i'll make you my lover ♡ ¸. •...

By dushessamoon

133K 13.6K 14.8K

her şey okul dolabımda, üzerine ''lee minho'ya'' yazılmış ve dolabıma bırakılmış o beyaz zarfı bulmam ile baş... More

Episode 1
Episode 2
Episode 3
Episode 4
Episode 5
Episode 6
Episode 7
Episode 8
Episode 9
Episode 10
Episode 11
Episode 12
Episode 13
Episode 14
Episode 15
Episode 16
Episode 17
Episode 18
Episode 19
Episode 20
Episode 21 ama b me'li, basketbollu, hyunminli ve minsunglu
Episode 22
Episode 23
Episode 24
Episode 26
Episode 27
final 'bu gece genciz
final' umutlar ve yıldız tozları serpilmiş hikaye

Episode 25

2.9K 300 224
By dushessamoon

multi: 5sos thin white lies

multi bittikçe başa sarmanızı öneririm, keyifli okumalar ♡

·

Sanırım alışmak bazı şeyleri daha üzücü kılıyordu.

Aslında hiçbir zaman kolay bağlar kurabilen ve yeni şeylere alışabilen birisi olmamıştım ancak alıştığım zamanda kopmayı başaramayacak kadar bağlanıyordum ve bu çoğu zaman beni bir uçurumun ucuna sürüklüyordu.

Yanlış hatırlamıyorsam size hayvanlarla arası baya sıkı fıkı biri olduğumdan hiç bahsetmedim. Şimdi siz bana bunun konumuzla alakası ne diye sormadan açıklıyorum.

Okulun bittiği ya da tatile girdiği dönemlerde eve döndüğüm zaman bizim evin sokağında bir şekilde hep beni beklediğini düşündüğüm ufak bir kedi vardı. Hani şu her sokakta mutlaka bulunan ve ismi güneş konulan turuncu kedilerdendi o da. Ama onun ismi güneş değildi çünkü etrafımdaki insanlar felix'e öyle hitap ediyordu ve onlar için güneş çocuk, benim için çilli kornişon turşusunu sokağımızdaki kediyle bağdaştırmak hoşuma gitmemişti.

Şimdi bunun çok daha iyi bir karar olduğunu fark etmiştim çünkü jisung yoktu ve ben eğer o kediye güneş deseydim aklıma gelecek olan ilk şey sarışının dostuna öyle seslenmesi ve felix'i her gördüğünde dudaklarında oluşan güzel gülümseme olacaktı.

Yanlış anlaşılmasın konumuz çilli çocuğun turuncu bir kediyle benzerliği falan değil. Konumuz alışılmışlıklar ve tüm bunların bende bıraktığı birkaç küçük iz. Çünkü ben sokağımızdaki o ufak kediyi, daha ona isim bulamadan kaybettim. Hasta olduğunu bilmeme rağmen, ben ne kadar tedavilerini üstlenmiş olsam dahi yaşama ihtimali verilmeyen ufak bir kediyi kaybettim ve bunu yaşacağımı bile bile alışmayı da göze aldım. Kulağa oldukça basit geliyor değil mi? Belki de öyledir ama bu özellikle de sonunda kaybetme ihtimali bulunan bir alışma sürecinin ne kadar korkunç bir şey olduğunu değiştirmiyor.

Çatı katında jisung'u ilk kez öptüğüm zaman kaybetmenin bize uğrayacağını tahmin etmedim. Yine jisung'un ellerini tuttuğum, geceleri uyumadan önce küçük bedenine sarıldığım zaman da düşünmedim bunları. Ben jisungla olduğum hiçbir zaman düşünmedim ki zaten. Onunlayken sadece yanımda oluşunun tarifsiz hissini yaşamak vardı ellerim avuçlarım arasında.

Sanırım bu yüzden geçen zamanın, ona ne kadar alıştığımın farkına da varamadım.

İnsan kaybetmeden önce bağlanmalıydı, sonrasında elinden kayıp gidenlerin farkına varması için çok sevmeli, değer vermeliydi.

Gecelerin karanlık ve ıssız olduğunu uzun zaman sonra ilk kez jisung'un olmadığı bir yerde uyandığımda fark ettim çünkü seungmin'in evindeydim. 

