KARANLIK ŞEHİR

By gaslann

904K 35.2K 4.9K

Bir mafya hikayesi... YAYINLANMA TARİHİ: Şubat 2021 © HER HAKKI SAKLIDIR © More

❤❤
TANITIM
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM 'CEM'
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM 'HAKAN'
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50. BÖLÜM
51. BÖLÜM
52. BÖLÜM
53. BÖLÜM
54. BÖLÜM
55. BÖLÜM
56. BÖLÜM
57. BÖLÜM
58. BÖLÜM
59. BÖLÜM
60. BÖLÜM
61. BÖLÜM
62. BÖLÜM
63. BÖLÜM
64. BÖLÜM
65. BÖLÜM
66. BÖLÜM
67. BÖLÜM
68. BÖLÜM
69. BÖLÜM
70. BÖLÜM
71. BÖLÜM
72. BÖLÜM
73. BÖLÜM
74. BÖLÜM 'ALİ'
75. BÖLÜM
76. BÖLÜM
77. BÖLÜM
78. BÖLÜM ♦ I. KİTAP SONU
'KAYIP I'
79. BÖLÜM
80.BÖLÜM
81. Bölüm
82. BÖLÜM
83. BÖLÜM
84. BÖLÜM
85. BÖLÜM
86. BÖLÜM
87. BÖLÜM
88.BÖLÜM
89. BÖLÜM

'KAYIP II'

1.8K 133 83
By gaslann


İyi okumalar...

^^

O sabah alnımda iki ter damlası konuşacak
Yorgun olarak öldüğüme dair (...)

- demiş ya Orhan Veli, Ezgi gittiğinden beri, halim bundan ne eksik ne fazla. Sadece nefes alan bir ölüyüm. Ezgi gitti, ben bittim. Bu kadar basit. Ve kimse bunun farkında değil. Dışarıdan bakıldığında, İstanbul'a nefes aldırmayan bir adam var. Sevdiğini, karısını, kalbini arayan bir adam. Bulana kadar da asla durmayacak o adam.

İki aydır ne gözümde uyku, ne damağımda tat, ne bacaklarımda takat kaldı. Bu karanlık şehri alt üst ettim de, ondan geriye hiç bir iz bulamadım. Gücümün yettiği, elimin uzandığı yerlere kadar baktım. Ezgi'den bir haber alamadım. Yüreğimin yangınını hangi dille, hangi kelimelerle ifade edebilirim bilmiyorum.

Aklıma tonlarca düşünce geliyor. Aç mı diyorum mesela, üşüyor mu, güzelce uyuyor mu? Hala kabus görüyor mu? Hastalığı devam ediyor mu? Ne halde, nasıl hiç bir şey bilmiyorum. 28 yıllık hayatımda hiç bu kadar aciz ve güçsüz hissetmemiştim kendimi.

"Abi, bir saate başlayacakmış toplantı. Etrafta kuş uçurtmuyorlar. Bizim adamlar da hazır bekliyorlar. Ters bir durum olduğunda haber verecekler" diyen Adem'e döndüm. Bir otel odasında, tekli koltuğa oturmuş, koltuğun koçağından aşağı doğru sarkıttığım elimdeki içki bardağından acı içkiyi yudumluyordum.

Ezgi şimdi burada olsa, beni bu halde görse çok kızardı. Çoğu kez, zararlı olduğundan dem vurduğu içki ve sigarayı hayatımdan çıkarmıştım. O varken, onlara ihtiyaç bile duymuyordum. Ama şimdi yanımda değil ve ben onun yanımda olmayışını unutmaya çalışıyorum. Bir saniye olsun olanların aklımdan gitmesini, eskisi gibi yanımda olduğunu hissetmek istiyorum. Sadece bir saniye. İçtiğim bu acı suyun bunu sağlamasını umuyorum. Ama imkansız. Hiç bir şey, olanları ve onu bir saniye bile unutturamaz. Unutturamıyor.

"Kendilerini sakın belli etmesinler. Toplantıya kadar burada olduğumuzu öğrenmemeleri gerekiyor Adem. Dikkatli olun. Hata istemiyorum" dediğimde bardağı sehpanın üzerine koyup sırtımı dikleştirdim. Ne kadar süredir burada böyle oturduğumdan haberim yoktu. Ezgi'yi düşlerken zaman kavramım yok oluyordu hep. Alışmıştım.

Bir saat sonra, bambaşka bir insan olarak çıkacaktım o toplantıdan. Ne kadar inkar etsem de, ne kadar dirensem de yolum yine babamın yoluna çıktı. O toplantıda mafya patronlarının başına geçmek için hamle yapacağım. Herkesten gizli, görünmeden duyulmadan o toplantıya girecek, elimde tuttuğum anahtarla lider olacağım. Ezgi'yi bulabilmemin tek yolu bu. Onu bulmak için kendimden vazgeçeceğim.

Kendimden vazgeçeli çok oldu aslında. Ezgi'nin kaybolduğu gün ben de kayboldum. Aynada gördüğüm adam Hakan değil. Murat'a benzeyen bir adam. Onun gibi bakan, onun gibi kokan. En büyük korkum Ezgi'yi bulduğum zaman, onu tekrar yanıma aldığım zaman, beni bu halimle kabul edecek mi? Elleri kanlı bir adamı yine sevmeye devam edecek mi?

