ARAFIN KUŞLARI (TAMAMLANDI)

由 plaksever

62.4K 24.9K 7.7K

Alevlerin üzerinde yürürken dünyadaki ruhani hazinelerin hepsini teker teker acılarımın bedeli olarak aldım... 更多

BİTİMDEN SONRAKİ MERHABA
1.BÖLÜM~DOĞUŞ~
Duyuru
2.BÖLÜM~KABULLENİLMEYEN~
3.BÖLÜM ~AİTSİZLİK~
4.BÖLÜM~KENDİNİ SEVEBİLİR MİSİN?~
5.BÖLÜM ~CAM AYAKKABILAR AYAĞINA BATSA DA DANS ET ~
6.BÖLÜM ~İLK DÜŞMAN~
6.BÖLÜM~İLK DÜŞMAN - 2.Kısım~
7.BÖLÜM ~ARAF~
Karakter Tanıtımı
8.BÖLÜM~HAYAT DANS GİBİDİR~
9.BÖLÜM ~GERÇEKLİK YAPBOZU~
10.BÖLÜM ~SİHİRBAZ~
11.BÖLÜM~FOTOĞRAF~
12.BÖLÜM~MUM İPİ İLE DANS~
13.BÖLÜM~ABRA KADABRA~
14.BÖLÜM~SATRANÇ~
15.BÖLÜM~ÇIKMAZ~
16.BÖLÜM~SONSUZ KABUSUN İLK SABAHI~
17.BÖLÜM~PENÇE UCU~
18.BÖLÜM~KANLI TERAZİ DENGESİ~
19.BÖLÜM~GERÇEĞİN KAĞIT PARÇASI~
20.BÖLÜM~GERÇEK DİLSİZDİR~
ÖZEL BÖLÜM: HOŞ GELDİN
~21.BÖLÜM~GERÇEK KİMLİK
22.BÖLÜM~ÖLÜ RUHLAR YATSISI~
23.BÖLÜM~SESSİZ İLAN~
~24.BÖLÜM~UMUT PRANGALARA EVET DEMEKTİR~
~25.BÖLÜM~KARANLIK SADECE IŞIĞA SAHİP OLAN İÇİN TEHDİTTİR~
~26.BÖLÜM~BAŞLI BAŞINA TEHLİKE~
~27.BÖLÜM~ KAYBETMEME SAVAŞI~
~29.BÖLÜM~SAKLAMBAÇ MAĞARASI~
~30.BÖLÜM~GÖLGEDEKİ BİLMECE~
~31.BÖLÜM~BİR KORKAK SAVAŞIRSA KORKUN~
~32.BÖLÜM~ EBEDİYET ~
~33.BÖLÜM~KÖR BAKIŞ~
~34.BÖLÜM~ YAS GÜNEŞİ
BAĞIMSIZ KUKLA (FİNAL)
SİHİRBAZIN VEDASI

~28.BÖLÜM~ SEVGİ, BİR ORDUYU YENEBİLİR~

581 231 33
由 plaksever

Aydınlığa çıkmak için kendimi yakmak zorunda kaldığım, uçsuz bucaksız bir karanlığın tam ortasındayım Tanrım. Bu yaşam hediye miydi, ceza mıydı söyler misin? Bu senden ilk ve son cevap isteyişim...

                              ~27.BÖLÜM~
      ⚜️SEVGİ BİR ORDUYU YENEBİLİR⚜️

Zaman geçiyordu, onu tutamıyor durduramıyordum. Nefes alıp verdikçe giderek uykumun geldiğini hissediyordum ancak biliyordum, bu acı vermeyen ve yavaş işleyen bir ölüm yolculuğuydu. 

Koca binanın içinde tek başıma bir sandalyeye bağlı şekilde öleceğimi hiç düşünmemiştim. Ölümümü hiç hayal etmemiştim ancak bir amaç uğruna ölüme yürümek çok da koymuyordu bana. Bunca zaman bir bilinmezlikle yaşayan ruhum gerçeği aramanın yarattığı mayın tarlasında ölmekten çekinmeyerek nefes almayı ertelemiyordu. Kaç nefeslik daha vaktim vardı? Ardımda bıraktıklarım benim için ne kadar üzüleceklerdi? Güney... Sevgili abim benim yokluğumla büyümüştü, varlığımı gördükten sonra yeniden yokluğuma alışmak onu zorlar mıydı? Emin değildim. İnsan ölüyorken bile sevdiklerini düşünüyordu, bencilliğimiz en çok kendimize karşı dişlerini gösteriyordu...

Zamanında yetişebileceklerine dair umudum kalmamıştı, beni bulamayacaklardı. Belki de zamanım gelmişti ve ben bulduklarını dahi göremeyecektim. Bir ailem olduğunu hissedebileceğim süreç sadece bu kadarmış...

Güney...

Elimdeki not kağıdıyla sessizce denize bakıyordum. Asya'nın bu eve geldiği ilk günü anımsadım, onu ısrarla sevmek istemeyişimin bedelini hayat onu kaybetmekle tehdit ederek ödetiyordu. Onu hayatımın odak noktası yapmaya karşı olan çabalarımın sonucu hüsranla sonuçlanıyordu. Değer verdiğim her şey gibi hayat onu benden söküp almaya çabalıyordu.

"Aleyna uyuyor, ağrı kesiciler onu biraz dinlendirdi." 

Koray, yanıma gelmiş ve dirseklerini korkuluklara dayamıştı. Bir süre ikimizde sessiz şekilde öylece durduk.

