimi göğsümün önünde birleştirip gözlerimi kocaman ağzımı da ufakça açtım.

"Teşekkür ederim ama doğum günüme iki ay var!" Gülerek söylediğim şeyle babam önce ışığı açmış sonra omzuma vurmuştu. Bende daha çok gülmüştüm.

"Yarın gidiyoruz ve belki o zamana kadar görüşemezsek diye bu." Annem de başını sallayıp pastada yanan mumları işaret etti. "Hadi üfle." Dediğiyle birlikte dişlerimi göstererek güldüm ve önüne gidip gözlerimi kapadım bir dilek dilemem gerekiyordu, ne olduğu belliydi.

'Sehun'la ve ailemle harika bir gelecek diliyorum.'

Gözlerimi açıp birleştirdiğim parmaklarımı bırakmadan önce mumları üfledim. Annem ve babam mutlulukla gülerken bende onlara eşlik ettim.

"Ne diledin?" Ve babamın olmazsa olmaz sorusuna annemle birlikte kahkaha attık.

"Dileğin söylenmeyeceğini öğrenemedin hayatım." Ve yılların savunması geliyor...

"Ne kadar saçma, ben her seferinde dileğimi söylüyorum ve her seferinde oluyor, sizde söyleyin."

"Hayır Jongdae, sende dileğini söyleme."

Masaya koyulan pasta için bıçak getiren babam tatlı bir huysuzlukla "ikinizin de düşüncelerine gıcık oluyorum ama al şu pastayı kes. Sabahtan beri yemek istiyorum." Söylediğinde gülüşümü bozmadan bıçağı alıp kestim. O sırada anne ve babam ufak bir kavgaya giriştiler.

"Gıcık mı oluyorsun?" El belinde sorulan soruyla babam annemin tarafına bakamadan başını salladı.

"Evet."

"Defol o zaman."

"Gidersem ağlarsın." Babam dışarıya karşı nasıl davranılması gerektiğibi iyi bilip uygulayıp bana öğretse de aile içinde dediğim dedik ve sonuna kadar haklı olan biriydi.

"Kendi başına kalsan kokarsın sen, o zaman kim ağlıyor görürüz." Babam gözlerini ve büyük ağzını açarak anneme döndüğünde... Ah, işte laf sokmaya başlıyorlardı.

"Benim kadar temiz olan ikinci bir adam göstersene." Babamın normal ses tonu da kavgacı gibi yüksek çıktığı için olayların büyüyeceğini anladığımdan babamı kolundan çekip bir sandalyeye oturttum.

"Yarın gideceksiniz ve gitmeden beni üzmeyin lütfen, hadi pasta yiyelim." Pastayı elimde tutup kısacık dansımla söylediğimde annemde cevap vermeden sandalyeye oturdu. İkisininde dilimini kesip önlerine koyduğumda erkenden 26 yaşıma girişimi yine ailemle kutlamak güzel bir şeydi. Bütün kara bulutlarımı dağıtmıştı.

Bende babamın yanında çektiği sandalyeye oturup kendi pastamı yiyecekken annem yanından kocaman bir paket çıkarıp bana uzattı.

"Baban yine bana karşı çıkıp gereksiz olduğunu söyledi ama sen seviyorsun ayıcığım. Bunlar senin." Büyük hediye paketini ayağa kalkıp heyecanla aldığımda tatlı bir cıvıltıyla "Teşekkür ederim!" Deyip paketi açtım.

"Kafadar ayılar! Bunu istiyordum, teşekkür ederim anne!" Gövdem büyüklüğünde üç ayıyı çıkarıp kucakladım ve çocuk gibi gülüp zıpladım. Ben mutluluğumu belli ederdim. Böyle şeylere bayılırdım.

Paketin içinde belli olan diğer hediyeler için içine baktığımda bir tane beyaz ayılı sweatshirt, bir tane - benim adamım - boz ayılı bardak ve bir de pandalı anahtarlık vardı.

