ESARET

By imPnar__

457K 6.7K 17.9K

"Bedenim özgür, ruhum sana esir." ~ Eylül&Yiğit More

2. Bölüm-"KURŞUN"
3. Bölüm-"TEKLİF"
4. Bölüm-"KORKU"
5. Bölüm-"NEFES"
6. Bölüm-"SOĞUK TEMAS"
7. Bölüm-"BİRLEŞİM"
8. Bölüm-"İLMEK İLMEK"
9. Bölüm-"İNTİKAM"

1. Bölüm-"KARŞILAŞMA"

78.7K 1.5K 4.6K
By imPnar__

Merhabalar!

Buraya başlama tarihinizi bırakabilirsiniz.

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.

Keyifli okumalar.

&

Bedenim özgür, ruhum sana esir...

●●●

Gökyüzünden ince bir sızı gibi yayılan mavi, karanlığı yararak her saniye biraz daha büyüyordu. Perdesi açık olan pencerelerden yüzüme hafifçe güneş ışığı vurmaya başlamıştı. Uykusuzluktan ağrıyan gözlerimi bir kaç kez kırptım ve pencerenin fayansına yasladığım kolumu kaldırdım. Elimle fayanstan tutunarak oturduğum yerden kalktım.

Tüm gece boyunca belki uyumamak, belkide stresten kendime uğraşlar aradığım için içtiğim kahvelere bir yenisini daha eklemek üzere mutfağa doğru adımladım. Çıplak ayaklarımın, ılık mermerde hafifçe çıkarttığı seslere odaklanmışken, salonda çalan telefonumun sesiyle dikkatim dağıldı.

Olduğum yerde durdum. Kalp ritimlerimin hızlandığını hissediyordum. Sanki biliyordum kimin aradığını, ne için aradığını. Onca yıldır içimde, kendi ellerimle beslediğim nefretim bir bukelemun gibi kılık değiştirerek, korkunun alçak rengine bürünmüştü. Geri dönerek koltuğun üzerinde çalmakta olan telefonumu elim alıp açtım.

"Buldunuz mu?" Deyiverdim birden. Oysa açarken asla konuşamayacakmışım gibi hissetmiştim. Şimdi ise duyacağım şeyden korkarak gözlerim kapanmış, kalbim bir cevap alana kadar atmayı bırakmıştı.

Ne içindi bu korkum?

"Bulduk Eylül, geliyorum." İçimde ince bir sızı belirirken, bunun iyi mi yoksa kötü mü olduğunu bilmiyordum. Birden ayaklarımdaki tüm gücün çekildiğini hissettim. Bedenimi koltuğa bırakarak kapattığım gözlerimi zorlukla açtım.

"Tamam." Diyebildim sadece. Kilometrelerce koşmuşum gibi nefes nefeseydim. Tekrar karşılaşmak, aynı şeyleri hatırlamak istemiyordum ama canım pahasına istediğim bir şey vardı; intikam...

Yıllar önce ruhuma ilmek ilmek işlenmiş bu duygu, bütün korkularımın ve daha başka duygularımın önüne geçiyor, hepsini yok sayıyordu. Ben intikamımı değil, o beni yönetiyordu. Teslim etmiştim kendimi, artık ben durmak istesemde o durmayacaktı.

Yukarıya çıkarak odama girdim. Perdeleri çekili olan odada hala gecenin o kasvetli havası kol geziyordu. Nefes alamıyormuş gibi hissederek perdeleri ve camı açtım. Saçlarım sabahın ayazını taşıyan rüzgarla savrulduğunda odanın içinde ilerleyerek üzerimdeki kıyafetlerimi çıkarttım ve banyoya girdim.

Ilık suyla uzun bir süre duş aldım. Çıkmak istemiyordum, kendimden korkuyordum. Vereceğim tepkilerden, aynı şeyleri yaşamaktan korkuyordum. Ama yaşadıklarım ve intikamım, korkumu tekrar alt etmeyi beceriyordu.

Zaman zaman kalbimi ele geçirmiş olan nefretimi yararak, bedenimde kendi krallığını kurmak isteyen korku, istediğini asla elde edemiyordu.

Etmemeliydi de zaten. Artık bana korku yasaktı. Yeterince korkmamış mıydım zamanında?

