KIZIL VE KARA

lavantahayaller द्वारा

1.2K 186 1.2K

Grinin en koyu tonunu içinde saklayan yağmur bulutları, tam da o anda bir şimşek bıraktı yeryüzüne iki yabanc... अधिक

[1•] Kızıl Ve Kara
1 • "Hayalet Ve Gözü Yaşlı Sevgilisi"
2 • "Uyanınca Başlayan Kabus"
3 • "Ormanın Bilinmeyen Senfonisi"
4 • "Aynı Zaman Farklılaşan Yaşam"
6 • "Bilinmeyen Ruhlar Bahçesi"
7 • "Kapalı Havaların Kırık Parçaları"
8 • "Kupa Kızı Ve Sinek Valesi"
9 • "Darmaduman Duyguların Gecesi"
10 • "Oyunun Buz Kesen Notaları"
11 • "Tende Gezen Sıcak Ürperti"
12 • "Ateşin Yaktığı Yerdeki Yaralı Çocuk"
13 • "Bir Çift, İki Şarap, Bir Tutam İtiraf"
03 • 11 • 93 | Kıvanç Seyit Soykıran ♣️
14 • "Kalbe Dökülen Gözyaşları"
26 • 02 • 96 | İzel Beydemir ♥️

5 • "Karanlık Akşamın Gölgesi"

53 14 57
lavantahayaller द्वारा


Canlar! Selam.

Öncelikle 80 kişi olmuşuz! Çok teşekkür ederim bunun için, bu bile benim için hayal gibi bir şey. Destekleriniz için çok teşekkür ederim, umarım kitlemiz daha da büyür.

Bölüme vote ve yorum yapmak unutulmasın lütfen efenim :))

O zaman, bazı şüphelerin başlamaya yüz tuttuğu bölümle sizleri baş başa bırakıyorum. Artı olarak hala diğer kurgum olan Mevsimlerden Kardelen'e bakmadıysanız, ona da gidin bakın derim.

Sizleri seviyorum, keyifli okumalar <3

Arctic Monkeys, You're So Dark

Karanlık Akşamın Gölgesi

Uyanmak, aslında çok basit bir eylemdir.

Göz kapakların yavaşça yukarı doğru kalkar, saatler boyunca birleşmiş kirpiklerin birbirinden ayrılır ve uyku sersemi bulanık gözlerin netleşmeye başlar. Üç hareketin bir araya gelmesiyle oluşan, saniyeler içinde gerçekleşen bir faaliyettir. Ama bitkin ve yaralı ruhlu insanlar için bir ızdıraptan başka bir şey değildir. Alarmı kurulu ızdırabın, uyanmak istemediğin bir güne gözlerini açmanla çalmaya başlar. Saç diplerinden başlayan bir sızı ayak uçlarına kadar kadar devam eder. Çünkü bedenin halsizliğini bilmediğin bir evresindedir ve yattığın yerden kalkmak istemez. Fakat yattığında bile iyileşemez bu beden. Bu anların en büyük düşmanı olan güneş yüzünden ise çoğu insan geceyi tercih eder.

Geceye aşık yaralı bir kız olarak ben, aya düşman kesilerek uyanmıştım kapkara bir akşama.

Gözlerim, ayın ışığıyla aydınlanan tavana kilitlenmişti. Duvardaki dijital saaten her beş dakikada bir gelen 'dıt' sesinin dördüncüsü de kulaklarımı çınlatırken uyanmamın ardından yirmi dakika geçtiğini anladım. 

Tamı tamına yirmi dakikadır sadece tavanla bakışıyordum. Bir ayağım, yataktan aşağı sallanırken diğeri ise yatakta katlanmış bir pozisyondaydı. Bir elim düzensizce aldığım nefesler yüzünden orantısız bir biçimde inip kalkan karnımın üzerindeyken diğer elim ise uyanır uyanmaz ayağımla ittirdiğim yorganın ucuyla oynuyordu. Aşağıya doğru sallanan ayağımdaki ilk üç parmağım yerle birleşince zeminin soğuğu hızla vücudumda yayıldı. Kemiklerime kadar hissettiğim o yoğun soğukluk karşısında kılımı bile kıpırdatmadım. Gözlerimi bile nadiren kırparak tavana bakmaya devam ettim.

En son hatırladığım şey dönüş yolundayken arabada uyuya kalmamdı. Gözlerimi yatakta açtığıma bakarsak, Kıvanç beni taşımıştı ve öğlenden bu yana uyumuştum. Saat tam 21.36 idi. Üzerimdeki halsizlik hızla geçmemeye devam ederken sadece gözlerimi yumdum. Sağ gözümden akmaya çalışan tek bir damla yaşı daha yüzümden bile süzülemeden sildim. İçinde bulunduğum bu berbat ruh halimin kalıcı izler bırakarak vücudumda yaydığı acıyı soyut bir biçimde görmüyordum artık. 

O, benim bir parçam olmuştu üzerimdeki kırgınlıkla beraber. Yaşadığım çoğu şeyle de körüklenen bu parçam, gözlerimin önümde etimi kemiğimden sıyıra sıyıra büyüyordu. Ve benim tek yaptığım şey, bu duruma sessiz kalmamdı.

