KALP KIRICI: FEVT

By Nemesisheart

3.5K 376 107

Görüyor musunuz? Savaş başlıyor... Kapılar açılıyor, savaş artık benim için başlıyor... *** "Ailen güç için... More

"ᴛᴀɴɪᴛɪᴍ"
1.ʙöʟüᴍ:"ᴋᴏʀᴋᴜ ᴅᴏʟᴜ ɢᴇʀçᴇᴋʟᴇʀ"
2.ʙöʟüᴍ:"ᴋᴏʀᴋᴜ ᴅüğüᴍü"
3.ʙöʟüᴍ:"ᴀçıᴋʟᴀɴᴀɴ sıʀʟᴀʀ "
4.ʙöʟüᴍ:"ᴇɴᴅɪşᴇ ᴛᴏʜᴜᴍʟᴀʀı"
5.ʙöʟüᴍ:"öʟüᴍ sᴇssɪᴢʟɪğɪ"
6.ʙöʟüᴍ:"ʜᴀʏᴀʟ ᴋıʀıᴋʟığı"
7.ʙöʟüᴍ:"ᴋᴀʀᴀʀ"
8.ʙöʟüᴍ:"ɪ̇ɴsᴀɴüsᴛü ɢüçʟᴇʀ"
9.ʙöʟüᴍ:"sᴀᴠᴜɴᴍᴀsıᴢ ʙᴇᴅᴇɴʟᴇʀ"
10.ʙöʟüᴍ:"ᴋᴀʏʙᴏʟᴜşᴜɴ sᴀɴᴄısı"
11.ʙöʟüᴍ:"ᴋᴀʟʙɪɴ ʜᴀʏᴋıʀışʟᴀʀı"
12.ʙöʟüᴍ:"ᴄᴇsᴀʀᴇᴛ ғısıʟᴛıʟᴀʀı"
14.ʙöʟüᴍ:"ɢᴇʀçᴇᴋʟɪğɪɴ çᴀğʀısı"
15.ʙöʟüᴍ:"ᴋᴀʟᴘsɪᴢ"
16.ʙöʟüᴍ:"ɪ̇ɴᴛɪᴋᴀᴍ ᴀᴛᴇşɪ"
17.ʙöʟüᴍ:"ᴀʏ ᴛᴜᴛᴜʟᴍᴀsı"
18.ʙöʟüᴍ:"ᴋıʀıᴋ ʀᴜʜʟᴀʀıɴ sᴀɴᴄısı"
19.ʙöʟüᴍ:"ɢöᴋʏüᴢüɴ ᴠᴇ ᴅᴇɴɪᴢɪɴ sᴇsɪ"
20.ʙöʟüᴍ:"ʏᴀʙᴀɴᴄıɴıɴ ɴᴇғᴇsɪ"
21.ʙöʟüᴍ:"ᴋıʀıᴋ sᴀᴠᴀşçı"
22.ʙöʟüᴍ:" ᴄᴇʜᴇɴɴᴇᴍ çᴜᴋᴜʀᴜ"
23.ʙöʟüᴍ:"ᴅᴜʏɢᴜ ʜıʀsıᴢı"
24.ʙöʟüᴍ:"ʏɪᴛɪʀɪʟᴍɪş ᴅüşʟᴇʀ"
25.ʙöʟüᴍ:"ɪ̇ʟᴋ ɪ̇ᴢ"
26.ʙöʟüᴍ:"ʏᴀsᴀᴋ ᴋöᴘʀü"
27.ʙöʟüᴍ:"ɪ̇sɪᴍsɪᴢ ʙᴇɴʟɪğɪᴍ"
28.ʙöʟüᴍ:"öʟüʟᴇʀ ᴠᴇ sıʀʟᴀʀ"
29.ʙöʟüᴍ:"ᴋöᴛüʟüğüɴ ᴍᴀsᴜᴍɪʏᴇᴛɪ"
30.ʙöʟüᴍ "ᴘᴇʀᴅᴇ ᴀʀᴋᴀsıɴᴅᴀᴋɪ ᴏʏᴜɴʟᴀʀ"
31.ʙöʟüᴍ:" ᴠᴀᴢɢᴇçɪʟᴇᴍᴇʏᴇɴ ɢüɴᴀʜ"
32.ʙöʟüᴍ:"şᴇʏᴛᴀɴʟᴀʀıɴ ʙᴀʀışı"
33.ʙöʟüᴍ:"öᴢɢüʀʟüğᴇ ᴠᴇᴅᴀ"
34.ʙöʟüᴍ:"şᴇʏᴛᴀɴıɴ ɪ̇ᴘʟᴇʀɪ"
35.ʙöʟüᴍ:"ʟᴀʟ"
36.ʙöʟüᴍ:"ᴠᴀᴠᴇʏʟᴀ"
37.ʙöʟüᴍ:"ᴍᴀʏıɴ"
38.ʙöʟüᴍ:"ᴢᴀʏıғ ɪşıᴋ"
39.ʙöʟüᴍ:"ᴅɪᴋᴇɴʟɪ ᴀᴠᴜçʟᴀʀ"
40.ʙöʟüᴍ:"ɢöᴢʟᴇʀɪɴ ᴋᴀʟʙɪ"
41.ʙöʟüᴍ:"ᴀᴛᴇşɪɴ ɪçɪɴᴅᴇᴋɪ ᴜꜰᴀᴋ ᴋıᴢ"

13.ʙöʟüᴍ:"ʙᴀş ᴋᴀʟᴅıʀış"

56 7 0
By Nemesisheart

"Kafamın içinde bir savaş var."

20 Kasım 1980

Küçük bedenimle oturduğum sandalyede başımı önüme eğdim. Başımı kaldırıp da cam ekrana bakmak istemiyordum eğer onlara bakarsam yine ağlardım.

Bembeyaz bir odanın içinde sadece ufacık bir sandalye vardı. Bir de, ben vardım. Yamuk yumuk kesilmiş saçlarım önüme düşmüştü. Bir yandan da tahriş olmuş cildimi kazımakla meşguldum.

Çok kaşınıyorlardı.

Kaşıdıkça da canım yanıyordu.

Birkaç saat önce o sedyeden kurtulmuştum. Cildim artık ilaçlardan yanıyordu ama bahsettiğim gerçek bir yanıktı. Başımda binlerce kabloyla şimdide burada oturuyordum.

İlaçların etkisiyle artık uyuşmuştum. Tek istediğim uyuyup bir daha uyanmamaktı. Belki kalktığımda uyuşukluğum geçer diye umut ediyordum.

Sedyeden kalktığım andan itibaren büyük bir koşuşturma başlamıştı galiba kimse o ilaçlarla ayağa kalkacağımı tahmin etmiyordu. Aslında bende tahmin etmiyordum.

Ama yine buradaydım ve beni görmek için heyecanla karşı ekrandan izliyorlardı.

Küçük bir deney faresiydim onlar için.

Onlar beni görüyordu ama benim görebildiğim sadece boş bir ekrandı. Binlerce kameralar da beni izliyordu.

Dirseğimi kaşırken kulağıma bir cızırtı sesi geldi ardından o duymaktan korktuğum ses duyuldu. "Yüz iki, kaldır başını."

Kaldırmadım, kaldıracak kuvvetim de yoktu.

"Derhal!" Bu sesi duyduğum ilk anlar hep köşeye kaçar saklanacak delik arardım ama nereye saklanırsam saklanayım bir şekilde buluyorlardı. Bu delikten kurtulmanın tek yolu ölümdü.

Boş bir kafeste ya yemek yerken, ya da uyurken ölebilirdiniz.

"Yüz iki!"dediği anda başımı kaldırıp kendi yansımamla göz göze geldiğimde aslında beni gördüklerinin bilincindeydim. "Lafımı ikiletmekten hoşlanmadığımı biliyorsun değil mi?" Öfkeli ses tonuna yüzümde zerre kıpırtı olmadan öylece baktım.

Ağzımı açmayacağımı biliyorlardı.

Dövülsende susacaktın.
Aç kalsan da susacaktın.
Canın yansa da susacaktın.
Bir ölüyken zaten konuşamazdın.

"Şimdi ayağa kalkıyorsun,"dediğini duyduğumda ilk çıplak ayaklarıma baktım sonra da ekrana. Bu şekilde dövüşemezdim, bu şekilde kimseyle savaşamazdım.

Ama kalktım.

Cayır cayır yanan bedenimle sendeleyerek ayakta kaldım.

Bembeyaz odanın içinde tek kirlilik bendim.

Birkaç dakika sonra beyaz kapı açıldığında içeri siyah formalarıyla bir koruma geldi elindeki siyah bandanayı görür görmez nefesim boğazımda düğüm düğüm oldu.

İşte başlıyorduk.

Arkasından ise titreyerek odanın içine attıkları genç bir çocuk hüngür hüngür ağladı. Her ağladığında karnına bir tekme geçirdiler. Bana yaklaşan koruma ise ilk yüzüme bakmış ondan sonra elindekini göstermişti.

Çocuk olacakları bilmiyordu ama ben artık ezberebiliyordum.

Gözlerim kapının dışındaki bedene kaydığında bunca zaman sonra ilk kez ağlamak istedim. Doktor Nizgin hanım kafasını iki yana sallarken her zaman ki sesi kulağıma doldu.

Düşünme, sadece yap. Yap ki korktuğunu görmesinler.

Korkarsam beni görürlerdi.

Gücümü kullanmazsam o zaman burası bana mezar olurdu.