Ezgi'yi kaybettiğim gün, üzerime ilk Özlem denen kadının kan kokusu sindi. Bundan rahatsız olmam gerekirken, yapmam gerekeni yaptığım için hiç bir pişmanlık yaşamadım. Bu bile benim kendimden uzaklaştığımın bir göstergesi. Ezgi'nin sevip aşık olduğu Hakan değilim artık. Daha kötülerini yapacağımı biliyordum. Yaptım da.

Özlem'i öldürdükten sonra, depoyu adamlara emanet edip çıkmıştım. Dönen başım yüzünden sarsak attığım adımlarımı önemsemedim o an. Sarhoş olmuş gibiydim. Göz bebeklerim sabit durmuyordu. Bir değişimin içindeydim. Kötü bir değişim, ve bunu engelleyecek tek kişi Ezgi'ydi. Bana bir kez sarılsa, o mis kokusunu içime çeksem her şey düzelecekti. Ve ben yaptığım bütün hataları telafi edecek, onu bir daha asla yanımdan ayırmayacaktım.

Cem ile olan işim bitmemişti. Onu yaşatan haini bulmam için, biraz daha nefes alması gerekiyordu. Serdar'ın yaptırdığı açıktı. Özlem ile birlikte çalışıyor olması ve Nil'in adının geçmesi bunu gösteriyordu. Ama yine de içimde anlamlandıramadığım kuşkular dolaşıyordu. Bu iş Serdar'ın işi gibi gözükse de, farklı şeyler olduğunu hissedebiliyordum. Bütün bunların cevabı da Cem'de saklıydı.

Çalan telefona cevap verdiğimde Adem'in tok sesi arabada yankılandı. Yorgundu. Kendi elleriyle yetiştirdiği adamları kaybetmişti bu gece. Dostu da ameliyattaydı. O da bu kayıplarından dolayı Ezgi'yi suçluyor muydu?

"Abi sana bu haberleri vermek istemezdim ama işim bu. Kusuruma bakma, beni affet. Fadime Teyze'yi kaybettik. Hastane morguna kaldırıldı. Yusuf ameliyatta. Doktorlar hayati riskinin devam ettiğini söylediler. Bizden beş kişi hayatını kaybetti. Yirmi de yaralımız var" derken sonlara doğru titreyen sesi yüreğimi acıttı. Ne kadar işini yaptığını söylese de, bundan hoşlanmadığı açıktı.

Bir süre konuşmadan kendimi toparlamaya çalıştım. Konuşursam benim de sesim titreyecekti. Ama titrememesi gerekiyordu. Şimdi benim güçlü durmam gerekiyordu. Dağınıklığı benim toplamam gerekiyordu. İçimdeki dağınıklığı önemsemeden, diğerlerini toparlamam lazımdı.

"Tamam Adem, dikkatli olun. " dedikten sonra bir ara verip zorlukla yutkundum. "Ezgi'den haber var mı?" diye sordum. Sesim içime kaçmıştı sanki.

"Yok abi, herkese haber verdik. Bütün adamlar yengeyi bulmak için çalışıyor. Kameralar, araçlar her şey aranıyor. Ama henüz bir iz bulamadık" dediğinde yüreğimdeki acı daha da şiddetlendi. Umutsuzluk tüm bedenimi kapladı.

"Bir şey olursa haber ver hemen" deyip telefonu kapattım. Nemlenen gözlerim görüş açımı iyice zorlarken, arabayı sağa çektim. Tüm camları açtım ama fayda etmedi. Arabadan inip soğuk, keskin havayı içime çektim. 'Ya hiç bulamazsan' dedi içimden bir ses. Daha çok boğuldum. Dizlerimin dermanı tükendiğinde, soğuk zemine düştüm. Üşüdüm. Titreyen bedenimi engellemek için kollarımı bedenime doladığımda, sırtımı arabaya yasladım. Ne kadar o soğuk yerde o vaziyette oturdum bilmiyorum. Beni dibe çeken iç sesim, beynimde yankılanmaya devam ederken, kulaklarımın çınlaması iyice artıyordu.

"İyi misiniz?" diye bir ses duydum. Başımı yerden kaldırıp karşımdakine baktığımda daha fazlası mümkünmüş gibi kaşlarımı çatıp, kıstığım gözlerle karşımdaki kadını izledim bir süre. Gerçek miydi?

"Ezgi" diye mırıldandığımda şaşkınlığım sesime yansımıştı. Hemen ayağa kalkıp, iki büyük adımda yanına gittiğimde, ayakta nasıl durduğuma şaşırıyordum. Buz donmuş ellerimi yanaklarına yerleştirdiğimde, onun benden sıcak olduğunu fark ettim.

"Üşümemişsin" dedim şaşkınlıkla gülerek. Bakışlarımı yüzünün her noktasında gezdirdim. "Sensin gerçekten değil mi?" diye sordum. İnanamıyordum. Yıllardır onu görmemişim gibi hissediyordum. Onu kendime çekip sarılmak istedim. Ama buna izin vermedi. Aksi gibi ellerimden kurtulup iki adım geri gitti. Heyecandan gülen yüzüm, birden donuklaştı.

