Aşiyan (Kitap Oldu)

By humeyraao

5.2M 28K 20.8K

Aşiyan 3 Serilik bir kitaptır ve tüm seri tamamlanmıştır. ... "Sen benim evimsin Gülfem, şu tenin.." derken... More

Levent-Efsun
Özel Bölüm
Özel Bölüm-1
Özel Bölüm-2
Savaş Cebeci
Özel Bölüm

Özel Bölüm-3

64.7K 3.1K 1.8K
By humeyraao

Merhaba. Çok özledimmm 🥺 Hem sizi hem Savaş ve Gülfem'i. Siz de özlediyseniz azıcık hasret giderelim diye bırakıyorum bu bölümü. Son iki özel bölüm temassız geçmişiz diye bu bölümde kavuşsunlar istedim. Bölüm yetişkin içeriklidir. ❤️

Wattpad üzerinde okumayanlar için spoi barındırır. Kitaptan takip ediyorsanız hikayeyi bu bölümü okumamınızı öneririm. ❤️

...

''Çok zor olmalı.'' Dedi Barış kısa bir an bana doğru bakarak. Ardından hemen yola çevirdi bakışlarını. Kısa bir an birbirimizle temas eden bakışlarımızla anlamadığımı fark ederek daha açık bir dille konuşmasına devam etti. ''Eşin diyorum sürekli görevlere gidiyor falan. Senin için çok zor olmalı. Sürekli tek başınasın. Sıkılıyor olmalısın.''

Savaş aklıma düşünce ve yine bir görev sürecinde olduğumuzdan direkt buruklaştım ve alyansımla oynamaya başladım. ''Sıkılmıyorum.'' Dedim titrek bir tonlamayla. ''Yani sıkılmaya çok vaktim olmuyor. Aklım sürekli ondayken zaman benim için zor fakat sıkılacak kadar vakit bulamayarak geçiyor. Ona bir şey olmasa bile onsuz geçirdiğim her dakikayı bir şey olmuş hissiyle geçiriyorum ben. Onu sağ salim görene kadar da çok hayata adapte olduğum söylenemez. Üstelik Asya var.'' Dedim başımı ona çevirerek ''Onunla ilgileniyorum. Birlikte vakit geçiriyoruz. Üstelik Savaş'ın olduğu günlerden çok daha fazla ilgilenmem gerekiyor babasının özlemini olabildiğince dindirebilmek, unutturabilmek için.''

Unutmuyordu elbette, dinmiyordu da hasreti fakat kısa bir an çocuk olduğundan sebep gezdiğimiz yerlerde, oynadığımız oyunlarda, okuduğumuz masallarda kendini kaybediyordu. Benim için bu yeni eve alışmakta Asya ile birlikte daha kolay olmuştu aslında. Evet eski evde Savaş ile birçok anımız vardı ve ben hiç kopamayacak gibi hissediyordum fakat geçtiğimiz yeni evde Asya ile birlikte biriktirdiğim, biriktirdiğimiz anılar burayı daha sıcak bir hale getirmişti. Biz üçümüz olduğumuz her yeri yuvaya çevirmiş, birimiz eksik olsak bile o yuva sıcaklığından hiçbir şey kaybettirmemeye çalışmıştık. Arkadaşlarımızla Savaş'ın yokluğunda toplanmış, misafir ağırlamış, o gidince evi kapatmamış Asya ile birlikte o evde yaşamış onu beklemiştik.

''Anlıyorum.'' Dedi Barış hafif bir tebessümle.

''Yine de teşekkür ederim.'' Diye karşılık verdim. ''Bugün bu yemek çok iyi geldi. Ne iyi etmişsiniz de ayarlamışsınız. Uzun zamandır dışarıda yemek yememiştim.''

''Murat sağ olsun...'' dedi yüzünde sahici bir gülümsemeyle. ''Esra'ya bir türlü açılamadığından aynı ortamda bulunup sohbet edebilmek için herkesi yemeğe çıkardı.''

Onun yüzünde oluşan gülümseme bana da bulaştı. Çalışma arkadaşlarımın hepsini seviyordum. Hepsi cana yakın, sıcakkanlı insanlardı. ''Aslında Esra'da ona karşı boş değil ama...'' dediğimde sokağa girmiş olduğumuzu fark ettim. Oturduğum yerde toparlanarak elime ceketimi aldım, çantamı kavradım.

''Sana da zahmet verdim buraya kadar Barış ya.'' Dedim mahcup bir ifadeyle. ''Arabam serviste olunca... Aslında taksiyle gelirdim ama.''

''Olur mu canım ne zahmeti?'' dedi Barış tesüf eder gibi. ''Yolumun üstüydü zaten.''

Arabayı bizim kapının önüne park ettiğinde kapıyı aralarken ''Abimler gelecek birazdan.'' Dedim gülümseyerek. ''Sana bahsetmiştim ya Almanya'da olan. Sende bilgi almak istiyordun ondan. Çay içeceğiz. Tanışmak istersen eğer bize katılabilirsin.''

Abim bir haftadır buradaydı ve Asya'yı da alıp tüm gününü onunla geçirmek istemişti. Birazda benim dışarı çıkıp yemeğe katılmam için yapmıştı aslında bunu. Çünkü zaten tüm gün bizim oraya gitmemiz, onların buraya gelmesinden sebep beraberlerdi. Ben de telefonda konuşurken Müge'nin de orada olmasıyla akşam bize gelmelerini bahçede çay içmeyi teklif etmiştim. Yoldayken de mesaj attıklarından sebep birazdan buraya geleceklerini biliyordum. Barış'ın da yurt dışına taşınma isteğini bildiğimden, abime sürekli beni aracı olarak kullanıp sorular sordurmasından sebep onunda katılmasını teklif etmekte bir sakınca görmedim.

Barış kısa bir an düşünür gibi oldu ama cevabı olumsuz olarak geri döndü. ''Yok ya Gülfem...'' dedi yüzünü buruşturarak. ''Bugün çok fazla yoruldum. Eve gidip dinlenmek istiyorum. Sabah zaten çok erken kalkıyoruz. Başka bir zaman size de uyduğunda ayarlarız belki...''

İsteksiz hali karşısında ısrara lüzum yoktu. Ben sadece hem kibarlıktan hem de ona yardımı dokunur belki düşüncesiyle teklif etmiştim zaten. O yüzden zorlamadan ''Sen bilirsin o halde.'' Dedim tebessümle. ''Tekrardan teşekkür ederim beni bıraktığın için.''

Başını hafifçe öne doğru eğip hafif bir tebessümle ''Rica ederim.'' Dedi ve tam ben inmişken kapıyı kapatmadan ''Gülfem...'' dedi atik bir hareketle.

Elim arabanın kapısında ona baktığımda ''Ben sadece bir ağrı kesiciyle su rica edebilir miyim?'' diye sordu. ''Yolum var biraz ve başım fena halde ağrıyor. Sana da zahmet olmayacaksa tabii.''

''Tabii tabii.'' Dedim hiç düşünmeden. ''Gel lütfen.''

Arabanın kapısını kapattıktan sonra epey büyük olan çantamın içinden hem anahtarımı aradım hem de telefonumun kilidine basarak Savaş'tan bir bildirim bekledim. Bir mesaj ya da arama hiç fark etmezdi ama hiçbiri yoktu. Bomboş bir ekranla karşılaşıp yüzüm asılınca sadece anahtarı alarak çantamı kapattım. En son dün konuşmuştuk ve ben fena halde özlemiştim.

