Nyx • Pietro Maximoff

Oleh nyksblack

68.3K 5.1K 3.4K

𝐵𝑖𝑟 𝑀𝑎𝑟𝑣𝑒𝑙 𝐻𝑖𝑘𝑎𝑦𝑒𝑠𝑖... Korkuyordum ondan, çünkü yavaş yavaş beni kendine aşık ettiğini biliy... Lebih Banyak

𝓟𝓻𝓸𝓵𝓸𝓰𝓾𝓮
𝓟𝓻𝓸𝓵𝓸𝓰𝓾𝓮
Giriş
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12 - Sokovia savaşı (part-1)
playlist
13 Sokovia savaşı (part-2)
14
ÖZEL BÖLÜM
15 ÖZEL BÖLÜM
16 - Kırmızı zırh / Kırmızı kan
17
18
19
21
22
23
24
25
26
27 ve 28. BÖLÜMLER
29
30
31
32
33
34
35

20

1.1K 111 69
Oleh nyksblack

Selaaam! Tekrardan hoşgeldiniiiz!

Cora'nın cast'i Emma Dumont onu da alta ekleyeyim. Marvel'ın The Gifted dizisinde Polaris karakterini oynuyor belki izleyenleriniz vardır.

Cora'yı birkaç bölüm oldukça aktif göreceğiz, sonrasında ne olur bilemiyorum.

"Sen delirmişsin! Yemin ediyorum delirmişsin sen!"

"Hey, daha yeni dirildim, bu kadar üstüme gelme."

Cora'yı aramamın hemen ardından telefonu suratıma kapatmıştı, ikinci kez aradığımda bunun hoş bir şaka olmadığından falan bahsetmişti.

Sonra ben de kapısına kadar gidip her şeyi anlatmıştım ve sorunsuz bir şekilde bunu kabullenmişti.

Carissa... kız kafana saksı fırlattı.

'Neredeyse' sorunsuz bir şekilde.

Herneyse, sonuç olarak şuan valizlerimizi hazırlamıştık ve ülkeyi terk ediyorduk. Diğer bir en yakın arkadaşım olan Cedric'e çantasını hazırlamasını söylemiştik, yoldan geçerken onu da alacaktık.

"Yani şimdi, sen bir yenilmez misin?" Diye sordu Cora yanımdaki koltuktan. Hala araba kullanıyordum, alkollü olduğumu ona çaktırmamıştım.

"Pek sayılmaz, yani resmi olarak hayır."

"Ama onlardan birini kurtardın ve bir savaşa katıldın? Ayrıca süper gücün var."

"Bak, bu pek öyle bir şey değil, yani bu kadar basit değil. Beni yıllardır tanıyorsun, ben kahraman nitelikli bir insan değilim."

"Okula ilk geldiğim gün beni zorbaların elinden aldığını mı hatırlatayım illa?"

"İnan bana Cora, katil robotlarla savaşmak birkaç kendini beğenmiş zengin bebesiyle savaşmaktan daha farklı."

"Cidden mi?"

"Evet, katil robotlar daha az sinir bozucu." Dedim kaşlarımı kaldırırken.

"Dalga geçme!" Diyerek omzuma vurdu. "En yakın arkadaşımın bir yenilmez olması oldukça havalı olurdu."

"En azından En yakın arkadaşının babası bir yenilmez." Dedim göz kırparak. "Ne yenilmez ama(!)"

"Hey, Tony Stark'a laf yok! Favorim o benim!"

Yüzümü buruşturdum. "Hani senin favorin Black Widow'du?"

"O da var, ama kim dahi, milyoner, playboy ve hayırsever olan ultra yakışıklı, demir zırhlı bir adamı sevmez ki?"

"Bilmem, mesela bu adamın kızının en yakın arkadaşı?"

"Kes sesini Rissa! Eğer benim babam Iron Man olsaydı her pazar aksatmadan kiliseye gider ve tanrıya şükrederdim."

"Cora~, ben Hristiyan bile değilim."

"Herneyse, minik bir detay." Dedi yüzünü buruşturarak.

Bir süre sessizlik oldu. Cora yoldaki marketlerden birinden aldığımız cipsin dibini yiyordu. Ben ise tekrar zihnimin derinliklerine gömülmüştüm.

İyi bir şey yapıp yapmadığımı bilmiyordum. Konuşmayı bile reddederek babamdan kaçıyordum resmen. Bu konuyu düşünmek istemiyordum, çünkü eğer fazla düşünürsem bir noktada ona hak vereceğimi ve onu affedeceğimi biliyordum.

Aynı sebepten ötürüydü ondan kaçmam, eğer onunla konuşursam beni ikna ederdi. Benim ona olan zaafım bir yana, zaten harika bir manipülatifti.

