Ahu ile Cengiz

By Elyios

178K 13.1K 3.9K

Yazgı kartları karıştırır, biz de oynarız, diyordu Arthur Schopenhauer. Kartları ben dağıtmış, geri çekilmiş... More

0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3
2.4
2.5
2.6
2.7
2.8
2.9
3.0
3.1
3.2
3.3
3.4
3.5
3.6
Merhaba
3.7
3.8
3.9
4.0
4.1
4.2
4.3
4.4
4.5
4.6
4.7
4.8
4.9
5.0
5.1
5.2
5.3
5.4
5.5
5.6
5.7
5.8
Merhaba
5.9
6.0
6.1
6.2
6.3
6.4
6.5

0.1

11.9K 330 194
By Elyios

Herkese merhaba,
Biz üniversite yıllarını kurgu oluşturmakla geçiren ve hayran kurgu kategorisinde uzun yıllar harcayıp, yazı yazmanın büyüsünden hala kurtulamamış iki ortağız.

Uzun süre okuyucularımız ile birlikte hayran kurgu kategorisinde yol aldık. Oldukça da kalabalık bir trenin içindeydik, her yeni kitabımızda farklı bir şeyler deneyerek yeni duraklardan yeni insanlar katmaya çalıştık aramıza ve şimdi de buradayız.

Bu iki ortağı şu an tanıyanlar olduğu kadar ileride ilk defa bu kitapla tanıyanlar da çıkacaktır, yani umudumuz o yönde.
Biz bu platformdaki kitaplarla büyüdük, olgunlaştık. Sizin de bizimle birlikte büyümenizi, belki de sizi bu kitapta okuyacağınız üniversite hayatının bir benzerine uğurlayacağımızı temenni ediyoruz.

Hayalini kurduğunuz o yılların sizi en güzel şekilde bulmasını dileyerek de bu kitaba başlıyoruz.

Başlama tarihinizi tam bu paragrafa bırakabilirsiniz, bu sefer ki durağımız olan genel kurgu belki bizi çok daha güzel yerlere getirir ve baktığınızda siz de bu yolculuğun başını görmüş olursunuz.

Artık beraber bir yolculuktayız, önceki okuyucularımız da, yeni aramıza katılacaklar da bu serüvenin bir parçası. Şen şakrak bir yolculuk olmasını çok isteriz, tabii her uzun yolculuğun gereği sohbetlerden de mahrum kalmamak gibi bir dileğimiz var. Yorumlarda hepinizin hayatından kesitler görmek, düşüncelerinizi okumak, çıktığımız yolculuğu keyifli hale getirecek, buna eminiz.

Hatta şimdiden başlasak ne güzel olur, paylaşmak istediğiniz tatlı anılarınızı bu paragrafta görmeyi çok isteriz. Karakterlerimizin hikayesini görmeden önce de herkesi gülümseten bir anımız olmuş olur.

Bizi yalnız bırakmayan eski okuyucularımıza teşekkürler ve yeni okuyucularımıza da hoş geldin ile kocaman bir keyifli okumalar.
Biri Nilay'dan♥️
Biri de Hazal'dan♥️

Ahu ÖZATA

Sert rüzgarların estiği, klasik Eskişehir akşamlarından biriydi.

Fakülteden çıkmış, Porsuk Çayına doğru hızla adımlarken üç arkadaş gülüşüyorduk. Bu akşamki yürüyüşümüze, çantaya sığdıramayıp elimizde taşıdığımız kanunlarımız değil; ilk defa tadacağımız türlü türlü makaronlar eşlik ediyordu.

"Bir Manisalı için bu şehir fazla soğuk, adaptasyon sağlayamıyorum," dedim, bir taraftan da şalımı tüm bedenimi saracak şekilde düzeltmeye çalışıyordum. "Abartma Ahu, sonbahardayız farkında mısın? Daha kış bile gelmedi."

Sare bir Kırıkkaleli olarak, uyum sürecini başarıyla tamamlamıştı ama işler benim için aynı hızda ilerlemiyordu. "Kısa kollu giymişsin, üstünde de kot ceket var Ahu," diyen Nisan da, bir nevi bana 'senin salaklığın' demek istediğinde fazlasıyla hak vermiştim. Gerçekten de benim aptallığımdı.