"Biriyle karıştırdınız sanırım" diye bir ses geldiğinde, kulağıma dolan ses, duymak için gerekirse canımı vereceğim ses değildi. İyice kıstığım gözlerimle yüzüne baktığımda, yüzü de artık Ezgi'nin yüzü değildi. Tamamen yabancı bir kadındı karşımdaki.

"Yardım çağırabilirim isterseniz" dedi tekrar konuşup. Ben ise olanları sanki kendi gözümle görmemişim gibi, emin olmak için çevreye bir bakış attım. Ezgi yanımdaydı az önce. Buralarda bir yerlerde olmalı diye geçiriyordum içimden. Ama hepsi aklımın bana bir oyunuydu. O kadar özlem doluydum ki ona karşı, nereye baksam onu görecektim o an.

"Sizi böyle yerde görünce rahatsızlandınız sandım. İyiyseniz ben gideyim" diyen kadın çekingen bir şekilde benden uzakta duruyordu. Yardım etmek istiyor, ama her nasıl gözüküyorsam korkudan yaklaşamıyordu. Delirmiş gibiydim.

Ona cevap vermeden, başımı iki yana salladım. Kendime gelmeye çalıştım. Üzerimdeki sarhoşluk halini geçiştirmeye çalıştım. Dönen başım ve beynimin içinde yankılanan sesler kendime gelmemi engelliyordu. Bana korku dolu gözlerle bakan kadını orada bırakıp hızlıca arabaya binerek, oradan uzaklaştım.

Evlerin olduğu arazinin içinde ilerlerken, Kerem'in evini es geçip, kendi evimize gittim. Arabayı park edip indiğimde, adımlarım duraksadı. Onun olmadığı bir eve nasıl girecektim? Bununla nasıl başa çıkacaktım ben?

"Hoş geldin abi" diye bir ses duyduğumda evden bakışlarımı ayırıp, ardıma baktım. Gelen Adem'di.

"Hoş bulduk" dedim tok sesle. Güçlü durmam lazım diyerek kendime telkinler veriyordum. Ezgi'den öğrenmiştim bunu. O her şeyle tek başına savaşmıştı. Ben de yapabilirdim. Onu bulana kadar gücümü kaybetmemeliydim. Onu bulduğumda düşsem de sorun olmazdı. O beni kaldırırdı. Sadece o zamana kadar sabretmeliydim.

"Abi, şirkete uğradım gelirken. Burası kadar hasar yok. Girmeye çalışmış şerefsizler ama, girememişler. Çift yönlü güvenlik sistemi devreye girmiş. Kaybımız da yok orada." dedi. Onu başımla onaylarken, onun bakışları kıyafetlerimde gezindi bir süre. Toz toprak içinde kalmıştım.

"Abi sen duş alıp, kıyafet değiştireceksen seni tutmayım. Buralar biz de aklın kalmasın." dediğinde tekrar bakışlarımı eve çevirdim. Ama oraya girmek iyi bir fikir değildi. 

"Sen birilerini gönder, bana gömlek falan alsınlar. Kerem'e geçiyorum ben" deyip yürümeye başladım. İçimden nemlenen gözlerime sövüyordum.

"Ben de geleyim abi." diyen Adem koşarak bana yetişmeye çalışıyordu. Yol tertemizdi. Bir kaç saat önce burada küçük bir savaş yaşanmamış, en büyük kaybımı vermemişim gibi, tertemizdi. Rüyaydı sanki olanlar, kabus.

Kerem'in evine yaklaştığımda kulağıma gelen bir sesle adımlarım duraksadı. Adem de benimle birlikte durduğunda, iki korumanın kendi aralarında konuştuğunu fark ettim. Bizi görmüyorlardı.

"Bir kadın yüzünden ne hale geldik. Darmadağın olduk." dedi birisi.

"Yenge dedik lan bir de. Nasıl da kandırmış. Kerem abiyi düşünemiyorum bile. Bir sürü arkadaşımız öldü, yaralandı." diyen diğerinin sesi bize ulaştığında onlara doğru hareketlenen Adem'in bileğinden tutup, durmasını sağladım. Ne kadar ileri gideceklerdi dinlemek istedim. 

"İntikamımı aldım demiş mesajla. Bilerek sızmış abinin yanına. Böyle kahpelik görmedim ben" dediğini duyduğumda gözlerimi sımsıkı kapattım. Adem'in bileğini ne kadar sıktığımın farkında değildim. Ta ki, onun dudaklarının arasından kaçırdığı inleme sesini duyana kadar. Hemen bileğini bırakıp, adamların olduğu yere doğru yürümeye devam ettim.

Bizim geldiğimizi gördüklerinde birden susup, birbirlerine kısa bakışlar attılar. Tam önlerinde durduğumda "Adem" diye seslendim. Adem arkamda olmasına rağmen, sesimi bilerek yüksek tuttum.

"Buyur abi" dediğinde onun da sesindeki öfkeyi hissedebildim..

