ATEŞPARE (+18)

By cerennmelek

43.9M 2M 6M

Korkmuyordum, ne karanlıktan, ne gürleyen gök gürültüsünden, ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünk... More

ATEŞPARE
1.Bölüm: V
2.Bölüm: KAOS
3.Bölüm: O PİTİ PİTİ
4.Bölüm: KANLI YÜZLER
5.Bölüm: ATEŞ PARÇASI
6.Bölüm: SOĞUK SAVAŞ
7.Bölüm: ŞEKİL DEĞİŞTİREN
8.Bölüm: KAYBEDİŞ
9.Bölüm: ESARET
10.Bölüm: KABULLENİŞ
11.Bölüm: TUTKULAR VE SAVAŞLAR
12.Bölüm: SAHTEKAR CİNAYETLER
13.Bölüm: MELEK YÜZLÜ ŞEYTAN
14.Bölüm: KARANLIK SIRLAR
15.Bölüm: OYUNBAZ UYKULAR
16.Bölüm: KURT MU KUZU MU
17.Bölüm: VEDALAR VE BAŞLANGIÇLAR
18.Bölüm: TANRININ CİLVESİ
19.Bölüm: YANGINDAN TAŞAN ATEŞ PARÇASI
20.Bölüm: KURTLAR SOFRASI
21.Bölüm: HİLEKAR DOKUNUŞLAR
22.Bölüm: KANLI PİYON
23.Bölüm: KANIŞLAR VE KAZANIŞLAR
24.Bölüm: SAHTE SEVGİLİLER
25.Bölüm: ALANGUVALARIN MUCİZELERİ
26.Bölüm: KÜÇÜK KIYAMET
27.Bölüm: ŞEHVETİN TEHDİTKAR CAZİBESİ
28.Bölüm: GEÇMİŞİN ESİNTİSİ
29.Bölüm: KIVILCIM
30.Bölüm: PERDELENEN KUŞKULAR
31.Bölüm: TEHLİKELİ SULAR
32.Bölüm: ATEŞ ÇIKMAZI
33.Bölüm: BÜYÜK PATLAMA
34.Bölüm: AZRAİL'İN PENÇESİ
35.Bölüm: YER ALTI
36.Bölüm: DOLAMBAÇLI HAYATLAR VE ÇARPIK OYUNLAR
37.Bölüm: KANLI MAKAS
38.Bölüm: SAHİPSİZ KİMLİKLER
39.Bölüm: MELEKLER VE ŞEYTANLAR
40.Bölüm: CANAVAR
41.Bölüm: MADALYONUN İKİ YÜZÜ
42.Bölüm: AŞKLAR VE ZAAFLAR
ÖZEL BÖLÜM
43.Bölüm: YALAN SANATI
45.Bölüm: TUTUKLU ZİHİNLER ZİNDANI
46.Bölüm: ACI KAN
47.BÖLÜM: LANETLİ MASKELER
48.Bölüm: VAHŞETİN ÇAĞRISI
49.Bölüm: AŞKA YENİLİŞ
50.Bölüm: GEÇMİŞİN KANLI SAHNELERİ
51.Bölüm: YANGINA DÜŞMÜŞ ATEŞ PARÇASI
52.Bölüm: ÜÇÜNCÜ İHTİMAL
53.Bölüm: İNSAN AVI
54.Bölüm: KOBRA'NIN ZEHRİ
55.Bölüm: ATEŞ HATTI
56.Bölüm: KAPANMAYAN DAVALAR
57.Bölüm: SANAT ESERİ
58.Bölüm: KATİL AVCISI
59.Bölüm: ALEV BEDENLERDEN KÜL RUHLARA
60. Bölüm: KAYBEDİLMİŞ ZAFER
61.Bölüm: RESİM HIRSIZI
62.Bölüm: HEZARPARE
ÖZEL BÖLÜM: ATEŞ ALANGUVA
63.Bölüm: İNTİKAM TİMİ
64.Bölüm: KIRIK YOK OLUŞLAR
65.Bölüm: İKİNCİ PERDE
66.Bölüm: CANAVARIN ÖTESİNDE
67.Bölüm: KÖTÜLÜĞÜN TOHUMU
68.Bölüm: GÜÇLÜ ADIMLAR VE KURNAZ SAVAŞLAR
69.Bölüm: GÜNAHKARLARIN SON GÜNAHLARI
ALINTI VE DUYURU
70.Bölüm: PANZEHİR
71.Bölüm: İSYAN
72.Bölüm: EN GÜZEL ZARAR
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT
ÖZEL BÖLÜM: AYLİN
73.Bölüm: EFSANELER UNUTULMAZ
74.Bölüm: CANAVARI ANLAMAK VE ADALETİ ARAMAK
75.Bölüm: EN ZOR SAVAŞ
ÖZEL BÖLÜM: PUSAT
76.Bölüm: YIKIM VE KIYIM

44.Bölüm: DOMİNO TAŞLARI

529K 25.9K 78.3K
By cerennmelek

Bol bol yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayın ateş parçalarım. 🔥

Lullaby - Hypnogaja

Virgin Woolf Underwater - Chelsea Wolfe

Bir sevmek bin defa ölmek demekmiş - 3 Hürel


44.Bölüm: DOMİNO TAŞLARI

Hayatım domino taşları gibiydi, her şey birbiriyle bağlantılıydı ve ben de bu domino taşlarını yöneten oyuncuydum. Her düşen taş öncesinde ona çarpan diğer taşın etkisini taşıyordu. Bu öyle ince bir işti ki bir taşı bir milim bile yanlış yere koyarsan bu tüm düzeneği bozardı.

Her hesaplamayı doğru yapmam gerekiyordu, benim hata yapma şansım yoktu ve hiç de olmamıştı. Her hamlem hesaplı olmalıydı, her tavrım gerçeğin dışında olmalıydı. Ateş Alanguva hayatıma girdiğimden beri bu özelliğimi kaybediyordum, en azından onun yanında. Onun yanında gerçek hissediyordum.

Ona zarar gelsin istemiyordum. O bu saatte Cebonayan toplantısında kritik saatler içerisindeydi ve ben şu an içinde olduğum oyunu değil de onu düşünüyordum.

Murat, gerçek adıyla Şahan bana bakıyordu. Murat zeki bir adamdı, bende tuhaflıklar olduğunu anlamaya ilk andan itibaren başlamıştı. Beni Ateş'in yanında gördüğünde de, kaslı kollarıma gönderme yaptığında da. Benim inimi bulabilecek kadar zeki olan bir adam elbette beni de bulabilirdi. İşte oyun kabiliyeti burada devreye giriyordu. Her şey her zaman planlar dahilinde gitmezdi. Asıl olay oyunu her tarafından kendine çevirmekti.

Domino taşlarının hepsini düşürecektim, tabi o domino taşlarının altında kimler kalırdı bilemezdim ama ben hep yöneticisi olacaktım.

"Artık oynamayı kes. Oyunun sonu." dedi eski kibarlığını kaybederek.

"Neden buradayız o zaman? Neden V'yi yakalayarak hayatının en büyük başarını elde etmek yerine benimle bu rıhtımdasın?" dedim pes etmiş gibi.

Kara bakışları önce rıhtımda gezindi, ardından da benim üstümde. Her hareketimi, mimiğimi tartıyor ve ölçülü davranıyordu. Siyah, bedenine yapışan tişörtünden kasları belli oluyordu ve gerildiğini anlayabiliyordum.

"Derdim sen değilsin, hiç olmadın. V'yi bu ülkenin kara kutusu gibi görüyorum, her şeyi bilir her şeyi halleder ama hep gizlidir. Bu kara kutuyu aydınlatmak istemiyorum."

Yeni bir sigara yaktım, o onun tepkisi için rahatladığımı düşünmüş olabilirdi bu tavrımla.

"Derdin ne peki?"

"Derdim Alanguva, onu istiyorum."

Güldüm, hala tavırlarım tedirgindi ama alttan alttan da rahatlamaya çalışırmış gibi bir havam vardı. "Çok seksi, istememek elde değil."

Ciddi bir tavırda öne eğildi. "Sen V'sin, onunla aşık olduğun için birlikte olduğunu sanmıyorum. Senin başka bir derdin var."

"Gücü seviyorum ve Alanguva görüp görebileceğim en güçlü adam. Cebonayan'ı istiyorum."

"Her şeyin oyun; aşık bakışların, kıskandırma çabaların. Onu da kandırmaya çalışıyorsun, onu yönetmeye çalışıyorsun." Aşık aşık bakmıyordum bir kere!

"Başarısız olduğumu söyleyemem, bayılıyor bana."

"Eğer iş birliği yaparsak, seni ifşalamam." dedi kendinden emin bir tavırda.

"Sen zaten beni ifşalamayacaksın. Ortak olmak istiyorsun."

"Sen Cebonayan'a sahip olmak istiyorsun ben Alanguva'yı da Cebonayan'ı da yok etmek istiyorum. Her ne halt ediyor bilmiyorum ama elinde dünyada eşi benzeri olmayan bir teknoloji olduğunu biliyorum."

"Ateş zeki bir adam." Ne hadle sevgilimi alt edeceğini sanıyordu? Neyse sanmaya devam edebilirdi, anca sanırdı zaten.

"Evet, sana aşık zeki bir adam."

"Bunu neden istiyorsun? V'yi yakalayıp adını altın harflerle tarihe yazmak yerine, neden Ateş'i istiyorsun?"

Nefesini verdi, alt dudağını yaladı. "Bu seni ilgilendirmez, istediğimi yapacak mısın?"

"Benim kazancım ne olacak?"

"Zeki bir ortak." dedi en az benim kadar egolu şekilde. "Ayrıca V olmaya devam etmek."

"Nasıl anladın?" diye sordum merakla. Benden hep şüphelenmişti ancak anlamasını sağladığım nokta, rıhtımda konuşmam olmuştu. Naz'a adamın uyuşturucu taciri olduğunu söylemiştim, bu gizli bir bilgiydi o saatlerde.

"Ortaklığı kabul ediyor musun?" Dedi sorumu umursamayarak. Ben de dirseklerimi masaya yasladım ve yüzümü yüzüne yakınlaştırdım.

"Çıkarım olmayan işlere girmem."

"Ne istiyorsun?" Dedi sakinlikle.

"Bana neden Ateş'in peşinde olduğunu söyleyeceksin." Bu soruyu bilmeme rağmen diretmem gerekiyordu çünkü V gibi birinin böyle bir cevabın peşini bırakmayacağını tahmin edebilecek kadar zekiydi.

"Başka bir şey seç."

"O zaman şöyle bir şey yapalım." Dedim keyifle. "Eğer olur da istihbarat benden şüphelenirse, bunun üstünü örtecek ve hatta aksi kanıtlar öne süreceksin." İfadesi değişirken kaşları çatılmıştı. Büyük ihtimalle kazançla oturduğu bu masada nasıl nötrlendiğini düşünüyordu ama V'yle kumar oynamaması gerektiğini henüz bilmiyordu.

"İşime ihanet etmem."

"Beni gizleyerek ediyorsun zaten."

"Söylememek farklı, yalan farklı. İstihbarata zarar vermem."

"Sen bilirsin, ben hep kurtulmanın yolunu bulurum. Sence V olup, aynı zamanda nasıl bu işten sıyrılacağımı bilmiyor olur muyum hiç? Yani sen beni ifşalarsan da beni yok edemezsin. Ama sen seni Ateş'e anlatırsam... O zaman durum değişir."

Yüzü biraz daha yakınlaşırken güldü keyifsizce. "Çok ukalasın."

"Boş söz öbeklerine gerek yok, tamam mı devam mı?" Elimi ona doğru uzattım. Kısa bir süre elime baktı ardından gözlerime. Kafasına bir şeyler tartıyordu, kararsızdı. İhanet etmek istemiyordu ama başka seçeceği de yoktu.

Ve elini kaldırıp elimi sıktı. Onun büyük elini sertçe sıktığımda gücüm karşısında şaşırdı.

"He olur da bana bir oyun oynayıp istihbarata kimliğimi gizlice ifşalayıp, benimle oynamaya çalışırsan bunu anlarım. Ve senin hayatını çok fena sikerim, ona göre."

"Karşıma almak istemeyeceğim bir düşmansın." O da elimi tutuşunu sertleştirdi. El sıkışmıyor, güç gösterisi yapıyorduk. "Ve eğer sen de Ateş'e olanları anlatıp, beni karşına alırsan sadece kimliğinin ifşalanmasıyla kalmazsın."

"Anlaştık o zaman, ortak." dediğimde kafasını salladı. Hala ikimiz de ellerimizi bırakmamıştık. Onun gücüyle parmaklarım sızlıyordu ama ben de vazgeçmiyordum.

Her an birimizin eli kırılabilirdi hatta. Ve ikimiz de bırakmaya niyetli değildik, saçma bir güç gösterisi haline getirmiştik bunu. Yanımıza yaklaşan üçüncü bir kişiyi hissettiğimizdeyse ikimiz de aynı anda çektik ellerimizi.

"Murat?" dedi Deniz şaşkınca. "Geleceğini haber vermemiştin."