Koruma daha fazla beklemeden gözlerime bandanayı taktığında ellerimi de tuttuğu gibi arkamdan sıkıca kelepçeledi. Birazdan duyulacak sesin ardından o çocuğun asıl işkencesi başlayacaktı.

Kaşınan derilerimin sızıyla dudaklarımı ısırırken kulağıma keskin bir ses doldu. Birkaç saniye sonra da ses yükselmiş artık boş duvarlardan kulağıma sekiyordu. Bu da bana işkenceydi.

Sesi hazmetmeye çalıştıkça daha fazla yükselttiler. Artık göğsüme baskı yapıyordu. Hiç beklemedim ve o sesin içinden bulmam gereken sese odaklandım.

Küçücük bir kalp atışı.

Korkuyla kasılmış ve gittikçe hızlanan minik bir kalpti.

Ellerimi arkamda yumruk yapıp kelepçelerin canımı yakmasına fırsat verdiğimde o atışı anında durdurdum.

Muhtemelen ben bunu yaparken bile ağlamıştı ama onun sesi bile gürültüyle bastırılmıştı. Ardından ses kısılıp kapının açılıp kapandığını duyduğumda tekrar yanımda birinin varlığını hissettim.

Hayır, birinin değil...Beşinin.

Geriye bir adım atacakken bacağımı vurduğum sandalyenin varlığı kendini anımsattı. Düşmekten kıl payı kurtulup duyabildiğim bütün kalp atışlarını zihnimde toplarken dudaklarımı sertçe ısırdım. Ağzıma dolan pis bir kan tadıyla zihnimdeki sesleri yok ettiğimde hem kendimden iğrendim, hem de hissettiklerimden. Bu sefer yere düşen bedenlerin sesini duymuştum.

Zihnimdeki oyunun adı ölümdü.

Ben hiç yaşatmamıştım çünkü gücümün hep tek tarafını kullanmak zorundaydım. Burada birini yaşatmak yoktu, yaşatırsan asıl ölen sen olurdun oysa kalp kırıcı yaşam demekti.

Yüz iki ise sadece öldürürdü.

Ne kadar geçti bilmiyorum ama gözlerimdeki bandanadan kurtulduğumda tek yapabildiğim yumduğum gözlerimi açmak olmuştu. İşte o an bir kez daha gördüm, kalp kırıcı olmanın nasıl bir lanet olduğunu.

Yerdeki cesetlerin gözleri bile açık kalmıştı.


Günümüz

Bir elim telefonu tutarken diğer elim saçlarımdaydı. Arada sırada saçlarımı çekiştiriyordum neden yaptığımla ilgili pek bir fikrim yoktu. Belki de alacağım cevaptan tedirgin oluyordum.

" Artık bir şey söyleyecek misin?" Ondan ses çıkmayınca devreye girmiştim ona rağmen hışırtılardan başka bir şey duyulmuyordu.

"Bunu beklemiyordum." Duraksayarak söylediklerine anlayışla karşılamaya çalıştım."Doğru söylüyorsun bende kendimden beklemezdim ama yine de kararım kesin," dediğimde sesimin ayarını düşürmemeye çalıştım.

" Alvina senin için iyi bir karar mı emin değilim ve buna hazır olduğundan da şüpheliyim," deyince üzerimdeki hırkanın kollarını elime doğru çekiştirdiğimde sesimi bulunca cevap vermeye koyuldum.

" Biliyorum, ama bunu düzeltmek için yardıma ihtiyacım var," dediğimde içten içe bozulmuştum güçsüzlüğümün yüzüme vurulması çok içten bir davranış değildi.

" Sana güçsüz olduğunu söylemedim, bunu asla söylemem sadece biraz zaman tanısaydın kendine." Anlayışlı ses tonuna yavaşça gözlerimi yumup açtım zaman tanımak için fazla geride kalmıştık.

" Zaman benim için yanlış işliyor bunu fark ediyorum artık." Ne derse desin kararımın arkasında durmaya çalışıyordum."Sana yardım edeceğim, açıkçası diğerleri gibi seni üzmek veya kırmak istemiyorum belli ki bana güvenmişsin o yüzden sana yalan söylemeyeceğim," dediğinde cümlesinin ardından gelecek olan sözlere kulak kesildim.

" Biz çoktan bu anı kolluyorduk aslında çünkü bizim içinde gücünü kullanman daha iyiydi, ama seni karşımızda görünce bunu biraz ertelemek istemiştik... Normalde bu teklifi sana ilk biz yapacaktık." İtirafına karşılık ilk kaşlarımı çattım. Dudaklarımın kapanıp açılması düzgün bir kelime kurmak içindi. Söylediklerime rağmen dürüstçe itiraf etmesi açıkçası beni bir hayli şaşırtmıştı.

" Demek o yüzden beni kurtardınız." Emin olmak için sarf ettiğim cümlemin cevabını almak için onayını beklemeye karar verdim çok geçmeden sesi duyuldu. " Hayır tabii ki o yüzden değil, bizim niyetimiz gerçekti. Hâlâ da öyle," derken sesine baskıcı bir tını eklenmişti. Galiba onu yanlış anlayacağımı düşünüyordu o yüzden tekrar konuştu.

" Biliyorsun ki artık karşında duran çok güçlü insanlar var ve niyetleri ne olursa olsun onlara karşı karşı koyman gerekiyor. Bizim de tam da niyetimiz buydu, seni daha güçlü biri haline getirmek."

" O zaman neden kabul etmiyorsun?" Soruma derin bir iç çekti. " Sana zaman tanımak istedik, fazlasıyla yorgun gözüküyordun. Zaten her türlü karar senindi," dediğinde görmeyeceğini bile bile başımı salladım ve kurumuş dudaklarımı ıslatıp araladım.

" Söylediklerinle bana bir umut vadediyorsun ve biliyorsun ki benim bu umuda ihtiyacım var," dediğim anda sesimin boğuklaştığını hissettim.

" Ladin, sana güvenebilir miyim? Gerçekten bana yalan söylemezsin değil mi?" Sorularımı sorduğum anda bile içimde umut kırıntıları ümitsizce dolaşmaya devam ediyordu. " Her konuda güvenebilir misin bilemem ama bana bu konuda güvenmelisin çünkü seni asla hayal kırıklığına uğratmam," dediğinde derin bir sessizliği bana karşı kullandı. Belki de şimdi asıl o cevabımı bekliyordu.

Artık daha fazla düşünmek istemiyordum bana en azından bir güven sunuyordu buna tutunmalıydım. "Cevabım hâlâ geçerli," diyebildim. O anda Ladin'in mutlu sevincini işitmeye başlamıştım.

" Alvina inan bana pişman olmayacaksın," deyişiyle onu mırıltılarla geçiştirdim. En sonunda bana haber vereceğini söyleyerek aramayı sonlandırdı.

Telefonu ardından yatağa attığımda iki elimle şakaklarımı ovalamaya çalıştım açıkçası yaptığım şeyden pişman olmak istemiyordum. Sırtımı yatağa yaslayıp tavanla birkaç dakika göz göze geldiğimde kafamda biriken bin ton sorular vardı. Hatta şu anda kalkıp annemin yanına gitmek istiyordum. Normalde benimle konuşup orta yolu bulması gerekiyordu ama sessiz kalıp geriye çekilmişti, elbet bir nedeni vardı ve gerçekten bu durum beni fazlasıyla huzursuz ediyordu.

Babamla ne düşündüklerini bilmemek belki de beni asıl rahatsız eden tek şeydi. Farkında olmadan onlara şüphelenecekleri nedenler veriyordum. İsteyerek yapmadığım bu durumdan nasıl kurtulacağıma kafa yormak da zorlanıyordum ama onların benden ürkmesini istemezdim en azından bu kadar olayı onlara yansıtamazdım.

Her şeyi bilselerdi bana düşman olurlar mıydı acaba?

Veya benden kurtulmak isterler miydi?

Düşüncelerimden sıyrılmam kapının açılmasıyla kısa süreliğine kesildi. Annemin bedeni yavaş adımlarla bana yaklaştığında şaşırarak söze girdim. " Anne, sen uyumuyor muydun?" Burukça gözlerime bakınca yatakta dik konuma gelip yanıma oturmasını izledim.

" Haklıydın, konuşmamız gerekiyor bebeğim." Anneme doğru dönüp anlayışla başımı salladım. "Peki birden neden fikrini değiştirdin?" diye sorduğumda suçlulukla ellerini birbirine kavuşturduğunda ne olduğunu anlamadan gözleri dolmuştu afallayarak elimi koluna götürdüm.

" Bizden ne saklıyorsun?" diye sorunca anlık bir duraksamayla tırnaklarımı elime geçirdim. Boğazıma oturan yumru sorusuna cevap vermemem için bir işaret gibiydi.

" Anne..."

" Sormama izin ver kızım, lütfen anlat her şeyi... Bizden ne saklıyorsun?" dediğinde sıkıca ellerimi tuttu. Israrla gözlerime bakmaya çalışıyordu kaçmaya çalışan gözlerim her seferinde dolan bakışlarıyla karşı karşıya kalıyordu.

" Sizden hiçbir şey saklamıyorum."

Yalanın kötü hissi bedenimi sardığında tekrar sertçe yutkundum.

" O zaman ne bu haliniz? Abinde sende çok farklısınız sizi tanıyamıyoruz artık."

Belki de gerçekten tanımıyorlardı.

" Bugün ki haliniz neydi öyle?"

Dudaklarıma kadar gelen kelimeler sanki bir türlü yolunu bulamıyordu.

