ESARET

By imPnar__

456K 6.7K 17.8K

"Bedenim özgür, ruhum sana esir." ~ Eylül&Yiğit More

1. Bölüm-"KARŞILAŞMA"
2. Bölüm-"KURŞUN"
3. Bölüm-"TEKLİF"
4. Bölüm-"KORKU"
5. Bölüm-"NEFES"
6. Bölüm-"SOĞUK TEMAS"
7. Bölüm-"BİRLEŞİM"
9. Bölüm-"İNTİKAM"

8. Bölüm-"İLMEK İLMEK"

11.6K 516 748
By imPnar__

Selam! Nasılsınız?

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin. Keyifli okumalar...

●●●

8. Bölüm-"İLMEK İLMEK"

&

Burnumun ucunu kaşındıran bir tüyle yüzümü buruşturarak homurdandım. Gözlerimi açmadan yatmaya devam ederken yeniden burnuma dokundu tüyler. Hırçın bir hareketle başımı yana çevirerek yastığa bastırdım. O an bir nefes sesi yükseldi ve o nefes yüzüme çarptı. Gözlerimi aralayınca parmaklarının ucunda saçımı tutup gülen Yiğit'i görmüştüm. "Yiğit!" diye söylenerek sol tarafa döndüm ve battaniyeyi başıma çektim. Saniyeler içinde battaniye üzerimden kayıp gitti.

"Uyan artık, patladım sıkıntıdan!" Bu adam neden benim odamdaydı ki? Bir gitseydi de uyusaydım. "Hayır yani," dedi. "Sanki Erdem'i yakalamaya değil balayına geldik." Gözlerim fal taşı gibi açıldığında hala açılmamış zihnime bir kazan buzlu su döküldü. Yiğit tekrar bana doğru eğildi.

"Hadi artık kızım!" Hızlıca doğrulduğumda yatağın kenarına kolunu yaslayıp bana doğru eğilen Yiğit burnumun dibinde bitti. Benim ani kalkışımı beklemediği için yüzündeki tüm kasları serbest kaldı, dudakları aralandı ve bilinçsiz bir soluk verdi yüzüme doğru. Konuşacakmış gibi davrandı ama sözlerini boğazı yırtıla yırtıla yuttu. Konuşamayınca başını çaresizce iki yana salladı. Bana manasızca bakan avcı yeşili gözlerinden kaçarak yataktan kalktım.

"Erdem'i unuttum!" dedim saçlarımı kaldırarak boynumu yellerken. Sıcaktı. Boğulmuştum resmen. Yiğit kollarını serbest bırakarak bana doğru döndü. Gözleri kapandı ve tekrar uzun vadeli bir soluk verdi.

"Hazır mısın bugün için?"

"Hazır..." diyerek başımı kaşıdım. "Değilim." diye mırıldandım. "Hazır değilim, Yiğit! Ne yapacağımı unuttum. Ben ne yapacaktım?" Yiğit gülümseyerek yanımdan geçip giderken topuklarım üzerinde ona doğru döndüm. Yatağın sol tarafında bir mutfak tezgahı, arkasında da resmen mutfak vardı. Resmen diyorum çünkü kocamandı. Burasının otel olduğundan emin miydik?

"Bence duş almalısın. Hâlâ uyuyorsun." diyerek iki tane fincan çıkarttı. "Kahveleri yapana kadar vaktin var."

Yüzümü buruşturarak başımı hızlıca aşağı yukarı sallayarak diğer tarafa doğru yürüdüm. Tam karşımda iki kapı vardı ama birisinin üzerinde banyo olduğunu gösteren ufak bir işaret bulunuyordu. Oraya girerek etrafıma bakındım. Havlu, şampuan hemde benim kullandığımdan, tarak ve her türlü kişisel bakım ürünü bulunuyordu. Bunları Yiğit mi ayarlamıştı? Şampuanı da mı?

Kaşlarımı kaldırarak dudak büzdüm. Donanımlı bir otel demeyi yeğleyerek üzerimdeki kıyafeti çıkarttım ve ılık bir duşa girdim. Bornozumu giyip kapıyı açtığım an kapıya yaslanan Yiğit elindeki kupayı bana uzattı.

"Sen cidden kapıyı mı bekledin?" diye sordum hayretle. Yiğit kupayı bırakarak saçmalama dercesine kanepeye doğru ilerlemeye başladı.

"Hayır tabii ki de, sapık mıyım ben? Su sesi kesildi, kahveni verip geçmek istedim."

"Öyle olsun." Kahvemden bir yudum alırken siyah gömleğinin kol düğmelerini iliklemeye başladı. Bir süre çalıştı çabaladı ve yapamayınca öfkeli bir mırıltıyla kollarını birkaç kez sıvayarak öndeki iki düğmeyi açtı.

"Gardrop kıyafet dolu, ne istersen giy. Bir şeye ihtiyacın olursa haber verirsin, kapının önünde bekliyorum." diyerek kapıya doğru ilerledi. Düğmeleri halledemeyince sinirlenmiş gibiydi. Bu hali keyfimi yerine getirirken başımı sallayarak kanepeye doğru gittim ve oturdum. Kahvemi içtikten sonra gardrobun önünde dikilmeye başlamıştım. Evet içi kıyafet doluydu ama o kıyafetler dolu dolu bir kıyafet değillerdi. Çoğu mini elbise yer bezinden küçüktü. Günlük hayatta asla giymeyecek olduğum elbiselere bakarak ofladıktan sonra Yiğit'e şikayet etmek için kapıya gidecekken durdum.

Mızmızlanma Eylül!

Bana diyeceği şey daha şimdiden kafamın içinde yankılanmıştı. Başkasını avlamak için geldiğimiz bu şehirde ikimiz arasında kan çıkmaması için sessizliğimi koruma kararı alarak yer bezlerinden birisini aldım. Siyah, esnek bir yer beziydi. Elimle havaya kaldırıp ölçtüm. Boyu iki eni bir buçuk karıştı. Bu bana olur muydu acaba? Dudak büzerek denemek için işe koyuldum.

Aynanın karşısına geçtiğimde bir  "Oha!" nidası döküldü dudaklarımdan. Bedenimi kendi derim gibi saran elbise o iğrenç görüntüyü üzerindeki ince tül kumaşıyla kapatıyordu. Zaten zayıf olduğum için orataya çıkacak pek bir şey yoktu ama böyle kendimi tamamen çıplak gibi hissetmiştim. Tam olmuştu. O küçük şeyin bu derece esneyebileceğini tahmin edemezdim. İçinde ince ve kısa bir şortu vardı. Etek boyu kalçamdan yaklaşık beş santimetre sonra bitiriyordu. "Harika teknoloji." diye mırıldandım kayıp kaymadığını kontrol ederek. Kaymıyordu bile. Benim hayata tutunduğumdan daha sıkı tutunmuştu bedenime.

Gardrobun en altında dikkatimi çeken siyah çizmeleri de alıp giydikten sonra yine siyah uzun bir kabanı omuzlarıma aldım. Tamamdı. Böyle gidebilirdim. Zaten şu leoparlı ve simli elbiselerin olduğu dolaptan başka bir seçenek de üretemezdim kendime.

Hızlıca saçlarımı kurutup tarayarak at kuyruğu yaptım. Makyaja ihtiyaç duymuyordum ama yüzüm ölü bir insana ait gibi cansızdı. Daha canlı bir görüntü adına biraz maskara allık ve ruj uygulayarak dışarıya çıktım. Uzunca bir koridor loş ışıklarla aydınlatılmıştı. Çıktığım kapının üzerinde 749 yazıyordu. Harbiden de otel odasındaydık.