"Öyle geçerken uğrayayım dedim, Aşkın da seni çağırmaya gelecekti."dedi Murat rahat bir tavırla, yalan söyleme yeteneği en az benimki kadar gelişmişti.

Deniz'in kaşları havalandı. Bu sırada Murat'ın telefonu çaldı ve o vakit kaybetmeden açtı. Hiçbir şey söylemeden karşı tarafı dinledi. Ardından da "Geliyorum." diyerek kapattı telefonu.

"Acil bir işim çıktı, yarın konuşuruz."

"Peki , görüşürüz." dedi Deniz de ve Murat kalkarken Deniz karşıma oturdu. Bir süre Murat'ın gidişini seyretti.

"Ne konuşuyordunuz?" Sorusuyla gözlerimi devirdim.

"Fazla merak göte-"

"Öf Aşkın be." dedi gülmekle kızmak arasında kalarak.

"Aman sen de çok meraklısın. Adam öyle oturdu, sohbet ediyorduk havadan sudan."

"Fazla yakındınız?"

"Öyle miydik? Fark etmedim."

"Murat'ı severim ama sana bakışları hoşuma gitmiyor."  Deniz'in bu tutumu beni şaşırtmadı, hepimize karşı gereksiz bir sorumluluk hissediyordu belki de yaşı hepimizden büyük olduğu içindi.

"Güzellik başa bela."

"Ya da Ateş'e yakın olmak için yapıyor." dedi düşünceli şekilde. Yani kendisinin yaptığı gibi.

"Sevgilimi salın artık, manyak olursunuz."

"Moralim bozuk zaten." dedi gergince. Hem Naz'ın üzgünlüğü hem de Bahar'ın durumu hepimizin canını sıkıyordu. "O kadar umutlanmıştı ki, inanıyordu göreceğine. Çok da acı çekti."

"Uyuyor mu?"

"Bilmiyorum,  yanında kimseyi istemiyor. Neyse ben de bir karakola uğrayayım. Yemek yedin mi? Bizimkiler dışarıdan söylemişti bir şeyler."

"Yerim bir şeyler."

Saatine baktı ve kalktı yanımdan. "Görüşürüz."

"Görüşürüz." dedim ve telefonumu elime aldım. Ateş'i aradım, uzun uzun çaldı ama açmadı. Hala toplantıda olabilirdi. Bir kere daha aradım ama bu sefer tamamen kapalıydı.

Pusat'ı aradığımda direkt açtı. "Neredesin kumacığım?"

"Malikanedeyim, karışık burası biraz."

"Neden? Bir şey mi oldu?"

"Bilmiyorum, toplantı bitmiş. Baybora geldi, her yeri birbirine kattı. Ateş'in sesi soluğu çıkmıyor, ulaşamıyorum." Kaşlarım çatılırken yerimden dikleştim.

"Ne demek ulaşamıyorum? Başına bir şey mi geldi?"

"Sanmam öyle olsa Baybora onu bulmaya çalışırdı ama bayağı sinirli. Ateş'e de bir şey olmaz, kafa dinlemeye çekilmiştir belki ama ben de merak ediyorum." Pusat'ın sesi, Bahar'ın etkisinden olsa gerek kötü geliyordu.

"Ne demek bir şey olmaz? Adamın peşi aç kurt dolu. Bu ne rahatlık?"

"Sen korktun mu sevgilin için?" dedi keyifsiz şekilde.

"Sonunda kabullendin bak."

"Bahar nasıl?"

"Odasından çıkmıyor, sindirmeye çalışıyor."

"Kıyamam amına koyayım ya!" dedi bağırarak. Yüzümü buruşturarak telefonu kendimden uzaklaştırdım.

"Küfür etme amına koyayım."

"Seninle tartışacak halim yok Aşkın." Göz devirdim.

"Bir Bahar'a bakıp Ateş'i bulurum. Siz tabi beceriksiz olduğunuz için bulamamışsınızdır."

"Bulunmak isteseydi bulunurdu."

"Tamam Shrek, benim daha başarılı olduğum açıkça ortada zaten. Kıskanma, bir yerlerin şişecek artık." O oflarken devam ettim. "Görüşüz iri, yeşil devim." Telefonu kapattım.

Eve geçtim, salonda kimse yoktu. Herkes üzüntüden odalarına çekilmişti. Bahar'ın odasının önünde durdum, kapıyı tıklattım ve ses gelmeyince kapıyı açtım.

Odasının ışığı yanıyordu, elinde de yüksek güçlü bir fener vardı ve ışığı gözüne tutuyordu. Gözlerinden yaşlar akarken konuşuyordu. Benim geldiğimi fark etmemişti. "Lütfen Allahım görmeyi nasip et. Biliyorum çok şey istedim senden ama lütfen." Ağlıyordu ve ağladıkça canı acıyordu.

"Bahar." dedim yumuşak bir sesle, onu ürkütmemek için. Elindeki feneri aldım ve kapattım.

"Çok ışık olunca hafif aydınlanıyor sanki, grimsi oluyor. Feneri açsana Aşkın." dedi çaresizce. Feneri açtım tekrar, ben elimde tuttum ve onun gözüne doğrulttum.

"Damlanı dökelim, canın acıyacak."

"Canım zaten çok acıdı, artık dayanamıyorum." Çenesinden tutarak başını boyun girintime yaslamasını sağladım. Bir kolumu ona sardım. "Hep karanlık Aşkın, çok karanlık. Biliyor musun bir de ben karanlıktan çok korkarım?" Biliyordum. "Korktuğum karanlıktan kurtulamıyorum artık alışmıştım ama korkuya alışmak da zor." Saçları arasına bir öpücük bıraktım.

"Sen çok güçlüsün." Sözlerimle biraz daha arttı ağlayışı.

"Dayanamıyorum artık."

"Göremediğin için üzülüyorsun ama hayatına engelleri kendin katıyorsun. Sende en sevdiğim huy ne biliyor musun? Hep yaşam dolu oluşun. Öleceğini düşüneceğin günler bile olsun bugün nefes alıyordum diye sevinmen, görmesen bile olsun hissediyorum demen. Sen öyle hayat dolusun ki bu zamana kadar hiçbir şey engel olmadı sana. Şimdi sen de engel olma kendine. Pusat seni seviyor, sana hiçbir zaman engel olamayan engelinin şimdi engel olmasına izin verme. Sen bundan daha güçlüsün." Bir süre sessizce iç çekti.

"Ama ona yetemem ki."

"Pusat'a yetecek tek şey onun yanında olman, gerisini o umursamıyor. Onun düşündüğü tek şey senin mutluluğun." Hem göremediği için üzülüyordu hem de Pusat'tan ayrılması gerektiğini düşündüğü için.

"Onu çok seviyorum." Omzumda uyuya kaldı, ağlaya ağlaya. Onu tamamen yatağa yatırdım ve odasından çıktım. Ateş'i bir kez daha aradım ama hala ulaşılamıyordu.

Salona geçtiğimde ablam, Tarık ve Ferda'yı gördüm. Ablamın gözleri ağlamaktan kızarmıştı, Ferda sessizdi, Tarık da boş gözlerle etrafı izliyordu.

"Konuştu mu seninle?" dedi Tarık dalgınca.

"Evet, aşacak." Salondan çıkacaktım ki ablam konuştu.

"Nereye gidiyorsun?"

"Ateş'e ulaşamıyordum da merak ettim. Bir bakacağım." Sözlerimle Ferda tedirginlikle doğruldu.

"Neden ulaşamıyorsun ki? Pusat da ulaşamıyor muymuş?"

"Yok, ben de bilmiyorum ne olduğunu ama iyi şeyler olmadığı ortada." Endişeyle gözlerini kırpıştırdı. "Eve geçmek ister misin?" Bir süre düşündü, ardından da kafasını iki yana salladı.

"Yok, haber ver ama bana."

Ben salondan çıkarken peşimden Tarık da geldi. "Bir sorun mu var?"

"Sanırım."

"Yapabileceğim bir şey var mı?"

"Ferda'ya kendisini iyi hissettir. Bahar'ı da sıkmamaya çalış."

"İlki zor, öyle şımarık bir kıza iyi falan hissettiremem." Ben kapıyı açtığımda o da dış kapının pervazına yaslandı. "Aşkın, ben buradayım hep. Biliyorsun, değil mi?" Tarık korumacı bir yapıya sahipti, korumacı tavırları bana işlemediği için bazen saçmalasa da onu iyi tanıyordum.

Bir elimi omzuna koydum ve yarım ağız gülümsedim. "Başka nerede olacaksın?"

"Lütfen başını daha fazla belaya sokma. Korkuyorum, bu iş bittiğinde seni kaybetmekten." V bir iş değildi, V biterse ben de biterdim zaten. İnsanların anlamadığı şey buydu, V farklı biri değildi. V tamamen bendim.

"Dediklerimi yap." Kafasını olumluca salladı, onu orada bırakarak kapının önündeki Ateş'in arabasına bindim. Aramaya devam ettim ancak hala ulaşılamıyordu.

Gerçekten başına bir şey gelmiş olabilir miydi?

Ateş bana cevap verirdi, başka bir iş vardı bunda. Alanguva malikanesine son hızla sürdüm.

Malikanenin bahçesinde arabamı park ederek eve girdim. Salonda ölüm sessizliği vardı, Ateş'in babaannesi de dahil kimse yoktu. Bu sırada üst kattan gelen seslerle merdivenleri çıktım. Üst kattaki salona girdiğimde, her şeyi yerle bir olmuş gördüm. Salonun ortasında da Baybora duruyordu.

Beni fark ettiğinde kafasını yavaşça arkaya çevirdi. Sinirle aldığı nefesler yüzünden göğsü hızla inip kalkıyordu.

"Yavaş ol, bozulacaksın şimdi."

"Ne işin var?" dedi kabaca.

"Ateş'i arıyorum."

"Hayret, nerede olduğunu sana söylemedi mi? Sonuçta çok aşık sana!" Bana kimse bu şekil sesini yükseltemezdi.

"Benimle konuşmana dikkat et, Rusya'ya ikinci defa gidersin. Bu seferki tam kalıcı olur ama, şayet aktarılacak bir beynin kalmaz." Gözleri kısıldı. Ona yakınlaştığımda o da bana birkaç adım attı.

"Sen çok tehlikelisin, kardeşim nasıl olur da seni bu kadar sever aklım almıyor. Nasıl olur da benim-" Ne söyleyecekse sustu, biraz daha öfkelenerek geri çekildi.

"Kavga mı ettiniz?"

"Onun beynini yıkamışsın, Ateş zeki adamdı." diye söyleniyordu. Yediremediği şeyler vardı ama ne olduğunu anlayamıyordum.

"Bana bak Alanguva, benim sinirimi bozmak istemezsin."

"Ne yaparsın?"                                                                                             

"Ne yapacağımı tahmin bile edemezsin." dedim ben de sesimi yükselterek. "Sen kendini kim sanıyorsun? Gelip insanlık dersi vermeler, bağırıp ahkam kesmeler. Hayır yani komik tarafı da şu, sen insan bile değilsin." Gözleri kısılırken salonun ışıkları kapanıp açıldı. Sadece salonun değil, dışarıdan içeriye vuran lambaların da ışığı sönüp yanıyordu.

Baybora Alanguva, elektronik aletleri beyniyle yönetebiliyordu. Bense onun sınırlarını zorlamak için devam ettim. "Gelmiş ablamdan bahsediyorsun, ben onun kanıyım sense ne olduğu belli olmayan kul yapımı bir şeysin." dediğimde salonun ışığı tamamen gitti ve karanlıkta kaldık.

Hareketsizce duruyordu, gözlerini bile kırpmıyordu. Ona doğru bir adım attım.

Adamın devreleri yanmıştı amına koyayım.

Bozulup bozulmadığını kontrol etmek için ona dokunacaktım ki küfür ederek yanımdan hızla uzaklaştı, omzuma da çarpmıştı. Alanguvaların hepsi birbirinden beterdi. Bir süre etrafı inceleyerek ne olduğunu anlamaya çalıştım. Beyni bilgisayara bağlı olduğu için, evet gelişmiş olan elektronik eşyaları kontrol edebilirdi.

Bir bilgisayarın bilgilerine de ulaşabilirdi, otomatik gelişmiş bir arabayı da hareket ettirebilirdi. Ve bunu sadece beyniyle yapabilirdi. Yaşadığım tuhaf anı algılamaya çalışarak bir süre etrafı inceledim. Bu kadarı da olur mu? Diyemiyordum çünkü oluyordu. 

Merdivenleri geri indim karanlıkta, evden çıktığımda kapıda Pusat vardı. Yanında Yusuf'la bir şeyler konuşuyordu, dışarının lambaları hala yanıyordu. Pusat beni fark ettiğinde Yusuf'la konuşmayı kesti. Üstünde hala aynı kıyafetler vardı, yüzünde de yorgun ve üzgün bir ifade. "Ateş'i bulabildin mi?" dediğimde kafasını iki yana salladı. "Neden bu kadar rahatsın o zaman?"

"Büyük bir şeyler olmuş. Baybora bu kadar sinirlendiyse neler olduğunu tahmin bile edemiyorum. Ateş bilerek çekildi etraftan, öfkelidir."