"Bir daha bu puştları burada görmeyeceğim" dedikten sonra, hiçbir şey duymamışım gibi, bir elim cebimde yürümeye devam ettim. Güçlü gözükmeye çalışıyordum. İki tane şerefsizin dedikleri umurumda değilmiş gibi göstermeye çalışıyordum. Ama düşmüş omuzlarımı ne kadar dikleştirmeye çalışsam da işe yaramıyordu. Yıkılmıştım zaten. Buna rağmen, herkes daha da yıkılmam için çabalıyordu sanki. En zorunu yaşamamıştım bile daha. Kerem'in vereceği tepki, hepsinin üstünde olacaktı.

Evden içeri girdiğimde, Kerem'in koltukta oturduğunu gördüm. Dirseklerini dizlerine yaslamış, elleriyle yüzünü kapatmış bir şekilde duruyordu. Aylin'de yanında oturuyordu. Yapacak hiçbir şey yoktu. Gidenler gitmişti. Sadece izlemek kalmıştı gidenlerin ardından. 

"Oğlum" diye seslendiğinde annemin de burada olduğunu yeni fark ettim. Hızlıca yanıma gelip sarıldığında, hıçkırarak ağlamaya başladı.

"Neler olmuş böyle. Korkunç. Fadime gitmiş. Beni, bizi bırakıp gitmiş" dediğinde ağlaması iyice şiddetlendi. Onu omuzlarından tutup bedenimden ayırdığımda yüzüne baktım. Ağlamaktan şişmiş gözlerini görünce içim acıdı. Onu teselli edecek cümlelerim de yoktu. Kendime hayrım yokken, bu kadar insanla nasıl baş edecektim ben. 

Kerem ellerini yüzünden ayırmış bize bakıyordu şimdi. Üzgündü ama öfkesi de açıkça seçilebiliyordu ifadesinden.

"Ezgi yapmış hepsini doğru mu?" diye sordu annem bu sefer de. Bir süre bakışları Kerem'e değdi, sonrasında tamamen bana döndü.

"Yok öyle bir şey." dedim dişlerimin arasından. Ben gelmeden önce burada Ezgi'min hakkında ileri geri konuşulduğunu anlamam zor değildi. Kerem'in histerik kahkahası odada yankılandığında bakışlarımı ona çevirdim.

"Öyle bir şey yok tabii Arzu anne. Hatta hiç bir şey olmadı. Annem ölmedi, çatışmalar yaşanmadı. Her şey güllük gülistanlık" diye bağırırken hırsla ayağa kalktı. Aylin de ayağa kalktığında korkudan bir kaç adım geri gitmek zorunda kaldı.

"Kerem, bunları sakinleştiğinde konuşuruz. Yeri ve zamanı değil" dediğimde sıkmaktan çenem kasılmaya başlamıştı. Kendimi zor tutuyordum. Acımasız olmaya karar vermişken, bunu kardeşim bellediğim adamın üzerinde denemeye niyetim yoktu. Ama beni zorluyordu.

"Tam zamanı Hakan. Annem yok artık. Benden sakinleşmemi falan bekleme. Senin güvenli dediğin bu yerde öldü annem. Senin sevdiğin kadın yüzünden. Annemin adını ağzından bir an düşürmediği gelini yüzünden. Fadime yok. Gitti. Şimdi her şeyin tam yeri ve zamanı" deyip irice açtığı gözlerini gözlerime dikti. O kadar sinirliydi ki, bağırırken alnında damarlar belirmiş, yüzü kıpkırmızı kesilmişti.

"Cem yaşıyormuş" dedim sakince. Kerem'in bu haline karşı kendimi kaybetmemiş, güçlü durmayı başarmıştım. Ezgi'den emindim. En azından onu bulana kadar hakkında ne kadar konuşulursa konuşulsun hiç birisine inanmayacaktım. Gerçekten böyle bir şey yapmışsa, maskeli adam her kimse onunla bir iş birliği içindeyse, bunu ondan duyana kadar kimseye inanmayacaktım.

Kerem'in öfkeli ifadesi bir anda dağıldı. Yerini şaşkınlığa bırakırken ben konuşmaya devam ettim. "Özlem'le birlikte planlamışlar. " dediğimde şaşkınlığı daha da arttı.

"Özlem mi?" diye sordu. Daha çok kendi kendine soruyormuş gibiydi. "Onu ben araştırdım. Yetmedi, sen de baktın. Her şeyine kadar didik didik ettik. Doktordu. Her şeyi normaldi. Cem'le ne alakası olabilir?" dediğinde duyduklarına inanmak istemiyor gibiydi.

"Nil" dedim sadece. Onun adını duyması yeterliydi. Bütün araştırmalarımızın önünü tıkaması Nil için zor değildi. Şimdi duyduklarının hepsi mantıklı bir hal almıştı. Öfkesi yerini şaşkınlığa bırakmıştı. Birden çok duyguyu aynı anda yaşıyordu. 

"Neredeler peki? Yani Ezgi'yi de alıp gittiler mi?" diye sorduğunda bir süre şaşkın ifadesinde göz gezdirdim. Annem ve Aylin'de tüm dikkatlerini aramızdaki konuşmaya vermişlerdi. Ses bile çıkaramıyorlar, sadece bizi dinliyorlardı.

"Giderken kaza geçirmişler" diye anlatmaya başladığımda sözümü kesen Aylin'in iç çekmesi oldu. Yanıma kadar gelip o soruyu sordu.