Koridordan gelen adım sesleriyle nihayet bakışlarımı tavandan çekmeyi başarabildim. Yarı yarıya açık kalan kapıdan görünen karanlık duvara baktım. Sesler daha da yaklaşırken çıkan 'çıt, çıt' sesler adımların Kıvanç'a ait olmayışını hissettirdi aniden. Bitkin içime dolan merak duygusuyla sakince doğruldum. Sıcak yataktan ayrılır ayrılmaz buz kesmeye başlayan sırtıma bir şeyler geçirmek için derin bir nefes alarak çıktım yataktan. 

Alışveriş poşetleri aynalı masanın ayağına dayanarak bırakılmıştı. İçlerini karıştırıp aldığım kadife hırkayı üstüme geçirdim. Boy aynasının karşısına geçtiğimde yastığın yumuşaklığıyla elektriklenen saçlarımı elimle düzelttim. Ellerimi saç diplerime daldırdım. Oldukça yağlı ve pislik içindeydiler. Uçları ise oldukça kırılmış ve kurumuştu. Bir haftadır su yüzü görmeyen bedenim ve saçlarım çürüme eşeğine gelmişlerdi.

Odanın iki ayrı köşesine fırlatılmış mor renkli soğuk çoraplarımı da ayağıma geçirdikten sonra son kez poşetlere doğru yönelip çok kaybettiğimi bildiğimden fazlasıyla aldığım tokalardan bir tane elime geçirerek çıktım aralık kalan kapıdan dışarıya. Kapının önünde durup saçlarıma özensiz bir at kuyruğu yaptıktan sonra önüme düşen kısa saçlara aldırış etmeden koridora doğru yöneldim. 

Attığım dört adım sonrasında bakışlarım bir çift dört ayağın koyu gözleriyle birleşince yutkundum. Gözlerimi bir kere sıkıca kapatıp açtım. Sadece büyük camlardan içeriye giren parlak ay ışığı ile aydınlanan evin uzun koridorunun uçlarında birbirimizi tanımaya çalışırmışçasına bakıyorduk.

Durdurduğum adımlarımı hızlandırarak yanına gitmeye çalıştığımda olduğu yerde bekliyordu beni. Kafasını hafif yana yatırmış ona doğru gelen bana bakarken yanına varmamla doğrulttu kafasını. Patilerinin zemine değmesiyle çıkardığı 'çıt' sesini bir kaç defa tekrarlayarak daha da dibime sokuldu ve önünde dikilip ona bakan baktı baktı bir süre. 

Tek bir hırıltı çıkarmayan haline bakılırsa Kıvanç baya iyi yetiştirmişti köpeğini. Geldiğimin üzerine belki de yirmi dört saat geçmişti, tam emin değildim, ama hala burada bir yabancı olduğumu ben bile hissederken o gözle bakmayıp bana bir kere havlamayan köpeğin bu asil tavrı karşısında kaşlarımı şaşkınlıkla kaldırıp yanına çömeldim.

Uzun ve ince bedene sahip bir Doberman köpeğiydi. Geceden bile kara tüylerinin arasında hava katmak için sonradan eklenmiş gibi görünen açık kahve tonunda tüyleri de vardı. Kulakları uzun ve dik duruyorken burnu da bir o kadar büyüktü. Asaleti ve genelde kibirli oluşlarıyla bilinen dobermanlara göre oldukça şirin gözüküyordu. 

Elimi, kendisini sevmek için ona doğru götürdüğümde sanki buna ihtiyacı varmış gibi dik duran başını ona doğru sevmeye gelen elime doğru uzattı. Çok geçmeden birbirini bulan elim ve kafası birleşince kısa ve yumuşacık tüylerini sevdim. Başına bıraktığım naif dokunuşlarımı gövdesine doğru indirdiğimde zayıf gibi duran bedeninin görünenin aksine güçlü oluşunu fark ettim. Bir kaç dakika boyunca onu sevdikten sonra adının yazılı olduğu bir tasma olup olmadığına baktım. 

Boynunda hiçbir şey yoktu. Kıvanç; köpeğinin boynunu bir tasmaya hapsetmemiş ve ona güvendiği için uzağa gitse de kendisine geri döneceğini bildiğinden böyle bir girişide bulunmamıştı. Hiç köpeğim olmamıştı ama köpeklerde tasmayı hiçbir zaman uygun bulmamıştım. Bu durum karşısında dudaklarım istemsizce yukarı doğru kıvrıldı.

Havaya diktiği sipsivri kulaklarına kadar sevdikten sonra çömeldiğim yerden doğruldum. Etrafa bakındım ama görünürde Kıvanç yoktu. Aşırı loş ışıklar kapalı, sadece ortamı anlamaya yetecek kadar kısık bir ışık yanıyordu tavanda. Evin içi, sönmüş şöminenin yüzünden biraz soğumuştu. 

Ayriyetten bir ısıtıcı var mıydı yok muydu emin değildim ama varsa da şu an için aktif değildi. Bitmiş şöminenin ardında bıraktığı kapkara küllerin ortamı dolduran hoş kokusunu içime çektim. Çömelmekten büzüşen, sabahtan beri altımda olan Kıvanç'ın pantolonunu elimle düzelttikten sonra mutfağa yöneldim. O da patilerini yere vura vura peşimden geldi masum bakışlarıyla.