Bir anlık gelen öfkeyle duşakabinden çıktım. Vücudumdan yere düşen su damlalarının sesini duymamak için boğazımı temizleyerek raftaki havlumu aldım ve vücuduma doladım.  Hiçbir sese tahammülüm kalmamıştı. Öyle doluydum ki gök gürlese sinir krizleri geçirebilirdim. En ufak şeye patlamak için fırsat kolluyordum.

Pencerenin kenarındaki boy aynasının karşısına geçerek bedenime baktım. Zayıf sayılmazdım ama boyuma göre kilom yetersizdi. Uzun, kahverengi saçlarım ıslandığı için daha koyu bir renge bürünmüştü. Parmaklarım bir süre aralarında gezindi. En son annem dokunmuştu bu saçlara. Saçlarıma her dokunduğumda sanki onun parmak uçlarına dokunuyormuşum gibi hissediyordum.

Saçlarımdaki bakışlarım yavaş yavaş yüzüme tırmandı. Keskin ve hafif sivri bir çene hattına sahiptim. Kaşımın kenarından süzülen bir damla su, renksiz dudaklarımda durduğunda elimin tersiyle silerek gözlerimi kırptım ve aynanın karşısından çekildim.

Duvarın içinde gömülü olan gardrobumun, siyah kapağını açarak balıkçı yaka beyaz bir kazak ve siyah pantolunumu alarak giyindim. Saçlarımı kurutup tepeden sıkı bir at kuyruğu yaparak hafifçe bir makyaj yaptım. Donuk bakışlarım, aynadaki yansımamda gezindi.

Yeşil gözlerim...

Her gün bakıp, annemin o avcı yeşili gözlerini aradığım ama asla bulamadığım o farklı ve yabancı gelen yeşillikler. Bakmaktan asla haz alamadığım gözlerime değen kısacık bakışlarımı geri çektim. Dışardan bir araba sesi duyulduğunda beyaz spor ayakkabılarımı ve bej renkli kabanımı giyerek aşağıya indim.

Serkan salondaki tekli büyük koltuğa oturmuş, elleri önünde bir şekilde yeri izliyordu. Son basamağıda inerek yanına doğru yürüdüm.

Yere eğmiş olduğu başını kaldırarak, kalkık kaşlarının altından o koyu kahverengi gözleriyle baktı gözlerime. Sonrada hızla yerinde doğrularak bana doğru büyük bir adım attı ve kollarını vücuduma doladı.

Ellerim kaslı sırtındaki yerini alırken başımı göğsünün bana göre sol tarafına gömdüm. Bir kaç saniye bu şekilde kaldıktan sonra kendimi geri çektim. Hep gülen yüzünde bir gerginlik vardı. Kaşlarımı belli belirsiz çatarak, üzerimde gezinen o titrek bakışlara baktım.

"Neyin var?" Diye sordum garipseyerek.

"Eylül," diyerek sıkıntılı bir nefes aldı. Sağ elini kaldırarak bebek saçlarımı düzeltti.

"Emin misin?" Diye sordu fısıltı gibi çıkan sesiyle.

Bu soru üzerine kısa bir an düşündüm. Ben, gerçekten emin miydim? Bundan hiç şüphem bile yoktu. Emindim. Başka bir çarem de kalmamıştı artık, boş boş oturduğum sürece aldığım nefesten tiksinir olmuştum. Bu dünya ikimize fazlaydı, artık birimiz gitmeliydi.

Kendimden emin bir şekilde başımı salladım. "Hayatımda belki de ilk kez bir şeyden bu kadar eminim." Tok sesim, kendime ve hislerime olan güvenimi yansıtıyordu.

Hislerim birbiri arasında savaşıyor olsada bu savaşın kazananı belliydi, manası olmayan o savaş ise sadece bana acı veriyordu. Ben ne kadar acı çekersem çekeyim sonuç hiçbir zaman değişmeyecekti. İntikam ve nefret, o savaştaki torpilli taraftı.

Serkan nefesini serbest bırakarak bir abi edasıyla yüzüme baktı. "Bak canımın içi biliyorum yıllardır tek istediğin o adamı bulmak. Ama eğer bunu kaldıramayacak olursan, sana bir şey olursa ben daya-"

Konuşmasını bitirmesine izin vermeden sağ elimi koluna götürerek, güven vermek istermişcesine dokundum.

"Sen merak etme, bana bir şey olmayacak. Eğer birisine bir şey olacaksa, o'da Erdem Yıldıraydır."