"Bu ne rahatlık? Ya başına bir şey gelirse? Bilgisayar getir bana." dediğimde, Pusat kafasıyla Yusuf'a işaret verdi ve Yusuf bilgisayar getirmek için yanımızdan uzaklaştı. "Toplantı nerede olmuştu?"

"Bilmiyorum, gizli bilgi bu." Dalgınca etrafına bakındı.

"Bugün hepiniz beni çıldırtmaya mı çalışıyorsunuz?"

"Zaten tadım kaçık, bana dokunma."

"Senin belanı sikeceğim şimdi. Üzgün olabilirsin ama işini yapmak zorundasın."

"Boşuna evham yapıyorsun. Ateş'i tanıyorum. Gel arka bahçeye geçelim." Dediğinde ona tersçe bakmaya devam ettim, birlikte arka bahçeye yürüdük.

"İçecek bir şeyler getir, ağır olsun." dediğimde üfleyerek yanımdan ayrıldı. O yanımdan ayrılırken bu sırada Yusuf elinde bir bilgisayarla yanıma gelmişti koştur koştur.

"Sağ ol Yusuf."

"Başka bir isteğin var mı yenge?" Öğrenmişti sonunda

"Yok yengeciğim." Yusuf yavaşça yanımdan uzaklaşırken Pusat da elinde bir viski şişesi ve iki kadehle dışarı çıkmıştı. Kendine çay koymamıştı çünkü onun da içmeye ihtiyacı vardı bugün.

Bilgisayarı açıp Ateş'in sisteminden, kendi erişebildiği kamera kayıtlarını kontrol ederken Pusat da kadehleri dolduruyordu. "Az önce ne oldu? Baybora bir sinirle çıktı evden? Tartıştınız mı?"

"Hmm  tartıştık." Gözlerim ekrandaydı. "Artist amına koyayım kendi kendine tripleniyor, asabımı bozdu. Boş boş konuşuyor, hayır yani elimde kalacak sonra bir de robot katili olarak bir ilki gerçekleştireceğim."

"Ne olduğunu anlatmıyor, ben de zorladım da bayağı." Doldurduğu kadehten büyük bir yudum aldım. Önümde ekranı kıstığım gözlerimle inceliyordum.

"Yalnız Baybora'ya dikkat et, adam elektronik eşyaları kontrol edebiliyor." dediğimde Pusat yüzüme boş boş baktı.

"Nasıl yani?"

"Bildiğin az önce ışıklarla oynadı."

"Lan onu o mu yaptı?"

"He o yaptı, ben de şaşırdım."

"Yok amına koyayım ya o kadar da değil."

"O kadar, Ateş işte. Hem robot yapıyor hem de gereksiz özellik yüklüyor."

"Ama çok saçma." dedi kafası karışmış şekilde. Onu onaylarcasına kafamı salladım ve viskiden büyük bir yudum aldım. "Bence Ateş'i bulup yanına gidersen rahatsız olacaktır." dedi hala yorum da yaparken.

Bu sırada toplantının nerede olduğunu bulmaya çalışıyordum. "Yardımcı olmayacaksan çeneni kapat."

"Şehrin biraz dışında oldu toplantı." dedi ve bilgisayarı kendisine çevirerek konumu açtı. "Aslında bir evi var, dağ başında. Orada olabilir."

"Ve bunu yeni mi akıl ediyorsun?"

"Yeni geldi aklıma." dedi ona kızdığım için savunmaya geçerek.

"Senin jeton biraz köşeli zaten." Küfürsüz hakaretimi pek umursamadı.

"Bahar nasıl oldu?"

"Ben nerdeyim sen nerdesin! Ben neredeyim sen nerdesin. Ver şu konum bilgilerini."

"Ateş seni yanında isteseydi söylerdi zaten, bak yine benim başıma patlayacak."

"Kendim buldum derim, çok zeki olduğum için şaşırmaz."

"Sendeki egonun çeyreği bende olsaydı..." Devamını içinden söylemişti.

"Pusat bak benim asabımı bozma." dedim masaya yumruğumu vurarak. Omuzları çökerken arkasına yaslandı. Bu büyük ihtimalle, 'çok üzgünüm ve seninle uğraşamam Aşkın' duruşuydu. Yanağından makas aldım.

"Bahar sadece atlatmaya çalışıyor, ona zaman ver."

"Çok kesin konuştu, görmedin mi? Beni artık istemeyecek işte."

"Seni sevdiğini söyledi bana." dediğimde gözleri parladı. Ancak bu parıltı kısa sürdü.

"Sevgi her şeyi görünmez edebilir mi? Hadi şimdi aştı üzüntüsünü beni kabul etti diyelim, bir gün gerçekleri öğrenirse ne olacak? Ben ona nasıl bir katil olduğumu söyleyeceğim? Görmüyor musun Allah aşkına? Tozpembe bir dünyada yaşıyor. Onun dünyasını karartmak istemiyorum."

Ofladım. "Klişe klişe konuşma bana, bu ne romantiklik?"

"O anki halini aklımdan atamıyorum Aşkın. Hayal kırıklığı yaşadı ve bildiğim bir şey var ki aynı hayal kırıklığını benim gerçekten kim olduğumu öğrendiğinde de yaşayacak. Aramızda çok engel var."

"Tek engel bu saçma düşünceleriniz Pusat. Neyse ben sevgilimi bulacağım, bunları sonra konuşuruz." Ayağa kalktım yanından ayrılmak için. Birkaç adım atarak yanından uzaklaştım.

"Aşkın!" Durdum seslenmesiyle. "İyi ki girmişsin hayatımıza." Cevap vermedim ama dudağımda küçük bir tebessüm oluştu. Yanından sessizce ayrıldım.

🔥

İki saatlik yolun ardından Pusat'ın verdiği adrese ulaşmıştım. Gerçekten de dağın başındaydı, hava burada daha soğuktu. Üstümde ceket yoktu, arabadan inerek etrafı inceledim. Ateş'in arabası kapıda duruyordu. İki katlı, ahşap ve küçük bir evdi ama sıcak bir havası vardı.

Işıklar yanıyordu. Kapıyı çalmadım, evin etrafında gezindim. Ateş keyfine düşkündü ve onu azıcık tanıdıysam salonunda koca camlar olduğuna emindim. Güvenlik tedbiri de almıyordu, bu rahatlığın nereden geldiğini anlamıyordum.

Tam tahmin ettiğim gibi cama yakınlaştığımda onu gördüm. Salonda oturuyordu, üstünde hala takım elbisesi vardı. Elinde bitmiş bir kadeh ve yanında da yarısından fazlası içilmiş bir şişe vardı. Dirseklerini dizlerine yaslamış, karşısını izliyordu. Ona yakınlaştığımda kafasını cama çevirdi. Aramızda çok mesafe vardı ama onun da sezgileri en az benimkiler kadar iyiydi.

Bir süre sarı gözleriyle yüzüme baktı. Yorgundu, Ateş iyi görünmüyordu. Yavaşça kalktı yerinden, miskin hareketlerle kadehini masanın üstüne bıraktı. Yavaş adımlarla karşıma geçti ve cam kapıyı açtı. Hiçbir şey söylemeden yüzüme uzunca baktı.

Tam konuşacaktım ki bana arkasının dönerek yine koltuğa oturdu. Nefesimi verdim. "Neden aramalarıma yanıt vermiyorsun?" İçeri girdim ve camı kapattım. Karşısında durduğumda bana bakmıyordu.

"Yalnız kalmak istedim." dedi omuz silkerek.

"Sorun ne? Toplantıda ne oldu?" Kadehini yeniledi. Toplantı kelimesi bile onu daha çok germişti. Yanına oturduğumda kadehini tek dikişte bitirdi. "Ateş! Cevap ver bana."

"Sindirmeye çalışıyorum Aşkın, rahat bırak beni."

"Neyi?" Kadehi karşısındaki duvara sertçe fırlattı, ardından da fazla sakin şekilde kafasını bana çevirdi.

"Nasıl olur da seni abime tercih edecek kadar sevdiğimi." Yüzüme dikkatlice bakıyordu, sarıları kısılmış ve derince düşünüyordu.

Güneş gözlerine bulutlar düşmüştü.

Kırışmış, beyaz gömleğinin üstünden omzuna dokunduğumda gözlerini yumdu. "Ne olduğunu anlat bana." Yumuşak sesimle onun da yüzü yumuşadı.

"Ben çok kötü bir şey yaptım Aşkın, abime ihanet ettim." Söylerken sindirmeye çalışıyordu, gözleri kızarıktı. Çok içmekten mi üzüntünden miydi bu kızarıklık çözmek zordu.

Yumuşak dokunuşlarla yüzünü okşadım bu sefer, yumdu gözlerini sıkıca. "Hadi, anlat bana."

"Şahin, senin V olduğunu öğrenmiş. Toplantıya girmeden önce tehdit etti beni. Eğer abime yaptıklarını doğrulayıp onu Cebonayan'dan atarsam senin kimliğini işfalayacaktı. Nasıl öğrendi bilmiyorum ama tahminlerim var." Elim durdu, Ateş gözlerini açtı. Kimliğim yayılıyordu, bu benim için tehlike çanlarının çalmasından öteydi, bu V'nin sonuna yaklaştığımızı gösteriyordu. Ya da V'nin başlangıcına.

"Sen de beni mi seçtin?" dedim şaşkınlığımı gizlemeyerek. Evet bu benim için Şahin'in gerçekleri öğrenmesinden daha şaşırtıcıydı.

"Bir kere bile düşünmedim Aşkın, ben de kendime hayret ettim. Senin canını tehlikeye atmayı bir saniye olsun aklıma getiremedim. Oraya çıktım ve abimin ölümü hakkında bir fikrim olmadığını saçmaladım. Hem abimi mahvettim, hem Şahin'i güçlendirdim. Cebonayan'dan atılmak bir yana dursun, üstüne iftira atıldığı için ittifakları arttı."

"Ateş." Diyebildim sadece, iyi görünmüyordu.

"Abim gözlerim önünde öldü Aşkın, ben onun ölüsüne ihanet ettim."

"Ateş."

Devam etti konuşmama müsaade etmeyerek. "Ben bunu yaparken hiç şüpheye düşmedim. Senin kimliğin ortaya çıkması demek, ölmen demek. Ben bunu yapmaya ihtimal bile vermedim Aşkın. Öylece abime ihanet ettim."

Ateş Alanguva'yı bu kadar çaresiz gördüğüm nadir anlardan biriydi.

"Yapmasaydın Ateş! Bunu neden yaptın ki? Bıraksaydın." Dedim, benim yüzünden omuzlarına yüklediği ağır yüke dayanamayarak.

"Yaptım Aşkın, bir an bile tereddüt etmeden yaptım. Ve en saçma kısmı neresi biliyor musun? Zamanı geri alma ihtimalim olsa, yine aynısını yapardım." Bu sözü üstümde daha da büyük ağırlık yaratırken onun güzel gözlerine bakıyordum.

"Benim yüzümde-"

"Şahin benim düşmanım Aşkın, benim yüzümden senin kim olduğunu öğrendi. O yüzden hiç deme benim yüzümden böyle bir şey yapmasaydın diye. Ben olmasaydım böyle bir tehlikeyle karşılaşmazdın da. Ama sanırım benim yüzümden olmasaydı da seni seçerdim." Bunu söylerken rahatsızdı.

"Doğruları söylemeliydin."

"Yapamadım Aşkın. Nasıl olur da hayatımın birden merkezine girdin ve beni kendine bağladın bilmiyorum. Bu çok korkunç." O önüne dönerken ben de ona sokuldum. Koluna sarıldım, güzel kokusunu solurken başımı omzuna yasladım. Teni anında gevşerken, nefesini verdi.

"Bunu yapmamalıydın, benim de omuzlarım gereksiz bir yük bindirdin. Sana borçlandım." Güldü sinirle, sözlerimle.

"Anlamadığın şey bu işte, bana borçlanmadın. Sen benden böyle bir şey istemedin Aşkın, ben kendim karar verdim."

Murat olayını Ateş'e hemen anlatma niyetindeydim buraya gelene kadar. Geciktirilen her sırrın daha büyük sorunlar yarattığını birinci gözden görmüştüm. Ancak o benim kimliğim ifşalanmasın diye abisine ihanet ettiğini söylerken, ona nasıl kendimi bilerek ifşalattığımı söyleyecektim ki? Bu benim gibi biri için bile değişikti.

Bir süre onun sakinleşmesini bekledim. Arkasına yaslandığında şişede kalan viskiyi de ben içtim ve bu sefer göğsüne yaslandım.

"Benim kimliğimi bilen kişi sayısı artık o kadar da az değil. Daha bilekliği kimin koyduğunu bile çözemedik. Belki Şahin'di o da."

"Hayır, değildi. Şahin olsaydı öğrendiği ilk an kullanırdı bu kozu. Benimle konuştuğunda bu bilgiye çok yeni sahip olmuştu. Ve bunu bir muhbirden öğrendiği kesin."

"Sistemine düzenlenen saldırıyla bir alakası var mı?"