İleride bir adamla konuşan Yiğit dudaklarını ıslatarak adama bir şeyler söylemeye devam ederken gözü bana çarptı. Cümlesini yarım bırakıp bana öyle bakmaya başladığında konuştuğu adam da döndü bana doğru. Yiğit gözlerini benden çekmeden adama bir şey diyerek yanından gönderirken ona doğru yürümeye başladım.

Yanına gidene kadar baştan aşağıya inceledi beni. "Kıyafetler senin mi?" diye sordu yan yana geldiğimiz an. Birlikte yürümeye devam ettik.

"Hayır, senin ayarladıklarından."

"Benim mi?" dedi Yiğit. "Kerem aldı hepsini. Gerizekalıya gece elbisesi al dememiştim!"

"Onun da zevkini öğrenmiş olduk. Bir de bana uzun yıllar sonra mini elbise giydirdi, garip." dedim ince bacaklarımda göz gezdirerek.

"Rahat edemeyeceksen başka bir şey alalım yoldan."

Başımı iki yana salladım. "Gerek yok. Zaten benlik bir şey olacağını sanmıyorum." Koşturmam gerekmezdi sanırım.

"Senlik çok şey var, Doktor Eylül."

"Öyle mi dersin, Yiğit?" dedim alayla yüzüne bakarak. Bana o meşhur garip bakışlarla baktıktan sonra çarpık bir gülüşle önüne döndü. Yiğit'in arabasına bindiğimizde arkamızda veya yanımızda başka hiçbir adam yoktu. Kerem denilen kişi çoktan onları mekana yerleştirmiş olmalıydı.

Yiğit arabayı çalıştırırken, "Bana silah verecek misin?" diye sordum.

"Ne işin var silahla? Hani adam öldüremezdin, Doktor?"

"Mecbur kaldığımda yapamayacağım hiçbir şey yok. Önlem."

Yiğit hafiften gözlerini kısarak baktı yüzüme. Şuan araba kullandığını unutmuştu herhalde. Hoşnutsuzdu. "Cesaretin etkileyici ama gerek yok." dedi ses tonunu düşürerek. O benden etkilendiğini mi söylüyordu? "Birisinin ölmesi gerekirse tetiği çekecek son parmak senin parmağın. Ben seni o mecburiyete düşürmem." Kaşlarımı çattım hafiften. O da önüne döndü. Ben şimdi ne oldu hiç anlamamıştım. Egolu muydu yoksa beni mi düşünüyordu?

Birkaç dakika böyle sessizce geçerken derin bir nefes alarak birden, "Kızım sen bu elbiseden emin misin?" diye sordu.

"Evet dedim ya Yiğit. Ne taktın elbiseye?"

"O öyle çok yanlış bir zamanda yanlış konumlarda bulunacakmış gibi dururken dikkatim bozuluyor. Odaklanamıyorum. Boğuyor böyle beni." diyerek camını aşağıya indirdi. "Sen rahat mısın?"

"Evet. Son kararım." Yiğit bir şey demeden yola devam etti. Araba oldukça lüks bir mekanın önünde durduğunda kemerimi çıkarttım.

"Sen kal istersen." dedi Yiğit. "İçeride Serkan Erdem'e kendini gösterecek. O da kaçmak için arabasına koşacak. Bizim adamlar alıp gidecekler. Kısa sürer."

"Yiğit ben piyon muyum?" dedim hırsla. "Benim burada ne işim var? Seninle ne işim var ya? Niye geldim, söylesene! Arabada senin yan koltuğunun prensesi olmak için mi varım?" Öfkeyle aşağıya indiğimde o da peşimden gelip kolumdan tuttu ve beni yanımızdaki ağacın altına çekti.

"Kızım sen kafayı mı yedin?" Üzerime doğru eğilerek bana tepeden bakmaya başlamıştı. "Seni başımdan savmak isteseydim bunu çok daha başka yollarla yapardım. Alınganlık yapma istersen. Amacımız aynı."

"Alınganlık falan yapmıyorum. Sen beni çocuk kandırır gibi kandırıyorsun. Sırf susayım, ayağının altında dolaşmayayım diye!"

"Biz ortağız. Benim de bir işim yok, Serkan ve Kerem yapacak ne yapılacaksa."

"Ortak falan değiliz." dedim inatla. "Bozdum. Bitti gitti. Bırak beni. Gidiyorum Erdem'i almaya."

Gidecekken Yiğit üzerime doğru yürüyerek beni ağaca yasladı ve yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdı. "Yemişim şimdi Erdem'ini de ortaklığını da. Ben o adamı gözüm kapalı sikip atarım, girdi bir kere radarıma. Seni de ayağımın altından çekmek için fazla efor harcamam ama böyle olsun istemiyorum."

"Nasıl olsun istiyorsun!" diye sordum yüzüne kötü kötü bakarak.

"Ayağımın altında dolaş istiyorum." dedi dudaklarını diliyle ıslatarak. "Benim başıma bela ol istiyorum. Senine uğraşayım istiyorum Eylül, belamı istiyorum. Var mı buna da itirazın?"

Çenemi büzerek öylece yüzüne bakarken arkadan gelen bir yalancı öksürük sesiyle ikimizde gözlerimizi o tarafa çevirdik. "Ya gençler, bölüyorum ama sokağın ortasında sırası mı? Olan var olmayan var." Uzun gri bir kaban giymiş olan adam bize doğru geldi biraz daha. Yiğit'ten birkaç santimetre kısaydı ama benden bir hayli uzundu. Hafif uzun kahverengi saçlarını küçükken gördüğüm berber panolarındaki adamlar gibi kusursuzca şekillendirmişti. Koyu renkli gözlerinin aksine cildi beyaz ve temiz görünüyordu.

Bu adam ultra yakışıklı, babyface ve samimi görünüyordu. Bu da bir erkek için içimden geçen ilk övgü cümlesiydi.

"Zevzeklik yapma Kerem." dedi Yiğit bir adım geri çıkarak. Demek ki bu adam Kerem'di. "Sende şu inadı bırak. Hiçbir şey umrumda değil, herif sana zarar verir. Riske atmayacağız, bu yüzden sen geri planda duracaksın, bende onu senin kucağına bırakacağım."

"Böyle anlaşmadık!"

"Yiğido haklı." dedi Kerem. "Sen gelme, zaten senlik bir iş yok." Kerem bir an duraksayarak bana baktı baştan aşağıya. Yüzünde bir gülümseme oluştu. "Hoş, senlik bir iş olsa da yapamaz gibisin."

Ona aptalca bir yüz ifadesi yaparak yanından geçerken omzunu elimle ittirdim. "Çok konuşma. Kendini beğenmiş misin nesin?" Söylenerek arabanın yanında durdum ve kalçamı kaputa yasladım. "Hadi gidin, işinizi yapın. Bir de dua edin bana işiniz düşmesin."

Kerem bana bakıp gülmeye devam ettiğinde sinirle kaşlarımı kaldırdım. "Ne be!" Gülünce göçen yanaklarında gamze yoktu ama derince göçüyordu. Bana doğru gelerek cebinden bir sigara paketi çıkarttı. Sonra o paketin içinden daha küçük bir paket daha... İçindeki sigaradan birisini çıkartıp bana uzattığında garipseyen gözlerle baktım ona.

"Kullanmıyorum."

Güldü imayla. "Ama kullanacaksın." Sigarayı bana uzattı tekrar almam için. Sigarayı alarak öylece bakarken Kerem yanımızdan ayrıldı. Yiğit'in ciddileşmiş yüz ifadesi elimdeki sigarada gezinirken kaşlarının altından yüzüme baktı.