Dolapaları karıştıra karıştıra en nihayetinde bulduğum cam bardağı elime alarak ağzına kadar dolu olan sürahiden su koydum içine. Tek dikişte bitirdiğim suyun yoğunluğu adeta boğazıma görünmez bir el gibi yapışmıştı. Üs üste defalarca düğümlenmiş bir düğüm tam da boğazımın üstünde acıya acıya dururken bedenimi eğerek bir kaç kere öksürdüm. 

Kendimi zorladığımdan gözümden akan iki damla yaşı umursamadım. Sayamadığım kadar çok kere öksürdükten sonra geçtiğini hissettiğimden doğruldum ve hızla musluğa yönelerek yüzüme bir kaç kere su çarptım. Yanda duran kayıt havludan bir parça koparıp yüzümü silerken gözlerimle Kıvanç'ı aramaya devam ettim.

Hala görünürde olmayışı içime bir kurt düşürürken tatlı bakışlarıyla karşılaştım yanı başımda bekleyen köpeğin. Kafasını yana yatırmış bana doğru bakıyordu. Gülümsemeye çalıştım. Başına bıraktığım bir kaç yumuşak dokunuştan sonra elimdeki bardağı mutfak tezgahına bırakarak oradan ayrıldım, köpek de benimle beraber tabii. 

Odama giden koridor biterken aklım hala Kıvanç'taydı. Evin içinde olmayışı nedensiz bir rahatsızlığa neden olmuştu bende. Aralık kapıdan odamdaki saate baktım. Saat 21. 51 idi. Uyumak için çok erkendi ve uyuduğunu da zannettmiyordum. Fakat merakıma yenik düşerek adımlarımı odasına doğru çıkan merdivenlere yönelttim.

Adımlarımı olabildiğince sessiz çıkarmak adına parmak uçlarımla çıktığım on üçüncü basamağa basar basmaz birbirlerinin çaprazında duran iki oda karşıladı beni. Gözlerim, o iki kapı arasında gidip gelirken arkadan yanıma doğru gelen pati sesleriyle köpeğe doğru döndüm. Yanımdan geçip un uç odanın kapısının önünde durdu be yusyuvarlak koyu kahve gözlerini bana dikti.

Adını bilmediğimden içimden takma isim olarak Pati' koyduğum köpeğin durduğu kapıya yöneldim. Yutkunarak attığım bir kaç adım sonrasında Pati'nin yanında durdum ve kapıya doğru çevirdim bakışlarımı. Aralıktı. Sıkı sıkıya kapalı olduğunu düşündüğüm kapısının aralım olması karşısında kaşlarım çatılırken hiç düşünmeden kapı kolunu kavrayarak ittirip içeri girdim.

İçerisi, evin içinden bile soğuktu. Odanın içerisindeki iki cam da sonuna kadar açıktı dışarıdaki kasvetli rüzgar içeriyi de esir alıyordu. Şiddetti, tüm perdeleri havada uçuştururken kollarımı göğsüme süper edip gözlerimi odada gezdirdim. 

Şaşırmadığım koyu renklere sahip oda tam bir erkek havası veriyordu. Oldukça büyük ve rahat bir odaydı. Odasını ortadan ikiye ayıran koca bir duvar vardı kapının tam da hizasında. Bir yanda büyük masası, üstünde dağınık eşyaları ve ardına kadar açılmış camları mevcutken öteki tarafta çift kişilik büyük yatağı ve upuzun simsiyah dolapları vardı. Ortama oldukça koyu renklerin hakim olmasına rağmen bunaltıcı bir yanı yoktu. Her saniye geçip gittiğim koridorun rengi bile bu odadan daha açıkken oranın çok daha fazla bunaltıcı oluşu bir garipti doğrusu.

Yatağının olduğu kısma burda da olmayışından dolayı rahat adımlarla giderken burnuma sabah çok haşır neşir olduğum keskin şarap kokusu doldu. Hala bir insanın nasıl kırmızı şarap kokusu teninde saklayabileceğine kafa yorarken bir yandan o kokuyu ciğerlerime dolduruyordum. 

O kadar inanmamaya devam ediyordum ki, ister istemez bitmiş şarap şişesi veya kadehi aramaya başlamıştı gözlerim. Beynim benimle alay ediyor gibiydi. Gözlerime çok bastırmadan ovuşturduktan sonra bakışlarım yatağına kaydı. Yastıkların ve yorganlar derli toplu duruşu gözüme batmıştı adeta. Her sabah kalkıp topluyor olamazdı, olabilir miydi?

İçimde bu aralar nedense hiç gitmeyen merak duygusu büyüyerek adımlarımı benden izinsiz yatağının daha da yakınına attırmaya başladı. Ellerim önce yorganına gitti. Buz gibi soğuk yorganından temiz çarşaf kokusu doldu burnuma. Yeni yıkanmış olduğu çok belliydi. 

Biraz lacivert yorganında dolaşan elim yastığına doğru kaydığında burnumu yastığına mesafeli bir biçimde götürerek hafifçe içime çektim kokuyu. Yastığının teninin kokusu kokmayışı karşılığında bir saniyeliğine afalladım. Yatağın hiç dokunulmamış gibi düzenli duruşu ve üzerine kokusundan bir eser bile olmayışı tek bir anlam ifade etti beynimin tam da içinde; bu adam uyumuyordu.