"Hayır, bu farklı." Alttan bakarak, keskin çenesinin ve kirli sakallarının onda bıraktığı havayı seyrettim. Şaşkındım ve Ateş'in beni ilk şaşırtışı da değildi bu.

"Peki ne yapacaksın?" Hafif hafif göğsünü okşuyordum.

"Bulacağım yapan kişiyi ve onu doğduğuna pişman edeceğim." Bunu öyle kararlılıkla söylemişti ki, bu kişiyi öldürmekle kalmayacağına emindim.

"Ondan bahsetmiyorum, abinden bahsediyorum." Sessiz kaldı bir süre, yutkundu. Göğsünden doğruldum ve ona biraz daha yakınlaştım.

"Bilmiyorum, yüzüne bakacak yüzüm yok."

"Bunu yapmayacaktın!" dedim sesimi yükselterek. "Böyle bir yük taşımak zorunda değildin benim yüzümden. Ateş ben senin yerinde olsam ablamı seçerdim, sen bu kadar aptal bir adam mısın? Bunu neden yaptın ki? Ben bulurdum kurtulmanın bir yolunu. Sen neden yaptın bunu kendine?" Ben hızlı hızlı konuşurken o sakince beni izliyordu.

"Söyleyeceği insanlar, normal insanlar değildi Aşkın."

"Hala da söyleyebilir? Sen onun gibi bir adamın sözüne nasıl güvenirsin ki? Bak zayıf noktanı da buldu, sana istediklerini yaptırmaya çalışacak. Ya sen nasıl zayıflık gösterebilirsin böyle bir adama?" Hala aynı sakinlikteydi, bir eli saçıma gitti ve hafifçe okşadı. Bunun kendisini dizginlemek için yapıyor gibiydi.

"Senin gibi güçlü bir kadının, zayıf noktam olması da kaderin farklı bir cilvesi sanırım."

"Aşk bir yere kadar, beni ailene tercih edemezsin Ateş."

"Ettim, zaten aile işlerinde berbatım. Şimdi Ferda da abim de benden nefret ediyor." Omuz silkti, canını acıdığını biliyordum. Ne kadar sert durmaya çalışsa da sarı gözlerinin ardını görüyordum. Bir elim yüzüne çıktı, yavaşça okşadığımda gözlerini yumdu ve yüzünü elime yasladı.

"Sen harika bir abi ve kardeşsin. Ferda'yı korumak için her şeyi yaptın, abini tekrar yaşatabilmek için her şeyi yaptın ve bu bahsettiğim her şey kesinlikle insanüstü bir güç. Saçma sapan şeyler düşünme. Şimdi ne yapacağımızı düşünelim sadece." Gözlerini açtı.

"Yok Aşkın, bu gece hiçbir şey düşünmeyelim." Dedi yorgunca.

"Ertelemek yok etmez sorunları."

"Bu kadar gerçekçi olmak zorunda değilsin. Sakinliğe ihtiyacım var, eğer sakinleşmezsem ne yapacağımı ben bile tahmin edemiyorum."

"Peki, madem düşünmek istemiyorsun." Omuzlarım çöktü. Olumluca salladı başını, ardından kafasını koltuğa yaslayıp gözlerini yeniden yumdu.

Ben de onun kucağına çıkarak, göğsüne kıvrıldım. Başımı göğsüne gömdüğümde, bir eli belimi sardı ve kokumu soludu. Yeniden yüzünü okşamaya devam ettim. Loş ışığın altında buğday teni ve yüzü gözüme o kadar yakışıklı geldi ki dayanamayarak yanağına uzun bir öpücük bıraktım.

"Nasıl da aşık etmişim seni kendime, gözün hiçbir şeyi görmez olmuş. Yazık." Sözlerimle dudakları iki yana kıvrılır gibi oldu.

Gözlerini çok kısık açarak yüzümü seyretti, mayışmış bir ifadeyle. Ne kadar içtiğini bilmiyordum ama çakır keyifliğe yakın olduğunu seziyordum.

"Aşkın?"

"Efendim sevgilim?"

"Nasıl bir şeysin sen?" Dedi kısık sesiyle, yorgunca. Bunun devamını getirmiyordu, bana kalırsa kendi içinde tamamlıyordu.

"Mükemmelim diyorum ama inatla soruyorsun."

"Uyuyalım, bitsin bugün."

"Ama beni yanında istememiştin ki, neden istemedin?"

"Dedim ya, yalnızlığa ihtiyacım vardı." Peki o zaman, beni neden böyle sarmalıyordu?

"Şimdi yok mu?"

"Var."

"O zaman? İki kişilik bir yalnızlık mı?"

"İki kişilik bir yalnızlık." Beni tekrar göğsüne çekti ve gözlerini tamamen yumdu. Boyun girintisine yüzümü gömdüm. Söylediği sözlerin ağırlığıyla gözlerimi yumdum ve onun güzel kokusuyla sakinleşmeye çalıştım.

🔥

Uyandığımda Ateş yanımda değildi ama üstümde battaniye vardı. Koltuktan kalkarken gözlerim onu aradı. Gece masanın üstünde duran boş içki şişelerini kaldırmıştı. Adımlarım evin içinde gezindi, Ateş'in diğer evlerine göre küçük bir salondu. Bir duvarı camla kaplı olan ahşap bir evdi. Evin tavanı çok yüksekti ve üst katın yarısı açıktı. Bu da üst katın bu kadar geniş olmadığını gösteriyordu.

Şömine de vardı ama uzun zamandır kullanılmadığı belliydi. Eski ama huzur verici bir evdi. Birkaç adım ilerlemiştim ki duvarlara asılı fotoğrafları gördüm.

Fotoğrafta genç ve çok güzel bir kadın vardı. Ela gözlü, kumral bir kadındı. İri, badem şeklindeki çekik gözleri fotoğrafta bile parıldıyordu. Hemen yanında da Baybora'ya fazlasıyla benzeyen bir adam vardı. Şebnem ve Tuğrul Alanguva. Ateş'in annesi ve babası. Tuğrul Alanguva yanındaki karısına aşk dolu gözlerle bakıyordu. Şebnem Alanguva da mutlulukla gülümsüyordu.

Başka bir fotoğrafa baktım. Bu sefer kadının yanında üç çocuk vardı. Aralarından en büyük olan Baybora, elinde bir topla kameraya gülümsüyordu, kolunu da küçük Ateş'in omzuna atmıştı. Ferda'ysa henüz annesinin kucağındaydı. Çok güzel gözüküyorlardı, gözlerimi bu görüntüden alamazken Ateş'in sesini duydum.

"Çok güzel, değil mi?"

"Çok güzel." dedim onu onaylayarak. Kafamı ona çevirdim, üstünü değiştirmişti ve dünkü kötü halinden kurtulmuştu. Ateş'in bakışları bir duvardaki fotoğrafta bir de bende geziniyordu.  "İkisine de benzemiyorsun pek." Kafasını sallayarak beni onayladı.

"Dedeme benziyormuşum." Tekrar fotoğrafa baktım ve annesini inceledim. O da bana yakınlaştı, ellerini belime sardı, çenesini başımın üstüne yasladı. Özlemini hissediyordum.

"Annene benziyorum sanki. Erkekler annelerine benzeyen kadınlara aşık olurmuş." dedim bilmiş bir şekilde.

"Ona hiç benzemiyorsun." dedi keskin şekilde. "Görünüşünüz benziyor biraz sadece, gözleriniz mesela." Durakladı. "Saçlarınız da." Bir kez daha durdu. Sanırım benzediğimizin farkına varmıştı.

"Hani benzemiyorduk?"

"Kişilikleriniz çok farklı, annem çok güçlüydü ama asla birine zarar vermezdi. Hatta bence çok iyi olmak onun zaafıydı. Babam da annem gibi bir meleğe verilmiş bir cezaydı. Hem çok severdi hem çok canını yakardı." İlk defa ailesini bu denli anlatıyordu.

"Doğru, o melekse ben şeytanımdır."

Cıkladı. "Sen de kara meleksin." Ona döndüm. O hala fotoğraftaki annesine özlemle bakıyordu.

"Nasıldı?"

"Çok masumdu, Cebonayan'dan nefret ederdi."

"Annen Cebonayan ailelerinden değil miydi?"

"Öyleydi ama hiç sevmezdi. Kötü bir kuruluş olarak görürdü. Babamın gücü onu rahatsız ederdi. Ancak birbirlerini çok seviyorlardı. Babam ne kadar kötü bir adam olsa da, konu annemse hep küçük bir çocuk kadar sevilmeye muhtaç olurdu. Gün içinde insanların hayatlarını karartıp, cinayetler işledikten sonra annemin masumiyetiyle yıkanırdı." Konuşmasının sonlarına gelirken bakışlarını bana eğmişti.

Bir elim güzel yüzüne çıktı, kirli sakallarını hafif hafif okşadım. "Peki sonra?"

"Annemin masumiyeti onları aklamaya yetmedi. Alanguva erkeklerinin çok sevdikleri kadınların ölümüne sebep olmaları gibi kötü bir laneti var. Ama sen gitme, olur mu?" Sözleri benim bile nefesimi kesiyordu.

Aşka inan bir insan değildim, hiç de olmamıştım. Beyninle beğendiğin bir şeye fazla anlam katarak durumu dramatize etmenin aşk olduğunu düşünürdüm. Ancak Ateş Alanguva, zihnimdeki tabuları yıkıyordu. Artık eskisi gibi düşünemiyordum, artık bu konuda düşünmek bile istemiyordum.

"Ben V'yim, kim bana bir şey yapabilir ki?" Ukalalığım dudaklarında bir tebessüm oluşturdu.

"Evet, gücün beni rahatlatıyor. Yıkılmaz oluşun, üstün zekan, pratik düşüncelerin, tartışılmaz kas gücün ve böyle ateş parçaları saçan gözlerin."

"Öyleyimdir." dediğimde, yüzümü avuçları arasına aldı.

"Çok da mütevazı." Olumluca salladım kafamı gülümseyerek. Eğilip yanağıma sert bir öpücük bıraktı, ardından da başımı kendisine çekerek yine göğsüne gömdü. Bir eli saçımı okşuyordu ve gözlerinin annesinin fotoğrafında olduğunu biliyordum.

Uzun uzun sarılmaları da hep saçma bulurdum. Sadece Bahar'a kriz geçirdiğinde sarılırdım ya da ablama görüş günlerinde. Ancak anlamsız gelen bu basit şeyler, onunla anlam kazanmaya başlıyordu. Göğsünden gelen kokusu, saçlarımı okşayan elleri ve aldığı nefesleri...

"Kahvaltı hazırladım." dedi benden ayrılırken.

"İşte aradığım sevgili böyle olmalıydı."

"Sevgili mi arıyordun?" dedi tek kaşı havalanırken.

"Seni arıyormuşum." Çapkınca sırıttım.

"Aşkın." dedi ı harfini uzatarak. Çenesine küçük bir ısırık bıraktığımda güldü.

"Hadi o zaman doyur beni." dedim hevesle.

Tek kaşı havalandı. "O zaman yatak odasına geçelim." dediğinde gülerek kafamı arkaya attım.

"Sen bana benzemeye başladın." Elimi hevesle çırptım. "Çok azgın bir çift olma yolundayız."

"Değil miydik zaten?"

"Yok, sen bana yetişemiyordun." Sen iflah olmazsın der gibi kafasını salladı, ardından elimden tutarak beni mutfağa götürdü. Güzel bir kahvaltı masası hazırlamıştı.

"Ateş bu masa ahşap." Ben otururken Ateş nefesini verdi, bana yandan bir bakış atarak kahvemi doldurdum.

"Masanın sevişme hissi uyandırması hiç normal değil Aşkın."

"Biz de pek normal sayılmayız zaten." dedim, o da kahvesini doldurdu ve karşıma oturdu. Koyu mavi tişörtü kaslarına yapışmışken, bana masadaki kahvaltılıklardan daha iştah açıcı geldiği de gerçekti. 

"Görüyorsun ya topluluk da yönetsen, dünyayı dize getirecek bir teknolojik güce de sahip olsan yine de sevgiline kahvaltı hazırlıyorsun." Sözlerime tepki vermedi, ağzı doluydu.

Yutkunduğunda,  "Bir şeyler ye." dedi direkt kahve içmeme laf ederek.

"Yerim ki, bu kaslar gelişsin diye neler yedim neler. Ve kaptanın eli pek de lezzetli değil. Haşlanmış yumurtayı hiç sevmezdim, başımda dururdu günde beş taneden fazla yedirtirdi. Bir ara tavuk ve balık da kara listeme eklenmişti. Bu kaslar kolay yapılmadı."

"Bunu da anlamıyorum, o kadar alkol alıyorsun hala fiziğini koruyorsun."

"Sen de alkol alıyorsun, spor ve düzenli beslenmeyi bırakmıyorum ki bana kalırsa en önemli şey spor."

"Direk dansı da yapıyor musun?" dedi göz kırparak.

"Bak ben doğru düzgün konuşuyorum sen çekiyorsun konuyu oralara. Bence kahvaltıdan sonra hemen sevişelim, bayadır sevişemiyoruz. Şöyle yatır beni masaya." Sözlerimle bir süre masaya uzun uzun baktı, bunu gerçekten düşünmüştü. Arından da kahvaltısına devam etti. Ben de gülüyordum sinsice.