" Sadece arkadaşlarımla aram bozuk ve bunun üstesinden gelmek için abime ihtiyaç duyuyorum, neden bunun altında başka sebepler arıyorsunuz?" diye sorduğumda yalanla çevrelenmiş gözlerimi anneme diktim. " Siz arkadaşlarınıza öyle davranmazsınız ki," deyip yüzümü avucunun içine aldı.

" Küçükken öyleydi... Artık sorunlarımızın üstesinden bu şekilde gelmeye çalışıyoruz, sende farkındasın biz büyüdük anne. Bazı şeyler hep aynı kalmıyor, herkese iyi davranamayız," dediğimde yüzümdeki ellerini tutup aşağıya çektim. " Konu gerçekten bu mu yani?" diye sorduğunda gözlerimi anlık kaçırmıştım.

" Evet başka bir şey yok inan bana, biz iyiyiz." Net sesimi inatla vurguladığımda annemin göz kapaklarına ufak bir öpücük kondurdum.

" Keşke küçükken bize herkese güvenmememiz gerektiğini öğretseydin, belki her şey o zaman daha kolay olurdu," deyiverdim.

" Haklısın...Belki de biz çok üstünüze düşüyoruz. Yine de bizden bir şeyler saklamayın ne olursa olsun ailece bu konun üstesinden gelebileceğimizi biliyorsun." Ellerimi sıkıca sardığında sakince kafamı salladım.

" Biliyorum, o yüzden şuan buradayım. Buradayken herşey bana iyi gelecek gibi hissediyorum." Dudaklarımdan çıkan her kelime annemin içini rahatlatıyor gibi hissediyordum. Bunu anlamam zor olmamıştı yüzündeki rahatlama ve gözlerindeki buğunun azalması bunun kanıtıydı.

" Üzgünüm seni de sıkıyorum, sadece içten içe bazı şeylerin kötü gittiğini hissettim o yüzden moralim bozuktu. Annenin kusuruna bakma bir tanem," diyerek elime uzun bir öpücük kondurdu.

Zaten her şey kötü gitmiyor muydu?

Yüzümü ekşiterek tebessüm ettiğimde dudaklarımdan çıkmak üzere olan kelimeleri sertçe yuttum ardından annemin konuşmasına fırsat verdim. " Ben artık seni rahat bırakayım arkadaşların çok beklemiştir," diye mırıldandığında yanımdan yavaşça kalkıp kapıya doğru ilerledi son anda dudaklarıma kadar gelen kelimeleri geri çevirmedim.

"Anne...Artık benimle konuşmaktan kaçma bir şeyler çözülecekse böyle çözülmeli." Fısıltım ona ulaştığında arkasını dönmeden kafasını salladı sonrasında kapıyı arkasından kapatıp odağımdan çıktı. Sanki bunu yaparak beni başından savar gibi hali vardı ama daha fazla kendimi daraltmadım ve gitmesine izin verdim.

Telefonumun melodisi kulağımda çınladığında açma gereksinimi duymamıştım onun yerine üzerimdeki hırkayı çıkartıp kenara koydum. Hâlâ değiştiremediğim üstümüde değiştirmek için dolaba yönelmiştim. Siyah taytımı tekrar alıp giyerken üzerime de mavi kazağımı geçirdiğimde geri dolabı seri hareketlerle kapattım.

Ardından çıplak ayaklarımın parkede çıkardığı seslerle birlikte aşağı indim. Merdivenlerin başındayken gözlerim abimin odasına kaydığında kapısı yarı aralıktı yönümü değiştirip paytak adımlarla odasının önünde durdum. Elimi kaldırıp kapıya dokundururken ileriye doğru ittirdiğim kapıyla artık abimin odasındaydım. Beyaz rengin hâkim olduğu oda tertemizdi. Adımlarımı ileriye doğru atınca gözlerim odanın her yerinde gezindi.

Küçüklüğümden beri odasında çok fazla şey değişmemişti çoğu eşya hâlâ aynıydı. Kenarda duran gece lambasının loş ışığı da hâlâ aynı parlaklıktaydı. Kitaplığın yanındaki çerçevelerde değişmemişti ve Elif ablanın resimleri hiç eskimeden orada asılıydı. Abimin sadakatine hayrandım doğrusu, kaç sene geçerse geçsin hiç unutmuyordu onu.

Bakışlarımı pencereye kaydırıp dışarıya göz attım. Abimin odası bahçenin ön tarafına bakıyordu ve sabaha karşı havanın güzelliği çoğunlukla bu odadan belli olurdu.

" Alvina?" Arkamdan gelen sesle irkilip döndüğümde karşımda duran Meriç'e konsantre oldum.

" Korkuttum mu?" diye sorduğunda kafamı hızla iki yana salladım. Boğazımı öksürerek temizledikten hemen sonra odandan çıkmak için ona doğru ilerleyip arkamdan kapıyı kapattım.

" Üzgünüm sizi de yalnız bıraktım." Mahcup bir edayla ensemi ovalamıştım.

"Sorun yok, sen gelmeyince merak ettik birşey olmadı değil mi?"

" Hayır olmadı," deyip gözlerimi kırpıştırdığımda tekrar söze girecekken Meriç'e yaklaştım. " Gece yarısı oldu, uyumak isterseniz odaları gösterebilirim," derken yeşil gözlerin hedefi olduğum için kıpırdamadan yerimde kalmaya çalıştım.

"Evet bende onu söyleyecektim Elya içeride uyuyakaldı," dediğinde aceleyle başımı salladım. "Hadi o zaman gidelim," deyiverdim ama yanından geçecekken adımlarımı durdurdu. " Sen dur biz getiririz, odaları göstermen yeterli," deyince şüpheci bakışları üzerimde dolanmaya başlamıştı omuz silkip dudaklarımı araladım.

" Siz Kerem'le misafir odasında kalabilirsiniz, ben Elya'yla birlikte kalırım."

" Misafir odası?" diye sorguladığında elimle odamın yanındaki beyaz kapıyı gösterdim.

" Orası."

" Tamam sen odana geç ben şimdi Elya'yı getiriyorum," diyerek yanımdan uzaklaşarak merdivenlerden inmeye başlamıştı hızına kafa karışıklığıyla bakıp kazağımı avuçlarıma kadar çektim.

Artık en ufak bir şey sakladığımda anladıklarını düşünüyordum, acaba belli mi ediyordum?

Yoksa sadece benim uydurduğum bir şey miydi?

Belki de suçluluk duymamdan kaynaklanıyordu ama yalan söylemeyi bilerek seçmiyordum ki.

Ama bunu daha az belli etsem daha iyiydi. Düşüncelerimden sıyrılıp odama geri yürürken ben odaya girdiğim anda koridorda sesler duyulmaya başlamıştı. Adımlarımı yatağa yönlendirip yorganı açtım. Arkadaşım için çıkaracağım kıyafetleri de seçmek için dolaba tekrar bakacakken Meriç sessizce odaya girdi.

Kucağındaki Elya'yı nazik bir edayla taşıyordu. Arkadaşımın kızıl saçları Meriç'in omuzundan aşağıya sarkmıştı ben de onlara yer vermek için biraz kenara çekildim.

Meriç yavaşça kucağındaki bedeni yatağa yerleştirince tekrar geri doğruldu. Elya uykusunu bozmadan rahatça soluna döndüğünde fısıldayarak yanımdaki bedene döndüm. " Ben onun üstünü değiştiririm, size de kıyafet vermemi ister misiniz?" Soruma omuz silkip sadece tebessüm etti. "Yabancı mıyız kızım? Gider alırız bir şeyler takılma sen bize." Elleriyle saçlarımı karıştırdığında kıkırdayarak geri çekildim.

" Abimin odasını biliyorsunuz çekinmeden alabilirsiniz," diyerek omzumu dolaba yasladım. "Tamam, iyi geceler," deyip yanağımı sıkmayı da unutmamıştı yüzümü ekşiterek geriye çekildim.

" İyi geceler," dediğimde onu omuzlarında geriye ittirdim. Kısık erkeksi gülüşünü firar ettirip odadan yine sessizce ayrılmıştı.

Oyalanmadan dolaba tekrar dönüp yünlü bir kazak ve gri bir eşofman çıkardım. Onu rahatsız etmeden üzerindekileri sakince çıkarmaya çalıştığımda kayık yaka kazağını ve siyah pantolonunu yavaşça üzerinden ayırdım. Üşümesine fırsat vermeden çıkardıklarımı giydirirken arada sırada hafifçe göz kapaklarını aralamış bana yardımcı olmaya çalışmıştı ama sonunda onu hızlıca giydirip uyumasına izin verdim.

Adımlarımı pencereye yönlendirip perdelerimi örttüğümde içerisinin ışığı azalmıştı ardından gece lambasının birini de açmayı ihmal etmemiştim. Arkadaşımın yanındaki yerimi aldığımda içime huzurlu bir nefes çektim ve Elya'nın yanına iyice sokularak gözlerimi yumdum.

Gözlerimi araladığımda kirpiklerimin sızladığını hissedebiliyordum. Gerinerek yatakta pozisyonumu değiştirdiğimde Elya'nın telefonuna baktığını gördüm bulanık bakışlarımı gözlerimi kırpıştırarak giderdim.

Odaklanmış bir vaziyette telefonun ekranına bakıyordu perdelerin arasından sızan gün ışıklarına bakamadan yatak başlığına yasladım. O anda hareket etmemle Elya'da uyandığımı fark edip bana doğru döndü.