Serkan hala bir tereddütte olduğunu belli eden o yüz ifadesiyle bana bakarken çok hafif gülümsedim. Eğer o gergin olursa bende gerilirdim, bu yüzden gitmeden önce onun neşesini yerine getirmem lazımdı.

"Kahvaltı yapmadım açım, birlikte bir şeyler yiyelim mi?"

İçtenlikle gülümseyerek kahverengi gözlerini kocaman açtı. Asla uzamalarına izin vermediği sakalları, yine her zamanki gibi yeni kesilmiş, losyon kokusu sarmıştı her bir tarafı. Benden yaklaşık yirmi santimetre daha uzundu, bunu onun omzuna geliyor olmamdan anlayabiliyordum.

"Aman Allah'ım! Hayal mi görüyorum, yoksa Eylül kahvaltı mı yapmak istiyor?" Dedi ciddi bir şaşkınlıkla. Fazla yemek yemeyen bir insandım. Bundan etrafımda bulunan herkes şikayetçiydi, ki etrafımda sayıyla insan vardı. Fakat bu benim de düzeltemeyeceğim bir şeydi, benden bağımsızdı. Yemek yemeyi istiyor olsam da yiyemiyordum.

Selma teyze olmadığı için beraber kahvaltımızı hazırladık. Serkan'ın neşesi az çok yerine gelmiş, iştahla bütün tabağı bitirmişti. Bense yemeğini yiyene kadar onu izlemiş, arada bir zorla da olsa bir şeyler yemiştim. Kahvaltımız bittikten sonra etrafı toparlayarak bahçeye çıktık. Daha önceden hazırlanmış olan adamlar arabalara binmek üzere kapının kenarında sıralanmış, elleri ve başları önlerinde bizi bekliyorlardı.

"Hadi beyler!" Dedi Serkan arabasının olduğu tarafa doğru yürümeye başladığında. Onun bu emri üzerine adamlar bana baktıklarında ufak bir baş hareketiyle onları onayladım. Anında koşar adımlarla arabalarına doğru giderek, yerlerini aldılar.

Kendimi bu ortamda hayal edemiyordum. Silahlar, adamlar, öfke... Bu durumda olmak tiksinçti ama bunu yapmazsam bana yapılan her şey o adamın yanına kâr kalırdı. Bizim hayatımızın içine edip mutlu olamazdı.

"Eylül, birlikte gidelim. Fazla dikkat çekmemiş oluruz, hem daha güvenli olur." Dediğinde başımı sallayarak onayladım onu.

Biraz önce arada bir baş gösteren korkum yok olmuş, yerini nefret, daha fazla nefret almıştı.

Olması gerektiği gibi...

Hırslı adımlarım Serkan'ın arabasının önünde son bulduğunda şoför koltuğunun yanına oturdum. Yine ellerim titriyordu, ama bu sefer sebebi başkaydı. Bu sefer öfkeden titriyordu.

Hem sadece ellerim değil, kalbimde tir tir titriyordu. Kendi öfkem, beni yiyip bitiriyordu. Titreyen ellerimin üzerinde hissettiğim bir başka elle irkildim. Şaşkın bakışlarım yanımdaki adama ulaştı.

"Eylül biraz rahatla, kendine zarar veriyorsun. Bak söz ver bana, sakin olacaksın." Dediğinde kaşlarımı çattım. Ben sakin olmak istemiyordum, o adam sakin olmamı değil, öfkemle onu yok etmemi hak ediyordu.

"Onu öldürmemden mi korkuyorsun?" Dedim sitemli bir kırgınlıkla.

"Evet, yani hayır..." Bir süre kelimeleri bir araya getiremedikten sonra derin bir nefes aldı. "Eylül, o herif gözümün önünde ölse umrumda olmaz hatta bir kurşunda ben sıkarım. Benim tek düşüncem sensin, kendin için sakin ol."

Başımı sallamakla yetinerek bakışlarımı kaçırdım. Sakin olabilir miydim bilmiyorum ama onu öldürmemem gerekiyordu. Zaten bunu ulu orta, herkesin içinde yapamazdım. Hoş! Kimse olmasa bile yapamazdım. Ben kimseyi öldüremezdim.