"Pek uyumlu değiller ama kafadar ayılardan birer tane olsun istedim." Annem söylediğinde babam sadece biten pastası yerine ikinci dilimi koymakla uğraşıyordu.

"Ah hayır, böyle şeyleri sevdiğimi biliyorsun."

Anlaşılan bugünün tatlı sohbetinden ve ailemle geçirdiğim son gün olması sebebiyle yine ders çalışamayacaktım. Sehun'un yanına çıkmak için düşündüğüm yalanı da çoktan unutmuş, yeni bir yalan düşünürken kötü hissediyordum.

Masa da onlarla geçirdiğim bir saatin ardından izin isteyip kalktım. Aldıkları üç ayıyı üçlü koltuğa oturtup diğerleriyle odama gittim. Çantamda ki anahtarımı alıp anahtarlığını değiştirdim. Krop kazağı çıkarıp çalışma masama koyup baktım. Muhtemelen ikisi de bunun krop olduğunu anlamamışlardı. Bu ayrıntıya gülüp kalemlik bardağından kalın uçlu keçeli bir siyah kalem aldım. Beyaz ayı olması nedeniyle gördüğüm ilk andan itibaren aklıma geleni yapacaktım.

Sehun'un ismini Kore alfabesiyle düzgünce ve büyükçe yazıp bir kenara bıraktım.

Saat 4'e geliyordu ve Sehun'un gelmesine iki buçuk saat kadar kalmıştı. Bu süre zarfında yapacağım ilk şey banyoya girmekti.

Bütün bakımlarımı yapıp vücudumun güzel olacağı her şeyi yaptım. Çıktığımda saçlarımı onun sevdiği gibi özenle öne yatırıp güzel bir şekil verdim.

Resmen adamımla sevişmek için sözleşmiştik. Onunla ayrılırken hissettiğim karmaşıklık ve hüzün tamamiyle yok olmuştu. Bir şeyler olsa da yine de kuruntu yapıp kendimi üzdüğümü düşünüyordum. Sonuçta her zaman en iyi becerdiğim şey buydu.

Bornozumla odama girip kapısını sessizce kilitledim ve gold rengi parlak vücut spreyimi aldım. Bacaklarıma, karnıma, gövdeme, kalçalarıma, kollarıma ve esnek kollarım yardımıyla sırtıma sürdüm. Aynadan kendime baktığımda tamamiyle podyumda parlayan esmer mankenlere benziyordum.

İç çamaşırı çekmecemi açıp hem benim hem de Sehun'un sevdiği dantellilerimin kırmızısını aldım. Bu hem renk hem de tasarım bakımından en iddialı olanıydı. Belimi sıkıp olduğundan daha da incelten ve yine dantelli olan kemeri vardı, bunu da takmıştım ve bir bacağım için duran kayışlı ve dantelli kemeri de sağ baldırıma takmıştım. Son olarak sağ kolum için duran, ince fırfırlı, iki tane ipleri aşağı doğru sallanan iki malzemeyi de koluma geçirdiğimde aynanın karşısına geçmek için cesaretsizdim. Sehun'un karşısına nasıl böyle çıkmayı planlıyordum bilmiyordum.

Küçük adımlarla boy aynasının karşısına geçtiğimde ürkek bakışlarımı yavaşça aynaya çevirdim. Kalbim hoşuna gitmişçe hızlıca çarpmıştı.

Aynada gördüğüm, istediğimden daha güzeldi. Düzgün ve uzun bacaklarımla tenim çok güzel parlıyordu. Tıpkı akışkan bir çikolata gibi... Kan kırmızısı ise çok yakışmıştı. Özellikle utandığım için kızaran yanaklarımla çok uyumlu gözüküyorlardı. Az öncekine nazaran biraz daha cesaretliydim. Aklımda olan diğer malzemeleri alıp aynanın önüne oturup bağdaş kurdum. Rimel, göz kalemi ve birkaç şey daha... Rimeli çok olmaksızın sürdüm ki düz kirpiklerimde pek belli olmuyordu. Sonra göz kalemi ve eyeliner ile gözlerimi kedi gibi yapana dek uğraştım. Gözlerim oldukça güzel duruyordu, makyaj yüzüme yakışmıştı. Ailem evde olduğu hâlde bu kadar yaptıysam daha da ileri gidecektim artık.