" Günaydın." Pürüzlü ses tonu ortamı delip geçtiğinde o da tebessüm ederek, " Günaydın bir tanem," dedi. Neşeli sesi benim aksine canlıydı. " Bir şey mi oldu?"

" Hayır, sadece annem mesaj atmış," dediği anda yüzü tekrar düşmüştü. Elimi kaldırıp arkadaşımın avucuna koyduğumda kenetlenen ellerimize zoraki bir gülümseme bahşetti.

" Sorun yok değil mi?" diye sorduğumda olumsuzca kafasını salladı. " Sadece merak etmiş, kaç hafta sonu geçti yanıma gelmedin diye mesaj atmış," derken sıkıntılı bir iç çekti.

" Her gün dersimiz olmadığını bilmiyor mu?" diye sorunca acıyla dudaklarını kıvırdı.

" Tabii ki söylemedim o zaman her gün gelmemi isterdi, buna katlanamam," diye mırıldandığında sadece anlayışla başımı sallayarak onu onayladım.

O sırada koridordan gelen gürültülü seslerle kaşlarımı çattığımda ne olduğunu anlayamadan yataktan ayaklarımı sarkıtıp kalktım. " Sen üstünü giyin ben bakarım," diyerek Elya'nın kalkmasına mani olurken beni onaylamasına müsaade etmeden kapıya doğru hızlıca yürümüştüm.

Kapıyı açıp koridora çıktığımda beni şoka uğratan ve sarsılmama neden olan görüntüyle karşılaştım. Elim kapının kolunda kalırken aynı anda soluğum bıçak gibi kesildi. Ne olduğunu anlayamadan abimin acıyla buruşmuş yüzüyle karşı karşıya kaldım. Kapı pervazına yaslanan bedeni zar zor yüzüme bakıyordu ve tam annemlerin kapısının önündeydi. Başını duvara yaslamış sanki bir şeyler dinliyormuş gibi gözlerini kapatıp duruyordu.

Ayaklarım resmen yerde çakılı kalmıştı. Dudaklarım bir iki kere açılıp kapandı ama hiçbir şey söyleyemedim. Annemin içeriden gelen sesi çok kısık duyuluyordu, ne konuştuğunu bile çıkaramıyordum ama belli ki abim duymak istemediği bazı şeyler duymuş gibiydi.

"Abim..." Sesim sanki bir uğultu gibi ona vurduğunda fısıltımla yüzünü kapı pervazına gömüp ağlamaya başladı. Sarsılan omuzları beni harekette geçirirken hızla yanına koşarak gittim. Elim titreyerek omuzlarını bulunca kızarmış yeşil gözleriyle gözlerime baktı.

Masum yeşillerine kırmızı yakışmamıştı.

Kalbimi acıtan bu görüntü zihnimde gittikçe netleşiyordu.

"Abi ne oldu?" Omuzlarından sıkıca tuttuğumda anında başını omzuma gömdü derin bir iç çekişi serbest bıraktığında ise titreyen elimle bedenini tutmaya çalıştım.

" Alvina..." Kesik kesik çıkan sesini duyar duymaz konuşmasına müsamaha göstermedim.

"Şşt, tamam...Sonra konuşacağız önce seni odana götürelim." Tane tane konuşsamda beni anladığını düşünmüyordum ama ona rağmen ağırlığını tamamen bana bırakmadı. Ardından belinden sarılarak yürümesine olanak sağladığımda yavaşça benimle adım atıyordu bir yandan dengesini de sağlamaya çalışıyordum.

Odasının kapısını açarak yatağına doğru yürütürken birkaç kere sendeleyerek düşmemize neden olacaktı ama neyse ki sonunda onu yatağına getirmiştim. Sonrasında sakince yatağa uzanmasına yardımcı olduğumda yere eğilerek ayakkabılarını çıkardım.

Tekrar ayağa kalktığımda yorganın içine girmesi için yatağını açtım. Kendini sırt üstü yatağa bıraktığında rahatça yatakta kıpırdanmıştı. Birkaç dakika başında beklerken uykuya daldığını gösteren sakin nefes alışverişleriyle üstünü örtüp geriye çekildim. Çok çabuk uykuya dalması beni şaşırtmıştı ama en çok şaşırtan abimin sarhoş olmasıydı.

Kahve kokusunun aralarından sızan sert alkol kokusu odaya dolmuştu bile. Eğilerek yüzüne düşen ve gölge yapan dalgalı saçlarını geri çektim. Gözyaşlarıyla ıslanmış göz pınarları içimi burkuyordu.

Abimi bu hale getiren şeyi aşırı merak ediyordum çünkü o asla bu kadar kendi koy vermezdi. Abimi alkol alacak kadar üzen şey eğer annemse belki de bana dün yalan söylemişti. Aklımda dönüp dolaşan düşünceleri kenara itip koridordaki sese kulak kabarttığımda hızla yerimden atılıp kapıyı sessizce arkamdan kapattım.

Abimin durduğu yere bu sefer ben geçtiğimde odadaki sesleri duyuyormuş gibiydim açıkçası konuşmanın sonlarına gelmem kötü şanstı. "Akın saçmalama, ben bunu çocuklara nasıl söylerim." Annemin itirazı tahammülsüz sesini ortaya çıkartı. Babamla aralarındaki mesele her neyse ciddi bir şey olmalıydı.

" Sen bilirsin ama ben bunu yapamam üzgünüm," dedi babam sakin ama duyarsız bir ses tonuyla. Sonrasında bir daha babamın sesini duymayınca telefonu kapattığını anladım. Lakin onun yerine kulağıma gürültü bir ses daha dolduğunda bu ses yere düşen bir eşyaya aitti.

Kapıyı hafif aralık kalacak biçimde açtığımda sadece yüzümün yarısı görünüyordu ve o an gördüğüm sahne beni paramparça etti. Annem yere çökmüş dolabın köşesine sinmiş ağlıyordu, aynı abim gibi.

Sertçe dişlerimi birbirine geçirip gözlerimi yumduğumda sonrasında gelen durduramadığım öfkemle kapıyı tekrar kapattım. Babamın yine neler karıştırdığını aşırı merak ediyordum her seferinde ailemizi kıracak ve üzecek illa ki bir şeyler yapıyordu. Kim bilir yine annemi neye zorlamıştı.

"Alvina iyi misin?" Arkamdan gelen cılız bir sesle yönümü direkt Elya'ya çevirdim. Hâlâ gözleri uyku mahmurluğuyla bakıyordu dudaklarıma zoraki bir gülücük kondurup," Evet, abim daha yeni gelmiş onunla konuşuyordum," dediğimde yüz hatlarımdaki ciddiliği bozmadım. O da açıklamamı kafasını sallayarak onayladı.

" Tamam canım, o zaman bizimkileri uyandıralım mı? Biliyorsun erkenden çıkmamız daha iyi olur," derken çekingen bir tavırla söylediklerine kaşlarımı kaldırdım.

"Olur, o zaman sen bizimkileri uyandır ben kahvaltı hazırlayacağım," dediğim anda başını refleksle sallayıp beni reddetti. " Hayır, hayır biz yolda atıştırırız sen zahmet etme zaten her türlü geç kalmamamız gerekiyor," dediğinde daha fazla ısrarlı davranmaya gerek duymadan omuz silkip kararına uydum.

" Ne bu aceleniz?" diye sorduğumda ise derin bir nefes verdi.

"Okulun sitesinden bildirim geldi. İki hafta sonra şehirde büyük bir basketbol maçı olacakmış. Kerem'de bayadır katılmak istiyordu hocalar da destekleyince kararını değiştirmedi," diyerek elini beline yerleştirdiğinde devam etti. "Ayrıca okulda basketbolla ilgilenen bir hoca yakaladık zevkle Kerem'e yardımcı olacağını söyledi, o da bu fırsatı kaçırmadı." Dudaklarından dökülenleri dikkatlice dinlediğimde dudağımı büzdüm.

" Buradaki sorun nedir?"

" Maç bir hafta öne alınmış." Sonunda ne demek istediğini anlayınca gözlerimi irileştirdim. " Ve bunu bana şimdi mi söylüyorsunuz?" diye sorarken alınganlığımı belli ettim.

" Bu durumlar olunca gereksiz bulmuştuk," dediğinde isteksizce başımı sallayıp sorun olmadığını gösterdim zaten artık pek bir önemi kalmamıştı.

" Tamam boş ver, hadi git çağır." Onu harekete geçirecek kelimeleri dudaklarımdan döktüğümde koşarak Keremlerin kaldığı odaya girdi. İçeriden gelen seslere kulak tıkayıp merdivenlerden inmeye başladım.

Salonda duran çantayı ve ceketleri elime alıp koridora çıktım. Yukarıdan gelen ayak sesleriyle de kollarımı kavuşturduğumda merdivenlerde görünen üç beden seri hareketlerle yanıma geldiler.

" Günaydın," deyip büyük gülümsemesini bana sunan Meriç'e dudak kıvırdım. "Günaydın." Muzip bir edayla göz kırpan Kerem'e de aynı gülümsemeyi sunup karşılık verdiğimde Elya'nın adımları önümde durunca elimdeki ceketleri ve çantayı aldı. Onlar üstlerine ceketleri geçirdiği sıra tekrar kollarımı birbirine kavuşturup sakince bekledim.

" Haftaya olan maça kesin geliyorsun, unutma olur mu?" Elya'nın yumuşak ses tonuna hitaben dudaklarımı araladım. "Unutmam, o gün kesin orada olacağım," dememle Kerem'in yüzündeki aydınlanmayı görebilmiştim açıkçası içten içe mutlu olmasına seviniyordum çünkü benden beklediği çok fazla şey vardı ve benim bunlardan artık kaçmamam gerekiyordu.

