GÜNEŞ DOĞUDAN YÜKSELİR

By NisanUlusoy

2.6M 103K 6.8K

Ölüm döşeğinde olan babasına son görevini yapmak için Fransa'dan Urfa'ya gelen yirmi yaşında bir genç kız. Sa... More

GİRİŞ
1.BÖLÜM
2.BÖLÜM
3.BÖLÜM
4.BÖLÜM
5.BÖLÜM
6.BÖLÜM
7.BÖLÜM
8.BÖLÜM
9.BÖLÜM
10.BÖLÜM
11.BÖLÜM
12.BÖLÜM
13.BÖLÜM
14.BÖLÜM
15.BÖLÜM
16.BÖLÜM
17.BÖLÜM
18.BÖLÜM
19.BÖLÜM
20.BÖLÜM
21.BÖLÜM
22.BÖLÜM
23.BÖLÜM
24.BÖLÜM FRAGMANI
24. BÖLÜM
25.BÖLÜM
26.BÖLÜM FRAGMANI
26. BÖLÜM PART I
26.BÖLÜM PART II
27.BÖLÜM
28. Bölüm Fragmanı( İyi ki doğdun güzel yüzlü şair)
28.BÖLÜM
29.BÖLÜM
30.BÖLÜM
31.BÖLÜM
32.BÖLÜM
34. BÖLÜM
35.BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38.BÖLÜM
39.BÖLÜM
GÜNEŞ DOĞUDAN YÜKSELİR 40.BÖLÜM / PART 1
GÜNEŞ DOĞUDAN YÜKSELIR 40. BÖLÜM PARTII
41.BÖLÜM
Güneş Doğudan Yükselir 42. Bölüm
Güneş Doğudan Yükselir 43. Bölüm Final1. Kısım
GÜNEŞ DOĞUDAN YÜKSELIR 43.BÖLÜM FINAL 2. KISIM
Yeni Hikaye duyurusu

33.BÖLÜM

42.5K 1.9K 322
By NisanUlusoy

Herkese merhaba; Bölümü sonunda tamamlayabildim. Gördüğünüz üzere oldukça uzun ve yorucu bir bölüm oldu benim için. Neler tahmin ettiniz neler düşündünüz bilmiyorum ama umarım farklı bir son olmuştur sizler için. Bu bölüm için medyada seçtiğim şarkı ''Bendeniz'den Gönül Yareler içinde'' oldu. Umarım beğenerek okuyacağınız bir bölüm olur. Son olarak vote ve yorumlarınızı beklediğimi söyleyerek daha fazla uzatmayıp sizleri hikayemiz ile baş başa bırakıyorum. Hatalarım varsa affola...Keyifli okumlar...

GÜNEŞ DOĞUDAN YÜKSELİR 33.BÖLÜM

Cihangir; son birkaç gündür iş yerinde oldukça yoğun günler geçiriyordu. Sevgililer günü için çıkarttıkları ürünler bir hayli rağbet görmüş satışlar bir anda fırlayarak ikinci hatta üçüncü kez yeniden aynı mallar üzerinden üretim yapılmıştı. Tabi bunda karısının çizmiş olduğu parçalarında etkisi büyüktü. Her ne kadar bu işe gönülsüz girmiş olsa da bir kaç ay içinde Deniz işine alışarak kendisinden beklenilenin üstünde bir performans göstererek sadece kendisine ait iki tane desen çalışmasıyla konseptin en çok satılan ürünlerini tasarlamıştı. Karısının bu konularda yetenekli olduğunun zaten farkındaydı fakat bir ömür boyu bu işi yapmak istemediğini de biliyordu. O çizgisini, kalemini elbiseler üzerinde konuşturmak istiyor bunun üzerine uzmanlaşarak geleceğini bu iş kolunda ölümsüzleştirmek istiyordu. Doğumdan sonra Deniz'in hayallerini gerçekleştirmek için gerekirse olağanüstü bir çaba göstererek tüm enerjisini bu iş üzerinde yoğunlaştıracaktı. Belki ilk etapta yurt dışı olmasa bile bebek biraz büyüdüğünde onu eğitimine devam etmesi için Milano'ya göndermeyi bile düşünüyordu.

Baş başa dans ettikleri o gece de kulağına fısıldadığı sözlerden sonra karısı her ne kadar sessiz kalmayı tercih etse de o bu sessizliği bile iyiye yormuş hiç olmazsa olumsuz bir tavır sergilemediği için mutlu olmuştu.

Yine de içinde tarif edemediği bir korku vardı. Bu yüzden ona sezdirmeden tüm hareketlerini takip ediyor evdeki herkes ile tek tek konuşarak gün içinde yaptıklarından haberdar oluyordu. Yarın psikolog ile yeni bir randevusu vardı. Aslında o randevuya beraber gitmek istiyor onun yanında olarak desteğini göstermek istiyordu. Fakat yarın ki gündemi o kadar kalabalıktı ki bunun için nasıl fırsat yaratacağını bilemiyordu.

O gece akşam yemeğinde Türkan, Deniz ve Cihangir beraberce yemeklerini yiyorlardı. Cihangir; Deniz'deki sessizliğin ve tuhaflığın farkındaydı ama bunu yarın ki psikolog randevusu için gerildiğine yoruyor bir şey demiyordu.

''Yarın psikoloğa sizinle gelemeyebilirim. Sabah bir toplantım var sonrasında da ürünlerimizin reklamını yapacak ve geniş kapsamlı yer verecek bir dergi ile röportaj yapılacak ve benim de mutlaka olmam gerekiyor.''

''Olsun önemli değil sen işlerini aksatma benim için. Diğer hafta beraber gideriz.''

Deniz'in ansızın söylediği sözler Cihangir ve Türkan'ı şaşırtsa da onun konuşarak olumlu bir tepki vermiş olduğundan dolayı mutlu olmuşlardı.

''Ama sonrasında kadın doğum uzmanına beraber gideceğiz. Ona mutlaka yetişeceğim.''

Deniz doktorun adını duymasıyla bir anda gerilmişti. Her şeyi planlamışken bu randevuda nerden çıkmıştı.

''Anlamadım? O randevu iki gün sonra değil miydi?''

''Evet öyleydi ama kadının o gün iki tane ameliyatı çıkmış. Ben de araya sıkıştırmak istemediğimden dolayı yarına çektirdim randevumuzu.''

''Randevumuzu'' demişti. İşte yine aynı şeyi yapıyordu. Kendisiyle ilgili her şeyi sanki bizzat o yaşıyormuşçasına konuşması ve sürekli onun adına kararlar vermesi Deniz'i yine çileden çıkartmıştı. Allah'tan o randevuya gidecek zamanı olmayacaktı da boş yere kızması gerekmeyecekti.

''İşlerin varsa sen gelme. Belki yetişemezsin bir sonrakine gelirsin. Hem daha bir şey anlaşılmaz. ''

''Olur mu öyle şey! İlk kez bebeğimizi göreceğiz. Şimdiden uykularım kaçıyor, acaba nasıl bir şey?''