"Onu seviyor musun?" diye sordum. Bunu anlam veremediğim şekilde bilmeye ihtiyacım vardı. Onu bir kez daha yalnız bırakmama hissiyatımın ele geçirdiği düşüncelerimin kurdurduğu bir soruydu bu. Onu benden başka 'her şeye rağmen' koruyacak birinin olduğunu bilmem gerekiyordu. 

Yüzüme baktı, vereceği cevabı seçmekte zorlanıyor gibiydi.

"Tepkin ne olur bilmiyorum Güney ancak o bana unuttuğum her şeyi yeniden hatırlattı, buna yaşamak da dahil. Ona olan hislerim sevgiden daha yoğun, adeta uçurumun eşiğindeyken aniden tutunduğum kurtarıcı bir dal gibi... Beni ölü biri olmaktan kurtarıyor."

Tebessüm ettim, onu seviyordu. İyi olan yanı ise hayatı onunla güzelleştirdiğini görmüş ve onu vazgeçemeyeceği bir yere koymuştu.

"Birkaç şey bulmuş olabilirim." diyerek konuşmanın ortasına atılan Barkın'a döndü odağım.

"Onu ne kadar kısa zamanda bulabiliriz bulduğun şeylere göre?" 

"Bilemiyorum, yazdığı ipucuna göre her şeyin başladığı yerde tutuyor Asya'yı ancak konunun Koray ile ilgisi ne hiçbir fikrim yok."

Annem yanımıza doğru yavaş adımlarla ilerliyordu. Benden çekindiğinin farkındaydım, kendisini suçlu hissediyordu. Bu hissi içimdeki öfkeyi yatıştırmama daha hızlı yardımcı oluyordu. Annemin geldiğini gören Barkın ve Koray birlikte bizi yalnız bırakmak için uzaklaştılar. Telefonlarına bakıp bir şeyler araştırıyorlardı ancak korkutucu bir gerçek vardı ki nereye bakmamız gerektiğini asla bilemiyorduk. 

Elini omzumda hissettim, bunu her seferinde büyük bir şefkatle yapardı. O anlar genelde çaresiz olurdum, küçük bir çocuk gibi sarmalardı beni ufacık avuç içi, tüm acılarımı oraya hapseder ve beyaz bir kelebeğe dönüştürüp gökyüzüne uçururdu. Bu, onun mucizesiydi, bu her annenin mucizesiydi. Ona haksızlık ettiğimi, yine o ufacık avuç içinin verdiği huzur fark ettirmişti bana. 

Tek öz evladını kaybetmiş, bana hayatım boyunca öz oğlu olmayışıma rağmen tam bir anne gibi bakmış, yetiştirmişti. 

"Neden bu kadar sakinsin? Elbette agresifleşmeni istemem Güney ancak bu sakinliğin bana pes ettiğini düşündürüyor. Onu ölüme bırakmışsın gibi hissediyorum."

Derin bir nefes aldım, omzumdaki elini iki elimin arasına alıp sıkıca tuttum. 

"Biliyor musun anne, bazen görmek için sakin kalmak gerekiyor. İsyan etmek için önce boyun eğmen gerekiyor ki sistemin hangi öğesine isyan edeceğini, tüm açıklarıyla görüp öyle baş kaldırabilesin...Acının getirdiği tüm çığlıkları ruhumun altına sakladım, duyulursa zarar vermek için kullanırlar. Bırak duyulmasın anne, bırak pes ettiğim düşünülsün... Böylece onu ummadığı bir anda kurtarabileyim."

Beni kollarının arasına aldı, kokusunu ilk kez hissediyordum. Beni böyle ilahi şekilde muhafaza ettiğini hiç anlamamıştım, yine de memnundum; fark etmek için kaybetme tehlikesi yaşamam gerekmemişti...

"Seni seviyorum Güney, bu ne olursa olsun değişmeyecek..."

"Ben de seni seviyorum anne... Ne olursa olsun değişmeyecek..."

Bu duygusal anın bozulma sebebi babamdı. Kulağındaki telefonuyla yüksek sesle konuşuyordu, geldiğini fark ettiğimizde sarılmamız bitmiş ve olan sorunlarımızı yeniden hatırlamıştık. 

"Sanırım Koray'ın neyi anlamasını istediğini biliyorum, en azından ne ile ilgili ilk başlangıçtan bahsettiğini biliyorum" dedi. 

Barkın ve Koray oldukları yerden kalkıp yanımıza gelmişlerdi. Hepimiz babamın gözlerinin içine bakıyorduk.

"Bakın, Koray'ın bizden farklı olarak erişebildiği tek bir şey var; şirket dosyaları. Eğer farklı bir konuyla ilgili olsaydı bunu bizzat Koray'ın anlaması için bıraktığını söylemezdi. Buna dayanarak şunu söylemem gerekiyor. Şirketin kurulumuyla ilgili bir yerde olması gerekiyor. Bunu en kısa zamanda bulmamız gerekiyor. Lütfen, dikkatle bakın her dosyaya, her arşive. Panik yapmayın ancak rahatta davranmayın..."

"Güney ve ben şirkete gidip arşivlere bakabiliriz ancak Aleyna'nın yanında birinin kalması gerekiyor." 

Koray haklıydı, Aleyna'yı yalnız bırakmak istemiyordum ama onunla da kalamazdım. 

"Ben onunla olacağım, aklınızın onda kalmasına gerek yok çocuklar. Hemen gidin!"

Anneme gülümseyerek teşekkür ettim. Barkın ve Koray'ı da yanıma alıp evden çıkıyorduk ki Züleyha Teyze beni durdurdu.

