Gece Avcısı [ZAS - 1] +15 Tam...

By Firtina_kiz30

43.6K 2.8K 1.9K

ZÜMRÜD-Ü ANKA SERİSİ -1 "Herşeyi biliyorsun ve sadece sana anlattığım sırlarım var Lysa. Sanırım sonsuza kada... More

Giriş
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm (Ragnarok - I)
26. Bölüm (Ragnarok - II)
27. Bölüm (Ragnarok - III)
28. Bölüm (Ragnarok - IV)
Final (Ragnarok - V)
SÖZÜN SONU
Duyuru
Duyuru 2
Tanıtım Videosu
Düzenleme
Neler Oluyor? Nedir bu Çizgi?

15. Bölüm (Sezon finali)

572 74 66
By Firtina_kiz30

Işıltılı bir gün doğmuştu tanrılar mekanı Valhalla’ya. Ne var ki bu ışıltı, gergin tanrıların elektriğini alamamıştı. Tanrıça Frigg, ortamdaki gerginliğin farkındaydı. Bu nedenle denizin bereketini simgeleyen, deniz tanrısı Aegir'in salonuna gitmeye karar vermişti. Aegir, bilge tabiatlı, yardımsever, herkesin sevdiği bir tanrıydı. Baş tanrıça Frigg, işte bu yüzden onun yanına gitmek istemişti. Aegir'in sofrasında buluşmak, tanrılara barışı getirebilirdi.

Güneş doğarken kalktı tanrıça yatağından, kendine çeki düzen verdi. Odun kuzgunlarını dünyaya saldığı için rahat rahat uyuyordu. Frigg, onu uyandırmadan odadan çıktı. Aegir, bir Vanir olmasının yanı sıra Aesir tanrılarının pek çok işine koşmuştu. Adalet tanrısı Forseti, çoğunlukla Aegir’in sarayında anlaşmazlıkları çözerek adil kararlar verir ve mekanın kutsallığından dolayı bütün tanrılar bu kararlara saygı gösterirdi. Bütün bunlara güvenerek ondan yardım istemeyi kafasına koymuşsa da, onun karısı, boğulmuş insanların ve deniz fırtınalarının tanrıçası Ran üzerine pek bir tahmin yürütemiyordu. Dişi dev, Loki'nin canavar çocuklarının annesi Angrboda’ya, o yeri göğü inleten çığlıklarını atarken Ran yardım etmişti. Kaderi nornlar kadar o da biliyordu, belki de Nornların bildiği onun için çok daha önceden keşfedilmiş bir sırdı. Ve Frigg, kehanetin ve tarımın tanrıçası, Ran gibi bir büyücü karşısında dikkatli olması gerektiğini biliyordu.

Kimseleri uyandırmadan çıkmıştı Valhalla'dan. Vanaheim çok uzak değildi, buna rağmen iki Valkyrie’nin kendisine eşlik etmesini istedi. Geri kalanlara da kimsenin ne yaptığını bilmemesi için, biraz dolaşmaya gideceğini söylemelerini tembihledi. Bineğine binerek yola koyuldu; yolda da bu kararını kafasında tartmaya devam ediyordu. Sonunda hedefine vardı. Vanaheim’in bereketli ve huzurlu topraklarındaydı artık. Işıltılı saraylar göğe uzanıyor, bal şarabı akıtan çeşmeler her zamanki gibi pırıl pırıl parlıyordu. Bir iki küçük kız zıplayarak oyunlar oynuyordu. Freya’nın savaşçıları erken kalkmış ve savaş talimlerine başlamıştı. Tanrıça Frigg, denizin kenarında duran ve martıların her sabah selamladığı o muhteşem deniz sarayını çoktan görmüştü. Njord’ün deniz sarayının, denizin ortasında olmasının aksine; Aegir’in sarayı tam da kıyıda, altın gibi parlayan kumların üzerinde bulunuyordu. Mercandan yapılmış saray, her gün ışığı değdiğinde renk renk ışıklar saçıyordu etrafına. Frigg, gözlerini bu muhteşem saraydan güçlükle ayırıp Aeigr’e yöneltti düşüncelerini. Barışın ve refahın tanrısının olması onun sofrasını daha bir kutsal ve özel yapıyordu. Ama... Frigg’in içinden bir ürperti geçti. Büyücü kadının gözlerini daha onu görmemiş olsa bile üzerinde hissediyordu. Ran, gizemli bir tanrıça idi. Dillere destan güzelliği kendi ışığının içinde gizlenirdi. Ana Tanrıça, düşüncelerini susturup mercan sarayın deniz mavisi parlak yakamozları yansıtan koridorlarında eşlikçisi olan iki Valkyrie ile yürümeye başladı. Sarayda görevli olan Einjehar’lar onu saygıyla karşıladı, bir tanesi önden giderek Aegir ile Ran’a haber verecekti. Frigg, dalgaların sesi eşliğinde koridorda yürürken karşısındaki mercan kapı sonuna kadar açıldı. Daha girmeden, güzel tanrıçanın uzun boyunu ve tahtında nasıl heybetli bir biçimde oturduğunu görebiliyordu. Dalga dalga dökülen koyu kestane saçları ve sürmeli badem gözleri ile karşısındaki herkesi kolayca etkisi altına alabilirdi. Bugün deniz mavisi bir elbise giymişti ve göğsünde bir safir sallanıyordu.