''Siyahlıklar içindeki ekrandan doğru dürüst bir şeyler seçeceğini sanmıyorum ama sen bilirsin.''

Cihangir karısının bebekleri hakkında bu denli ilgisiz ve soğuk konuşmasına biraz bozulmuştu. Hala bebeği kabul edememiş olması sadece ikisi arasındaki değil bebekleri ile kendisi arasındaki uzaklığında artmasına neden oluyordu.

''Olsun ben yine de gelmek istiyorum. Siz psikologdan çıkınca şoför sizi doktorun muayenehanesine götürür ben de direkt oraya gelirim. Üç gibi orada buluşuruz. Randevumuz üç buçuk gibi.''

Deniz aklından basit bir matematik hesabı yaptı. Psikoloğa bir de gidecekti. Ve görüşmeye girmeden bir taksiye atlayıp hemen hava alanına giderse üçte kalkan uçağa yetişebilirdi. Cihangir doktorun muayenesinde olduğu anlarda o çoktan uçağın içindeki yerinde koltukta oturuyor olurdu. Zaten o saatten sonra gittiğini öğrense bile onu durdurma şansı olmazdı.

''Tamam orada buluşuruz o zaman. Ben artık yatıyorum yarın yorucu bir gün olacak.'' diyerek ayağa kalktı.

''Canım herhangi bir yardıma ihtiyacın var mı, geleyim mi? '' diyen Türkan'a gülümseyerek;

'Yok canım siz rahatınıza bakın biraz halsiz hissediyorum, yatıp dinlensem iyi olacak.'' Diyerek odasına doğru gitmek için merdivenlere yöneldi.

Onun gidişini izleyen iki kuzen birbirlerine bakarak gülümsediler.

''Ne dersin biraz daha iyi gibi sanki?''

''Evet Cihangir abi. Ben sana demiştim zamanla düzelecektir her şey.''

''İnşallah Türkan. Onun eski hallerini o kadar çok özledim ki. Bu psikolog görüşmeleri iyi sonuç verecek gibi duruyor.''

''Evet öyle.''

''Sen yine de beni yarın haberdar et durumdan. Bir sorun olursa hemen gelirim.''

''Tamam sen merak etme.''

Deniz odasına çıkınca kullandığı çantaların en büyüğünü seçerek içine bir günlük ihtiyacı olan kıyafetini ve gerekli birkaç malzemeyi yerleştirdi. Biletini, kimliğini ve pasaportunu da koyarak çantasını kapatıp dolabın en arka bölümüne koyarak birilerinin görmesini engelledi.

Yarın itibariyle artık bu şehirden tamamen ayrılarak yepyeni bir hayata başlayacaktı. Elini karnına götürerek mırıldandı.

''Yarın büyük gün. Seninle ne yapacağım bilemiyorum. Fransa'ya gidince kararımı vereceğim ama seni seçmezsem sakın bana darılma ufaklık. Çünkü senin gelişine hiç hazır değilim. ''

Cihangir karısından saatler sonra yatak odasına gittiğinde onun kollarını karnına dolayarak cenin pozisyonunda uyuduğunu görünce gülümsedi. Uykusunda sanki bebeğini korumak kollamak ister gibi bir hali vardı. Deniz'in her ne kadar buna hazır olmasa da onu seveceğini sahipleneceğini biliyordu. Karısı karıncayı bile incitmeye kıyamazken kendi bebeklerine asla sırt çevirmezdi. Bundan adı kadar emindi. Yavaşça yatağa uzanarak ona aynı şekilde arkasından sarıldı. Ellerini onun ellerinin üzerine koyarak sanki destek verircesine dokundu. Hayal ettiği aileye sahip olduğu için çok şanslı olduğunu düşünerek gözlerini huzurla kapattı.

Ertesi gün sabah kahvaltısında sadece iki kişi vardı. Türkan geç saatlere kadar Ali Eren'le konuştuğu için kahvaltıya yetişememişti.

Denizse gece boyu doğru dürüst heyecandan uyuyamamıştı. Kocasının işe gitmek için alelacele kahvaltı yapışını izliyor masadaki yiyeceklerden hızlı hızlı ağzına atıp her zamanki gibi sırf bir şeyler yemiş olmak için yediğini bilerek gülümsüyordu. Lacivert bir takım elbise giymiş, sinek kaydı tıraşını olmuş bay mükemmel edalarında işe gitmeye hazırlanıyordu. 'Sanki bu sabah her zamankinden daha mı yakışıklı görünüyordu ne?' diye düşünmeden yapamadı Deniz. Belki de dergi röportajı için böyle tapılası görünüyordu. Birden onunla konuşacak olan muhabir aklına gelerek damarlarında gezen kıskançlıkla ellerinin karıncalandığını hissetti. Daha öncede odasında gördüğü o sarışın uzun bacaklı mini etekli kadın mı gelecekti görüşmeye. Sonra düşündüklerinin bundan sonra anlamsız olduğunu hissederek ona yeniden dikkatlice bakmaya devam etti. Onun yüzünü bir daha ne zaman ve nasıl görecekti bilemiyordu ama özleyeceği kesindi. Aylar boyunca ona o kadar çok alışmıştı ki. Kalbinin bir anda hızlanmasından yüreğinin derinliklerine gömmeye çalıştığı aşkın yeniden hareketlendiğini hissetti. İnkar edecek değildi onu hala çok seviyordu. Tüm yaşananlardan sonra, ona sarf ettiği tüm o ağır ve yaralayıcı sözlerden sonra yine kalbi onu gördüğünde kuş misali kanatlanacak gibi pır pır ediyor, göğüs kafesini zorlayarak uçup gitmek istiyordu. Fakat bugün kalbi değil bedeni buradan uçup gidecekti. Ya kalbi? Belki çok uzun bir süre daha onun için atmaya devam edecek sevgisi giderek kara sevdaya dönüşerek canını yakmaya devam edecekti. Ama gitmezse ömür boyu arafta yaşayacağından emindi. O anda hareketlenerek masadan kalkan kocasının ansızın yanağına bıraktığı öpücükle afalladı.

''Tatlım görüşürüz. Ben geç kalmamaya çalışacağım'' diyerek hızla kapıya doğru yönelmişti. Askıdan paltosunu alarak giymeye çalışırken yakasını düzeltememiş atkısını yarım yamalak üzerine iliştirmişti. Bu mükemmel görüntüsüne hiç uymamıştı doğrusu.

''Cihan'' diye seslenerek onu durdurdu. Kocasının şaşkın bakışları altına yürüyerek tam onun önünde durdu.

Eliyle paltosunun yakasını düzeltip atkısını güzel şekilde bağladı.

''Canım çok sağ ol.'' Diyerek gülümseyen kocasına son kez baktı.

''Kendine dikkat Cihan! Seni çok seviyorum. Bunu sakın unutma.'' dedikten sonra yanağına ufak bir öpücük kondurdu.