"Onu geri getireceksin öyle değil mi Güney?"

"Geri getireceğim, merak etme..." tebessüm etmeye zorladım kendimi, o da öyle. Barkın ve Koray önden giderken ben de birkaç adım arkalarından onları takip ettim ve kendime fısıldayarak hatırlattım:

"Bir kez daha olmaz Güney, bir kez daha kaybedemezsin!"

Dalgın halde yürürken Barkın beni kolumdan sıkıca tutup durdurdu. 

"Bu sakin halin canımı sıkmaya başladı, neden öfkelenmiyorsun!"

"Barkın, alay ediyorsun değil mi? Yaşadıklarım çok normalmiş gibi hepsini algılamışım da geriye tek sinirlenmek mi kalmış gibi görünüyor sence?"

Derin bir nefes alıp gözlerinin içine bakarak sözlerime devam ettim:

"Halâ şaşkınım, uyum sağladığımda sakin kalmam için yalvaracaksınız şüphen olmasın. Kız kardeşimi ölümün pençesine bırakıp benimle oyun oynamaya kalkarak çok yanlış bir hamle yaptı! Onu asla orada bırakmayacağım ve söz veriyorum ölümü Asya'nın ellerinden olacak!"

Öfkem düşüncelerimin üzerinde egemenliğini kurmaya başladığında bunu dindirmem gerektiğini biliyordum. Barkın farkında olmadan yapmaması gereken bir şeyi yapıyordu, beni öfkelendiriyordu. Bu da düşünmemi engelleyip sadece kırıp dökmemi sağlayan ve şu an için çok gereksiz bir unsurdu. 

Kendime gelip Koray'ın yanına indim, Barkın ise arkamdan geliyordu. Arabaya binmek üzereyken seslenmesiyle durdum. 

"Koray ile beraber şirkete gidin ben de Komiserin ve İzzet Bey'in yanına uğrayayım. Onların da yardımı dokunabilir belki. Bir şey bulursam sizi ararım, aynı şekilde siz de beni arayın."

"Dikkatli ol Barkın ve hiçbir şeyi atlama lütfen."

Kafasıyla beni onayladıktan sonra arabasının kapısını açtı.

"Barkın!"

Açık kapının arkasından, tam binmek üzereyken durup bana baktı.

"Teşekkür ederim, hiçbir zorunluluğun yokken bile ona yardım ettiğin için..."

"Senin kız kardeşin olabilir ama benim de... benim de arkadaşım Güney."

Gülümsedim ancak biliyordum ki içten içe farklı duygulara bürünmüştü ruhu, zihni ve en önemlisi de kalbi... Asya'ya yardım etmesinin en büyük nedeni belki de kabul etmek istemediği aşkıydı.

Arabasına bindiğinde ben de arabaya bindim ve Koray'a göz ucuyla baktım. Herkesten daha gergin olan tavrını anlamak için kasılan çenesi yeterli olmuştu. 

"Asya kurtulacak ve oradan kurtulduğunda daha da dizginlenemez bir öfkenin gölgesinde kalacak Koray, endişelenmen ölümü için olmasın. Asıl endişelenmen gereken içten içe doğan öfkesi..."

"Peki ya sen? Sen öfkeli değil misin tüm bu olanlara?"

"Öfkem öyle büyük ki, beni yoruyor. Öyle büyük bir kin taşıyorum ki içimde, net ve kendinden emin bir intikam ateşi bu sevgili dostum. Sessizliğim hislerimin netliğinden kaynaklı. Ben kan dökeceğimden eminim, kimin ya da kimlerin kanını dökeceğimi görmekten sessizce durmayı tercih eden aslan rolündeyim sadece."

"Güney..." dedi ve yüzünü bana döndü. Ona aklındakini ağzından çıkartmasını söyleyen bakışlarımı yönlendirdim. 

"Bunları babam yapıyor olamaz... Tüm oklar onu gösteriyor olabilir ama bunlar onun işi değil." 

Şüpheli gözlerle ona baktım, manipülasyona uğrayabilme ihtimalini düşündüm ancak günlerdir onunla neredeyse görüşmüyordu.

"Babam kötü biri olabilir belki ama Güney... O bu kadar sosyapat biri değil. Biz başka biriyle savaşıyoruz, bize yakın ama kendini belli etmeyen usta bir oyuncuyla savaşıyoruz."

Barkın'ın arabasından gelen korna sesi ile konu dağılmaya müsait bir hal almıştı. İkimizde konunun dağılmasına izin vermiştik. Araba evin bahçesinden usulca çıktı ve şirkete doğru yol almaya başladı. 

Tüm bu yaşananlar, tüm bu kaosun ana sebebi neydi? İnsanlar ne için bu kadar ileri gidebilirdi? Aşk için mi? Para için mi? Anlamlandırmak oldukça güçtü. Böyle bir şey başıma geldiğinde deliye döneceğini düşünürdüm eskiden, ne çocukça ve düzensiz bir fikir olduğunu, usta bir kuklacının ellerinde tuttuğu iplerle oynatıldığımı anlayınca fark ettim. Asya yaşama tutunmalı, ben ise onun yaşayacağına inanmalıydım. Oradan çıktığımızda ise... İplerini kopartan kuklalar olarak, kuklacımızın hayatına korku filmi sunacaktık...