Meriç ceketinin yakalarını düzeltip beni hızla kolları arasına aldığında bende aynı karşılıkla ince kollarımı sıkıcı boynuna sardım. "Kendine iyi bak," diyerek saçlarıma bir öpücük bahşetti. "Sizde dikkatli olun," deyip içtenlikle gülümsedim.

Adımlarımı bu sefer Kerem'e doğru atınca o da beklemeden aynı şekilde beni kolları arasına çekti. Dalgalı saçlarını elimle okşayıp ardından geri çekilmesine müsaade ettim.

" Mutlaka bizi ara." Onu da gülümseyerek onaylayacakken elime değen elini hissettim. Ardından avucuma sıkıştırdığı ince bir zincirin varlığını fark ettiğimde sözümü kesmeden yine de cevap verdim. " Ararım," dediğimde bozuntuya vermeden avucumu sımsıkı kapattım böylece elime koymak istediği şeyi daha net hissetmiştim.

Elya kocaman adımlarla kollarıma atladığında kıkırdayarak sırtına ellerimi doladım. "En yakın zamanda geri dön, seni sabırsızlıkla bekleyeceğiz," dediğinde aynı şekilde benden ayrıldı ona da müsaade ederek kenara çekildim. "O zamana kadar daha iyi olacağıma emin olabilirsiniz." Ortaya attığım bir ümit parçasına inandılar mı bir fikrim yoktu.

Ona rağmen gülümsemelerimizi bozmadan onları kapıya kadar geçirdim. Hepsini tek tek uğurladığımda arabaya binmek üzere uzaklaşmışlardı, ben de o sırada kapıyı kapattım ve sırtım kapının sert yüzeyine değince avucumun sıklığını gevşettim. Ortaya çıkan görüntüyle dudaklarım hayretle açık kalmıştı çünkü ellerimdeki bir kolyeydi ve gümüş rengindeki kolye ucunda bir çiçeği taşıyordu.

Bu lotus çiçeğiydi, Kerem'in bana benzettiği çiçek.

Çok güzeldi, ellerimde ışıl ışıl parlıyordu. Galiba bu hayatımda aldığım en güzel ve en anlamlı hediye olabilirdi.

Sevinçle yerimden atılıp sırtımı yasladığım kapıdan geri çektiğimde hızla açtığım kapıdan koşarak çıktım. Kerem'in hareket etmeyen bedeni hâlâ arabanın önündeydi, geleceğimi demek ki tahmin etmişti. Ayaklarımın çıplaklığını önemsemeden koşarak geri kollarına atladığımda beni sımsıkı saran bedeni sıcak bir ruha ev sahipliği yapıyordu. Hangimizden geldiği belli olmayan içten gülücük aynı anda havaya karıştı.

Kollarının baskısı bedenimi daha çok sıktığında gözlerimi yumdum."Teşekkür ederim... Yaptığın her şey için." Dudaklarımdan çıkan minnettar sözcüklerimi o kadar içten dile getirmiştim ki sanki uzun zamandır bu anı bekliyormuş gibiydim.

Ardından geri çekilerek ayrılmamıza neden olurken bir süre kolları hafif açık kaldı. Ardından geri indirdiğinde sanki gerçekten oradan çıkmamı istemiyordu. Bunu göz ardı edip berrak yüz hatlarına bakındım.

Gözleri parıl parıldı.

"Asıl ben teşekkür ederim... Her şeye rağmen burada olduğun için," dediğinde burukça bakmaya mani olamadım.

Gözleri usulca yüz hatlarımı taradığında sanki vereceğim en ufak ayrıntıyı bile kaçırmak istemiyordu, bu duruma karşı dudaklarımı birbirine bastırdım. Yaptığım şey için içten içe utangaçlık hissediyordum.

" Gençler isterseniz biz ufaktan kaçalım." Meriç'in haylaz gülüşü sesiyle birlikte büyüdüğünde ona tip tip bakıp göz devirdim.

" Tekrar görüşürüz," diyen Kerem'e dönüp başımı sallarken yüzümüzdeki gülüşleri silmeden arabaya binmelerini izledim aynı anda bindikleri arabada rahatça yer aldılar.

Meriç arabayı çalıştırıp uzaklaştıklarında bile hâlâ o gülüş dudaklarımdaydı, ta ki sokakta kayboldukları ana kadar sürmüştü. Birkaç dakika sonra da hızla yüzümden sildiğim gülümsemeye soğuk bakışlarım yer edindi. Ayaklarımdaki soğuk hissi atmak için adımlarımı hızlandırarak içeri girdim.

Sıcak havayla karşılaşan bedenim anında gevşedi. Fazla oyalanmadan kafama koyduğum planı gerçekleştirmek için mutfağa yürüdüğümde kolyeyi takmayı da unutmamıştım.

Tılsımlı kolyeyle çok güzel durmuşlardı.

İçeriden gelen serin hava pencere yüzünden olmalıydı, bir şeyler atıştırmadan önce pencereyi örttüm. Geri dönüp buzdolabına yaklaştığımda evden tıkırtılar duyar gibi oldum ama bakma zahmetine girmeden dolaptan reçeli ve portakal suyunu çıkardım. Elimdekileri masaya koyup bir dilim ekmek almak içinde tezgâha ilerlerken aslında tek dilim ekmekle doyarmışım gibi hissediyordum.

Elimde duran ekmeğe reçeli güzelce yedirip boş bir bardağa portakal suyunu doldurduğumda günlük yemeğimi çıkarmıştım. Bu beni fazlasıyla idare ederdi. Reçeli ekmeğimi dudaklarıma götürüp küçük ısırıklarla yemeye başlarken arada sırada yanına eşlik ettirdiğim portakal suyumuda unutmuyordum.

Ekmeğim bitinceye kadar o sandalyeden hiç kalkmadım. Boğazımdan geçen her yiyecek zorlukla mideme iniyordu, şu sıralar insani faaliyetlerimi unutuyordum.

Bir insan yemek yemeği unutur muydu?

Ben artık onu bile unutuyordum.

İçtiğim son yudumla bardağımı geri tezgâha koydum.Yediklerimi tek tek toplayıp mutfağı eski haline getirdim.

Yerimden atılıp koşarak merdivenleri tırmandığımda geri odama girdim. Çok ses yapmamaya dikkat ediyordum. Bugün ki planım psikoloğa gitmekti. Bu haftanın iki gününü böylece tamamlayacaktım çünkü her an Ladin'le gidebilirdim o zamana kadar şu durumları kendimce halletmek istiyordum. O yüzden fazla oyalanmadan üzerimdeki fazlalıkları çıkarıp yatağıma koydum. Dolaptan çıkardığım kot pantolonumu altıma geçirdiğimde çıplaklığımın birazını örtmüştüm. O yüzden beklemeden dolaptan aldığım gömleği de üzerimi  giyindim. Hazır hissettiğimde ise aynaya döndüm.

Yansımadan kendime bakmak bazı gerçeklerle yüzleşmek gibiydi. Sert bir yutkunuşu boğazımdan indirirken üzerimi düzeltmeye çalıştım. Gömleğin kollarını katlayarak düzgün bir şekle getirdiğimde uçlarını kıvırdığım gömleğin eteklerini de pantolonumun kenarına sıkıştırdım. Ayağıma geçirdiğim siyah çoraplarla da herşeyim tam oldu.

Saçlarımı sol omzuma doğru getirdiğimde tarakla bir güzel taradım, açık bırakmaya karar vermiştim. Kâkülümde her zaman ki gibi dümdüz duruyordu.

Aynanın önünden uzaklaşıp sırt çantamı çalışma masamdan aldığımda içindeki eşyaları tekrar kontrol ettim. Penceremden gördüğüm bulutlu gökyüzü sakin bir ruh hali bahşediyordu.

Memnun bir şekilde odamdan çıktığımda kararsız adımlarım bir süre merdivenlerin başında takılı kalmıştı. Odalarına girip vicdanımla yüzleşmek istemiyordum en azından duygusal olmak son zamanlarda bana yaramıyordu bunun bilinciyle kararımı değiştirmeden aşağıya indim.

Koridordaki askılıktan aldığım deri ceketimi üzerime giydiğimde açık kalmış kollarımı örtmüş bulundum ve yere eğilerek topuklu botlarımı ayağıma geçirdim. Boyumu bir iki santim uzatan botlarıma kısa bir bakış atıp kapıdan aynı hızla çıktım.

Yürürken aradığım taksi durağından onaylama cevapları aldığımda ise sokağın başında durmuştum. En kısa sürede gidip gelmek istiyordum çünkü konuşmam gereken bir abim vardı.

Soruların gizliliği hâlâ ondayken cevaplarını da bir an önce almak istiyordum.

Taksiyle geldiğim hastaneye baygın bir bakış atarken acelesi varmış gibi uzaklaşan taksiye göz kenarından bakıp geri adım attım. Omuzlarım yine yenilgiyle çökmüştü, hastaneye gelmekten mutlu değildim ama bir yandan iyi geldiğini de düşünüyordum.

Önünde durduğum caddeye karşı sırt çevirecekken arkamdaki bedeni fark edip hızla kendimi geriye çektim ama afallayarak fazla adım atmıştım. Tökezleyen adımlarımla caddeye düşmekten son anda kurtuldum. Belimi çevreleyen eller güçlü ve kalındı. Beni kendine yaklaştırmasına izin vermeden ellerimle bedenini ittirdiğimde o da fazla uzatmadan hemen benden uzaklaştı.