Manisama, güzel memleketime, kış bile gelmiyordu. Kar görünce eli ayağı titreyen İzmirlilerden hiçbir farkımız yoktu. İç Anadolu'ya geldiğimi ve dolabımı baştan düzenlemem gerektiğini aklıma yazmam lazımdı artık. "Allah'tan eksiklerimi tamamlayan arkadaşlar edindim, annemin duaları tutuyor," diyerek arkadaşımın şalına daha çok sarındım, Sare olmasa çoktan evin yolunu tutmamız gerekecekti.

"Yani inanç sistemim seninki gibi işlemiyor ama bu konuda haklısın Ahu," dedi Sare. "İki yüz kişilik sınıfta geldin ve daha ilk günden bizi buldun. Konuşmanın beşinci dakikasında telefon numaramı sana verdiğime hala inanamıyorum."

Sare'nin bu söylediğine güldüm ve "İkinci haftadan da eve çıkalım teklifini kabul ettik Sare," diyen Nisan'ın sırtını sıvazladım. "Ahu'daki şeytan tüyü annesinin duasıyla alakalı olabilir gerçekten, bunu biraz düşünüp iman tazelemesi yapmam lazım."

İnsanlarla samimi olma konusunda fena sayılmayacak bir yeteneğim vardı. Hayatımın hiçbir döneminde arkadaşlık ilişkisi kurarken zorlandığımı hatırlamıyordum. Büyük grupların içinde de küçük grupların arasında da kendime en benzeyenleri bulmak konusunda üstüme yoktu, Sare ve Nisan'ı bulmam da sosyal ilişki başarılarımın en zirvesiydi.

Anne duası mıydı emin değildim çünkü benim annem iyi dileklerini genelde diğer çocuklarına saklardı. Eskişehir'e gelmeden önce ellerini yukarı kaldırıp "Kendin gibileri bulursun inşallah," demesi hala kulaklarımda çınlıyordu ama dua mı etmişti yoksa amacı bedduayla beni yolcu etmek miydi tartışılırdı.

Ben kendimden ne kadar memnunsam annem de bir o kadar benden şikayet ederdi. Tabii, yeni tanıştığım kız arkadaşlarımın bu detaydan şimdilik haberi yoktu.

"Ne olduğunu ben de bilmiyorum ama sonuçta birbirini önceden tanıyan iki kişinin arasına girmeyi başardım." Kendimle gurur duyar bir halde konuştuğumda Sare elini saçlarımın arasına götürdü ve karıştırma girişiminde bulundu. Tel tokalarla, uzun uğraşlar sonucu yapabildiğim saçımı bozduğu için elimden çekeceği vardı. "Şunu yapma diye kaç kez demem gerekiyor?"

Kendimce homurdandım ve elimle saçlarımı düzeltmeye çalıştım. "Ne yapayım, saçların çok güzel, kıskanıyorum," diyerek saçma bir açıklama yapan Sare ağzımın açık kalmasına sebep olduğunda yine onun tarafından banka çekilmiştim. "Tamam tamam, iki dakika şurada otur da saçlarını öreyim. Kafeye böyle girmeyelim."

Onunla tanıştığımızdan beri en sevmediğim huyu buydu, eli sürekli saçlarıma gidiyordu ve aynanın önünde uğraşlar verip şekle sokmaya çalıştığım tutamları bir çırpıda bozuyordu. "Hava soğuk, seri ör biraz," diye tembihledim ve Nisan'la beraber banka yayıldım. "Kızım senin bozuk saçların bile benimkilerin yapılı halinden daha güzel, kendi saçlarımla başım belada. Kökünden kesip kurtulmalıyım diye düşünüyorum artık."

Sare kendi saçlarına yine sitemler etmeye başlayınca onu duymazdan geldim ve bize doğru gelen ufak kızı Nisan'a gösterdim. "Peçete satıyor galiba?" dediğimde Nisan benden önce kızı fark etmiş olacak ki direkt eliyle ufaklığı çağırmıştı.