"Ezgi nasıl, iyi mi?" Bu sorunun cevabını bilmek için neler vermezdim. Ama bilmiyordum. Kahretsin. İyi mi, yaralı mı, aç mı, üşüyor mu? Hiç bir bok bilmiyordum. 

"Bilmiyorum. Ezgi onların yanında değildi. Maskeli birileri gelip almış onu oradan. Özlem ve Cem'i aldık biz sadece. Özlem öldü. Cem kaldı elimizde" dedim bir çırpıda. Olanları tekrar etmek canımı sıkmıştı. Cem'in hala nefes alıyor olması gibi.

"Ama oğlum, gelinim ..." diye konuşmaya başlayan annemin sözünü sertçe açılan bahçe kapısının sesi kesti. Kerem ve ben öne atıldığımızda elimi belime yerleştirdim. Aylin ve annemi arkamıza almıştık. Yabancı birinin girmesi imkansızdı. Ama yine de diken üstündeydik hepimiz.

Sonra evin kapısı açıldı ve gelen kişiyi görmemle yüzümde keskin bir acı hissetmem bir oldu. Geriye doğru yalpalandığımda, annem beni tutmaya çalıştı.

"Ali ne yapıyorsun sen?" diye bağırdı annem. Bir yandan da bana endişeli gözlerle bakıyordu. Ama Ali'nin annemi duyduğundan bile emin değildim. Tekrar üzerime doğru yürüdüğünde bu sefer araya Kerem girdi. Onu zorla da olsa tutmayı başardığında Ali, bedeni yerine sözleriyle bana ulaşmaya çalıştı bu sefer. 

"Nerede Ezgi? Böyle mi koruyacaktın onu? Bunun için mi vazgeçtim ben? Ne yaptın lan sen?" diye bağırmaya başladı. Hiç bir tepki vermeden onu izledim. Kerem'in aradan çekilmesini, kalbimdeki acıyı hissedemeyecek kadar dayak yemeyi istedim. Nitekim öyle de oldu. Kerem'in gücü Ali'yi tutmaya yetmedi. Bir yumruk daha yediğimde nedense bu acı hoşuma gitmişti. Sonra bir yumruk daha. Ali delirmiş gibi üzerime geliyor, her defasında da acımazdan bana vuruyordu. Haklıydı. Koruyamamıştım. Ona hastanede dediklerimi yapamamıştım. 'Korurum, severim, incitmem. Sen çekil aradan' demiştim. Hiç birinde başarılı olamadım.

"Karşılık ver lan" diye bağırdığında, parkenin üzerinde sırt üstü yatıyordum. Yakamdan tutup beni kaldırmaya çalışıyordu ama ben hiç tepki vermiyordum. Ölmüştüm ben. Buraya kadardı. Güçlü Hakan buraya kadardı. Gözümün önüne Ezgi geldi o an. O güzel gülümsemesiyle, bana bakıyordu ışıl ışıl. Gözümün kenarından yanağıma doğru bir yaş süzüldü. Derin bir iç çektim. Hala yaşayabildiğime, hala nefes alabildiğime şaşırdım.

Sonra o sesi duydum. Kulağıma fısıldanan, beni hayata döndüren o sesi. " Senden önce Ezgi'yi bulursam, bu sefer sana bırakmam. Sen burada ağlayadur, Ezgi'yi ben bulacağım" dedi. Ali'ydi. İşte bu benim tekrar hayata dönüşüm oldu. Tekrar kanımın vücudumda aktığını hissettiğim andı. Öfkemin tüm bedenimi ele geçirdiği an. Ezgi'nin tek bir yeri vardı. O da benim yanımdı.

Ali son sözünü kulağıma fısıldadıktan sonra beni orada bırakıp gittiğinde, bambaşka bir Hakan bırakmıştı geride. Ve şimdi o Hakan, Ezgi'yi bulmak için daha da derinlere ilerleyecekti.

Otel koridorunda yürürken, Adem bir adım gerimde beni takip ediyordu. Kulakları sağır edecek kadar sessizdi ortalık. Üzerindeki beyaz gömleğin yakasını biraz gevşetip derin bir nefes aldım. Gergin değildim. Bu gece her şey benim olacaktı. Ya olacaktı, ya da ölecektim.

"Hazır mı her şey?" diye sordum Adem'e doğru. "Hazır abi" diye yanıt verdiğinde, daha fazla beklememe gerek yoktu. Saat gelmişti. Bu karanlık şehri tüm kötülükleriyle ele geçirme zamanıydı.

Büyük iki kanatlı kapıyı açtığımda çıkan gürültü, masa da bulunan mafya patronlarının hepsinin bana bakmasına neden oldu. Tam yirmi dört mafya babası vardı burada. İçlerinden en güçlüleri Serdar, Murat ve Ümit en baş köşeye oturmuşlardı. Beni gördüğüne en çok şaşıran Serdar olmuştu. Her yerde beni aramasına rağmen, bir iz bulamamış olması onu iyice çileden çıkarmıştı. Haberlerini alıyordum. 

"Sen nasıl girebildin buraya" diye bağırıp ayağa kalktığında telefonundan bir tuşa basmayı da ihmal etmedi. Adamları her yerdeydi. Anahtarın sahibi olmasa da, tüm şehirler onun hizmetindeydi. Buna son verecek tek kişi de bendim.