Eğer onunla konuşursam daha önce yaptığını yapardı, ilaçla olmasa bile beynimi yıkardı.

"Carissa, dur artık!" Cora'nın sesiyle birlikte girdiğim transtan hızlıca çıktım.

"Ne oldu?" Diye sordum anlamamazlıkla.

"Ne mi oldu?! Kafan mı güzel senin?! 180'le gidiyordun az önce!"

Bağırdığında kafamı gösterge paneline çevirdim ve hızı 150'ye indirdim. Yavaş yavaş azaltarak 120 de bıraktım. Otobanda gidiyorduk ki kaza olmamıştı.

Sesini normal düzeye indirdi Cora. "En yakın benzin istasyonuna gir, ben sürerim."

Onu fazla korkutmuş olmalıydım bu yüzden sesimi çıkarmadan 'sakince' sürmeye devam ettim. Bulunduğumuz yerden (Neark Liberty Uluslararası Havalimanı) Türkiye'ye olan en yakın uçuş 36 saat sonraydı.

Biz de New York'a geri dönecek ve uçağa oradan binecektik. Yoldan geçerken Cedric'i de alacaktık.

Boş yolun sonundaki ışıkları görünce biraz daha yavaşladım ve direksiyonu sağa kırarak benzin istasyonuna girdim. Kenardaki otoparka park ettikten sonra inip biraz yürüdüm. Hala topuklu ayakkabılar ve kumaş takım elbise giyiyordum. Kafam o kadar dağınıktı ki üstümü değiştirmeyi bile unutmuştum.

Arka koltukta duran valizimi çıkarttım ve dik bir vaziyette yere koydum. İçinden siyah bir tayt ve kırmızı ince bir tişört çıkarttım. Ayakkabı almamıştım, babamla yüzleşmekten kaçarken unutmuş olmalıyım diye düşündüm.

"Spor ayakkabın var mı? Ben unutmuşum." Dedim arabanın üzerinden ona bakarak.

Göz devirdi. "Valizimden al."

"Hangisinden?" Diye sordum getirdiği küçüklü büyüklü 4 tane bavula bakarken.

"Gri olan."

"Cora, bunların üç tanesi gri zaten."

Ayıp bir şey söylemişim gibi suratıma baktıktan sonra devam etti. "Tekerlekli olan."

"E zaten iki tanesi tekerlekli."

Oturduğu yerden kalkıp arka koltuğa açılan diğer kapıyı açtı ve kocaman valizi dışarı çıkardı. Sürükleyerek yanıma getirdikten sonra elleriyle gösterdi ve 'Aha!' Der gibi yerine geri döndü.

Halimize gülüp içinden beyaz bir spor ayakkabı çıkardım. Benzin istasyonunda biz hariç kimse yoktu. "Üzerimi değiştirip geliyorum."

İçerideki markete girdikten sonra etrafa bir göz attım, sol tarafta duran kasanın arkasında şişman, sakallı bir adam oturuyordu. Karşımda duran ve birbirine bakan kapıların üzerinde ise işaretler vardı.

Kadınlar tuvaletine girdikten sonra hemen geri çıktım. Kokuyu burnum almamıştı, ayrıca buz gibiydi. Tekrar girip içeriyi ısıttıktan sonra, mor ışıklarım sayesinde köşedeki pencereleri açıp içerinin havalanmasını sağladım.

Üzerimi değiştirip çıktıktan sonra markette gezinmeye başladım, üzerimden çıkan kıyafetleri sırt çantasına koymuştum. Birkaç kutu kola, cips ve bira aldıktan sonra kasaya doğru ilerledim.

Adam ilk önce beni süzdü, ardından eşyaları yavaş yavaş kasaya okutmaya başladı. O kadar yavaştı ki, bu süre zarfında en az sahibi kadar şişman olan kediyle uzunca bakışmıştık.

Senkron bir şekilde gelen barkod okuma sesi eşliğinde adamın işini bitirmesini beklerken bir yandan da etrafı inceliyordum.

"27 dolar." Dedi adam en sonunda.

Çantamdan cüzdanımı alıp içinden 50 dolar çıkardım ve kasaya bıraktım. "Üstü kalsın." Adamın aheste aheste para üstü vermesini bekleyesim yoktu.

Poşetleri hızlıca kapıp orayı terk ederken Cora da arabaya sırtını yaslamış telefonuna bakıyordu.

"Geldim!" Diyerek ona seslendim.

"Nihayet," şoför koltuğunun kapısını açtıktan sonra devam etti. "Nerede kaldın?"

"İnan bilmek istemezsin."

'Sen bilirsin' dercesine dudak büküp koltuğa oturduğunda ben de yanına geçtim.

"Bize bira aldıım!" Dedim şişeleri kafamın hizasında sallayarak.