Kendine bol gelen montuyla en fazla beş yaşında olduğunu düşündüğüm sarı saçlı kızı şöyle bir süzdüm. Havanın 'bana göre' soğuk oluşu bu kızı da etkilemişe benziyordu, kalın giyinmesine rağmen burnu kıpkırmızıydı. "Üşüyor musun sen böyle?" diyen Nisan, tam bir anne edasıyla küçük kıza sorduğunda ben kucağımdaki daha önce hiç tatmadığımız makaron kutusunu açmıştım.

Küçük kız kafasını iki yana sallayarak kendince üşümediğini belli edince gülümsedim ve ona doğru makaronlardan uzattım. İçinde zaten on tane olan kutuda, sanki çok varmış gibi "İstediğin kadar alabilirsin," dememle küçük kız gözlerini tamamen yiyeceklere odaklamıştı.

"Çekinme de al," diyerek konuşan Nisan ve ağzındaki tokayla "Çok tatlısın sen ya," diyen Sare'yle grubumuzun anaçlığı giderek arşa çıkıyordu.

Küçük kız tek kelime etmeden aceleyle pembe olanlara yöneldi. Kız kardeşim Asu'nun küçüklüğü onun sayesinde bir anda gözlerimin önüne gelince içimdeki şefkat duygusunun tetiklendiğini hissetmiştim. Eh, dört kardeşin en büyüğü olduğum için kendimi bazen gerçek bir anne sandığım zamanlar bir hayli fazlaydı.

"Bir tane daha alabilir miyim?" diye çekinerek soran kız, içimdeki tüm duygusal noktalara dokunduğu sırada Nisan elimdeki kutuya atıldı ve "Hepsini al," diyerek karşısındaki kıza uzattı.

Tam olarak aklımdakini uygulamaya soktuğu esnada, Sare'nin hafifçe saçımı çekiştirdiğini hissettim. O bizim kadar anne değildi, muhtemelen 'içinden bir tane de biz alsaydık bari,' diye sitem ediyordu.

Küçük kız eline tutuşturduğumuz kutuyu aldı ama kendi poşetindeki peçetelerden de kucağımıza birer tane bıraktı. "Teşekkür ederim," diye konuştuğunda Nisan ve ben otuz iki dişimizin gözükeceği şekilde gülüyorduk. "Tamam haydi üşüme de git sen, güzelce ye tamam mı?"

Benim soruma karşılık kafasını sallayan kız, arkasını dönerek yürümeye başladığında Sare "Size inanmıyorum," dedi. "Tamam Talha'yı evlat edindiniz ama bir tane daha edinebilecek bütçemiz şimdilik yok. Bari paketten bir tane alsaydık ya da kıza parasını verseydik."

Nisan hiç umursamadan hala giden kızın arkasından bakıyordu, bense "Talha'nın annesi gibiyim artık, onun yeri bende apayrı. Hatırlattığın iyi oldu, bir ara ona da yemek ısmarlayalım." demiştim.

Nisan söylediğime güldü ve "Çok doğru söylüyorsun," dedi. "Ben ısmarlarım."

"Aranızda bir ben fakirim herhalde," diyen Sare saçımı daha çok çekiştirdi ve "Düzgün ör şunu," diye atarlanmama maruz kaldı. "Kızım saçların dolaşmış, ne yapabilirim?"

"Tamam, düzgün ör de gidelim artık. Üşüdüm." Ellerimi birbirine sürttüm ve Sare'nin "Olmuyor," yakınmalarını dinlerken küçük kızın arkasından bakmaya devam ettim. O sırada ise üstümüzde başka bir bakış hissetmiş ve refleksle o tarafa dönmüştüm. Tam da tahmin ettiğim gibi bize bakan biri vardı ve göz göze gelmemizle yürümeye başladı.

Porsuk Çayını birbirine bağlayan köprüden yürüyerek, bize doğru geleceğine emin olduğum an saçlarımı örmeye çalışan Sare'nin eline vurdum. "Bırak şu saçımı," diye çocuk gelmeden bankın arkasından saçımı ören arkadaşıma uyarı geçtiğimde Sare "Saçın şu an mal gibi Ahu, neden bırakayım?" demişti. Ve o konuştuktan yaklaşık beş saniye sonra da uzun boylu çocuk karşımızdaydı.