Ben önde Barış arkamda evin bahçesine ilerlediğimizde sessizliği bozmak adına ''Hava yağacak gibi.'' Dedi.

Anahtarı kilide taktım ve bu boş hava muhabbetine ''öyle.'' Diye karşılık vererek kapıyı açtım. Ardına kadar açılmadan sadece aralıktan gördüğüm adamla birlikte önce tutukluk yaşayarak duraksadım ve heyecanla ''Savaş.'' Dedim. Elim titredi, anahtar sallanıp kapıya çarptı ve ben o ilk şaşkınlığı atarak kapıyı ardına kadar itip çantamı yere fırlattım ve boynuna atladım. Ellerim boynunu sardı ve teniyle tamamen bütünleşen barut kokusunu içime çektim.

Ellerini belime sardığında birkaç saniye geçmişti fakat ben bunu idrak edemeyecek kadar çok özlemiştim. Başını kısa bir an boynuma yaklaştırdı. Burnu boynumda dolandı ve derince soluklandığını fark ettim. Ardından omzuma ufak bir öpücük bırakarak geri çekilmişti. Yüz yüze geldiğimizde hasretle tebessüm yerleşti yüzüme. İki ayda olan degişimimi incelemek istedi sanırım. Azıcık uzayan saçlarımdan başka bir şey yoktu.

Sonra Barış'a gözü kaydı ve suratı değişti. Benim açıklamama fırsat vermeden ''Misafirimiz var sanırım.'' Dedi direkt rahatsızlığını belli eden bir tavırla.

Sert bakışlarını Barış'ın üzerinde tutarken belimdeki elide beni iyice kendine yaslamıştı. ''Aa...'' dedim Barış'ın varlığı yeni aklıma gelince. Saçımı kulağımın arkasına attım ve elimle Barış'ı işaret ederek ''Evet.'' Dedim. ''Barış iş yerinden arkadaşım. Bu akşam iş yerinde yemeğe çıkmıştık.'' Savaş'ın bakışları aniden beni bulduğunda Barış'a karşı normal sayılabilecek tavrını koruması adına gülümseyerek ''Topluca.'' Diye ekleme yaptım. Zira Savaş'ın bakışları Barış açısından pekte hayra alamet değildi.

''Savaş'tı değil mi?'' diye sormasının ardından Savaş ona doğru döndü ve elini uzatarak başını sallayıp ''Gülfem'in kocası.'' Diye ekleme yaptı.

Onun açısından şu an önemli olan buydu çünkü. Adının ne olduğu önemli değil. Kim olduğuydu önemli olan.

Birbiriyle ortada buluşan iki elden biri ki bu kocamın eliydi daha belirgin bir kavrayışa sahipti. Üstelik bu tokalaşma faslı da bence fazlaca uzun sürmüştü. Ortamdaki gerginliğin dağılması adına ''İlaç istemiştin sen...'' dedim Savaş'ın belimde olan elini itip aralarına geçerek. Benim ortalarından geçme isteğimle elleri birbirinden ayrılmış oldu. Fakat Savaş beni bırakmadı. Ben mutfağa doğru ilerlerken o da peşimden geldi.

''Ayıp oluyor.'' Dedim belli belirsiz bir sesle. Barış'ın duyma ihtimalinden sebep oldukça kısık bir ton kullanırken Savaş bunu önemsemeden ''Kime karşı?'' diye sormuştu.

Anlamsız bakışlarımı üzerinde tuttum ama üstelemedim. Çünkü bence şu an bu konunun hiçte yeri değildi. Dolaptan bir tane bardak çıkardım, sürahide ki suyu boşalttığımda hemen arkamda yer almış, elini de tezgâha koymuştu. ''Neden...'' duraksadı fakat bu duraksama isteyerek olan bir durum değil gibiydi. Başımı hafifçe kenara çevirdiğimde saçlarımın arasına bıraktığı nefesler yüzüme çarptı ve bedenlerimizin temasında, nefesinde, bakışında delicesine özlediğini özlediğimi hissettim. Ağırca yutkunurken kendini toparladı ve ''Neden seni bıraktı?'' diye sordu aksi bir sesle.

Derin bir soluk verdim ve ''Arabam bozulmuştu.'' Deyip sürahiyi yerine bıraktım. Tam uzatmamak için salona geri dönüyordum ki beni bedeniyle o tezgâhın arasına hapsetti ve elimde ki su dolu bardağı alıp tezgâha geri koydu. Tavrını gereksizce sert bulduğumdan ama evdeki misafirden sebep ses edemediğimden soluklarım ve bakışlarımla rahatsızlığımı dile getiriyordum. Konuşursam da ses tonumu pek fazla aşağılarda tutabileceğimi hiç sanmıyordum.

Az önceki temas ona yetmemiş olacak ki bu sefer bedenim ona doğru dönükken göğsüm ona temas edecek şekilde üzerime doğru eğildi. ''Benim arabamla gitseydin.'' Dedi.

Bir yanda üzerime doğru eğilmiş, zorlukla yutkunurken diğer yanda eliyle tepemdeki dolaptan yeni bir bardağa erişmeye çalışıyordu. ''Ya da...'' suratı buruştu ve ''hiç gitmeseydin.'' Dedi aynı aksiliği sürdürerek.

Boşta kalan ellerimi nereye koyacağımı bilmeden göğsüne koydum. İtip içeri geçecektim lakin hiçte itecek güçte değildim. Elim yavaşça göğsünden aşağı doğru kayarken ''Arabanı Müge almıştı.'' Deyiverdim aklımın son kalan parçalarıyla.

Siyah tişörtün altındaki o gergin bedenine dokunmayı o kadar özlemişim ki. Göğüs kısmından aşağıya inemedim. Elim orada takıldı kaldı. Alttan bakışlarımla Savaş'a doğru bakarken onun da şu an aklının yerinde olup olmadığına emin değildim.

''Gülfemciğim...'' diye bir ses duyduk sonra içeriden. ''Ben gideyim ya kalsın ilaç.''

Gözlerim anında irileşti çünkü Savaş'ın ki öfkeden kısılmıştı. ''Hayır hayır.'' Dedim Savaş'ı itmeye çalışıp toparlanarak. ''Getiriyorum şimdi.''

Ben itmeye çalıştım fakat o hiç duruşunu bozmadı. Bana yaslı olan kasıkları, tenime değen teni... Hatta biraz daha yanaştı ve burnu saçlarımı kenara iterek kulağıma doğru eğildi. ''Ama ben o cümledeki cimi sikerim Gülfem.'' Dedi ağır kelimelerinde barındırdığı öfkeyle.

Gözlerim daha ne kadar irileşebilirdi bilmiyorum ama o bir hışımla üstümden çekildiğinde seri bir hareketle suyu doldurdu, dolaptan ilacı aldı. ''Savaş lütfen.'' Dedim panikle. ''Bir şey deme lütfen.''

Başını hızlı hızlı sallıyordu ama hiçte beni dinliyormuş gibi bir hali yoktu. Şu halimize inanamadım. Bir an olduğumuz durumun bilincine varıp ''Savaş sen iki ay sonra geldin ve biz şu an tartışma aşamasındayız. İlk dakikadan.'' Dedim hayretler içinde.

''Evet Gülfemciğim...'' Diye onayladı iğneleyici bir tavırla. ''İki ay sonra geldim ve karımı evimize başka bir adamla girerken görüyorum.'' Bakışlarındaki ciddiyet sinirini bir hayli yansıtırken benim bıraktığım su bardağını bir dikişte kendi içti ve eline aldığı bardakla bana son bir bakış atarak mutfaktan çıktı. Benim doldurduğum suyu kendisi içmiş, hiç dokunmadığım o bardağı da Barış'a götürmüştü.