"Hayır Rissa, ben içmeyeceğim."

"Ama-"

"Uzatma. Araba kullanıyorum."

Haklıydı, içmemeliydi, hatta ben de içmemeliydim, henüz 21 yaşında bile değildik. Normalde bunu takmazdım bile, ama o an ne olduysa aniden gözlerimin dolduğunu hissettim.

Burnum sızladı, her ne kadar yerinde tutmaya çalışsam da birkaç damla göz yaşının aradan kaçmasına izin vermek zorunda kaldım. Nefesimi tutmayı denediğim halde hıçkırmam Cora'nın aniden buraya dönmesine sebep olmuştu.

"Rissa?" Sağ kolumu arabanın camına yaslayıp bileğimi gözlerime dayamıştım. "Ağlıyor musun sen?" Diye sordu telaşla.

"Hayır, ne alakası var?" Ağlıyordum, hem de baya baya ağlıyordum.

"Ne oldu birden?" Hala araba kullanıyordu.

Birden kendimi tutmayı bıraktım, hüngür hüngür ağlamaya başladım. Ellerimi yüzüme kapattım, ağlamaya ihtiyacım vardı.

Cora arabayı yolun kenarına çekti, otobandan çoktan çıkmıştık, eyalet sınırının oralarda bir yerdeydik.

"Annemi istiyorum!" Boğazlarım ağrıdan acımaya başlamıştı; ben annemi istiyordum, tekrar bana sarılsın istiyordum, yaralarımı sarsın istiyordum.

Canım acıyordu, bu bir benzetme değildi, canım gerçekten acıyordu. Kalbime çöken ağırlık nefes almamı engelliyor, ciğerlerime baskı yapıyordu.

Beni sadece annem kurtarabilirdi, annemi bulmalıydım, neredeydi o? Evde beni bekliyor olmalıydı, şimdi ağladığımı görse çok kızardı bana. Evet, annem evde olmalıydı, saat sabaha karşı 4'dü, çoktan meraklanmıştır, eve gelmemi bekliyordur.

"Cora, annem beni bekliyordur, hadi eve gidelim artık."

Cora aniden dondu. "Ne?"

"Eve gidelim artık, çok geç kaldım, annem kızar."

"Carissa..." kendini koltukta geriye çekti. "Çok üzgünüm, annen..."

"Türkiye'ye döndü, değil mi? Unutmuşum-"

"Carissa... annen son 9 yıldır Amerika'ya hiç gelmedi."

Bir an duraksadım. "Ne?"

"Carissa, annen-"

"Oh doğru, ölmüştü değil mi?" Başım önüme düştü. "Boşver, sadece... unutmuşum işte."

Arabayı tenha bir sokağa çekti, şehre ne ara gelmiştik? Farkında bile değildim.

"İyi olduğuna emin misin?" Diye sordu kontağı kapatırken.

"Evet." Dedim başımı öne eğerek.

Değildim, iyi falan değildim. Paramparçaydım, yıkılmıştım, çaresizdim. Ama kesinlikle iyi değildim.

"Babanın yanına dönmek istemediğinden emin misin?"

"Oraya dönmek istemiyorum." Dedim kuleyi kast ederek.

"Kuleye gitmemize gerek yok, bizim eski eve gidebiliriz, ya da sizinkine."

"Cora," dedim ismini bastırarak. "Amerika'da kalmak istemiyorum. Evime dönmek zorundayım, en azından hafızam tam anlamıyla yerine gelene kadar."

Planımız buydu, hala zihnim yerine tam oturmamıştı, eskiden yaşadığım yerleri görmenin işe yarayacağını düşünüyordum.

"Nasıl istersen öyle olsun." Dedi pes ederek. "Ama hala burada kalman taraftarıyım. Ne yaşamış olursanız ol, sana en çok değer veren kişi hala baban. Tüm bu hafıza olaylarını falan yapma sebebi de seni sevmesi."

"Hı hı." Dedim ona bakmadan. Konuyu geçiştirdiğimi fark ederek arabayı çalıştırdı.

Yolculuğumuzun geri kalanı, yani yaklaşık 25 dakika boyunca sadece benim sessiz hıçkırıklarım duyulmuştu. Cora'nın ara sıra bana göz atarak sessizce iç çekmesi de cabasıydı.

Cedric'in yanına varana kadar biraz da olsa toparlanmıştım. Ona da açıkladığımız bir dünya olaydan sonra tekrar yola çıkmıştık. Araba sürme sırası Cedric'e geçmişti, Cora da arkada oturuyordu.

Nihayet havalimanına geldiğimizde saat sabah 6 idi. Hayata döneli neredeyse 20 saat oluyordu.

Bilet sırası bize geldiğinde pasaportumu uzatıp sol dirseğimi vizeye dayadım. Güneş gözlüklerimin altından etrafı süzüyordum, her an bir yerlerden SHIELD ajanları fırlayabilirdi.