“Hoş geldiniz tanrıçam, kraliçem.” diyerek nazik bir şekilde karşıladı Ran, ayağa kalktı ve kendi yerini Frigg’e gösterdi. Frigg nazikçe onu reddetti, misafir koltuklarından birini gösterdi. Kendisi oraya yerleşmişti, güçlükle gözlerini Aegir'e çevirdi. Yakışıklı sayılabilecek bir tanrıydı Aegir, misafirperver, hoşsohbet ve cana yakın bir mizaca sahipti. Siyah bıyıkları ve yüzüne karakteristik bir hava katan çıkık kemikleri vardı. Çekik ela gözlerini sofrasında gezdirdi ve hizmetkârlarına masayı ana tanrıça için donatmalarını emretti. Frigg, elini kaldırarak onları durdurdu.

“Her zamanki gibi çok naziksiniz ve bu nezaketiniz için minnettarım. Ama buraya yiyip içmeye gelmedim. Sizin olup biten her şeyden haberdar olduğunuzu biliyorum. Vanir her zaman barıştan yanadır ama hepimiz kaderimizi Ragnarok’ta yaşayacağımızın farkındayız.”

Durdu ve yeniden elini kaldırdı. Biraz içkiye ihtiyacı olduğunu düşünmüştü. Hizmetkarlar kadehine bal şarabı koyup çekildi. Ran ve Aegir birbirlerine baktı. Onlar birbirlerine aşkla bağlı bir çiftti, bakışlarıyla birbirlerini anlayabiliyorlardı. Tanrıça Frigg'in onlardan önemli bir şey isteyeceğini anlamışlardı. Frigg, şarabından bir yudum alıp sözlerine devam etti.

“Sizden bir kere daha sofranızı barış için açmanızı rica edeceğim. Belki bu savaşı, olan biten her şeyi durdurabilir, en azından fazla kan dökülmeden barış içinde yaşayabiliriz.”

Frigg bu sözleri söylerken Aegir de, Ran da aynı şeyleri hatırlamıştı; Aesir ile Vanir arasında çıkan ilk büyük savaşı. İçleri çekildi, barıştan yana durmaya çalışsalar da bu, her zaman  o kadar kolay olmuyordu.

☆☆☆☆

 O zamanlar tanrıça Freya gençti ve içi keşfetme arzusuyla doluydu. Dokuz diyarda gezinerek seidr güçleriyle büyü yapıyor, rünlerle yaratılmış bütün varlıkları büyülüyordu. Ve yolu bir gün Asgard’a düşmüştü. Valhalla’da bu hünerlerini sergileyerek Aesir’i kendine hayran bırakmıştı. Daha sonra Tanrılar ondan arsızca ve hadsizce isteklerde bulunmaya başlamış, Freya bu istekleri kendi onurunu korumak için  reddettiğinde çok öfkelenmişlerdi. Ona aşağılayıcı hakaretler yağdırıp, açgözlü sarışın anlamına gelen Gullveig ismini yakıştırmışlardı. Sırf bu yüzden Freya o olaydan sonra saçlarının rengini değiştirmişti. Ama elbette ki vahşi Tanrılar, alay etmekten daha fazlasını yapmışlardı. Asgard güneşi batarken genç tanrıçayı bir kazığa bağlayıp cayır cayır yakmışlardı. Bir tek, sevgili dostu Balder’in hıçkırıklarını duymuştu Freya, yanarken bile öfke doluydu ve intikamını almak için yeminler ediyordu. Sonra bir şey oldu, ateş söndü. Freya’nın yanmış bedeni kutsal bir ışıkla parlayarak bir Anka gibi küllerinden doğmuştu. İntikam için yeminler etmişti ve böylece büyük bir savaş başlamıştı Aesir ve Vanir arasında. Ancak taraflar bir türlü birbirlerine galip gelememiş, en sonunda özürler dilenerek bir araya gelinmişti. Sonunda iki grup arasında rehine takası yapılmasına karar verilmişti, bu zekice öneri yine Heimdall’dan çıkmıştı. Njord, Freyr ve Freya Aesir’e, Mmir ve Honeir Vanir’e gönderilecekti. Barış bir süre bu şekilde sağlandı da, ancak Vanir’de işler yeniden karışacaktı.