Ne olduğunu anlayamadan caddenin oradan uzaklaşırken hastaneye doğru attığım adımlar arkamda kalan bedeni önemsemiyordu. Hastanenin bahçesine kadar yürüdüm ama ona rağmen hala arkamdaki ayak seslerini duyuyordum. Güvende olduğum bir köşeye geçip yan bir şekilde ona döndüğümde omzumun üzerinden gözlerine baktım.

" Burada ne işin var?" diye sorunca aklımda yine aynı sorular gezindi.

Nasıl olur da her yerde beni bulabilirdi?

Nasıl o tılsımı geçebilirdi?

Sanki düşüncemi duymuş gibi dürüstçe konuştu." Merak etme tılsımı geçmiyorum, farkındaysan aramızda hâlâ mesafe var," dediğinde kaşlarımı çattım normalde daha fazla uzak durması gerektiğini biliyordum o yüzden konuşmaktan çekinmeden söze girdim. "Ama bu kadar kısa mesafe olmaması gerekiyordu."

" Tılsımlar konusunda sağlam kaynaklarımız var," dediğinde gözlerimi baymadan edemedim. Cidden onları engelleyecek hiç mi bir şey yoktu?

" Alkan ne demek istediğimi anlıyorsun." Tıslayarak söylediklerim Alkan'ın boş bakışlarına neden oldu.

" Aynen anlıyorum, senden uzak durmamızı istiyorsun ama yapmayacağım." Kesin bir dille söylediklerine bakışlarımı kaçırdım.

" Neden?"

" Güvende değilsin." Dudaklarından dökülen kelimelere histerik bir gülüş takındım. " Çok mu ilgileniyorsunuz?" diye sorduğumda onun ifadesiz suratına karşılık verdim.

" Sana söz vermiştim, sadece-"

" Kes şu boş konuşmaları Alkan, ikimizde niyetinin bu olmadığını biliyoruz." Sertçe vurguladığım sözlerime kararlı bakışlarımda eşlik ediyordu. Katiyen geri adım atmayacaktım. " Sadece yardım etmek istiyorum." Dudaklarından çıkan söze sertçe yutkunurken artık ne yapmak istediğini çözemiyordum. " Ve karşılığında yardımını da istiyorum," dedi.

"Başka bir isteğin var mı?" Bıkkın ses tonum ortamdaki gerginliği aza indirince alaylı bakışlarımı öne çıkarmaktan çekinmedim. "İnadından ödün vermiyorsun ve bu başına fazlasıyla bela açacak," diye söylendiğinde tamamen ona doğru dönüp başımı sol omzuma doğru eğdim.

" Alkan gerçekçi olalım lütfen, çünkü neden burada olmak istediğini az çok anladım." Meydan okuyan bakışlarımı ortaya çıkarınca dudaklarımdan çıkan kelimeleri durdurmadım."Benden yardım istiyorsun çünkü çaresizsiniz, her an Azra'nın başına bir şey gelecek korkusu sarmış etrafınızı ve bu korku sizi deli ediyor," deyiverdim.

Gözlerindeki dalgalanma o kadar anlıktı ki varla yok arası gidip gelmişti. Saçlarının siyah tutamları da alnına gelişigüzel dökülmüştü.

" Yardım etmeyeceksin değil mi?" diye döküldüğünde bir an afallamadan edemedim bu kadar çabuk kabullenmesini beklemiyordum. Gerçekten sırf bunun için tekrar yardım teklifinde bulunmuştu.

Yine çıkarları için beni koruyacaklardı.

Dişlerimi birbirine sürtüp tereddütten uzak gerçek bir cevap verdim. " Asla."

Gözlerinde görmek istemediğim duygu geçişlerine olanak vermeden arkamı dönüp temkinli adımlarla hastaneye girdim. O da beni durdurmak için hiçbir şekilde bir atakta bulunmadı.

Adımlarımı anlık durdurup ellerimi deri ceketime sürtüp aşınmasını sağladığımda kendimi kısa bir anlık telkin ettim. Bu sefer durmaksızın yürüdüğümde doktorun odasına gelinceye kadar durmadım, arada sırada omzuma çarpan hastalara garip bakışlarla bakmaktan kendimi alamıyordum. Sonunda adımlarım odanın önünde durduğunda son kez ismini içimden tekrar ettim.

Psikolog Naz Yıldırım

Özel güçleri olan bir hastası olduğunu bilseydi ne yapardı kim bilir.

Anında açtığım kapıyla bakışlarım isimlikten ayrılmıştı. Kapıyı çalmadan girdiğim için bir seferliğine mahcup oldum ama bunu belli etmek yerine kapının girişinde adımlarım sekteye uğradı. Naz hanım masanın başında hararetle telefonla konuşuyordu, ta ki kapıyı açtığım anda beni fark edinceye kadar.

" Tamam Göksel...Ben seni sonra arayacağım," diyerek telefonu yerine koyunca sandalyesinde rahat bir pozisyon aldı. "Merhaba Alvina, seni bu kadar çabuk beklemiyordum," dediğinde sözünü kesme gibi kabalık yapmadım.

" Benden bıkmanız için yapıyorum yanlış anlamayın." İğneleyici cevabıma başını sallayıp gülümsediğinde içten gülücüğü yüzünde yer aldı. "Galiba seni hayal kırıklığına uğratacağım çünkü senden bıkmaya hiç niyetim yok," derken benimle aynı çocuğu gibi konuşmasına karşı dudaklarımı birbirine sürttüm.

Acaba bir çocuğu var mıydı?

" Lütfen ayakta kalma geç şöyle," deyince eliyle karşısındaki koltuğu gösterdi ama ona rağmen yüzündeki gülücük silinmemişti. Usulca koltuğa geçtiğimde bakışlarımı odada dolaştırdım. Aydınlık bir odaya sahipti ve odaya sinen kokuyu sevmiştim.

Duvarlara yerleştirdiği tabloların özenle seçildiği belli oluyordu. Yalan yok, zevkli bir kadındı. İşini severek yaptığı uzaktan dahi belli oluyordu ona özeniyordum. Bende bölümümü çok severdim. Hayallerim sadece edebiyat öğretmeni olmaktan ibaretti.Böyle düşününce fakültemi özlediğimi fark ettim. Vize ve final haftalarını bile ayrı özlüyordum.

" Aslında gelmene çok sevindim, içten içe bende merak uyandırıyordun." İzinsizce düşüncelerimi bölünce hazırlıksız yakalandım.

" Galiba bende sizi hayal kırıklığına uğratacağım çünkü çok ilgi çekici biri değilimdir." Onunla şakalaşmaya çalışmıyordum ancak cevaplarım hep samimi tonda çıkıyordu. Onun sözlerini değiştirip ona sununca karşılığında bir gülüş sesi işittim.

" O zaman bugün seni çok sıkmadan başlayalım. Anladığıma göre beni bıktırmak için buraya sıklıkla gelip duracaksın açıkçası bu beni memnun eder, en azından her şeyi yavaştan alırız." Omuz silkerek söylediklerini onayladım çünkü nasıl bir yol izleyeceğini kestiremiyordum.

Sandalyesinden kalkıp bana doğru adımladı. " Eee nasıl gidiyor hayatın?" diye sorunca kalçasını masaya yaslayıp beni odağına aldı. " Sohbet mi edeceğiz?" diye sorduğumda göz kırpmıştı.

" Evet, ben işimi böyle yönlendirmeyi severim. Böylece senin hakkında yeterince bilgim oluyor, gün içinde yaşadığın her şeyi bilince vereceğin tepkileri de gözlemlemiş oluyorum," dedi. Onu can kulağıyla dinlediğimde dudak büzdüm. " Gerçekten akıllıca bir yöntem," derken ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırdım.

" Şimdi seni bekliyorum, istediğin zaman başlayabilirsin. Beni bir günlük gibi düşün anlattığın en saçma konuyu bile can kulağıyla dinlerim ve inan bana her şekilde seni anlarım." Söylediklerini kafamda tartıp olumlu bir sonuç çıkardığımda bunu yapmak nasıl hissettirecekti bilmiyordum, ancak denemek gibi bir heyecanımda vardı. Onun için birkaç düzenli nefes alıp verdiğimde bakışlarımı yere sabitledim.

Çok geçmeden dudaklarımı ıslatıp aralayabilmiştim. " Herşey çok karmaşık bir hâl aldı, bu nasıl anlatılır inanın bilmiyorum. Sadece artık hayatımı çözemiyorum, herkesin bir şeyler sakladığını düşünüp duruyorum belki bu paranoyakça ama bu histen kurtulamadım bir türlü." Sakinlikle mırıldandıklarıma hiçbir şey söylememişti bende devam ettim. Gerçekten bir günlüğe yazıyormuş gibi hissediyordum.

"Eskiden annem bu kadar üzerime titremezdi şimdiyse herşey tam tersine döndü, belki saçma geliyor olabilir ancak bu durumdan korkmaya başladım. Her tepkime karşılık altından başka anlamlar çıkarıyorlar."

"Seni suçlayacaklar zannediyorsun." Naz hanımın sözlerimden hemen sonra söylediğine tepkisiz kaldım bu bir anlamda kabullenmekti. "Senden bazı şeyleri saklamalarına karşı ne hissediyorsun, bunu tam ifade eder misin?" diye sorduğunda hafifçe öksürdüm. Bakışlarım yorulmuş yüz hatlarında dolaşınca gözlerinde duraksadı.