Beynimin yaptığı analiz sonucunda vardığı bu sonuç karşısında başımı salladım. Şu anda bu durumu kendi kendime tartışıyordum resmen. Gözlerimi yorganında daha da çok tutarak inceledim ama tek bir kırışıklık ya da katlanma izi bile yoktu. Yaptığında asla bir bozulma belirtisi mevcut değildi. Kıvanç gerçekten de uyumuyordu. Nedeni, içimi aç bir kurtçuk gibi kemirirken kaşlarımın çatılmasına neden olan sesler duydum açık pencereden. 

Parmak uçlarımda cama doğru yaklaşırken beni dakikalardır orada sessizce bekleyen Pati'nin ayaklarından çıkan 'çıt' sesiyle gözlerimi yumdum ve hızla ona dönüp işaret parmağımı dudaklarıma götürdüm. Parmak uçlarımla yürümeye devam ederken peşimden gelmeyişi, anladığını ifade ediyordu. Gerçekten de akıllı bir köpekti ve iyi eğitilmişti. Dudaklarım ona doğru hafifçe yukarı doğru kıvrılırken aynı zamanda da Kıvanç'a doğru da kıvrılıyordu.

Yanına vardığım camdan gelen soğuğa aldırmadan daha da yaklaştım. Uçuşan perdeyi yakalayarak durdurdum ve biraz itekleyerek kendimi çok göstermeyecek şekilde camdan aşağıya doğru baktım. Büyük kökleri gözüken ağaçlar, ayın ışığı altında parlayan göl ve kokusu buraya kadar gelen toprak dışındaki tek bir şeye odaklandı gözüm birden; gölge. 

Omuzlarının genişliğinden ve iki kat uzun boyu gösteren bu gölgenin onun dışında birini göstermesine imkan yoktu. Gölgesi kıpırdamıyordu. Sadece esen rüzgarın hareketlendirdiği saçları uçuşuyordu bir kaç saniyede bir. Bu soğuk havada dışarıda ne yaptığını sorgulamak isteyen beyin hücrelerimi durduramadım çünkü bir çok cevapsız soruya sahiptim ona karşı. 

1. Bana neden böyle bir teklifte bulunmuştu? 

2. Niye benimle nadiren konuşuyordu? 

3. O etrafımdayken hissettiğim bu iki lanet duygu da neyin nesiydi? 

4. Neden uyumuyordu?

Ve yeni eklenen 5. İse Neden bu soğukta dışarıda öylece duruyordu?

Cevabını ne zaman alacağım hakkında hiçbir fikrim olmadığım soruları aklımın gündeminden şimdilik çıkarmak için başımı sağa ve sola salladım hızlıca. Alnımı öne doğru eğip alnımı kaşıdıktan sonra tekrar doğrultup ses çıkarmamaya öne göstererek odadan Pati'yi de alarak çıktım. 

Kapıyı, ilk geldiğimizdeki gibi hafif aralık bırakarak merdivenlerden yavaş adımlarla aşağıya doğru indim. Arkamdan gelen Pati'de sessizce beni takip ediyordu. Kısa sürede kaynaştığım bir arkadaşa sahipmişim gibi hissediyordum ve bu his benim yavaş yavaş rahat hissettmeme neden oluyordu.

Koridoru geçtikten sonra kapının yanında dağınık bir şekilde duran, çoktan pislenmiş Nike ayakkabılarımı ayağıma geçirerek kapıyı açtım ve Pati dışarıya çıktıkta sonra kapıyı çekerek çıktım. Yine kollarımı göğsümde siper ederek yürümeye başlarken rüzgar yüzümü tokatlarcasına çarpıyordu. Tüm bedenimi titreten sert ve soğuk esinti bir yandan beni kendime getirirken aynı zamanda Pati'yi takip ediyordum. 

Evin içi dışında yabancı kaldığım bu ortamı daha keşfetmeye vaktim olmamıştı. Rüzgardan uçmamak için sert bir biçimde bastığım adımlarımın ses çıkardığını bilmeme rağmen umursamıyordum. Kapıdan çıktığımıza yirmi yedi adım olmuştu ve ben bunu saymıştım. Kafam nerelerdeydi bilmiyorum ama rüzgarın bana çarpması daha da ayılmam için iyi gelirken bir yandan da gelmemişti sanki.

Asil adımlarla yürüyen Pati, evin köşesinden döndüğü sırada ben de döndüm. Oldukça büyük bir bahçeye sahipti bu ev. Bir ormanın içinde olduğuna bakılırsa aslında sadece o bölge değil, neredeyse her yer ona aitti. Yine de evinin uzandığı bahçesi hoş duruyordu. Başımı kaldırıp bu ortamı aydınlatan aya baktım. Daha bir yakındı sanki ay buraya. Ormanın içinde olmak böyle bir şey olsa gerekti; aya daha yakın olmak. Bu düşünce karşısında adım atmayı kesen bacaklarım olduğu zemine sabitlenmişti. Yutkundum. Aya yakın olmak, ona yakın olmaktı. Sinana, sevgilime.

Kalp atışlarım hızlanırken boğazıma oturan yumruyu temizlemek adına bir kaç kere yutkunmaya devam ettim. Ayın hilal ay olmasına rağmen her an ortaya çıkabilirmiş gibi bir his doğru içime. Ve o an, ilk defa istemedim karşıma çıkmasını, hem de tüm kalbimle. Karşıma çıksa ondan sadece koşarak uzaklaşacaktım ve bu, onun artık çalışmayan kalbini daha çok kıracaktı. 

