Ahu ile Cengiz

By Elyios

176K 13K 3.9K

Yazgı kartları karıştırır, biz de oynarız, diyordu Arthur Schopenhauer. Kartları ben dağıtmış, geri çekilmiş... More

0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3
2.4
2.5
2.6
2.7
2.8
2.9
3.0
3.1
3.2
3.3
3.4
3.5
3.6
Merhaba
3.7
3.8
3.9
4.0
4.1
4.2
4.3
4.4
4.5
4.6
4.7
4.8
4.9
5.0
5.1
5.2
5.3
5.4
5.5
5.6
5.7
5.8
Merhaba
5.9
6.0
6.1
6.2
6.3
6.4
6.5

1.1

2.7K 186 68
By Elyios

Ahu ÖZATA

Yağmur yağıyordu.

Ufak damlalar arabanın camlarını ıslatırken montuma daha sıkı sarıldım, gözlerimi ise bu arabaya bindiğim ilk andan beri bir saniye olsun kapalı duran telefonumun ekranından çekmemiştim.

İnsan böyle acıları kendine yakıştıramıyordu, hep başkasının başına gelir zannediyordu. Telefonunda kayıtlı olan ama ekranında görmeye alışık olmadığı bir aramayı cevaplandırırken az sonra duyacakları aklına bile gelmiyordu.

Karşındaki ses, amcan, 'Baban iyi ama sen yine de gel,' derken arkadan annenin ağlama nidalarını işittiğinde kalbini öyle bir korku kaplıyordu ki göğsün sıkışıyordu. Ya bir şey olduysa, ya bana yalan söylüyorlarsa diye düşünüyordun. Başka zaman olsa destek bulacağın o yegane insanı, babanı, aramak istediğinde ise acı gerçek tokat gibi suratına çarpıyordu.

Ya bir daha onu göremezsem?

Sonra yolculuk başlıyordu ve beş saatlik yol, kafanda kurduğun, sonu kötü biten türlü senaryolarla seni esiri ediyordu. Arada bir nefes almak için üstündeki kazağın boğaz kısmını genişletirken kendini rahatlatacak en ufak bir umut kırıntısına bile tutunmaya çalışıyordun. "Neredeyse geldik ve hala aramadılar, bir şey olsa çoktan ararlardı," diyen Cengiz'in söyledikleri gibi.

Yine de sessiz kalıyordun çünkü beyninde yankılanan sesleri susturmak hiç kolay olmuyordu.

Çocukluğunu annenin yaptıkları çaldı, hayatının geri kalanını da babasızlık çalacak diyordu içindeki ses. Sonra gözünden bir damla yaş akıyordu ve kendinden nefret etmeye başlıyordun. Bencilsin diye düşüncelerine kızsan de nafileydi çünkü sen onları susturmaya çalıştıkça onlar çığlık atmaya başlıyordu.

"Ahu hastaneyi tarif edebilecek misin?"

Telefona sabitlenen bakışlarım Cengiz'in sesiyle cama kaydığında tekrar nefes almaya çalıştım ve "Sağdan," dedim. Solunum yapmanın zorlaşmasıyla açık duran saçlarım beni daha da boğmaya başlamıştı.

Bileğimdeki siyah tokayla saçlarımı gelişi güzel at kuyruğu yaptım ve yolun geri kalanını da tarif ettim. Zaman kavramımı kaybedeli çok olmuştu ama Cengiz'in söylediğine göre gerçekten de beş saatin sonunda hastanenin önüne varmayı başarabilmiştik.

Arabadan çıkarken, babamın adını girişteki sekretere sorarken ve asansöre binerken hiçbir şey düşünmemiştim. Tek isteğim korkularımın son bulmasıydı, bir de ara ara yanağımın ıslanmasına sebep olan düşüncelerimin sesini kesebilmekti.

Sekreter kadın babamın hala ameliyatta olduğunu söylediği için bir oda numarası vermişti, ailemin orada beklediğini bildiğimden biz de Cengiz'le yanlarına gidecektik. Koridorun en sonundaki odanın kapısının önünde, amcamın kucağındaki Cem'i gördüğüm an adım atmayı kestim ve arkamı döndüm. Cengiz de yüzümü görebilmek için karşıma geçmişti. "Ne oldu?"