Ben daha cevap veremeden sürüsüyle silahlı adam içeri girdiğinde, birisi de benim başıma silah dayadı. Harun. Ezgi'nin o terk edilmiş kulübede korkunç şeyler yaşamasının sebebi olan Harun. Acımadan, gözlerimin içine baka baka bacağından vuran Harun. Cem'le olan sert sohbetlerimizde beklediğimden daha fazlasını öğrenmiştim. 

Sessizce kenardan olanları izleyen babama baktım göz ucuyla. Başına silah dayanan oğlu değilmiş gibi rahat bir şekilde duruyordu.

"Harun bekle" dedi Serdar. Sonra ağır adımlarla yanıma kadar yaklaştı. "Yaptıklarından sonra yanıma gelebilecek kadar cesursun demek" dediğinde yüzüme o kadar yakınlaşmıştı ki, içki ve sigara kokusunun sindiği nefesi midemi bulandırmıştı.

O geceden sonra tek kayıp veren ben olmamıştım. Serdar'ın biricik kızı Nil'i, kendi ellerimle olmasa da öldürmüştüm. İçkisine normalden fazla doz uyuşturucu ekletince, sabahına kızının cenazesini bulmuştu. Başka çocukları zehirlerken, Amerikalara kaçırdığı kızı da, babasının zehrini tatmıştı. Özellikle Serdar'ın sattığı uyuşturucuyu kullanmaları için talimat vermiştim. Ünlü iş adamı Serdar Erkmen'in kızı aşırı dozdan hayatını kaybetmişti bir gecede. Ve bunu Serdar Erkmen ona bizzat yolladığım mektupla öğrenmişti. 

"Ben bir şey yapmadım, biliyorsun. Zehirlediğin çocukların arasına karışmış kızın" dediğimde gözlerimi gözlerinden bir an olsun çekmedim. Ve onun öfkelenmesini keyifle izledim. Ellerim cebimde gayet rahat duruyordum. O gece düşen omzum artık dimdikti. Başıma gelebilecek en kötü şey gelmişti zaten. Artık beni sadece bedenen bir ölüm yıkardı. Ondan da korktuğum yoktu.

Öfkesinin sönmesine izin vermeden Adem'e daha önceden anlaştığımız işareti yaptım. Saniyeler sonrasında da, otel odasının camları teker teker açıldı ve içeri bizim adamlar girdi. Bu sahneyi bir aydır planlıyordum. Odada ne kadar çalışan varsa hepsi bizdendi. İşleri sadece camı açmaktı. Diğerleri , yirmi beşinci kattaki bu odaya çatıdan iplerle inip, açılmış olan pencerelerden giriş yapacaklardı. Hiç bir sorun yoktu. Her şey planlarım dahilinde ilerliyordu.

Odada masalarda oturan yirmi dört patron haricinde ayakta olan herkes birbirine silah doğrultmuştu. Ters bir harekette bu odada sağ çıkan olmazdı. Herkes bunun farkında gerginlikle olacakları bekliyorlardı.

"Serdar, kişisel meselelerinizi çözeceğiniz yer değil burası. Adamlarını geri çek" diyen Ümit'in sesini duyduğumda bakışlarımı Serdar'dan çekip ona çevirdim. Belli belirsiz bana gülümsediğinde, neden böyle yaptığını anlamamıştım. Babam bile kılını kıpırdatmazken, Ümit benim için işleri kolaylaştırıyordu.

Serdar başıyla adamlarına işaret ettiğinde, kafama dayalı silahta dahil, hepsi geri çekildi. İşlerin bu kadar kolay olacağını düşünmemiştim. Ümit'in daha farklı bir ağırlığı vardı ama bunun nedenini bilmiyordum. 

" Yeri değil haklısın. Ama sandığı açtığımda, sen de dahil hiç kimse, bu şerefsizi öldürmemi engelleyemeyecek Ümit" derken, tekrar baş köşedeki yerine kuruldu. Anahtarın onda olduğunu zannediyordu. O gece evimizden aldığı anahtar sahteydi. Bir sürü sahte anahtar vardı. Ankara ve İstanbul'da benimle alakalı çeşitli mekanlara yerleştirmiştim. Hiç bir zaman gerçek olanı bulamayacaktı.  Bunu birazdan kendisi de anlayacaktı. Yüzündeki o kibir dolu sırıtma yok olacaktı. 

"Neden geldin Hakan" dedi Ümit tekrar konuşurken. Serdar'ın tehdidini ben gibi o da önemsememişti. 

"Sandık için" dedim. İçeride çalışan adamlarımızdan biri bana bir sandalye ayarladığında masadaki yerime oturdum. Şimdilik masanın başından uzaktım ama bu geceden sonra, Serdar'ın oturduğu yer benim olacaktı. 

Serdar'ın sandık kelimesini duyduğunda biraz gerildiğini anlamak zor olmadı. Yüz ifadesi değişirken, yanına çağırdığı Harun'a bir şeyler söylüyordu. 

Sonra elinde büyük altın işlemeleri olan kasa ile bir adam içeri girdi. Herkes pür dikkat sandığa benzeyen kasaya bakıyordu. Kasa, u tipi yerleştirilmiş masaların en ortasına konduğunda, Ümit tekrar konuşmaya başladı. 