"Güvensizlik, artık aileme bile güvenmek de aşırı zorlanıyorum. Durmadan diken üstünde gibiyim," demekle kaldım.

"Bunu hiç onlara yansıttın mı? Ya da açık açık ne hissettiğini söyledin mi?"

" Hayır, kuruntu yaptığımı düşenecekler ve onları incitmek istemiyorum." Cümlem Naz hanımın tebessümüne neden oldu.

"Ama böyle de kendini incitiyorsun," deyince gözlerimi anlık yumup açtım.

Kendimi uzun zamandır incitiyordum.

"Kendimi toparlayıp bir şekilde ayakta kalabilirim, yabancısı olduğum bir durum değil." Sözlerimi devam ettirecekken cümlemi yarıda kesti.

" Alvina... Benim bütün hastalarım ayakta kalmaya çalışan insanlar ve ben onlara her hallerinde eşlik ediyorum. Sen ise onlardan biri değilsin," dediğinde kaş çatmama mani olamadım.

" Ne demek bu?"

"Umutsuzsun, benimle konuşmak istemiyorsun çünkü sana bir kaçış yolu veya kurtuluş yolu sunamayacağımın farkındasın. Bu durum seni tedirgin hissettiriyor." Hırçın bir edayla koltuğun ucuna doğru kaydığımda oturduğum koltukta ona daha çok yaklaşmıştım ama yine konuşmama izin vermedi.

" Bunu seni üzmek veya kızdırmak için söylemiyorum. Birine güven duymak için önce kendine güvenmelisin, yoksa bu hissettiğin güvensizlik asla yakanı bırakmayacak. Benimle konuşurken tedirgin olmanı istemiyorum burada konuştuklarımız burada kalır." dediğinde gözlerimi kırpıştırdım. "Birine çok mu güvenmek istiyorsun? O biri sen ol."

"Gerçekten öyle miyim?" Bunu onay almak için söylememiştim sadece kendi düşüncelerimden onay almak için söylemiştim ama yine de cevap verdi. "Bunu bana değil kendine sor, çünkü rüyalarında tamamen bilinç altınla ilgili-"

"Değil, rüyalarımın yaşadıklarımla alakası yok. Elimde değil, alışamıyorum her gün ayrı bir kâbus görüyorum."

Yavaşça bana doğru eğildiğinde önümdeki sehpaya ellerini yaslayarak şüpheci bakışlarıyla yüzümü taradı.

"Anladığım kadarıyla gördüğün kâbuslardan sonra ailene ve çevrene karşı güvensizlik hissetmeye başlamışsın." Kısa bir beklemeden sonra yüzündeki tebessümü genişleti. "Hala rüyada olduğunu düşünmüyorsun değil mi?"

Soruyla birlikte bir süre öylece bakakaldım. "Ha-hayır."

"Peki, rüyalarında kontrolünü sağlayabiliyor musun?" Ona ufak ufak başımı salladığımda tatmin olmuş bir ifadesi vardı. "Biz buna lucid dream diyoruz bilimsel adıyla. Yani türkçesiyle bilinçli rüya."

Naz hanım onu can kulağıyla dinlediğimi fark ettiğinde dikleşip tekrar konuştu. "Rüyayı gören kişi bilinçli olarak hareket eder, yani gördüğü herşeyin farkındadır. Hatta kişi o rüyadan uyansa bile etkisinde kalmaya devam eder."

"Rüyada bile kendi irademle mi hareket ediyorum?"

"Aynen öyle, bu durum rüyayı gören kişide zararlara da neden olur,"dediğinde merakla devam etmesi için başımı salladım. "Rüya sırasında beynimiz çok hızlı çalışır çünkü rüyadaki bilinç açıklığı beyni çok yorar. Bu da metabolizmamızın da yavaşlamasına neden olur ve gördüğüm kadarıyla solgunluğun hatta göz altlarındaki morluklar dahi bunu yansıtıyor,"derken ellerim istemsiz göz altlarıma dokundu. Ne kadar makyaj yapsam dahi belli oluyordu.

"Bilinçli rüya görmek aslında göründüğü kadar iyi değildir. İnsanın uykusuzlukla baş etmesine neden olur, bazen de depresyona sokabiliyor. Demek istediğim rüyalarında hissetiğin şeyleri gerçek hayatına taşıyorsun, uykusuzluk ve bedenin yorgun olması seni istemediğin şeyi yapmaya bile itebiliyor."

Anlattıkları o kadar doğruydu ki, şuan ne hissediyorsam belki de bunun yüzündendi ama karşısında bozulmadan omuzlarımı dikleştirdim hatta bacak bacak üstüne atıp kurumuş dudaklarımı araladım.

"Bunun tedavisi nasıl olacak?"

"Günlük tutmanı isteyeceğim, sadece gördüğün rüyaları ve uyandığındaki hislerini not etmeni istiyorum,"dediğinde ilk başta söylediği şeyi idrak etmek de zorlandım. Günlük tutacak zamanı bulmak benim için imkansız gibi bir şeydi.

"Bedenimdeki titremeler de geçer mi?" Söylediği şeye cevap vermeden sertçe yutkunup gözlerimi ellerime çevirdim.

"Alvina atakların ne zamandır var?" Bir kez daha gelen soruya kafa yoramadan boğazımda takılan yumruda tökezledim ama sanki o tökezlemem bana başka bir şeyi hatırlatmıştı. Naz hanım artık ona cevap vermediğimi fark ettiğinde bir süre sessiz kaldı ama ben inatla ağzımı açmıyordum. Benim için konuşma aslında bitmişti.

"Pekala, seni rahat bırakıyorum ama en yakın zaman tekrar gel olur mu? Bu sefer seni günlüğünle beraber gelmeni bekleyeceğim." Buz gibi olan gözlerimi onay manasında aşağı yukarı hareket ettirdim.

"Güzel," diyerek önümden çekildiğinde yavaş adımlarla tekrar sandalyesine kurulunca bende o an harekete geçmiştim. Kendimi telkin edip ayağa kalktım.

Ben o odadan çıkana kadar Naz hanımın gözleri üzerimden ayrılmamıştı. Odadan çıktıktan sonra bedenim iyice dikleşti ve buraya girmeden önce ki o kız gibi çenemi dik tuttum. Kapının kolunda asılı kalan elim hâlâ titreme aşamasındaydı. Dudaklarımı içe kıvırıp elimi kalbime götürdüm, o esnada kafamı yerden kaldıracakken karşımda gördüğüm bedenle şaşkınlığım daha çok arttı.

Üzerine giydiği kalın boğazlı kazakla ve mavi kot pantolonuyla karşımda dikiliyordu.

"Abi..."

Gözlerinin kızarıklığı yüzünden yeşil harelerini bile seçemiyordum o kadar bitkin görünüyordu.

" Yine buraya mı geldin?" diye mırıldandığında gözlerimi kaçırdım.

Elbet gelecektim, her türlü geleceğimi biliyordu.

" Gelmem gerektiğini biliyorsun," diyerek kestirip attığımda aslında ona sormam gereken sorular şuan daha önemliydi.

" Neden bu yükleri siz taşıyorsunuz ki?" Dudaklarından çıkan sözcüklere kaşlarımı çatarken ayaklarımı harekete geçirip yanına gitmek istedim ama ona yaklaşacağımı anlamış gibi hızla uzaklaştı, hatta sırtını sekreter masasına çarpmıştı.

" Ne demek bu?" Artık yutkunamıyordum. Gözlerime inen perde o kadar kalındı ki neyden bahsettiğini kestiremiyordum. Boğazımı saran kuruluk artık canımı yakıyordu.

"Abi bana cevap ver!" Yükselen sesim adeta koridordaki bütün her şeye çarpıp geçti. Birçok gözün odağı olunca tedirginlikle adımlarımı durdurdum.

"Susmalısın." Dudaklarına yasladığı parmağıyla susmam gerektiğini belli etti.

Abimin garip bakışları göz bebekleriyle birlikte büyüyordu sanki. "Eve dön geleceğim." Hâlâ beni geçiştirmeye çalışır gibi diretmeye devam ettiğinde sırtını dönüp sarsak adımlarıyla asansöre binmek için uzaklaştı. Ellerimi sıkıp peşinden koştum ama ben koşana kadar asansörün kapanma düğmesine basmıştı bile.

Hızlanan ve yükselen sesimle boş bir umutla bağırdım. "Bana bir açıklama yapmak zorundasın!" diyerek yumruk olmuş elimi asansörün kapısına vurmaya başladım.

Darbe yiyen asansör bir süre sonra çoktan gözden kaybolunca ona rağmen elimi çekmedim. Elim öylece havada asılı kalırken acıyla yüzümü buruşturdum.

"Alvina Akdemir!" Naz hanımın sesini duymamla koca bir yumruk yemişim gibi irkildim. Omzumdan geriye bakınca kapıya yaslanan bedeni ile bana kınayan bakışlar atıyordu. Aynı bakışları ve homurdanmaları hastalardan da alınca mahcup bir edayla elimi indirdim ve arkamı dönüp merdivenlerden koşar adım indim.

Birkaç dakika sonra elimin acısını hissetmemle kısa bir küfür savurmuştum ama hızla merdivenlerden inmeye devam ettim. Hastaneden çıkmamla birlikte sert bir rüzgâr yemem kaçınılmaz olmuştu, üzerimdeki deri cekete sarılıp kollarımı kavuşturdum.