Honeir, duyguların tanrısıydı. Kendisi Vanir’e öğütler vermeye ve onları yönlendirmeye başlamıştı. Bu sayede belli bir saygınlık da kazanmıştı. Ancak bir müddet sonra Vanir, tavsiyeleri verenin Honeir değil de Mmir olduğunu fark edince, bütün iyi niyetlerinin suistimal edildiğini ve Aesir tarafindan kandırıldıklarını düşünerek öfkeye kapılmışlar, Mmir’i ilk gördükleri yerde kıstırıp başını keserek Aesir’e göndermişlerdi. Bunun üzerine tekrar bir savaş çıkma ihtimali doğmuştu ancak Odin ve Freya bütün öfkelerini bir kenara bırakıp bir araya gelmişler ve anlaşma için bütün tanrıların tükürüğünden Kvasir adlı bir insana hayat vermişlerdi. Kvasir bütün tanrıların oğluydu ve herkes tarafından sevildi. Odin, Mmir’in kesik başını mumyalayarak büyüyle hayata döndürdü ve zor zamanlarında onun bilgeliğine danışarak kararlar almaya başladı. Kvasir’in akıbeti ise daha bir karanlıktı. Bilgeliğiyle dokuz diyarı gezdi, tanrıların sorularını cevapladı ve her gittiği diyardan bir şeyler öğrendi. Bir gün iki cüceye rastladı. Cücelerle biraz sohbet ettikten sonra onların ricasını kıramayarak geceyi onlarla beraber geçirmeye karar verdi. Ne var ki bu iki cüce, onun bilgeliğinden fazlasıyla etkilenmiş ve haince bir plan yapmaya koyulmuştu. Onu ilk önce güzelce beslediler ve dostça davrandılar. Hatta misafirleri olması için resmen yalvardılar ve türlü diller dökerek onu kalmaya ikna ettiler. Sonunda gece oldu, Kvasir uyumak istedi. Güzel bir yatağa yatırdılar onu ve derin bir uykuya daldı. Gecenin bir yarısı gelen bu vahşi cüceler kuvvetli bir Elf kılıcı ile zavallı Kvasir’in başını kesip kanını bir küpe akıttılar. Onu türlü büyüler kullanarak, biraz bal ve başka maddeler ile karıştırıp ilhamın içkisi Kvasir’i elde ettiler. Elbette Tanrılar, kısa sürede yarattıkları bu varlığın kaybolduğunun farkına vardı. Bu iki cüceyi sıkıştırdılar ama vahşi cüceler, Kvasir’in kendi kanında boğulduğunu söyleyerek olaydan kurtulmaya çalıştı. Ama daha sonra bu cüceler bir cinayet daha işlemiş, bilinmeyen bir nedenle dev Gilling ile karısını katletmişlerdi. Bu iki devin oğlu Suttung, bu cinayetten haberdar olmuş, öfkeyle iki katili yakalayıp gelgitli bir resife atmaya niyetlenmişti. Cüceler canlarını kurtarmak için Suttung’a yalvarmaya başladılar

 Ama onun yakıcı öfkesini gördükleri için en sonunda cücelerden biri, Suttung’a Kvasir’in içkisini vermeyi teklif etti. Dev şaşırmıştı. Ne işe yaradığını sorduğunda cüceler, içen kişiye bilgelik kazandırdığından bahsetmişlerdi. Böylece dev, iki cücenin canını bağışlamış, ganimeti ile birlikte evine dönmüştü.

Bu devin Baugi adında bir kardeşi ve Gunnlond adında bir kızı vardı. Baugi devasa bir çiftliğe sahip zengin bir devdi. Odin’in kuzgunları onları da görmüştü, böylece Kvasir için eline bir fırsat geçtiğini düşünen Odin, hemen planlar yapmaya başladı. Kılık değiştirerek bu çiftliğe gitti, kendini Bölverkr olarak tanıttı ve çiftliğin bazı işlerine bakabileceğini söyledi. Baugi’nim dokuz işçisinin tırpanlarını hiçbir karşılık beklemeden bileyleyebileceğini söylemişti, büyülü bir bileği taşıyla hepsini kolayca bileyledi. Nitekim açgözlü işçiler bu taşın kıymetini anlayıp büyük bir iştahla taşı Odin’den istediler. Odin bu taşın bedelinin ağır olduğunu söylediğinde bile vazgeçmemiş, arsızca istemeye devam etmişlerdi. Sabrı tükenen Odin, en sonunda taşı havaya attı, taş yere inene kadar dokuz işçi de birbirlerini katletmişti. Odin vakur bir tavırla taşı yerden aldı ve Baugi’nin yanına gitti. Tırpanlarını bileylediğini, ancak işçilerinin ise yaramaz bir taş yüzünden birbirlerini öldürdüklerini söyledi. Baugi'ye dokuz işçinin işini tek başına yapabileceğini ve bunun karşılığında Kvasir’in bir yudumunu istediğini söyledi. Baugi, bal likörüne erişiminin olmadığını söyledi, ama işlerini halledersin gidip kardeşiyle konuşacağına da söz verdi. Bunun üzerine Odin, üzerime düşeni yapmış, bütün işleri kolaylıkla halletmişti. Ve onurlu bir adam olan Baugi, sözünü tutarak kardeşinden Kvasir’i istemeye gitti.