Yarışma gecesi yaşanılanlardan sonra jisung bir arkadaşında kalmayı ve yurda gelmemeyi tercih ettiğinde seungmin de beni yurtta bırakmamıştı. Seungmin beni benden daha iyi tanıyan ikinci kişiydi -ilki chan hyungtu çünkü- sarışının olmadığı bir odanın duvarlarını benim üzerime yıkacağını ve beni nefessiz bırakacağını anlamıştı. Nasıl yapıyorlar bilmiyorum ancak seungmin ve chan hyung bir şekilde hep anlıyorlardı. Bazen ben nasıl hissettiğimi bile anlayamadan onlar anlıyordu.

"Anladım. Sung nasıl?"

Sevgili dostum kim seungmin'in açık sözlülüğünden asla şüphem olmamıştı ancak bu kez yaptığı telefon görüşmesinde sesini bana duyurmamaya çalışmasını fark etmiştim.

Uyuduğumu düşünüyor olmalıydı, uyumuyordum.

Sesini kısık tuttuğunda duymayacağımı düşünüyordu, duyuyordum. Çünkü mutfakları amerikan mutfaktı ve koltuk takımında dakikalardır hareketsiz şekilde oturuyordum.

"Minho mu? Kötü değil ama iyi olmanın yakınından geçtiğini de sanmıyorum."

Televizyonda açık olan ve izlediğimi sandığım diziyi, ekranın kararıp bitmesiyle aslında izlemediğimi fark ettim.

"Götü başı dağıttık yatıyoruz biz. Aklı olan buraya gelmez."

Seungmin sözlerini tamamlar tamamlamaz kapının zili evin içinde yankılandığında kaşlarımı çattım.

Seungmin telefon görüşmesini bitirmiş olacak ki önce kafasını uzatıp içeriye, bana, sonra dış kapıya baktı. Birkaç saniye uyanık olduğum gerçeğine afallasa da bozuntuya vermemeye çalıştı.

"Aklı olan dedim ya kesin changbinle felix."

O kapıya ilerlerken bende sabahtan beri sadece gürültüsünü çektiğim televizyonu kapattım ve başımı koltuğun başlığına yaslayıp gözlerimi yumdum. Gözlerim yanıyordu ve kafamda sanki son gün on tane sınava aynı anda çalışmışım hissi veren bir kalabalık vardı.

Seungmin tahmininde haklı çıktı, gelenler changbinle çilli çocuktu. İçeri gelene kadar adım seslerini işittim ancak bir süre daha gözlerim kapalı bekledim. Zaten son yirmi dört saattir yaptığım tek şey beklemekti. Belki geçer, daha az acıtır diye.

Birde şey vardı gözlerimi açtığım an çilli çocuktan sağlam bir nutuk yiyecekmişim gibi hissediyordum. Küçük elemanın jisung konusunda ne kadar hassas olduğunu benden daha iyi bildiğinizi varsayıyorum.

Tuhaf bir şekilde beklediğim gibi olmadı. Normal şartlar altında jisung'u kırdığım için bana ağzına geleni sayması gereken çilli çocukla göz göze geldiğimizde harelerinde yalnızca sıcacık bir ifadeyle karşılaştım ve yalan yok biraz afalladım.

Acımak gibi değildi hayır, daha sıcacık ve iyileştirici etkisi olan bir şeydi.

Ben ondan sarışını darmadağın ettiğime dair bir ted konuşması beklerken felix bana ufak bir tebessüm bile sunmuştu.

İçinde bulunduğum durumda neyin yolunda gittiğini düşündüğümde bunu da üstelememeye karar verdim. Hatta felix'e minettar bile olabilirdim çünkü bir tartışmaya sarf edeceğim enerjiye sahip olduğumu sanmıyordum.

"Chan hyunglarla konuştuk gelirken, onlarda birazdan burada olacaklarmış." diye açıklamada bulunan changbin'in elindeki torbaları da o an fark ettim. Felix üzerindeki ceketten kurtulurken seungmin changbin'i başıyla onaylamış ve onun elindekileri mutfağa bırakmasını söylemişti.

Anlaşılan burada tesadüf olan hiçbir şey yoktu. Her şey klasik bir geyik gecesi adı altında aslında lee minho'ya destek gecesi olarak planlanmıştı ve ben bunu istediğimi sanmıyordum.