Ekmeğime kaymak sürdüm, üstüne de bal ekledim. Masadaki tek ses çatal bıçakların çıkardığı sesti ama bu rahatsız edici bir sessizlik değildi. Normal bir çift gibi kahvaltı yapıyorduk ama biz normallikten çok uzaktık.

"Kahvaltıdan sonra film izleyelim mi?" dedi Ateş kahvesini yudumlarken.

"İşlerin yok mu?" Omuz silkti sorumla.

"Senin var mı?"

"Var tabi, çok yoğun bir katilim ben."

"Yarın devam edersin? Bugün tatil yapalım." Sözleri beni şaşırtırken kahvaltımın da sonlarına gelmiştim.

"Ateş bence dinlenmek yerine neler yapacağımızı düşünelim." dediklerim hoşuna gitmezken nefesini verdi seslice.

"Hayır, gerek yok. Zamanı gelince hallederim." Umursamaz davranmaya çalışması beni şaşırtıyordu.

"Bence eve gidip güzel bir plan yapalım."

"Gitmeyelim." dedi kesin şekilde. Utanıyordu, abisinin karşısına çıkacak cesareti yoktu ve o da her şeyi erteliyordu.

"Şahin seni tehdit etmeye devam edecek, bunu halletmemiz lazım. Bence bu gece Şahin'i öldüreyim ve bitsin bu iş."

"Sence ben Şahin'i bu zamana kadar neden öldürmedim?"

"Arkasında daha pis bir güç olduğu için."

"Öyle, Şahin aradan çekilirse ortalık daha da karışacak. Şahin hala onların ortaya çıkarttığı aday ve bu bir nebze onları durduruyor."

"Onlar kim Ateş? Onlar kim ki korkuyorsun ve abinin katilini öldürmüyorsun?"

"Korkmuyorum!" dedi sertleşen sesiyle. Zaten gözleri alev alev yanarken korktuğunu düşünmezdim. "Sadece zamanı değil, planladığım bazı şeyler var. Bir gücü hedefledim, ona kadar devam etmem gerek, Şahin'in arada kalması gerek."

"Cebonayan'ın üst üyeleri mi bunlar?"

"Sadece onlar değil, onlar sadece üst üye de değil." Bana hala fazla bilgi vermek istemiyordu. "Onlar benim ailemi elimden alanlar, onlar hem beni bu pisliğe çeken hem de yok etmek isteyenler. Ve tek dertleri ben değilim, çevremdeki herkes. Amaçları yönetebilecekleri bir lider seçmekti, Alanguva hakimiyetine son vermekti ama ben boyun eğmedim. Onların her sözüne ters gittim. Şimdi de korkuyorlar. Şahin ölseydi bu benden bilinirdi, liderliğim düşerdi belki de ve ben bunu göze alamazdım. Elimdeki en büyük koz bu. Defalarca öldürmeye niyetlendim, abim her seferinde durdurdu beni. Onun abime zarar verdiği ortaya çıktıktan sonra onu öldürseydim, benden çok hesap sorulmazdı ancak şimdi kendim bu ihtimali yok ettim." Sonlara doğru sesi kısılmıştı, kendini suçluyordu.

"Peki ne olacak? Şahin'in tehditlerine boyun mu eğeceksin? Olmaz Ateş, öldürüp V harfi kazırsam senden şüphelenilmez."

"Aşkın, herkes V'ye sahip olduğumu düşünüyor ve kaldı ki V kiralık katil."

"Ne yapacağını söyle bana."

"Bilmiyorum Aşkın."

Bana zarar gelmesin diye, Şahin'in dayatmalarını kabul edecekti. Ateş Alanguva beni seviyordu ve bu sevgi için en büyük düşmanına fırsat veriyordu. Buna müsaade etmezdim, Şahin ölecekti.

"Ateş, bir yolunu buluruz. Böyle kara kara düşünüp, kendini suçlama. Hadi kalkalım." Kalktım ve masadakileri toplamaya başladım ama Ateş hareket bile etmiyordu. Ben mutfağı toplayana kadar ona müsaade ettim.

Ancak yine de kalkmadı, öylece durmaya devam etti. Islak ellerimi kuruladım ve kucağına oturdum.

"Ne izleyelim? Bence birlikte Godfather izleyelim."

"Ateş, konuşmamız gerek. Ben yine bir şeyler karıştırdım, dün üzgünsün diye dedim daha da germeyeyim seni ama bu kadar erteleyebiliyorum." Kaşları çatıldı anında.

"Ne oldu?"

"Ben bir şey öğrendim, üstün yeteneklerimle tabi." Gülümsediğimde amacım biraz da olsa onu yumuşatmaktı.

"Ne öğrendin Aşkın?"

"Şimdi bu Murat var ya, asla senin kadar kaslı ve yakışıklı olamayacak olan polis bozuntusu." Sözlerimle kaşları biraz daha çatıldı. "Bu aslında Murat değilmiş, gerçek adı Şahan Arcan."

"İmkanı yok, onun hakkında bir ton araştırma yaptım. Olsaydı bilirdim."

"Bilemedin çünkü istihbarat onu küçük yaşta sahiplenip, eğitmiş. Babası Kerem Arcan, babanın önemli adamlarındanmış ve babana düzenlenen bir saldırıda yaralanmış, bir de felç kalmış."

"Kerem Arcan'ı tanıyorum, bir kızı vardı sadece." Dedi hala allak bullak olmuş ifadesiyle.

"Baban onu ameliyat ettirmiş, üstünde deney yaptırmış ve Kerem Arcan ölmüş. İşte Şahin, namı diğer Murat da babasının intikamını almaya çalışıyor."

"Babam sadece onu iyileştirmeye çalışıyordu." dedi öfkeyle. "Neyin intikamını almaya çalışıyor? Babası, babamın korumalığını yaparak zaten ölümü kabullenmiş. Neyin davası bu?"

"Eğer saldırıda ölmüş olsaydı belki Murat intikam almaya çalışmazdı ama babanın deneyinde ölmüş. Ayrıca küçük yaşta istihbarata girmiş, beyni nasıl yıkanmıştır."

"Aşkın, sen bu bilgilere nasıl ulaşabildin?" dedi ters şekilde.

"Asıl olaya gelmedik." dedim sorunu duymamış gibi. "Murat benden şüpheleniyordu, kimliğimi bulacağına emindim ve o benim kimliğimi anlamadan ben onun anlamasına yardımcı oldum."

"Ne?" Yüzüme öyle bir ifadeyle bakıyordu ki başka biri olsa korkudan koşarak uzaklaşmış olurdu mutfaktan da evden de ama ben onun rahat kucağında oturmaya devam ettim.

"İplerin benim elimde olması gerekiyordu, Murat'la masaya oturduk ve pazarlık yaptık. Ona seni umursamadığımı hissettirdim. Ben ona senin hakkında bilgi taşıyacağım, sözde kuyunu kazacağız. O da beni istihbarattan koruyacak. Hem onun hamlelerini bileceğiz, hem de-"

"Aşkın! Sen ne saçmaladığının farkında mısın?" Sesi yükselmişti.

Ben kucağından kalktığımda o da yerinden kalkmıştı. Karşımda durdu, sarı gözleri öfke saçıyordu yine. "Sen bana sormadan nasıl böyle bir şeye kalkışırsın? Aşkın, kafayı mı yedin? O tahmin edemez mi ikili oynayacağını?"

"İkili oynamıyorum! Tarafım belli."

"Öyle mi gerçekten?"

"Öyle olmasaydı gelip sana anlatır mıydım puşt herif? O ses tonunu da seni de-" 

"Ben senin kimliğin ortaya çıkmasın diye, abime ihanet ettim Aşkın! Sen de kendi kendini mi ifşaladın? Sen ikili oynuyorsun, bu adam da ikili oynamaz mı? İstihbaratla yapmıyor mu yani bu planları?" Ses tonu hala yüksekti.

"Öyle bir şey yapsa anlarım ki derdi ben değilim, V'yi destekleyenler arasında."

Söylediklerime inanamıyormuş gibi bakıyordu. "Yine kibirleniyorsun, her şeyi anlarsın! Hep sen kazanırsın! Öyle mi Aşkın?"

"Sana bunu anlatmamayı da seçebilirdim Ateş." Kafasını iki yana salladı gözlerini yumarken.

"Onu da yapsaydın, kullansaydın sana olan zaafımı." İşte güvensizliğin açtığı en büyük sorunlar bunlardı.

"Bokunu çıkartma Ateş." dedim ben de yüksek sesimle. "Hala geç değil, yapma daha fazla Şahin'in istediklerini, kimliğimi ortaya çıkarsın sen de aklarsın abini de kendini de."

Alt dudağını ağzının içine yuvarladı, kasları gerilmişti. "Anlamıyorsun işte, anlayamazsın da zaten."

"Neyi? Neden anlamayacakmışım?"

Ne düşündüğünü tahmin ediyordum ama ikimiz de dile dökemiyorduk. Büyük ihtimalle bir kalpsiz olduğum için onun sevgisini anlayamayacağımı düşünüyordu. Sonuçta canavarlar kalpleri severlerdi, sadece yemek için.

"Git Aşkın, dinlenmek istiyorum."

"Paşa keyfin bilir." Tamam beni buraya kendisi çağırmamıştı, verdiği tepkide de haklı olabilirdi ama sinirlerim feci şekilde gerilmişti.

Mutfaktan çıktığımda peşimden geliyordu, koltuğun üstünde duran telefonumu aldım. Tam kapıyı açıp çıkacaktım ki tekrar konuştu.

"Aşkın, ya kimliğini ortaya çıkartırsa?" Hala beni düşünüyordu. Demek sevgi böyle bir şeydi. O kadar öfkeliyken bile onu düşünmek...

"Kimliğimin ortaya çıkması beni bitirmez."

"Peşinde kimlerin olduğundan haberin bile yok, burnun o kadar havadaki herkesi küçümsüyorsun. Polisten kurtuldun diyelim bir şekilde, peşinde öyle güçlü isimler var ki senden nefret eden, yaşattığın işkencelerin kaç katını yaşatırlar sana. Anlamadığın kısım bu, herkesi ve her şeyi yenemezsin."

"Bu zamana kadar yendim, gerisini de hallederim. Kaybedersem de V olarak kaybederim." Sözlerimin hemen ardından Ateş'in telefonu çaldı. 

Ateş aramayı cevapladı. Bir süre karşısındakini dinledi. "Evet Pusat, eminim. Dediğimi yap." Pusat'ın diğer taraftan sesi yüksek şekilde telefonu kapattı.

"Yine ne yapıyorsun?"

"Şahin, kardeşi Şafak'ı istedi. Ben de istediğini yapıyorum."

"Ateş! O kızın yaşadıklarını görmedin mi? Nasıl geri o pisliğin eline veriyorsun?"

"Başka seçeneğim yok, isteklerinden biri de buydu. Hem o abisi, yaşanılanlardan sonra ona daha iyi bakar." Dedi umursamazmış gibi ama benden çok umursadığını biliyordum.

"Ateş! Buna izin vermem. Sırf benim kimliğim ortaya çıkmasın diye o kızı bırakamazsın. Tamam bırak ama bana ver, abisine değil."

"Şahin kardeşine en iyi şekilde bakacağına söz verdi, evet sözüne inanmam ama kardeş acısını bilirim. Şafak'a iyi bakacak."

"Hemen Pusat'ı arıyor ve durduruyorsun."

"Çok geç."

"Ateş!"

"Senden izin istemiyorum, sormuyorum da."

"Ateş, şunu yapmayı kes. Benim için herkesi gözden çıkaramazsın."

"Çıkardım." Omuz silkti.

"Değmem! Bak kendin dedin. Sen benim için çabalarken ben senden nefret eden bir adama kimliğimi açtım. Değmem Ateş." Değmezdim ama o, her şeye değermişim gibi bakıyordu.

"Hadi git Aşkın, ne yapacağıma ben karar veririm."

"Kes şu aptal aşık hallerini! Kendine gel, güçsüzlük sergileyemezsin. Ona Şafak'ı veremezsin."

"Ben en büyük güçsüzlüğümü dün gece sergiledim, gerisinin pek bir önemi yok."

"Bunu çevirmek için de bir şey yapmıyorsun."

"Senin hayatınla kumar oynamam, senin aksine."

"Sürekli benim için yaptığını söyleyerek neyi amaçlıyorsun?"

"Göstermeye çalışıyorum Aşkın, hadi git artık."

"Bu burada bitmedi, Şahin'i öldüreceğim." Son sözlerim bunlar oldu ve kapıyı çarparak çıktım hızla evinden. Arabaya geçtiğimde öfkeliydim.

Nasıl böylesin gözü kör olurdu?

Aşk bu muydu? Aptallık mıydı?

Peki benim hissettiklerim neydi? Onun canı acıyor diye neden benim canım yanıyordu? Gözlerimi sıkıca yumdum. Kabullenemezdim, kabullenirsem V'nin tüm ilkelerine ihanet ederdim. Peki Aşkın? Kabullenmezsem ona ne olurdu?