Bu işin hiç kolay olmayacağını elbette biliyordu Baugi. Bir süre kardeşinin yanında dolaştı, sofrasına oturdu, gönlünü hoş tuttu. Sonra da kardeşine sahip olduğu içeceğin tadına bakmak için büyük bir arzuyla yanıp tutuştuğunu söyledi. Suttung bunu kesin bir dille reddetti. Odin, bu işin böyle olmayacağını anlamıştı. Adama teşekkür etmeyi ihmal etmedi ve dostluğunu kazandı. Baugi’nin aklını çelen Odin, Gunnlond’u arzuladığını söyledi ve onun yardımıyla Gunnlod’un odasına genç bir delikanlı kılığında girdi. Kızın aklını aldı. Gunnlod, Odin’i dinlemiş ve ona aşık olduğunu, onunla birlikte olursa arzusunu yerine getireceğini söylemişti.  Böylece Odin, genç kızla üç gece üst üste çılgınlar gibi sevişti. Ve Gunnlod tatmin olmuş bir şekilde Odin’in arzusunu yerine getirmek için Kvasir fıçılarının yerini gösterdi. Odin üç yudumda bütün Kvasir’i içmiş ve hemen kendini kartala dönüştürerek uçmaya başlamıştı. Suttung kandırıldığını anladığında o da devasa bir kuşa dönüşüp Odin’in peşine düştü, ama Asgard’a geldiklerinde Einjeharların savunmasına direnemeyip geri dönmek zorunda kalmıştı. Odin Kvasir’i taşırken Midgard’a damlalar halinde dökülen içki, insanlar arasında da sanatın yeşermesine vesile olmuştu. Odin, Kvasir’i getirilen çanaklara kusarak hemen saklanmasını emretti. Ayrıca bu içki, Aesir ve Vanir’in barışının simgesi olmuştu.

☆☆☆☆

İşte bütün bunları anımsadı Tanrıça Ŕan, yeniden kan döküleceğini seziyordu. Bunu önlemek isteyen Frigg’i de anlayabiliyordu. Ancak kaderi belirleyen o değildi. Kocası Aegir, dikkatle dinledi Frigg’i ve sonra sevgili karısına baktı. Sesini çıkarmamıştı tanrıça, gözleri ile anlatıyordu her şeyi. Böylece Aegir, tanrılara sofrasını açmaya karar vermişti. Ziyafet için hemen hazırlıklara başlandı ve tanrılar davet edildi. Frigg, bütün Asgard’a haberci yolladı. Sonra kendi sarayına dönmek için yola çıktı.

“Bu işin sonu hiç de iyi olmayacak.” Dedi Ran, kocasına. Aegir’in sandalyesinin arkasına geçmiş, kollarını kocasının boynuna dolayarak omuzlarından aşağı sarkıtmıştı.  Aegir’in de içine kuşku tohumları serpilmişti. Ama Frigg’in gelişinin ona yüklediği sorumluluğun da farkındaydı. Karısını kolundan tutarak kucağına çekti.

“Benim güzel karımı böyle endişelendiren de nedir?” diye sordu. Ran, soğuk bir tonda konuşmaya devam etti.

 “Bu sefer bizi Odin’in kurnazlıkları bile kurtaramaz. Geleceği gören sessiz tanrı Vidar, keşke birkaç kelime söyleseydi. Ama o, bütün kehanetlerden sonra kendini sessizliğe adadı. Ama ben görebiliyorum, bütün ölümleri, dökülen bütün kanları. Ve her biri için üzülmekten başka bir şey gelmiyor elimden.”

“Haklısın sevgilim.” dedi Aegir. “Ama kaçınılmaz olan, elbette bütün nefes alanları kuşatır. Üzülme. Gel kollarımda mutlu edeyim seni.”

Dudakları tutkulu bir öpücükle birleşirken güzel tanrıça, aşkın kapatamayacağı bir yara olmadığını düşündü. Aegir onun için bütün erkeklere bedeldi, onunla sevişirken de hissettiği kederin kaybolmasını zevkle izledi.