"Kaybetme onu. Asla."

Başka tek kelime etmeden o da giderken sinirlendiğini fark etmiştim. Sigarayı kaldırarak üzerinde yazan yazıyı okumak için parmaklarımın arasında kaydırdım. Beşinci'ye... Tütündü bu. Birisi beceriksizce doldurmuş ve üzerine oldukça düzgün el yazısıyla Beşinci'ye yazmıştı. Neydi bu? Neden bana verip gitmişti ki? Kaşlarımı iyice çatarak arkalarından baktım ama görünürde kimseyi bulamadım. Sigarayı yanımda getirdiğim küçük el çantasının içine attım. Flörtlerini falan mı sayıyordu bu adam? Çok manasızdı!

Bir süre etrafıma bakındıktan sonra sıkıntıyla ofladım. Ben böyle burada put gibi duracak mıydım? Neyse, diye geçirdim içimden. En azından Erdem yakalanacaktı. Serkan da içerideydi zaten, ona güveniyordum. Ama bu Yiğit'e etkisiz eleman olmadığımı göstermem gerekiyordu. Beni böyle küçümseyemezdi o.

Kocaman kapıdan bir adam çıkıp merdivenlerden inmeye başladığında kaşlarımı çatarak ayaklandım. Siyah bir araba gelip merdivenlerinden önünde durduğunda adamın arkasından Erdem çıktı ve koşarak inmeye başladı. Öndeki adam Talat mıydı? Arabanın kapısını binmesi için Erdem'e açarken parlak mavi gözleri çarptı gözüme. Talat'tı bu!

Erdem'in en iyi arkadaşı ve tabii adamıydı. Ayrıca çok dikkatli bir adamdı. Erdem koşup arabaya bindiğinde Talat kapıyı kapattı. Arabanın şoför koltuğunda oturan Serkan'ı gördüğüm an parmaklarım uyuşmaya başladı. Çünkü Talat da kaşlarını çatmış bir vaziyette ona bakıyordu. Serkan kapı kapandıktan hemen sonra gaza basarak Erdem'i götürürken Talat'ın dudaklarından bir küfürün döküldüğünü gördüm. Koşarak ilerideki arabaya binince bende hemen Yiğit'in arabasına bindim. Yiğit anahtarı üzerinde bırakmıştı. Serkan'ın arkasından Talat, Talat'ın arkasından da ben hızlı bir şekilde ilerlerken merdivenlerden inen Yiğit, "Eylül!" diye bağırdı. Onunla kaybedecek vaktim yoktu. Talat yakalarsa Serkan'ı öldürürdü. Erdem de hayal olurdu.

Ana yola çıktığımızda Talat ölüm yokmuşcasına gaza basmaya başladı. Telefonum deli gibi çalıyordu. Muhtemelen Yiğit'ti. Arkamdan bir korna sesi yükselirken aynaya baktım. Yiğit ve Kerem hemen arkamdaki arabadaydı.

Gaza sonuna kadar bastığımda araba birden hızlandı, son hız ilerleyerek Talat'ın önüne geçtikten sonra ilerlemeye devam ettim. Serkan biraz daha önümüzde kalıyordu. İlerideki dönüşe bu hızla giremezdim yavaşlamam gerekiyordu ama yavaşlarsam Talat önüme geçecekti. Talat hızlanarak ikimiz arasındaki mesafeyi kapatırken daha fazla hız yaptım ve dönüşe yaklaştığım an frene basarak direksiyonu sola kırdım. Fren sesi tüm asfaltı keskin bir şekilde inletirken yolu arabamla kapatmıştım. Sarsıntının hemen ardından aceleyle kapımı açtım ve kendimi dışarıya attım. Ayaklarım yere değer değmez Talat'ın arabası arabama büyük bir gürültüyle çarpmıştı.

Arkadan gelen bir başka araçta Talat'ın aracına çarpınca Talat'ın arabası resmen pert olmuştu. Yiğit'inki zaten sizlere ömür... Nefes nefese kalmış bir şekilde cehenneme çevirdiğim yola bakarken, "Eylül!" sesiyle başımı diğer tarafa çevirdim. Yiğit arabalara doğru koşacakken, "Yiğit!" diye seslendim. Endişeyle başını bana çevirerek derin bir nefes aldıktan sonra bana doğru koştu ve sıkıca sarıldı.

"Doktor sen bana kafayı mı yedirteceksin!" Benden ayrılırken gür bir sesle bağırdığında arkasından gelen Kerem arabaların içindeki adamlarla ilgilenmeye başlamıştı. "Neden yaptın bunu? Canına mı susadın lan ruh hastası!"

"Kes bana bağırmayı." dedim bende arabalara doğru ilerleyerek. "O arabadaki adam Serkan'ı yakalasaydı öldürecekti. Erdem'i de ancak rüyanda görürdün, bana teşekkür etmelisin."

Talat'ın arabasının önünde durarak Kerem'e baktım hemen. "Ölmüş mü?"

"Yaşıyor." dedi ve gözlerini kısarak tekrar adama baktı. "Erdem'in adamı bu. Fark etmiş her şeyi."

"Ha şunu bilseydiniz." diye söylenerek arabadan çantamı aldım. Ambulansı aradıktan sonra diğer adamın da sağlığını kontrol ederek bizimkilerin yanına gittim.

"Ya bir şey soracağım," dedi Kerem ellerini cebine sokarak. "Ralli şoförü müsün sen?" Aşırı anlamsız sorusuna karşılık kaşlarımı çatmakla yetinirken Kerem, "Sustum." diyerek kenara çekildi. Ama susmadı. "Noldu lan? Yedin mi lafını? Doktor nasıl da şaftını kaydırdı ama senin!" Yiğit'le dalga geçmeye başladığında ufaktan güldüm.

"Salak mısın Kerem, ben ona işe yaramazsın demedim geride dur dedim. İşe yaramazsın diyen sendin."

"Çok söz dinleyen bir arkadaşmış." dedi Kerem gülerek. "Üç arabayı kaza ettirirken araçlardan oldukça geride durdu. Tebrik ederim."

"Yalnız benim polise ifade vermem gerekiyor." dediğimde Yiğit sıkıntıyla ofladı.

"Siz gidin Kerem'le, ifadeyi ben vereyim." dedi etrafına bakınarak. "Araç benim. Şimdi her şeyi sorgularlar."

"İşime gelir." dedim omuz silkerken. "Serkan güvenli bir yerde olacak mı?"

"Elbette."

"Pek güvenemiyorum sana, malum." diyerek başımla arkadaki araçları gösterdim. "O adam benim kardeşim, aptalca bir dikkatsizliğine kurban veremem."

"Kerem'le ve Eyüp'le aynı yerde kalacaklar. Onlar da benim için oldukça değerli Eylül, kafa patlatma."

"Yemeyin birbirinizi," dedi Kerem bize çocuğa bakar gibi bakarak. "En azından şimdilik..." Ne diyordu bu be! "Ben gidiyorum. Eyüp'ler beni bekliyor. Gidelim de şu çok kıymetli Serko'yla tanışalım bakalım." Bana çevirdi bakışlarını. "Sen gelme bence, pek güzel ve rahat bir ortam olmayacak. Yorulma."

"Bana cici kız muamelesi yapmayı kesecek misiniz?!" diye sitem ettim kollarımı hafifçe iki yana açarak.