"İki kişi, sandığı açmaya çalışacak.  Başaran yıllar sonra liderimiz olacak" dediğinde sözünü kesip ben konuşmaya başladım. 

"Bunu ilk Serdar Bey denesin." dedim gülerek. Serdar tedirgindi. Bir şeylerin ters gittiğini düşünüyordu ama elindeki sahte anahtara da bir o kadar güveniyordu. Gerçeğini görmüştü ve elindeki ayırt edilemeyecek kadar benziyordu. Ama yanlış şeye güvendiğini birazdan anlayacaktı. 

"Seni boşuna yormayalım Hakan, haklısın. Öleceksin. Kıyağım olsun. " dediğinde Harun'a başıyla işaret verdi. Harun cebinden dikkatlice çıkardığı yüzüğü kasanın başında bekleyen adama uzattığında, adam şaşkınlıkla Harun'a bakıyordu. 

"Alsana lan" diye bağırdığında, görevli yüzüğü aldı. Taşını elindeki kerpetenle çıkardı. Ve bu kadar. İçi boştu. Masadaki herkese gösterdiğinde, ben hariç herkes yüzüğe bakıyordu. Ben ise Serdar'a. 

" Ne oldu?" diye sordu Serdar yerinde rahatsızca kıpırdanarak. "Niye açmıyorsun?" 

"Efendim, kasayı açacak şey bir çip. Siz direkt yüzük verince şaşırdım. Taşın altında olabileceğini düşündüğümden açtım ama orada da yoktu. " dedi titreyen sesiyle. Serdar elini sertçe masaya vurduktan sonra ayağa kalkıp kasanın başına kadar geldi. Görevlinin elindeki taşı çıkarılmış yüzüğü alıp evire çevire bakmaya başladı. Bir şey anlayacakmış gibi. Onu böyle izlemek çok eğlenceliydi. 

Öfkeli bakışlarını bana çevirdiğinde, yüzümdeki ifade hoşuna gitmemiş olmalı ki, üzerime doğru yürümeye başladı. Ama diğerlerinin homurdanmaya başlaması, onu bu eyleminden vazgeçirdi. Tekrar gidip yerine oturduğunda şov zamanı bendeydi. 

Yerimden kalkıp, uzun masanın etrafından dolaşarak kasanın yanına geldim. Gömleğimin düğmelerini yavaş hareketlerle açarken, bakışlarım sadece Serdar'daydı. Kaşlarını çatmış yaptığım şeye anlam vermeye çalışırken, bizi izleyenler gülmemek için kendilerini zor tutuyorlardı. 

Üstten dört düğmeyi de açtıktan sonra, Adem'in bana uzattığı çakıyı aldım. Kalbimin biraz üzerindeki bir noktaya hiç tereddüt etmeden batırdığımda, gülme sesleri bir anda kesildi. Ben ise sadece Serdar'a bakıyordum. Babamın sesi bile çıkmıyordu.

Derimin altındaki çipi çıkardığımda görevlinin titreyen ellerinin arasında bıraktım. 

"Kanlı biraz ama kusura bakma" dedim göz kırparak. Bana belli belirsiz başını sallayarak karşılık verdikten sonra, çipin üzerindeki kanı temizleyip, kasanın üzerindeki dijital alana yerleştirdi. Saniyesinde kasanın kilidi açıldı. 

"Hepiniz gördünüz. Kasa artık benim. Şehirler artık benim" diye konuşurken, Serdar'ın oturduğu yere doğru ilerledim. "Koltuk da artık benim" dedim kulağına doğru eğilerek. Elini yumruk yapıp masaya vurduğunda geri çekilip ellerim cebimde dik bir şekilde arkasında durdum. Kendimi yormayacaktım. Onu ezmek için bu günü beklemiştim. Onu ben değil, bu odada ki diğer insanlar bitirecekti. 

"Kalk Serdar" dedi Ümit sert bir tonla. Serdar ayağa kalktığında bana dönüp işaret parmağını bana doğru sallarken "İşimiz bitmedi Hakan. Gücü eline aldın ama kısa sürecek. Ölüm fermanın hala geçerli" dedikten sonra adamlarıyla birlikte büyük bir gürültüyle odayı terk ettiler. Serdar'la görüşülecek çok meselemiz vardı ama şimdi sırası değildi. Başka planlarım, başka önceliklerim vardı benim. 

"Evet. Kasada ne olduğunu hepiniz biliyorsunuz. Bana bağlı kalmanızı sağlayacak her türlü evrak, belge, fotoğraf artık bende. Sizi mahvetmem için tek bir hamle yapmam yeterli. Bunu bilerek benim liderliğimi kabul etmeyecek olan varsa, şimdiden kendini belli etsin" derken avuç içlerimi masaya yerleştirip, karşımdaki güçlü mafyalara baktım. 

Masadaki herkes bir süre kendi aralarında bakıştıktan sonra hiç bir ses çıkmamış olması beni rahatlatmıştı. 

"Güzel. O zaman hepinize ilk görevinizi veriyorum" dedim ve Adem'e işaret verdiğim gibi, arkamdaki ekrana Ezgi'min fotoğrafının yansıması bir oldu. Bir süre fotoğrafını inceledikten sonra derin bir iç çekip tekrar oturanlara döndüm. 