Şirkete neredeyse varmıştık. Burasının gerçek ailemin kurduğu bir iş yeri olduğunu bilmenin verdiği gerçek ile hayali ayırt edememe dürtüsü her yanımı sarmıştı. Her şey kocaman bir hata gibi gözükse de sanki Koray'ın burada olması gerekiyormuş ve babasının bu şirketi yönetmesi gerekiyormuş gibi hissediyordum. Bir şeyler doğruydu ve bir şeylerin doğru olduğu kadar da birçok şey yanlış ve tutarsızdı. Girdap ise tam bu andan itibaren oluşuyordu. Koca bir yanılsamadan ibaret olan kara deliğe el feneri ile bakmaktan farksızdı bu. 

"Acele etmeliyiz, nereye bakmamız gerektiğini biliyorum. Babam şirket ile ilgili tüm haberleri kayıt altında toplar bir odada. Tarihlenmiş şekilde dosyalarda dururlar. Daha detaylı bakmamıza yardım edebilir."

"Baban böyle bir şeyi neden yapıyor olabilir?"

"Ona bunu sordum" dedi şirketin girişine doğru yürürken,

"Bana dediği şey; eğer tüm bu haberleri kayıt altında tutarsa şirketin nasıl ve hangi yollarla geliştiğini ve gelişebileceğini keşfetmek daha kolay olurmuş. Hırsları her zaman çok büyüktü, bilirsin ya. İstediği gibi biri olamadığım için bana sevgi gösteremedi unuttun mu?"

"Aile travmasını sona bırak Soykan, ruh hastası babanın arşiv tuttuğu odaya gitmeliyiz." 

Güvenlik bize selam verirken onlara aldırış etmeden içeriye girmiştik. Biri bu durumdan epey rahatsız olmuş olacak ki yavaş yavaş arkamızdan gelmeye başlamıştı. Bundan asansör ile yukarıya çıkarken onun merdivenlere yönelmesiyle emin olmuştum. 

"Takip ediliyoruz, babanın senden gerçekten bir şeyler gizlemediğine emin misin?"

"Kim bizi takip ediyor?"

"Kapıdaki güvenliklerden bir tanesi arkamızdan geliyor. Halimiz onu panikletmiş olmalı ama neden? Sen her zaman ters ve aksisin!"

"Hayır, aksine! Onlara her geldiğimde gülümserim!" 

Şaşırarak yüzüne baktım ve gözlerimi olabildiğinde açtım.

"Ne var! Saygı duyulmak beni yumuşatıyor! Şöyle bakmayı da kes!"

Koray, bakışlarımdan rahatsız olmaya devam ederken ineceğimiz kata gelmiştik. Güvenlik merdivenin başında belirmişti. Koray ile bana bakıyor ve kulağında tuttuğu telefona bir şeyler fısıldıyor gibiydi. 

"Bizi tutmaya çalışırsa onu öldüreceğim!" 

"Sebebi hiç fark etmez, bir adım daha atarsa onu kafasından vururum!"

Koray, elini oraya ne zaman yerleştirdiğini bilmediğim silaha götürdü. Peşimizden gelen adam, kafasını aşağı yukarı sallayarak yeniden telefonun diğer ucundakine bir şeyler söyledikten sonra merdivenlerden aşağıya inmeye başladı. 

"Neden geldi, neden gidiyor?"

"Bilmiyorum Koray, pek ilgilenmiyorum şu durumda da açıkçası. Babanın fantastik arşiv odası nerede söyle hadi."

Koray, yeniden merdivene bakıp önüne döndü ve ilerlemeye başladı. Birkaç koridoru geçtikten sonra tenha ve kısa bir koridorda bulduk kendimizi. Koridoru kaplayan halı siyah renkteydi ve üzerinde de küllerinden doğan bir Anka kuşu simgesi vardı.

Asya'nın gerçek adının Anka olduğunu anımsadım aniden. 

"Koray, baban gerçek bir psikopat!" 

Halının üzerinden adımlarımı atıp kısa koridordaki tek kapıya doğru yöneldim. 

"Burası eminim kilitli-" cümlemi tamamlayamadan kapının kulpunu tutan elim aşağı doğru bükülünce, kapı açılıverdi. Kaşlarımı çatarak Koray'a baktım. Böyle bir odayı neden açık bırakmış olabilir?

"Babam psikopat diyelim, sen neden bu kadar aptalsın?" diyen Koray'a anlamayan gözlerle baktım. Derin bir nefes aldı ve açılan kapıdan içeriye girdi. 

"Burası herkes tarafından, şirket ile ilgili haberlerin tutulduğu arşiv olarak biliniyor eğer burayı kilitli tutarsa burada insanlar farklı şeyler olduğunu düşünür... Ama... Göz önünde ve kapısı sürekli açık olan bir odayı kimse kurcalamak istemez. Gizlenmeyen odalar, eşyalar, kağıtlar önem arz etmez bu yüzden bir şeyi saklamanın en kolay yolu herkesin ulaşabileceği bir yerde tutmaktır."

"Sen de baban gibi değişik düşünceli bir psikopatsın!" diyerek omzuna alaycı bir yumruk attım.

Oda oldukça uyuz ve genişti. Raflara yerleştirilmiş dosyaların haricinde çekmecelerin üzerinde de yazılı olan tarihler vardı. 

"Bu çok uzun sürecek." dedim ellerimi belime koyup uzayıp giden odanın içindeki dizili dosyalara bakarken.