Kerem eğlenir bir ifadeyle Yiğit'e bakarak göz kırptı. "Gördün mü bak?" dedi dişisini etkilemeye çalışan goril gibi. "Sana da hep yorulma geç eve diyorum. Siz iki cici kız güzel güzel benim size verdiğim değerin kıymetini bilin, ben kafamın rahat olmasını istiyorum ve gidiyorum."

Kerem yanımızdan ayrılırken Yiğit bana en onaylamaz bakışını atarak gözlerini kıstı. "Napacağız seninle Eylül?" dedi kendi kendine. Omuz silkerek kollarımı göğsümde birleştirdim. Ben yanlış falan yapmamıştım.

"Ne geçiyor o kafanın içinden?" diye sordu. "Ne yapacaksın Erdem'in ailesini?"

"Fazla merak iyi olmaz."

"Az önceki cesaretini gördükten sonra merak etmek hakkım." dediğinde kaşlarımı olabildiğine çatarak ona doğru yaklaştım.

"Ne saçmalıyorsun sen?"

"Şu adamı öldürebilirdin. Ya sen ölebilirdin, sen! Hiç mi düşünmüyorsun?"

"Serkan ölebilirdi Yiğit. Hemde benim için. İzin mi verecektim? Ayrıca bunlar sana çok uzak şeylermiş gibi davranma, görmüyor muyum ben senin nasıl bir insan olduğunu!" Gözlerimi onsan çekerek sinirle başka bir yere baktığımda onu da sinirlendirdiğimi hissetmiştim.

"Nasıl bir insanmışım ben Eylül?"

"Ya bir hit işine!" diye homurdandım.

"Yok yok, söylesene bi'. Neymişim ben?"

"Çok mu merak ediyorsun? Söyleyeyim o zaman!" dedim hırsla. "Etrafına onlarca adam toplayarak kocaman evlerde her gün kendini takım elbisesinin içine hapseden, kasıntı, elinde değil ama kalbinde onlarca insanın kanını taşıyan bir insansın. Hırsların var, öfken var ve güzel bir kalbin yok. Erdem'le derdin ya para ya da itibar. Sen bu uğurda beni öldürecektin ve bir kere olsun bu kız benim yüzümden öldü diye de düşünmeyecektin. Yiğit siz canavarsınız." dedim derin bir nefes alarak. Bana bakan gözleri gözlerimde donup kalmıştı.

"Şimdi bana çok kötü bir insanmışım gibi muamele yaparak kendi pisliğinin üzerini örtemezsin. Ben gördüm seni. Senin gibileri de biliyorum. Ne bok olduğunu biliyorum yani, bana karşı oynayıp sinirlerimi bozma."

Kasılan her bir mimiğinde gezindi bakışlarım. Sözlerim ağırdı ama ona olduğundan daha başka bir şey söylememiştim. O böyle birisiydi. Silahlarla oynuyorlardı, etrafında birilerini öldür dese öldürecek onlarca adam vardı. Bir hiç uğruna savaşıyordu resmen. Ortaklığı kabul etmeseydim bizimle de savaşacaktı, biliyordum. Ama ben ondan korktuğun için değil aksine korkmadığım için kabul etmiştim bu ortaklığı. Bu yüzden susup onun beni azarlamasını, kötü insan yerine koymasını izleyecek değildim.

Gülümsedi ama o kadar sinirlenmişti ki bir saniye bile kalmadı gülümsemesi yüzünde. "Madem beni bu kadar iyi tanıdın, o zaman o eline ve diline hakim ol. Bilirsin, acımam yok. Senin de kanını elime değil kalbime bulaştırır yoluma bakarım."

Yanımdan ayrıldığında sinirle ayaklarımı yere vurdum. Tek istediğim benim hakkımda konuşmamasıydı. O eğer bana karşı tarafsız kalırsa bende ona karşı tarafsız kalırdım. Şimdi bana kızıp tehdit etmeye hakkı falan yoktu. Gerçek yüzünü de göstermeye başlamıştı.

Saatlerce onun polise ifade vermesini beklemiştim. O süre zarfınca ve arabada geçirdiğimiz yarım saatte ne benimle tek kelime konuşmuş ne de yüzüme bakmıştı. Arabayı sahil kenarında durdurduktan sonra aşağıya indi. Bende onunla birlikte indim. Bagajı açarak içinden bir poşet çıkarttı. Ayakkabılarını ve çoraplarını da çıkartarak bagaja koyduktan sonra denize doğru yürümeye başladı.

Peşinden gittim. Kumlar yüzünden yürüyemeyince bende çizmelerimi çıkartarak orada bıraktım. Denize yaklaştıkça dalga sesleri artmıştı. Bu ses dünyadaki en güzel seslerdendi. Gözlerim kapatarak derin bir nefes aldım. Bu koku... Deniz bana iyi gelen tek şeydi. Küçüklüğümden beri ne zaman mutlu olsam, korksam, üzülsem, kırılsam, içinden çıkamadığım bir durum olsa ya da sadece konuşma ihtiyacı duysam hemen ona koşardım. İçimde bana ağır gelen ne varsa oraya atardım. Unuturdum denize bakarken kendimi. Beni alıp götürsün isterdim. Kısmen de olsa başarırdı bunu. Uzaklaşırdım dünyadan.

Gözlerimi yeniden açtığımda özlediğimi fark ederek gülümsedim ve Yiğit'in yanına oturdum. Yiğit poşetten birkaç şişe ve midye çıkarttı. Şişelerden birisini bana uzattıktan sonra kendisininkini açarak dudaklarına dayadı. Büyük yudumlarını izledim.

"Beni seyretme." dedi sertçe, yüzüme bakmadan. "İç." Şişemi açarak bende birkaç yudum aldım. Pek içmezdim. Ama acıkmıştım ve yemek yiyemiyordum, bir şekilde bastırmam gerekiyordu. Düşüncelere daldım. Dalgaların sesi zamanı silip atarken şişeler devrildi, midyeler boşaldı. Ama ikimiz arasındaki sessizlik sürdü gitti. Artık yanaklarımın yandığını hissediyordum.

"Bana niye çok kızdın?" diye sordum gözlerimi uzun zamandır izlediğim Yiğit'ten çekmeden. Bana baktı göz ucuyla.

"Kızmadım."

"Yalan söylüyorsun." dedim uyuşukca.

Yiğit başını iki yana salladı. "Ben kötü bir insan mıyım?" diye sordu kaşlarını çatarak. Bu soru sanki en bilgisiz noktamdan gelmiş gibi donakaldım. Oysa birkaç saat önce bunun cevabını çatır çatır söylemiştim. Şimdi yapamıyordım. Gözlerini benden çekerek denize dikti ama o gözler bir denize ne kadar nefretle bakabilirse o kadar büyük bir nefretle baktı. Kötü hissettim kendimi. Yutkunurken yüzü buruştu. Canını mı yakmıştım onun?

Bir tane daha midye yediğimde Yiğit gülümsedi. "Sen hiç acıkmaz mısın?" diye sordu kollarını yere koyup arkasına yaslanarak.

"Acıkırım." dedim yutkunmadan. "Ama o kadar sık değil."

"Ölmüşsün zayıflıktan. Takıntı falan mı bu, nedir?"

"Takıntı." dedim yeni bir tane daha açıp limon sıkarak. "Zayıf kalmaya çalışıyorum. Başarmış mıyım?"

"Sen bu yalana iyi alıştın." diyerek elimi tuttu ve hazırladığım midyeyi kendisi yedi. "Yalanının bedeli."

"Goril misin sen ya?" diye söylenerek bir tane daha açtım ve hızlıca yedim.