Hemen peşinden salona ilerlediğimde Barış boş bardağı tekrar Savaş'a uzatmıştı. ''Ben gideyim.'' Dedi önce Savaş'a ardından bana bakıp sahici durmasına özen gösterdiği gülümsemesiyle. ''Teşekkür ederim su için. Yarın görüşmek üzere.''

Barış Savaş'ın tavırlarından ne kadar rahatsız olmuşsa artık benimle çok fazla göz teması kurmaktan dahi kaçındı ve deyim yerindeyse arkasına bile bakmadan kaçtı.

Kapının kapatılmasının ardından Savaş elindeki bardağı sehpanın üzerine bıraktı ve koltuğun sırt kısmına yaslanarak ''Seni dinliyorum.'' Dedi.

''Neyi din-'' Sözümü el hareketi kesti. Eliyle bana gel işareti yaparken oldukça kararlı bakışları da itiraz istemiyor gibiydi. Ona doğru adımladım ve önünde durduğumda bacaklarını iki yana ayırdığında elbisemin ön kısmından tutarak beni bacak arasındaki boşluğa soktu. ''Burada konuş.'' Dedi hem delicesine hasret hem de öfkeli gibi.

Ciddi kalmam pek mümkün olmadığından dudaklarımı ısırarak gülme isteğimi bastırmaya çalıştım. ''Gülme!'' dediğinde ise çabalamama gerek kalmadan kendiliğinden dümdüz bir hal almıştı zaten. Bu seferde gözlerimi kısarak yüzüne bakmaya başladım. Kollarımı göğsümün üzerinde birleştirdim ve konuşmasını bekledim.

Konuşmadan hemen önce ayaklarının açık olan kısmını biraz daha kapattığını ve bunu öksürerek güya oturuşunu düzeltir şekilde yapmasıyla fark ettim. Amaç oturuşunu düzeltmek değildi, benimle temas etmekti. Zira istediğini de elde etmişti. Kot pantolonu elbisemin açıkta bıraktığı çıplak tenime dokunuyordu. Bakışlarını üzerimde toparlamaya çalışırken ''gerçekten...'' dedim gitmeye yeltenerek. ''Seninle tartışmak istemiyorum. Özellikle de aylar sonra. İzin verirsen üzerimi değişeceğim. Sonra da eğer sen de beni özlediysen...'' dedim imalı bir bakış ve tonlamayla ''ondan sonra konuşuruz.''

''İzin vermiyorum.'' Diyerek bacaklarının arasına sıkıştırdı beni. Kaşlarım daha da çatıldığında geri hamlemi belime yerleşen eliyle kendine çekerek sonlandırdı. ''Önce benim sorularım!'' dedi burun buruna geldiğimizde. ''Sonra da özlediğim kısmıyla elbiseni çıkarırken konuşuruz.''

Yutkunuşumun sesini duymaması imkânsızdı. Öpmekle delicesine kavga etmek arasına gidip geldiği saniyelerde ''Asya nerede?'' diye sordu.

Nefesini hem tenime hem ciğerlerime böylesine doldururken nasıl sağlıklı cevaplar verecektim. Belimde ki elini çekmek amacıyla elimi eline götürdüğümde parmaklarımı parmaklarının arasına sıkıştırdı. Bununla da yetinmedi parmaklarımın arasındaki boşlukta parmaklarımızı seviştirdi. Alt dudağı dişinin arasındayken cevap beklediğini belirten bir baş hareketi sundu bana.

''Abim...'' dedim kendimi toparladığım kadarıyla. ''Abimle birlikteler. O gelmişti. Onunla vakit geçirdikleri için ben de iş yerinden arkadaşlarla yemeğe çıkmıştım.''

Ben konuşurken gözleri dudak kıvrımlarım ile gözlerim arasında mekik dokudu. Dinleyebildi mi diyeceğim ama muhakkak dinlemişti. ''Sonrada o lavuk.'' Dedi dudağımdaki bakışı gözlerime çıkarak. Orta parmağı yüzük parmağımı çevrelediğinde ''Benim karımı...'' diye vurguladı. ''Eve bıraktı.''

''Bana en yakın olan oydu...'' dedim derin bir soluk vererek. Terden ölmek üzereydim. Ben başımı geri çektikçe o üstüme doğru eğiliyordu ve soluklarımız birbirine karışıp yangın çıkarıyor alevi tere dönüşüp boynumdan süzülüyordu. ''Senin de iş yerinde arkadaşların var.'' Dedim tok bir sesle. ''Hatırlatırım ki...'' olduğum yerde dikildiğimde o da geri doğru çekildi ve düzeldik. Tek kaşım havalandı. ''Zamanında sana da gecenin bir yarısı Çiğdemden eve bırakmakla ilgili mesajlar geliyordu.''

Savaş yüzünü buruştururken bu kıyaslamadan hiç hoşlanmamış gibiydi. ''Aynı şey değil.'' Dediğinde ''aynı şey.'' Diye diklendim. Bas bayağı aynı şeydi. Diklenmemi tebessümle karşılarken boşta kalan elimi göğsüne koyup itecektim ki bileğimi kavradı ve ''Şu ellerin biraz rahat dursun.'' Dedi ikisini de tek avucunda birleştirerek. ''Bir şey konuşuyoruz şurada.''

Sinir bozucu bir hali vardı. Bir şey mi konuşuyorduk? Şaşkınlık dolu soluğumu yüzüne bıraktığımda ''Sana inanamıyorum.'' Dedim başımı iki yana sallayarak. ''Ben...'' Başını bana yanaştırdı ve burnunu burnuma sürterken dikkatimi dağıttı. ''Ben...'' dedim tekrar kendimi toparlamaya çalışarak. Bu seferde belimde birleşmiş, avucunun içine hapsolmuş bileklerimden beni kendi kasıklarına itti ve yangın her yanımı sardı. Gözlerim kapalı yutkunurken ''Ben seni aylarca özlemişken sen şu an...'' nefes nefese kaldım. Burnu gerdanımda dolanıp göğüs aramdaki kokuyu sesli bir şekilde içine çekti. ''Sen şu an saçma bir konuyu sürdürüyorsun.'' Dedim tek nefeste.

''Sürdürmeyeyim mi?'' Dişiyle göğsümü kapatan düğmeyi tuttu ve tek çekişte kopardı. Ardından küçük düğmeyi dişleri arasından bıraktığında burnu araladı o elbisenin göğüs kısmını.

''Sür... Sürdürme tabii ki.'' Dedim başımı geri doğru atarak. ''Saçmalık zaten. Ben onunla konuşurken bile sürekli...'' Sutyenimden taşan göğsümdeki dudakları tenimi içine çekerken bedenimi ona doğru bıraktım. ''Sürekli seni düşünüyorum.''

Gözlerim kapalı kendimden geçerken Savaş duraksadı ve ben boşluğa düşmüş gibi oldum. Kendini benden çekerken geriye düşmüş başım anlamamaktan ötürü düzeltmek durumunda kaldım ve açıkçası bu bana aylar sonra fazlasıyla koydu.

''O nasıl bir cümle ya?'' dedi Savaş ses tonunu yükselterek. ''Onda beni nasıl düşünebilirsin? Ne alaka?''