Ellerimi hızlıca yüzümü kurulamak için yanaklarımın üstünde gezdirdim. "Çok mu kötü görünüyorum?" diye Cengiz'e sorduğumda Cem'in "Abla! Ahu ablam gelmiş!" sesi tüm koridorda yankılanmıştı. "Söylesene Cengiz ağladığım belli oluyor mu?"

Cengiz bir sesin geldiği yere bir de bana baktı ve ellerini yüzüme çıkartarak parmağını gözaltlarımda sertçe gezdirdi. Geriye doğru bir adım atıp ellerini aşağıya doğru kaydırdı ve dudak kenarlarımın yukarı doğru kıvrılması için baskı uyguladı.

"Daha iyi," dediğinde kafamı sallamış ve dik durmaya çalışarak arkamı dönmüştüm. Cem çoktan amcamın kucağından inmiş, hızlıca bana koşarak açtığım kollarımın arasına girmişti. "Gel bakalım minik kuzu," dedim ve üç yaşında olmasına rağmen yaşıtlarına göre zayıf olan bedenini kolayca kucağıma aldım.

Beni gördüğüne gerçekten sevinmiş olacak ki yanağımı art arda öptü, sonra da kafasını omzuma yaslayıp öylece kaldı. Ben de amcama doğru ilerlemeye başladım, yüzümün aldığı hal nasıldı bilmiyorum ama amcam beni görür görmez "Şşt yok bir şey," dedi. "Az önce hemşire geldi ve ameliyatın iyi gittiğini söyledi, bari sen güçlü dur. İyi olacak baban."

Amcamın her kelimesini pürdikkat dinliyordum, o konuştukça göğsümün üstündeki ağırlık hafifliyordu. "Doğru söylüyorsun değil mi amca?" dediğimde gerçekten kızmış gibi yüzüme baktı ve "Böyle bir konuda yalan söylemem," dedi. "Hem o senin babansa benim de ağabeyim."

Amcam babama fazlasıyla düşkündü, o yüzden söylediklerine inanan tarafım daha baskın geliyordu. Çünkü babamın durumu kötü olsa bu kadar sakin bir duruş sergileyebileceğine ihtimal dahi vermiyordum.

Odadan içeri girip önce ağlayan annemi, sonra da koltuğun kenarına başını koymuş bir şekilde duvarı izleyen Asu'yu gördüm. Onların yıkılmış halini gördükçe benim bedenim dikleşiyordu sanki, hepsini kollarımın arasına almak istiyordum. Üstelik birinin kolları arasına girmeye bu kadar ihtiyacım varken.

"Nihayet gelebildin Ahu," diyen annem burnunu silmiş, şiş gözlerle bana bakıyordu. Ben de ayaklarımın yönünü ona doğrultup yanına gittim, saçlarının üstüne dudaklarımı bastırdığımda "İyi olacağını biliyorsun, kendini bırakma böyle," demiştim. "Asu'yla Cem kötü etkileniyor."

Elimi annemin saçında gezdirirken onun bakışları da Asu'ya döndü, şimdiye kadar hiç fark etmemiş gibi eliyle yüzünü sildiğinde ben de küçük kız kardeşimin yanına oturmayı tercih ettim. Cem ise bacaklarımın üstündeki yerini çoktan almıştı. "Abla babam ölecek mi?"

Asu inanamayacağım kadar sakin bir tonlamayla sorduğunda bakışları hala aynı yere sabitliydi. "Ne biçim konuşuyor şuna bak," diyen annem daha çok ağlamaya başlayınca elimi kız kardeşimin saçlarının üstüne koydum ve nazikçe okşadım.

"Babam bu dediğini duymasın Asu, gençliğimde güreşte altın madalyam vardı benim deyip tüm anılarını baştan anlatır yoksa. Hem sen onun ne kadar güçlü olduğunu bilmiyor musun?"

Asu yasladığı koltuk kenarından kafasını kaldırdı ve söylediklerim ona mantıklı gelmiş olacak ki "Doğru," dedi. "Cem'i ve beni aynı anda kucaklayabiliyordu."

Söylediğine gülümsedim ve "Aynen öyle," dedim. "Babam çok güçlüdür."

Asu kafasını hızla aşağı yukarı sallayıp başını göğsüme yasladığında gözlerim direkt annemi bulmuştu. Babama çok aşık olduğunu biliyordum, yıkılışına da hak veriyordum ama kardeşlerimin yanında güçlü duramamasından nefret ediyordum.