Cihangir beklemediği bu durum yüzünden o an ne diyeceğini ne yapacağını şaşırmıştı. Karısının günler sonra bu denli bir tepki vermesi onu o kadar mutlu etmişti ki. Bir anda ona sıkıca sarılarak kolları arasına aldı. Eliyle saçlarını okşarken;

''Ben de seni çok seviyorum canım. Sen de bunu hiç unutma ve tabi her ne olursa olsun hep seveceğimi de...''

Deniz'in zaten akmak için direnen gözyaşları iyice isyan etmiş dolu dolu olarak bulundukları yerden taşmak için sabırsızlanmıştı. Ama kocası gidene kadar onlara izin vermedi. O kapıdan çıktığı an ise sanki yolunu bilircesine art arda dökülmeye başladılar. Neden böyle olmak zorunda kalmıştı ki? Neden sevdiği adamla gerçekten mutlu olamamışlardı? Belki de onların kaderinde ayrılık vardı. Bunu kabullenerek ona göre davranmak belki de en iyisi olacaktı.

Belki birkaç yıl sonra yeniden Türkiye'ye gelirse ve hala içlerinde o sevgi o aşk varsa bir şey olabilir mi? diye düşünmeden edemiyordu ama Cihangir'in onun gidişini affedeceğini sanmıyordu. Ve o gittiği an tüm güzel şeyleri silecek onu hayatından bir anda çıkartacaktı. Hele bebeği aldırdığını öğrenirse onu yeniden hayatına asla sokmazdı. Her şeyi düşünmüş her sonu kafasında tasarlamıştı tasarlamasına da ayrılığın ölümden beter olacağını hiç düşünmemişti. Daha gitmeden kalbi bedenine bu denli acı veriyorsa gittikten sonra onsuzluğa nasıl dayanacaktı? Bir umut ondan yardım istercesine eliyle karına dokundu. Belki her şeye rağmen bebeği ayakta kalmasına yardım eder sevdiğinin yokluğu ile avunmayı öğretebilirdi. O anda bebekten vazgeçemeyeceği gibi bir his doğru içine. Her ne olursa olsun sevdiği adamdan bir parçaydı o. Ve Cihangir'in varlığını onunla yaşadığı o büyülü anları hatırlatacak tek şeydi. Ondan nasıl vazgeçebilirdi ki? Bir anda elinin altında karıncalanmalar hissettiğini sandı.

''Yok arık'' diye söylendi. Daha altı haftalık bebek nasıl hareket edebilirdi ki? Bu tamamen o anın verdiği duygusallıkla hissettiği bir yanılsamaydı sadece.

Yeniden kahvaltı masasına oturarak bebeği için gerekli her yiyecekten tıka basa yiyerek gün içinde olacaklardan sonra ayakta kalmasına yetecek kadar enerji depoladı. Sonrasında odasına çıkarak büyük el çantasını çıkartıp yatağın yanına koydu. Cep telefonu ile en son arkadaşını arayıp geleceğini haber vermişti. Zaten telefon dökümanı birkaç gün sonra geleceğinden kocasının bu durumu öğrenmesi bir şeyi değiştirmeyecekti. Telefonu yastığın altına sıkıştırarak gideceği zamanın gelmesini beklemeye başladı. Daha gitmelerine çok vardı. Ama içi içine sığmıyor tarif edemediği büyük bir huzursuzluk yaşıyordu. O uçağa binmeden bu gerginliğin geçmeyeceğini biliyordu bu yüzden vakit geçirmek için eline kitaplıktan rastgele bir kitap alarak okumaya başladı.

Türkan ise ilk kez o sabah oldukça geç uyanmıştı. Ali Erenle laptoptan sabaha kadar görüntülü olarak konuşmuşlar en sonunda bilgisayar başında uyuya kalana kadar bu konuşmayı devam ettirmişlerdi. Tabi Türkan uyuyup kaldığı için Ali Eren'de bir süre sevgilisini uyurken ekrandan izlemiş ama sonrasında onu artık rahat bırakarak güzel bir aşk mesajı yazarak iyi geceler dileyip bilgisayarı kapatmıştı. Zaten Türkan'da irkilerek uyandığı uykusundan kararmış ekranı gördüğünde sevgilisinin uyuduğunu düşünerek laptopu kapatıp yatmıştı. Her zaman sabah yedi gibi ayakta olan genç kız bu sabah kalktığında saatin on bire geldiğini görünce yataktan sıçrayarak kalkmış, bugün gidecekleri randevular için bir an önce hazırlanması gerektiğini düşünerek hemen duşa girmişti.

Duştan sonra üzerini giyinerek Deniz'in odasına gittiğinde onu yatakta kitap okurken uyuyakalmış vaziyette görmüş üzerine pikeyi çekerek rahatsız etmemek için dışarıya çıkmıştı. Bir anda midesinden gelen guruldamaları duyduğunda bir şeyler yemek için mutfağa indi. Yaptığı kahvaltıdan sonra yeniden kuzeninin odasına geldiğinde onu hazırlanmış ve kendisini ayakta beklerken bulduğunda şaşırmıştı.

''Günaydın. Sen ne zaman hazırlandın? Az önce uyuyordun?''

''Tünaydın desek daha iyi olacak. Sen kapıdan çıkarken kapı sesine uyandım hem randevumuza geç kalmak istemiyorum. Hazırsan çıkalım mı artık? Hava bugün biraz daha güzel gibi. Öncesinde yakınlardaki parkta biraz otururuz hem gergin randevu için biraz rahatlamış olurum.''

''Bilmem ki? Hava biraz soğuk ama?'' Deniz'in yüzünün asıldığını görünce gülümseyerek;

''Aman on dakikada ölmeyiz ya? Hadi çıkalım.'' Diyerek kuzeninin koluna girdi.

Şoför onları Berrin Hanım'ın muayenehanesinin olduğu apartman dairesinin önüne bıraktı. Şoföre biraz parkta oturacaklarını söyleyerek korumanın birkaç metre geriden takibiyle parka gelmişler ve rastgele bir banka oturmuşlardı. Şoför her ne kadar arabada bekliyorsa da korumaları onları rahat bırakacak gibi değildi. Ona doğru sert bir bakış göndererek biraz uzaklaşmasını işaret ettiğinde adam biraz daha gerileyerek onları görebileceği ama konuşacaklarını duyamayacak kadar uzağa gerilemişti. O anda Deniz; Türkan'a dönerek gülümsedi ve ellerinden tuttu.

''Canım kardeşim. Sana kardeşim diyorum çünkü bana hep bir kardeş kadar yakın oldun. Tüm zor günlerimde yanımdaydın.''

''Tabi ki yanında olacağım Deniz, biz gerçekten kardeş sayılırız. Ben seni Hülya'dan hiç ayırmadım zaten.''

''Lütfen sözümü kesmeden dinle Türkan. Fazla vaktimiz yok.''