☆☆☆☆

Kuşlar Meclisi, bu son gelişmelerden sonra bir Ragnarok beklentisine girmiş, acilen toplanmıştı. Anka bütün bu olup bitenlerden sonra gerilimin daha da tırmanacağının farkındaydı.

“Acil yeni önlemler almamız gerekiyor.” diyerek söze başladı. “İskandinav tanrıları Aegir’in sofrasında buluşacak ve öngörülerime göre pek hoş şeyler olmayacak. Claude ve ekibi için acil gözcü ve koruma kuşlarını arttırıyorum. Ben de onu yakından takip edeceğim. Asgard’da olup bitenleri de yakından izlememiz gerekiyor. Birkaç minik kuş hemen oraya doğru yola çıksın.” Sonra duraksadı, meclisteki diğer kuşlara döndü. “Sizlerin başka önerileri var mı?”

Kimseden ses çıkmadı. Anka bu kadar önlemin yeteceğinden kuşkuluydu.

“Sanırım Gece Avcısı’nı da uyarmamız gerekiyor.” dedi. “Bütün işi gücü bırakıp bunlara karşı tetikte olması gerekmiyor ama bilmesi çok daha iyi olur. Hepiniz tedbirinizi alın, ben gidip onunla konuşacağım.”

Böylece Anka, hemen Yunanistan’a uçtu. Claude ve Lysa o gün, akşam saatlerinde bir panelin başına oturmuş, anlaşma yapacakları şirketi belirlemeye çalışıyorlardı. Batu Han ise Valkyrieler ile birlikte dil çalışıyordu. Anka kendini küçülterek odada belirdi.

“Çok affedersiniz ama bu bir acil durum.” dedi. Claude ve Lysa birbirlerine baktılar, sonra “Neler oluyor?” diye sordu Lysa. Anka olan biten her şeyi anlattı, sonra da “Aslında böyle bir toplantıda her zaman tehlike vardır. Ama ben bir şeyler gördüm. Loki, kendini bu toplantıda kaybedecek ve iki kat tehlikeli bir hamle yapacak. O yüzden sizleri korumalıyım. Şimdilik sadece bu toplantının olup bitmesini beklemek durumundayız.”

Gece Avcısı mütemadiyen parmaklarını oynatınca elinde yayı belirdi. Sonradan yaptığının farkına vardı ve yay yüzüğüne kapandı. Yolcular bu bekleyişten tedirgin olmuştu ama yapacak bir şey yoktu.

“Toplantı bu akşam. Bu tehlikeyi atlatana kadar kimseyle görüşmeyeceksiniz. Benimle kalacaksınız. Anlaşıldı mı?” dedi Anka. Claude onunla tanıştığından beri hiç bu kadar gergin görmemişti onu. Dediklerini yapmaya karar verdi. Bir süre sessizce öylece oturdular. Sonra Lysa, Batu Han ile ilgilenmek için  Valkyrielerin yanına gitti. Anka sadece bütün bunları bilmiyordu. Öğrendiği bir şey daha vardı. Fırsattan istifade onu da sordu.

“Şu cadı. Bean Nighe.” dedi bir solukta. Claude cadının adını duyunca irkildi. Gözlerini Anka'ya dikti. Anka devam etti. “Seninle birlikteyken senin kanını almış. Sence onunla ne yapıyor?”

“Bazen beni tesirine almaya çalışıyor.” dedi Claude. Anka Cadının o kan ile bambaşka bir şey yaptığını biliyordu. Daha fazla üstelemedi. Yeterince belaya batmışlardı, bir başkasıyla uğraşamazlardı.

☆☆☆☆

Aesir  ve Vane tanrıları, sonunda Aegir'in mekanında toplanmıştı. Bu önemli toplantıda herkes birbirlerine barış temennileri sunuyor, tahammülsüz Tanrılar  sahte sevgi gösterilerinin ardına saklanıyordu. Thor kadehini eline alıp gür sesiyle haykırdı.

“Aesir ve Vanir'in bir olması şerefine bu kadehi kaldırıyorum. Bizleri buraya toplayan Aegir’e ve onun güzeller güzeli karısına. Şerefe!”

Kadehi olan herkes aynı anda “Şerefe!” diye haykırdı. Thor mutlu bir gülümsemeyle karısı Sif ile oynaşmaya girişmiş, yeniden dünyayı unutmuştu. Ran’ın gözleri Vidar’ı buldu. Zihninde onunla konuşmaya başladı.

“Bütün olacakları gördün değil mi Vidar?”

“Gerçekleşecek olandan kaçamazsın Ran. Merhametini bir kenara bırak ve yapman gerekeni yap.”