Çok göze gelmeyen ancak makyajı tamamlayacak far ve birkaç anlamadığım ancak doğaçlama şekilde uygulayacağım işlem daha... Son olarak kırmızı rengini biraz veren güzel bir parlatıcı...

Sonunda yüzüm kutu bebeği gibi olmuştu. Esmer bir kutu bebeği üretilmişti, o da bendim. Kocaman güldüm ve bir sonraki, son adımıma geçtim. Siyah, avucum büyüklüğündeki kutuyu açtım ve bir pırlanta küpeyi elime aldım. Tek ve oldukça zarif bir küpeydi, uzun denilemeyecek, kısa da denilemeyecek kadar bir uzunlukta yaprak desenli ince bir küpeydi. Dantellileri sağa taktığım için küpeyi de sol kulağıma taktığımda tekrar ayağa kalktım. Kendimi beğenmişlik yapmıyordum ama gece için harika görünüyordum. Ancak bir eksik vardı, ellerim ve ayaklarımda. Madem bu kadar yapmıştım, tam manasıyla bunu yapmak istiyordum, ne kadar hâlâ yanaklarım kızarık olsa da.

Takı kutumdan bir şeyler çıkıp çıkmayacağına baktım. Yüzükler klasik ve beğenmeyip takmadığım tarzdandı, es geçtim. Elime bileklik takacağıma bir tane, çakma ama ince taşları olan bilekliği alıp halhal olarak sağ ayak bileğime taktım ve sonra altın renkli ince zincirli bir bilekliği alıp onu da dikkatlice eklediğimde yeterliydi ve tamamdı işte.

Utanıyordum, böyle şeylere alışık değildim. İlk defa bu kadar ileri gitmiştim ve bir adamın önüne çıkacaktım. Sevdiğim adam olsa da başkasıydı.

Ben bütün bunları yaparken çoktan saat 6'ya yaklaşmıştı. Yani iki saate yakındır odadaydım. Sehun ya gelmişti ya gelmek üzereydi.

Annemin aldığı kropu hemen üstüme geçirdim ve gri, beli ve ayak bilekleri lastikli güzel bir eşofman giyindim. Eşofmanın lastiği belimdeki güzelliği kapatıyordu. Ancak karnımın kayda değer bir kısmı açıktı. Çorap giyip giymemek konusunda ikilemde kaldım ama giymeden bir tane spor hırka alıp giyindim. Kapüşonunu başıma geçirdiğimde telefonumu sabırsızlıkla elime aldım. İşte beklediğim mesaj birkaç dakika önce atılmıştı.

Bekliyorum bebeğim.

Küpeyi görmenizi istedim♥️

Ayrıca sınavlarım ve tatil nedeniyle tekrar eve dönüş derken birkaç haftadır beklediğiniz için teşekkür ederim ♥️♥️

Spidey de başka boyutlarda da spidey (tobey, andrew<3, tom) olması gibi, başka bir boyutta da Jongdae'nin Jongin'in babası olduğuna yemin edebilirim🤧♥️

Continuă lectura

O să-ți placă și

7.5K 2.3K 26
"Seni eskiden tanıyordum."
170K 17.6K 31
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.
90.2K 6.9K 23
"Evet." dedi yüzü anlam veremediğim bir ifadeyle kasılırken. Dudaklarımızı tekrar birleştirmeden önce devam etti. "sadece arkadaşız, belki biraz fazl...
1.8K 316 17
Jaehyun, gençken Yunan mitolojisinden, özellikle de Afrodit hikayelerinden inanılmaz derecede etkilenmişti. Güzelliğin tanrıçası göklerden inmeye kar...