Bu kadar kısa zamanda nereye kaybolmuştu anlayamıyordum. O anda başıma giren ani ağrılar gözlerimi karartmaya başladı. Parmaklarımı şakaklarıma bastırıp birkaç dakika öyle bekledikten sonra elimi geri indirdim. Eve kadar dayanmalıydım en azından bunu başarabilirdim.

Evin kapısını açmak için çantamdan çıkardığım anahtarı zar zor deliğe yerleştirdim. Birkaç kez çevirmeme gerek kalmadan açılan kapıya şaşkınlıkla baktığımda kapının hiç zorlanmadan açılması beni şüpheye düşürdü.

Etrafıma attığım garip bakışları kesip sağımı ve solumu kontrol ederken bahçemizde kimse yokmuş gibi gözüküyordu. Etrafta gezinen insanlar ise bu semtin insanlarıydılar. Kendimi yatıştırıp kapıyı hafifçe ittirdiğimde duvara çarpıp aralık kalan kapıyı tedirginlikle izliyordum.

Umarım içerideki sadece annemdir.

Girdiğim anda yaslandığım duvar kenarından içeriye göz attığımda hiç kimseyi göremedim o yüzden bir kez daha doğru şeyi yaptığıma inanıp kapıyı örttüm. Belki de annem evdeydi ve abim de çıkarken kilitlemeyi unutmuştu sonuçta kafası yerinde değildi.

Avuntuma baş sallayıp salona yönelirken ayakkabılarımı çıkarma zahmetine bile girmedim. Salonda görmek istediğim görüntü beklediğimin aksine farklıydı çünkü annem koltukta yan bir şekilde uzanmış uyuyordu. Derin bir nefes alıp rahatlıkla çantamı koltuğa koyduğumda sessiz adımlarla tekrar kapıya yönelecekken yukarıdan bir şeylerin düşüp kırılma seslerini işittim.

Geriye bakmaya korkup direkt anneme yöneldiğimde bu kadar gürültüye kalkmaması işte çok tuhaftı. Bayılma ihtimali kafama yerleştiğinde ürkek bir adım attım. Belki de benim için gelmişlerdi, sonuçta daha önce yapmadıkları şey değildi.

Hırsla yerimden fırlayıp salonun kapısını ardımdan kapattım. Annemi en azından koruma altına almalıydım, güvende olduğuna kanaat getirip hızla mutfağa yöneldim. Merdivenlerden gelen sesle hızımı arttırıp çekmeceden sivri bir bıçak kaparken bile aslında ne yapacağımla ilgili bir fikrim yoktu.

Bu bıçağı karşımdakine saplayabilir miydim?

Kesinlikle saplardım.

Bugün ya ben zarar görecektim ya da benim için gelen her kimse.

O yüzden bütün cesaretimle koridora tekrar çıktığımda adım sesleri fazlasıyla yakın geliyordu. Hızlı bir atakla merdiven altındaki duvara sindim.

" Kokunu alabiliyorum...Çoktan kendini ele verdin küçük şeytan," diye kin dolu bir ses duyumsadığımda anında bütün planım suya düştü. Gözlerimi büyüttüp dudaklarıma götürdüğüm elimle ağzımı sımsıkı örttüm.

" Senin için geldiğimizi biliyorsun Alvina, uzatma da göster kendini." Haddinden fazla yüksek çıkan sesi duvarlara çarpıp bana yöneldi. Konuşurken bile kelimeleri uzatıyordu sanki eğleniyor gibi bir hali vardı.

Dudaklarımdan çektiğim elimi serbest bırakırken tek düşündüğüm bu aptalla uğraşacak güce sahip olduğumdu. Bunu eminim ki o da biliyordu.

Peki beni durduran neydi?

Elimde duran bıçağı sıkıca kavrayıp duvardan geri çıktığımda bana arkası dönük duran adama dudak kıvırırken anında elim istemsizce havaya kalkar kalkmaz bıçağı bir an bile düşünmeden adamın sırtına geçirdim. Bir hayvan kükremesini andıran çığlığı kulağımda çınlıyordu. Kanın yoğun kokusu evi sarmıştı bile. Çok geçmeden elime bulaşan kandan parkede nasibini aldı.

Üzerime sıçrayan kana bakarken bıçağı sırtından geri çıkarmadım.

Ardından gözlerimi kısıp kulağına eğildiğimde benim kuvvetli tutuşum adamın yere düşmesini engelliyordu. "Yanlış şeytanı seçtin." İmalı sesim adamın son nefesini almasına neden olurken ellerimden kayan beden yere savruldu.

Koca gövdesinde duran bıçak benim eserimdi.

Adamın sırtında duran bıçağı acımasızca çekip alırken ellerimi saran kandan başka bir yere bakamıyordum. O kadar çok kana bulanmıştım ki artık parmak uçlarımdan yere damlıyordu. Aklıma getirmek istemediğim düşüncelere kulak tıkayacakken zihnimdeki küçük kız yine hırsla haykırdı.

Artık bir katilsin... Artık herkes gibisin.

Değildim, onu dinlemeyecektim ben sadece kendimi korumuştum. Bunu görmek istemeyenlere karşı kendimi savunmaktan gerçekten bıkmıştım. Suçlu ben değildim ki.

Elimde duran kanlı bıçağı hafifçe yukarı kaldırıp adımlarımı mutfağa doğru attığımda o adamla birlikte gelen birinin olmamasını umuyordum. Parkede çıkan sesler artık attığım adımlardan geliyordu. Kimsenin olmadığını teyit ettiğimde rahatlama ve huzurla nefeslerimi düzene kavuşturdum sonra da elimdeki bıçağı hafifçe yere doğru eğdim.

Geriye dönecekken arkamdan gelen gürültülü alkış sesi evi inletmeye başladı. Ellerim bir suçlu gibi havada kaldığında düşüncelerim her bir yana dağılıp yok oldu.

Merdivenlerden gelen topuk seslerinin tıkırtısı alkış sesiyle birlikte aynı anda kulağıma doluyordu.

"Aferin benim güzel kızıma," diye bir ses duyduğum anda isim zihnimin duvarlarına çarpıp durdu.

Ladin!

Hışımla arkamı dönüp göz bebeklerimi büyüttüğüm anda Ladin'in görüntüsüne bakakaldım. Sarı düz saçları ve mavi gözleri ile karşımda dikiliyordu. Alkışlamayı bırakan elleri yere doğru eğildiğinde dudaklarında duran sinsi gülüş ve gözlerindeki gurur her şeyi belli ediyordu.

O yaptırmıştı, her şeyi o planlamıştı.

" Sınavı geçtin güzelim...Artık bizimlesin," dediğinde sadece ağzımı açıp kapattım açıkçası ne diyeceğimi bilemiyordum.

" Neden yaptın?" İsyankar sesim koridorda çınladığında ağırca omuz silkti. Üzerinde gezdirdiğim bakışlarımın radarındaydı. Üstüne giydiği kırmızı mini elbisesi onu daha çok kadınsı göstermişti, hatta üzerindeki bir sanat eserini andıran elbise aynı elime bulaşan kanla aynı renkteydi.

" Bu bir sınavdı ve sen en başarılı şekilde geçtin. Tabii biraz tereddüt ettin gerçi ama sonuçta başardın," diyerek beni bir kez daha şaşırttı.

Beni katil yaptığının farkında mıydı?

" Neyden bahsediyorsun sen! Adamı öldürdüm farkında mısın?" Serzeniş dolu ses tonum gözlerimi yaşarttı. Ailemin evinde bir adamı öldürmüştüm. Ben bu evde büyüdüm, hatta ilk adımlarımı bu evde attım. Anılarımı bu şekilde kirletemezdi.

" Adam suçluydu... Senin için getirdim, yani her türlü ölecekti!" Sesinin yüksekliği her zerremi ürperttiyordu.

"Ben-"

" Kes şu duygusallığı, eğer buna devam edersen bu kapıdan tek başıma çıkarım," diye tehdit savurduğunda anında sesim kesildi. Bunu istemiyordum.

" Şimdi hazırsan elindeki bıçağı adamın üzerinde bırak." Söylediklerine kaş çatıp ne yapmak istediğini tarttım ama başaramayınca son çare bıçağı istediği gibi adamın sırtına koydum. Geri çekilen bedenimle ayakta duruyordum.

Krem rengindeki topuklularıyla önüme kadar yürüdüğünde giydiği topuklulardan dolayı benden bir iki santim uzun görünüyordu. Bakışlarımı kaçırıp annemin olduğu kapıya bakarken içeride mışıl mışıl uyuyan annemin güvenliği daha kıymetliydi.

Elimde hissettiğim sıcak tene dönüp sorgulayan bakışlarla baktım. "En baştan başlıyoruz, hazır mısın?"

Dudaklarımı ıslatıp mavi gözlerine baktığımda sanki bu yaptığımı onay manasında algıladı.

Bugünün tarihini artık hafızamdan istesem de silemezdim.

Artık Alvina Akdemir, bir katildi.

Bölüm Sonu

Continue Reading

You'll Also Like

135K 1.3K 35
Liseden yeni mezun köle ruhlu bir fetişist olan Emir, sonuçlarını asla tahmin edemeyeceği bir yola girer. Uğradığı şantaj sonucu hayatı Zehra adında...
4.3K 182 33
BİR SIRTTAN VURULMA (İHANET) HİKAYESİ Her başlangıcın bir sonu,Her sonun bir başlangıcı vardır. Hepimizin hayata başlangıcı farklıdır,Bazıları pembe...
22.9K 1.2K 104
Öyle güzel gülüşü var ki sevmesem ziyan olacak.