Domino taşları tek tek düşüyordu, asıl olay oynamak değildi asıl olay oyunu her türlü kazanmaktı. Zaten V'nin ikinci bir seçeneği de yoktu.

🔥

Kulübede saatler geçirmiş, Şahin hakkında köklü araştırmalar yapmıştım. Alanguva arazisini aratmayacak bir malikanede, hat safhada bir güvenlik çemberiyle yaşıyordu. Sistemine sızmak zor olmuştu ama bu gece evinde olacağını biliyordum.

Önemli birkaç devlet büyüğüyle görüşme yapacak, arından da evine geçecekti. Bu gece onu ziyaret edecektim, kaptanın olanlardan haberi yoktu. Hatta ondan da haber yoktu, yine kaybolmuştu denizin ortalarında.

Kulübeden çıkarak eve geçtim ama tüm ışıklar kapalıydı. Ablamı aradım ve kısa sürede yanıtladı.

"Abla, evdeyim de kimse yok gibi. Nerelerdesiniz?"

"Baybora'nın biraz canı sıkkındı da onunlayım, yemek yiyoruz." Nefesimi verirken gözlerimi yumdum. Demek yemek de yiyebiliyordu. "Naz'la Deniz de dışarı çıktılar, Deniz onu neşelendirmeye çalışıyor biraz. Bahar'sa aynı, odasından çıkmıyor."

"Baybora'yla nerdesin?"

"Boğazda güzel bir yerdeyiz." Sesi fazla keyifli geliyordu. "Gel sen de istersen?"

"Yok, afiyet olsun."

"Kendine iyi bak." Dediğinde telefonu kapattım.

Bahar'ın odasına gidecektim ki Tarık'ın odasının kapısı açıldı ve Ferda çıktı. Üstü başı dağılmış, saçları birbirine girmişti. Göğsü hızla inip kalkıyordu, dudakları da şişmişti.

"Ferda?" dedim hayretle.

"Sana ulaşmaya çalıştım, abimi buldun mu diye de bakmadın." dedi konuyu değiştirmeye çalışarak.

"Siz Tarık-"

"Şey ben şey yapacağım sonra şey yaparız." diyerek yanımdan koşarcasına uzaklaştı.

Tarık'ın kapısını açtım. Tarık yatakta yatıyor ve hülyalı gözlerle tavanı seyrediyordu. Üstü de çıplaktı. İçeri girdiğimi fark ettiği an çığlık atarak çarşafı göğüslerine kadar çekti.

"Ayıp be öyle odaya mı dalınır?"

"Tarık!"

"Kızma be, kötü bir şey yapmadım ki. Sen iyi hissettir demedin mi bana? Ben biraz dozu kaçırdım galiba."

"Sikeyim senin dozunu. Ateş'e de anlatırsın artık."

"Aman Ateş ne alaka?"

"Siz gıcık değil miydiniz birbirinize? Ne bu şimdi?" Aslında onlar ilk yan yana geldiklerinden beri aralarındaki çekimi hissetmiştim ama bu kadar hızlı olması benim için de beklenmedikti.

"Şimdi şöyle oldu ben ona yemek hazırladım, üzgündü biraz. Sonra iyi hissetsin diye şaka falan yaptım, çok güldü sonra birden ağlamaya başladı. Sonra da dudaklarıma yapıştı, sonra bir baktım yataktayız. Ben de anlamadım vallahi."

"Tarık!"

"Bağırma bana be, ne yapsaydım? Onu geri çevirip kötü mü hissettirseydim? Hayır yani kızın psikolojisi de bozuk. Ben de çok iyi niyetli bir insanım."

"Şıpsevdi puşt." dedim söylenerek ve kapısını çarparak odasından çıktım.

Bu olanların üstünde bir de Ateş, kardeşinin Tarık'la olduğunu öğrence iyice çıldırırdı. Bir bu eksikti zaten dertsiz başımda.   

Bahar'ın odasına girdim. Işığı açıktı, elinde feneriyle uyuyakalmıştı. O kadar üzgündü ki ne yemek yiyebiliyordu ne de uyanabiliyordu. Sürekli uyumaya çalışıyordu. Eğilip saçları arasına bir öpücük bıraktım.

Çok vakit kaybetmeden odadan ayıldım, Ferda'yla konuşacaktım ama ortalıklarda yoktu. Saate baktım, geç kalmam gerekiyordu. Hazırlıklara başlasam iyi olacaktı.

Kulübeye döndüm, alt kata inerek son hazırlıkları yaptım. Üstümü değiştirdim, deri taytımı ve siyah boğazlı badimi giyindim. Ayaklarımdan büyük olan botları giyinerek iplerini sıkıca bağladım, içine taban taktığım için rahat ediyordum.

Silahlarımı ve bıçaklarımı kemerime geçirdim. Saçlarımı sıkı bir topuz yaptım, beklediğim saat geldiğinde siyah plakasız motoruma atladım. Hafif hafif yağmur çiseliyordu.

Şahin'in sistemini etkisiz hale getirmiştim, kameralar bir saat öncenin görüntülerini sarıyordu. Şahin birazdan evine dönecekti. Motor, ıslak zeminde kayarken hızımı düşürdüm. Ateş aramıştı ancak yanıtlamamıştım, bu gece bir şeyler yapacağımı o da biliyordu.

Şahin Karaman'ın malikanesine yaklaştığımda motorumdan indim. Evinin etrafında sıkı bir koruma çemberi vardı. Bir hayalet kadar görünmez şekilde evin etrafını turladım. Çok büyük bir bahçesi vardı, arka taraftaki iki korumayı halletmek zor olmazdı ama içerdekiler zor olurdu. Ayrıca Şahin'in karşı koz kullanmaması için beni fark etmemesi gerekiyordu.

Bir süre evin etrafını inceledim, zihnimde taslak bir kroki oluşurken ihtimalleri tartıyordum. Uzun duvarlar ve elektrikli çitlerle her taraf bir kale gibi korunmaya alınmıştı. Bu da göt korkusuydu işte. Yanımdaki sinyal kesiciyi kısa bir süreliğine çalıştırdım, bahçe kapısına vurdum.

Görevli koruma kapıyı açma emri almak için telsizden onay alacaktı. Bunun için de daha önce hazırladığım onay sesini açtım. Küçük tableti, siyah bel çantamın için koydum. Ateş gibi her yerde tablet gezdirmeye başlamıştım.

Onayı alan koruma kapıyı açtı, hızlı bir hareketle boynuna bıçağı geçirdim. Şah damarı kesilirken oluk oluk kan aktı yere, karanlık olduğu için çok fazla dikkat çekmeyecekti bu kan. İkinci beni fark etmediği sürece dokunmayacaktım. Adamın cesedini arazinin dışına çıkardım, ağaçların arasına bıraktım ve aralık duran kapıdan içeri girdim.

İç taraf daha aydınlıktı ama sessizdi. Küçük bir kulübe vardı, iki çalışan da biraz ilerimdeydi. Önlüklerinden mutfakta çalıştıkları belliydi.

"Şafak'a çok üzülüyorum, Allah bilir neler çekti." diyordu orta yaşlı kadın.

"Şahin Bey onu görmeye dayanamıyordu, şimdi nasıl yanına aldı acaba?" dedi daha olgun duran adam da. Onlara kendimi belli etmeden, karanlıktan yürümeye devam ettim. Ara ara devriye gezen korumaları görüyordum ve aynı görünmez adımlarla devam ediyordum.

En sonunda büyük eve kadar ulaşmıştım, bu sırada dış tarafta hareketlilik oluşmuştu. Şahin eve geliyordu. Koridorda cam bir kapı vardı. Sanırım zenginlerde bu bir gelenekti. Sürgülü kapıyı çekerek içeri girdim.

Bu sırada salondan sesler geliyordu. Şahin eve giriş yapmıştı. "Yedi mi bir şeyler?" diye sordu karşısındaki kişiye, sadece seslerini dinliyordum. Salonun kapısındalardı.

"Hayır, hiçbir şey yemedi." dedi karşısındaki kadın.

"Nasıl yemedi? Senin görevin bu değil mi?" Kadına bağırıyordu.

"Evet efendim ama-"

"Çekil ortalıktan! Kimse gelmesin. Ve bu bir daha aynısı yaşanırsa kendine yeni bir iş değil de kefen seçersin." Şerefsiz.

Kadın korkuyla yanından uzaklaşırken Şahin salona geçti. Görmüyor, sadece dinliyordum. Evin genel olarak şatafatlı bir havası vardı. Her taraf beyaz ve altın işlemelerle döşenmişti. Parayı kullanamayanlara bugün de Şahin eklemişti. Rüküş piç.

Evin içinde koca koca tablolar vardı ünlü ressamlara ait. Salondan klasik müzik sesi yayılıyordu eve. Tablolar eşsiz bir görüntü sunabilirdi, altın varaklı çerçevelerin içlerinde olmasalardı. Salona sessiz adımlarla ilerledim.

Şahin'in sesi geliyordu. "Sonunda evindesin." diyordu ve karşısındaki kişinin Şafak olduğuna emindim. "Bak piyonan yerinde duruyor, onu tekrar çalacaksın." Sessizlik devam etti. "Affet beni, yaşadıklarını bilmiyordum. O kadar şeyin üstüne bir de Alanguva piçi seni elimden aldı. O kim ki benim kardeşimi koruyacağını sanıyor? Sana zarar verdi mi?" Sevgilime piç diyen dilini koparmama çok da kalmamıştı.

"Yiğit'i özledin mi? O seni çok özledi. Halam da halam diye sayıklıyor." Durdum. Şahin'in bir oğlu vardı ve herkesten sır gibi saklıyordu. Bunu yeni öğreniyordum ama sabah yaptığım araştırmalarda, bir şeylerden şüphelenmeye başlamıştım. Bir adaya yüklü miktarda yatırım yapıyor, yüksek güvenlik önlemi kullanıyordu.

"Sana piyono çalmamı ister misin?" Şafak'ın sessizliğini kabul olarak algılamış olacak ki ses sistemini kapattı ve piyonanın başına oturdu. Ben de bu sırada duvarın arkasına sindiğim yerden hafifçe ayrıldım.

"En sevdiğin parçayı çalacağım." Dedi ve piyonoyu çalmaya başladı. Salonu ve tüm evi çaldığı piyonanın etkileyici sesi doldurmaya başlarken ben kapıya biraz daha yakınlaştım.

Yüksek bir giriş yaptı, büyük bir tutkuyla devam ettirdi. Parmakları piyanonun üstünde dans ediyordu ve başarılıydı da. Gözleri piyanodan ayrılmıyor ancak arada kardeşine hüzünlü gözlerle bakıyordu.

Evin tüm geri kalanı kadar şatafatlı gözüken salonun bir köşesinde Şafak oturuyordu, tekerlekli  sandalyesinde. Şahin tuhaf bir adamdı, takıntılı bir psikopat olduğu ortadaydı. Kendisinde asla suç bulmuyor, tüm suçu etrafındaki insanlarda arıyordu. Tıpkı kardeşinin yaşadığı şeylerden kendisini suçlu tutmayıp, Ateş'e biraz daha kinlenmesi gibi. Babasının da manyak olduğu ortadaydı, genetikte vardı bir şeyler.

Sanata saygım olduğu için de önce için çalmayı bitirmesini bekledim. Salona yavaşça giriş yaptım. Şahin parçanın sonlarına yaklaşırken biraz daha hızlanmıştı ve en sona geldiğinde salonda etki bırakacak bir şevkle çalmayı durdurdu.

Kafasını kaldırdığında gördüğü ilk şey ben oldum. İki elimde iki silah, ona bakıyordum. Şafak'ın da bakışları üstümdeydi, ona her şey yolunda dermiş gibi göz kırptım. Şahin yerinden sakinlikle kalktı, evine böylesine rahat girmem onu afallamıştı ama bunu gizlemeye çalışıyordu. Şafak onu gördüğüm ilk halinden daha iyi gözüküyordu. Cansız yüzü renklenmiş, temiz kıyafetleri ve özenle şekillendirilmiş saçlarıyla oturuyordu.

"Aşkın, ne büyük zevk seni burada görmek. Ablanı da getirseydin keşke." Durakladı. "Doğru ya ablan senin V olduğunu bilmiyor, hatta senin için hapis de yatmıştı değil mi? Zavallı Aylin, senin kim olduğunu öğrendiğinde çok yıkılacak ama sorun değil, ben onu avutacağım."

Güldüm alayla. "Ne güzel hayal gücün var."

"Ne oldu? Ateş halledemeyince seni mi gönderdi?"

"Ben Ateş'e benzemem, seni öldürmeye geldim buraya."

"Bağırdığım an adamlarım buraya dolar, sağ çıkamazsın."

"Sağ çıkma gibi bir derdim yok, ayrıca sen benim kim olduğumu kavrayamadın henüz sanırım ama sorun değil birazdan çok güzel tanıyacaksın."

"Nabzım atmayı kestiği an, tüm dünya senin kim olduğunu öğrenecek." dedi emin şekilde. Beyaz gömleği, siyah kumaş pantolonuyla piyanonun yanında bir salon beyefendisi gibi duruyordu. Yavaş adımlarla,  acelesiz bir tavırla ilerliyordu. Kendinden çok emindi.