"1998 yıllarından itibaren başlamamız gerekiyor. Her şeyin ilk başladığı yerden bahsediyor. Demek istediği şeyin ne olduğunu anlamadım ama benim bulabileceğimi düşünüyorsa bu şirket ile ilgidir bunu biliyorduk zaten. Şirketin ilk kuruluşu 1998 yılında gerçekleşti. Büyük bir sermaye harcandı ancak kısa sürede borçlar kapatılınca oldukça büyük bir nam saldılar. İmzanın ilk atıldığı zamanı bilsem bir fotoğraf ya da bir haberde yazan mekân ismi..."

Cümlesini tamamlamaktan caymış ve kollarıyla yukarıya doğru uzanıp eski olabilecek tüm dosyaları bakabilmek için yere fırlatıyordu.

"Çok fazla gürültü yapıyorsun Koray!"

"İnanır mısın? Umurumda değil, burası yanıyor deseler yine de gereken bilgileri bulmadan çıkmam buradan, o yüzden kapa şu çeneni de aramaya devam et!"

Saniyeler dakikalara ulaşmıştı, kimse pek bir şey bulabilmiş gibi değildik. Koray alnını raflardan birine dayamış, ellerinde tuttuğu dosyalara bakıyor ancak bir şey bulamayınca dağıtarak yere atıyordu. 

"Bir şeyler bulabildin mi?" diye sordum. 

"Hayır, ya sen? Sen bir şeyler bulabildin mi?"

"Pek sayılmaz, şirkete dair en eski fotoğraftaki mekân burası. Üstünde olduğumuz bina."

"Bu kadar kolaylaştırmış olamaz! Burasının olmadığına adım kadar eminim!" dedi Koray. İçten içe ona hak veriyordum ancak pek bir şey bulamamış olmak canımı çok sıkıyordu. Korkum giderek egemen olmaya başladığında öfkemi durduramadım ve çekmecelerden birine tekmeyi patlattım. 

"Lanet olsun!" diyerek bağırdım,

"Onu kaybedemem! Bu sefer olmaz, anlıyor musun Koray? Bu sefer kimse kimseyi terk edemez! İzin veremem, beni bu pislik içindeki gezegende bir başıma bırakıp gidemez! Bu sefer affetmem bu kaderi!"

Koray sessizleşmişti, öfkemi susturamadığımın ve artık daha fazla sakin kalamayacağımın farkındaydı. Saatlerdir egemen olan sakinliğimin krallık sürme sebebi seçeneklerimizin olmasıydı ancak şimdi her biri teker teker tükeniyor gibiydi. 

Tekme attığım ayağımın sızladığını fark ettiğimde refleks olarak dudaklarımdan acı dolu bir nida çıkıvermiş ve gözlerim ayağıma ilişmişti. Ayağımın tam altında, kitaplığın en alt rafının gölgesinden dikkatli bakılmadığı sürece gözükmeyen bir bölme olduğunu fark ettim. 

"Koray, gel bana yardım et. Şu kitaplığı biraz arkaya itmemiz gerekiyor." 

Sorgulamadı, bir başına ben bir başına o geçti ve onlarca dosyanın ağırlığını kaldırıp biraz geriye itmeyi başardık. 

"Şuna baksana!" diyerek gözlerimle yerdeki bölmeyi gösterdim. Üzerinde altın renginde işlenmiş bir Anka kuşu sembolü vardı. 

"Pek de göz önünde bulundurmuyormuş değil mi?" diyerek Koray'a baktım. 

"Evet, sanırım saklamakta oldukça yetenekli bir babam varmış!"

"Nasıl açmayı düşünüyoruz peki?" diyerek soru yönelttim ona. İkimizde bölmenin önünde diz çökmüştük. 

Elini yumruk yapıp bir iki defa vurdu bölmeye ve sesini dinledi. 

"Tabakası ince, ayağımızla kırabiliriz öyle değil mi?" diyerek ne yaptığını anladığımı belli ettim. Beni kafasıyla onayladı. 

Var gücümle tekme attığımda küçük bir çatlama sesi duydum, bir cam gibi çıtırdamıştı. Bir kez daha vurdum, ortadan iki ayrılmak üzereydi. Koray'a baktım. Derin bir nefes alıp ikimizde bir kez kafamızı aşağı yukarı salladık ardından aynı anda bölmenin tam üzerine teke attık. Artık tamamen dağılmıştı ve içerisindeki ahşap kutu tamamen gözüküyordu.

"Babam bu bölmenin üstünü neden bu kadar ince yaptı dersin?" diyerek soru yöneltti Koray, ben ahşap kutuyu elime alırken. Ona cevap vermeyi erteleyerek açtım kutunun kapağını. 

Fotoğraflar, yazılar, tarihler, tutulmuş bir çok kayıt, alınmış notlar, isimlerimiz, polislerin elindeki dosyanın kopyaları... 

Hepsi ahşap bir kutunun içine sıkıştırılmıştı. Hayatımın güzel bir yaşam olacakken o keskin virajda yapılan kader kazasının tüm kayıtları bir zeminin altında ortaya çıkmayı beklemişti. 

Elime bir fotoğraf aldım. Koray'ın babası, babam ve annem yan yana durmuş fotoğraf çekilmişlerdi. Babam ve Nejat Bey el sıkılıyorlar, annem ise ortada birleşen ellerini iki avcunun içine almış gülümsüyordu. 

Fotoğrafın arkasını çevirdim. 

16 Şubat 1998
Yadigâroğlu, ilk üretim fabrikası. Dostluğun anısına...