Türkan kuzenindeki yüz ifadesini gördüğünde ister istemez gerilerek susmuştu.

''Her yardım istediğimde yanımdaydın sadece bir gün hariç.''

O bir günü elbette hatırlıyordu Türkan. Deniz'in ağlayarak kaçmak için yardım istediği fakat Cihangir'e haber verip onu kendi elleriyle o konağa gönderdiği ve aylar boyu içinde vicdan azabı olarak yüreğini sızlattığı günü nasıl unutabilirdi. Birden yüzü asılarak o günü anımsadı.

''O gün senden yardım istemiştim. Buralardan gitmek için biraz para ve kaçabilmek için azıcık zaman.''

''Deniz ben çok üzgünüm, o günün acısını hala içimde taşıyorum ama yapamadım. O an neler olabileceğini düşünemedim. Bir yanda Cihangir abim ve ailem diğer yanda sen. Zaten o kreşi...''

''Biliyorum Türkan ben seni üzmek için bunları söylemiyorum. Sadece o günü hatırlamanı istedim çünkü o günün telafisini yapacağı an işte şimdi geldi.''

''Anlamadım?'' diye soran gözlerle Deniz'e baktı. Deniz ise gülümseyerek başını salladı.

''Anladın Türkan. Ben gidiyorum. Önce Fransa'ya oradan da Milano'ya geçeceğim. Cihangir'in beni bulmaması için bir arkadaşımda kalacağım birkaç gün. Zaten bebeği aldırdığımı öğrenirse peşime düşeceğini sanmıyorum. Onu arayıp bunu söylediğimde bir daha yüzümü bile görmek istemeyecektir.''

''Aman Allah'ım! Deniz hayır, yapma lütfen!''

''Zaten yapamam ki? Yaparım sandım ama bu sabah onu hisseder gibi olduğumda her şeyden vazgeçtim. Zor olacak biliyorum ama her ne olursa olsun onu doğuracağım. Ondan vazgeçemem. Hem o Cihangir'den bana kalan son şey. Bir ömür boyu vicdanımı sızlatsa da onun yokluğunda ayakta durmak için tutunabileceğim tek dal. Ama bunu Cihangire söylersem gelir ve beni bularak yeniden buraya getirir bu yüzden ona bebeği aldırdığımı söyleyeceğim. Gerekirse sahte bir doktor raporu ayarlar inanmasını sağlarım.''

''O zaman neden Deniz? Bebeğini seviyorsun. Sana ne yapmış olursa olsun o adamı seviyorsun. Neden gitmekte ısrarcısın? O okul gerçekten her şeyden değerlimi senin için?''

''Bak Türkan, anlamanı beklemiyorum senden ama bu benim için artık gurur meselesi oldu diyebilirim. Eğer burada, bu şartlarda Cihangir'in yanında kalırsam ondan bir ömür boyu nefret edeceğim. İçimde hep yarım kalan bir şeylerin acısıyla ne ona ne de kendime huzur vermeyecek sürekli arafta yaşayarak ikimizin de hayatını mahvedeceğim. Bana olan sevgisinden asla emin olmadan her şeyin bebek yüzünden olduğunu bilerek içimde hep yarım kalmış bir şeylerin eksikliğini çekerek geçecek günlerim. Bunu yapamam.''

Türkan gerçekten anlamıyordu Bir kadın onu seven bir adam varken ve içinde ikisine ait aşkın en güzel sonucunu taşırken nasıl mutsuz ve sevgisiz hissedebilirdi kendini? Ama onun yerine kendine koymaya çalışınca zorla bu ülkede yaşamaya mecbur bırakılırken içinde bir sürü şeyin yarım ve havada kaldığını biliyordu. Belki de Deniz o yarımları tamamlamadıkça burada huzur bulmayacaktı.

''Bak Türkan bana aylar öncesinde sırtını bir kez döndün. Bu kez de dönecek misin? Kardeşine hayallerini gerçekleştirmesi için destek vermek yerine yine Cihangir'i arayarak beni ikinci kez onun ellerine teslim mi edeceksin? Senden o gün bana yapmadığın kardeşliği şimdi bugün yapmanı istiyorum. Lütfen gitmeme yardım et. ''

Türkan artık gözyaşlarını tutamıyordu. Aylardır vicdanı ile boğuşmuş ve onun sesini kuzeninin Cihangir'le mutlu olmasıyla biraz olsun bastırmışken şimdi onu bu şekilde yalvarırken gördüğünde yeniden hortlamasıyla ne yapacağını şaşırmıştı. Ama Deniz karalıydı. Gidecekti O yardım etse de etmese de gidecekti. Fakat o yardım ederse yakalanma olasılığı çok daha azdı. Yüzünü kaldırarak ona baktı ve fısıltıyla konuştu.

''Nasıl yapacaksın? ''

Deniz kuzeninden gelen olumlu sözler üzerine gülümsedi.

''Ben Berrin Hanım'ın yanına görüşmeye gitmiş gibi yaparak ve daireye gireceğim. Korumaya canımın bir şeyler çektiğini söyleyip şoförle beraber bir yerlere gönder, mesela baklava. Ama kaliteli bir yerden almalarını iste. Bu civarlara bakındım öyle bir yer yok yakınlarda. Onlar gider gitmez ben taksiye binip hava alanına gideceğim. Sen Berrin hanıma biraz gecikeceğimi senin erken geldiğini söyleyerek orada kalacaksın. Onları bir saat kadar oylarsan yeter zaten. Taksi o zamana kadar hava alanına ulaşmış olur. O kapıdan girince her şey çok daha kolay olacak benim için. Sen getirdikleri baklavayı alıp benim randevumun biraz uzadığını söyleyerek onları oyalayacaksın. Zaten o saatte uçağa binmek için çoktan sıraya girmiş olurum. Uçak üçte kalkacak. Sen onları atlatarak arka çıkıştan çıkıp bir süre boyunca izini kaybettir ve Cihangir arasa sakın açma. Eğer sorarlarsa içeride bunaldığın için hava almaya çıktığını söylersin. Döndüğünde beni bulamayacaksın ve ben çoktan gitmiş olacağım. Cihangir ise diğer doktorun muayenehanesinde bekliyor olduğu için o bir şey anlamadan ben bu ülkeden gidiyor olacağım. Anladın değil mi?''

Türkan kuzenin söylediği planı bir süre düşündü biraz riskli bir planda olsa mecburen deneyeceklerdi. Telefonunu sessize aldı. Dikkatini hiçbir şeyin dağıtmasını istemiyordu. Kafasını sallayarak;

''Tamam anladım ama Cihangir abim yıkılacak. O seni çok...''

'Lütfen Türkan, artık sevgiyle aşk bizi kurtaramaz. Araya o kadar çok güvensizlik ve yalan girdi ki. Bu yaraları sarmak için çok geç kaldık. Bizi bu bebek de kurtaramaz artık. Lütfen sen üzülme, seni sık sık ararım. Tabi bir süre kimseyle görüşemem ama sonraları mutlaka haberleşiriz.''