Bir müddet sessizce oturduk, benim gözlerim sadece annemin üstündeydi. Daha sonra ise bakışlarım duvara yaslanmış bir şekilde bize bakan Cengiz'de sabitlendi, ona baktığımı fark eder etmez de dudaklarında hafif bir gülümseme oluşmuştu. "Bu kim?"

Cem'in parmağıyla gösterdiği yer benim tam da şu an baktığım yer olunca Cengiz işaret edilmenin etkisiyle duvardan usulca uzaklaştı, tanıştırma faslını bana bırakmış gibiydi. "O mu?" dedim ve gülümseyerek "Cengiz abin, okuldan arkadaşım," diye açıkladım.

Cem kafasını aşağı yukarı salladı, gözleri ise hala Cengiz'deydi. "Zürafaya benziyor," dediğinde annem de sohbetin öznesine nihayet dönebilmişti.

"Şşt ayıp, öyle söyleme," dediğimde Cem hemen yüzüme baktı ve çatılmış kaşlarımı görür görmez "Özür dilerim," dedi.

Cengiz önünde birleştirdiği elleriyle Cem'e güzelce gülümsemeye devam ederken "Bence güzel bir benzetmeydi," dedi, daha da konuşacak gibi duruyordu ama annem devreye girmişti. "Ahu'yu sen mi getirdin oğlum?"

Cengiz "Evet efendim, otobüsle gelirse geç kalacağını düşündük," derken annem onu baştan aşağıya süzmüş ve kafasını memnuniyetle aşağı yukarı sallamıştı. "Sağ ol, geç şöyle otur."

Annem benim yanımdaki boş yeri eliyle gösterdiğinde Cengiz'i beğendiğini her haliyle belli etmişti. Keşke dedim içimden, keşke bu kadar belli etmese.

Cengiz annemin söylediğini yapıp yanıma oturduğunda, eli direkt Cem'in saçlarını buldu. Küçük kardeşim de kafasını Cengiz'i görebileceği şekilde çevirmişti, aralarındaki etkileşim şimdilik fena değil gibiydi.

İçimdeki sıkıntıyı dışarıya yansıtmamaya çalışarak geçirdiğim yarım saatlik zaman diliminde babamın durumunu düşünmeyi sürdürüyordum. Odada telefonun sesini hoparlöre alıp Cenk'le konuşan annem ve Cem'le arayı iyice ilerleten Cengiz dışındakilerin sesi ise çıkmıyordu.

Hatta Cem benim kucağımdan yana doğru kaymış, Cengiz'le aramızdaki boşluğa oturarak bacaklarımı özgürlüğüne kavuşturmuştu. Cengiz'in telefonunda açtığı oyunu izlerken gözünü bile kırpmıyordu, Asu'ya gelecek olursam da hala aynıydı. Kafası göğsümün üstündedi ve tek kelime etmiyordu, her zamankinin aksine.

"Bir saatlik yolu nasıl gelemedin hala," diye onuncu kez Cenk'e yakınan annem yüzünden derin bir iç çektim. Hepimiz buradaydık işte, onu acele ettirerek neyi amaçlıyordu anlamıyordum ve giderek sinirleniyordum. "O kızı da peşine takıp getirme, baban burada ölüyor zaten bir de sen yüreğime indirme benim."

Annemin patavatsızlığı yüzünden gözlerimi kapattım ve hem babamı öldürdüğü için hem de Cengiz'i peşime takılıp gelen konumuna soktuğu için oturduğum yerden sinirle kalktım.

Elindeki telefonu hızla çekip "Cenk," dedim. "Ahu?" diye benim adımı söylediğinde ise annemin gözlerinin içine bakarak net bir şekilde konuşmuştum. "Acele etme ve arabayı düzgün kullan, babam iyi annem abartıyor bilirsin. Biz zaten buradayız bir de aklım sende kalmasın tamam mı?"

Cenk "Tamam," deyip beni onaylarken telefonu kapattım ve beklemeden yatağın üstüne bıraktım. Annem de gözlerime diktiği bakışlarıyla "Gamsız," dedi, dertli bir ses tonu kullanmaktan da geri durmamıştı. "Baban ölüm döşeğinde sen hala gözüme baka baka annene diklen. Bravo. Ben anladım ya, önce babanı öldüreceksiniz, sonra da beni yanına gömeceksiniz."

"Babamın öldüğü falan yok şunu söylemeyi keser misin artık?" diyerek arkadaki çocukları işaret ediyordum ama asla anlamıyordu. "İyi tamam, kötü haberi sen verirsin kardeşlerine. Baban nasıl öldü anlatırsın."