Araba çalıştığında dikiz aynasından arkamızdan gelen adamlara baktım. Bizimle beraber üç arabaydı. Daha önceden gitmiş olan on iki adamımız daha vardı. Biliyordum, karşımdaki kişi Erdem Yıldıray'dı. Bir orduyla da gitsem ne yapar eder kaçmayı becerirdi. Daha öncesinde de olduğu gibi. Fakat bu sefer daha ümitliydim. Onun karşısına ilk çıktığım gün olduğu gibi bir çocuk değildim. Büyümüştüm, benimle birlikte nefretim de büyümüştü. Güç sahibi olmuştum ama bu güç sürekli görmezden geldiğim fakat asla yok edemediğim uysal kişiliğim yüzünden pek bir işe yaramıyordu. Çünkü benim hayatımda parayla çalıştırılan adamlara, silahlara ve insan kılığına girmiş canavarlara yer yoktu. Yine de geri adım atamazdım. Ucunda ölüm bile olsa onu yakalayacaktım.

Ufak çaplı bir plan yapmıştı Serkan. Aklıma fazla yatmasa da eğer her şey sorunsuz ilerlerse bu gece onu alacaktık.

Bir saat süren yolun sonunda gelebilmiştik. Araba, ağaçların arkasında durduğunda torpidoda duran silahımı alarak belime koydum. Kimseyi öldürmeye niyetim yoktu ama bu mecbur kaldığımda yapmayacağım anlamına gelmiyordu.

Silahı önce kazağım sonrada kabanımla örterek arabadan indim. Arabanın önünde durarak Serkan'ın yanıma gelmesini bekledim. Bir kaç saniye sonrasında arabadan inen Serkan yanımdan ilerlerken onunla eş zamanlı olarak yürüdüm.

Kendimden emin adımlarım sanki yeri delip geçmek istermiş gibi sert iniyordu mermer zemine. Her adımımda katlanarak artan hırsımı kontrol altında tutmaya çalışıyordum. Serkan kendi adamlarının bir kısmını arka çıkışa yönlendirerek kendiside ön tarafta yerini almak üzere benden ayrıldı. Arkamdan gelen iki adam giriş kapısında durduklarında, ben içeriye girdim.

Burası kumar oyanan eski bir mekandı, içeriye yalnızca sözde Patron'lar girebiliyordu. Mekânda herhangi bir saldırı olmaması adına içeriye tek ve silahsız giriliyordu. Fazla korunmasız, gözden çıkartılmış bir yerdi fakat uzun zamandır bu piyasada olduğu için hala önemli iş adamlarının uğrak yeriydi.

Mekana bizim adamlardan birkaçını sokmuştuk. Erdem de burada olacaktı. Adamlardan birisi benim emrim üzerine bir el ateş edecek, oradaki diğer insanların dikkatini çekecekti. Tam bu sırada içerdeki adamlar Erdemi alacak, sessizce oradan çıkıp gidecektik.

İçime sinmeyen nokta ise Erdem'in savunmasız iş yapmayacak olmasıydı. Ya bir şeyler ters giderse ne olacaktı? Susturmayı bir türlü beceremediğim içgüdülerim ise kesinlikle her şeyin alaşağı olacağını fısıldıyordu, kalbimin en ücra köşelerine saklanan çocuk benliğime.

Sakinleşmeye çalışarak bir adım attım. İçerisi fazla kalabalık değildi, zaten yarısı bizdendi. Dikkat çekmeden bir an önce kenardaki masanın yanına gittim ve oturdum. Masadakilerin hepsini tanımıyordum ama bizden olduklarını biliyordum. Gözlerim sakince onu aramaya başladı. Her bir köşeye baktım fakat göremedim. Nereye gitmişti, burada olması gerekiyordu? Acaba bir terslik mi var, diye düşünürken salonun sonunda, köşede duran adama kaydı gözlerim.

Oydu, oradaydı . Kanlı canlı gözlerimin önünde duruyordu. Yıllardır görmemiş olmama rağmen sanki hep yanımdaymış gibi ezbere biliyordum yüzündeki  her bir kıvrımı. Kokusu, sesi, bana yaşattıkları hala dün gibi aklımdaydı.

O bir karanlıktı ve benide içine çekmişti.

Sanki geçmişimi  gösteren bir aynaydı, baktıkça o günleri görüyordum. Saf sevginin nasıl nefrete dönüşüp beni cayır cayır yaktığını, en yakınımdan yediğim o hançer darbelerini görüyordum...