"Bir süredir karımı arıyorum. Hepinizin haberi var. Hepinize sordurdum ama beni önemsemediniz. Artık liderinizim. Lideriniz olarak size emrediyorum. Ezgi'yi bulacaksınız. Her ne kadar işiniz varsa hepsini bırakıp, Ezgi'yi arayacaksınız. " dedim. Beklediğim gibi kalabalık itiraz dolu homurtularla karşılık verdi. 

"Oğlum ne derse onu yapacaksınız. Erkmenler artık lideriniz. Ona göre davranın. Kime karşı durduğunuza da dikkat edin" diye araya giren babama döndürdüm bakışlarımı. İlk kez konuşmuştu bu gece. Başıma silah dayanınca bile açılmayan ağzı, liderliğimi ilan ettikten sonra açılmıştı. Hiç şaşırtmamıştı beni. 

"Ezgi bulunana kadar, hiç kimsenin rahatça işini yapmasına izin vermem. Her türlü ticaretiniz askıda kalır. Bu gece buradan Ezgi'yi bulmak için ayrılmayanların sonu  ya hapiste ya da toprakta biter." dedim tekrar konuşarak. Kabul etmezlerse diye düşünmeden edemiyordum. Bu adamların çevresine, gücüne ihtiyacım vardı. Onlara belli etmesem de, içimdeki endişe beni öldürecekti. 

"Tamam Hakan Bey" dedi içlerinden birisi. Ona bakışlarımı döndürdüğümde sert bakışları dikkatimi çekmişti. "Yengeyi bulmak için hepimiz elimizden geleni yapacağız. Sen merak etme" diye devam ettiğinde, sert bakışları ve dik duruşu bile bana güven diye bağırıyordu. 

Tuttuğum nefesimi rahatlıkla bıraktım, Sorunsuz bir şekilde atlatmıştım toplantıyı. Ezgi'yi bulmak için büyük bir adım atmıştım bu gece. Herkes kendi aralarında konuşarak odadan ayrılırken Ümit ve babam henüz çıkmamışlardı. 

"Ben hep kazananların yanında yer alırım Hakan. Senin kazanacağın, bu aslan inine tek başına gelmenden belliydi. Seni korumamın sebebi bu. Sen de ilerde beni kollarsın olur biter" dedi Ümit. Daha bir şey sormamışken aklımdan geçenleri anlamış olması ilginçti. Bu adamda daha farklı şeyler vardı.  Ama buna kafa yormam için hiç iyi bir zaman değildi. 

"Eyvallah" dedim sadece. O da çıktığında sadece babam, Adem ve bizim adamlar kalmıştı. 

"Seninle gurur duyuyorum oğlum" dediğinde sertçe ona bir bakış attım. "Seni bu koltuğa oturtmak için neler yaptım ben. İşte şimdi başardın. " dediğinde histerik bir kahkaha attım. Gözlerim yerinden fırlayacakmış gibi hissederken, bu öfkemi onunda hissetmesi için gözlerinin en derinine baktım. 

"Sen bu hayat için doğdun. İstediğin kadar inkar et.  Boş yere yıllarını harcadın. Şirket için, arazi için. Şimdi gerçek gücün tadına varacaksın. Bundan sonra, geçek hayatını yaşayacaksın" dedi. Her kelimesi, beni baba katili olmaya bir adım daha yaklaştırırken Adem bunu anlamış olacak ki, babamı bir şeyler söyleyerek benden uzaklaştırdı. Ben hiçbir şey söyleyemedim. Söylesem, sonu kötü bitecekti. Şimdi değildi. Bu insanların hepsinin gücüne ihtiyacım vardı. 

Ardımı dönüp, büyük ekrana yansımış olan fotoğrafa baktım. Sesler uzaklaşmıştı. Sanırım oda da tektim. Gözlerimi fotoğraftan alamıyordum. Ezgi'nin denize bakarken, gülümseyen bir fotoğrafıydı. Bir kere daha o gülümsemesini görmek için, doğrularımı değiştirdim. Babamın hayatını kabul ettim. Tükürdüğümü yaladım. 

Değer miydi? Gülüşünü tekrar görmek için, tenini hissedebilmek, sesini duyabilmek için değerdi. Dünyanın en kötü insanı olmam gerekse bile değerdi. Ve ben kendimden bile korkacak kadar kötü birine dönüşecektim. Ezgi'nin bile korkacağı bir adama...

Bölüm sonu...




Continue Reading

You'll Also Like

GELECEK By VeraHare

General Fiction

135K 6.8K 17
Tüp bebek merkezinde tüplerin karışması sonucu kocası yerine hiç tanımadığı bir adamdan hamile kalmıştı Mahru. #1İhanet/24.5.2024 #1Mahru/24.5.2024 #...
5.2M 244K 52
"Ulan bari Polat de." dedi. Sesi yalvarır gibi çıkmış gözleri beklentiyle doluydu. "Mirza demiyorsan deme ama en azından Polat de." "Sen yengeye Eli...
3M 162K 40
Heja güzelliği ve cesaretiyle Amed'e nam salmış kadın. Ağir yakışıklılığı ve bastığı yeri titreyișiyle Amed'in saygı duyulan ağası... Kadın çok sevd...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

1.7M 103K 7
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...