Türkan sıkıca sarıldı kuzenine, ona o kadar çok alışmıştı ki yokluğunun acısını şimdiden hissetmiş içini tarifsiz hüzünler kaplamıştı.

''Tamam, kendine dikkat et ufaklığa da iyi bak. Umarım her şey istediğin gibi olur kardeşim. Seni çok sevdiğimi aklından çıkartma. Beni de unutma ayrıca. Sık sık ara.'' derken burnunu hala çekiyordu.

''Hiç unutur muyum canım benim. Sen de kendine dikkat et. Ali Eren'le aşkınıza sahip çık. Aranıza hiç bir yalan sokmayın asla birbirinizden bir şeyler saklamayın. O seni çok seviyor Türkan ona güven ve sakın onu bırakma. Zaten bırakırsan aptallık yapmış olursun.''

Gözyaşlarını silerken birbirlerine son kez gülümsediler ve konuştuklarını uygulamak için derin birer nefes alarak oturdukları banktan kalktılar.

Planın ilk aşaması tıpkı Deniz'in anlattığı gibi olmuştu. Şoför ve koruma baklava bulmak için gezerken Türkan içeride Berrin Hanım'a Deniz'in bir saat kadar gecikeceğini ama kendisi erken geldiği için bekleme salonunda bekleyeceğini söyleyerek gecikme için özür dileyip salona geçti. Deniz'se kapının girişinde korumanın şoförle gidişini izledikten sonra sokağın başına çıkarak bir taksiyi durdurdu ve geleceğine doğru adım atmak için yola çıktı.

Cihangir'in tüm gün içinde var olan sebepsiz sıkıntı doğru dürüst işlere konsantre olmasını engellemişti. En sonunda röportajı beklemeden odasından çıkıp sekreterine gerekli talimatları vererek şirketten çıktı. Berrin Hanım'la olan randevuya geç kalmıştı ama diğer doktora karısıyla gidebilirdi. Ne de olsa üç-üç buçuk gibi orada olun demişti. Karısının tüm gün yanında olmak istiyordu. Sonra sevgililer günü için ona aldığı hediye geldi. Bu gece her ne kadar herkes unutmuş olsa da sevgililer günüydü. Ona çok özel bir tasarım olan pırlanta bir kolye almıştı. Bir hafadır bunu planlıyordu. Doktordan çıkınca gün içinde iki randevudan dolayı yorulacağını düşünerek onu gece değil de akşam üstü bir yerlere götürmeyi düşünüyordu. Belki güzel bir yemek yerler ve o da sevdiğine hediyesini verebilirdi. Hediyesini almak için arabaya atladığı gibi evin yolunu tuttu. Yatak odasına çıkarak kolyeyi koyduğu çekmeceyi açtı. Kutuyu açarak gülümseyerek baktı. Güzel karısına çok yakışacaktı. O anda sessiz ama hafif bir cızırtı duydu, sanki telefon titreşimi gibiydi. Sesin geldiği yöne baktığında yastığın altında karısının titreyerek çalan telefonunu buldu. Cep telefonunu kullanmadığını sadece özel durumlarda konuştuğunu biliyordu. Numaraya baktığında tanımadığı bir şehir içi numaranın aradığını gördü. Merakına yenilerek telefona cevap verdi.

''Alo buyurun.''

''İyi günler Güven Tur'dan arıyoruz efendim. Deniz Hanım'la görüşecektim.''

''Ben eşiyim buyurun, kendisi şu an burada değil.''

''Öyle mi. O zaman size haber vereyim bugünkü Paris uçuşunda oradan kalkan uçaktan kaynaklanan bir arıza nedeniyle iki saatlik bir rötar vardı. O yüzden haber vermek istedim.''

Cihangir ne duyduğundan emin olmak için bir an dengesini kaybederek yatağa çöktü. Eliyle yataktan destek alarak konuşmaya devam eti.

''Uçak saat kaçtaydı acaba?''

''Üçteydi ama beşe alındı.''

Hemen telefonu fırlatıp saatine baktı nerdeyse üç buçuğa geliyordu. Acele etmeliydi. Buradan hava alanına gitmek bu trafikte bir saati bulurdu. Uçağa yetişemezse onu gitmeden durduramazsa neler olacağını düşünmek bile istemiyordu. Evden yıldırım hızıyla çıkarak arabayı çalıştırdı. Son sürat çevre yoluna çıkarak ibreyi gidebileceği en yüksek hıza kadar yükseltip sürmeye başladı. Başka bir kazaya sebebiyet vermek istemiyordu bu yüzden kırmızı ışıklarda geçmeyerek bekledi fakat yeşil yanar yanmaz kornaya basarak öndeki araçlardan yol isteyip yine hızını artırarak sürmeye devam etti. Şansına trafik daha seyrekti. Böyle giderse dördü geçerken hava alanında olurdu. Ve umarım karısını o uçağa binmeden durdurabilirdi.

Deniz'se uçağın rötar yapacağını öğrenince bir anda gerilmişti. Türkan'ın gideceğini söylemeyeceğinden emindi bu yüzden onu arayarak uçağın rötar yaptığını oradan ayrılarak telefonunu kimselere açmamasını söyledi. Cihangir'in ona ulaşması ve burada olduğunu öğrenmesi çok zordu ya da o öyle düşünmek istiyordu. Tüm işlemlerini yaptırmış yurt dışı yolcu alma bölümüne kadar ilerlemişti. Son kontrolden geçince uçağa doğru giden yola girecekti. Artık kimse onu yolundan çeviremezdi. Eline çantasını alarak yürümeye başladı.

Cihangir tahmin ettiği gibi dört buçuğa doğru hava alanına varmıştı. Yurt dışı yolcu kabul bölümün önüne arabayı bırakıp inmiş içeriye girmek istemişti. Kapıdaki görevli hemen yanına geldi.

''Beyefendi burada uzun süre bekleyemezsiniz. Otoparka çekin lütfen arabanızı.''

Cihangir zamanla yarışırken bir de bununla uğraşacak vakti yoktu. Elini cebine atarak ne kadar para varsa adamın eline sıkıştırdı.

''Anahtarı üstünde hepsi senin olsun yeter ki arabayı park et.''

Ve hızlı kapıdan içeri girdi. Adam elindeki yüzlükleri görünce gözleri parlayarak koltuğa oturdu ve arabayı park yerine keyifli şekilde götürdü.

Xray cihazından sonunda ötmeden geçtiğinde gözleri karısının uçağının kalkacağı peronu aramaya başlamıştı. Deli gibi sağ sola koşan bir adam görüntüsü çizse de onu gitmeden durdurabilmek için her şeyi göze almıştı.

O anda uzaktan bilet onayı için son geçiş sırasında bekleyen Deniz'i gördü. Eğer o sıradan geçerse her şeyin biteceğini biliyordu. Son bir kuvvetle olağan üstü bir çaba göstererek ona doğru koşmaya başladı. Biletini vermek üzereyken yetişmeyeceğini anlamışçasına tüm gücüyle bağırdı;

''Denizzz!''