"Seviyorsun midyeyi." dediğinde çiğnemeyi bırakarak öylece yuttum. Sevmek... Birisinin benim sevdiğim şeyleri bilmesi, öğrenmesi çok garip hissettiriyordu. Hafif bir korku ve tedirginlik... Omuz silkerek ellerimi kumlara daldırdım.

"Sende baya bi dikizci oldun. Beni mi seyrediyorsun?" dedim konuyu dağıtmaya çalışarak. Yiğit başını onaylamazsa iki yana sallarken gülümsemişti. Onun gülümsemesine baktım bir süre. Yüzüne, gözlerine... Samimi ve masum görünmeyi nasıl başarıyordu? Anneme benzeyen gözleri miydi buna sebep olan? Gözleri benziyor diye onun gibi birisi olacak değildi ya. Ben Yiğit'i görmüştüm, nasıl bir insan olduğunu biliyordum. O benim annemin tırnağı olamazdı ama kafamı karıştırıyordu yüzündeki her güzel kıvrım.

Saniyelerce onun gülüşüne bakarak düşündüğümü fark ettiğim an gözlerimi hızlıca ondan çektim. Ellerimi nereye koyacağımı bilememiştim. Ona bakmamaya ant içerek doğruca denize diktiğim gözlerim tedirgince hareket ediyordu. Bu kadar telaş edecek bir durum yoktu ama utanmıştım.

"Eylül." dedi Yiğit iç çeker gibi. Ona baktım göz ucuyla. "Yorulmuyor musun hiç?" Anlamadığım için bir süre düşündüm.

"Niye?"

"İnsanlarla dolu dünyanda tek başına yaşamaktan." dedi ve uzun uzun beni inceledi. Bende onun sözlerini... "Düştüğünde birisine sırtını yaslamayı bırak öylesine bir sohbette kendinden bahsetmekten bile kaçıyorsun. Bu kadar fazla mı kırdılar güvenini?" Dolu gözlerimle gözlerine bakarken birden gülümsedim.

"Ne diyorsun Yiğit?" diyerek gözlerimi kaçırdım ve gülmeye devam ettim. Ama artık gözlerimi kaçırmayacaktım çünkü kaçtığımı düşünsün istemiyordum. "Midyeyi sevip sevmediğimi bilsen ne, bilmesen ne? Oturup seninle zevklerim hakkında sohbet mi edeceğim? Güven falan diyorsun..." diyerek alay edercesine burnumdan bir nefes verdim. "Kimse güvenimi kırmadı, sadece her önüme gelene kendimi açmayacak kadar hayatı çözdüm."

Uzun uzun baktı yüzüme. Sonra gözleri acımasızca donuklaştı ve, "Kendinden kaçarken başkalarını parçalıyorsun." diyerek ayağa kalktı. Denize doğru giderek ayaklarına buz gibi dalganın çarpmasına izin verdiğinde suç işlemiş bir çocuk gibi hissetmiştim. Ama sinirlenmiştim de. Bende yerimden kalkarak daha hızlı bir şekilde denize doğru ilerledim. Önce ayaklarım sonra dizlerim ıslanmaya başladığında ilerlemesi daha da zorlaşmaya başlamıştı. Belime kadar ıslandığımda gülümsedim.

"Kızım her şeyin bokunu çıkartmak zorunda mısın?" dedi Yiğit sitemle. Onu dinleyecek değildim herhalde. Bana annelik yapmasına gerek yoktu. Ona bakmaktan vazgeçerek ilerlemeye devam ederken birden bileğime bir el sarıldı. Beline kadar ıslanmış olan Yiğit gülümseyerek bana bakıyordu.

"Şu ilerideki ipe kadar ilk giden kazanır." dediğinde hayretle bakakaldım. Ne yani? Bilmiş bilmiş konuşmayacak mıydı? Eğlenecek miydi benim gibi? O mu?

Yiğit gayet istikrarlı bir şekilde ilerlemeye devam ettiğinde kendime gelerek bende hızlandım. Onu geçemeyince gömleğinden tuttum sıkı sıkı.

"Ya bir bekle! Sen önce başladın. Haksızlık!"

"Mızmızlanmasan şaşarım Doktor!" Onu bırakmadan yüzüne elimle su atarak önüne geçtiğimde bu seferde o beni tuttu. "Sen ne çirkef bir insanmışsın!"

"Yiğit bıraksana ya, tutuyorsun beni. Hile yapma!"

"Ben miyim hile yapan?"

"Tabii sensin, ben olacak değilim ya!" Yiğit beni bırakarak birden balinaya dönüştüğünde hızlıca kulaç attım. Bıkmıştım bu adamın hilelerinden. Ayrıca o nasıl o kadar hızlı yüzüyordu? Birlikte ipe geldiğimizde, "Kazandım!" dedim heyecanla.

"Ben kazandım. İlk ben geldim, görmedin mi?" diye sordu Yiğit. Sanki olimpiyatlarda yarışıyor! Bu neyin hırsı?

"Yuh!" dedim gözlerimi irice açarak. "Yalanın da bu kadarı!"

"Harbiden yuh! Sen nasıl kendi yalanına bu kadar ikna olabiliyorsun?"

"O zaman yarış devam etsin, görelim kim daha iyi."

İpi arkamda bırakarak ilerlemeye başlayınca Yiğit'in enerjisi tamamiyle söndü. "Eylül orası derindir, gel buraya."

"Korkma, ben varım yanında!" diye dalga geçtiğimde peşimden yavaşça gelmeye başlamıştı bile. Karanlıktı. Beni geçeceğini hissettiğimde suyun altına dalarak çapraz bir şekilde ilerledim. Sessizce geri çıktığımda Yiğit'in hala gittiğini görmüştüm.

Bir an durup etrafına bakındı. "Eylül?" dedi ıslak saçlarını geriye atarak. Yüzündeki şaşkın balık ifadesine sessizce gülümsedim. "Eylül!" Endişeyle haykırdığında tekrar suya dalarak ona doğru yüzdüm ve tam karşısına çıktım. Beni görünce korkup biraz geriye sıçramıştı. Bu haline gülmeye başladığımda hışımla kolunu belime dolayarak beni kendisine çekti. Omuzlarına tutunarak gülmeye devam ettim.

"Ne gülüyorsun?" diye sordu çatık kaşlarla suratıma bakarak. "Seni denizde kaybettim sandım!"

"Benden korktun sen az önce?" dedim gülüşlerimin arasında aldığım bir nefeste. Bu görüntüden daha çok zevk veren bir şey olamazdı. Yiğit sabır çeker gibi kıyıya doğru yüzmeye başladığında ondan uzaklaşmak istedim ama belimdeki kolunu sıklaştırdı.

"Tekrar korkmaya niyetim yok, benimle kalıyorsun." Beni bırakmadan ilerlemeye devam ettiğinde öylece onu izledim. Gülmemişti daha. Gerçekten korkutmuştum onu ama birden karşısına çıkarak değil ortadan kaybolarak. Kafamı karıştırmayı yine başarmıştı. Ayaklarım yere temas etmeye başladığında ondan uzaklaşarak kalan yolu kendim ilerledim. Sahildeki çöplerimizi alıp konteynıra atan Yiğit'i arabanın yanında beklemiştim.

Yanıma geldiğinde bana üstten bir bakış attı. Dudaklarımı birbirine bastırarak gülüşümü gizlemek istedim ama yapamadım. "Sıçana benziyorsun!" deyiverdim birden. Her şeye gülmek ister miydi bir insan? Yiğit'in yüzünde gözü var diye gülesim geliyordu.