"İyi akşamlar," deyip kafasını salam verecek şekilde salladığında, Sare'nin saçlarımdaki eli an itibariyle hareket etmemeye başladı. İçimizden biri çocuğa selam vermeyince "İyi akşamlar?" diyen ben olmuştum.

Gözleri önce yanımda oturan Nisan'a sonra da bankın arkasında saçlarımla uğraşan Sare'ye kaydı ve "Kusura bakmayın, rahatsız ettim," dedi.

Eskişehir'de 1.90'a yakın çok fazla erkek bulunmadığı için fiziğine hayretle bakıyordum. Sporla uğraştığını belli edecek bir vücudu vardı ama kas abidesi olduğunu da söyleyemezdim. Onu tarif etmek istesem; daha çok heybetli kelimesini kullanırdım. "Yok, sorun değil."

Bir taraftan rezalet gözüktüğünü bildiğim saçlarımı tek elimle düzeltmeye çalışıyordum bir taraftan da çocuğa cevap veriyordum. "Ben ve arkadaşlarım, sosyal bir proje üzerinde çalışıyoruz. Çocuklarla alakalı," diyerek yanımızdan uzaklaşan kızın gittiği yeri gösterdiğinde, Sare ellerini çekmiş ve saçlarımı rezil haliyle baş başa bırakmıştı.

Muhtemelen cadıdan hallice gözüküyordum.

"Tabii, dinleyebiliriz," diyen Nisan konuştuğunda ben de kafamı salladım. Yarısı örülü saçımla pek dikkat çekmek istemiyordum. "Kimsesiz çocukların durumuna dikkat çekmek için üniversitemiz bir etkinlik başlattı," dedi ve elindeki dergiyi bize uzattı.

Ben ve Nisan bankta oturduğumuz için Sare yukarıdan eğilerek dergiye bakmaya başladı. "Her görevli topladığı bağış kadar çocuk giydirebilecek diyor burada," Nisan gülümseyerek konuştuğunda karşımızdaki çocuk "Evet," diyerek onaylamıştı.

"Elliye yakın gönüllü arkadaşımız var, herkes elinden geleni yapmaya çalışıyor. Ben de anca iki tane çocuğu kışa hazırlayacak kadar para toplayabildim. Açıkçası siz de yardım etmek isterseniz çok makbule geçer."

"Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi öncülüğünde yazıyor burada?" diye istemsizce sorduğumda "Evet, bizim fakülte kurucu görevini üstleniyor," diyen çocuk beklemeden karşılık verdi. Kafamı dergiden kaldırdım ve "Kaçıncı sınıfsın?" diye sordum.

Daha önce onu gördüğümü sanmıyordum, bu fizikteki birine dikkat etmemem ise imkansızdı.

Sorumu "Birinci sınıfım," diye cevaplayan uzun boylu çocuk, benim ve diğer kızların şok geçirmesine sebep olduğunda, Nisan "Biz de birinci sınıfız," dedi. "Seni daha önce hiç görmedim," diyen Sare de konuştuğunda "Aynen," diyerek katılmıştım.

Çok az konuşmaya çalışıyordum, sebebi ise saçlarım veya saçma görünüşüm değildi. Çocuğun gözleri benimkilere odaklandıkça kalp atışlarımda bir hızlanma meydana geliyordu ve ben kendimi pek iyi hissetmiyordum.

"Farklı gruplardayız o zaman?" diyen çocuk gülümseyerek konuştuğunda Sare "Biz A'dayız" demişti. "Ben B grubundayım," diye cevap aldığımızda tüm taşlar yerine oturmuştu çünkü böyle birini daha önce görmeme ihtimalim sıfırdı. "Tanışalım o zaman?"

Nisan ondan beklemediğim bir içtenlikle elini karşımızdaki çocuğa uzatınca, oğlan sağ elini deri ceketinin cebinden çıkardı ve arkadaşıma doğru uzattı. "Zeynep Nisan Karaca," diyen arkadaşımla el sıkışan oğlan "Ben de Cengiz," dedi. Sonra da elini bana uzatarak "Cengiz Asoğlu," diye tekrarladı.

Şalımın altında kalan elimi ona uzattım ve "Ahu Özata," dedim.