Daha bu gün içimde belirmeye başlayan, belli zamanlarda uğrayıp giden duygu da tekrardan içime dolunca bir adım geriye doğru attım. Atmamla içime doluşan ve yaklaşık iki gündür vücudumda dolaşan rahatsız edici duygu da devreye girdi. Rüzgarın şiddetti ile tokatlanan, içimde beliren duyguların yoğunluğuyla bedenim, uyuşmaya başlarken burnumun direği sızladı birden. 

Gözlerime dolmaya başlayan yaşlara içimden binlerce kez 'rüzgardan dolayı' dedim. Olamazdım. Güçlü olmak zorunda olduğumu bilirken yine gözlerime dolan yaşlara yenik düşecek kadar güçsüz olamazdım. Olmamalıydım. Kızıl saçlarım dans edercesine karanlık gecede uçuşurken derin bir nefes çekerek gözlerimi gökyüzüne diktim. Olduğum yerden daha bir yakın görünen yıldızlara bakarken bir yandan da akıtmamaya çalıştığım yaşların gitmesini bekliyordum. 

Kalp atışlarım hızlanırken boğazıma oturan yumruyu temizlemek adına bir kaç kere yutkunmaya devam ettim. Ayın hilal ay olmasına rağmen her an ortaya çıkabilirmiş gibi bir his doğru içime. Ve o an, ilk defa istemedim karşıma çıkmasını, hem de tüm kalbimle. Karşıma çıksa ondan sadece koşarak uzaklaşacaktım ve bu, onun artık çalışmayan kalbini daha çok kıracaktı. Daha bu gün içimde belirmeye başlayan, belli zamanlarda uğrayıp giden duygu da tekrardan içime dolunca bir adım geriye doğru attım. 

Atmamla içime doluşan ve yaklaşık iki gündür vücudumda dolaşan rahatsız edici duygu da devreye girdi. Rüzgarın şiddetti ile tokatlanan, içimde beliren duyguların yoğunluğuyla bedenim, uyuşmaya başlarken burnumun direği sızladı birden. Gözlerime dolmaya başlayan yaşlara içimden binlerce kez 'rüzgardan dolayı' dedim. Olamazdım. Güçlü olmak zorunda olduğumu bilirken yine gözlerime dolan yaşlara yenik düşecek kadar güçsüz olamazdım. Olmamalıydım. 

Kızıl saçlarım dans edercesine karanlık gecede uçuşurken derin bir nefes çekerek gözlerimi gökyüzüne diktim. Olduğum yerden daha bir yakın görünen yıldızlara bakarken bir yandan da akıtmamaya çalıştığım yaşların gitmesini bekliyordum.

Gözlerime doluşan yaşlara içime doğru akınca burnumu çektim ve bakışlarımı gökyüzünde süzülen yıldızlardan çektim. O an, o kadar karmaşanın bulunduğu vücuduma aldırış etmeden aklımın bir köşesine yazdım; burada bulunduğum altı ay boyunca mutlaka bir gün sonbaharın şiddetli soğuğuna aldırmadan çıkıp yıldızları izleyecektim. 

Derin bir nefes verdikten sonra onu takip etmem için beni bekleyen Pati'nin yusyuvarlak gözleriyle kesişti gözlerim. Kafasını yana yatırmış bana bakıyordu. Bu sefer gerçekten de esinti yüzünden dolmaya başlayan gözlerimin içiyle gülümsedim ona. Bir süre birbirimize baktıktan sonra patilerini çamurlara vura vura ilerlemeye devam ederken peşinden gittim.

Oldukça büyük evin oldukça büyük bahçesinde dolana dolana yürürken sonunda Kıvanç girdi göz hizama. Elleri ceplerinde, dimdik durmuş karşısına bakıyordu. Arada bir rüzgarın esintisiyle dans eden kapkara saçlarını düzeltiyordu. Gecenin karanlığında yan profilini görmeme rağmen mimiksiz bir yüzü vardı fakat bir şeye sinirlenmiş gibi görünüyordu. Çenesinin kasılmış oluşu ve hatlarının daha bir belirginleşmesi bunun bir kanıtıydı. 

Beni görmemesi adına birkaç adım kaç adım geri atıp büyük gövdeli ağacın arkasına geçtim. Yaşlandığı çok belli olan bu ağacın çınar olduğu yoğun kokusundan belliydi. Sonbahar olmasına, yapraklarının solmasına rağmen kokusunu koruması güzeldi. Gövdesinin yosunlu oluşundan bedenimi oraya yaslamadım. Ayakkabımın ayak acunu ağaca dayayıp neden izlediğimi bile bilmeden izlemeye devam ettim.

Dimdik durarak tam karşıya bakmasının sebebini anlayamamışken kaşlarımın çatılmasına sebep olan bir gölge gördüm. Gölge oldukça zayıf bir bedene aitti. Gözlerimi kısarak baktığımda gölgenin sahibinin düz ve upuzun saçlarını gördüm. En tepeden yaptığı at kuyruğu sallanıyordu rüzgarın şiddettiyle. Gölge, biraz daha yaklaştı Kıvanç'a. 