Pes etmiş gibi kollarımı savururken hiç tutmaya da yeltenmedi ve ''Sen gerçekten geri zekalısın.'' Diye bağırdım. ''Ben ne diyorum sen nerenden anlıyorsun.'' Öfkeyle geri doğru adımladığımda o aramızdaki mesafeyi açmamak adına bana doğru geliyordu ama hiçte az önce delicesine sevişecek adam var gibi değildi karşımda. ''Savaş, Barış isminizin uyumu seni aklıma-''

''Ben var ya...'' dedi başını bana doğru savurarak. Az önce birbirine karışan sıcak nefesler öfkeyle kavruldu.''Önce öyle uyumu sikerim! Sonra da-'' Cümlenin bitişini çatık kaşlarla beklerken kapının çalınmasıyla konuşmamız daha doğrusu kavgamız orta yerinde kesildi. Sesli soluklarımızdan hiçbir şey kaybetmemiştik ikimizde lakin susmuştu. O içinde patlayan öfkesiyle olduğu yerde yürürken ben içimde patlayan öfkeyle kapıya doğru ilerledim. Tam kapıyı açacağım sırada ''Gülfem!'' diye kükredi adeta.

Ona doğru baktığımda bakışları göğsümü, kopan düğmeyi işaret etti ve ben önümdeki o açıklığı elimle düzelterek orantısız bir güçle kapı kolunu resmen kırarcasına açtım. Abim, Müge, Kaan kapıdaydı. Abimin kucağında ki Asya hızla kucağından atlayarak resmen aralık olan kapıdan içeri ''Baba!'' diyerek sızdı.

Salonda yankılanan sesiyle kapıyı ardına kadar açmış bakışlarımı direkt olarak onlara sabitlemiştim. Aylar sonra özlediğim en güzel manzaraydı.

''Babam.'' Diye kollarını ardına kadar açan Savaş'ın göğsüne küçücük bedeniyle sığındı ve Savaş o kocaman elleriyle Asya'yı sardı. İkisinin de birbirine gülümseyen hasret dolu bakışları benim gözlerimi dolduracak kadar güzeldi.

''Benim güzel babam.'' Dedi Asya küçücük elleriyle Savaş'ın yüzünü severek.

Savaş'ta aynı içtenlikle onun saçlarını sevdi ve ''Benim güzel kızım.'' Diye karşılık verdi. İkisi de birbirini dokunarak severken içim gitti. Ben de çok özlemiştim Savaş'ı. Asya'nın hasretini dindirmesine ayrı benimkinin artmasına ayrı iç çektim. Savaş başını onun boynuna gömdü bu sefer ve derince koklaya koklaya, saçlarını seve seve öptü.

Asya kıkırdayarak gülerken ''Çok özledim.'' Dedi Asya. ''Çok çok çok.''

Savaş onun küçük bedenini karşısına aldı ve ''Asıl ben çok.'' Dedi. İkisinin bu hallerini kapıya yaslanarak izledim. Abimler de kapı girişinde kalmıştı ve kimse halinden şikayetçi değildi.

Asya kaşlarını çatarak ''Hayır!'' diye sitem etti. ''En çok ben özledim.''

''Göster o zaman.'' Dedi Savaş ciddiyetle. ''Ne kadar çok özledin göster bana.''

Asya hiç duraksamadan yine oyununa geldi ve aynı ciddiyetle kollarını iki yana açarak ''Bak bu kadar çok.'' Dedi. Savaş dudak büktü takdir eder gibi ama hemen ardından kollarını kocaman açtığında ''Bak ben de bu kadar özledim.'' Dedi. Asya'nınkinden kat ve kat büyükken ''Ya anne...'' dedi bana dönerek. ''Babamın kolları daha büyük. Ben yine kaybettim.''

Sadece tebessümle değil sesli gülümsemelerle karşılık verdik hepimiz. Savaş yerde olan Asya'yı kucağına alıp ayaklanırken kapı girişinden içeri doğru yürümeye başladı herkes. Ben de kapıyı kapattım.

''Senin baban düzenbaz dayım.'' Dedi abim zevk alır gibi. ''Herkesin boyuna göre kolu. Anca seni kandırır zaten. He bir de...'' deyip bana döndüğünde ''Anneni kandırdı. Gülfem...'' dedi parmağını bana uzatıp ikaz eder gibi. ''Sen bunu bir düşün abicim. Asya ile bir tuttum seni farkındaysan.''

''Hadi lan ordan.'' Dedi Savaş sahte bir surat yaparak. ''Atma benim karıma laf. Aç kapıyı yavrum abini kapının önüne koyacağım. Eskiden misafirliğinde bir adabı vardı. Böyle misafir mi olur?''

İkisinin de yüzünde bir gülümseme varken ''Misafir değilim bebeğim ben.'' Dedi Savaş'a karşı. Yılların getirdiği sıcaklık sardı odanın her bir yanını.

''He...'' dedi Savaş alaya alarak. ''Ev sahibi misin? Almanyalı ev sahibi am-'' Son saniyede Asya'nın kucağında oluşunun bilincine vararak ''Ama. Ama evet ama.'' Diye tamamladı cümlesini.

''Ulan...'' dedi abim elini havalandırıp. ''Eskiden ev sahipleri de daha kibar olurdu. Dinime küfreden Müslüman olsa. Ayrıca kaç yaşına geldi çocuk sen hala o ağzını düzeltemedin mi?''

Hep birlikte bahçeye doğru ilerlemeye başladığımızda ''Yoo düzelttim.'' Dedi Savaş. ''Kişisine göre. Seni görünce otomatik yükleniyor. Sorun bende değil canım...'' dedi az önce abimin bebeğim deyişini taklide alarak. ''Sorun sende.''

Abimin siktir git dercesine el hareketiyle masaya yerleşmeleri bir oldu. Abim ve Savaş karşıya oturmuşlardı. Müge ise oturmadan sandalyenin arkasından boynuna sarılırken ''Bize de sıra gelsin artık.'' Demişti. Savaş'ın sağ dizinde Asya, sol omzunda Müge'nin elini tutmuş, saçlarını karıştırırken herkes Savaş ile hasret gidermişti. Önce ben görmüştüm ama ben daha hiç dokunamamıştım, öpememiştim.

En çok belki de ben özlemişken, gecem gündüzüm bir olmuş bir an aklımdan bile çıkaramamışken şimdi sadece hasretinin sancısının bana kalmış olması reva mıydı? Ben ona böyle ayrı düşmeyi hak edecek ne yapmıştım? Cevaplar ondan yana değil benden yana olunca yani kendimi suçsuz görünce kırgınlığıma da engel olamadım. Buruklaştım ve onun yanına değil abimin yanına oturdum. Zaten onun yanını da çoktan Kaan doldurmuştu.

''Al bak.'' Dedi Savaş Kaan'ı fark ettiğinde ''Sırf bunu beni sinir etsin diye getirdin dimi?'' diye sordu abime karşı. ''Biliyorsun ya hoşlanmıyorum.''

Müge gözlerini devirmiş, Kaan ise hiç ağzını açmamıştı. ''Damadın o senin.'' Dedi abim daha da sabrını zorlamak ister gibi. Fakat Savaş çoktan onun varlığına alışmıştı. Sadece aralarında geçen sohbetler geçmişi yad etmek ister gibiydi.

''Hoş geldin Savaş abi.'' Dedi Kaan. Savaş ona alışmıştı alışmasına da. Çokta normalleşmemişti aralarındaki muhabbet. Savaş hala ona takılırdı, Kaan ise hala Savaş'tan fazlasıyla çekinirdi.

Asya babasının göğsüne yatmış abime el kol hareketleriyle oyunlar yaparken ''Hiç hoş gelmedim.'' Dedi Savaş sert bir dille Kaan'a doğru.