Deniz kendi adını duyar gibi olduğunda ister istemez önce gerilmiş sonra sinirden delirdiğini düşünerek yeniden biletlerini çıkarıp görevliye uzatmak için hazırlanmıştı. Önünde sadece bir kişi vardı. Sonra yeniden adını duydu. Bu kez daha yakından geliyordu ses.

''Deniz lütfen dur gitme!''

Hayır olamaz! diye söylendi. Cihangir ona doğru koşuyor bir yandan da adını bağırıyordu.

Yakalanmıştı işte. Onu bulmuştu. Gitmesine asla izin vermeyecekti. Bir an önce içeriye girmeliydi.

''Deniz lütfen gitme.'' Diyen ses bu kez güvenlik kordonunun hemen diğer tarafında geldi. Uçuş kartını vermek üzereyken onu bir anda yanı başında bulmuştu.

''Artık çok geç Cihan. Ben gidiyorum. Ve bir daha asla dönmeyeceğim. Her şey bitti.''

''Gitme Deniz ne olursun gitme. Bak son kez konuşalım yalvarırım sana. Bir kez beni dinle eğer hala gitmek istersen gidersin zaten bu dakikadan sonra seni durdurmam.''

''Faydası yok Cihan. Ne konuşacağız ki? Söyleyeceğin hiç bir şey beni engelleyemez. Bizim hikayemiz buraya kadarmış. Aylar öncesinde hava alanında başladı ve yine aynı yerde bitti.''

Cihangir, koşturmaktan nefes nefese kalmış yüzü kıpkırmızı olmuştu. Yine de karısını gitmeden durdurduğu için mutluydu ama onu ikna etmek hiç kolay olmayacaktı. Yine de içinde kalan her şeyi söylerse onu sevdiğine inandırmayı son kez başarırsa gitmeyeceğini düşünmeye çalışıyor bebekleri için son kez ona şans vereceğini hissediyordu.

''Lütfen Deniz bak daha yarım saat var. Hiç olmazsa on dakika ver bana. Lütfen uçağa en son binersin ama lütfen on dakikacık konuşalım. Zaten güvenlik burada seni zorla götürecek değilim. Hadi bir tanem bana bir kez olsun güven ne olur sadece on dakika.''

Deniz etrafına bakındı, onların konuşmalarına şahit olan güvenlik görevlisi ona dik dik bakıyordu. Uçuş kartını verdiği an bir daha bu alandan çıkamayacak bir süre sonra da direkt uçağa alınacaktı. Bu yüzden biraz duraksadı. Kocası bunca yaşanmışlıktan sonra ayak üstü de olsa bir vedayı hak ediyordu.

''Acaba sadece on dakika bana müsaade edebilir misiniz? Tüm kontrollerim yapıldı. Uçağa yolcular alınırken mutlaka içeride olurum. Lütfen sadece on dakika konuşacağız. Zaten hemen şuradaki bankta olacağız.'' diyerek eliyle az ötedeki bankı gösterdi.

''Bayan zamanında giriş yapmazsanız uçağa binemezsiniz biliyorsunuz değil mi? Hem bu adam kim? Güvenli olmayan bir durum yok değil mi?''

'Evet biliyorum, hem o benim kocam. Bana zarar verecek bir şey yapmaz. Lütfen sadece on dakika sonra hemen geleceğim zaten gelemezsem uçağı kaçırmış olurum.''

Cihangir karısının sözleri üzerine görevliye bakarak konuşmaya başladı.

''Lütfen beyefendi. Bu ölüm kalım meselesi sadece karımla on dakika konuşmak istiyorum. Bakın ne isterseniz veririm sadece bize biraz müsaade edin''

Güvenlik görevlileri ilk kez böyle bir durumla karşılaştıkları için bir süre duraksadılar, birbirlerine baktıktan sonra,

''Tüm yolcuların girişleri yapıldıktan sonra uçağa alınmaya başlanırsa kapılar kapanınca daha giriş yapamazsınız. Haberiniz olsun.'' Diyerek uyarılarını yaptıktan sonra diğer yolcuların girişlerine devam ettiler. Deniz ise kordonun diğer tarafına geçerek kocası ile banka oturdu. Aralarına o büyük çantayı koymuş çok yakın olmaktan kaçınmıştı. Onun yüzüne doğru dürüst bakamıyordu. Ne diyeceğini bilmiyordu ki? Sonuçta gitmeyi ve ondan kaçmayı tercih etmişti.

''Deniz neden bunu bize yapıyorsun? Benden bu kadar mı nefret ediyorsun? Sen ne istersen öyle yapalım yeter ki gitme Deniz. Ben; sen olmadan bebeğimiz olmadan ne yaparım.''

''Onu unut Cihangir gider gitmez ilk işim onu aldırmak olacak. Onunla beraber o okula gidemem. Yedi ay öncesinde planlarım ne ise şu anda öyle. Ama sen nerden bileceksin ki? Hep senin kararların hep senin isteklerin değil mi? Sen gerçekten hayatında bir kez benim ne istediğimi sordun mu? Benim düşüncelerime hislerime önem verdin mi?''

''Ben seni her zaman düşündüm Deniz. Yıllarım seni düşünerek seni hayal ederek geçti.''

''Ya evet hayalin gerçek olur olmaz o büyük aşkını unuttun. Sanki bana emrinde çalışan herhangi biriymiş gibi hükmetmeye başladın. Engellemeler, yasaklar, diretmeler hayatımın her dakikasını kontrol eder oldun. İstemediğimi bile bile bebek yapmak için zorladın. Üstelik sana defalarca hazır olmadığımı söylememe rağmen tehditle bu bebeği doğurmamı bekledin. Sen gerçekten benim ne hissettiğimi ne zaman önemsedin Cihan? Ne zaman?''

''Bu bebek ikimizin senin ve benim. Aşkımızın bir hediyesi. Neden ona karşı bu kadar katısın?''

''Aşkımızın meyvesi öyle mi? Sakın senin engellenemeyen hormonlarının sonucu olmasın? Sen o sabahı unutmuş olabilirsin Cihangir ama ben asla unutmadım. Hayatımda babam öldüğü gün böyle acı çekmiştim bir de bana o gün söylediklerini dinlediğim zaman.''

''Deniz ben sadece senin isteklerini yapmaya çalışıyordum. O deftere yazdıklarını okuyunca burada zorla kaldığını ve o okula gitmenin senin için ne denli önemli olduğunu bilirken yanımda daha fazla tutamazdım seni. Sana özgürlüğünü vermek istedim ama hata yaptım seninle konuşmalı o defterde yazdıklarını günlerce tartışsak da çözmeliydim.

''Bir dakika ya! Sen hangi defterden bahsediyorsun?''