Elleri, Kıvanç'ın omuzlarına giderken bir adım geri attı Kıvanç. Elleri boşluğa düşen kızın gölgesi olduğu yerde dondu. Ne konuştuklarını duyamıyordum ama Kıvanç'ın ağzının bıçak açmıyordu. Bu durumda da sadece o zayıf, uzun saçlı gölgenin sahibi konuşuyordu. Gölgesinden gördüğüm kadarıyla mükemmelle yakın bir burun hattı vardı. Belki estetikti belki de değildi, açıkçası umrumda da değildi ama onu güzel gösteriyor olmalıydı.

Esintinin akıtmaya başladığı burnumu sessizce çekerken gölge bir adım daha attı Kıvanç'a. Kıvanç ise olduğu yerde duruyordu. Gölge, bir kaç saniye daha bekledikten sonra bir adım daha attı ve gölge olmaktan çıkıp bir beden olarak girdi çerçeveme. Omzumda biten saçlarım, rüzgardan enseme yapışırken huylandığımdan mırıltılı bir inleme kaçtı dudaklarımdan. 

Gözlerim, duymuş olmalarına karşın büyürken soluğumu tutup o tarafa doğru baktım. İkisinin de bana doğru bakmıyor oluşu karşısında verdiğim sessiz nefesle gözlerimi tekrardan onlara diktim.

Kızın yüzünü seçemiyordum. Sanki başkalarının kendisini görmesi ihtimaline karşın ay ışığını üstünden söküp atmıştı. Vücut yapısı hoş olsa da yüzünü göremediğimden anlamsız kalıyordu benim için gördüğüm tarafı. Kız, ellerini tekrar Kıvanç'a doğru uzattığında bu sefer hamle yapmayan Kıvanç, sadece ona bakıyordu. 

Bu durum karşısında daha da güç almış olduğunu uzaktan hissettiğim elleri, saliseler içerisinde Kıvanç'ın kollarını buldu. Kollarını kapattığı kazağın yünlenirini parmaklarıyla yaptığı yavaş hareketlerle sevdi. Kıvanç ise sadece ona bakıyor, başka hiçbir tepki vermiyordu. Ne ileriye bir adım atıp ona yaklaşıyor, ne de geriye doğru adım atıp ondan uzaklaşıyordu.

Derin bir nefes alarak bedenimi, yasladığım yosun tutmuş ağaçtan tek bir seferde çektim. Adımlarımı yavaş ve sessiz atmaya çalışarak eve gitmek istiyordum ama ayağımın altına dolanan yapraklar buna izin vermiyordu. Sessizce halletmeye çalıştığım bir kaç uğraş sonrasında onlardan kurtulmayı başarmıştım. Rüzgardan buğulanan gözlerle bunu yapmak zor olmuş olsa da.

Onların olduğu tarafa gözükmemeye çalışarak ellerimi önümde birleştirdim ve yürümeye başladım. Şiddetle öpüp giden rüzgar nemiyle hala kirli olan saçlarımı dalgalandırırken gözlerim daha da bulanmaya başlıyordu. Dudaklarımı her araladığımda ağzımdan kopup giden bir nefesin sıcaklığı yüzüme çarpıyordu. Özellikle gözlerimi hedef alan bu buhar, zaten buğulanmış gözlerimin buğusunu iki katına çıkarıyordu. 

Avuç içlerim kirli olduğundan parmak boğumlarımı gözlerime götürerek ovuşturdum. Görüşüm biraz daha düzelince aklıma gelen şeyle adımlarımı olduğum yere mıhladım; Pati. Onunla ağacın oraya kadar yürümüştük ama sonrasında gördüğüm manzara karşısında onu bir kere bile düşünmedim. Buranın yabancısı olmadığını bilsem de anlamadığım şekilde Kıvanç'a takılıp onu unutmuştum. 

Şansıma Pati, Kıvanç'ın yanına gitmemişti. Aslında gitseydi bile, benimle olduğunu anlamazdı diye geçirdim içimden. Köpeği bıraktığım için gözlerimi hızla yumum kendime kızdım; ne diye takılmıştı ki bakışlarım onlara? Dahası bahaneydi ki kimle konuşup konuşmadığı.

Pati'yi bulmak için arkamı dönünce bedenim, hızla başka bir bedene çarptı. Gözlerim, önce geniş bir göğsün taşıdığı yuvarlak yakalı siyah tişörtü ile birleşti. Sessizce yutkundum. 

Gözlerimi yavaşça yukarıya tırmandırırken damarları belirgin boynu, biçimli çenesi, çıkık dudakları ve... o kuyu gözler girdi görüş alanıma. Yüzü, mimikten yoksundu. Neden burada bulunduğuma şaşırmamış hatta bekliyormuş gibi bir bakış vardı yüzünde. Sorgulayıcı bakışlara bile sahip değildi, ya da sahipti ama o kuyunun içine atılmıştı ve ben göremiyordum.

Saçlarımdan bir kaç tutam yüzüme gelince bağladığım kollarımı açıp kulağımın arkasına attım bir çırpıda. Gözleri gözlerimi incelerken dudaklarımı ne söyleyeceğimi bile bilmeden araladım. Hiçbir şey çıkmayınca tam kapatacaktım ki Kıvanç'ın yanında duran Pati'yi gördüm ve "Pati," diye mırıldandım. 