Kaan oturduğu yerde dikleşti ve zorlukla yutkundu. ''Hayır olsun abi.'' Dedi içine kaçmış sesiyle. Savaş'ın bana kayan bakışları yüzümde çok uzun süre kalmadan aşağıya doğru kaydı ve açık düğmenin varlığı karşısında duraksadı, yutkundu varlığını kendisiyle birlikte bana da hatırlattı.

Birkaç saniyeliğine düzeltmiştim ama sonra çoktan unutmuştum. Bu şekilde oturamayacağımdan sebep ''Ben yeni gelmiştim. Bir üzerimi değişip geleyim.'' Diyerek ayaklandım. Savaş'ın bakışları beni takip ederken ''O araba ben yokken sendeydi biliyorum.'' Dedi Kaan'a ithafen. ''Bok götürüyor arabayı. Sen temizleyeceksin.''

''Abi Kaan'da değildi.'' Dedi Müge içine kaçmış bir sesle ben bahçeden ayrılmadan önce fakat Müge'nin ses tonu dahi yalan söylediğini ele verir gibiydi. Savaş muhtemelen inanmayacaktı.

Merdiveni çıkıp yatak odasına girdiğimde elbisenin bir iki düğmesini daha açarak yere attım ve dolabın kapaklarını açtım. Ne giysem diye bakındığım sırada kapı açıldı ve içeri Savaş girdi. Mavi düz gündelik bir elbise seçtiğimde ''Bir şey mi oldu?'' diye sordum.

Aylar sonra bu odada beraberdik. Bir cevap mı bekledim hareket mi bilmiyorum ama bir süre elimde elbiseyle sadece ona bakarak bekledim. Her an bana dokunacakmış gibi olan vücut diline sahipti. Bakışları o kadar dokunaklı, dikkatlice beni süzerken dolabında kendi kısmını açtı ve zar zor ayırdığı hatta ayıramadığı bakışlarıyla ''Bir şey yok.'' Dedi. ''Üşüdüm hırka almaya geldim.''

Aldığım cevapla yıkıldım, üstüne sinirlendim ve bir hışımla elbiseyi üzerime giydim. ''Hava sıcaktı.'' Dedim öfkeyle.

''Üşüdüm ben.'' Diye geçiştirdi ve benim peşimden o da odadan çıktı. O kadar sinirliydim ki adımlarım ondan hızlı gitse de ara ara duraksıyor hasretinden geberdiğim için bir iki adımlık mesafeyi bile kilometrelermiş gibi hissediyordum. Duyguların arafında debelendim durdum ve ritmi bozuk adımlarla sonunda tekrar bahçeye eriştim. Yerime otururken ''Kaan nerede?'' diye sormuş bulundum ki arabayı temizlediği geldi aklıma.

''Araba temizliyor.'' Dedi Müge' de gözlerini devirip imalı bir gülümsemeyle. Savaş bu imayı hiç ama hiç önemsemedi, görmemezlikten geldi.

''Ben yokken ne yaptınız babam?'' dedi Savaş elindeki hırkayı sandalyenin arkasına atarak. Üşüdüm diye hırka aldı, hiç giymedi ve sandalyenin arkasına atıp Asya'yı kucakladı.

''Ormana gittik.'' Dedi Asya gözlerini irileştirerek. Ellerini de devasa bir şekilde açıp heyecanla anlatmaya başladı. ''Dayımlarla piknik yaptık. Şelale gördük ama gidemedik.'' Dediğinde omuzları düştü. Heyecanı yarıda kesilmişti.

''Neden?'' diye sordu Savaş merakla. Eve girdiği, birbirlerini gördükleri andan itibaren hiç ayrılmamış sürekli temas halinde kalmışlardı. Dayısını bile gözü görmüyordu Asya'nın. Diğer çocuklar her akşam babalarıyla vakit geçirirken benim kızımın ömrünün yarısına tekabül edecek kadar uzun bir zaman dilimi babasından ayrı geçiyordu muhakkak ki daha da geçecekti.

Asya babasının göğsünde elini gezdirirken ''Senin gibi askerler geldi ormana.'' Dedi Asya dudak bükerek. Savaş ''Jandarma mı geldi?'' diye sorduğunda Asya başını salladı. ''Yasakmış gidemedik. Herkes gitti ama. Biz giderken geldiler biz gidemedik. Göremedim ben.''

''Beni arasaydınız babam.'' Dedi Savaş düşen yüzünü kaldırarak ''Ben gönderirdim sizi oraya.''

Asya'nın hayret edercesine olan gözleriyle Savaş bir hayli gururlanmış gözüküyordu. ''Gerçekten mi?'' diye sorduğunda ''Tabii babam.'' Dedi Savaş. ''Bu dayın götüremez tabii.'' Diye kendi egosunu okşadı. ''Ben seni her yere götürürüm.''

''Olay şimdi niye bana geldi?'' diye sordu abim. ''Çocuğun üzerinden niye bana yürüyorsun?''

''Ben sana her daim.'' Dedi Savaş abime karşı gülerek. ''Havada karada.''

Birbirlerini özledikleri o kadar belliydi ki. Hem birbirlerine laf sokuyorlar hem de çok ciddi boyutlara taşımıyorlardı.

''Gülfem'e değil bana aşıksın.'' Dedi abim. ''Ben biliyordum zaten hepte itiraf etmen iyi oldu. Şahitlerimizde var.''

''Öyle olsa hoşuna gidecek bakıyorum.'' Dedi Savaş sıcak sohbeti devam ettirerek

İnsan ister istemez gülümseyen bir surat ifadesiyle kalıyordu. ''Ben çay koymuştum.'' Dedi Müge ayaklanarak. ''Olmuştur, getireyim.''

Ne ara koymuştu? Hiç fark etmemiştim bile. ''Yok yok sen otur.'' Dedim ben ayaklanarak. ''Getiririm ben şimdi. Hem Kaan'ı da çağırayım.''

Çocuk kırk yılın başında bana gelip araba temizliyordu resmen. Önce dış kapıyı aralayıp ''Kaan...'' diye seslendim. Köpüklü arabaya su tutarken ''Hadi çayları koyuyorum gel.'' Dedim, başını sallayıp onayladı.

Ardından kapıyı aralık bırakıp mutfağa geçtim. Bardakları tepsiye dizdikten sonra çayları doldururken Savaş kapıdan içeri girdi ve hemen arkamda yer aldı. Bardakların olduğu dolaba uzanırken kalçalarımda hissettiğim kasıkları ve bana uyguladığı baskıyla ''Elimde çay var.'' Diye uyardım. ''Biraz uzaklaşırsan yanmak istemiyorum.''

''Yok sen yanmazsın.'' Dedi imalı bir tonlamayla sürtünüp geri çekilerek. ''Genel olarak yakma kısmıyla ilgileniyorsun.''

Anlamadığımı belirten bakışlarım üzerinde yer bulduğunda bir bardak suyu içip tezgâha geri koydu ve saçma sapan o bardakla ben çayları doldurana kadar oyalandı. Bu çocuksu tavırlarına gülmeden edemedim. Hem sinirli gibiydi hem de bilmiyorum işte çok tatlı geliyordu gözüme. Ben çaylarla birlikte mutfaktan çıktığımda o da çok geçmeden peşimden geldi.

Masada yine herkes yerine yerleştiğinde çayları dağıttım. ''Abi Almanya nasıl?'' Diye sordu Kaan abime dönerek. ''Yengeyle hala devam mı?''