''Çekmecendeki günlüğünden. Kırmızı kaplı ciltli olan defter. Orada yazılanları okudum halbuki yeni yıl sabahına kollarında uyanarak yepyeni başlangıçları yapmayı hayal ederken o yazılanlarla okuyunca her şeyin asla benim hayal ettiğim gibi olmayacağını senin hep yarım kalacağını düşündüm sana verdiğim sözü tutmamı istemiştin o satırlarda, ben de sözümü tutarak seni kendimce azat ettim o kadar. Fakat o kazadan sonra senden asla vazgeçemeyeceğimi anladım her ne olursa olsun gitmemen için her şeye razıydım.''

''O yüzden mi beni bebekle aramda seçim yaparak tehdit ettin? O büyük aşkın mı yaptırdı sana o seçimi? Hem o defterdekileri bir kızgınlık anı ile yazmadığımı nerden bilecektin ki? Neden bana o defterden bir kez olsun bahsetmedin? Neden bunun yerine beni en hassas olduğum yerden vurmayı tercih ettin?''

''Deniz'im, güzel karım. O bebeği çok istediğimi inkar edemem. En büyük hayalimdi baba olmak. İlk başlarda bebeği senin yanımda kalman için istesem de sonraları tam bir aile olabilmek ve sonsuza kadar mutlu kalmak için istedim. Sen bebekten öyle acımasız şekilde bahsettin ki bir an gözüm döndü. Bizden bir parçayı nasıl olur da kabullenmek istemezsin diye ne yaptığımı bilemedim. Evet bebeği kaybetmekten çok korkuyordum ama daha önemlisi seni kaybetmekten ölesiye korkuyordum.'' Derin bir nefes alarak devam etti.

''Bak lütfen gitme. Her şey senin istediğin gibi olsun. Bebeğimiz doğunca nereye gitmek istersen beraberce gideriz. Okulunu bitirirsin ben de o zamana kadar mümkün olduğu ölçüde yanına gider gelirim. Bebeğimiz mutlu bir ailede büyür. Lütfen sevdiğim bana olan kızgınlığını ondan çıkartma. Bize son bir şans ver. Lütfen gitme!''

Deniz birden gülmeye başladı. Neden bu dediklerini iki hafta önce değil de şimdi söylüyordu ki? Her şeyin bittiğini anladığı için miydi bu çabası? Yoksa bebeği aldıracağını söylediği için mi bilemiyordu.

''Bunu iki hafta önce ellerimi tutarak hastane odasında o haberi bana verdikten sonra söyleseydin belki de her şey çok farklı olurdu ama artık çok geç Cihangir. Ben senin görmek istemediğim sevmediğim yüzünle tanıştım bir kez. Ve bu yüzünün benim istemediğim ama senin olmasını direttiğin her şey de karşıma çıkacağını biliyorum artık. Bebek için çabaladığını biliyorum ama artık elinden hiçbir şey gelmez. Ben çok üzgünüm belki de hiç yaşanmaması gerekiyordu ama zorla tehditle başladı ve yine o şekilde devam etti. Gitmem gerek vakit geldi.'' Diyerek ayağa kalktı. Cihangir'de aynı anda ayağa kalkarak onu kolundan tutarak durdurdu. Karısının kendisine tedirgin gözlerle baktığını gördüğünde yavaşça kolunu çekti.

''Beni artık hiç mi sevmiyorsun? Evliliğimiz boyunca sana hep mi kötü şeyleri anımsattım? Benimle olduğun zamanlarda hiç mi mutlu edemedim seni? Ne olur sevgilim bir kez daha düşün. Eğer gidersen sen de ben de hep yarım kalacağız. Biz birbirimiz olmadan asla tamamlanamayız hep eksik kalırız bunu sen de biliyor sen de yüreğinin derinlerinde hissediyorsun. Lütfen yalvarırım sana, bize son bir şans ver.''

Deniz bir an duraksayarak kocasının gözlerine baktı. Doğru görüp görmediğini anlamak için daha dikkatli baktığında onun gözlerinden süzülen yaşları gördü. Onu ağlarken bugüne kadar hiç görmemişti. Koskoca Cihangir Özbey bir kadının arkasından gitmemesi için gerçekten ağlıyor muydu? Sonra yanaklarının ıslanmasıyla kendisinin de ağladığını fark etti. Şu anda ona sarılsa hıçkırarak onun kollarında gözyaşlarını göğsüne akıtsa belki de her şey düzelecekti. Fakat ya sonra? Bu kadar yara almışken hiç bir şey olmamış gibi yeniden başlamaları mümkün müydü? Bunca acı yok sayılabilir bunca gözyaşı hiç akmamış gibi davranabilir miydi?

''Ben çok üzgünüm kendine iyi bak Cihan. Elveda.'' Diyerek koşar adımlarla yeniden kordonun diğer tarafına geçti. Gözyaşlarının akmasına engel olamadığı için elleri titreyerek biletlerini görevliye uzattı. Görevli ağlayan genç kadının biletini onaylayıp içeriye geçmesi için yol verdiğinde gözleri ister istemez ona acıyla bakan adama kaydı. Tam bir aile dramı yaşanıyordu gözlerini önünde. Kendi karısı olsa neler hissedeceğini düşünerek başını iki yana salladı ve giriş kordonunu kapatarak uçağa yolcuların alınmaya başlayacağı bölüme doğru ilerledi.

Cihangir için her şey bitmişti. Karısı ellerinden kayıp giderken o sadece arkasından bakıp gözyaşı dökmekle yetinmek zorundaydı. Bundan sonra onu durdurmak için elinden bir şey gelmezdi. Onu zorla yanında tutamayacağını acı şekilde öğrenmiş tüm yaptıkları film şeridi gibi gözlerinin önünden pişmanlık içerisinde geçip gidiyordu. Keşke başka türlü olsaydı her şey. Keşke...

Deniz uçağa alınacak yolcularla berber yürüyen merdivenlerle alt katta uçağın bulunduğu perona ilerlemişti. Cihangiri artık göremiyor onu sonsuza kadar ardında bıraktığı için kalbini paramparça hissediyordu. Ayakları gitmek için kendini zorlasa da yüreği sanki asılı kalmışçasına gitmeyi reddediyor kalbinin bir parçasının bu ülkede onunla sonsuza dek yaşayacağını biliyordu.

''Bayan iyi misiniz?'' diyen kadına baktığında görüntünün giderek bulanıklaştığını hissetmiş ayakta durmakta zorluk çekmeye başlamıştı. Can havliyle düşmemek için kadının koluna yapıştığında zorla nefes almaya başlamış bedeninin sonsuzluğa çekildiğini hissetmişti.

Cihangir karısının gidişini gözleriyle izlediğine hala inanmıyordu. Bir kez bile arkasına bakmamıştı. Son kez olsun gözlerine bakabilseydi eğer belki de orada kendisini görecek gitmekten vazgeçecekti adı gibi emindi bundan ama dönmemişti işte. Olduğu yere sanki çakılmış gibiydi. Ayakları hareket etmek istiyor ama bir türlü çıkışa ilerleyemiyordu. Ama yapması gerekliydi. Onun yokluğunu hazmetmeye şimdiden başlasa iyi olacaktı. Onun ve doğmamış bebeğinin.