"Sen beni tehdit edemezsin, sen benim üzerimden sevgilimi de tehdit edemezsin."

"Çok gerginsin, ne içmek istersin?" dedi içki dolabına ilerlerken.

"Sen de çok rahatsın, birazdan azraille tanışacak biri olarak." Ben de ona doğru yakınlaştım.

"Büyük V! Herkesin peşinde koştuğu, tüm dünyanın aradığı ünlü seri katil. Ateş'in neden seni yanından ayırmadığı belli oldu. Gerçi bunu yaparken sana aşık olmuş geri zekalı." Son cümlesini gülerek, keyifle söylemişti. "Senin için abisine ihanet edecek kadar hem de." Kendisine bir kadeh viski doldurdu ve bana döndü.

"Son sözlerin bunlar mı olacak cidden?"

"Kimin aklına gelirdi ki, V'nin bir kadın olacağı? Gerçekten çok zekice. Ateş sana istediklerini verebiliyor mu? Bence veremiyor. Aşık olduğu için de asla veremeyecek, güçlenmeni değil sakinleşmeni isteyecek. Cebonayan'a seni asla sokmayacak. Yanlış ata oynuyorsun, o lider olabilir ama sana hak ettiğin değeri veremeyecek. Bir teklif sunuyorum sana, benim tarafıma geç. Ben lider olduğumda, hayal bile edemeyeceğin bir güce kavuşursun."Olursam değil de olduğumda demişti, çok beklerdi.

"Hayranlarım bir bitmiyor amına koyayım." dedim söylenerek.  "Nasıl ölmek istersin?"

"Aşkın, mecazen mi söylediğimi sanıyorsun? Damarım atmayı kestiğinde, senin kimliğin dünyaya açıklanacak."

"Bundan korktuğumu kim söyledi?"

"Hayatının sonu olur bu. Eğer teklifimi kabul etmezsen de artık Ateş'le birlikte bana boyun eğmeye devam edersiniz."

"Eğer bugün ölmezsen, Cebonayan'a çıkıp her şeyi itiraf edeceksin." dedim emin şekilde. "Ayrıca Şafak'ı da bana vereceksin."

Tam alayla cevap verecekti ki devam ettim. "Yoksa Pasifik Adalarına bir ziyaret gerçekleştirmem gerekir." Tüm ifadesi bozulurken, gözleri korkuyla dolmuştu. Bunu perdelemeye çalıştı ama pek başarılı değildi. "Oğlun da sana mı benziyor? Bir psikopatı küçükken halletmek gerekir."

"Ona asla ulaşamazsın."

"Kimse onun varlığına da ulaşamazdı ama bak neler biliyorum neler. Yani diyeceğim şu ki, sen beni ve Ateş'i kimliğimle tehdit edersen, oğlunu kaybedersin." Öldüreceğimi söylemiyordum sadece kaybedeceğini söylüyordum.

"Hayatını karartırım, tanıdığın kimseyi sağ bırakmam."

"Seçim senin." Omuz silktim. "İlla sizinle uğraşacağım dersen, ölmekten beter ederim seni."

"Sen çocukları ve kadınları öldürmezsin." dedi son çıkışlarını arar gibi. Zaten öldüreceğimden hiç bahsetmemiştim, intikam hırsıyla dolu salak bir babadan daha iyi bile bakardım oğluna.

"Sözde öldürmem, ben halk kahramanıyım sözde ayrıca! Ancak ben kahraman değilim, şeytanım. Şeytanla oynamak mı istiyorsun? Seve seve." Buraya gelmemdeki amaç onu öldürmekti, ancak daha güzel şeyler çıkarmıştım ortaya. Hem Ateş'in istediği olacaktı hem de onu bu saçma tehditten kurtaracaktım.

"Onun varlığını bir kişiye bile söylersen,"

"Eğer V olduğumu bir kişiye bile söylersen,"

"Şafak'ı sana vermeyeceğim, kardeşime bakarım ben." Bu diğerini kabul ettiği anlamına geliyordu. Ancak onun gibi bir adam böyle kolay kabullenmezdi. Büyük ihtimalle oğlunu başka bir yere gönderecek ve tehditlerine devam edecekti. Şafak'ı alırsam da, çocuklara ve kadınlara olan zaafımı anlayacak ve geri adım atmayacaktı.

"Nereye kaçırırsan kaçır, onu bulurum Şahin. Şimdi ne yapacaksın, biliyor musun? Acil bir toplantı isteyeceksin, Baybora'yı öldürdüğünü itiraf edeceksin."

"Bu konuda son hüküm verildi, değişmez."

"Umurumda değil ve eğer olur da bir kere daha bu konuyu açarsan dünya üzerinde bir tane bile Karaman bırakmam. Hadi yine şanslısın." Şafak'a doğru yürüdüm. "Benimle gelmek istiyor musun?" Kafasını yana doğru sallamaya çalıştı, eğer bir an isteseydi, tüm riskleri alarak onu götürecektim ama benden korkuyor olabilirdi. Gözleri korkuyla bakıyordu.

"Aşkın, bunun için pişman olacaksın."

"Ama bak hala devam ediyorsun." dedim bıkkınlıkla. "Ben son sözümü söyledim, gerisi sana kalmış. He dersen ki ailemi boş ver, direkt beni öldür, onu da tamam."

Onu afallamış şekilde bırakarak, kapıdan rahatça çıktım. Bu sefer cam kapıyı değil, normal kapıyı kullandım. Nabzı kesilirse, kimliğimin ortaya çıkacağını iddia ettiğine göre hakkımda sağlam kanıtları olabilirdi. Onun gibi bir adamın durmayacağına emindim, şimdilik ipleri elimde tutmam yeterliydi.

Arka kapıdan çıkarak, motoruma bindim. Yağmur daha da şiddetlenmişti, gök yarılırcasına gürlüyordu. Karanlık geceyi, gökte arada çakan beyaz ışıklar aydınlatıyordu. Kaskımı taktım, motoru çalıştırdım. Telefonuma Ateş'in mesajları dolmuştu.

Aşkın sakın saçma bir şey yapma!

Evde bekliyorum seni.

Neredesin?

Cevap vermekle zaman kaybetmedim. Yırtılırcasına gürleyen göğün altında hızla motorumu sürdüm.

Zihnim her sahneyi bir film karesi gibi başa sarıyordu, her ayrıntı kendi senaryosunu yaratıyordu. Önce yüzler geçiyordu, sonra sözler, ardından da ihtimaller. Ateş, ablam, Baybora, Şahin, Pusat, Bahar, ihtiyar... Yağmurun altında ıslanırken, tehlikeli olduğu halde biraz daha hızlandım. Soğuk ve hız iyi geliyordu, iyi geldirtmeye çalışıyordum. Düşünmekten, sürekli aynı şeyleri başa sarmaktan yoruluyordum.

Kendimle yaptığım kavga hep sonuçsuz kalıyordu. Kazanıyordum, gücü elimde tutuyordum, bir şekilde oyunu aleyhime çeviriyordum. Peki gerçekten kazanıyor muydum?

Önce kulübeye inerek kimliğimden arınmıştım. Umduğum gibi kanlı bir gün olmamıştı ama yine de bir şeyleri çözmüştüm. Üstümü değiştirdim, siyah bir pantolon üstüne siyah bir kazak giyinerek çıktım kulübeden.

Rıhtımda oturan Tarık'ı gördüğümde yanına ilerledim, dağınık bir ifadesi vardı. Üstü başı dağınık, gözleri dalgındı. Yanına oturdum ve yağmuru seyrettim, telefonundan açtığı dertli şarkıları dinliyordu.

"Çok tuhaf değil mi Aşkın?"dedi dalgınca.

"Tuhaf olan ne?"

"Yaşam, hayatlarımız." Tarık yine ciddi ciddi konuşmaya başladığına göre, aşık olmaya da başladığını söyleyebilirdim. "Asla hiçbir şey beklediğimiz gibi gitmiyor. Bahar'ın durumu kötü, sürekli kalbini tutuyor. İhtiyar sanki her geçen gün daha da çöküyor. Naz hiç mutlu olamıyor, Deniz her geçen gün daha da hırslanıyor. Sen zaten ölümle fingirdeşiyorsun. Sonumuz ne olacak? Bir gün hepinizi kaybetmekten korkuyorum."

"Bu kadar dramatik olma, biz hep böyleydik."

"Öyle de, her geçen gün daha kötüleşiyor. Sen aşık oldun, var mı lan daha ötesi? Yarın batıdan güneş doğsa şaşırmam şerefsizim ki."

"Öylesin zaten."dedim omzuna vurarak ancak biraz sert vurmuş olacağım ki sandalyesi arkaya doğru gitti. Omzunu ovuştururken yerini tekrar sağlamlaştırdı.

"Hala zorluyorsun, itiraf etmiyorsun. Ne zor şeysin be."

"Boş yapma Tarık, boş yapma."

Bu sırada telefonunda yeni bir şarkı çalmaya başladı. "Aşkın şarabından bilmeden içtim. Sevda yolundan bilmeden geçtim. Aşkın bir alevmiş, yar yar bir ateş parçası. Bilmeden gönlümü Ateş'e verdim, bilmeden gönlümü Ateş'e verdim. Bir sevmek bin defa ölmek demekmiş."

Bir sigara yaktım, şarkıyı dinlerken. Yağmur sesi şarkının sesini bastırıyordu ama aklıma bir kısmı takılmıştı ve orada çalıp çalıp duruyordu. "Bilmeden gönlümü Ateş'e verdim."

🔥

Tarık'ın yanında çok oyalanmayarak, Alanguva malikanesine gelmiştim. Ateş'le hala konuşmamıştım, aramalarını cevaplamadığım için de ayrınca sinirli olacağı kesindi.

Ateş geri dönmüştü, öfkeliydi, bir şeyler yapacağına emindim. Beni abisine tercih etmişti, bunu yapmamalıydı. Ben onu ablama asla tercih etmezdim mesela. Üstelik benim gibi, ne yapacağı belli olmayan bir seri katil için hiç yapmamalıydı.

Malikanenin bahçesinde bıraktım arabayı, ışıkları yanan büyük eve girdim. Ferda'nın bağırış sesi geliyordu.

"Beni yine kandırıyorsun! Bana yine yalanlar söyleyip göndereceksin, öyle mi?" Salona girdim.

Baybora bir köşede Ateş ve Ferda'yı izliyordu. Ferda ayakta, öfkeyle bağırıyordu. "Anla artık! Ben çocuk değilim, güçsüz değilim. Bir şeyler saklayarak bana iyilik mi yaptığını sanıyorsun?"

Ateş dünkü ve sabahki yorgun hallerinden tamamen arınmış gibi gözüküyordu ama bildiğim bir şey vardı ki o da en az benim kadar en yorgun anında bile omuzlarını dik tutuyordu. Siyah gömleğin, siyah pantolonu, dağınık haliyle dahi düzgün duran saçları ve alev alev yanan sarılarıyla salonun başköşesinde duruyordu. Karşısında ona öfke püskürten Ferda'ya sakinlikle bakıyordu.

"Öyle mi? Gerçekleri bilsen dik durabilecek misin?" dedi Ateş sert sesiyle.

"Ben annemi babamı kaybettim, ben abimin sahte ölümüne katlandım. Daha kötü ne olacak? Daha kötü ne var ki?"

"Yani her şeyi bilmek mi istiyorsun? Peki Ferda, anlatayım sana her şeyi ama kaldıramazsan sakın saçma sapan hareketler yapma."

"Anlat! Ne ki beni daha mahvedecek? Öldürdünüz siz beni, ruhumu emdiniz." Alanguva ailesinde ruhu emilen biri varsa o da kesinlikle Baybora'ydı.

"Şahin abimizi öldürdü Ferda." dedi Ateş aynı sakinlikle.

"Şu hikayeyi kes artık."

"Keşke hikaye olsaydı, adayı biliyorsun. Abimin yapmaya çalıştığı deneyleri de biliyorsun, her ne kadar içeriği bilmesen de. Ölü bedende, yaşayan beyni kurtarmaya çalışıyordu ve başarmıştı. O öldüğünde onun beynini, yaptığı sisteme aktardım. Önce sadece yazıştık, sonra sesini ekledim, sonra görüntüsünü ekledim. Yetmedi ona yapay organlar yaparak, sahte bir vücut yarattım."

Ferda bir süre baka kaldı, Ateş'in ciddi olmadığını düşünüyordu. Baybora'ysa karışmıyordu ama gözlerini sıkıca yummuştu.

Ferda kahkaha attı, tüm evi inletecek kadar güçlü bir kahkaha.

"Ne yaratıcısın ya." Gülüşü kesildi. "Bir de utanmadan alay ediyorsunuz benimle."

"Sen gerçekleri istedin ben de sana gerçekleri verdim." Ferda aptallaştı. Önce Ateş'e uzun uzun baktı ardından da Baybora'ya döndü. "Abi?" Baybora gözlerini açtı. Ferda'nın kendisine abi dediğini duyduğu için daha da durgunlaşmıştı.