Kana bürünmüş bir el, sessizce açığa çıkmayı bekleyen nefretimin ensesinden tutup ortaya çıkartmıştı. Etrafındaki her şeyi yok etmek isteyen, ağzından ateş çıkan bir ejderha gibi olan nefretim, ona engel olmaya çalışan kalbime üflemeye başlamıştı ateşlerini.

Daha fazla sabredemeyecektim. Bir an önce ne olacaksa olsundu.

Erdem on beş dakika içinde buradan gitmiş olacaktı. Daha fazla vakit kaybetmemek için hızla planı uygulamaya başladım. Üç masa ilerideki adamın beni görebileceği bir pozisyona geçmek adına masadan kalkarak yürümeye başladım.

Yanımdan geçen bir garson koluma çarptığında, kabanımın kenarı geriye doğru savruldu. Garson korkuyla yerinde durup başını öne eğdi fakat ben durmadım. Bir sorun çıksın istemiyordum. Tam hedefime ulaşacakken koluma sarılan bir çift elle birlikte, tuvaletlerin olduğu koridora çekildim.

Adımlarım birbirine dolaşıp düşecekmiş gibi oldum ama kolumu tutan el buna izin vermeyerek beni erkekler tuvaletine soktu ve kapıyı kapatıp kilitledi.

Daha ne olup bittiğini anlayamadan üzerime gelen adam, beni duvarla kendi arasına aldı. İşte o vakit bakma fırsatı buldum beni buraya sürükleyen adama.

Sert bir mizaç kazandıran yüz hatlarına eşlik eden, saçlarıyla aynı renkte sakalları ve çatık kaşları vardı. Sakalları asla dağınık olmayan bir şekilde hafiften uzamıştı. Bakışlarım çatılı kaşlarının altındaki gözlere değdiğinde duraksadım. Avcı yeşili...

"Kimsin sen?" dedi nefes nefese. Görünüşüne uygun erkeksi ve tok bir sesi vardı. İçinde bulunduğum durumu anımsayınca onu incelemeyi bıraktım. Hem bu adamda kimdi? Benim bir an önce gitmem gerekiyordu.

"Asıl sen kimsin?" Dedim endişeyle. Bu Erdem'in adamı olabilir miydi? Onu ittirerek geçmeye çalıştım fakat bir milim bile haraket etmedi. Ne yapmaya çalışıyordu bu adam, her şey mahvolacaktı!

"Belinde silahın var. Buraya silahla girilmesi yasak. Nasıl girdin?"

Adama bak ya! Gelmiş bir de beni sorguluyordu. Eğer kim olduğunu bilseydim ve cevabımı hak ettiğine karar kılsaydım elbetteki sorularına cevap verirdim. Ama her önüme gelene de bütün hayatımı anlatamazdım ya. Çok az kalmıştı, sabahtan beri kanımı kaynatan öfkemi ona kusmam an meselesiydi.

"Sana bir şey açıklamak zorunda değilim. Şimdi çekil yolumdan." Diyerek geçmeye çalıştım fakat elini arkamdaki duvara yaslayarak, geçmemi  engelledi. Artık daha yakındık.

"Kimin adamısın?" Diye sordu öfkeyle.

Bu soru üzerine afalladım. Bir an düşündüm fakat sonra bakışlarımı geri gözlerine çevirdim. Benide kendimden şüphe ettirmişti! Kimsenin adamı falan değildim, ayrıca bu saçmalığa da daha fazla dayanacak tahammülüm kalmamıştı. Biraz daha geç kalırsam Erdem elimizden kaçacaktı.

"Ben kimsenin adamı değilim. Seni tanımıyorum, şimdi bu saçma sorularına bir son ver ve beni bırak!"

Öfke dolu çıkan gür sesimle birlikte kaşları dahada çatıldı. Zaten koyu olan yeşil gözleri biraz daha koyulaştığında aramızdaki bir kaç santimetrelik mesafeyide kapattı.

"Sen kim oluyorsunda benimle böyle konuşuyorsun!" Fısıldamasına rağmen, benim az önceki sesimden daha baskın çıkmıştı sesi. Çok sinirli gözüküyordu fakat ben ondan daha sinirliydim.

Hızlı bir haraketle belimdeki silahı çıkartarak, alttan karnına yasladım.

"Eğer biraz daha uzatırsan, ecelin! Aç şu kapıyı." Dedim gözlerine bakarak. Defolup gitmesini istediğim bu adamın gözlerini yeniden görmek istiyordum çünkü annemin gözleriyle aynı renkteydi. Silah olduğunu hissetmesine rağmen, tek bir tepki bile vermemişti. Etrafta yankılanan telefon sesiyle bakışlarımı kaçırdım. Kesin Serkan arıyordu.