Kendi söylediği onun da psikolojisini alt üst etmiş olacak ki bir anda içli içli yeniden ağlamaya başladı. Daha fazla ona katlanamadığımdan arkamı döndüm ama Cem aşağı sarkmış dudakları, Asu ise dolmuş gözleriyle bana bakıyordu.

Asu'nun ağlayacağını fark etmemle "Sakın," dedim, yanına oturduğumda da hemen ona sarılmıştım. "Kötü bir şey olsa ben sana söylerdim tamam mı güzelim, birazdan haber verirler. Ağlamak yok."

Asu yüzünü göğsüme gömdü, kendince ağladığını Cem'den gizlemeye çalışıyordu ama annem on yaşındaki bir kız çocuğu kadar bile olmadan salya sümük göz yaşı döküyordu. "Kalk bakalım küçük adam, biz seninle anneyle ablaya su almaya gidelim?"

Cem'in gözleri izin almak ister gibi bana döndüğünde kafamı salladım, o da aldığı onayla Cengiz'e döndü. Benim gözlerimde Cengiz'e karşı büyük bir minnet vardı, onun bakışlarında ise şaşkınlık görüyordum. Cem'in benden izin alışına anlam veremiyor gibi bakıyordu.

Cengiz tam Cem'i kucağına almış odadan çıkacakken gelen iki hemşireyle hepimiz yerimizden kalktık. Kalbim duyacağım haber yüzünden deli gibi atıyordu ve ayakta duramayacak kadar da bacaklarım titremeye başlamıştı. "Öncelikle hepinize geçmiş olsun."

Hemşireye "Sağ olun," diyen amcam sadede gelmesi için eliyle işaret yaptığında nihayet kulaklarım müjdeli haberine kavuşmuştu. "Cemal Bey gayet iyi, ameliyatı başarılı geçti. İlk 24 saat gözlem altında tutacağız ama bu sadece bir tedbir, hayati tehlikesi falan yok. Tekrar geçmiş olsun, yarın odaya alırız siz de görürsünüz."

Her dizi filmde gördüğüm, hasta hakkındaki açıklama sahnesi bugün de bize yapıldığında "Şükürler olsun," diyerek kendimi koltuğa attım. "Abla elim," diyen Asu'nun sıktığım elini de hemen bırakmıştım. Küçük kardeşim boynuma sarılırken "Şükürler olsun," demeye devam ediyordum, bacaklarım ise zangır zangır titriyordu.

"Ölüyorum sandım, alacağın olsun Cemal," diyen annem babama sitem etmeye başladığına göre rahat bir nefes alabilirdim.

Hastane odasındaki mutluluğumuz paha biçilemez bir hal alırken Cengiz söylediği gibi hepimize su almış, ne yemek istediğimizi sormadığı için de mahcup bir şekilde geri dönmüştü. Kimsenin ondan böyle bir beklentisi yoktu ama kendince çabalıyordu, bu da onu doğru seçim olarak nitelendirmem için yeter de artardı.

"Cengiz lütfen otur artık, kendimi kötü hissediyorum böyle," dediğimde gitmesini engelleyemeyeceğimi anlayarak anneme döndüm. O da kendince bulduğu çözüm yoluyla araya girdi. "Ahu sen arkadaşını ve kardeşlerini de al eve git. Güzelce hepsinin karnını doyur, Cenk de buraya gelmeden eve gitsin, arkadaşınla sohbet ederler. Ben burada kalırım."

Cengiz "Hiç gerek yok, ben Ahuları eve bırakıp dönerim ef-" diyeceği esnada annem tekrar araya girmiş ve "Yol yorgunusundur oğlum, bu halde tekrar yola çıkılmaz," demişti. "Hem Ahu'yu getirmişsin o kadar, sarmalarımdan ikram etsin sana da mahcubiyetimiz azalsın."

Tıpkı kardeşlerim gibi Cengiz de onaylamalı mıyım der gibi yüzüme bakmaya başlayınca gözlerimle onayladım, o da bakışlarını yine anneme çevirerek "Peki o zaman efendim," dedi.

Yaklaşık bir saat içerisinde hastaneden çıkmış ve neredeyse eve varmıştık. Cengiz tüm ısrarlarıma rağmen yiyecek bir şeyler de almıştı, "Eve gidince uğraşmayalım," demesiyle ben de karşı koymayarak kabul etmiştim. Tabii parasını ödemek şartıyla.