Felix üzerindekilerden kurtulup bal rengi bir hoddie ile kaldığında onu izliyordum. Kafamda neden jisung'un yanında olmak yerine burada olduğu gibi pek çok soru vardı. Üstelik dudaklarından silinmeyen tebessüm neredeyse bana bu destek gecesi zırvalığının onun başının altından çıktığını düşündürecekti.

"Jisung iyi minho."

Felix, bakışlarımı uzun süre üzerinden ayırmadığımda zihnimi okumuş gibi bana dönmüştü.

"Yalnız kalmakta diretiyor ve benim elimden o nasıl iyi hissedecekse onu yapmaktan başka bir şey gelmiyor."

"Bana onu yalnız bıraktığını söyleme."

Felix bir süre suratıma baktı, ardından karşımda kalan koltuğa oturarak benimle aynı hizaya geldi.

"Ona bunu yapmadığını biliyorum, hepimiz biliyoruz. Eminim jisung da böyle düşünüyordur. Sadece şuan çok kızgın ve kırgın."

Felix omuz silktikten sonra dudaklarını birbirine bastırdı. Üzerine giymiş olduğu hoddie çillerini daha çok ortaya çıkarmış gibiydi. Siyah conversleriyle birlikte yabancı bir gençlik dizisinden ya da the neighbourhood konserinden fırlamış gibi bir hali vardı.

"Eminim biraz zaman her şeyin ilacı olacaktır."

Çilli çocukla ilk defa duygusal bir konuşmaya adım atmamız epey garipti benim için. Bilirsiniz biz genelde jisung için kavga ederdik.

Tabi ya, jisung yoktu.

Felix oturduğu yerden kalkıp mutfağa, sevgilisinin yanına gitmeden önce küçük elini omzumda hissettim. Ufak bir baskı uyguladı parmaklarıyla. Oldukça dostça bir hareketti. İyi ol minho der gibiydi ancak sözlere dökmemişti.

Onun bu hareketi sabahtan beri burnumun ucundan gitmeyen sızıya tuz biber oldu, neden bilmiyorum ama içimdeki minholardan birisi gözyaşlarımın bana fazla uzak olmadığını hatırlattı.

"Jisung yalnız değil merak etme, hyunjin yanında."

Sonra çilli çocuk yanımızdan ayrıldı. Onun gitmesiyle ellerimi saçlarıma attım ve sıkıntıyla iç çektim. Bu süreçte kollarını göğüsünde bağlayıp, sağ omzunu duvara yaslamış seungmin'in bakışları üzerimden hiç ayrılmamıştı.

*

"Herkesi anlıyorum ama bunun burada ne işi var?"

Changbin homurdanarak masaya hazırlanmış yemeğin başına geçerken bende bir sandalye çektim. İştahım olduğunu söyleyemezdim ancak yemek yemek mecburi ihtiyaçlara dahildi ve ben zaten bunca insanın seungmin'in evine doluşmasının sebebiyken birde odakları üzerime çekmek istemiyordum.

"Salaksın sen." demişti jeongin. Zaten oldum olası saygı ifadeleriyle ve hyunglarıyla iyi ilişkileri olmamıştı.

"Jeongin'in varlığının sana ne gibi bir zararı olabilir changbin açıklasana." diyen chan hyung her zamanki gibi bizim yerden bitmeyi savunmaya geçtiğinde seungmin ve jeongin dışındaki herkes masada yerini almıştı.

"Tüm ilgi ona yöneliyor."

"Cidden salaksın."

Jeongin yayılmış olduğu koltuktan doğrulup masaya yönelmeden önce elindeki telefonu gelişi güzel oraya fırlatmıştı. Tabi jeongin bunları yaparken seo changbin de ona kaş göz yardımıyla kullanmadığı saygı ifadelerinin başına bela olacağını açıklıyordu.

Önümdeki beyaz tabağa bakarken kafamdaki kalabalığın baş ağrısına ya da migrene dönüşmemesini umuyordum. Genelde evrenle barışmayan bir yapım olduğundan umduklarımın tersi olurdu, hatta ben baş ağrısını dert ettiğimi düşünürken aptal bir bünyeye sahip oluşumdan kaynaklı hastalanırdım.