Ran, mutsuzlukla kadehine uzandı ve bir dikişte bitirdi. Sessiz tanrı gözleri ile omu izliyordu. Ona merhamet duyuyordu, ama bunu onun bilmesi gerekmezdi. Balder ve onun yanındaki gençler müzik eşliğinde dansa başlamış, Asgard’in güzel kızları ile flörtleşerek salonun eğlencesine eğlence katıyorlardı. Derken birden zilzurna sarhoş olan Loki, hışımla bağırdı.

“Müziği kesin!”

Herkes şok olmuştu. Loki’nin ne zamandır orada bulunduğu ve ne zaman bu kadar içtiği tam bir muammaydı. O ise, eğlenceyi kaçırmamak için kendini oyaladığı hazine avına ara vermişti. İzlanda’ya çok yakınken almıştı tanrıların Aegir’in sofrasında toplanacağı haberini, elbette katılmamak olmazdı. Bu düşüncelerle kadehini kaldırdı ve dans eden gençlere döndü.

“Ne kadar mutlu, ne kadar hoş bir dans. Eminim hepiniz aşk sarhoşusunuzdur, ama hepimiz biliyoruz ki eninde sonunda bütün bu orospu çocuklarının yatağında alıyorsunuz soluğu. Yalan mı ama?”

Tanrıları işaret eden Loki, histerik korkunç bir kahkahaya tutuldu. Orada onu izleyen herkes buz kesmişti. Loki kendini topladı. Daha bir gür çıkıyordu artık sesi, daha bir korkusuzdu. Ona bakan şaşkınlıkla bakan bütün yüzlere tükürmek istedi ama o kadar sarhoştu ki kendi suratına tükürmeyi becerdi. Sonra yine kahkaha koyuverdi.

“İşte hepimiz buradayız. Tanrıların ışığı Balder, şık bir piç. Kendini beğenmiş, züppe hıyarın teki. Ağlak Honeir, boynuzlarını herkese takan Heimdall. Belki de o kutsal babamız, herkesin hıyar babası Odin de buradadır ama onu şu an göremiyorum. Sevgilerimi iletirseniz çok sevinirim. Ey Vanir Tanrıları ve onların halkı! Bu züppe tanrı topluluğu size barış diye kendilerini tatmin ettikleri yatak oyuncaklarını getirmişlerdir kesin. Onlara inanmayı ve barış dedikleri sömürüyü gerçekten zamanında kabul ettiğinize inanamıyorum. Bu muydu yani? Bu adamların hırslarının farkında değil misiniz?”

Vanir halkı bu kışkırtma neticesinde yumruklarını sıkarak tepkilerini gizliden gizliye gösterdi. Loki onların gücünü hissedebiliyordu. Bunun yanı sıra aynı enerjiyi Freyr ve Freya da hissetmişti. Birbirlerine endişeyle bakıyorlardı. Loki, anlaşılan bu gün yıkım olmak için buraya gelmişti. Sonra Thor'a baktı Loki.

“Senden ve o koca kafandan nefret ediyorum.” diye haykırdı. “Hellheim’in en karanlık yerlerinde acı çeke çeke paralan!”  dedi. Sonra öfkesine yenildi Loki ve Thor'un üzerine yürüdü. Thor bir yumruk ile Loki’yi iki seksen yere yapıştırdı.

“Kendine gel ahmak herif. Ne yapıyorsun? Aklını mı kaçırdın?”

 Zaten gergin olan Tanrılar bu toplantı ile daha da kızışmıştı. Her birinden öfkeli homurtular yükseliyordu. Loki bunun üzerine ayağa kalktı ve yumruklarını sıkarak Thor’un karşısında durdu. Tam saldırmaya hazırlanıyordu ki, içleri titreten bir haykırış duyuldu. Herkesin tüyleri diken diken olmuştu. Çığlığı basan, büyücü tanrıça Ran idi.

“Yeter. Bu saygısızlığa daha fazla katlanamam.” Elini uzattı ve görünmez bir el, Loki'yi boğazından yakalayarak havaya kaldırdı. “Seni ahmak! Canını almamam için bir şey söyle. Ya da söyleme. Bu saygısızlığın için herkesten özür dilesen de kutsal mekanımızı çirkefliğinle kirletmiş oluyorsun. Bir daha buraya adımını atarsan, yeminim olsun seni parçalar, leşini kartallara yediririm. Şimdi defol.”

Ran, öfkesini dizginleyemedi ve Loki’yi sarayın pencerelerinden birinden attı. O kadar kuvvetli fırlatmıştı ki gücünden bir an koca saray sallandı. Sonra derin bir nefes aldı, ona şaşkınlıkla bakan ahaliye gülümsedi.

“Sanırım bu akşam yaşananlar, hepimize yeter. Geldiğiniz için teşekkür ederim. Ben ve eşim, sizleri ağırlamaktan her zaman onur duyarız.”