"Geldik," diyerek kullandığı arabasının durmasını sağladım ve üç katlı bahçeli evimizin özlemiyle aşağıya indim. Cenk'in arabası da park edili şekilde durduğuna göre demek ki bizden önce gelmişti.

Cem arabada uyuklarken açık havaya çıkar çıkmaz cin gibi olmuş, koşarak bahçedeki köpeğimize "Babam ölmedi,"diyerek müjdeli haberi vermişti. Aynısını birazdan kedimize de yapacağını bildiğimden keyifle onu izliyordum. "Efsane bir çocuk."

Cengiz de benim gibi gülerek kardeşimi seyrediyordu, gözlerinde ise buruk bir ifade görüyordum. "İnsanın içini açıyor."

Söylediğini onayladım ve dışarısı soğuk olduğu için Cem'e "Koş müjdeli haberi Mınık'a da ver, üzülmesin," dedim. O da köpeğimizin kafasını okşayıp sözümü dinleyerek "İyi geceler Kuçu," nidaları eşliğinde eve girdi.

"Mınık mı, neden adı minik değil?" diyen Cengiz evimizi incelerken ben de ellerimi montumun cebine soktum. Saat geç olduğu için hava iyice soğumuştu. "Bilmem, Cem kedimize hep öyle seslendi. Ben de sorgulamadım."

Cengiz anladığını belli edecek şekilde kafasını salladı, gözleri ise hala bahçeyi inceliyordu, onu da böyle bir durumun içine soktuğum için kendimi hafiften suçlu hissetmeye başlamıştım. "Cengiz," dediğimde hemen bana döndü ve tam olarak gözlerimin içine baktı, tabii teşekkürümü edemeden de bahçede Cenk'in sesi duyulmuştu. "Ahu?"

Cengiz'den gözlerimi çekip evin dış kapısına doğru yönümü çevirdim, Cenk yanımda kimi getirmişim hiç ilgilenmeden bedenime kollarını sarmıştı. "Babam nasıl?" diye sorduğunda hala bana sıkı sıkı sarılıyordu.

"İyi iyi merak etme, riskli hiçbir durum yokmuş," deyip bir adım geri çekildim, o ise hemen iki elini de yüzüme çıkardı. "Sen nasılsın, annem canına okudu mu?"

"Yani benim değil de çocukların canına okudu," dedim ve düz bir bakışla suratına baktım, o da muhtemelen telefon konuşmalarından yola çıkarak alnıma dudaklarını bastırdı. "Sen halletmişsindir, Asu'yla Cem neşeli görünüyordu."

"Eh, yaptık bir şeyler," dedim ve yanımızda duran Cengiz'i bir de Cenk'e tanıtmak için kardeşimden uzaklaştım. Bu esnada ise Cengiz çoktan Cenk'i süzmeye başlamış ve onu gören her insan gibi afallamıştı.

İtiraf etmeliyim ki bazen ben de Cenk'in görüntüsüne şaşırıyordum ama sanırım zamanla alışmıştım. Rastalı upuzun saçları vardı ve uç kısımları sarıya boyalıydı, gözlerinin altına hep sürme çekerdi, sürekli vücut geliştirmekle uğraşsa da şalvardan ve bol tişörtlerden başka bir şey giymezdi, parmaklarının uçlarında dövmeler vardı, ek olarak da baş parmağında siyah oje eksik olmazdı. "Hoş geldin hafız, Cenk ben."

Cengiz şaşkınlığını atamasa da onu süzmeyi bıraktı ve "Ben de Cengiz hocam?" derken Ahu olarak ben de aralarındaki hafız-hoca ilişkisine şok olmakla meşguldüm. "Hoş bulduk."

Cenk'in "E hadi içeri geçin," demesiyle söylediğini yapmış, sıcak hava yüzüme çarparken derin bir oh çekmiştim. İnsanın gerçekten evi gibisi yoktu.

Cengiz montunu asıp masada oturan Cem ve Asu'un yanına geçerken ben de kolumdan tutulmasıyla olduğum yerde kalmıştım. "İsimden ve tipten Asuman hanımın gönülünü kazanır bu elaman, aferin."

Gülmemek için kendimi zor tuttuğum sırada Cenk "Ailemizin erkek tayfasına bir C daha katıldı desene," demiş ve beni güldürmeyi başarmıştı.

