Cellattan Saltanata - Mustafa...

By Erland_23

9.1K 354 18

"Avrupalıların korkulu rüyası bir padişah: Kanunî Sultan Süleyman. İktidar oyunlarıyla oğullarının geleceğini... More

Önsöz
İktidar Gölge Kabul Etmez
Yalancının Kuru Bühtânı
Konya
İdam Seferi
Cellat Kemendi
Yeni Sultan
Felaket
Kararlar
Payitaht
Sürgün
Tebdil-i Kıyafet
Avusturya Seferi
Savaş
Değişim Rüzgârları
Suikast
Yemin Bozuluyor
Süveyş Kanalı ve Habeşistan'ın Fethi
İttifak
Sefer-i Hümayun
Viyana Savaşı
Viyana Antlaşması
İspanya Seferinin Sonu
Asker İsyan Ediyor
Son Karındaş
Payitaht Karışıyor
Son Dem
Son Söz

Kan ve Gözyaşı

172 9 0
By Erland_23

Saray-ı Hümayun'un avlusunda Kapıkulları, ahalinin temsilcilerini ve ulema bekleyiş içindeydi. Haberler kulaktan kulağa yayılmış, Devlet-i Aliyye'nin iki yüz yetmiş yıllık tarihinde ilk defa bir padişahın Şeyhülislâm ve ulema fetvasıyla hâl edileceği ve yerine kardeşinin çıkacağı söylentileri alıp yürümüştü. İşte 1570 yılının Mayıs ayının ilk Cuma günü, herkes bu söylentilerin doğruluğunu görmek için saraya doluşmuştu. Bostancılar ve Zülüflü Baltacılar, Vezir-i Âzam'ın emriyle Şehzade Bayezid ve taraftarlarına kılıç çekmeyecek, sarayı muhafazaya devam edeceklerdi.

Bekleyiş Cuma namazından sonra başlamış, ikindi vaktine kadar sürmüştü. Birden sarayın iç kapıları açıldı, Devlet-i Aliyye'nin cihana hükmeden tahtı getirildi. Ardından, başta Şehzade Bayezid, oğlu Şehzade Orhan, Vezir-i Âzam Mehmed Paşa, üçüncü vezir Toygun Paşa, dördüncü vezir Ali Paşa, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi, Yeniçeri Ağası Musa Ağa, Sipahi Ağası Şehmuz Ağa ve Şehzade'nin şahsi muhafızları saraydan çıktılar. Şehzade Bayezid tahtın önüne geldi, lakin oturmadı. Heyecandan nefesini tutmuş kalabalığa hitap etmeye başladı.
"Ağalar, beyler, reayanın ve ulemanın önde gelenleri. İmdi söyleyeceklerime kulak verin. Hünkârımız uzun vakittir hasta yatağında, yaşamla ölüm arasındaki ince çizgidedir. Devlet başsızdır. Devlet-i Aliyye'nin düşmanları bizi bölüp parçalamak ve yok etmek için hazırlanmaktadır. İş bu sebep ile ulema ve vüzera ile meşveret ettik. Devletin istikbali için elimizi taşın altına koyduk."
Şeyhülislâm'a dönüp başıyla onayladı. Yaşlı Şeyhülislâm, Allah'a sığınarak öne çıktı.

"Ben, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi'yim. Devlet-i Aliyye'nin zor durumdan kurtulması için, şer'î hükümlere göre bir karara vardım." Bir müddet durakladı. "Hünkârımız Sultan Mustafa Han, uzun müddet devletimizi adaletle yönetmiştir. Lakin iki aydır hasta yatağından kalkamamakta, devleti yönetememektedir. İşbu sebep ile, şer'î hükümler der ki, Hünkârımızın artık başımızda olması caiz değildir. Ben, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi, dinî hükümlere göre bu fetvayı veririm."
Asker bu durumu olağan karşılarken halkın olduğu kalabalıktan dehşetli bir uğultu koptu.

Vezir-i Âzam Sokollu Mehmed Paşa öne çıktı. "Hünkârımız Sultan Mustafa Han, hastalığı sebebiyle devleti yönetemediğinden, Şeyhülislâm fetvası, ulema ve vüzeranın ortak kararıyla tahttan hâl..."