Asya bahçenin diğer köşesinde oyuncaklarıyla oynamaya durmuşken herkes çayını yudumlamaya başladı. Abim başını salladığında ''Nerede tanıştınız siz?'' diye sordu Kaan.

Cevabı abim değilde Savaş verdi ve ''Yatakta.'' Dedi gülerek.

Abim suratını asarken ''Ne alakası var abi?'' diye sordu.

''Yalan mı?'' dedi Savaş. ''Yatakta tanıştın tabii amına koyayım.'' Asya'nın bir hayli uzakta olmasından ötürü Savaş konuşmalarını kısıtlamıyordu. ''Bu seni her gece her gece çağırmadı mı?''

Dalga geçer hali epey belirginken abim bozulmuş gibi konuyu çevirmeye çalıştı. ''O öyle değil yani. Biz birbirimizden etkilenince görüşmelerimiz sıklaştı diyelim.''

''Siktir amına koyayım.'' Dedi Savaş dolu dolu bir sesle. ''Öyle anlatmıyordun ama. Adını bile bilmediğin kadınla günlerce görüştün. Sabah paranı bıraksa meslek edinecektin Levo. Geç o işleri'' Dedi Savaş konudan bir hayli keyif alarak.

Ben abimin yatak mevzularını dinlemekten çok memnun değildim açıkçası. Abim de kızarıp bozarınca ''Evlenmeyi düşünüyor musun abi?'' diye sordu Müge.

Bak bu sorunun cevabını ben de merak ediyordum işte. Çayı iki elime alıp merakla ona bakarken ''Sanmıyorum.'' Dedi abim. ''Yani şu an için düşünmüyoruz böyle şeyler.''

''Abi ama yaşın geçiyor.'' Diye ekledi Kaan. ''Bak Asya ile ne kadar güzel anlaşıyorsun. Sen de baba olsan fena mı?''

Abimin yakalarını silkmesi ve konudan kaçmak için yer arayışını fark ederek çayı bıraktım ve kollarımı gövdesine sardım. ''Aa olmaz öyle evlilik falan. Benim çocuğum dayısız kalır o zaman. Abim çocuk yaparsa bizi iyice unutur. Zaten orada temelli kalmaya dünden razı, bir de evlilik çıkarmayın başımıza.'' Dedim sitem eder gibi.

Abim de kırk yılda bir yapacağı şeylerden birini yapıp bana sarıldı ve saçlarımın arasına öpücükler bırakırken sanki bizde kırk yılın kavuşmasını yaşamış gibiydi. ''O ayrı o ayrı be.'' Dedi yine de kapıları tamamen kapatmayarak. ''Kim alabilir benim fıstığımın yerini.''

''O cümledeki fıstık ben olmak isterdim ama.'' Dedim abimin göğsüne başımı koyarak. ''Asya'da yabancı değil neyse.''

Şakayla karışık tavrım abimle sarmaş dolaş halimizi Savaş yüzünde ifadesiz bir şekilde izliyordu. Gözlerini dahi kırpmıyor desem yeriydi. Bakışları üzerimde dalgın olarak kaldığında abim el sallayarak ''Alo daldın.'' Dedi ve Savaş belli belirsiz bir tebessüm koydu yüzüne.

Bakışları yine bizim üzerimizdeyken ''Siz kavgalı falan mısınız?'' diye sordu abim ikimize bakarak. ''Geldiğimizden beri hiç konuşmadınız neredeyse. 2 aydır görüşmeyen bir çifte göre baya soğuksunuz.''

Dışarıdan bakınca da bu kadar belirgin olduğunu bilmiyordum. Eve gelen misafirlere de bu şekilde bir gerginlik sunmak istemezdim. O yüzden ben kendimce bir adım atıp toparlamak istediğimden epey belirgin bir gülüşle hayır diyecektim ki Savaş buna izin vermeden ''Öyle aslında.'' Dedi aynı ciddi yüz ifadesiyle. ''Gülfem ile kavgalıyız. Konuşmamız gereken konular da var. Siz...'' Asya'ya doğru bakarak ''Asya'yı da alsanız.'' Dedi tekrar abime dönüp. ''Biz sonra gelip alırız onu.''

Herkes gerginliğin farkındaydı lakin Savaş'ın onaylamasıyla onlarda gerildi. Herkes çaylarını masanın üzerine bakarken Savaş'a kırgınlıkla baktım. Buna gerek yoktu. Gelen misafirlerimize sanki bu kadar büyük bir sorunmuş gibi olayı lanse etmesine gerek yoktu.

''Tabii biz gidelim de...'' dedi abim tedirginlikle. ''Kötü bir şey yok değil mi?'' Savaş'tan ziyade bana bakarak sordu sorusunu. Savaş'tan çok benim cevabımla ilgilendi. Yoktu, bence hiçbir şey yoktu ama Savaş o kadar büyütmüştü ki bu durumu kırgınlıktan ne diyeceğimi bilemediğimden başımı iki yana salladım sadece.

Abim de o hareketimi bir cevap kabul etti üstelemedi. ''Dayım.'' Dedi Asya'yı çağırarak. ''Hadi bize gidelim. Dede sana sürpriz almış.''

Asya koşar adım bize geldiğinde hem çok heyecanlıydı hem de isteksiz. ''Yaaa...'' dedi ama babasını görünce ''Ama babamlar.'' Dedi.

Bir yanı gitmek isteyip babasına hasret yanı onu burada tutarken ''Ben seni almaya geleceğim babam.'' Dedi. ''Sen git şimdi dayınla.''

Asya kararsız kalarak ikimize baktı. ''Siz ne yapacaksınız?'' diye sordu. ''Siz de bizimle gelin.'' Küçük elleri Savaş'ın elini tuttuğunda Savaş onu tutan küçük eli öptü ve ''Ben biraz evde uyuyayım babam.'' Dedi yumuşak bir sesle. ''Çok yorgun geldim ya.'' Bana baktı ve ''Dinleneyim.'' Diyerek tekrar Asya'ya çevirdi bakışlarını. ''Sonra sen gelince beraber daha çok oyun oynarız.''

Asya'yı bu cevap ikna etmiş olacak ki başka soruya gerek duymadan ''Tamam.'' Dedi ve direkt olarak abimin kucağına gitti. Ben ne diyeceğimi bile bilemedim. Kızımız dahil insanları böyle evden kovmak normal miydi? Bence değildi. Hiçbiri de bir şey diyemediğinden çıktılar bahçeden. Savaş sanki kovmamış gibi kapıdan onları uğurladığında ben salonun ortasındaydım.

Kapıyı kapattı ve iri bedenini bana döndürdüğünde kaşları çatılı, çene kasları sıkılmış ama bana yürürken gözleri dudaklarımdaydı.

''Kavga mı edeceksin , öpecek misin?'' dedim öfkeyle. ''Saatlerdir ne yapmaya çalıştığını anlayamıyorum da.''

Hiçbir şey demeden bana doğru yürüdüğünde bir anda bacaklarımdan kavradı ve beni omzuna attı. ''Daha fazlası.'' Dedi odayı dolduracak güçlü bir sesle. ''Öpeceğimde kavgada edeceğim.'' O merdivenleri omzunda benimle çıkarken ''Vücut diliyle.'' Diye eklediğinde ellerimle doğrulmaya çalıştım lakin öyle sıkı tutuyor ve hareketlerimi engelliyordu ki omzuna attığı şekilden öte gidemiyordum.