''Beyefendi!''

Kendisine seslenen görevliyi gördüğünde ne olduğunu anlamamış sadece ona boş gözlerle bakmıştı.

''Beyefendi size söylüyorum, az önceki bayanın eşiydiniz değil mi? Eşiniz fenalaşmış alt katta bir baygınlık geçirmiş hava alanının revirine götürmüşler. Buyurun sizi de götüreyim''

''Ne? Nasıl şimdi kendine geldi mi?''

''Ben bilmiyorum. Aslında bir sağlık görevlimiz var ama yolcular arasında tesadüfen bir doktor varmış ve ilk müdahaleyi yapmış buyurun gidelim lütfen.''

Telaş ve korkuyla görevli ile beraber revirin olduğu kata indiklerinde kapının hemen girişinde sedyede yatan karısını gördü. Sanki kanı çekilmiş gibi yüzü bembeyazdı. Ama o beyazlığın tersine pantolonu kan içinde kalmıştı. Yanına yaklaşıp elini tutarak adını seslendi.

''Deniz? Deniz cevap ver bana. Bir tanem lütfen korkutma beni. Kahretsin bu kan da neyin nesi?''

Doktor olduğunu tahmin ettiği adam ona yaklaşarak eliyle omzunu sıvazladı.

''Geçmiş olsun beyefendi. Karınızın tansiyonuna baktık oldukça düşük bu yüzden ambulansı aradık gelmek üzeredir. Sanırım bir gebelik söz konusu ve kanama bu yüzden kaynaklanıyor. Büyük olasılıkla düşük yapıyor olabilir. Üstelik kendi durumu da pek iyi görünmüyor. Nabzı çok yavaş atıyor.''

Cihangir ne yapacağını şaşırmıştı. Karısının gidişine alışamadan şimdi hem bebeğini hem de sevdiğini kaybetme korkusu ile kala kalmıştı. Ellerini tutarak onun solgun yüzüne baktı. Sanki cansız gibi buz gibi olmuştu. Ellerini kendi ellerinin arasına alarak onu ısıtmaya çalıştı. Ambulansın gelmesini beklemekten başka çaresi yoktu. Tüm bu olanların kendisi yüzünden olduğunu düşündükçe kahroluyordu. Ambulans görevlileri odaya girdiklerinde hala şoktan çıkabilmiş değildi. Sadece onlara Ali Eren'in çalıştığı hastanenin adını verebilmiş sevdiğinin bindirildiği sedyenin arından koşarak umutsuzca bildiği tüm duaları etmeye başlamıştı.

Deniz çok güzel bir rüya görüyordu. Urfa'daydı. O çok sevdiği derenin kıyısında harika bir havada pırıl pırıl parlayan güneşin deredeki suya vuran yansımalarını görüyor çocuklar gibi mutlu hissediyordu.

Derenin kıyısına yaklaştığında iki çocuğun çıplak ayaklarla derede oynadıklarını gördü. Tıpkı Cihangir ve kendisinin çocukluklarında olduğu gibiydi. Birden onları kendilerine benzetti. Şakalaşıyorlar, birbirlerine su atarak gülüşüyorlardı. Sonra çocuklardan biri derenin içine doğru ilerlemeye başladı. Deniz içindeki korkuyla hemen ona doğru koştu.

''Hey ufaklık gel buraya, bak yüzme bilmiyorsan dere tehlikeli olabilir. Duyuyor musun beni?''

Fakat küçük kız onu duymamış gibi derenin içine doğru yürümeye devam ediyor her attığı adımda daha da dibe batıyordu.

Daha çok bağırmaya başladı. Sonra birden güneşin kaybolup gökyüzünün karardığını etrafın gözle görülemeyecek kadar karanlık ve ıssız olduğunu fark etti. Küçük kızın ardından dereye atlamıştı. Ona durması için sesleniyor her seferinde bir kulaç daha atarak onu yakalamaya çalışıyordu. Ama kız sanki o yaklaştıkça daha da derine batıyordu. Sonunda gözden tamamen kaybolduğunda birkaç kez dibe dalarak onu aramış bir yandan ağlamaya bir yandan da çaresizce yüzmeye devam etmişti. Fakat onu o karanlık derede kaybetmiş tek başına sudan çıkmak zorunda kalmıştı. Hıçkırarak ardından ağlarken diğer çocuğun bir anda yanı başında ona baktığını fark etti.

''Neden gitmesine izin verdin. Eğer onu gerçekten isteseydin gitmezdi.''

''Ben izin vermedim kendisi gitti. Onu aradım ama bulmadım. Yardım çağıralım hemen belki daha yaşıyordur.'' Diye ağlamaya devam ettiğinde onun omzuna dokunmuş olan çocuk hüzün dolu küçük yüzüyle ona baktı.

''Eğer bir gün gerçekten onu çok istersen yine gelecek.'' Dedikten sonra bir anda yok oldu.

Bu kez de onun nereye gittiğini anlamaya çalışırken gözlerini kapattı. Gözlerini yeniden açmak için çabaladığında bir türlü açamadığını fark etti. Tüm gücüyle yeniden denediğinde ağır ağır açıldı gözleri.

Neredeydi? Dere nereye gitmişti. Gözlerini acıtan bu beyazlıkta neyin nesiydi? Fransa'ya gidebilmiş miydi? En son hava alanında olduğunu ve kötüleştiğini anımsıyordu. Ya şimdi? Sonra bulanık şekilde gördüğü görüntüyle kalbi hızlanmaya başladı. Cihangir buradaydı ve başı önüne eğik şekilde oturmuş bekliyordu. Ellerindeki sıcaklığın onun ellerinden geldiğini hissetti o an. Zorla olsa da konuşmaya çalıştı. Gözyaşları yanaklarınından süzülürken sadece birkaç kelime söyleyerek yeniden o karanlığa gömüldü.

''Cihan çok üzgünüm, onu kaybettim.''

Continue Reading

You'll Also Like

1.6K 99 4
Biz kefaretimizi yanarak ödedik.
140K 14.1K 33
Tamamlandı✔ Aslında hepimizin hayatı bir hikâye değil mi? Nehir ve Deniz'in kavuşma hikâyesi. Kim bilebilirdi ki koca denizin, nehirde boğulacağını...
230 19 3
❛❛ Mardin'in gaddar ve acımasız olan, ağası, savaş ağa gönlünü okyanus gözlü, bir doktor'a kaptırırsa.❛❛ ﹏﹏﹏﹏ "şu anlık, sorun görünmüyur?. Ama şikay...
847K 55.3K 104
Orhan üç yıl önce tüm kalbiyle bağlı olduğu sevdiğini kaybetmiş ve kendisini hayatın hareketliliğinden soyutlayıp sadece işine vermişti.Son derece de...