Birden sarayın kapıları açıldı ve gür bir ses duyuldu. "Destûr! Sultan Mustafa Han Hazretleri!" Tüm başlar sarayın kapısına çevrildi. Sultan Mustafa Han, yanında ona destek olan Taşlıcalı Yahya ve Silahtarları olduğu hâlde öne çıktı. İki aylık hastalık, yetersiz beslenme onu tükenme noktasına getirmişti. Taşlıcalı'dan destek alarak yürüyordu.
Şehzade Bayezid ve diğerleri şaşkınlıktan küçük dillerini yutacaklardı sanki. Kimse parmağını dahi kımıldatamıyor, ağızları bir karış açık hâlde Sultan'a bakıyorlardı.

Mustafa Han, zorlukla yürüyüp tahtına oturdu. Önünde duran Bayezid'e öyle bir bakış attı ki, Bayezid yutkundu ve Sokollu'nun yanına geçti. Yüzü allak bullak olmuştu. Sokollu, hafif şekilde başını iki yana sallıyor, "Biz ne yaptık?" diye kendi kendine soruyordu.

Asker de şaşkınlık içinde, ne yapacağını bilmez durumdaydı. Birden ahalinin içinden biri "Hünkârımız yaşıyor, Hünkârımız başımızda. Sultan Mustafa çok yaşa, kılıcın değsin arşa." diye heyecanla bağırdı. Kalabalık bu bağırışla kendine geldi. "Sultan Mustafa çok yaşa, kılıcın değsin arşa." tezahüratları sarayı inletmeye başladı. Yeniçeri ve Sipahiler, ahalinin coşkun tezahüratlarından ürktüler. Hünkâr apaçık hayatta ve karşılarındaydı. Elbette bir deri bur kemik kalmıştı ancak bakışlarındaki kudreti herkes hissediyordu. Sultan, bir defa daha dedesi Yavuz Sultan Selim Han gibi kıvılcımlar saçarak bakıyordu ve o bakışlara hedef olanlar başlarını yere eğiyordu.

Sultan, elini kaldırıp tezahüratları susturdu. "Bre bu ne densizlik, bu ne kepazeliktir? Hainler! Ben öldüm mü ki tahtıma başkanı çıkarma cüretinde bulunursunuz gafiller?" Sesi herkesi korkudan titretecek şekilde gür çıkmıştı. Kimseden çıt çıkmıyor, herkes yere bakıyordu. Şehzade Bayezid iç geçirerek bir adım öne çıktı. "Hünkârım. Siz ağır hastaydınız. Devlet başsız, reaya ve asker huzursuzdu. Biz..." Sultan hışımla elini kaldırıp Bayezid'i susturdu.
"Düşmez kalkmaz bir Allah. Ben hasta isem benim Vekil-i Mutlak'ım vardır, vezirlerim vardır. Onlar ne güne durur? Askeri ve reayanı sakinleştiremezler mi?" Vezirlerine döndü. Hepsi başları önlerindeydi. Sokollu utançtan kıpkırmızı oldu.

Hünkâr, huzursuzca kıpırdanan askerlere döndü. "Siz, benim Yeniçeri ve Sipahi kullarım. Bana sadakatinizi böyle mi gösterirsiniz? Ben ki, sizi zaferden zafere götürdüm. Keselerinizi hiç görmediğiniz kadar ganimetle doldurdum. Bu mudur karşılığı?" Sesi öfkeden titriyordu. Askerler, başlarını öne eğmişlerdi.
Mustafa Han, önce vezirlerine sonra da askerlerine dönüp "Sizin bu ihanetinizi göreceğime, keşke babamın otağında, cellatlarının elinde şerefimle can verseydim."

Bu acı sözler, herkesin yüreğini kor gibi dağladı. Hünkâr, tahtından destek alarak zorlukla ayağa kalktı. "Ey ahali. Fitnecilerin oyunlarına gelmeyin. İmdi evlerinize dönün. Asker kullarım, siz de derhâl ocaklarınıza dönün. Kimsenin şüphesi olmasın ki, bu ihanete ortak olanlar, bedelini en ağır şekilde ödeyecektir." Son kelimelerini söylerken kardeşine ve vezirlerine bakmıştı. Herkes baş eğmek zorunda kaldı. Önce ahali, sonra da askerler, sarayı boşaltmaya başladılar. "Siz, derhâl Arz Odası'na gelin." diye buyurdu Sultan, vezirlerine.
***
Arz Odası'nda Sultan Mustafa Han, tahtında oturuyor, önünde boynu bükük dikilenlere öfkeden köpürerek bakıyordu.
"Sen ki Sokollu, benim Vekil-i Mutlak'ımsın. Ne diye bu ihanete engel olmazsın da, üstüne ortak olursun? Sana Vezir-i Azamlık mührünü ben vermedim mi? Seni Vekil-i Mutlak'ım yapmadım mı? Söyle, önüne ne sermedim de bana ihanet ettin?"

Hünkâr'ın zehir zemberek sözleri altmış beş yaşındaki ihtiyar Sokollu'nun yüreğini dağladı. "Hünkârım. Ben ne ettimse kardeş kanı dökülmesin deyü ettim."

"Sen, bu yaşında, bu tecrübeyle ahaliyi ve askeri zapt edemez isen, senin bu makamda ne işin vardır?" Gözükara öfkeyle Sokollu'ya baktı. "İrademdir. Seni tüm mevkilerinden azlettim Paşa. Dimetoka'ya sürgün ettim. Derhâl mührü teslim et."

Mehmed Paşa, saygıyla Devlet-i Aliyye'nin en kudretli ikinci mührünü çıkarıp öptü ve Hünkâr'a teslim etti. "İvedilikle sarayımı terk et Paşa. Dua et ki ihtiyarsın ve dahi devlete büyük hizmetin olmuştur. Yoksa kelleni alırdım. Yıkıl karşımdan." dedi Mustafa Han.

Devlete neredeyse elli yıl hizmet etmiş, on üç sene Vezir-i Âzamlık yapmış ihtiyar Sokollu baş eğip geri geri odadan çıktı.

Mustafa Han diğerlerine döndü. "Siz ki, benim vezirlerimdiniz. Bu yanlışı düzeltmeniz icap ederken, kılınızı dahi kıpırdatmadınız." Hiç tereddüt etmedi. "Ağalar!" İçeri giren Bostancılara dönerek tez alın bunları." Toygun Paşa ve Ali Paşa'yı işaret etmişti. Toygun Paşa, direnmezken Ali Paşa Sultan'ın ayaklarına kapanıp yalvarmaya başladı. Bostancılar tarafından sürüklenerek çıkartıldı.

Mustafa Han, Yeniçeri ve Sipahi ağalarına dönüp, "Siz ki benim Kapıkullarımın başısınız. Askeri dizginlemeniz icap ederken siz onları galeyana getirdiniz." Bekleyen Bostancılara dönüp, "Tez vurun bu iki hainin boynunu. İbret-i Âlem için kellelerini ocaklarına gönderin."

Bostancılar iki ağayı derdest edip dışarı çıkardılar. Çok geçmeden dışarıdan metalin eti keserken çıkardığı o cıvık ses işitildi.

Arz Odası'nda sadece Sultan, Bayezid, Taşlıcalı ve Ebussuud Efendi kalmıştı. Hünkâr, Şeyhülislâm'ın karşısına dikildi. "Ebussuud Efendi. İkinci defadır ki aleyhime fetva verirsin. İlkinde, hainlerin iftiralarına kanıp katlime fetva verdin, imdi ise beni tahtımdan indirmek için fetva verirsin. İlkinde seni bağışladım, lakin sen hududunu aştın Hoca Çelebi."

Ebussuud Efendi, ne diyeceğini bilemeden yere bakıyordu. "Hükmünüz karşında boynum kıldan incedir Hünkârım." diyebildi ancak.

"Seni Şeyhülislâmlık vazifesinden azlediyorum Hoca Çelebi. Artık hiçbir devlet görevinde bulunmayacaksın. İlaveten seni Rodos'a sürgüne gönderiyorum. Derhâl hazırlığını yap ve Payitaht'ı terk et." Bir el işaretiyle sabık Şeyhülislâm'ı kovdu.

Artık Şehzade Bayezid kalmıştı bir tek. "Sen ki benim kardeşimsin. Sana güvendim. Canını defalarca bağışladım. Sana ihsanlar ettim. Makam, mevki verdim. Lakin sen ne ettin Bayezid? Sen ikinci defadır bana ihanet ettin."

Şehzade kafasını kaldırıp ağabeyine baktı. Mustafa Han "Selim'in kaçmasına müsaade ettiğini bilirim. Lakin vicdanına yenik düştüğünü anladım ve seni affettim. Lakin, ben ölümle pençeleşirken sen beni mezara koymuşsun. Tahtıma göz dikmişsin." Öfkeden ve üzüntüden boğuklaşan bir sesle bağırdı "Bu mudur senin kardeşliğin? Bu mudur sana yapılan iyiliklere verdiğin karşılık?" Burnundan soluyordu padişah.

Şehzade Bayezid "Ben sadece devleti düşünürüm ağabey. Devletin selameti için ne gerekiyorsa onu yaptım. İmdi ver hükmünü." Gözlerinde öfke kıvılcımları belirmişti.

"Ağalar!" diye seslendi Mustafa Han. İçeriye giren Bostancılara dahi dönmeden "Şehzade Bayezid'i ve oğlu Orhan'ı dairesine hapsedin. Benim iradem dışında kimse odasına girmeyecek, ve dahi kimse çıkmayacak." Bayezid'e döndü ve ekledi. "Sen bana ihanet ettin Bayezid. Sana gösterdiğim tüm merhamete rağmen bana ihanet ettin. Hükmünü sonra vereceğim. İmdi yıkıl karşımdan."

Şehzade Bayezid, hafifçe selâm verip çıktı. Mustafa Han, kendini kasmayı bıraktı ve tahtına yığıldı. Bu kadar öfke ve yorgunluk onu enikonu zorlamıştı. Halsizlikten elleri ve dizleri titriyordu. Kapı çalındı ve içeriye Bostancıbaşı girdi. Selâm verip "Toygun ve Ali Paşaların icabına bakılmıştır Hünkârım. İlaveten hain ağaların da kelleleri alınmıştır."
"Paşaların cenazelerini ailelerine teslim edin. Ağaların kellelerini ocaklarına gönderin. Bedenlerini de ibret-i âlem için Payitaht'ın dört yanında teşhir edin."
Bostancıbaşı baş eğip çıktı.

Mustafa Han "Beni daireme götür Taşlıcalı." dedi.

***
Mustafa Han, üç gündür düşünüyordu. Şehzade Mehmet'in asker tarafından şehre sokulmadığını öğrenince Taşlıcalı'yı bin Bostancı ile gidip oğlunu sağ salim saraya getirmesini buyurmuştu.

Taşlıcalı Yahya Paşa, yeni Vezir-i Âzam ve Kubbealtı vezirleri gelene kadar Sadaret Kaymakamı tayin edilmişti. Zırhlı bin Hassa Muhafızı Bostancı'yı yanına alıp Üsküdar önlerine geldi. Lakin oraya vardığında etrafta Yeniçerileden eser yoktu. Mustafa Han'ın yaşadığı, ayağa kalktığı ve Yeniçeri Ağası'nı idam ettirdiği haberi yoldaşları tarafından oradaki Yeniçerilere ulaştırılmış, onlar da derhâl ocaklarına geri dönmüşlerdi.

Taşlıcalı, Şehzade Mehmed'i alıp sağ salim dün saraya getirmişti. Mustafa Han, herkesi huzurundan göndermişti ve dünden beri düşünüyordu. Kardeşi, niyeti ne olursa olsun, tahtına göz dikmiş ve askeri de arkasına alıp isyana kalkışmıştı. Allah'ın hikmetinden sual olunmaz, tam vaktinde kendine gelip yetişmeseydi olacakları tahayyül bile edemiyordu. Tüm bunların üstüne oğluna reva görülenler onun sabrını taşırmıştı. Nihayet kararını verdi. Saat gece yarısıydı.

"Ağalar."

Baş Silahtar Ağa içeri girdi. "Buyrun Hünkârım."

"Yaklaş" dedi Mustafa Han ve buyruğunu verdi.

***
Şehzade Bayezid ve oğlu Orhan, kapatıldıkları dairede üçüncü günlerini geçirmişlerdi. Şehzade Bayezid hemen hiç konuşmuyor, bu bekleyişin bir an önce bitmesini istiyordu. Önlerine konan yemeği önce Bayezid tadıyor, zehirli olmadığını anladıktan sonra oğlunun yemesine müsaade ediyordu. Kendi canı umurunda değildi artık. Bir işe kalkışmış ve başaramamıştı. Artık tek dileği, evlatlarına bir zarar gelmemesi idi.

Gece yarısı olmuştu. Şehzade Orhan, yatağın bir ucunda huzursuz bir uykudaydı. Lakin Bayezid'in gözüne bir türlü uyku girmiyordu. Bir an, gözü kapının altından sızan ışığa ilişti. Gölgeler hareket ediyordu. Derken kapı açıldı ve Şehzade acı gerçekle yüz yüze geldi. İçeriye yedi tane sağır ve dilsiz cellat girmişti.

Şehzade Bayezid, derhal toparlandı ve oğluna bağırdı. "Orhan, kalk!" Bağırışla sıçrayarak uyanan Şehzade cellatları görünce dondu kaldı. Cellatlar Bayezid'in üzerine yürüyüp onu kıskıvrak yakaladılar. İki tanesi de Orhan'ı yakaladı. Bayezid, oğlunun da aynı akıbete uğrayacağını anlayınca dehşetli bir feryat kopardı. "Onun bir günahı yok. Bağışlayın. Orhan'a kıymayın. Abi! Orhan'a kıyma abi!" diye feryat etti. Lakin ne fayda. Cellatlar, aynı anda hem Bayezid'in hem de Orhan'ın boynuna yağlı urganları geçirdiler. Bayezid hırlamaya, nefes almaya çalışıyor, aynı zamanda uzanıp oğlunu kurtarmak için debeleniyordu. İlk ölen Şehzade Orhan oldu. Cellatlar, cesedi saygıyla yere yatırdılar. Şehzade Bayezid yürek parçalayan bir şekilde oğluna ağlıyor, boğazını sıkan urganlara aldırmadan oğluna dokunmaya çalışıyordu. Kısa müddet sonra o da canını teslim etti. Cesetleri yatağa taşınıp üzerlerine beyaz kefenler örtüldü. Sultan Süleyman Han'ın bir oğlu daha saltanat kavgasına kurban gitmişti.

***
Has Oda'nın kapısı çalındı ve içeri Baş Silahtar Ağa girdi. "Fermanınız yerine getirilmiştir Hünkârım. Şehzade Bayezid ve Şehzade Orhan Hazretleri, Hakk'a yürüyüp, dâr-ı cihâna iltihak eylemişlerdir." dedi saygıyla.

Mustafa Han, eliyle çıkmasını işaret etti. Ağa saygıyla selâm verip çıktı.
Mustafa Han, yüreğini kor gibi yakan bir acıyla ağlamaya başladı. O, derin bir acıyla ağlarken, saraydan çıkan bir avuç atlı, gecenin karanlığında Kütahya'ya doğru dörtnala at sürüyordu.

***
Şehzade Bayezid ve oğlunun iç organları çıkarılıp gizlice gömülmüş, cesetleri çürümesin diye tahnit edilmişti. Bir haftadır dairelerinde tabut içinde bekletiliyordu cenazeleri.

Bir hafta sonra saraya atlılar geldi. Saraydan çıktıklarından üç kişi fazla olarak dönmüşlerdi. Şehzade Beyazid'in oğulları Şehzadeler Abdullah, Osman ve Mahmud, bizzat Taşlıcalı tarafından Sultan fermanıyla Kütahya sarayında tutsak edilip hızla İstanbul'a getirilmişlerdi. Bursa'da halası Mihrimah Sultan'ın yanında olması gereken Şehzade Abdullah, Bayezid'in emriyle aylar öncesinden gizlice Kütahya'ya geldiğinden, Taşlıcalı tarafından yakalanmaktan kurtulamamıştı.

Üç Şehzade de, saraya getirilmişti. Korkuyorlardı, ama yapacak bir şeyleri yoktu. Üçü de babalarının ve ağabeylerinin cenazelerinin bulunduğu daireye götürülüp, kendilerini bekleyen cellatlar tarafından, babalarının öldürüldüğü yerde boğularak idam edildiler. Böylece Şehzade Bayezid ve oğullarından kimse sağ kalmamıştı. Bu gök kubbe altında bir defa daha hanedan kıyımı olmuş ve bir defa daha, olan günahsız sâbilere olmuştu.

Continue Reading

You'll Also Like

AlGon🌼🤍 By okuyanladyy

Historical Fiction

57.5K 3K 49
"Aklına pek güvenme yani Alaeddin, bir güzelin gülüşüne bakar yitirmen" Diyen Orhan'a baktı Alaeddin... Etrafı kasıp kavuran Moğol, gözünü bu defa da...
2.1K 170 66
Perdi, kıta boyunca tanınan, oldukça popüler bir roman yazarıdır. Ancak Perdi'nin gerçek kimliği imparatorluk gece kütüphanecisi, Vivian'dır. Vivian...
algon By algon

Historical Fiction

28.8K 1K 34
Algonsuz hayat hayat mıdır lov
7.8K 303 39
iki kaderin berdel yüzünden bir araya gelmesiyle hayatları bı anda değişen nefretten doğan bir aska heja ve mirhanın hikayesine hazırmısınız