Cenk beni tekrar kendine çekip bedenimi yukarı kaldırdı ve sağa sola bir torbaymışım gibi salladıktan sonra yere bıraktı. Erkek kardeşler de böyleydi işte, en marjinalinden kibarına kadar hepsi ablalarıyla top misali oynuyordu. "Beni de kaldır beni de!"

Cenk ağabeyinin kollarındaki yerini almak için koşan Asu'ya teşekkür eder gibi baktım ve kafamı iki yana sallarken sırıtan suratım eşliğinde masaya oturdum. Cengiz ise hala Asu ve Cenk ikilisine bakıyordu.

"Abla," diyen Cem küçük bir köpek yavrusu misaliyle bana bakınca da ne istediğini çok iyi bildiğim için "Lütfen aldıklarımızdan sen de ye Cengiz," dedim. "Ben Cem'e süt ısıtacağım."

Cengiz hiçbir şey söylemeden kafasını olumlu anlamda salladı, eve geldikten sonra tuhaf bir ruh hali içine girmiş gibiydi. Yabancı hissettiğinden olacak ki gözü sürekli kardeşlerim arasında dolaşıyordu.

O, aldıklarımızı poşetinden çıkartırken çekinmeyeceğini umarak yerimden kalktım, çok geçmeden mutfağa gitmiş ve burnuma çarpan tavuk kokusuyla yüzümü buruşturmuştum. Fitness yapan erkeklerin haşlanmış tavuk, tuzsuz pilav ve yağsız salatasını görmek bile artık midemi bulandırıyordu. Cenk'in vücudundan da tavuğundan da gına gelmişti.

Fazla kokuya maruz kalmamak için hızla Cem'in bebe bisküvisiyle sütünü hazırlayıp içeri döndüm, benden sonra da mutfağa Cenk girmişti.

"Al bakalım küçük kurbağa," diyerek Cem'in sütünü masaya bıraktım, o da "Teşekkür ederim," deyip hemen yemeğe koyuldu. "Hep böyle saygılı mı?" diye soran Cengiz'in sesini duyar duymaz kafamı salladım, Cem de "Ablam öğretti," diyerek beni övmeyi ihmal etmedi.

Ona göz kırpıp aldığımız yiyeceklerden çıkartım ve bana bakan Cengiz'i umursamamaya çalıştım. Çünkü umursarsam elim ayağıma dolaşırdı, kendimi ise rezil etmek istemiyordum.

"Hafız sen ne yapıyorsun ya?" diyen Cenk elindeki tepsiyle yanıma oturduğunda Cengiz gözlerini benden çekip kardeşime döndü. "Sen sporcu adama benziyorsun, pide yemek ne demek? Tavuktan fazla yapmıştım ortak yiyelim?"

Cengiz, kardeşimin söylediğine güldü ve "Çok sağ ol hocam, ben sadece düzenli yüzüyorum, yağsız tuzsuz yiyecek kadar sporcu sayılmam," dedi.

"Yapma be, boylu boslu adamsın harcama kendini. Biraz daha dikkat ettin mi göbek falan da erir gider."

Cengiz'in gözleri yavaşça kendi göbeğine indi ve benim de aynı yere baktığımı fark ederek zıt bir hızla oturuşunu daha dik bir konuma getirdi. Ben de gözlerimi saniyesinde bedeninden çekmiştim. "Hafız senin boy kaçtı? Benden baya uzun duruyorsun."

Kardeşim tam bir fitness yapan erkek imajına büründüğüne göre bu akşam çekeceğimiz vardı, kendisini spor yapıyor diye dünyanın en güzel bedenine sahip erkek zannediyordu. Bu kanısının oluşmasında ise muhtemelen annem yatıyordu çünkü oğlunun yakışıklılıkta zirveyi gördüğüne emindi. "1.87 benim boyum ama seninle öyle büyük bir fark yok aramızda, kendine haksızlık etme."

Cenk "Bacak boyun uzun o zaman, 1.90 gibi duruyorsun. Yüzmeyle mi alakalı yoksa ailede var mı uzun birileri?" diye sorduğunda gözleri de Cengiz'in omuzlarında sabitlenmişti. Çocuğun göbeğinden başlamış, neyse ki gözlerini aşağı doğru indirmeden yukarı doğru çıkarmıştı.