Herkes korkarak ona bakıyordu. Ran, bu tepkiye alışkındı, aldırmadı. Bunun üzerine misafirler çekinerek deniz sarayından çıktı. Ran penceresine baktı ve, “Yazık oldu pencereye.” diye söylendi. O sırada gökten uzun, renkli bir tüy pencereye kondu. Ran, şaşkınlıkla büyülü tüyü eline aldı. ‘Demek buradaydın.’ diye geçirdi içinden. ‘Keşke seni bir kere de ben görebilseydim.’

Ama Anka, bu seferlik Tanrıçanın dileğini gerçekleştirmedi.

☆☆☆☆

Hırsından deliye dönen Loki, kendine gelir gelmez soluğu Surtur’un yanında aldı. Büyücü kaltak onu öyle bir fırlatmıştı ki kendine geldiğinde hala her yer sallanıyormuş gibi hissediyordu. Zorlukla da olsa etrafına bir göz gezdirdi. Muspelheim’in her yerinde kayalar, yanardağlar bulunuyordu. Kendini öfkesini dindirmeye zorladı, intikamını acilen alması gerektiğini düşünüyordu. Bir sarsıntıyla ürperdi, ateş devleri onu fark etmişti. Giyimlerinden muhafız oldukları anlaşılan iki dev, onu soğuk bir şekilde karşıladı. Loki’nin üstü başı perişandı, bunu gören devler önce şaşırmış ve ne olduğunu sormak istemişti. Ancak Loki ateş püskürüyordu.

“Bana ne olduğunu sormak yerine intikamını almak için kılını bile kıpırdatmayan o başımızdaki dallamanın huzuruna çıkartın. Belki bu sefer kıçını oynatır da size bir faydası dokunur.”

Ateş devleri bu sinir karşısında birbirlerine baktı. Efendilerine hakaret eden Loki’nin ağzının ortasına bir tane çarpmak isteseler de kendilerini tuttular. Surtur ise bu gürültü patırtıyı duymuş hemen saraydaki odasından dışarı çıkmıştı.

“Ne bu gürültü? Kendi sarayımın içinde bana hakaret etmeye cüret eden de kim?”

Loki, hırsla muhafızların elinden kurtulup Surtur’un boğazına yapıştı. Surtur’un alevli kılıcı elinde olsaydı bağırsaklarını ayaklarına bir kül yığını halinde dökülebilirdi ama Loki bugün şanslı gününde olmalıydı.

“Daha ne kadar bekleyeceksin? Herkesin güç toplamasını mi bekliyorsun Asgard’ı yerle bir etmek için? Büyücünün biri beni herkesin içinde rezil edecek ve sen benim müttefikim olarak öylece köşende mi bekleyeceksin?”

Surtur önce şaşırdı, sonra da sarayı titreten bir kahkaha attı.

“Sevgili Loki’nin gururu incinmiş. Biraz daha mantıklı düşünmeni tavsiye ediyorum. Sence Asgard’ı şu an yıkmak mi daha mantıklı olur yoksa önce böcekleri öldürmek mi?”

Loki şaşkınlıkla baktı. Surtur’un ne demek istediğini anlamamıştı. Sabrı tükenen dev, ahmak Loki’nin yanağına hafif bir tokat attı.

“Böcekler diyorum. Senin şu Gece Avcısı ve ekibi onlarla uğraşmadığın her saniye çok daha güçlü bir hal alıyor. Gerçekten onların öylece seni bekleyeceğini düşünecek kadar ahmak olamazsın.”

Loki’nin yüzünde hain bir sırıtış belirdi. Surtur bu sırıtışı beğenmişti.

“Peki, öyle olsun. Önce böceklerin icabına bakalım.”

☆☆☆☆

“Claude, neden buradayız? Batu Han’ı güvenli bir yere bıraksak olmaz mıydı? Neden hemen şehir dışına çıktık?”

Açık arazide bir Tesla ile seyahat ediyorlardı. Claude sık sık gökyüzüne bakıyor, tedirgince etrafını kontrol ediyordu. Karısının elini tutup öptü.

“Şehirdeki insanları tehlikeye atamazdık sevgilim. Üstelik artık tuzak kurma sırası bizde. Az ilerde duracağız zaten. Yüzüğünü taktın mı?”

Lysa yay yüzüğünü gösterdi. Claude arkadaki ıssızlığa baktı.

“Valkyrieler yakınlarda bir yerlerde olmalılar. Kuşlar da kendilerini belli ediyorlar. Merak etme sev..”

Birden önlerindeki toprakta bir bombamsı alev topu patladı. Claude ve Lysa hemen araçtan inip oklarını gökyüzüne gerdiler. Toz bulutu yüzünden hiçbir şey görünmüyordu. Anında Valkyrieler de yanlarında belirdi.