"Felix sevgilin götümü elliyor."

"Ordan bakınca sunshine ahlak bekçisi gibi mi duruyor?"

Chan hyung müdahale etmese sabaha kadar kavga ederlerdi muhtemelen ancak chan hyung tam zamanında olaya el atmıştı.

Yemek boyunca bana en az hasar vereceğini düşündükleri yolu seçip muhabbet etmişler ve beni de konuya dahil etmeye çalışmışlardı. Elimden geldiğince onlara katılmaya çalıştım ama daha çok çatalımla tabağımdaki yemeği karıştırıp durmuştum sanırım.

Aslına bakarsanız her zamanki ortamımızdan hiçbir farkı yoktu. Hatta jeonginle changbin'in tartışmaları ve changbin'in ortamdaki tek ilgi odağı olma çabaları bile aynıydı. Yine de herkesin neden burada olduğunu ve aslında amaçlarının ne olduğunu bilmek canımı sıkıyordu. Belki bencilce gelebilir ancak tüm bunlara ihtiyacım yoktu.

Benimkisi psikolojik bir rahatsızlık ya da sağlığımla ilgili bir durum değildi. Bana nefes olmuş, can olmuş, ev ve aşk olmuş birini kaybetmemden kaynaklıydı ve eminim ki tıpta canımın bu kadar yanmasını açıklayacak herhangi bir terim yoktu.

Yemekten sonra verandaya çıktım. Bu sırada bizimkiler daha önce hiç duymadığım iki futbol takımı hakkında hararetli bir tartışma içindelerdi ve hiçbir şey söylemeden aralarından ayrılmamla beni bunalttıklarını düşünüp suçlu hissettiler muhtemelen. Ancak kafam o kadar doluydu ki o an bunu düşünmeden hareket etmiştim.

Verandaya çıktığımda bahçeye açılan ahşap merdivenlerin basamaklarından birine oturdum, hemen orada küçük kemik şeklinde bir oyuncak vardı.

Hyunjin yakın zamanda kkami adında bir köpek sahiplenmişti ancak bayan hwang'ın köpeklere alerjisi olduğunu sonradan fark etmişlerdi. Bu yüzden hyunjin kendi evine çıkana kadar seungmin kkami'ye bakma kararı almıştı.

Oyuncağı ellerim arasına aldığım an bunu fark eden kkami dönüp durduğu ağacın etrafından ayrılıp pıt pıt adımlarla yanıma gelmişti. Bu hareketi beni gülümsetirken tam ayakkabılarımın önünde durup iri gözlerini beklentiyle bana çevirmişti.

Elimdeki oyuncağı çok uzak olmayan bir mesafeye fırlattım. Kkami bununla koşup oyuncağı ağzıyla yakaladı ve ben tam bana geri getirmesini beklerken kemikle büyük bir savaşın içine girdi.

Gülümsemem dudaklarımda donuklaşırken kaşlarımı çattım.

Pekala, hwang hyunjin'in köpeğiydi sonuçta.

"Ne o? Sende mi kendini doğaya ve hayvanlara vermeye karar verdin?"

Chan hyung verandaya açılan sürgülü kapıda belirdiğinde bakışlarımı ona çevirdim.

"Kim seungmin'i örnek almak mı? Kabus gibi." diye mırıldandığımda chan hyung hemen yanıma oturmuş ve bende kahvelerimi gökyüzüne çevirmiştim. Güneş henüz batıyordu ve gök turuncunun türlü tonuna bürünmüştü.

Chan hyung söylediğime güldüğünde ise yeniden ona baktım. Üzerinde yapılı vücudunu gözler önüne seren ince beyaz bir gömlek vardı. Kulaklarındaki gümüş küpelere yenileri eklenmişti. Saçlarının önünü keseli çok uzun bir zaman olmamıştı ancak şimdiden kahverengi tutamlar jilet atılmış kaşının üzerine değiyordu.

"Nasılsın?" diye konuya bodoslama giriş yaptığında şaşırmadım çünkü o hep böyleydi. Söylemek istediklerini bir çırpıda söyler ve bilmiyormuş gibi yapmaktansa konuşmayı tercih ederdi.