"Ayıkken gülmez, sarhoşken zaptedilmez... Ayarsız mısın sen?" Kendi kendine söylenirken omuzlarıma kendi ceketini koydu ve ayakta duramayan bedenimi ceketin iki yakasını kendine doğru çekerek dikleştirdi. Yüzüme bön bön bakarken gülümsedim ve ne var dercesine başımı iki yana salladım.

"Gözümün içine baka baka gülmesene." dedi bozulmuş gibi bir tavırla. Allah Allah! Sanki bir tek ben bakıyordum onun gözünün içine. Bu kadar yakın olmasa bakmazdık herhalde.

"Neden?" diye sordum. "Katlanamıyor musun?"

"Beşinci sen olamazsın da ondan." dedi Yiğit beni yetersiz gördüğünü belli eden bir ifadeyle. "Aklımı bulandırma bari. Çık önümden." Gülümsemem silindi. Sanırım bozulmuştum.

"Neden?" dedim kaşlarımı çatarak. Daha neye beşinci olacağımı bile bilmiyordum. "Beşinci olurum ben. Hatta birinci bile olurum. Neden olamam?"

"Sen bizim olduğumuz noktaya üstten bakıyorsun. Asla aynı hizada olamayız, Doktor. Kendi çizginden ilerle." Benden uzaklaşarak arabaya bindiğinde dudak büzerek denize doğru baktım. Kızmıştı bu adam bana. Kızarsa kızsındı. O kimdi ki zaten? Allah'ın mafyacığı. Çokta umrumdaydı sanki. Beşinci falan da olmak istemiyordum. Bu ne saçmalıktı böyle?

Arabaya binerek kapımı kapattım. Sessizlik ve arabada olmanın verdiği mayhoşlukla dakikalar içinde uykuya daldığımda yine Yiğit'in beni içeriye taşıması gerekmişti. Kendimi banyoda, klozetin üzerinde oturur bir şekilde bulduğumda Yiğit elindeki kıyafetleri önüme bıraktı.

"Giyin de gel, üşüteceksin."

Başımı iki yana sallayarak cıkladım. "Olmaz." dedim uykulu uykulu. "Giyinemem."

"Eylül, hadi!"

Başımı aşağı yukarı salladım bu kez. "Tamam." Sonrasında birkaç saniye uyudum ama hemen geri konuştum. "Sen git." dedim elimle kapıyı göstererek. "Utanırım senden." Yiğit tamda emin olamamış gibi bir süre beni inceledikten sonra banyodan çıktı. O çıkar çıkmaz ayağa kalkarak küvetin içine girdim ve bir güzel uzandım. Anında gözlerim kapanmıştı. Rüya bile görmeye başlamıştım. Deniz kenarında kocaman bir yataktaydım. Hemen önümde köpük köpük bir deniz vardı. En önemlisi Yiğit yoktu, Erdem de yoktu. Huzur vardı. Bir de ileriden bana doğru gelen taş gibi bir adam...

Sarışındı. Allah utandırmasın boyu da bir hayli uzundu. Kollarında kafam kadar kas vardı. Onu görünce yatakta doğrulmuştum. O da siyah güneş gözlüklerinin altından bana çapkın bir bakış atmış sonra da yanıma gelmeye başlamıştı. Önümde durduğunda heyecandan elim ayağıma dolaşmış gibiydi. Bana doğru eğildi. Kokusu ciğerlerime dolunca gülümsedim.

"Bıktım senden." dedi birden. Hayretle gözlerimi irice açtığımda sesini daha önce duyduğuma yemin edebilirdim. Ayrıca bıkmış mıydı benden? Daha az önce tanışmıştık. Hatta tanışmamıştık bile!

"Ne?" diye mırıldandım. Johnny Bravo gibi adamı daha ikinci saniyede nasıl bıktırmayı başarmıştım acaba?

"Eylül seni öpeyim mi istiyorsun?" Yiğit'in sesiydi bu. Neler olduğunu anlamaya çalışarak kaşlarımı çattığında Johnny Bravo gözlüğünü çıkarttı. Ve ben o an aslında Johnny Bravo'nun Yiğit olduğunu gördüm. Allah'ım, korkunçtu! Korkuyla irkildiğimde karşımda yine Yiğit'in yüzünü gördüm.

"Ne yapıyorsun sen ya?" dedim küt küt atan kalbimi geri plana atmaya çalışarak.

"Uyanman için geriye sadece seni öpme seçeneği kaldı. Bence artık naz yapma da kalk. Uyuyan prenses olmak için fazla sıçana benziyorsun."

"Yiğit bir defol." diye homurdanarak ayağa kalktım ve yüzüne tip tip baktım. "Kızdığım için demiyorum kelimenin tam anlamıyla defol. Üzerimi çıkartacağım."

"Az öncede aynısını demiştin."

"Az önce çakma Johnny Bravo tüm uykumu kaçırmamıştı."

Yiğit anlamaz bir ifadeyle bana baktıktan hemen sonra yüzünü buruşturarak elini havaya kaldırdı. "Neyse ne, hızlı ol." Banyodan çıktığında üzerimdeki ıslak kıyafetleri çıkarttım ve Yiğit'e aitmiş gibi görünen eşofmanları elime aldım. Benim için hazırlanan dolapta bu tarz şeyler yoktu ama Yiğit aptal gömleklerden başka bir şey giymiyordu. Onun da değilse bu oldukça büyük beden eşofmanlar kim bilir hangi bey babaya aitti. İğrenecek gibi oldum. Temizliğinden emin olduktan sonra üzerime geçirerek odaya girdim.

Gözlerim uyuşuyordu resmen. Bu kadar içmiş miydim ben? Yatağa doğru giderek kendimi sırt üstü çaprazlamasına yatağa bıraktım. "Hadi, çık odadan Johnny Aksel." diye mırıldandım. "Doktor için uyku saati."

"Bende bu gece burada kalacağım." diyen Yiğit'le gözlerim aralandı. "Uyu sen. Doktorlar uyur, canavarlar nöbet tutar."

"Ne diyorsun be?" Yatakta hafifçe doğruldum. "Çık şu odadan. Bana laf mı sokuyorsun sen?"

"İşim olmaz."

"Hadi kardeşim hadi, başka yerde tut nöbetini. Allah versin!" dedim başımla kapıyı işaret ederek. Yiğit başını iki yana sallayarak bana doğru geldi ve yatağa oturdu. Hatta ayakkabılarını çıkartarak yatağa uzandı. Kollarını başının altında birleştirerek avcı yeşillerini tavana diktiğinde günün yorgunluğunu yansıtan bir nefes verdi.

"Aramıza güven problemleri sokan sendin. Şikayet edeceksen git tekrar küvete yat."

Kaşlarımı çattım. E yuh! Bir de yatağıma yatmıştı. Hemde o pis kıyafetlerini bile değiştirmeden.

"Ne yani? Gece seni öldürürüm diye başımda mı bekleyeceksin?" Yiğit oralı olmadı. "Bir şey desene!"

"Senin hakkındaki düşüncelerim bu kadar masum değil. Daha başka şeyler yapabilirsin."

"Ha yani adam öldürmek senin için masumane bir şey." diyerek gülümsedim. "Bir de bana kızarsın."

"Sana küvete gidebilirsin demiştim."

Öfkeyle yatakta ona doğru giderek bacaklarını aşağıya ittim. "Nöbet tutmaya çok meraklıysan git sen o küvette tut nöbetini." Yiğit aldırış etmeden elini yan tarafa uzattı ve ışıkları kapattı. Ama o kapatır kapatmaz oda bir yıldırımla aydınlandı. Gözlerim odada gezindi.