“Nerede olduğunu göremiyorum.” dedi Skuld. Nitekim aracın önünde Surtur’un alevden gözleri belirdi. Batu Han ise aracın arkasına, Valkyrielerin arasına karışmıştı. Birden “Anka!” diye bağırdı. Arka taraftan gerçekten de gökyüzünden bir meteor gibi inen Anka, ışık hızında Surtur’a doğru uçtu. Claude ve Lysa elf oklarını Surtur’a fırlattılar ama asıl darbe, Anka’nın dev pençesinden gelmişti. Surtur  alevli kılıcını savursa da büyülü tüylerin ancak uçlarını kesebilmişti. “Bu da ne böyle.” diye öfkeyle söylendi. Anka korkunç bir çığlıkla saldırısına devam ediyordu. Ortalık toza dumana boğulmuştu. Sonunda Anka keskin pençelerini Surtur’un göğsüne sapladı. Surtur ise kılıcını Anka’nın gövdesine sürterek ciddi bir yara bıraktı. Anka’nın çığlıkları yeri göğü inletiyordu.

“ATEŞ YAKIN” diye haykırdı Anka. Claude ve Lysa okları bırakıp hemen ateşi yakmak için  çevrelerine bakınmaya başladılar.  Ancak açık arazide herhangi bir odun parçası görünmüyordu. Birbirlerine baktılar.

“Ne yapacağız?” dedi Lysa panikle. Claude ellerine baktı.

“Uzun zaman sonra büyü kullanmak zorunda kalacağız. Beraber başarabiliriz Lysa.  Hadi, yanıma gel.”

Yan yana durup, ellerini öne doğru uzatarak kadim Elf büyülerinden birini mırıldanmaya başladılar. Sonunda ateşi yakabilmişlerdi. Anka tüten dumanı görünce olanca hızıyla kendini alevlerin içine attı. Herkes şok içinde yanan ateşe bakıyordu. Ateşin gücünü kullanacağını düşünmüştü Claude ancak Anka, kendini cayır cayır yakmıştı.

Bir süre derin bir sessizlik oldu. Sonra Loki, zafer kazandığını düşünerek Surtur ile birlikte yeniden hücuma kalktı. Claude kendini topladı ve oklarını üst üste yağdırmaya devam etti. ‘Bu çok kötü oldu.’ diye düşündü umutsuzca. ‘Burada ölebiliriz.’

Ve o an bir mucize gerçek oldu, Anka alevlerin içinden çıkıp saldırısına devam etti. Daha hırslı, daha güçlü bir şekilde mücadele ediyordu düşmanla. Çığlıkları yeri göğü inletiyordu. Yarasından eser kalmamıştı. Surtur şaşkınlıkla geri çekildi.

“Seni hain Loki, bana bunlardan hiç bahsetmemiştin!” diye haykırarak geldiği yere geri dönmek için kaçmaya başladı. Loki ise yumruklarını sıkıyordu. Yine başaramamıştı. Hemen karanlıklara karışması gerekiyordu. Gerisin geri dönüp gitti. Anka, kaçan Surtur'u ve Loki’yi kovalama zahmetine girmedi bile. Hemen yere kondu.

“Hayatımı kurtardığınız için teşekkür ederim.” dedi usulca. Claude ve Lysa birbirlerinin elini tutuyordu.

“Umarım bizi bir daha rahatsız etmezler.” dedi. Anka gülümsedi.

“Hoş bir temenni, ama Loki’nin duracağını sanmıyorum. Siz yine de daha dikkatli olun. Şimdilik benim gitmem gerekiyor.”

Kanatlarını açarak gökyüzüne yükseldi. Claude, karısı ve ekibine döndü. Bakışları soğuk ve kararlıydı.

“Bir an önce yapmamız gereken işler var. Bir dahaki sefere bu kadar şanslı olmayabiliriz.”

Continue Reading

You'll Also Like

10K 700 21
Gerçek kimliğinden bihaber yaşayan Evin Yağmur Erkuran, reşit olur olmaz onu yetimhaneden alan anneannesinin ormanın içindeki kulübesine taşınmak zor...
296K 28.9K 35
AYKIRI SERİSİ'NİN 2. KİTABIDIR! *** Bu kez çok daha gizemli... Sırlar hiç bu kadar acıtmamıştı! Aşk mı!? Nefret mi? Hangisi daha yasak, hangisi da...
29.7K 949 4
Hayatta bazı olaylara, kişilere zorla boyun eğdirilerek sindirilmiş bir kızın kendini bulma hikayesi
105K 10.6K 53
Vampir #7 / 25.12.2017 Prens, ayakkabıyı kızın ayağına geçirdiğinde aradığı kızı bulduğu için sevinmişti. Ancak bu sevinç ne yazık ki uzun sürmedi. A...