Kıvanç'a bakmıyordum ama göz ucuyla gördüğüm kadarıyla soran gözlerle bakıyordu bana. Ya taktığım ismi gerçekten doğru çıkmıştı ya da bu kız salak mı ne diyor diyordu. Ve bana göre kesinlikle ikincisiydi. Bu kadar asil bir köpeğe Pati ismini verecek kadar saf bir ben kalmış olabilirdim.

Eğilip başını okşadığımda buna ihtiyacı varış gibi bana biraz daha yaklaştı. Bitter çikolatayı andıran gözleri çok masum ve tatlı bakıyorlardı. O bir saniyelik anda isminin Pati verilmesi fikri çok da uzak gelmedi. Çömeldiğim yerden doğrulduktan sonra tekrar göz göze gelmemek için başımı hafif öne eğerek eve koşar adımlarla yürümeye başladım. Ayakkabım, ayağımın arkasını vurmaya başlamıştı. Çok giymiştim şu aralar bu ayakkabıyı ve ayağım isyan ediyordu.

Kapının önüne varmaya yakınlaştığımda bileğimden tutup beni durdurdu. Sırrını çözemediğim iki parmağını nabzımda bulundurma hareketi yine kendini gösterirken meraklı gözlerle ona bakındım. Bileğimden yavaşça çekerek salonun büyük camlarının olduğu yerde durdu ve tel eliyle camı sürükleyemem başladı. 

Cam kapı açıldığında gözlerimde şaşkınlık vardı. Kaçmak istediğim gün kulbu yok diye bakınmayı bıraktığım için kendime küfür savurdum, sonradan aklıma gelen acı gerçekle ise sanki bunu dışımdan söylemişim gibi boğazımı temizledim.

İçeriye girdiğim gibi saç diplerinden başlayan bir sıcaklık ayakucuna inene kadar rahatsızca kıpırdandım. Bir anda yaşadığım hızlı ısı değişiminden dolayı başımın anlık dönüşüne şahit oldum. Gözlerimi yumdum ve tekrar açtım. 

Derin bir nefes verdikten sonra avuç içlerimi pantolonuma -Kıvanç'ın pantolonuna- sildim. "Gel oğlum," dedi Kıvanç soğuktan dolayı kalınlaşmış sesiyle köpeğe seslenirken. Pati de içeri girdikten sonra Kıvanç'a başını sevdirdi sonra da şöminenin önüne yattı. O da üşümüştü, belliydi.

Takma isim verdiğim köpeğin gerçek ismini öğrenmek için dudaklarımı araladığımda Kıvanç American tarzı mutfağının önünde kalan deri koltuğa doğru yürürken, "Karma," dedi bir anda. Dudaklarım aralık kalmış bir şekilde anlamayan gözlerle ona baktım birkaç saniye. Sonra açık kalan dudaklarımdan sadece, "Ne?" kelimesi düştü. Çoktan koltuğa oturmuş bedenini biraz daha yayarak köpeğine baktı ve, "Adı, Karma," dedi. Kaşlarım havaya kalkmıştı. Doğrusu bu, beklemediğim bir isimdi ve neden bunu koyduğu da içimdeki tek merak konusu olmuştu aniden.

"Nerden geldi aklına böyle bir isim koymak?"

Sorduğum soru karşısında bakışlarını bana çevirdi ve her zaman yaptığı gibi beni süzdü. Aklından ne geçiriyordu tam olarak bilmiyordum ama üzerimdeki bol kıyafetler ve kirli saçlarla karşısında durduğumdan çok güzel şeyler düşünebilmesini beklemiyordum. Gözleri yine benimkiyle birleşince yayıldığı koltuktan doğruldu. Ellerini simsiyah saçlarından geçirdi ve "Karmaya inanırım," dedi ellerini ceplerine ulaştırarak. Sesi, az önce şahit olduğumuz rüzgardan bile soğuktu.

Dudaklarımı birbirine bastırdım ve başımı onaylarcasına salladım. Bakışlarım, şöminenin başında oturan Karma'yı -benim verdiğim isimle Pati'yi- bulunca ona hafif tebessüm ettim. Patilerini birbirine atmış, kulaklarını da dikmiş bize öylece bakıyordu. Dobermanlar'ı hep asil bulmuştum, Karma da öyleydi ama onun daha tatlı bir asilliği vardı.

O an aklıma Fox geldi. Tebessümüm yüzümde donarken beni rahatsız etmekten hiç gocunmayan o his, tüm hücrelerimi esir aldı. Bu duygu neydi gerçekten anlamıyordum ama birilerine kötülük yaptığıma dair fikirler düğüm olup kalbimin üstüne oturuyordu.

Fox, Sinan ile baş başa gittiğimiz kampta bulduğumuz yavru bir köpekti. Onu gördüğümüzde çaresizce inliyordu bir ağacın altında. İkimiz de yufka yürekli olduğumuzdan onu yanımıza almıştık. Arka bacağında bir ısırık izi vardı ve kanıyordu. Onu atar topar bulduğumuz en yakın veterinere götürmüştük. Ayağındaki iz, bir tilkinin ısırığıydı veterinerin söylediğine göre. Onu orada bırakmaya kıyamamıştım ve yanımıza almak istediğimizi söylemiştim Sinan'a. Kırmamıştı beni, her zaman yaptığı gibi. Onu da alıp beraber dönmüştük ve adını tilki anlamına gelen Fox koymuştu.