"Sessiz ol." dedi Yiğit. "Sessiz olursan şu köşede yatarsın."

"Işıkları aç." dedim tersçe. Açmadı. "Yiğit, ışığı aç."

"Eylül uyumayacak mısın?" Sitemli sözlerinden sonra oda yeniden aydınlandı ve şimşek sesleri yükseldi. Bu şekilde uyuyamazdım ben. Yiğit bir süre hareketlerimi inceledikten sonra. "Korkuyor musun?" diye sordu.

"Yiğit!"

"Korkuyorsan söyle açayım." dediğinde öfkeli bir nefes aldım. "Gerçi sen o kadar cesur bir kızsın ki korku nedir bilmezsin. Yanılıyor muyum?"

"Herkes senin gibi aşırı cesur olmak zorunda değil!" dedim bozulmuş bir tavırla. "Seninle yatacağıma göz kapaklarımı kaşlarıma dikerim." Yastığı alarak ilerideki kanepeye doğru yürüdüm ve hırsla yastığı yere atarak kanepeye oturdum. Dizlerimi kendime çektikten sonra başımı arkaya doğru yatırarak denizi hayal ettim. Orada Yiğit vardı. Onunla konuşmak istedim.

Gök gürültüsünden korkmuyorum, dedim denizdeki Yiğit'e. Çünkü annem varken gök gürültüsü ninni gibi geliyordu.

O halde korkun neyden, diye sordu Yiğit.

Gözlerim doldu, yine kendimi ufacık ve güçsüz hissettim. Acizdim. Çünkü bu sefer annemin kalbinde uyumuyorum. Cevabımla Yiğit şaşırmıştı.

Nasıl?

Anlatacaktım ona, hemde hiç çekinmeden. Nasıl olsa o deniz değil miydi? Konuşamazdı, anlayamazdı kimseye. Aramızda kalırdı bunlar. Temastan nefret ederdim. Ama gök gürültüsü olduğunda annem yanıma yatardı hep. Ben o bana sarıldığı için uyuyamayınca en sonunda çözüm olarak hayal kurmamı önermişti. Eğer elim kalbinin üzerindeyken uyursam onunla aynı yatakta uyumuş olmazdım, tek başıma onun kalbinde yatardım. O zaman ne gök gürültüsü korkuturdu beni, ne temas rahatsız ederdi.

Yiğit anlamıştı beni. Gözlerinde biraz mahçup biraz da sevecen bir ifade oluşmuştu. Bir şey demesine gerek yoktu. Sadece artık hakkımda yanlış şeyler bilmiyordu ve ben sustuğum için ölecekmiş gibi hissetmiyordum.

Gözlerimi kapattığımda bir damla yaş aktı şakaklarımdan kulağıma doğru. Bu da yetmişti bana. Neden yıllardır yalnızca denize anlatmakla yetinirken şimdi o denizi Yiğit olarak düşündüğümü bilemezken daha fazla uykuya karşı direnememiştim.

Yiğit...

Telefonuma gelen bildirimle gözlerimi tavandan çektim. Kerem mesajın hemen ardından aramaya başlamıştı. Balkona çıkarak çağrıyı yanıtladım.

"Çağrı'yı sikmeme iki dakika kaldı Yiğit!"

"Ne oldu yine?" diye sordum.

"Elif'i bakıcıya bırakmış, tutturdu İzmir'e gelicem diye! Erdem'i konuşturacakmış." Gözlerimi kapatarak sol elimle burun kemerimi sıktım. Sakin olmalıydım. "Senin de amına koyacakmış o kızla iş birliği yaptığın için. Haberin olsun." Sinir bozukluğuyla gülümsedim.

"Elif'i bakıcıya mı bırakmış?" diye sordum alt dudağımı dişleyerek. "Gerçekten mi?"

"Evet."

"Alsınlar onu oradan. Yanımıza getirsinler, Elif bakıcıyla kalamaz."

"Onu hallederiz de Çağrı'yı ne yapacağız?"

"Çağrı buraya ayak basmayacak." dedim en kararlı ses tonumla. "Hatta o çağrı Başak'ın yerini de öğrenmeyecek. O hakkı kaybetti. Çocuk gibi düşüncesizce haraket etmek ona hiçbir şey kazandırmaz, öğrenmesi gerekiyor."

"Bir kere daha beni ararsa senin yerine küfür de ederim ona göre."

"Et Kerem, yiyin birbirinizi!" Telefonu kapatarak kalçamı balkon demirlerine yasladım. Sabrımı sınamak için ne büyük sınavdı bu adamlar benim başıma. En büyük sınavım da içeride bana inat olsun diye korkudan titreyerek uyuyordu. Sabır çekerek camdan içeriye baktım. Böyle ters insan görmemiştim ömrümde. Benim gibi sakin bir insan için mükemmel bir ortak seçimiydi cidden. Bir anlık öfkeme bakıyordu aramızda kan çıkması.

Onunla aynı odada kalacaktık çünkü o hala bana güvenmezken ve bizi bir ortak olarak görmezken yapacaklarını kestiremiyordum. Beni aradan çıkartmak isteyebilirdi. Ya da hoşlanmayacağım herhangi bir davranış... Onun için hepsi haktı çünkü ben zaten bir canavardım, pislik beni etkilemezdi.

Telefonumu açarak Çağrı'dan gelmiş olan sesli mesaja bastım. O an Elif'in ince sesi doldu kulaklarıma.

"Dayıcım seni çok özledim ve babam bana pamuk şeker almıyor, ona kaşlarını çat. Sonra beni parka götür. Hemen gel!"

Bedenimdeki tüm sinir gevşerken gülümsedim hafiften. Sabahki karmaşadan fark etmemiştim bu mesaj. Açıp tekrar dinledim. Sonra bende ona ses kaydettim.

"Bende seni çok özledim sarışın. Pamuk şeker tarlası yapacağız sana. Babana kaşlarımı çok fena çattım, söylersin."

Telefonu kapatarak cebime attıktan sonra bir diğer çocuğu artık yatağına yatırma zamanının geldiğini anlayarak odaya girdim. Eylül'ü kucağıma aldığımda beli resmen kollarımın arasında yok oldu. Her geçen gün zayıflıyordu. Bu hoş değildi. Kaşlarımı çatarak onu sarsmadan yatağa doğru götürdüm. Yatağa bırakacağım esnada elimi tuttu.

"Yiğit..." diye mırıldandı belli belirsiz. İsmimi öyle bir tonluyordu ki dünyadaki en güzel iltifatı duymuş gibi hissediyordum. "Korkuyorum." Parmakları iyice kavradı bileğimi. Sonra tekrar gevşedi eli ve odayı nefes sesleri kapladı. Ondan aynen bu şekilde konuşmasını istemiştim. Korkuyorsa korkuyorum diyecekti. Herkesi bir tehdit olarak görüyordu ama beni tehdit olarak görürse onunla asıl tehditlere karşı savaşamazdık.

"Buradayım ben." diye mırıldandım. "Korkma."

"Yalnızım." Homurdanması ağlıyormuş gibi hissetmemi sağlamıştı. Yavaşça yatağın yanına diz çökerek elimle saçlarını arkasına ittim ve yüzünü avucumun içine aldım. Sıcak ve yumuşaktı.

"Yanındayım." Yatakta ileriye uzanmış olan kolu göğsüme dokununca Eylül'ün kaşları çatıldı. Gözlerini hafifçe aralayarak elini de yüzünü de benden çekti. Yatakta hafifçe doğrularak sorgular gibi baktı bana. "Ne oldu?" diye sordum elimi geri çekerek.