"Senden korktuğum için değil, sırf ne yapacağını merak ettiğimden açıyorum." Dedikten sonra çekilmeden hala yüzüme bakmaya devam ettiğinde silahımla hafifçe ittirdim.

"Boş yapma, aç!"

Alayla dudağının kenarı aşağıya doğru kıvrıldığında küçümsermiş gibi, tepeden baktı ve bir adım geri çekildi. Avucunun içindeki anahtarla kapıyı açtığında aceleci adımlarla kapıya yöneldim. Tam çıkacakken uzun ve sıcak parmakları bileğimi kavradı. Ona doğru dönmem için herhangi bir güç sarf etmesine gerek kalmadan kendi isteğimle döndüm.

"Peşini bırakmadım, şimdilik gitmene izin veriyorum. Sonra tekrar görüşeceğiz."

Kinayeyle bakan gözlerimi gözlerine sabitleyerek dişlerimi sıktım, bileğimi sertçe çekerek parmaklarının arasından kurtardım ve yoluma devam ettim. Koridor bitiminde durarak etrafıma bakındım. Dudaklarım hafifçe aralandı, küçük ama endişeli bir ümitle onu aradım. Gitmiş miydi?

Yine mi kaybetmiştim?

Nefes alış verişlerim hızlanırken sinirle parlaklarımı avucuma doğru bükerek elimi yumruk yaptım. İşte bu sırada sondaki bir masada oturmuş olan o gözlere rast geldi gözlerim.

Durdu damarlarımda akan kan, unuttu zihnim kendi varlığını. Bir şeyler gidiyordu yüreğimden, engel olamıyordum.

Özlem...

Ve özlediğim için kendime olan öfkem.

Alıp götürmüştü bir bakışı beni benden, etimi kemiklerimden. Acıyı hissediyordum, tamda şuan. Duyuyor musunuz içimdeki çığlıkları?

Ben duyuyorum...

Bunlar yok olmak zorunda olan çocukluğumun çığlıkları. Bir zamanlar kahramanı olan adama nefret duyan bir kız çocuğunun, acı çığlıkları.

İkimizde bir tepki vermeden öylece donakaldık. Uzun zaman olmuştu gözlerim gözlerine değmeyeli. Ama unutmamıştım son gün bana nasıl nefretle baktığını, bundan sonra ona her bakışımda gözlerindeki o nefret gelecekti gözümün önüne. Beni nasıl yok ettiğini yeniden her bir hücremde hissedecektim. Şimdi olduğu gibi.

Dediğim gibi, bir savaş vardı hislerim arasında, galibin belli olduğu. İşte bu yüzden ne yaşıyorsam o, sadece kalbimle benim aramda oluyordu. Dışarıya yansıtılacak iki şey vardı; nefret ve öfke.

Erdem korkuyla karışık bir şaşkınlıkla yüzüme bakarken arkamdan içeriye koşturan Serkan da onu görmüş olacak ki, durdu.

Yavaşça ayağa kalktığında kurumuş olan dudaklarını yalayarak yutkundu. Yıllardır beni görmese bile ona nefretle bakan gözlerimi tanımış olmalıydı. Ne de olsa ona böylesine derin bir nefretle bakan tek insan bendim ve hep ben olacaktım.

Telefonunu çıkartarak merdivenlerin olduğu koridora doğru koşmaya başladığında üzerimdeki şaşkınlığı atarak silahımı çektim. Benimle birlikte etraftaki masalara dağılmış adamlarımızda ayaklanarak silahlarına sarıldılar. Bir el ateş ettiğimde o çoktan köşeyi dönmüş, merdivenlere ulaşmıştı.

Silahı tekrar indirerek peşinden koştum. İçerde bulunan insanlar çığlıklarla koşarak, benim girdiğim kapıdan çıkmaya başlamışlardı. Merdivenlerden aşağı katlara inerken bir kaç el daha sıktım. Ona ulaşmayacağını biliyordum, aramızda epey bir mesafe oluşmuştu.

Erdem çıkışa değilde diğer kapıya doğru koşmaya başladığında son kalan merdivenleri ikişer inerek peşinden koşturdum. Demir kapıdan geçerek kapıyı kapattığında öfkeyle tekrar kapıyı açtım.