Konuşmak ve içini dökmek her zaman çözüm olmuyordu, bunu chan hyungta biliyordu ancak konuşarak düzelmeyen şeylerin susarak iyi olacağına da inanmıyordu. Çünkü ona göre kalp ağrısı mutluluğun ardına gizlenen ve ortaya çıktığında varlığını yavaş bir şekilde hissettiren bir şeydi. Yine felix için çoğu şeyin ilacı olan zaman chan hyung'a göre bir katil ve bize bağlı benliklerden birinin yok oluşuydu.

Chan hyungla konuşmayı seviyordum. Geçmese bile hep geçecekmiş gibi hissettiren tavrını, bana her zaman olduğu gibi yaklaşmasını seviyordum. Başkalarının gözlerinde gördüğümde kendime acıdığım o ifadeyi chan hyung'un gözlerinde yalnızca saf bir merhamet olarak görmeyi seviyordum sonra.

Onun varlığı cebinde taşıdığın ufak ev anahtarına benziyordu. Tüm hatalarına rağmen günün sonunda gideceğin bir evinin olma hissiyatı ile eş değerdi.

"Nasıl hissetmem gerektiğini bile bilmiyorum sanırım."

Ellerimin avuç içlerini ahşap basamağa koyup geriye yaslanır gibi yaptım ve yeniden bakışlarımı büyük bulut kümeleriyle turuncunun harmanlandığı gökyüzüne çevirdim.

Jisung sarıların da turuncuların da, gökyüzünün de onun için farklı anlamları olduğunu söylerdi hep. Ruhu sarı olanlardandı zaten, detaylarıyla sizi geçmişin tozlu sayfalarına götürebilen bir auraya sahipti.

"Sadece jisung'u değil kendimi de yitirmişim gibi hissediyorum."

Chan hyung'un harelerini yüzümde hissediyordum. O beni sabırla dinlerken ben bu süreç boyunca odağımı değiştirmemiştim.

"Sevmek ve yok olmak beraberdir ezelden beri der, Friedrich Nietzsche."

Kurduğu cümleyle sol yanımda ince bir sızı hissettim ve dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Sen çok güçlü birisin minho. Bir tek jisung'a yenildin."

Boğazıma takılan yumruyla yutkunmaya çalıştım.

"Jisung da sana benziyor. O da çok güçlü ve yine o da yalnızca sana yenildi."

Gözlerimi kapattım ve tenimi okşayan rüzgarın kalp ağrılarımın birazını benden alıp götürmesini istedim.

"Ama her yenilgi yeni bir savaşın başlangıcıdır ve ben hayatımda sizin kadar inatçı bir çift daha görmedim."

Chan hyung'un yüksek olmayan gülme sesini duyduğumda gözlerimi aralayıp gülüşüyle beraber küçülen gözlerine ve yanağında belirginleşen gamzeye baktım.

"Ruh hastaları."

Chan hyung kendini tutamayıp gülmeye devam ettiğinde bende güldüm. Al işte, adam bütün ciddiyeti bozmuştu.

"Şimdi ben ne söylersem söyleyeyim hepsi lafta kalacak biliyorum. Zaten hiçbir yerde yürek acısının kulak yoluyla iyileştirildiğini görmedim."

Sağ elini dizimin üzerine koyup gözlerimin içine baktığında başımı salladım.

"Kader mi aşkı kovalar yoksa aşk mı kaderi, kimse çözemedi daha bunu. Ama ben sizin ikisininde ötesinde bir yerde olduğunuzu biliyorum."

Dizimin üzerinde bulunan parmaklarının baskısını arttırdığı hissettim.

"Korkma. Bu bir yangınsa ve sizi yakmaya yemin ettiyse bile yolun sonunda ruhlarının düğümleri asla çözülmeyecek bir minho ve jisung var."

Gözyaşlarımın yanaklarımda bıraktığı ıslak his ve chan hyungun yaşlarımı fark ettikten sonra bana sunduğu buruk tebessümle fark ettim ağladığımı.