Bu fotoğraftaki yeri bilip bilmediğini sormak için fotoğrafı Koray'a uzattım. O fotoğrafı incelerken ben kutunun içindeki her şeyi ayrıntılı şekilde incelemeye başlamıştım. Bir not defteri gözüme çarptı ve onu elime alıp açtım. İlk sayfasındaki yazıyı okurken bir şeyden emin olmuştum çünkü yazılan şey şuydu;

"Kazanın nedeni gizlenmeye başlandı, Anka halâ nerede bilmiyorum. Verdiğim sözü tutamama ihtimalimi göze alarak bu defteri tutuyorum. Tarih: 17 Ağustos 2003"

"Koray" dedim ve gözlerinin içine bakarak devam ettim. 

"Babanın olmadığını söylemiştin ya tüm bunların sebebinin..." kafasını anlamadığını belli edercesine aşağı yukarı salladı.

"Haklı olabilirsin, hatta o belki Asya'yı korumaya bile çalışmış olabilir. Karşımızda başka biri var Koray. Daha tehlikeli biri..."

"Bak evet, bu benim teorimdi gerçek olmasını da çok isterim ama bunu nereden çıkardın?" 

"Şunlara bak." diyerek kutunun içindekileri ona gösterdim. Hepsini teker teker ve sırayla elimde tutup ona gösteriyordum.

"Asya'nın gerçek adını bilmesine şaşırmadım ancak Asya'yı halâ bulamadığını söylüyor burada yazdığı kısımda ve bir sözünü tutamamaktan endişelendiğinden bahsediyor. Fotoğrafları saklamış, arkalarında bir sürü not var. Baban kötü biri olabilir ama bir sosyapat değil Koray." 

Endişe ile kutunun içine eşyaları toplarken, dilimin ucuna korkunç bir ihtimal daha geliyordu ancak bir türlü dile getiremiyordum. Bu durumu Koray fark etmiş olacak ki omzuma elini koyup kaşlarını çatarak gözlerimin içine baktı. 

"Aklındaki ne? Söyle."

Derin bir nefes aldım. Gözlerimi kaçırdım ancak Koray yüzüme dikkatli dikkatli bakmaktan asla vazgeçmeyeceğe benziyordu.

"Nejat Bey... Sanırım o da bu koca oyunun bir piyonuydu. Tek farkı, o kiminle uğraştığını öğrendi ama bu çok geç oldu sanırım Koray. Yılan öyle bir büyüdü ki fark edene kadar, o büyüklüğüne güvenerek saklanma ihtiyacı duymadığında ancak fark edebildi baban bunu. En başından beri tek derdi aslında korumaktı. Bunu gizlice yapmalıydı, fark edilirse bir şekilde zarar göreceğini biliyordu..."

Koray, sarsılmışçasına bakıyordu yüzüme. Biraz mutlu olmuş gibiydi ama bu iyi ihtimale inanmasını babasının bunca zaman üstüne örttüğü katı ruh halini görmek engel oluyordu. Kafasını iki yana salladı, kendine geldi ve fotoğrafı gösterirken boğazını temizledi. 

"Bunu daha sonrada konuşuruz şimdi şu fotoğrafın sağ alt kısmına bak. Duvardaki sembolü görüyor musun? Bu sembol, halının üstündeki sembolle de, kırdığımız zemindeki sembolle de aynı. Bizim tek bir fabrikamızda bu sembol var. O da gerçekten her şeyin başladığı yer olarak geçiyor. Şirketin ilk kurulma kararının alındığı gün satın alınan fabrika bu. Şehre yarım saat uzaklıkta."

"Barkın'ı ara ve ona Asya'yı bulduğumuzu söyle Koray. Ben de babamları arayıp haber vermeliyim. Nejat Bey'e gelince onunla daha sonra konuşacağız, onun bildikleri hiç de az şeyler değil eminim."

Yazardan 

Artık her şey daha çok paniğe kapılmış gibiydi. Sessizce duran dosyalar bile heyecanlanmış gibi gözüküyorlardı Güney'in gözüne. Kız kardeşini kurtaracak ve ikinci kez bir yıkım yaşamayacaktı, bunun sevinci sarmıştı her yanını. En başından itibaren sakinliğini korumakta zorlanan bunu genç adam artık derin bir nefes alıp öfkesini şimdilik bir kenara bağlayabilirdi.

Koray, Barkın'ı aramasına rağmen bir cevap alamıyordu. İçinde bir endişe kol gezdiğinde Barkın için endişelendiğine şaşırmıştı. Bu tuhaf olayların onların arasında tarifsiz ve habersiz bir bağ oluşturduğunu bilmek veya fark etmek zaman alıyordu her biri için. Arka arkaya aramasına rağmen Barkın'dan cevap alamayınca endişesi git gide arttı. Güney odanın bir köşesinde babası ile konuşurken göz göze geldiler ve Koray kaşlarını çatarak başını olumsuzca salladı. 

Barkın, titreyen telefonun yarattığı hissi hissedemeyecek kadar donuk yürüyordu. Yılmaz Komiser 'in vücudunu tavandan sallanırken bulmuş, geçirdiği şok ve korku ile polisi aramayı ancak akıl edebilmişti. Polis sirenleri sokak arasının başından, evin önüne kadar yayılıyordu. Park halindeki polis araçlarının kırmızı mavi ışıkları her yeri daha aydınlık yaparken Barkın uzun süredir üzerinde olan psikolojik baskıya yenik düşmüş ve kaldırıma aniden kendini oturtarak ağlamaya başlamıştı. Elleriyle yüzünü kapatmış, Yılmaz Komiser'i ölü bulduğu anı unutmaya çalışıyordu. Hayretler içerisinde Barkın'a bakan gözleri, iyiden iyiye eve yayılan ceset kokusu... 