Burası nakliye aracının girdiği bir yoldu.  Serkanlar bu tarafı kapatmayı unutmadılarsa kaçması imkansızdı.

Karanlık, üzeri kapalı yolda yürüyerek köşeyi döndüm ama tek gördüğüm şey kapanan araç kapısı olmuştu. Araba büyük bir gürültüyle oradan uzaklaştığında var gücümle koşarak bütün şarjörü boşalttım arkasından.

Peşimden gelen adamlardan bazıları araba getirmek için gittiklerinde öfkeyle bir çığlık atarak silahımı fırlattım.

Serkanın ettiği küfür kulağımda yankılanırken, diğer adamlarıda yanımızdan gönderdi ve yanıma gelerek sarıldı.

Gözyaşlarım bana ihanet edercesine bir bir aktı göz pınarlarımdan. Yalnız olmamın verdiği rahatlıkla ellerimi yüzüme bastırarak başımı göğsüne dayadım ve ağlamaya devam ettim.

Ağlamak benim için hiçte kolay değildi. Ne ağlamak, ne gülmek ne de herhangi bir duygumu dışarıya yansıtmak benim için basit değildi. Duygularım benim sonum olmuşken yüzümde oluşmasından korktuğum mimiklerimi tozlu raflara kaldırmıştım.

"Ağlama." Dedi Serkan kollarını benden ayırarak. Elleriyle dağılmış olan saçlarımı düzelterek çenesini kafama yasladı.

"Sana söz veriyorum o pisliği bulacağız. Er ya da geç bulacağız, yeter ki sen ağlama."

Ağlamaktan nefret ediyordum fakat şuan başka çarem yok gibiydi. Elimden bir tek bu geliyordu ve ben elimden geleni yapıyordum. O kaçmıştı, tekrar bulmamız neredeyse imkansızdı.

O gözlerine bakmışken, bir kez daha karşısına çıkacak cesareti toplamam çok zordu.

"Sen şimdi burdaki adamlardan biriyle eve geç, ben yarın gelirim."

Ellerimi yüzünden çekerek gözlerimi sildim ve burnumu çektim. Kabullenmekten başka bir çarem var mıydı ki?

"Eve gitmeyeceğim, Emre'nin yanına gitmem gerekiyor bugün." Dedim, çaresizliğime sitem edercesine.

Serkan birazcık uzaklaşarak baktı yüzüme. İçinin huzursuz olacağını biliyordum fakat konumuz, tartışmaya kapalıydı. Bunu bildiğinden olsa gerek sıkıntılı bir nefes alarak başını salladı.

"Peki, ama dikkatli olacaksın."

İç çekerek başımı salladım. "Söz." Dediğimde gülümsedi. O gülümseyince içime serpilerin soğuk suyla beraber gözlerimi kapattım. O benim en yakınım, abim, dostum, dert ortağım... Her şeyimdi. Yanımda Serkan varken bir uçurumdan bile atlasam yere çakılmazdım. Yere çakılsam bile o asla yanımdan ayrılmazdı, biliyordum. Şimdi birazcık bile sakin kalabiliyorsam bu Serkan sayesindeydi.

Bölüm sonu...

Tekrardan merhaba. İlk bölüm hakkındaki düşünceleriniz neler?

Düzenleme bittikçe diğer bölümlerde düzenli bir şekilde gelecek.

Görüşmek üzere... ❤

13. 11. 2021

Continue Reading

You'll Also Like

79.2K 3.8K 32
17 yıllık hayatında hep şiddet ile büyümüştü İzel Ece. Hayat ona hep zorluklarla gelmişti. Yaptığı tek şey evden okula, okuldan eve gitmekti. Onun ya...
753K 14.5K 8
Yıllarca aile baskısı gören , aile sevgisinden mahrum kalan Peri. Babasına gelen telefon ile doğumda karıştırıldığını öğrenir. Peki bundan sonra ne o...
209K 18.1K 35
Alışılmadık bir aile kurgusudur💥 Bol kahkaha garantilidir💃🏻 Kitaptan küçük bir alıntı⤵️ 🪷 Gözlerime bakmaya devam ederken sordu. "Sen benim kim o...
2.9M 102K 66
"Hiç boşuna çabalama sen benimsin!" diye tıslayınca utanmasam oturup ağlayacaktım. Neden bu bana aşık oldu ve başıma bela oldu. "İstemiyorum anlamıy...