"Baba tarafım baya uzun, özellikle amcam. 1.92,"dediğinde Cenk'in sorularından memnuniyetsizlik duyduğumu söyleyemeyecektim. Hatta bir ara Cengiz'e sormak istediğim ne varsa Cenk'e mi sordurtsam diye aklımdan geçmiyor değildi. "Bizim ailede de Ahu falan var işte, 160'larda kendisi."

İkisi de sırıtan yüzleriyle bana bakarken, ben de ağzımdaki lokmayı çiğnemeyi bıraktım. "Ahu 1.60 var mıydı?" diyen Cengiz'e Cenk'e uyduğu için kınayan bir bakış attım ama pek anlamışa benzemiyordu. "1.63'üm ben, Türkiye'deki kadınların boy ortalama-"

Cenk sözümü hızla kesti, beni umursamamasıyla iyice sinirlenmiştim. "Hafız var ya bir de yiyor inanamazsın. Bakma sen bunun böyle zayıf gözüktüğüne önüne ne koysan yer ya ne koysan."

Cenk bana göz kırpıyordu ama Cengiz'in kaşları baya yukarı kalkmıştı. "Ciddi mi? Hiç dikkat etmedim," derken çiğnememe kaldığım yerden devam ettim ve yuttuktan sonra "Abartıyor," diyerek ekledim.

"Cem'e soralım?" diyen Cenk sinirlerimi zıplatmaya yemin etmiş gibi davranırken neyi planlıyordu çok merak ediyordum. "Cem, Ahu ablan çok yiyor mu?" diye sorduğunda küçük kardeşimin gözleri sütünden ayrıldı ve benimkileri buldu. Söyleyip söylememekte kararsız kalmış gibi baktığından güldüm, o da hemen "Evet çok yemek yiyor ama ablam çok çok güzel," dedi.

Eh, Cenk'i kibar yetiştirmeye fırsatım olmamıştı ama Cem'i ben büyütüyor sayılırdım.

Küçük kardeşime öpücük attığımda o da aynısını yaptı, dikkatini ise sütünü içmeye geri vermişti. Cengiz, Cem yanında oturduğundan elini onun saçlarının üstüne götürüp hızla kafasını okşarken "Senden öğreneceklerimiz var gibi duruyor, şuna bak," demeyi de atlamamıştı. Kardeşlerim içinde favorisi şimdilik Cem gibi duruyordu.

"O öyledir Cengiz abisi, Ahu mu annen mi diye sorsan düşünür," dediğinde Asu'nun gülme sesini duymuştum. "Ben de düşünürüm ki."

Böyle yapmalarına içten içe ne kadar duygulansam da annem adına üzülüyordum. Çok muhteşem bir eşti ama annelik konusunda kızıyla yarışması gerektiğinde çocukları durup bir düşünmek zorunda kalıyordu. Bana kalırsa bu baya üzücüydü, tabi annemin pek umurunda olduğu söylenemezdi. "Velhasılı kelam biz Ahu'nun ömrünü yeriz, Ahu da evde ne var ne yok onu yer."

"Ve çok da güzel," dedi Cengiz, Cem'e dönüp göz kırparak. Küçük kardeşim anında onu hevesle onaylamış, kendi söylediğinin tekrarlanmasından memnun kalarak da kıkırdamıştı.

Ben ise her zamanki gibiydim işte, kalbim bu kadar hızlı atarak nereye varmak istemektedir, onu düşünüyordum.

Basit bir iltifat, Cem söyledi diye. Seni güzel bulduğundan değil.

Tamam, heyecanım için mantıklı bir düşünme tarzıydı ama bu sefer de beni güzel bulmuyor mu yani fikri kalbime çöreklenerek, bozulmaya yemin etmiş organı zorluyordu.

Çiğnediğim pideyi yutana kadar gözlerimi Cenk'e diktim, bakışlarımı fark ettiğinde ise ellerimi birleştirerek masaya koymuştum. Başka şeyler düşüneyim derken gözüme çarpan detayla, sinirime hakim olmaya çalışarak "Cenk?" dediğimde çatalını bırakıp dikkatini tamamen bana verdi. "Eve geldin?" dememe kafasını salladı, "Kendine yemek hazırladın?" dediğimde yine aynı şekilde tepki vermişti. Bense giderek sinirleniyordum. "Ve bizi hiç düşünmedin mi? Bir şeyler alıp gelmesek ne olacaktı?"