Her şey gözümün önüne tekrar gelmişti rahatsız edici duygu hala içimde halkalar halinde büyürken. Ona karşı olan özlemim hiç bitmiyordu. Hak etmediği bir şekilde elimden alınmıştı. Göğüs kafesim daralmaya başlarken dolmaya başlayan gözlerimle bir kere daha aklıma geldi Fox'un masum bakışları. Sinan gittikten sonra onu bir daha görememiştim. Kendime bir kere daha kızdım.

Dalmış ve geçmişe gitmiş olmanın olmanın verdiği güçsüzlükle ayaklarım boşlukta sallanıyormuş gibi hissettim. Kafamı hafifçe iki yana titrettim ve maziyi aklımın en arkasına unutulmayacak ama kafamı kurcalamasına izin vermeyecek şekilde yerleştirdim. Tek bi elimle yüzümü sıvazladım ve geriye doğru bir adım attım. Atar atmaz Aşil tendonuma vuran ayakkabının acısıyla bir inleme kaçtı ağzımdan.

Bakışları hala bende olan Kıvanç'ı umursamadan acıyan ayağımı parmak ucunda tutarak kendimi kapıya kadar sürükledim. Ayakkabılarımı bir çırpıda çıkardım ve acıyan yere baktım. Ayakkabı öyle bir vurmuştu ki ayağımı, yaram çoktan soyulmuş kanamaya başlamıştı bile. Eskiden kandan hiç korkmazdım. Hatta bir kere çıktığım ağaçtan çok sert bir şekilde düşmüştüm ve sırtım ağacın sert gövdesinden dolayı boydan boya çizilmişti. Çizikler oldukça derin olduğundan epey kan kaybetmiştim ama gıkım çıkmamıştı. Ama şimdi gördüğüm kan karşısında nefesim düzensizleşiyor, karnıma kramplar giriyor ve ellerim titriyordu.

Tepkilerimi gün yüzüne çıkarmak şu anda yapmak istediğim en son şey olabilirdi. Bu yüzden o tarafa bakmayı çok sürdürmeden bakışlarımı soran gözlerle bana bakan Kıvanç'a çevirdim. Boğazımı temizleyip, "Kolonya ve pamuk var mı?" diye sordum. Bana doğru bir iki adım atıp gözlerini üzerimde gezdirdi. Cevap vermeyine sorumu yineledim, "Kolonya ve pamuk?"

Bu sefer sesim diğerinden biraz daha yüksek çıkmıştı ve bir daha cevap vermese bağıracak boyuttaydım. Neyse ki bunun gerçekleşmesine olanak sağlamadan, "Banyonda var," dedi gözleriyle banyoyu göstererek. 

Banyomda... Bu kelime içimde bir kıpırtıya neden olduğu kadar boğazıma dolanan yumrunun parçalarından biri de olmuştu. Sanki içimde iki tane birbirine ters yılan vardı ve Kıvanç her bir şey söylediğinde ikisi de içimde kıpır kıpır dolanıyordu. Biri iyiye işaretken diğeri ise bir felakete işaretti.

Yanından geçip giderken bileğime yapışacağını anladığımda geriye doğru savurdum bileğimi ve adımlarımı hızla atarak beni tutma şansını sıfıra indirdim. Ama ne diyecekse arkamdan söyleyeceğini tahmin edemedim. "İyi misin?"

Soru, beni olduğum yerde tutkalla yapıştırmıştı sanki. Donup kalmıştım ve kaşlarım şaşkınlıktan havadaydı. Ondan böyle bir soru beklemiyordum. Bana ne kadar evini açsa da -gerçi evini o açmadı burda kalmam için cevabını ikimizin de bildiği bir teklif sundu- ve bu gün alışverişimde yardım etse de ondan bu soruyu duyacağımı düşünmezdim. Ama o iki kelime dökülüvermişti ağzından işte.

Sorularıma cevap vermeyerek beni kudurttuğu gibi aynı tepkiyi ben de ona verdim. Başımı omzumdan arkaya doğru götürerek onu süzdüm bana hep yaptığı gibi. Kuyu gözlerine biraz daha bakıp önüme döndüm ve saçlarımı tek bir omzumda toplayarak banyoya yöneldim. Tek bir ses bile gelmedi arkamdan. Ya ona birinin kendisini kudurtmaya çalışması işlemiyordu, ya da dipsiz kuyuyu andıran gözlerinin içinde yaşıyordu o duyguyu.

Karar veremiyordum, Kıvanç Soykıran'ı anlamak zor geliyordu.

Bölüm Sonu🖤

Efenimm, nasıl buldunuz? Tamam biliyorum biraz ağır ilerliyoruz ama zamanla sırlar çoğalacak ve açığa çıkmaya başlayacak. 

Sizleri seviyorum, kendinize iyi bakın <3

पढ़ना जारी रखें

आपको ये भी पसंदे आएँगी

Atlas m द्वारा

रोमांस

50.8K 4.1K 19
Bir mantık evliliği hikayesi.
2M 87K 68
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
161K 11.3K 34
Agra bebeğiyle çaresizce sokakta yaşarken bir gece karşısına çıkan adamla hayatı tamamiyle değişir. Ferişte - Masum, melek ve günahsız demek. Not: +...
2.1M 100K 43
Abisinin arkadaşına yaptığı sosyal medya akımından sonra hayatı değişeceğini kim bile bilirdi ki? ○●□■ Siz : Seni bir arkadaş bir dos...