"Madem her şeyi kaldıracak kadar güçlü olduğuna inanıyorsun, bundan sonra sır yok. Bak gerçeklere, nefes alınıyor muymuş gerçekle? Keşke senin yerinde olsaydım Ferda, gerçekten bunu çok isterdim. Ölmüş abim birden geri gelseydi kanlı canlı. Bunun için nelerimi vermezdim ki. Ama onun zihnini ben canlandırdım, o zihniyle birlikte ona bir beden hazırladım."

Ferda bir adım geriledi, algılayamıyordu. "N-ne? Şaka değil mi bu? Oyun oynuyorsunuz bana, sizi affedeyim diye."

Ateş saatine baktı. "Artık geri kalanını abi kardeş siz konuşursunuz, hainlerle uğramam gerek de benim." Ardından gözleri beni buldu. Geldiğimden beri ilk defa doğrudan bakmıştı.

Bu sırada telefonuma, kayıtlı olmayan bir numaradan mesaj gelmişti.

Madem artık birlikteyiz, bana işe yarar şeyler vermelisin.

Buluşalım.

Kimin yazdığı açıkça ortadaydı, Murat. Cevap vermedim, telefonun ekranını kapattım.

Yaslandığım kapıdan ayrıldım, yine bir aile faciasının tam ortasına düşmüştüm. Ateş yanıma geldiğinde tüm kızgınlığına rağmen elimi tuttu. Hiç konuşmadı, hızlıca yürüyor ve beni de peşinden sürüklüyordu.

Evden çıktığımızda, büyük arazide yürüyorduk. "Nereden geldiğimi sormayacak mısın?" Cevapsız kaldı. "Şahin'in evinden geliyorum." Adımları sertçe kesildi, elimi bırakarak bana döndü.

"Öldürdün mü onu?"

"Çok güzel olurdu ama yok, yine saçma bir şekilde seni dinledim. Tabi mükemmel zekamla çözdüm tüm olayı, Şahin en kısa sürede toplantı yapmak isteyecek ve yaptıklarını itiraf edecek." Karanlık gecede, ara ara yerleştirilmiş ışıklar karanlığı kırıyordu ama yok etmiyordu. Sarı lambaların yansıması sarılarına vuruyordu. Yağmur dinmişti ama toprak ıslaktı. Havada da keskin bir soğuk vardı.

"Ne yaptın Aşkın?"

"Tehdite tehditle karşılık verdim. Şahin'in bir oğlu varmış sır gibi sakladığı."

"Ne?"dedi çatık kaşlarıyla.

"Ben de duyunca şaşırdım, annesi kim acaba? Kesin Şahin şerefsizi kadına da bir şey yapmıştır, o potansiyel var onda. İşte dedim sen bu saçmalıkları geri almazsan ben de oğlunu senden alırım. Artık geri kalanı da keyfi bilir."

Ateş hiçbir şey söylemedi, bana arkasını döndü ve yürümeye devam etti. Peşinden giderken aynı anda da söyleniyordum. "Burada üstün yeteneklerim için beni tebrik etmen gerekiyordu, kıçını dönüp gitmen değil."

Ateş bana döndü, tam konuşacaktı ki telefonuma tekrar bildirim geldi.

Murat ben.

Ateş mesajı okudu, burnu aldığı derin ve kızgın nefeslerle genişlemiş, yüzü daha da korkunç bir hal almıştı. Hem öfkeliydi hem de deli gibi kıskanıyordu. Sarı gözleri öfkeyle yüzüme baktı.

"Sana yakın olmak için her şeyi yapacak, artık kimliğini de biliyor. Ne güzel polis ortak edindin. Ve eminim ki tek amacı ortak olmak da değildir."

"Ateş saçmalamasan mı? Ben de anlatacağım şeyleri birlikte kararlaştırırız diye düşünmüştüm." Sanki ona küfür etmişim gibi afalladı.

"Aşkın, ne anlattığın umurumda değil. İstersen git en büyük sırrımı anlat.  O adamla ortaklık yapmana göz mü yumacağımı sandın sahiden? Ben bu oyunda yokum, sen de olmaya devam edersen pek hoş şeyler yaşanmayacak."

"Sırf kıskandığın için böyle bir fırsatı tepecek kadar aptal olma."

"Evet Aşkın, kıskanıyorum. O herif, senin benimle çıkarların için olduğunu düşünmüyor mu? Düşünüyor. O herif sana içine girecekmiş gibi bakmıyor mu? Bakıyor. Yok efendim, sikerim onu." Kıskançlıktan ölüyordu.

Ve bana böyle kıskançlık dolu bir öfkeyle bakarken, fazla seksi duruyordu. Dayanamayıp bir adım öne atıldım, dudaklarına sert bir öpücük bıraktım. Öpüşüme aynı hızla karşılık verirken, elim ensesine gitmişti, onu kendime biraz daha çektiğimde kaslı göğsüne yaslanmıştı göğsüm. Bir eli belime gitmiş, diğeri de saçlarıma dolanmıştı, sanki öpüşmüyor da içindeki öfkeyi dudaklarımdan çıkarıyordu.

Kısa ama fazlasıyla doyurucu öpüşümüz başladığından daha ağır hareketlerle kesildi. Ne ara kapattığımı bilmediğim gözlerim açılırken aynı anda onun da gözleri açılmıştı.

Hiçbir şey söylemedi, benden yavaşça ayrıldı ve arkasını döndü. Birkaç adım ilerlediğinde ben de peşinden yürüdüm. Göğsüm hızla inip kalkıyordu.

"Ateş,"diye seslendim. "Abine neden gereksiz özellikler yükledin? Elektronik aletleri yönetmesine ne gerek vardı ki?" Ateş bir an duracakmış gibi oldu sözlerimle, yüzünü görmüyordum.

Ve ben cevabımı aldım.

Ateş böyle bir özellik falan yüklememişti, Baybora kendi kendisini geliştirmişti. İşte bu da en büyük kırılma noktalarından biriydi.

Aşağı doğru açılan bir kapının önünde durdu Ateş, demir kapıyı açtı. Sözlerimi umursamazken merdivenleri inmeye başladı, ben de peşinden indim. Taş duvarlar ve loş ışıkla burası bir zindandan farksızdı. Küçük tek göz bir yerdi, aslında çok küçük de değil gibiydi ama loş ışık sadece belli bir yeri aydınlatıyordu.

O aydınlıkta da bir adam ayakta dikiliyordu. Bu adamı tanıyordum, Ateş'i öldürmeye çalışırken yakalandığımda bana ilk müdahaleyi yapan doktordu. Uzun boyuyla, eğik omuzlarıyla korkudan titriyordu.

Ateş onun karşısında durdu. Hemen arkada, elleri arkada hazır olda bekleyen Pusat'ı yeni fark edebildim. Biz girdiğimizde Pusat hiçbir şey söylemeden yanımızdan ayrıldı ve yukarı çıktı. İşte bu da onların karanlık yüzüydü.

"Sen bana ihanet ettin, sen benim aileme zarar vermeye çalıştın. Ama tebrik ettim, cesaretliymişsin." dedi Ateş, gücünü ses tonunda dahi hissettirirken.

"Şahin beni tehdit etti." dedi korkudan ve titremekten konuşamayan doktor. Demek benim kimliğimi Şahin'e öten bu yavşaktı, beklendikti. Bu yüzden kimliğimi bilenleri öldürüyordum, tabi Ateş'le tanışana kadar.

"Sen de benim daha az acımasız olduğumu mu düşündün?" dedi keyifle. "Yanlış karar, çok yanlış. Kimse benim aileme el uzatamaz." Ailesi burada ben oluyordum. "Ben seni evimin içine soktum, sana güvendim. Senin okumana da babam yardımcı olmuştu bir de. Yazık."

Ateş kenarda duran tabletini eline aldı. Yan gözle bakmaya çalıştım, tablette denek sıfır dokuz yazıyordu. Denek sıfır yedi, onun aslanıydı. Denek sıfır sekiz bana yaptığı aslandı. Peki denek sıfır dokuz?

Ateş tabletinde bir noktaya bastı. Hemen ardından da karanlıktan gelen bir hırlama sesi duyuldu. Doktor korkudan bayılacak kıvama gelmişti.

"Kimse aileme dokunamaz, kimse."dedi Ateş karanlık sesiyle. Hemen arından da taş duvarlarda, ürkütücü bir kükreme yankılandı. Karanlıkta hareket eden bir şey vardı.

Aydınlığa doğru yürüyordu, bir kez daha kükredi. Önce bir pençesi geçti aydınlığa, hemen ardından da aslanın aç ve vahşi yüzü görünürdü. Aşırı iriydi ve yavaş yavaş hareket ediyordu. Tüm iri bedeni aydınlığa çıktı. Bu Ateş'in diğer aslanları gibi değildi. Bu gerçek bir aslan kadar vahşiydi.

Adam artık ayakları üzerinde duramazken ağlıyordu. "Lütfen lütfen bağışlayın beni."

Ateş hala aynı nefretle bakıyordu. Aslanıyla göz göze geldi, sanki anlaşıyorlarmış gibiydiler. Adamın yalvarmaları bitmiyordu ama aslan fazlasıyla acımasız gözüküyordu.

Ani bir hareketle adama atıldı. Etini dişine geçirip kopardı. Hırlamaları, adamın acı dolu çığlıklarına karışmıştı. Kan etrafa sıçrıyor, adamın haykırışları acıyla kesiliyordu. Aslan onun etini paramparça edene kadar da durmadı. Kemiğinin kırılması, etinin çiğnenmesi, bir belgesel sahnesi gibiydi. Ancak bu bir belgesel değildi, aslanın yediği şey de bir ceylan değildi.

Yerde kandan bir göl oluşmuştu, aslan etin bir parçasını bile bırakmadı. Sadece parçalamadı, karnını doyurmaya çalışırmış gibi iştahla da yedi. 

Adamdan geriye bir şey kalmadığında aslan durdu, kanlı ağzından yere kan damlıyordu. Yanımıza yakınlaştı, bir ayağını büktü ve kafasını eğdi. Ateş onun başını okşadığında, ellerine kan bulaşmıştı.

"Kimse aileme zarar veremez ateş parçası." Aslana bakıyordu ama benimle konuşuyordu. "Artık değil."

Omzunun üstünden kafasını hafifçe bana doğru çevirdi, gözleri gözlerimi buldu.

Şimdi anlıyordum, bu odadaki tek canavar da şeytan da ben değildim. Biz aynı kumaştık, caniydik. Domino taşlarını farklı uçlardan düşürmeye başlamıştık, ortada da birbirimize çakılacaktık. Son taşlar aynı anda düştüğünde üç ihtimal vardı. İlk iki ihtimal ikimizin taşlarından birinin en üstte kalmasaydı, üçüncü ihtimalse aynı anda devrilip, birbirlerini ayakta tutmalarıydı.

Bu çok ince bir çizgiydi, biz de o çizginin cambazlarıydık.

🔥🔥🔥

Merhabalar! Nasılsınız ateş parçalarım? Umarım iyisinizdir. Evet üç haftadır yokum maalesef, sizleri ne kadar özlediğimi anlatamam. Derslerim çok yoğun ilerliyor ve bu süreçte eskisi kadar aktif bölüm atamıyorum maalesef. Ve itiraf ediyorum ki bu bölüm yetişsin diye bir gün derslerimi ektim. Vizeler yaklaştıkça böyle bir şansım olmayacak tabi ama ben sizi asla bırakmayacağım. Elimde olduğunca vakit yaratacak ve Ateşpare'yi yazmaya devam edeceğim. Tabi bu bölüm de on bin beğeniyi geçerse mutlu olacağım.

24 Ekim Pazar günü Antalya kitap fuarında olacağım, herkesi bekliyorum. Daha önce de dediğim gibi benimle tanışmak için Kalıntı'yı almanıza gerek yok. İmza isterseniz de Ateşpare'ye ait görseller getirebilirsiniz. Sabırsızlıkla sizlerle buluşmayı bekliyorum.

Bölüm hakkındaki görüşlerinizi, teorilerinizi de merakla bekliyorum. İlginiz, sevginiz ve varlığınız en büyük motivasyon kaynağım, iyi ki hayatıma girmişsiniz ateş parçalarım. Gelecek bölümde görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın.

Intagram: cerennmelek / cerenmelekhikayeleri

Twitter: cerennmeelek / #Ateşpare

Continue Reading

You'll Also Like

2.8K 510 18
Bir neçə saniyə keçməmişdi ki dodaqlarımı dodaqlarının arasında tapdım. O an heçnə vecimə deyildi. Nə tanımadığım bir oğlanla öpüşməyim, nə də hər an...
321K 5.4K 200
bu kitapta benimle yan da ki bazı replikleri ve hangi bölümde olduklarını yazacağım umarım beğenirsiniz
294 116 10
Aile hayatı altüst olan Dora'nın karanlık varlıklarla olan ilişkisi karmaşık ve kadim bir gerçeği ortaya çıkaracaktır. Annesi Nevena ise bu olayların...
992K 92.1K 38
"Aşk mıdır beni,sana bu kadar bağlayan?" Diye sorduğumda derin bir iç çekti. Soruma cevap vermesini beklerken beni yanıltmış o da bana soru sormuştu...