Chan hyung şimdiye kadar yaptığımız en duygusal konuşmanın ardından bedenimi kendine çekip sarıldığında alnımı omzuna yaslayıp derin bir nefes aldım ve belki de son yirmi dört saat içinde, yanımda jisung olmadan ilk kez gerçekten nefes aldığımı hissettim. Uzun süre oksijensiz bir ortamda kalmak ve ardından aldığın koca bir nefesle ciğerlerinin yanması gibiydi.

"Ne dönüyor burada?"

Seungmin, jeongin, changbin ve felix verandanın sürgülü kapısının önünde bize kafamızda iki anten taşıyormuşuz gibi bakıyor olmalıydılar. Öyle olmalıydılar diyorum çünkü felix'in sesini duyduğumda chan hyung benden ayrılarak onlara dönmüş ve bana da gözyaşlarımı silmek adına zaman tanımıştı.

Yaptım, chan hyung onlarla konuşurken kimseye fark ettirmeden yaşlarımı sildim.

"Kesin aşırı alaturka bir ortam var burda, nerde görsem tanırım."

"Lütfen bizsiz zırlıyor olmadığınızı söyleyin."

Seungmin'e gözlerimi devirdiğimde jeongin yanımızdan geçerek kkami'ye doğru izlerlemiş ve tabiri caizse bizi kıçının kenarına dahi takmamıştı.

"Ne dramatik adamlarsınız."

Küçük şeytanın hareketlerinin chan hyungun hoşuna gittiğini kesinlikle söyleyebilirdim ya da chan hyung bu çocuğu aşırı sevdiğinden tahammül sınırı bana kıyasla daha fazlaydı.

"Gökten üç elma düşmüş, üçü de jeongin'in kafasına. İşte bu yüzden mal."

Changbin hemen jeongin'in peşinden havuzun kenarındaki masaya yönelmiş ve oraya ulaşana kadar ona yaklaşmaya çalışan köpeğe korkunç bakışlar fırlatmıştı.

Seo changbin köpeklerden ve jeonginlerden haz etmiyordu.

"Chan hyung yok mu bir akdeniz akşamlarımız o zaman?"

Ne ara içeri girip gitar aldığını anlamadığım felix elindeki gitarı chan hyung'a uzatırken sevimli olduğunu düşündüğü bir gülümseme sunmuştu.

Chan hyung gitarı alırken gülümsedi. Sonra hepimiz havuzun kenarındaki masanım başında toplandık ve çilli çocuğun dediği gibi hava kararana kadar akdeniz akşamları klişesini hakkıyla yaşadık.

Gece boyunca da ihtiyacım olmadığını söylediğim her an chan hyung'un bana sarılan kollarıyla, seungmin'in sinirli olduğunu ve beni korkutabildiğini sandığı ifadesiyle ve aslında umrunda değilmiş gibi davranan jeongin'in beni rahatlatmak adına sunduğu ufak tebessümlerle karşılaştım. Öyle bir destek geceydi ki neredeyse arkadaş kadroma felix ve changbin'i bile katacaktı. Neyse ki böyle bir şey yaşanmadı ve geç saatlere kadar süren lee minho'ya destek gecesi iyi geceler dilekleri ve herkesin evlerine dağılmasının ardından sona erdi.

*

Yazdıkça yazma istediğimi arttıran uzun bir bölümle geldim. Sanırım i'll make u my lover ile biraz özleşmişiz.

Geçiş bölümüne göre bir tık uzun oldu ama umarım hoşunuza gitmiştir.. sizleri seviyorum, kendinize dikkat edin. Arayı açmamak ve yakın zamanda yeniden burada buluşmak dileklerimle ♡





Continue Reading

You'll Also Like

162K 17K 53
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
111K 8.7K 38
sadece erkeklerin olduğu bir üniversitede gay yönelimin odağı ve tüm dikkati üzerine çeken Jungkook, bu durumdan sıkılan ve onu bu rahatsızlıktan ko...
11.2K 943 19
Ailesi onu sevmiyor okulundaki herkes onu sevmiyor ,han jisung ; bu hayatta sevilmeyen nefret kusulan bir omegaydı.eski okulunda ona hayatı zindan ed...
2.4K 293 9
Ve dedin ki,"ben burada olduğum sürece hiç kimse seni incitemez." Jeongchan || mini fic,b×b İthafen - @bosungjun Başlangıç - 30.07.2022 Tamamlandı ✓