Kadın pasaportun üzerinde yazan ismi okuduktan sonra şokla açılmış bir çift gözle beni taradı. Hemen yanında duran telefon ahizesine uzandığında vizenin öteki tarafına kolumu uzattım ve kadının elini ahizeyi kaldıramayacağı çekildi bastırdım.

"Pasaport gerçek." Dedim sağ elimle gözlüğümü çıkartarak. Hala sol elimle sabit tuttuğum kadın daha da şaşırmıştı. Hafif ama zehirli bir şekilde gülümsedim, "Ortalığı ayağa kaldırmak istemeyiz, değil mi?" Tek kaşımı kaldırdım.

"Elbette... Mss. Stark" Dedi kadın gözlerini kaçırarak. "Harika." Diye mırıldandım ve elimi kadının bileğinden çektim. Gözlüklerimi tekrar taktıktan sonra biletimi aldım ve Cora ve Cedric'in işini bitirmesini bekledim.

Onlar da geldikten sonra birkaç blok ötede olan bir restorana oturduk ve 9 da olan uçaktan önce bir şeyler yemeye karar verdik.

Saatlerdir- günlerdir yemek yemeyen bedenimin buna ne kadar ihtiyacı olduğunu kahvaltı tabağım geldiğinde fark etmiştim. Sonra da önünü alamayıp menüdeki her şeyi sipariş etmiştim.

Diğer iki dostum beni şokla izlese de durumu bildikleri için hiçbir şey dememişlerdi. Ancak 14. Çayımı içerken Cedric'in yüzündeki ifade kahkaha atmama sebep olmuştu. Bu da, tanınmamamız gereken bu alanda dikkatleri üzerimize çekmemize.

Kimse saat henüz 6 iken 5 tabak pancake yemez, Carissa. Dikkatleri yeterince üzerine çekiyorsun zaten.

Sen son zamanlarda neden bu kadar sinir bozucusun?!

Tek ölüp dirilen sen değilsin!

İçsel kavgamı boşvererek önümdeki koltuğa döndüm. Evet uçağa binmiştik,
Babam artık nerede olacağımı gayet iyi biliyordu.

Zeki bir adamdı, en zekisindan hem de. Ben henüz uçurumun oradayken kendi protokollerin tekrardan yüklemiş olması kaçınılmazdı, şimdiye kadar kameralardan beni gözetlediğine emindim. Elbette bunlar varsayımdı, ancak gördüğüm bütün kameralara hareket çekmiştim. Haklı olduğumu biliyordum.

Şimdi ise neredeyse 14 saat sürecek olan yolculuğumda neler yapacağımı düşünüyordum. Muhtemelen uyurdum, bütün bir hafta uyumuş olmam hiçbir şey değiştirmezdi. Ben Steve değildim bütün gece ayakta kalarak milleti özlü sözlere boğamazdım. Koltuğumu geriye yatırarak battaniyemi üzerime çektim, Cora gelip yanımdaki pencereyi kapattı, ben de uyku bandımı taktım.

Cora'yla bir şeyler konuşmuştuk, ancak zihnim o kadar bulanıktı ki söylediğim şeyi 30 saniye sonra unutuyordum, onun söylediklerini de.

Allah'tan zengindim de 1. Sınıf koltukların hepsini satın almıştım. Hatta bundan sonraki 5 uçuşta olan bütün biletleri almıştım.

Böylelikle babam peşime düşemeyecekti. Quinjetle birlikte onu ülke sınırından içeri sokmazlardı bu da onu benden en azından birkaç gün uzak tutardı.

Dediğim gibi, Stark olmanın büyük nimetleri vardı; zeka, para ve statü bunlardan sadece birkaçıydı.

Carissa'nın kombini medyada.

Şuraya da bir Cedric bırakayım.

Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Geçiş tadındaydı, bu yüzden Carissa'nın mental çöküşü dışında pek de konuşulacak bir şey yok sanki.

Türkiye'ye geliyorlar...

Sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Başka bir bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın.

Yazarınız, Nyks.

-Sınır-

50 oy
50 yorum




Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

885K 70.9K 14
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...
16.9K 1.7K 39
Jisung,yanlış zamana denk gelen kızgınlığı yüzünden Lee Minho ile birlikte oldu. Omegaverse & MinSung ✪✪✪
103K 6.5K 36
Malfoy ve Black iki ezeli rakip ve birbirlerinden nefret eden iki küçük çocuktur. Black'in 4. Sınıfta Harry'nin yerine arayıcı olmasından sonra Malfo...
493K 56.4K 33
alfa jungkook, en yakın arkadaşının kardeşi olan omega taehyung'a deliler gibi aşıktı.