Bir sağlık görevlisi yanına geldiğinde Barkın'a birkaç kez seslenmişti ancak duyulmadığını anlayan sağlık personeli Barkın'ın iyi olmadığına kanaat getirmiş olacak ki omzuna dokundu. 

"İyi misiniz beyefendi?" diyerek sarstı Barkın'ı.

Eliyle omzuna tutundu sağlık personelinin ve ayağa kalktı. 

"B-ben gitmeliyim... Hemen gitmeliyim..." diyerek sağlık personelinden uzaklaştı Barkın. Arabasına bindi ve öylece dalgın dalgın arabasını çalıştırdı. İzzet Bey'in evinden uzaklaşırken, hiç olmadığı kadar ürkmüş ve korkmuştu. Emniyetten arkadaşları ona bunun bir intihar olduğunu söylemişlerdi zira İzzet Bey günlerdir ortalıkta yoktu ve Yılmaz Komiser ise sonuca bağlayamadığı bir dava yüzünden zaten bunalımdaydı. Üstelik parmak izi bulunmamış, kapıda veya pencerede de zorlanma tespit edilmemişti. 

Aleyna ve Elif Hanım ise oldukları yerde oturmuşlar birbirlerini her şeyin düzeleceğine dair inandırmaya çalışıyorlardı. Aleyna, görmediği annelikten dolayı kendi içinde kurallar koyarak beslediği annelik duygularını Asya'da canlandırmıştı, Asya kimsesizliği ile Aleyna'nın kol kanat germesi adına biçilmiş kaftandı. Bunları yaşanırken Aleyna farkında olmadan Asya'ya bağlanmıştı. Saf sevgiyi Aleyna'nın avuçlarına verdiği için çözülmeyecek bir düğüm atmıştı kader ilişkilerine. Elif ve Hakan ise ölen kızlarını Asya'nın ruhunda bulmuş oraya yerleştirmişlerdi. Güney, yalanların acı gerçeklerinin kırbacını yemiş ancak ilacını Asya'nın yabaniliğinde bulmuştu. Koray ise ilk kez aşık olmuştu...

Yabani bir kızın bu hayatlarda yaptığı yankı, kelebek etkisiyle aynı imkansızlıkta ve mucizelikteydi. Kimse inanmazdı çimlere çıplak ayakla basmanın, birçok gönülde taht kurabileceğine ya da kim tahmin edebilirdi ki bir yabaninin çorak kalplerde bahçeler sulayabileceğini...

"Hakan Amca nereye gitti biliyor musun?" diyerek sordu Aleyna morarmış suratına acıyla bakarken aynadan.

Elif sadece gülümsedi, cevap bile vermedi. Her insanın karanlık bir yüzü vardı ancak Elif sevgili eşinin karanlık yüzüyle gurur duyuyor hatta bu tarafını saklamanın kutsal bir görev olduğuna artık inanıyordu. 

Hakan, arabasıyla önünde durduğu eve bir baktı. Alay ederek gülümsedi, arabasından indi ve kapısını ıslık çalarak kapattı. Uzun zamandır bu tür olaylardan uzak durmasının verdiği özlem vardı içerisinde ancak bugün birini daha kendi adaletiyle cezalandıracaktı. 

Evin kapısının açık olmasına şaşırmadı, onca gürültü ve kavgaya evdeki tüm çalışanlar buradan kaçmış olmalıydı diye düşündü. Bu konularda tahminleri pek yanlış çıkmazdı, şu anda da haklı gibi gözüküyordu. Aralık olan kapıdan içeriye soktu cüssesini. Merdivenlerin aşağısında bacaklarını açmış şekilde oturan adama ilişti bakışları ardından merdivenin üst tarafında korkuluklara tutunmuş şekilde donuk bakışları olan kadını gördü. 

"Seni uyarmıştım!" diyerek bağırdı adama ve yavaş adımlarla yaklaştı. Sesi duyan kadın irkildi, oysaki sessizce anneliğini sorguluyordu. Hiçbir zaman bunu yapmadığını fark etmenin verdiği vicdan ağırlığını kalbinde hissetmiş ve patlamış kaşının acısını hiçe sayarak bunu düşünmeye başlamıştı yıllar sonra.

"Evimden çık git!" diyerek bağırdı paspal adam yerinden kalkmaya çalışırken. Hakan tam önünde durdu adamın ve ayağa kalkmasını bekledi. Yüzündeki gülümseme yavaşça kendini silerken elini yumruk yaptı ve tek hamlede yere yığdı yeniden adamı.

"Aleyna'ya bu ellerinle vurdun öyle mi?" diyerek ayağıyla bastı tek elinin bileğine. 

"Şerefsiz herif! Çık git evimden yoksa polis çağıracağım!" diyen ve acısından dolayı inleyen adama aldırış etmedi. Yüksek sesli bir kahkaha patlattı evin içinde yankılanan.

"İşimizi bitirelim ardından tatbikî de çağırabilirsin Emir Bey, ayıp ediyorsun..." 

Kıyafetinin ensesinden yakaladığı gibi adamı bir uçtan bir uca fırlattı.

"Odana çık, hemen." diyerek kadına ikazda bulundu Hakan. Dediğini yapmak üzere ayağa kalkan kadını merdivende gölgesi dahi kaybolana kadar bekledi. 

"Bugünü asla unutamayacaksın, sana söz veriyorum!" 

Hakan tehditler savururken altını doldururcasına bu söylediklerinin yüzüne yumruklar indiriyordu.