Takıldığım detayı sormamı bekliyormuş gibi sırıtan kardeşim, sandalyeye asılı poşeti masaya koydu ve Cem'in önüne hiç beklemeden keki fırlattı. "Cem'in en sevdiği topkeki aldım işte Ahu, sen de beni düşüncesiz biri yaptın iki dakikada. Unbelievable gerçekten."

İngilizce tercümanlık okuduğunu her fırsatta belli eden zekasız kardeşime diyecek çok şeyim vardı ama Cengiz'in gülmemek için birbirine bastırdığı dudaklarına daha fazla zorluk çıkartmak istemiyordum. Ta ki annemin aramasını reddettiğini görene kadar.

"Of, adamı ölmeden mezara koyacak yine. Seni neden aramıyor ki?" diyerek topu bana attığında elimi şakaklarıma götürerek hafifçe ovaladım. 'Favori çocuk olduğun için olabilir mi?' demek istesem de masadaki kardeşlerim için sessiz kalıyordum. "Nazı sana geçiyor, zaten çok üzüldü bugün daha fazla üzme."

Cenk yine büyük bir of çekti. "Ben sizi hiç anlamıyorum, gerçekten kötü bir haber almadan insan neden karalar bağlar ki? Hayır yani moruk, baban öldü deseler tamam diyeceğim, bir anda triplere-"

Artık daha fazla konuşmasına katlanamadığımdan yanımda oturmasından faydalandım ve hiç acımadan açık olan ensesine elimin tersiyle sertçe yapıştırdım. "Kalk git masadan, sen iyice haddini aştın ne dediğini bilmiyorsun."

Cenk ensesini tutarken ahladı ve "Acıdı Ahu," dedi, e ben de zaten acısın diye vurmuştum. "Hem öyle demek istemedim." İnsan babasının ölme ihtimalini de ağzına bu kadar sakız etmezdi. "Tamam doydun zaten, kalk yat."

Cenk getirdiği tepsidekilere şöyle bir baktı ve henüz yarısını yemesine rağmen zoraki bir şekilde gülümsedi. "Aynen doydum," diyerek tepsiyle beraber masadan kalktı. "Haydi Cem gel abicim yatalım biz de."

Cem gülerek "I-ıı, ben ablamla yatacağım," derken Cenk elindeki tepsiyle durdu ve "Neye gülüyorsun sen?" diye sordu. "Ablanın bana vurmasına mı gülüyorsun yoksa?"

Cem iyice gülerek kafasını aşağı yukarı salladığında Cengiz'in de güldüğünü duymuştum. Cem'e bakarken gözlerinden kalp çıkacaktı neredeyse. "Ne haliniz varsa görün," diyen Cenk de sırıttığı için hiç umursamadım ve gidişine ses çıkartmadım. Zaten bir saat sonra da herkes kendi yatağına geçmişti, Cengiz'de ona hazırladığım misafir odasındaydı.

Duvarın kenarındaki yatağıma geçip yastığın birini kafamın altına koydum, diğerine ise sarıldım. Evin tanıdık huzuru her yerimi sarmıştı, yorgunluk ile de gözlerim kapanır sanıyordum ama evimin bir odasında misafir ettiğim çocuk aklıma düşerek, yine tüm planlarımı değiştirmişti.

Cengiz, onu ilk gördüğümde kalbimi çarptıran görüntüsünün altında, belki de görüntüsünü bile geride bırakacak bir kalp taşıyordu.

Birine aşık olmak çok kolaydı, Porsuk'ta bir akşam, bir dergi alıp iki kelam etmek kadar hem de.

Ama birine aşık kalmak, işte o zor olandı ve ben onun yanında olma fırsatını buldukça, Cengiz'e aşık kalmanın, aşık olmaktan da kolay olduğunu düşünmeye başlamıştım.

Elimle koymuş gibi hayran olunacak birini buluvermiştim ve bunun kader olduğuna inanmak istiyordum çünkü aksi takdirde, kalbim onsuzluğu kabul edilebilecek sınırı çoktan geçtiğinden, düştüğüm yerden nasıl kalkarım, hiçbir fikrim yoktu.

Continue Reading

You'll Also Like

828K 37.5K 20
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
183K 11K 25
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...
927K 64.7K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
5.6M 292K 98
Gökyüzünde özgürce uçan bir kuş ve o gökyüzüne ateş eden bir savaşçının hikayesi. Leyla özgür bir kuş, Ercüment vatanı için dağlara, taşlara gerekir...