Adının Cengiz olduğunu öğrendiğim çocuk kafasını salladı, fakat gözleri benim gözlerimde değil de saçlarımda odaklanmıştı. Dudaklarında hafif bir gülümseme oluşurken ellerimizi birbirinden ayırdı ve surat ifadesini düzelterek Sare'yle de tanıştı.

"Bizim de çorbada tuzumuz bulunsun o zaman Cengiz," diyen Nisan elini çantasına götürdü ve cüzdanını çıkarttı. Benim de jetonum yeni düştüğünden hemen çantama sarıldım. Üçümüz de yirmi lira uzattığımızda Cengiz "Dergi sizde kalacak," dedi. "Tanıştığıma memnun oldum, belki fakültede de denk geliriz?"

Ona aynı şekilde karşılaşma temennilerimizi sunduğumuzda "Tekrar iyi akşamlar," dedi ve yanımızdan ayrıldı. Porsuk Çayının diğer banklarında oturan insanlarla konuşmaya başladığında gözümü bile kırpmadan onu izlemeye devam ediyordum.

"Çocuk iyiymiş yalnız, Ahu kadar olmasa da benim de dibim düştü," diyen Sare, kafama vurunca, Cengiz'in olduğu tarafa bakmayı kestim. Önüme dönerek şalımı sarındığım sırada Zeynep de gülmüştü. "Yalnız adı da baya afilli, Hakan Sabancı aşkını sollar bence Ahu. Sen ne diyorsun?"

Hakan Sabancı'ya karşı özel bir hayranlık beslemediğim halde haftada en az bir kez rüyama giriyordu, bu yüzden de zamanla Sare tarafından grup içinde adım çıkmıştı.

Söylediğine karşılık gülmeyeyim diye dudaklarımı birbirine bastırdım ve kafamı iki yana salladım. "Rakip olabilir diyelim, sollayacağını düşünmüyorum."

Kızlar kendi arasında gülüşmeye devam ederken, ben de onlara katıldım ve Sare'ye "Ör şu saçımı artık," dedim. "Zaten sana baya kinliyim, kayık tipimle oturdum çocuğun karşısında."

Sare karşıma geçti ve dışarıdan nasıl göründüğüme baktıktan sonra yüzünü ekşitti. "Harbiden de kötü görünüyor, özür dilerim Ahu. Bir aşk daha başlamadan bitti benim yüzümden," dedi ve arkama geçerek gülme sesi eşliğinde saçımı örmeye başladı. Ben ise zihnimdeki yeni isme odaklıydım.

Cengiz Asoğlu.

Az önce duyduğum isim, onun hakkında belki de öğrenebileceğim en basit şeydi ama yürürken, kızlarla konuşurken, olağan bir şekilde odama geçip sessizlikle buluşurken zihnimde tekrar edip durmuştu.

Daha önce duyduğum isim, şimdi aklımdan geçerken bile farklı bir tını bırakıyordu. Bu isimde bir arkadaşım vardı mesela, onun hakkında hiçbir şey kalmamıştı aklımda ama az önce karşılaştığım çocuğun gülümserken kısılan gözlerini yıllar geçse bile anlatabilirmişim gibiydi. Sanki bu ismi daha önce hiç duymamış, ne kadar güzel hissettiren bir kelime olduğunun ayırdına varamamıştım.

Soğuğa rağmen içimi ısıtabilen kısacık sohbetten daha fazlasını istiyordum. İsminin, okuduğu fakültenin, basit bilgilerin arkasında olanları dinlemek istiyordum. Birini dinleme isteği nasıl bu kadar kuvvetle insanın kalbini doldururdu, bilmiyordum ama tüm kalbimle onun anlatacaklarını duymak istiyordum.

Continue Reading

You'll Also Like

194K 8.4K 58
Köyde geçen bir aşk hikayesi... O bir inci tanesiydi; Dışı dillere destan bir güzel... Naîf kırılgan ve nârin... Köy kurgusu ve abimin arkadasşı konu...
6.4M 206K 103
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
60.8K 3.5K 22
☆"Kayla ne biçim isim Rus musun sen?" "Hatırlatma travması var"
105K 10.8K 36
053*: Senin kedin mi bu? Doğuhan: Evet, rica etsem atacağım konuma getirebilir misin? Ya da sen at ben geleyim. 053*: İşte o imkansız. Doğuhan: Ne...