Büyük adımları merdivenleri bitirip yatak odasına geldiğinde beni yatağın üzerine fırlatır gibi bıraktı. Sırtına nasıl vurduysam ya da yalandan bilmiyorum omuzlarından oynatıp sanki acı çeker gibi bir ifadeye büründü. ''Ama ben sana o eline koluna sahip çık demiştim geldiğimde.'' Dedi.

''Ne!'' diyebildim sadece. ''Ne dediğini de ne yaptığını da anlamıyorum. İnsanları kovmak ne demek?'' Dirseklerimin üzerinde yatağa doğrulduğumda elbisemin etek ucundan tutup saliselik bir zaman diliminde üzerimden çıkardı ve iç çamaşırlı halim karşısında odayı güçlü bir ıslık sesi doldurdu.

''Her zaman...'' dedi baştan aşağıya arsız sözlerle süzerken ''Bebek gibisin.''

Azarlar gibi iltifat ediyordu resmen. Güldüm ama bu imalı bir gülümsemeydi. O da bunu fark etmiş ama hiç umursamadan ilgi çekici gerçek bir gülümseme sunmuştu bana. Ardından sırtından tuttuğu tişörtü bir hışımla çıkardığında ''Gelelim asıl meseleye.'' Deyip bana doğru yaklaştı. ''Ben sana eline koluna sahip çık demiştim.'' Bileklerimi bir araya getirdiğinde ''Savaş ne yapıyorsun?'' diye sordum.

Bileklerimi tutup beni yatağa yatırdığında bacaklarını iki yanıma açtı ve tepemde dikildi. Kaslı vücudunu görmek bile aylar sonra içimin akmasına sebep olurken tişörtünü bileklerime dolamaya başladı. ''Sen çıkamazsan ben seve seve çıkarım.'' Bileklerime birkaç kez dolanan tişörte düğüm atıldığında bileklerimi öptü nazikçe ve başımın arkasına tek eliyle sabitledi. ''Köpek gibi dolanıyorum saatlerdir peşinde.'' Konuşmaya hazır olan dilimi yutturdu yine bana. O konuştukça ben konuşmayı unutuyordum sanki. Saçma sapan mimiklerle ona bakıyordum.

Sert sesi yumuşadı ve yüzüne belli belirsiz bir gülümseme yerleşti. ''Ölüm bir nefes uzaklığında derler. Bir karış yavrum...'' dedi aramızdaki mesafeye bakıp iç çekerek. ''Tam bir karış ötemde nefes alıyorsun saatlerdir ve ben geberiyorum. Gülfem...'' dedi delirircesine. ''Yemin ederim benim için ölüm senin bir nefes uzaklığınmış.''

Burnu boynumda gezerken gözleri kapandı kısa bir an ''Aramıza bir nefeslik boşluğu bile kim soktuysa, kim sebep olduysa, kim beni delirtip seni bana kırdırdıysa hepsini bir nefeste sikeyim.'' Dudakları açlıkla boynumu istila etmeye başladığında ''Geberiyorum lan.'' Dedi yetmiyormuş gibi. ''Yanımda olup dokunamadığım her an geberiyorum.''

Parmağı göğüs oluğuma doğru kaydığında sutyenimin içinden göğsümü çıkardı ve boynumdaki dudakları aşağıya doğru kaydı. Bileğimi tutan elini bıraktığında hiç elimi bıraktığı yerden oynatma girişiminde bulunmadım. Başımın üstünde bıraktığı gibi sabit kaldım.

İki eli çıplak tenimi bel oyuntumdan itibaren yavaşça okşarken gözlerimi kapadım ve yataktan salınık olan ayaklarımı çarşafı toplaya toplaya geri doğru çektim. Bedenimi geri doğru hareket ettirirken o da benimle birlikte geliyordu. Göğsümü avuç içine alıp dudaklarının arasına aldığında ''Savaş.'' Diye inledim.

Avcunu dolduran göğüslerimin varlığını hissetmek ister gibi sıktığında ''Her şey sana ait olan her şey bana gibi Gülfem.'' Dedi. Yaklaşan regl tarihimden sebep hassas olan göğüslerim onun hareketleriyle daha da sızlıyordu ve ben dudaklarımı ısırıp küçük iniltiler bırakıyordum odaya.

Kararmaya durmuş havada oda da karanlığa bürünüyordu. Ara ara duyulan gök gürültüsü ve ufak yağmur damlaları cama çarpmaya başladı.

Göğüs ucum dudaklarının arasında yer bulduğunda dişlerinin o ucu ezişine ritimsiz nefeslerimin sesli bir şekilde göğüs oluğuma dökülmesiyle karşılık verdim. Ucunu delicesine emerken bir yandan iç çamaşırıma giden eli çıkartmadan hemen önce içine girdi ve kadınlığımın üstünde yerini aldı. İki parmağı onun için olduğunu düşündüğü o boşlukta aşağı yukarı doğru kaydı ve zaten geldiğinden beri olan o ıslaklık ona bulaştı.

Bu yatakta, onun altında kıvranmayalı hayli uzun zaman olmuştu. Göğüs ucumdaki varlığı beni titretirken daha fazlasını yaptı ve sanki her an kopacak gibi olan o ucuma uzamış sakallarını sürdü. Zaten hassasken, dudaklarıyla daha da hassaslaştırmış, dilinin ıslaklığı bile sızım sızım sızlatırken sert sakallarının ucuma batışı azap gibi geldi ve hızlı hızlı nefeslerimle ''Savaş, Savaş, Savaş.'' Dedim

''Savaş!'' diye onayladı beni garip bir şekilde. Üzerimde doğruldu. Önce kendi pantolonunu çıkardı ve karşımda tüm çıplaklığıyla kaldı, ardından altımdaki iç çamaşırını aşağıya doğru çekerek beni çıplak bıraktı. Göğüslerim sutyenin dışına çıkmış, ellerim başımın üstünde ve ikimizde çırılçıplaktık.

Üzerime doğru eğildiğinde ''Arala!'' dedi bacaklarımı işaret ederek. Kendisi bacak arama girmek istese bunu rahatlıkla yapabilirdi lakin o yine onun için onu arzu ettiğimi belirten hareketler bekliyordu. Dizlerimden kırdığım bacaklarımı araladığımda bacaklarımın arasına yerleşti ve yatağa dağılmış saçlarıma dokunmaya başladı.

Bacaklarımın arasındaki sertlik duraksadığında ''Yerini buldu.'' Dedi serseri bir gülümsemeyle. Tam girişimdeydi. Girmiyordu ama kendini bana sürtüp delirtmeyi de ihmal etmiyordu. Şakaklarımdaki saç tutamlarına ufak dokunuşlar bırakıp beni hayranlıkla izlerken ''Savaş sadece Savaş.'' Diye belirtti. ''Başka hiçbir isim sana beni hatırlatmasın. İlgini çekmesin. Sadece ben. Bana ait şeyler Gülfem...'' Göğsü göğsümü ezdiğinde alnını alnıma yasladı ve bir eli bel oyuntumu okşayarak dudaklarını dudaklarıma sürtmeye başladı.

Aralanan ve onun tadını özleyen dudaklarım hiç beklemeden ilk atağı yaptı ve onu delicesine öpmeye başladı. Bunu bekliyor olsa gerek karşılık verdiğinde oldukça yumuşak başlayan o öpücük ikimizi de sınırlarını zorlayacak noktaya getirdi.

Dişlerimizin birbirinde bıraktığı emareler, birbirine çarpması, odayı dolduran sadece bir öpüşme sesi olmuştu. Yetmedi, kanmadım, kanmadı. Onu içime katmak, hiç bırakmamak için daha öte ne olabilirse canım çıkacakmışçasına öptüm.