"Bir kadına hatta bir çocuğa vurmak ha! Sana erkekliğin bu demek olduğunu mu öğrettiler? Bir kadın üstünde egemenliği dayak atarak kurabileceğini söyleyen ruh hastası baban mıydı söylesene!" 

Kana bulanan yakalarını avuç içlerine toplayarak adamın yüzüne iyice yaklaştı ve gözlerini gözlerine dikti.

"Biraz adam olsaydın da eşini kaybetmiş bir kadını hayata sevginle bağlayıp, babasını kaybetmiş bir kız çocuğuna baba sevgisi vermeyi başarsaydın! Şiddet her zaman korkakların güç gösterisi olmuştur, sen sevgiyi gösterecek kadar cesaret kırıntısı bile taşımıyorsun içinde!" dedi. 

Cümlelerinin haklılığına inanıyordu, birine sonradan aile olabilirdi bir insan. Tek bir kişinin sevgisi bir orduyu dağıtabilirdi. Asya'nın canavarlarını da sevgi tohumları yeşerdiğinde dağıtmışlardı. Her birinin binlerce çiçek ektiği bahçede gezinen Asya'nın ruhu artık boş bir binanın ortasında sevginin gücüne inanarak kurtulmayı bekliyordu. Gözleri yavaştan kapanmaya başlamış, tüm bedeni halsizleşmiş ve uyuşmuştu. Gücü çekiliyor, hayat siliniyormuş gibi hissediyordu. 

Tüm bunlar olurken ve Asya tüm umudunu kesmişken parmak uçlarında bir hareketlenme hissetmişti. Bilekleri önce taze bir acıyı duyumsamış ardından rahatlamıştı. Gözlerini açamasa da birinin onun ellerini çözdüğünü hissedebiliyordu. Birkaç kelime mırıldanmayı denendi, başarılı olmadı. Vücudunun yorgunluğu ve uyuşukluğu konuşmasına izin vermedi. 

Adamın kokusu tanıdık değildi. Kendisine yardım eden kişinin onu kucaklamasıyla anlamıştı bunu. Gözlerini biraz araladığında bulanıklıklar içinde kirli bir salak, kahverengi bir gömlek yakası gözüne ilişti. 

"Dayan Anka, nefes almaya çalış artık temiz havadasın..." 

Söylenenleri duyabiliyordu, belli edemese de onu kurtaran bu yaşlı adamın gerçek adını nereden bildiğinin şokunu yaşıyordu.

"Kimsiniz?" diye mırıldandı,

"Adımı nereden biliyorsunuz?" 

Bir çare ve belli belirsiz kurduğunu düşündüğü cümleleri son dermanı ile savuşturdu havaya. Toprağın sertliği ensesine dokunurken, yumuşak şekilde yere bırakılmanın hissini sırtında hissetti. 

"Bir gün yeniden bir arada olacağız Anka, o zamana kadar küllerinden doğmaya çalış..."

Kim olduğunu bilmeyen Asya'nın aksine, Anka'nın aksine adımları gittikçe uzaklaşan adamın içinde evladını yıllar sonra kucağına almanın verdiği huzur vardı. Gittikçe adımlar kayboluyorken Asya artık gözlerini kapatmaya hazırlanıyordu. Zaman ne karmaşık bir kavramdı, ölüm ne çok hızlı geliyor ve yaşam tam tersine ne çok yavaş ilerliyordu böyle. 

Bir arabanın tekerlerinin sesini duydu, ürktü. Ayağa kalkıp kaçmak istedi ancak yapamadı. Karışık olmasından dolayı birden fazla kişinin ona doğru koşan adımlarının toprağı dövme sesleri geldi kulağına. Halâ tek algılayan duyusunu kullanabiliyordu, duyabiliyordu.

"Asya, geldik! Bizimle kal lütfen! Geldik!" 

Sesi tanıdı, bu Güney'in sesiydi. Yıllar sonra bulduğu ve cennet misali yaşadığı hayatını cehenneme çevirdiği abisinin sesiydi. Şimdi yerini birilerine söylüyordu, ambulans çağırıyor olmalıydı. Güney'in sesi boğuklaşırken ensesindeki elin hissi netleşti. Yanağını ıslatan ufak bir damlanın varlığı yanağından akıp gitti. Bir cümle onu bu cehennemden aldı götürdü. Bu Asya'nın bilincini yitirmeden duyduğu son cümleydi;

"Seni seviyorum Asya... Yetimhane gülü, kaktüsünü dikenleriyle baş başa bırakma..."

继续阅读

You'll Also Like

1M 1.9K 1
Gözlerini kapat ve dinle.... Zor dönemeçleri, yanlış anlaşılmalarını, sevdaya adanmış iki yüreğin zorlu yolunu anlatmaya geldim sana... Dinle..çünkü...
181K 12.4K 39
Biz adımız gibi özgür bir timdik. Hür Timi. Kendi kurallarımızı koyardık. Bu askeriye işleyişine ters olduğu için de sürekli azar işitirdik. "Hangi...
PENAH 由 Gamze Karaca

青少年小说

3M 7K 2
Rihem, öldüğü gün yaşamaya başladı. Yaşamın onda bıraktığı acıların hedefi, çok yanlış kişinin durağında indi. Ve acı, sevgiye sarıldı. Öfke, ölüme...
114K 8K 51
Her şey, 1972 kışında, NASA'nın Ay'a düzenlemiş olduğu son insanlı uçuşta insanlık medeniyetine ilişkin kadim bir sırrı keşfetmesi ile başladı. Ve şi...