"O kalbini uzak tut benden." Beni azarlayarak arkasına döndükten sonra yattı yatağa. Sabır çekmekten kendimi alıkoyamadım çünkü onun dengesizlikleri benim normalde asla katlanmayacağım bir durumdu. Öylece baktım bana dönük olan sırtına. Kalbim ondan uzaktı zaten, yaklaşamazdı istese bile. Onu sevdiğim veya ondan hoşlandığım için değil korkmaması için öyle söylemiştim. Üzerine kenardaki battaniyeyi örterek gömleğimin düğmelerini açtım ve bir kenara attım. Madem uyumayacaktım geceyi rahat geçirmek adına duş almam gerekiyordu.

Eylül~

"Eylül." Yiğiti'n sesiyle bilincim açıldı ama gözlerim tam aksine sımsıkı kapalıydı. Kalkmasam olmaz mıydı? Saçlarımın ucunun havalandığını hissedince tek gözümü araladım. İki parmağıyla saçlarıma vuran Yiğit bana bakarak yerinde doğruldu.

"Ne kadar çok uyuyorsun sen. Kalkta hazırlan, Erdem'e gideceğiz." Ne kadar çok mu uyuyorum ben? Gözlerim saat aradı etrafta ama vazgeçtim hemen. Geri yattım. Uykum vardı benim. "Erdem ağaç oldu."

Yiğit inatla Erdem'den bahsederken huzursuzca ofladım. Keyfimi kaçırmada olmazdı zaten. Huysuzca yüzümü buruşturarak yatakta oturur pozisyona geldim ve elimle boynumu ovuşturdum.

"Ben hazırım, sende hazır olunca gel yanıma." Odadan çıkarken yataktan kalktım. Hazırlanmak istemiyordum. Ayaklarım geri geri gidiyor, yer çekimi sanki daha bir kuvvetli bastırıyordu. Eriyip yere yapışacak gibi hissediyordum ve açıkcası buna razıydım. Henüz bir karşılaşmaya hazır değildim. Bunun için fazla korkaktım belkide.

Tekrar yatağa oturup oflarken yanıma gelen Yiğit'le kaşlarım kalktı. Çıkmamış mıydı? Yiğit yanımdan geçerken çeneme hafifçe dokununca gözlerimi ona kaldırdım. "Neyin var senin?" diye sordu ileriden telefonunu alırken. Ne için geldiğini de bu sayede anlamış olmuştum.

"Gerildim biraz."

Ne için olduğunu bilmediğim bir tebessüm oluştu dudaklarında. Sürekli bir şeylere gülüyordu zaten, anlamak imkansızdı.

"Endişe etme, gülümse!" Dedi, iki parmağıyla dudaklarının kenarından tutup çekiyormuş gibi yaparken gülümsemişti. Aynısını yapmamı beklercesine bana bakmıştı fakat gülecek gücü bulamıyordum kendimde. Başımı olumlu anlamda sallayınca bir iç çekerek odadan çıktı.

O çıkınca ayağa kalkarak gardroptan iç çamaşırları alarak giydim. Elbiselerden birisini fazla umursamadan aldıktan sonra gözümle süzdüm. Siyah. Uzun kollu ve boyunlu. Dar ve mini. Elbise giymekten hoşlanmıyordum ama bu gardroptan başka bir şey de bulamazdım. Diğerlerine bakmama gerek yoktu.

Omzumu pansuman ederek giyindikten sonra saçlarımı at kuyruğu yaparak spor ayakkabılarımı giydim. Deri ceketimi elime alarak, eşyalarımı yeni bir kol çantasına koyduktan sonra odadan çıktım.

Kapının önünde bekleyen Yiğit beni görünce omuzlarını dikleştirdi. Yan yana çıkışa doğru yürürken, "Yiğit." Dedim. Gülerek verdiği nefesle beraber garipseyerek yüzüne baktığımda konuştu. "Efendim?"

Onun bu durup durup gülmelerine aldırmadan söyleyeceğim şeye odaklandım. "Oraya gittiğimizde, yaptığım hiçbir şeye karışmak yok. Tamam mı?"

Yiğit bana yaramaz bir çocukmuşum gibi bakarak gözlerini kıstı. "Ne yapacaksın da benim sana müdahale edeceğimi düşündün?"

"Soru sormak yok! Sadece her şey bitene kadar sessizce izle."

"Buna da tamam Eylül, tamam." Dedikten sonra daha kısık bir sesle kendi kendine konuştu. "Bakalım bunların arkasından ne çıkacak."

Dediğini umursamadan arabaya bindim, nasıl olsa tamam demişti, gerisi beni ilgilendirmiyordu. Yiğit arabaya binmeden önce çalan telefonumu açtım.
"Geliyor musunuz?" Diye sordu Serkan.

"Evet, birazdan çıkacağız."

"Okeyy!" Dedi neşeli bir şekilde. "Ben söylediklerini yaptım, hepsi tamam."

"Tamam." Dedim gergince.

"Güzelim, boşuna gerilme. Yapman gerekiyor bunu, onların sana yaptığı gibi." Dedi o günleri bana hatırlatmak istercesine.

Hiç aklımdan çıkmayan şeyleri unutamazdım ki.

"Yapacağım, unutmadım o günlerin bir saniyesini bile. Emin ol gözümü bile kırpmam." Dedim kabaran öfkemle.

"Sol taraf, kalbin tam altı." Dedi ve telefonu kapattı. Hem doktor hemde yıllarca annesinin kalbinde uyuyan bir çocuk olarak tarif ettiği yeri ezbere biliyordum. Hiç zorlanmayacaktım bunu yaparken. Yiğit arabaya binerek çalıştırınca bir süre ona baktım. Düşüncelere dalıp gitmiş gibi duruyordu. Daha sonra bende kendi düşüncelerime odaklandım. Ama odağım araba başka bir yola sapınca bozulmuştu.

"Buradan değildi?"

Bana bakmadan başını salladı. "Sabah kahveni içmedin bugün. Önce o, sonra Erdem."

Dün akşam yediğim yetmişti aslında bana. Yemek yediğim zamanlar kahveden bile iğrenirdim. Dün geceki yediğim beni bütün gün boyunca idare edebilirdi.

Yinede ne kadar geç gidersem o kadar iyi olacağını düşünerek Yiğit'in bu emrivakisine hayır demedim. Mide bulantılarımı, bu bulantıların sebebi olan kişiye yeğlerdim.

Bölüm sonu...

Yeniden merhabalar!

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz neler?

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Görüşmek üzere...😚❤

Continue Reading

You'll Also Like

2.7M 87.8K 60
İtalya da başlayan bir hikaye...
Tutsak By .

Romance

15.5M 541K 59
"Birlikte güldüğün birine aşık olmak kolaya kaçmaktır; ben seninle ağlamaya bile aşığım." Sıradan başlayan planlı bir intikam oyunu; ne denli büyük b...
11.5M 184K 17
17 NUMARA'YI KİTAP SATAN HER YERDE BULABİLİR, SATIN ALABİLİRSİNİZ. BURADA YALNIZCA TANITIM AMAÇLI İLK ON BÖLÜM VE ÖZEL BÖLÜMLER YAYIMDADIR. Gecenin k...
10.9M 325K 55
(+18 | Yetişkin içeriklidir.) Parmak uçlarım geniş omuzlarına dokunduğunda aniden gözlerime baktı. "Artık ben senin kadar kötüyüm, sende benim kadar...