Başımın üstündeki ellerimi öne doğru getirdim ve kollarımın arasındaki boşluğa başını soktum. İkimizi birbirimize bağladım böylece. Kollarımın arasında ikimizde kilitli kalmıştık. Onun beni okşayarak öpüşü, yatağın farklı taraflarına sürekli olarak hareket ediyor oluşumuz ve o hareket esnasında bileğimde bağlı olan tişörtündeki kokusu ciğerlerime doldu. O ciğerlerime doldukça ben ona karşı doldum.

Bacaklarımın arasında sürtünmesine daha da devam edemedi bu üst noktalardayken. Kendini içime ittiğinde ayların hasreti son buldu sanki. İçimdeki doluluğun getirdiği rahatlamayla bedenimi ona doğru kaldırdım. Sırtımda açılan boşluğa elleri kaydığında dudaklarımdaki dişleri çeneme indi ve ''Seninle bir yaşam daha Gülfem.'' Dedi yalvarır gibi. ''Seninle benim için bambaşka bir yaşam daha.''

İçimde gitti geldi. Nefeslerim onun için arzuyla döküldü. Soluklarımı yetiştiremedim. Eliyle çenemi kavradı ve başparmağımı ağzımın içine soktuğunda dişlerimi parmağına geçirdim ama ''Gülfem.'' Diye inleyip kendini kasmaktan öte gidemedi. Sertleşti hem bedeni hem hareketleri. ''Bir köy hayatı belki.'' Dedi beni hayallere sürükleyerek. Oldukça zevkli hayallere... ''Hiçbir şeyi düşünmediğimiz. Kimsenin olmadığı. Belki çok fakir olduğumuz, ama bir sürü çocuğumuzun olduğu. Seni hiç boş bırakmadığım...'' derken eli karnımı buldu. ''Birbirimizden başka hiçbir şeyi gözümüzün görmediği... Bir yaşam daha Gülfem.'' Dedi tekrar. ''Seninle benim için bir hikâye daha. Senin tadını daha fazla alabileceğim, senin hakkını verebileceğim sadece ikimizin olduğu bir yaşam.''

Parmağı dilimin üstünde tabiri caizse dilimle sevişirken parmağını emdim ve ''Savaş.'' Dedim tükenmiş gibi. ''Sus lütfen.''

''Sürekli içinde Gülfem.'' Diyerek sürdürdü konuşmasını. ''İçinde atmayı, içine boşalmayı. Sürekli seninle bütün olaymayı hayal ediyorum ben hep.'' En dibime ulaştığında belimden kavrayarak beni yükseltti ve mümkünmüş gibi daha da içimde hissettim. ''Çok daha fazlasını hak ediyorsun. Sana yeten bu değil. Sen çoktan...'' dedi kendine kızar gibi. ''Çoktan bu darlığı kaybetmiş olmalıydın. Ben seninle yeterince ilgilenemiyorum ve bu beni daha da delirtiyor.''

Kendini yetersiz görüşünü ilk kez böylesine açıkça ortaya sererken ''Sen bana yetiyorsun.'' Dedim hiç şüphe duymadım. ''Ben dahasını istemezdim. Olanla yetinmeyi, olanın fazlasıyla yettiğini seninle öğrendim. Böylesi çok daha zevkli, çok daha istekli. Sadece seks değil bizim aramızdaki. Başka bir boyut, başka bir teslimiyet. Benim sana olan teslimiyetim, bağlılığım bunlardan çok daha ötesi.''

Sessizlik oluştu birkaç saniye fakat o sessizliği de birleşmemizden çıkan o ses doldurdu. Şiddetli bir gök gürültüsüyle birlikte Savaş'ın "Gülfem." Diye inleyişi birbirine karıştı. Bardaktan boşalırcasına yağan yağmur sanki üzerimize yağıyormuş gibi terden sırılsıklam olduk. Yağmur damlaları camda, teri terime karışarak tenimde bir yol çizdi.

Kısa bir an içimden çıktığında beni ters çevirdi. Yüzüm yatakla birleştiğinde belimden tutup beni kaldırdı ve dizlerimden kırıp dirseklerimin üzerinde pozisyon aldım.

Ensemdeki ıslak dili belime doğru bir yol çizerken başımı geri doğru attım. Tam kalçamın altında ''Yavrum...'' dedi boğuk bir sesle. ''Ben seninle ne yapacağım?''

''Ne yapmak istiyorsan.'' Dedim keyifle. Başımı kendi boynuma yatırdığımda yüzümde şuh bir gülümseme vardı. Saçlarımı ellerine doladı ve saç diplerimde parmak uçlarının baskısını hissettim. Benim ıslaklığımı kendine yaydığında ''Sana karşı doyumsuzluğumun son noktası kızımı o lavukla yollamak oldu.'' Dedi içime girmeden hemen önce.

Saçlarım avucunun içindeyken ''sikeyim.'' Dedi kendinden geçmiş gibi. ''Çok bile dayanıyorum şu haline yemin ederim. Kendimi sıkmaktan iflahım kurudu.''

Onun içimde kaymaları benim ıslaklığımı daha da arttırıyor ama bacaklarımı aralamama izin vermediğinden o darlığı ve onun zorlamalarını fazlasıyla hissediyordum. ''Lavuk dediğin kızımızın dayısı.'' Dedim hafif bir tebessümle.

''Benim kızım.'' Dedi. ''Senin kızın.'' Diye onayladım. Ardından kıkırdayarak ''Kıskanç.'' Diye ekledim.

İçimden bedenini çıkarmadan üzerime eğildi kulak mememi dudaklarının arasına alırken ''Sen de benimsin.'' Diye ekledi inatlaşır gibi.

''Öyle.'' Diye karşılık verdiğimde dizlerim titriyordu ve ben yatağa bedenimi sermemek için zor duruyordum.

''Gülfem, Gülfem, Gülfem.'' Diye inledi. Dudaklarını boynuma geçirdi. Odayı ikimizin ağzından çıkan inlemeler doldurduğunda telefon çaldı, sonra bir daha çaldı, bir daha çaldı. Yağmur yağdı, dindi, tekrar başladı. Saatler saatleri kovaladı, biz çeşitli bahanelere sığınıp gidiş saatimizi erteledik durduk. Tek bir bedende saatlerce doymak istercesine ama doyamadan geçen vakitle birlikte birbirimizi tükettik. Tükendiğimiz yerden aynı aşkla aynı istekle birbirimizde yeniden birzaman yarattık. Başka bir zaman diliminde yeni bir hikaye mümkün olmasa da biz kendi zamanımızda kendi hikayemizde birbirimizi dağıttık, toparladık, seviştik,savaştık ama sonunu yine birlikte tamamladık.

..

Bölüm Sonu

..

Divane'de tekrar kavuşmak, Lahza'da da sık sık buluşmak dileğiyle. Ben instagramdayım sizi de bekler ve çokça öperim.

İnstagram: humeyraao

Continue Reading

You'll Also Like

1.7M 54K 39
Üzerime doğru yürümeye devam etti. Gelip tam karşımda durdu. Gözünü kırpmadan yüzümü inceliyordu. Gözlerini gözlerime dikti. Soru dolu bakışlarla y...
5.5M 292K 30
!Acemi bir dille yazılmıştır! Sarhoş olduğu gece bir adamla birlikte olan Kayra, sabah uyandığında kendini tanımadığı bir adamla bulur. Evden apar t...
806K 15.8K 21
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...
1.3M 78.1K 48
Hale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki.