Kan ve Gözyaşı

168 9 0
                                    

Saray-ı Hümayun'un avlusunda Kapıkulları, ahalinin temsilcilerini ve ulema bekleyiş içindeydi. Haberler kulaktan kulağa yayılmış, Devlet-i Aliyye'nin iki yüz yetmiş yıllık tarihinde ilk defa bir padişahın Şeyhülislâm ve ulema fetvasıyla hâl edileceği ve yerine kardeşinin çıkacağı söylentileri alıp yürümüştü. İşte 1570 yılının Mayıs ayının ilk Cuma günü, herkes bu söylentilerin doğruluğunu görmek için saraya doluşmuştu. Bostancılar ve Zülüflü Baltacılar, Vezir-i Âzam'ın emriyle Şehzade Bayezid ve taraftarlarına kılıç çekmeyecek, sarayı muhafazaya devam edeceklerdi.

Bekleyiş Cuma namazından sonra başlamış, ikindi vaktine kadar sürmüştü. Birden sarayın iç kapıları açıldı, Devlet-i Aliyye'nin cihana hükmeden tahtı getirildi. Ardından, başta Şehzade Bayezid, oğlu Şehzade Orhan, Vezir-i Âzam Mehmed Paşa, üçüncü vezir Toygun Paşa, dördüncü vezir Ali Paşa, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi, Yeniçeri Ağası Musa Ağa, Sipahi Ağası Şehmuz Ağa ve Şehzade'nin şahsi muhafızları saraydan çıktılar. Şehzade Bayezid tahtın önüne geldi, lakin oturmadı. Heyecandan nefesini tutmuş kalabalığa hitap etmeye başladı.
"Ağalar, beyler, reayanın ve ulemanın önde gelenleri. İmdi söyleyeceklerime kulak verin. Hünkârımız uzun vakittir hasta yatağında, yaşamla ölüm arasındaki ince çizgidedir. Devlet başsızdır. Devlet-i Aliyye'nin düşmanları bizi bölüp parçalamak ve yok etmek için hazırlanmaktadır. İş bu sebep ile ulema ve vüzera ile meşveret ettik. Devletin istikbali için elimizi taşın altına koyduk."
Şeyhülislâm'a dönüp başıyla onayladı. Yaşlı Şeyhülislâm, Allah'a sığınarak öne çıktı.

"Ben, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi'yim. Devlet-i Aliyye'nin zor durumdan kurtulması için, şer'î hükümlere göre bir karara vardım." Bir müddet durakladı. "Hünkârımız Sultan Mustafa Han, uzun müddet devletimizi adaletle yönetmiştir. Lakin iki aydır hasta yatağından kalkamamakta, devleti yönetememektedir. İşbu sebep ile, şer'î hükümler der ki, Hünkârımızın artık başımızda olması caiz değildir. Ben, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi, dinî hükümlere göre bu fetvayı veririm."
Asker bu durumu olağan karşılarken halkın olduğu kalabalıktan dehşetli bir uğultu koptu.

Vezir-i Âzam Sokollu Mehmed Paşa öne çıktı. "Hünkârımız Sultan Mustafa Han, hastalığı sebebiyle devleti yönetemediğinden, Şeyhülislâm fetvası, ulema ve vüzeranın ortak kararıyla tahttan hâl..."

Birden sarayın kapıları açıldı ve gür bir ses duyuldu. "Destûr! Sultan Mustafa Han Hazretleri!" Tüm başlar sarayın kapısına çevrildi. Sultan Mustafa Han, yanında ona destek olan Taşlıcalı Yahya ve Silahtarları olduğu hâlde öne çıktı. İki aylık hastalık, yetersiz beslenme onu tükenme noktasına getirmişti. Taşlıcalı'dan destek alarak yürüyordu.
Şehzade Bayezid ve diğerleri şaşkınlıktan küçük dillerini yutacaklardı sanki. Kimse parmağını dahi kımıldatamıyor, ağızları bir karış açık hâlde Sultan'a bakıyorlardı.

Mustafa Han, zorlukla yürüyüp tahtına oturdu. Önünde duran Bayezid'e öyle bir bakış attı ki, Bayezid yutkundu ve Sokollu'nun yanına geçti. Yüzü allak bullak olmuştu. Sokollu, hafif şekilde başını iki yana sallıyor, "Biz ne yaptık?" diye kendi kendine soruyordu.

Asker de şaşkınlık içinde, ne yapacağını bilmez durumdaydı. Birden ahalinin içinden biri "Hünkârımız yaşıyor, Hünkârımız başımızda. Sultan Mustafa çok yaşa, kılıcın değsin arşa." diye heyecanla bağırdı. Kalabalık bu bağırışla kendine geldi. "Sultan Mustafa çok yaşa, kılıcın değsin arşa." tezahüratları sarayı inletmeye başladı. Yeniçeri ve Sipahiler, ahalinin coşkun tezahüratlarından ürktüler. Hünkâr apaçık hayatta ve karşılarındaydı. Elbette bir deri bur kemik kalmıştı ancak bakışlarındaki kudreti herkes hissediyordu. Sultan, bir defa daha dedesi Yavuz Sultan Selim Han gibi kıvılcımlar saçarak bakıyordu ve o bakışlara hedef olanlar başlarını yere eğiyordu.

Cellattan Saltanata - Mustafa HanWhere stories live. Discover now